2Kendilerine Rabblerinden yeni bir öğüt geldiği her seferinde mutlaka onu alay ederek dinlerler. "Kendilerine Rabblerinden yeni bir öğüt geldiği her seferinde..." âyetindeki "yeni" lâfzı "öğüt”ün sıfatıdır. el-Kisaî ve el-Ferrâ' "yeni" anlamındaki kelimenin şeklinde gelişini de câiz kabul ederler ki bu: "Kendilerine... yeni olarak" anlamında hâl olarak nasb edilir. Yine el-Ferrâ' "öğüt" anlamındaki kelimenin sıfatı olmak üzere "yeni" anlamındaki kelimenin merfu gelmesini de câiz kabul etmektedir. Çünkü; edatı hazfedilecek olursa "zikir (öğüt)" kelimesi merfu gelir. Buradaki "yeni"den kasıt, Kur'ân-ı Kerîm'in bölümlerinin nüzulü ve Cibril (aleyhisselâm)ın, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)a onu okumasıdır. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm'in bir sûresi diğerinden, bir âyeti ötekinden sonra iniyordu. Nitekim yüce Allah Kur'ân-ı Kerîm'i zaman zaman böyle indirmekteydi. Yoksa burada Kur'ân'ın yaratılmış olduğu anlamı kastedilmemiştir. Denildi ki; Zikir (öğüt) Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ın kendilerine hatırlattığı ve kendisiyle onlara öğüt verdiğidir, "Rabblerinden" diye buyurması ise, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ın ancak vahiy ile konuşmasından ötürüdür. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ın öğüt vermesi ve sakındırması bir zikirdir ve bu muhdes (yeni)dir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Artık sen hatırlat, sen ancak bir hatırlatıcısın." (el-Ğâşiye, 88/21) Meselâ: Filân kişi zikir meclisindedir, denilir. Bir diğer görüşe göre zikir, bizzat Allah Rasûlünün kendisidir. Bunu da el-Huseyn b. el-Fadl söylemiştir. Âyet-i kerîmede geçen: "Bu sizin gibi bir beşerden başka mıdır?" ifadeleri buna delildir. Eğer "zikir (öğüt)" ile Kur'ân-ı Kerîm'i kastetmiş olsaydı, onların: Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey midir? şeklindeki sözlerini aktarması gerekirdi. Bu yorumun bir başka delili de yüce Allah'ın; "Bir de: Muhakkak ki o bir delidir, diyorlar. Halbuki o ancak âlemler için bir öğüttür." (el-Kalem, 68/51-52) âyetidir. Burada da kasıt Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)dır. Bir başk'a yerde de şöyle buyurmaktadır: "Gerçek şu ki, Allah size bir zikir indirmiştir... bir peygamber (göndermiştir.)" (et-Talâk, 65/10-11) "Mutlaka onu" yani Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)ı yahut Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)dan ya da onun ümmetinden Kur'ân-ı Kerîm'i "alay ederek dinlerler." "Alay ederek" âyetindeki "vav" hâl vavıdır. Buna da: "Kalpleri başka şeylerle meşgul olarak" âyeti delildir. "Alay ederek"; oyalanarak anlamındadır. Meşgul olarak, uğraşarak anlamında olduğu da söylenmiştir. Eğer bu kelimenin oyalanma anlamı kabul edilirse, onların kendisiyle oyalandıkları şeylerin iki türlü olma ihtimali vardır: Birincisi onlar zevk ve arzularıyla oyalanmaktadırlar. İkincisi onlar kendilerine okunanları dinlerken oyalanmaktadırlar. Eğer meşguliyet anlamı kabul edilecek olursa, iki türlü meşguliyetleri düşünülebilir. Birincisi onlar dünya ile meşguldürler, çünkü dünya bir oyundur. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir." (Muhammed, 47/36) İkincisi onlar, tenkid etmek ve İtiraz etmekle uğraşıp durmaktadırlar. el-Hasen dedi ki: Onlara yeni bir zikir geldiği her seferinde yine cahilliklerini sürdürüp gittiler. Bunun, alay ederek Kur'ân'ı dinlerler, anlamında olduğu da söylenmiştir. |
﴾ 2 ﴿