20

Bizim senden önce gönderdiğimiz rasûller de muhakkak yemek yerler ve pazarlarda dolaşırlardı. Biz, bazınızı, bazınıza imtihan kıldık. Sabredecek misiniz? Rabbin, herşeyi çok iyi görendir.

Bu âyete dair açıklamalarımızı dokuz başlık halinde sunacağız:

1- Rasûller, İnsani Tarafları ve Âyetin Nüzul Sebebi:

Yüce Allah'ın:

"Bizim senden önce gönderdiğimiz rasûller de..." âyeti:

"Bu nasıl peygamberdir ki yemek yer ve pazarlarda dolaşır." (el-Furkan, 25/7) diyen müşriklere cevab olmak üzere inmiştir. İbn Abbâs dedi ki: Müşrikler, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı fakir olduğundan dolayı ayıplayıp da: "Bu nasıl peygamberdir ki yemek yer..." demeleri üzerine, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) üzüldü. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme ona teselli olmak üzere nazil oldu. Cebrâîl (a .s): es-Selamu aleyke ya Rasûlallah, dedi. Rabbim olan Allah'ın sana selamını getirdim. O, sana diyor ki: "Bizim senden önce gönderdiğimiz rasûller de muhakkak yemek yerler ve pazarlarda dolaşırlardı." Yani dünya hayatında geçimlerini elde etmenin yollarını ararlardı.

2- Yemek Yemek, Peygamberlerin Ortak Bir Özelliğidir:

Yüce Allah'ın: " Muhakkak yemek yerlerdi" âyeti ile ilgili olarak şunu belirtelim: Eğer haberinin başına "lâm" harfi gelecek olursa " Muhakkak" edatının "hemze"si ancak esreli okunur. Burada "lâm" olmasaydı bile, yine ancak esreli okunabilirdi. Çünkü burada isti'nafiyyedir. (Cümlenin başına gelmiştir). Bütün nahivcilerin görüşü budur. en-Nehhâs dedi ki: Ancak Ali b. Süleyman'ın bize Muhammed b. Yezid'den naklettiğine göre o şöyle demiştir: Burada bu edatın hemzesi üstün de okunabilir. İsterse ondan sonra "lâm" harfi gelmiş olsun. Ancak zannederim bu, onun bir yanılgisıdır,

Ebû İshak ez-Zeccâc dedi ki: İfadede hazfedilmiş kelimeler vardır. Bu Biz senden önce ne kadar rasûl gönderdiysek. mutlaka onlar yemek yerlerdi" takdirinde olup, daha sonra: "Rasüller" kelimesi hazf edilmiştir. Bunun hazfediliş sebebi ise "gönderdiğimiz rasûller" âyetinde buna delâlet edecek mananın bulunmasıdır. Buna göre ez-Zeccâc'a göre mevsuf hazfedilmiş olmaktadır. Ona göre de -el-Ferrâ'nın dediği şekilde -sıla cümlesi bırakılıp mevsul ismin hazfedilmesi câiz değildir. el-Ferrâ': Burada hazfedilen Kim, kimse" ism-i mevsulüdür Yani: "Ancak kendileri yemek yiyen kimseleri (gönderdik)" demektir. O, bunu yüce Allah'ın:

"Bizden herbirimiz için bilinen bir makamı olmayan kimse yoktur." (es-Saffat, 37/164) âyeti ile:

"Şüphe yok ki aranızda oraya uğramayacak hiç kimse yoktur." (Meryem, 19/71) buyruklarına benzetmektedir. Sizin aranızdan oraya uğramayacak bir kimse yoktur" demektir. Bu aynı zamanda el-Kisaî'nin de görüşüdür.

Araplar da; "Ben sana insanlar arasından muhakkak sana itaat edecek kimseyi gönderdim" derler. Buna göre: "Muhakkak sana itaat edecek" ifadesi "Kimse" nin sılasıdır. ez-Zeccâc der ki; Bu bir hatadır, çünkü bu "kimse" lâfzı ism-i mevsuldur, hazfedilmesi de câiz değildir,

Meanî âlimleri derler ki: Âyet "Biz senden önce ne kadar rasûl gönderdiysek, mutlaka onlara muhakkak kendilerinin yemek yedikleri söylenmiştir" anlamındadır. Buna delil de;

"Sana, şeyden önceki peygamberlere söylenmiş olandan başka bir şey söylenmiyor" (el-Kasas, 41/43) âyetidir.

