TÂHÂ SÛRESİ

Rahmân ve Rahîm Allah'ın İsmi ile

Tâ-Hâ (aleyhisselâm) Sûresi'nin, Mekke'de indiği ittifakla kabul edilmiş bir görüştür. Ömer (radıyallahü anh)ın İslâm'a girişinden önce inmiştir.

Dârakutnî'nin, Sünen'indeki rivâyete göre Enes b. Malik (radıyallahü anh) şöyle demiştir: (Bir gün) Ömer bir kılıç kuşanmış olarak çıktı. Kendisine: Enişten dinini değiştirdi, denildi. Bunun üzerine onların (eniştesi ile kızkardeşinin) yanına gitti. Orada da muhacirlerden Habbâb diye anılan birisi de vardı. Tâ-Hâ Sûresi'ni okuyorlardı. Yanmadaki yazıyı bana da veriniz, ben de onu okuyayım, dedi. -Ömer (radıyallahü anh) okumayı bilirdi.- Kızkardeşi kendisine: Sen pissin, ona ise tertemiz olanlardan başkası dokunamaz. Kalk, guslet yahut abdest al. Bunun üzerine Ömer (radıyallahü anh) kalktı, abdest aldı. Yazılı belgeyi aldı ve Tâ-Hâ'yı okudu. Dârakutnî, I, 123

İbn İshak bunu daha uzunca şöylece zikretmektedir:

Ömer, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)ı bulup öldürmek maksadıyla kılıcını kuşanarak çıktı. Yolda Nuaym b. Abdullah ile karşılaştı. Ona: Nereye gitmek istiyorsun ey Ömer diye sordu. Ömer: Dininden donen, şu Kureyş'in dirliğini bozan, onları beyinsizlikle itham eden, dinlerini ayıplayan, ilâhlarına dil uzatan Muhammed'e gidip onu öldürmek istiyorum. Nuaym ona şöyle dedi: Allah'a yemin ederim, ey Ömer! Sana asıl senin içinde olanlar tuzak kuruyor, seni aldatıyor. Sen zanneder misin ki Abdumenâfoğulları Muhammed'i öldürdüğün halde yeryüzünde senin yürümene imkân vereceklerdir? Niçin kendi ailene dönüp de onların işlerini yoluna koymayı düşünmüyorsun? Ömer: Hangi ailemden söz ediyorsun? deyince, Nuaym dedi ki: Senin enişten ve amcanın oğlu Saîd b. Zeyd ile kızkardeşin Hattab'ın kızı Fâtıma'yı kastediyorum. Allah'a yemin ederim, onlar müslüman olmuşlar ve Muhammed'e dini üzere tabi olmuşlar. Bana kalırsa sen asıl git, onlarla uğraş.

Bunun üzerine Ömer kızkardeşi ve eniştesini bulmak üzere geri döndü. Yanlarında Habbâb b. el-Eret de vardı. Beraberinde de Tâ-Hâ Sûresi'nin yazılı olduğu bir sahife bulunuyordu. Bunu onlara öğretiyordu. Ömer (radıyallahü anh)ın sesini işitmeleri üzerine Habbab onların odalarından birine yahut da evin bir tarafına gizlendi. Hattab kızı Fatıma da sahifeyi alıp üzerine oturdu. Ömer eve yaklaştığı sırada Habbab’ın onlara okuduğu Kur'ân'ın sesini işitmişti. Ömer içeri girincer Duymuş olduğum bu lakırdılar neyin nesiydi? Ona; Sen bir şey işitmiş olamazsın dediler. Hayır, Allah'a yemin ederim. Ben sizlerin Muhammed'e dini üzere tabi olduğunuzu haber almış bulunuyorum, dedi ve hemen eniştesi Said b. Zeyd'in üzerine atıldı. Kızkardeşi Hattab'ın kızı Fatıma onu kocasından uzaklaştırmak üzere ayağa kalkınca ona bir tokat attı ve yüzünü yaraladı. Ömer bunu yapınca kızkardeşi de eniştesi de ona: Evet, biz müslüman olduk. Allah'a ve Rasûlune îman ettik, ne istiyorsan yap, dediler.