İbnu'l-Enbarî dedi ki: Burada: "Muhakkak onlar"ın hemzesinin; 'dan sonra esreli gelmesi gizli "vav" harfi ile isti'naf,başlangıç dolayısı iledir. Yani; takdirindedir. Bir kesimin kanaatine göre de Allah'ın: "Muhakkak yemek yerler" ifadesi, def-i hacete çıkarlar, ifadesinden kinayedir.

Derim ki; Bu ifade, bu manada kullanılmış ise çok beliğ bir ifadedir. Nitekim yüce Allah'ın;

"Meryem oğlu Mesih bir rasûlden başka bir şey değildi. Ondan önce de rasûller gelip geçmiştir. Anası ise sıddika bir kadındır. İkisi de yemek yerlerdi. "(el-Mâide, 5/75) âyeti da buna benzemektedir.

"Ve pazarlarda dolaşırlardı" âyetindeki

"dolaşırlardı" anlamındaki: (......) fiilini Cumhûr "ya" harfini üstün, "mim" harfini sakin ve "şın" harfini de şeddesiz olarak okumuşlardır. Ali, İbn Avf ve İbn Mes'ûd ise "ya" harfini ötreli, "mim" harfini üstün, "şın" harfini de üstün ve şeddeli olarak okumuşlardır ki bunun da anlamı yürümeye davet olunur ve buna mecbur bırakılırlar, demek olur. Ebû Abdu'r-Rahmân es-Sülemî ise "ya" harfini ötreli, "mim" harfini üstün, "şın" harfini de şeddeli ve ötreli okumuştur ki bu da "dolaşırlardı" anlamındadır. Nitekim şair şöyle demektedir:

"Develerin çöktükleri geniş yerde yürüdü de,

Aralarından binilmesi zor ile binilebilecek genç ve güzel develer aradı,"

Ka'b b. Züheyr de şöyle demiştir:

"Geniş alanların arslanları seslerini çıkaramazlar, ondan korktukları için

Ve onun bulunduğu vadide de yürümez (yiğitlerin) ayakları."

Burada "şın"ın şeddeli olması, "yürümek" anlamındaki fiilin manasını etkilememektedir.

3- Geçimi Elde Etme Yollarına Başvurmak:

Bu âyet-i kerîme sebeplere sarılmak ve ticaret, sanat ve daha başka yollarla geçimi sağlama yoluna başvurmak hususunda temel bir dayanaktır. Bu anlamdaki açıklamalar daha önceden bir kaç yerde geçmiş bulunmaktadır. Ancak burada yeterli gelecek kadarıyla bazı açıklamalarda bulunmak kasdıyla şunları söylemek istiyoruz:

Günümüzün şeyhlerinden birisi aramızdaki bir konuşma esnasında bana şunları söyledi: Peygamberler (hepsine selam olsun) ancak zayıf ve güçsüz kimselere sebeplere sarılma sünnetini öğretmek için gönderilmişlerdir.

Ben o kimseye cevap olarak şunları söyledim: Bu ancak cahillerin, ahmakların, beyinsiz ayak takımının ya da kitaba ve yüce sünnete dil uzatanların söyleyebilecekleri bir sözdür. Yüce Allah kitab-ı kerim'inde seçkin kulları, rasûlleri ve peygamberleri hakkında sebeplere sarıldıklarını ve rızık kazanmak için bir takım iş ve meslekleri icra ettiklerini haber vermektedir. Sözü hak olan yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

"Ve Biz ona sizin faydanıza... giyecek (zırh) yapma sanatını öğrettik." (el-Enbiya, 21/80);

"Bizim senden önce gönderdiğimiz rasûfler de muhakkak yemek yerler ve pazarlarda dolaşırlardı." İlim adamları, yani ticaret yaparlar, meslek icra ederlerdi, demektir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da şöyle buyurmuştur; "Rızkım mızrağımın gölgesi altında kılındı." Beyhakî, es-Sünen, II, 177 Yine yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Artık elde ettiğiniz ganimetten helal ve hoş yiyin. "(el-Enfal, 8/69)

Ashab-ı Kiram da (Allah onlardan razı olsun) sahib oldukları mallarıyla ticaret yapar, çeşitli meslekler icra ederler, kendilerine muhalefet eden kâfirlerle de Savaşırlardı. Acaba bunlar sizin görüşünüze göre zayıf kimseler mi idiler? Hayır, Allah'a yemin ederim ki onlar güçlü kuvvetli kimselerdi. Onlardan sonra gelen salîh halefleri de onlara uymuştur. Onların izledikleri yolda hidayet vardır ve o yol İzlenerek doğru yol bulunur.

Bana şunları söyledi: Onların bu yollara başvurmaları kendilerine uyulmaları gereken önderler oluşlarından dolayıdır. Böylelikle onlar zayıf kimseler için (örnek olmak maksadıyla) doğrudan bu işlerle uğraştılar. Bizzat kendileri adına ise öyle değildiler. Ashab-ı Suffe'nin durumu bunu açıkça ortaya koyar.

Dedim ki: Eğer durum böyle olsaydı, onların da onlarla birlikte Allah Rasûlünün de durumu açıklamaları gerekirdi. Nitekim Kur'ân-i Kerîm'de yüce Allah'ın şu buyrukları sabittir:

"insanlara, kendilerine ne indirildiğini açıklayasın... diye sana da bu zikri (Kur'ân'ı) indirdik."(en-Nahl, 16/44);

"Muhakkak indirdiğimiz apaçık âyetlerimizi ve hidayeti insanlara kitapta apaçık bir şekilde bildirdikten sonra gizleyenler var ya..." (el-Bakara, 2/159) Bu hususlar ise apaçık bilgi ve hidayetin kapsamı içerisindedir. Ashab-ı Suffa'ya gelince, onlar hallerinin elverişli olmadığı sıralarda İslâmın misafiri idiler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a bir sadaka geldi mi özellikle onlara verirdi. Bir hediye gelecek olursa, onlarla birlikte o hediyeden yerdi. Bununla birlikte rızık peşinde gider gelirler, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın hane-i saadetlerine su taşırlardı. Buhârî ve başkaları onları böylece anlatmaktadır. Daha sonra yüce Allah müslümanların çeşitli ülkeleri fethetmelerini müyesser kılıp, onlar için imkanları hazırlayınca hepsi de komutanlık ve emirlik makamlarına geldiler ve sebeplere sarılmakla da emrolundular. Diğer taraftan böyle bir iddia Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ve Ashab-ı Kiram'ın zayıf olduklarını da ifade eder. Çünkü onlar meleklerle desteklenmiş ve melekler aracılığıyla onlara sebat verilmiş kimselerdi. Eğer güçlü kuvvetli kimseler olsalardı, meleklerin desteğine ve yardımına ihtiyaçları olmazdı. Zira bu da zafer ve yardımın sebepleri arasındadır. Bu şekilde bir görüş ileri sürmekten Allah'a sığınırız, bu anlamı verecek sözler söylemekten Allah'a sığınırız. Bilakis sebeplere sarılmayı, gerekli yollara başvurmayı kabul etmek, Allah'ın ve O'nun Rasûlünün bir sünnetidir. . Açıklanmış olan hak budur. Müslümanların icma ile kabul ettikleri dosdoğru yol da budur. Aksi takdirde sözü hakkın kendisi olan yüce Rabbimizin:

"Siz de onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve bağlanıp beslenen atlar hazırlayın..." (el-Enfal, 8/60) âyetinin yalnızca zayıf kimseler hakkında olması gerekirdi. Bütün hitabların da aynı şekilde olması icab ederdi.

Kur'ân-ı Kerîm'de yüce Allah, kelimi Mûsa'ya hitab ettiğinde:

"Asanla denize vur." (eş-Şuara, 26/63) diye buyurmuştur. Oysa asaya vurmadan da yüce Allah denizi yarmaya kadirdir. Aynı şekilde Meryem'e (selam ona) de:

"O kuru hurma ağacını kendine doğru salla." (Meryem, 19/25) diye buyurmuştur. Halbuki o hurma ağacını sallamaksızın ve yorulmaksızın Cenab-ı Allah oradan hurmaları indirmeye kadirdir. Bütün bunlarla birlikte ilahi lutfa mazhar olup, kendisine yardım olunacak yahut duası kabul olunacak, ya kendisi ya da başkası hakkında bir keramet ile taltif olunabilecek bazı şahısların olabileceğini de inkar etmiyoruz, fakat böyleleri vardır diye, kalkıp küllî ve genel kaideler ile güzel emirler yıkılmaz.