Ömer, kardeşinin yüzündeki kanı görünce yaptığına pişman oldu, aklı başına geldi. Kızkardeşine: Az önce okuduğunuzu duyduğum şu sahifeyi bana ver de Muhammed’in neler getirdiğine bir bakayım, dedi.

Ömer okuma yazma bilen birisi idi, Bu sözleri söyleyince kızkardeşi kendisine: Biz senin ona bir zarar vereceğinden korkarız, dedi. Bu sefer kızkardeşine: Korkma, dedi ve kendi ilâhları adına yemin ederek okuyup onlara geri vereceğini söyledi. Ömer bu sözleri söyleyince kardeşi müslüman olacağı umuduna kapıldı ve ona dedi ki: Kardeşim sen şirk üzeresin ve pissin, buna ise ancak temiz olanlar el sürebilir.

Bunun üzerine Ömer kalktı ve yıkandı. Kızkardeşi de kendisine içinde Tâ-Hâ'nın yazılı bulunduğu sahifeyi uzattı. Ömer Tâ-Hâ Sûresi'nin baş taraflarını okuyunca dedi ki: Bu ne güzel, bu ne şerefli sözler! Habbab onun bu sözleri söylediğini işitince yanına çıktı ve ona dedi ki: Ey Ömer! Allah'a andolsunki ben yüce Allah'ın, Peygamberinin duasını özellikle senin hakkında kabul etmiş olacağını ümit ederim. Çünkü ben dün onu şöyle dua ederken dinledim: "Allah'ım sen İslâm'ı ya Ebû'l-Hakem b. Hişam ile, yahut Ömer b. el-Hattâb ile güçlendir," Allah'tan kork ey Ömer, Allah'tan!

Bunun üzerine Ömer ona: Ey Habbab! Bana Muhammed’in yerini söyle. Onun yanına gidip, İslâm'a gireyim, dedi ve hadisin geri kalan bölümlerini zikretti. İbn Hişâm, es-Siretu'n-Nebeviyye, I, 271 vd.

Yüce Allah'ın Ta-Hâ ve Yâsîn Sûrelerini Okuduğuna Dair Hadis'in Açıklaması:

Dârimî Ebû Muhammed, Müsned'inde Ebû Hüreyre'den gelen bir rivâyeti senediyle kaydederek, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın şöyle buyurduğunu zikretmektedir: "Şüphesiz şanı yüce ve mübarek olan Allah gökleri ve yeri yaratmadan ikibin yıl önce Tâ-Hâ ve Yâsîn sûrelerini okumuştur. Melekler bu Kur'ân'ı dinleyince: Bu kitabın üzerine ineceği ümmete ne mutlu! Bu buyrukları ezberleyecek kalplere ne muclu. Bu sözleri telaffuz edecek dillere ne mutlu!" Dârimî, Fedâilu'l-Kur'ân 20. dediler.

İbn Fûrek dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ın: "Şanı yüce ve mübarek olan Allah Tâ-Hâ ve Yâsîn sûrelerini... okudu" demesinin anlamı şudur: O kelâmını o zaman melekler arasından dilediği kimselere açıkladı, işittirdi ve kavrattı demektir. Araplar bir şeyi takip edip, izlediğin vakit "onu kıraat ettin" derler. Mesela; "Bu dişi devenin hiç yavrusu olmadı" demektir. İşte bu şekilde anlaşıldığı vakit, ifade de bir yanlış anlaşılmaya meydan kalmaz.

Onun kıraat edilmesi ise, yüce Allah'ın Kitabını yaratmış olduğu ibarelerle ve ihdas ettiği yazı ile dinletmesi, kavratmasıdır. İşte bizim, Allah'ın kelâmını kıraat ettik, (okuduk) sözlerimizin anlamı da budur. Yüce Allah'ın:

"Artık Kur'ân'dan size kolay geleni okuyun." (el-Müzzemmil, 73/20) âyeti ile:

"Artık ondan, kolayınıza geleni okuyun." (Aynı âyet) âyetindeki kıraatin manası da budur.