Heyhat, heyhat! Bir kimse kalkıp yüce Allah:

"Rızkınız ve vaad olunduğunuz semadadır" (ez-Zariyat, 51/22) diyerek buna karşı çıkamaz. Biz buna şöyle deriz: Yüce Allah doğru söylemiştir. Onun şerefli Rasûlü de doğru söylemiştir. Burada rızıktan kasıt te'vil ehlinin icmaı ile yağmurdur. Buna de- de yüce Allah'ın şu âyetleridir

"Ve O gökten size bir rızık indirendir." (el-Mu'min, 40/13);

"Ve Biz gökten bereketli bir su indirdik, onunla bahçeler ve biçilen taneler bitirdik." (Kâf, 50/9) Şimdiye kadar semadan insanlara ekmek dolu tabakların ve et dolu tencerelerin indiği de görülmemiştir. Aksine bunların elde edilmesi için sebeblere sarılmak asli bir kaidedir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın: "Rızkı yerin gizliliklerinde arayınız" sözünün anlamı da budur. Yani yeri sürünüz, kazıyınız ve oraya ağaç dikiniz. Çünkü Arapçada bir şeye bazen sonuçta varacağı hususun ismi da verilebilir. İşte yağmura rızık denilmesinin sebebi, rızkın onun vasıtası ile ortaya çıkmasıdır. Bu da Arap dilinde meşhur bir anlatım tarzıdır.

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'da şöyle buyurmuştur: "Sizden herhangi birinizin ipini alıp, sırtı üzerinde odun taşıması herhangi bir kimseden -ona versin ya da vermesin- dilencilik etmesinden daha hayırlıdır. " Buhârî, II, 535, 538; Tirmizî. III, 64; Müsned, II, 243, 257, 300...

Bu, herhangi bir emek harcamaksızın yerde biten ot ve odunlar için böyledir. Dağda insanlarla hiçbir ilişkisi olmayan bir adamın varlığını düşünecek olsak dahi bu kimsenin toprakların ve tepelerin bitirdiklerini toplamak için yerinden çıkıp ayrılması kaçınılmazdır. Tâ ki bunlardan geçimini kendisiyle sağlayacağı şeyleri elde edebilsin. İşte Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şu hadisinin anlamı da budur: "Şayet sizler Allah'a hakkıyla tevekkül edecek olsaydınız, elbettekİ sabahleyin kursakları bomboş ve aç gidip, akşamleyin kursakları dolu ve tok olarak geri dönen kuşların rızıklandırıldığı gibi rızkınız verilirdi. " Tirmizî, IV, 573; İbn Mâce, II, 1394; Müsned, 1, 30, 52

İşte kuşların gidiş ve gelişleri birer sebeptir. Gerçekten de sebeplerden el etek çekip gerçek manada mütevekkil olduğunu iddia ederek, yolların kenarlarında oturan, buna karşılık dosdoğru yolu ve apaçık sirat-ı müstakimi terkeden kimselere hayret edilir.

Buhâri’de İbn Abbâs'tan şöyle dediği sabit olmuştur: Yemen halkı haccederler, buna karşılık beraberlerinde azık almazlar ve bizler mütevekkil kimseleriz, derlerdi. Hacca geldiler mi bu sefer insanlardan dilencilik yapmaya koyulurlardı. Bunun üzerine yüce Allah:

"Bir de azık edinin." (el-Bakara, 2/197) âyetini indirdi. Buhârî, Hacc 6; Ebû Dâvûd, Menâsik 4

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan ve Ashab-ı Kiram'ından beraberlerinde gerekli azığı almaksızın yolculuğa çıktıklarına dair bir nakil gelmiş değildir. Onlar gerçekten Allah'a tevekkül eden kimselerdi. Tevekkül kalbin sıkıntılarını gidermek ve maksatlarını gerçekleştirmek noktasında Rabbe güvenip dayanması, sonra da bu husustaki mücerred emir dolayısıyla sebeplere sarılmasıdır. İşte hak budur.

Bir adam Ahmed b. Hanbel'e: Ben tevekkül ederek haccetmek istiyorum demiş. O da: Tek başına yola koyul demiş. Hayır, insanlarla birlikte çıkacağım deyince, bu sefer ona: O halde sen onların beraberlerindeki ekmek torbalarına güvenip, çıkmak isteyen birisisin demiş. Biz bütün bu hususları "Ka-m'u'l-Hırsi bi'z-Zühdi ve’l-Kana'a ve Raddu Zülli's Suali bi’l-Kesbi ve's-Sınâa (Zühd ve kanaata sarılmakla hırsın kökünü kazımak, kazanmak ve meslek icra etmek suretiyle de dilenciliğin zilletini bertaraf etmek)" adlı eserimizde açıklamış bulunuyoruz.

4- Çarşı-Pazara Girerken Dikkat Edilecek Hususlar:

Müslim'in, Ebû Hüreyre yoluyla kaydettiği rivâyete göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yerler arasında Allah'ın en çok sevdiği mescitlerdir. Allah'ın en çok buğzettiği yerler ise çarşı-pazarlarıdır." Müslim, I, 464; İbn Huzeyme, Sahih, IV, 477

el-Bezzâr'ın rivâyetine göre Selman-ı Farisî şöyle demiştir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Eğer imkanın olursa çarşı-pazara ilk giren kişi ve oradan son çıkan kişi olma. Çünkü orası şeytanın mücadele yeridir, sancağını da oraya diker." Bu hadisi Ebubekr el-Berkanî senedini kaydederek, Ebû Muhammed Abdu’l-Ğani b. Said el-Hafız'dan -Âsım'in rivâyeti ile- Ebû Osman en-Nehdfden o Selman'dan rivâyetle zikretmiştir. Selman dedi ki; Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Sakın çarşı-pazara İlk giren ve oradan son çıkan kişi olmayasın. Çünkü şeytan orada yumurtlamış ve orada yavrulamıştır." el-Heysemî, Mecmâu'z-Zevâid, IV, 77.

Bu hadislerde çarşı-pazarlara girmenin mekruh oluşuna delil teşkil edecek ifadeler vardır. Özellikle erkek ve kadınların biribirleriyle karışık olduğu bu dönemlerde bu böyledir. Bizim ilim adamlarımız da böyle demiştir. Buna sebeb ise çarşı-pazarlarda batılın çoğalmış ve münkerlerin açıkça işlenmeye başlanmış olmasıdır. Fazilet sahibi ve dinde kendilerine uyulan kimselerin, Allah'a isyan olunan bölgelerden uzak kalmak suretiyle temizliklerini korumaları için bu gibi yerlere girmeleri mekruh görülmüştür. O halde çarşı-pazarda bulunmak gibi ilahi bir belaya maruz kalmış olan kimselerin, şeytanın ve şeytanın askerlerinin bulunduğu bir yere girdiklerini hatırlarından çıkartmamaları, orada devamlı kalacak olurlarsa helâk olacaklarını bilmeleri gerekir. Bu halde olan bir kimse, zaruret ve ihtiyacı kadarı orada bulunur ve çarşı-pazarda bulunmanın kötü akıbet ve belâsından sakınmaya çalışır.

5- Çarşı-Pazarın Savaş Alanına Benzetilmesi:

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın çarşı-pazarı Savaş alanına benzetmesi güzel bir benzetmedir. Çünkü Savaş alanı çarpışma yeridir. Böyle bir isim, orada kahramanların çarpıştığından dolayı verilmiştir. Biri, diğerini yıkmaya çalışır. İşte çarşı-pazar ile şeytanın orada yaptıkları ve pazardakilere verdiği zararlar neticesinde hile ve aldatmalara başvurup, fasit alış-verişler, yalanlar, yalan yere yeminlere aldırış etmeyip, seslerin birbirine karışması ve daha benzeri diğer hususlar, Savaş alanındaki çarpışmaya ve o meydanlarda yere yıkılan kimselere benzetilmiştir.

6- Kitap ve Silah Pazarları İle İhtiyaç Duyulan Diğer Pazarlara Girmek:

İbnu'l-Arabî der ki: Yemek yemek insanlar için zorunlu bir ihtiyaçtır. Bunda utanılacak bir şey olmadığı gibi kişinin kendisini sorumlu hissetmesini gerektiren bir ciheti de yoktur. Çarşı-pazarlara gelince, ben ileri gelen ilim adamlarının şöyle dediklerini duymuşumdur: Kişi ancak kitap ve silah pazarına girer. Bana göre ise kişi ihtiyaç duyduğu her çarşı-pazara girer. Ancak orada yemek yemez. Çünkü bu mertliğe aykırıdır ve kişinin heybetini ortadan kaldırır. Bu hususta uydurulmuş hadislerden birisi de: "Çarşıda yemek yemek aşağılık bir davranıştır" sözüdür.