Kimi (mezhebimize mensub) ilim adamımız da şöyle demiştir: Peygamber efendimizin: "Okudu" âyeti, o sözleri söyledi, demektir. Bu ise mecazi bir ifadedir. Arapların: Denedim, tecrübe ettim anlamında, ben bu sözün tadına baktım, demeye benzer. Yüce Allah'ın:

"Allah da ona ısrarla işledikleri yüzünden açlık ve korku elbisesini tattırdı." (en-Nahl, 16/112) âyetinde de bu anlamda kullanılmıştır. Yani yüce Allah onları bu şekilde imtihan etti, mübtelâ kıldı, demektir. Korku gerçek manada tadına bakılan bir şey olmadığı halde, bundan "tadına bakmak" diye söz edilmesi tadına bakmanın gerçekte diğer organlarla değil, sadece ağızla oluşundan dolayıdır.

İbn Fûrek dedi ki: Ancak ilk söylediğimiz bu haberin yorumu hususunda daha doğrudur. Çünkü yüce Allah'ın kelâmı ezelî ve kadîmdir. Bütün hadislerden (sonradan meydana gelmiş herşeyden) öncedir.

O, yarattıklarından dilediği kimselere, dilediği vakitlerde ve zamanlarda, dilediği sözlerini işittirmiş ve kavratmıştır. Yoksa O'nun bizzat kelâmının var oluşunun, belli bir müddet ve zaman ile alâkalı olduğu kastedilmiş olamaz,

1

Tâ-Hâ.

"Tâ-Hâ" âyetinin anlamı hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Ebû Bekr es-Sıddîk (radıyallahü anh): Bu sırlardan bir sırdır demiştir. Bunu el-Gaznevî nakletmektedir. İbn Abbâs: Ey adam, demektir der. Bunu da el-Beyhakî zikretmektedir. Bunun Ukllüler arasında bilinen bir şive olduğu da söylenmiştir. Aklılar arasında bilinmektedir, diyenler de vardır. el-Kelbîdedi ki; Sen Aklılar arasında bir adama: Ey adam diye seslenecek olursan ona: "Tâ-Hâ" demediğin sürece sana karşılık vermez. Bu hususta et-Taberî şairin şu beytini nakletmektedir:

"Savaşta Tâ-Hâ'yı çağırdım, fakat bana karşılık vermedi,

Kendi adına kurtulmayı istediğinden (ve bu maksatla kaçtığından) korktum."

Abdullah b. Amr dedi ki: Aklıların şivesinde habibi (ey sevdiğim) anlamındadır. Bunu da el-Gaznevî nakletmiştir. Kutrub da şöyle demektedir: Bu Taylıların şivesindedir. Daha sonra Yezid b. el-Mühelhil'in şu beyitini nakletmektedir:

"Ey adam! Hiç şüphesiz beyinsizlik sizin özelliklerinizdendir,

Lanetli bir topluluğu Allah mübarek kılmasın."

el-Hasen de aynı şekilde Tâ-Hâ'nın, ey adam anlamında olduğunu söylemiştir. İkrime de böyle demiştir. İkrime, Süryanice'de de bunun böyle olduğunu söylemiştir ki, bunu da el-Mehdevî nakletmektedir. el-Maverdî de bunu aynı şekilde İbn Abbâs'tan da Mücahid'den de nakletmektedir. et-Taberî ise bunun Nabatice'de ey adam, anlamında olduğunu nakletmiştir. es-Süddî'nin, Saîd b. Cübeyr'in ve yine İbn Abbâs'ın da görüsü budur. O (et-Taberî) şu beyiti nakletmektedir:

"Ey Tâ-Hâ (adam) beyinsizlik sizin huylarınızdandır,

Allah lanetlilerin ruhlarını takdis etmesin."

Yine İkrime dedi ki: Bu Habeşçe'de ey adam, demek anlamındadır. Bunu da es-Sa'lebî nakletmektedir.

Doğrusu şudur: Bu lâfız her ne kadar başka bir dilde de bulunmakta ise de -önceden belirttiğimiz gibi- Arapça'dır. Ve bu Akk, Tay' ve Ukllüler arasında bir Yemen bölgesi şivesidir.