Derim ki: İlim adamlarının bu söyledikleri çok güzeldir. Çünkü sözünü ettikler' pazarlarda kadınlara bakmak, onlarla karışmak söz konusu değildir. Zira kadınların böyle bir şeye ihtiyaçları yoktur. Bunların dışındaki çarşı-pazarlar ise kadınlarla dolup taşmaktadır ve çoğunlukla da hayaları oldukça azdır. Öyle ki çarşı-pazarda bir kadının ve başka yerlerde ziynet yerlerini, açılmaması gereken yerlerini açmış olduğu halde oturduğunu görebiliyoruz. Bu ise günümüzde oldukça yaygın münkerlerdendir. Gazabından yüce Allah'a sığınırız.

7- Çarşı-Pazardaki Kötülüklere Karşı Yapılacak Dua:

Ebû Dâvûd et-Tayalisî Müsned'inde şu rivâyeti kaydetmektedir: Bize Hammâd b. Zeyd anlattı, dedi ki: Bize Zübeyr hanedanının kahrumanı (hazinedarı) olan Amr b. Dinar anlattı. O Salim'den, o babasından, o Ömer b. el-Hattâb'dan dedi ki; "Her kim şu pazarlardan birisine girip de;

Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur, bir ve tektir, O'nun hiçbir ortağı yoktur, mülk yalnız O'nundur, hamd O'nadır. Öldürür ve diriltir, O hayy'dır, asla ölmez. Hayır yalnız O'nun elindedir, O'nun herşeye gücü yeter, diyecek olursa, Allah ona bir milyon hasene yazar ve ondan bir milyon günahı siler. Ayrıca onun için cennette bir köşk yapar. " Tayalisî, Müsned, I, 4.

Bunu Tirmizî de rivâyet etmiş ve: "Onun bir milyon günahını siler" dedikten sonra şunları da ilave etmiştir: "Onu bir milyon derece yükseltir ve onun için cennette bir ev inşa eder." Tirmizî dedi ki: Bu garib bir hadistir.

İbnu'l-Arabî der ki: Bu kişinin orada, orayı itaatia -masiyette gömüldüğü bir sırada- ma'mur etmek için, gaflet ile atalete düşürülmüş olduğu bir sırada zikirle süstemek için, cahillere öğretmek, unutanlara da hatırlatmak maksadıyla, yalnızca O'nun rızasını kasdederek oralara gitmesi halinde böyledir.

8- İnsanların Biribirleriyle İmtihan Edilmesi:

"Biz bazınızı, bazınıza imtihan kıldık. Sabredecek misiniz?" Yani dünya bir imtihan yurdudur. Şanı yüce Allah, mü’miniyle, kâfiriyle bütün insanları birbirine imtihan aracı kılmayı murad etmiştir. Sağlıklı kimse hastanın, zengin fakirin, sabreden fakir zenginin imtihan aracıdır. Bunun anlamı da herkesin diğeriyle denenmekte olduğudur. Zengin, fakir ile imtihan edilir. Zenginin onu kollayıp gözetlemesi onunla alay etmemesi gerekir. Fakir de zengin ile imtihan edilir. Onu kıskanmaması, ondan kendisine verdiği şeylerden başkasını almaması gerekir. Her ikisinin de hak üzere sabretmeleri icab eder. Nitekim ed-Dahhâk: "Sabredecek misiniz?" âyeti ile ilgili olarak hak üzere sabredecek misiniz? diye açıklamada bulunmuştur.

Çeşitli belalara mübtelâ olan kimseler: Niye biz bir türlü sağlık ve afiyete kavuşamıyoruz? derler. Gözü görmeyen kişi, ben niye gözü gören kimse gibi değilim? der. Kısacası herbir musibet sahibi bu kabilden düşünür. Nübüvvet şerefine nail olmuş, o yüce Rasûl de kendi dönemindeki kâfirlerden olup, insanların eşrafından olanlar için bir sınama aracıdır. İlim adamları ve adaletle hükmedenlerin durumu da böyledir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Ve dediler ki: Bu Kur’ân iki kasabanın birindeki büyük bir adama indirilmeli değil miydi?'" (ez-Zuhruf, 43/31)

O halde burada "fitne" imtihan çeşitli belalarla mübtela kimsenin sağlıklı kimeyi kıskanması, sağlıklı kimsenin de belalara maruz kalmış olanı hakir görmesidir.