Bunun yüce Allah'ın isimlerinden bir İsim ve O'nun adına yaptığı bir yemin olduğu da söylenmiştir. Bu da aynı şekilde İbn Abbâs’dan rivâyet edilmiştir.

Tâ-Hâ'nın, yüce Allah'ın Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)a -ona Muhammed adım vermesi gibi- verdiği bir isim olduğu da söylenmiştir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ın şöyle buyurduğu rivâyet edilmektedir: "Benim, Rabbimin nezdinde on tane ismim vardır" diye buyurmuş ve bunlar arasında Tâ-Hâ ile Yâsîn'i saymıştır. Suyûtî, ed-Durru’l-Mensûr, V, 551

Şöyle de denilmiştir. Bu lâfız, bu sûrenin adıdır ve bu sûrenin anahtarı durumundadır. Yüce Allah'ın, bilgisini özel olarak Rasûlüne verdiği "Allah'ın kelâmının kısaltılmışı olduğu da söylenmiştir.

Bir başka görüşe göre Tâ-Hâ, mukatta' harflerden olup bu harflerin her biri bir anlama delâlet etmektedir. Bu harflerin hangi anlamda oldukları hususunda da görüş ayrılığı vardır. Bir görüşe göre "Tâ" Tûbâ ağacıdır, "Hâ" ise ateşin bir ismi olan "Hâviye" demektir, Araplar bazen bir şeyin bir bölümünü zikrederek onun tümünü kastederler. Sanki bunlarla yüce Allah, cennet ve cehenneme yemin etmiş gibidir.

Saîd b. Cübeyr dedi ki: "Tâ" Peygamber efendimizin Tâhir ve Tayyib isimlerinin başlangıcıdır, Hâ da onun Hadi isminin başlangıcıdır.

Bir diğer görüşe göre "Tâ" ey ümmetine şefaati tama' eden, "Hâ" ise ey yüce Allah'ın kullarını hidayete ileten demektir.

"Tâ"nın taharetten, "Hâ"nın hidayetten kısaltma olduğu da söylenmiştir. Sanki yüce Allah Peygamberi (sallallahü aleyhi ve sellem)ne: Ey günahlardan tahir (temiz) ve insanları gaybları en iyi bilene hidayet eyleyen kişi, diyor gibidir.

Bir diğer görüşe göre "Tâ" gazilerin davullarını (tubûl) "Hâ" ise onların kâfirlerin kalplerindeki heybetini ifade eder. Bunu da yüce Allah'ın şu buyrukları açıklamaktadır:

"O kâfirlerin kalplerine korku salacağız." (Âl-i İmrân, 3/151);

"Kalplerine de korku saldı." (el-Ahzâb, 33/26)

"Tâ"nın cennet ehlinin cennetteki Urab'ı (sevinci), "Hâ"nın da cehennem ehlinin cehennem ateşi içerisindeki hevânı (aşağılıkları) demek olduğu da söylenmiştir.

Altıncı bir görüşe göre "Tâ-Hâ", hidayet bulan kimseye ne mutlu demektir. Bu görüş Mücahid ile Muhammed b. el-Hanefiyye'ye aittir.

Yedinci bir görüşe göre "Tâ-Hâ" sen yeryüzüne bas, demektir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ayakları şişinceye kadar namazın sıkıntılarına tahammül ediyor ve ayaklarını sırayla dinlendirmek gereğini duyuyordu. O bakımdan kendisine yere bas denildi, yani sen bu şekilde dinlenme ihtiyacını görecek kadar kendini yorma! Bunu da İbnu'l- Enbarî nakletmektedir.

Kadı Iyad'ın "eş-Şifa" adlı eserinde naklettiğine göre er-Rabi' b. Enes şöyle demiş: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) namaz kıldığında ağırlığını bir ayağına verir, diğerini rahat tutardı. Bunun üzerine yüce Allah ona: "Tâ-Hâ" yani ey Muhammed yere bas, "Biz, sana Kur'ân'ı güçlük çekmen için indirmedik" âyetlerini indirdi.

ez-Zemahşerî dedi ki: el-Hasen'den bunu "Tahh" şeklînde okuduğu ve bunun da yere basmak emri diye açıklandığı nakledilmektedir. Bu rivâyete göre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) teheccüd namazı kıldığında ağırlığını bir ayağına veriyordu. Ona her iki ayağını da yere basması emri verildi. Bu okuyuşun aslı sakin hemze olup onun hemzesi "he"ye kalb edilmiştir. Nitekim; deki hemze "elife kalb edilmiştir. Şu mısraın bir bölümünde de ("la"dan sonraki kelime) hemze "elif"e kalb edilmiştir:

"Bu nimetleri afiyetle içinize sindiremiyesin..."

Sonra buna binaen bu emri yapmıştır; sonundaki "he" ise sekt (susarken telaffuz edilen) "he"sidir.

Nüzul Sebebi:

Mücahid dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashabı gece namaz kıldıklarında, uzun süre namaz kıldıklarından ötürü göğüslerine ip bağlıyorlardı. Daha sonra bu farz nesh edildi ve bunun üzerine bu âyet-i kerîme indi.

el-Kelbî dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)a Mekke'de iken vahiy nazil olunca çokça ibadele koyuldu. İbadeti de oldukça ağırlaştı. Bu âyet-i kerîme ininceye kadar epey bir süre bütün gece namaz kılmaya koyuldu. Yüce Allah ona; yükünü hafifletmesini, namaz kıldığı gibi bir miktar da uyumasını emretti. Böylelikle bu âyet-i kerîme gece boyunca namaz kılmayı nesh etmiş oldu. Bu âyetten sonra (geceleyin) hem namaz kılıyor, hem uyuyordu.

Mukâtil ve ed-Dahhâk dedi ki: Kur'ân-ı Kerîm, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)a İnmeye başlayınca ashabı ile birlikte kalkıp gece namazı kıldılar. Kureyş kâfirleri; Allah bu Kur'ân'ı, Muhammed’in üzerine ancak yorulsun diye indirmiştir, dediler. Bunun üzerine yüce Allah şu âyetlerini indirdi: "Tâ-Hâ" yani ey adam, "Biz, sana Kur'ân'ı güçlük çekmen İçin indirmedik." İleride geleceği üzere yomlasın diye indirmedik. Bu görüşe göre Tâ-Hâ" : Yere bas" demek olur. Bu durumda "he" ile "elif" yere ait zamir olur. Yani namazlarında iki ayağınla yere bas. Sonra hemze harfi hafifletilerek sakin bir "elife dönüşmüştür.

Bir kesim de bunu "Tahh" diye okumuştur. Bunun aslı ise; olup, yere bas demektir. Hemze hazfedildikten sonra yerine sekt "he"si getirilmiştir.

Zir b. Hubeyş. dedi ki: Bir adam Abdullah b. Mes'ûd'un önünde "(medsiz olarak) "Tâ-Hâ. Biz, sana Kur'ân'ı güçlük çekmen için İndirmedik" âyetini okudu. Abdullah onu: "Tı-Hi" diye düzeltti. Bunun üzerine adam; Ey Abdu'r-Rahmân'ın babası, yüce Allah ona ayağıyla veya iki ayağıyla yere basmasını emretmedi mi? O: "Tı-Hi" dedi ve devamla: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu bana böylece okuttu.

Ebû Amr ve Ebû İshak "He"yi imâle ile "Tı"yı da üstün olarak okumuşlardır. Ebû Bekr, Hamza, el-Kisaî ve el-A'meş ise her iki harfi de imâle ile okumuşlardır. Ebû Ca'fer, Şeybe ve Nâfi’ ise ikisi arasında okumuş, Ebû Ubeyd de bunu tercih etmiştir. Diğerleri ise tefhim ile (Tâ-Hâ şeklinde) okumuşlardır.

es-Sa'lebî dedi ki: Bunların hepsi sahih ve fasih söyleyişlerdir. en-Nehhâs dedi ki: Arapça dilbilginlerinin çoğunluğuna göre burada imalenin açıklanabilir bir tarafı yoktur. Bunun da iki sebebi vardır: Birincisi evvela burada ne "ya" harfi vardır. Ne de esre vardır ki; imale olsun. İkinci sebeb ise "Ta" imaleye engel harflerdendir. İşte bunlar iki açık engeldir.

1 ﴿