Sabır bu iki kesimden herbirisinin kendi haline göredir. Birisi azgınlaşmama suretiyle, diğeri ise halinden usanmamak suretiyle sabretmiş olur.

"Sabredecek misiniz?" sorusunun cevabı hazfedilmiştir. Yani yoksa etmeyecek misiniz? takdirindedir. Bu soru el-Müzenî'nin dediği türden şu cevabı gerektirir. el-Müzenî ihtiyacı dolayısıyla evinden dışarıya çıkmış, hadım bir kimsenin kafileler arasında binekler üzerinde (debdebe içerisinde) olduğunu görmüş, içinden bir şeyler geçirmiş. Bu sırada "sabredecek misiniz?" âyetini okuyan birisinin sesini işitince: Edeceğiz, Rabbimiz. Sabredeceğiz ve ecrimizi Allah'tan bekleyeceğiz, demiş.

İmâm Mâlik'in arkadaşlarından İbnu'l-Kasım, Eşheb b. Abdu'l-Aziz'in mülk debdebesi içerisinde yanından geçtiğini görünce, bu âyet-i kerimeyi okumuş, sonra da kendi kendisine: Sabredeceğiz, diye cevap vermiştir.

Ebû'd-Derdâ'dan rivâyete göre o Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinlemiştir: "Cahilden dolayı alimin, alimden dolayı cahilin, kölesinden dolayı efendisinin, efendisinden dolayı kölesinin, zayıftan dolayı güçlü kimsenin, güçlü kimseden dolayı zayıf kimsenin, yönetilenlerden dolayı yöneticinin, yöneticiden dolayı yönetilenlerin vay haline! Bunların biri diğerinin imtihan aracıdır, fitne sebebidir. İşte yüce Allah'ın:

"Biz bazınızı, bazınıza imtihan kıldık. Sabredecek misiniz?" âyeti bunu ifade etmektedir. Suyûrî, Kenzu'l-Ummal, X, 179. (Kurtubî, Paru'l-Hadis baskısı)

Bu hadisi es-Sa'lebî senedini kaydederek zikretmiştir. Allah onu rahmetine garketsin.

Mukâtil der ki: Bu âyeti kerîme Ebû Cehil b. Hişam, el-Velid b. el-Muğire, el-Âs b. Vail, Ukbe b. Ebi Muayt, Utbe b. Rabia ve en-Nadr b. el-Haris'in hakkında Ebû Zerr, Abdullah b. Mes'ûd, Ammar, Bilal, Suheyb, Âmir b. Fuheyre, Ebû Huzeyfe'nin mevlası Salim, Ömer b. el-Hattâb'ın mevlası Mihca1, el-Hadramî'nin mevlası Cebr ve benzerlerini görüp de alay yollu: Biz de müslüman olalım da bunlar gibi mi olalım? demeleri üzerine inmiştir. Böyle dedikleri için yüce Allah bu mü’minlere hitab ederek: Görmüş olduğunuz bu sıkıntı ve fakirlik hali üzere "sabredecek misiniz?" âyetini indirmiştir. O halde "sabredecek misiniz?" âyetinin hikmetlerine vakıf olabilmek, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ümmeti arasında buna hak kazanmış has mü’minler içindir. Sanki yüce Allah kâfirlere mühlet verip onlara genişlik vermeyi mü’minler için bir fitne yani onlar için bir deneme, bir imtihan kılmış gibidir. Müslümanların sabretmeleri üzerine yüce Allah da haklarında:

"İşte onlar sabrettiklerine karşılık bugün Ben de gerçekten onları mükâfatlandırdım." (el-Mu'minun, 23/111) âyetini İndirdi.

9- Rabbin Herşeyi Görendir:

"Rabbin herşeyi çok iyi görendir." Yani O, sabreden ya da etmeyen, îman eden ya da etmeyen, üzerindeki hakları eksiksiz yerine getiren ya da getirmeyen herkesi görür.

Bir açıklamaya göre; "sabredecek misiniz" âyeti sabrediniz!" anlamındadır. Yüce Allah'ın:

"Vazgeçtiniz artık değil mi" (el-Mâide, 5/91) âyetinin "vazgeçiniz" anlamında oluşu gibi. O halde bu, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a sabretmesi için verilmiş bir emirdir.

20 ﴿