30

Ey şu kullara hasret! (Çünkü) kendilerine ne kadar peygamber geldi ise muhakkak onu alaya alırlardı.

"Ey şu kullara hasret!" âyeti(nda "hasret" kelimesi) mansubtur. Çünkü bu bir nekreye (belirtisize) bir nidadır. Basralılara göre böyle bir nidada nasbtan başkası mümkün değildir. Ubeyy'in kıraatinde izafet olarak: şeklindedir.

Sözlükte

"hasret"in gerçek mahiyeti, insanı pişmanlıktan ötürü çaresiz bırakan bir durum ile karşı karşıya kalması demektir.

el-Ferrâ'nın iddiasına göre tercih edilen kıraat şekli nasbdır. Bununla birlikte (Ubeyy'in kıraatinde olduğu gibi) sılaya bitişik bir nekre (belirtisiz münada) merfu okunacak olursa, yine de doğru olur. Buna dair birtakım kanıtlar da getirmiştir. Bunlardan birisi de onun Arapları "Ey bizim işimiz dolayısıyla üzülen! Sen üzülme" diye kullandıklarını işitmiş olmasıdır. Ayrıca şu mısraı da zikreder:

"Ey çürümenin oldukça değişikliğe uğrattığı yurt..."

en-Nehhâs der ki: (Ancak) böyle bir iddia, nida bahsinin ya da çoğunluğunun iptali (anlamsız kılınması) anlamına gelir. Çünkü o katıksız nekreyi ve uzunluk itibariyle muzaf seviyesinde olan şeyleri de merfu kullanırken iki kelime arasında bulunan tenvini hazfetmekte, gerektirici herhangi bir sebep olmaksızın mana itibariyle mef'ûl olanları da merfu okuyabilmektedir. Araplardan işittiğini belirttiği ifade onun câiz kabul ettiğine benzemez. Çünkü bu ifade takdim ve te'hir takdirindedir. Yani: "Ey üzülen kişi, bizim işimizden ötürü üzülme" anlamındadır. Beyit de: "Ey o yurt..." takdirindedir. Daha sonra yurdun kendisine hitab ile ifade değiştirilmiştir. Bu da: “Ey şu kimseler, çürüme şu yurdu değiştirmiş bulunuyor" anlamındadır.

Nitekim yüce Allah'ın:

"Hatta siz gemilerde bulunduğunuz zaman onlar da içindekileri... götürüp..." (Yûnus, 10/22) âyeti da buna benzemektedir.

Buna göre

"hasret" kelimesi nida olmak üzere mansubtur. Nitekim; “Ey adam buraya gel!" demek de böyledir.

Nidanın anlamı da şudur: İşte bu, hasretin sözkonusu olacağı bir yerdir. Taberî'ye göre de anlam şöyledir: Kulların Allah'ın rasûllerine alay etmelerinden ötürü pişmanlık duyarak, yanarak, yakılarak, ey kullara hasret, demektir.

İbn Abbâs da şöyle demektedir: "Ey kullara hasret!" Vay kulların haline demektir. Yine ondan gelen rivâyete göre bunlar kendilerine hasret duyulan kimselerin konumuna düşmüşlerdir, anlamına gelir.

er-Rabî' b. Enes'in Ebû'l-Aliye'den rivâyetine göre burada sözkonüsu "kullar" elçilerdir. Çünkü kâfirler azâbı gördüklerinde: "Ey şu kullara hasret!" diyerek onları öldürdükleri, onlara imanı terkettikleri için hasret çektiler. Îmanın kendilerine fayda vereceği bir zamanda îman etmiş olmayı temenni ettiler. Mücahid de böyle açıklamıştır.

ed-Dahhak da şöyle demektedir: Bu, elçileri yalanlamaları üzerine meleklerin kâfirlere duyduğu bir hasrettir.

"Ey şu kullara hasret!" sözlerinin şehrin uzak bir tarafından koşarak gelip kavmi kendisini öldürmek için üzerine atıldıklarında söylediği söz olduğu da söylenmiştir. Bir diğer görüşe göre kavmi şehrin uzakça bir tarafından koşarak gelen adamı öldürdükleri sırada ve o kavme azâb gelip çattığı esnada bu sözleri o üç elçi söylemiştir. "Ey şu kimselere hasret!" sözleriyle keşke îman etmiş olsalardı, diye temenni etmiş gibidirler.

Bir başka açıklamaya göre bu o kavmin söylediği bir sözdür. Bu kavim o adamı öldürüp elçiler de kendilerinden ayrılıp gidince -veya ta rivâyetlerdeki farklılığa göre- adamla birlikte üç elçiyi de öldürdüklerinde: Şu elçilere ve şu adama hasret! Keşke imanın fayda vereceği sırada onlara îman etmiş olsaydık, dediler. Bu açıklamalara göre ifade burada tamam olmakta, sonra da yeni bir cümle başı olarak: "Kendilerine ne kadar peygamber geldi ise..." diye başlamaktadır.

İbn Hürmüz, Müslim b. Cündeb ve İkrime: "Ey şu kullara hasret!" anlamındaki âyeti; şeklinde ifadenin açıkça anlaşılması ve anlamın ruhta iyice yer edip etkisini sağlaması arzusuyla "he" (hasret sonundaki yuvarlak te) harfini sakin olarak okumuşlardır. Burası vakıf yapacak yer olmamakla birlikte bir öğüt ve uyanda bulunup dikkat çekme yeri olduğundan dolayı böyle okumuşlardır. Araplar da bu gibi yerlerde böyle yaparlar. Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın kıraatinin iyice açıkça anlaşılması ve kavranması arzusu ile harf harf birbirinden ayırarak okumak şeklinde olduğuna dair gelen rivâyet de bu kabildendir.

(Buna göre) buradaki: "ullara" lâfzının "hasref'e taalluk etmesi de caizdir. Ona değil de hazfedilmiş bir lâfza taalluku da mümkündür. Sanki vakfı "hasret" üzerinde takdir edip "he" (yuvarlak te)'yi sakin okumuş, ondan sonra "Kullara" diye okumuştur ki; bu da: "Ben kullara hasret çekiyorum" demek olur.

İbn Abbâs, ed-Dahhak ve başkalarından gelen rivâyete göre de onlar Ey kulların hasreti!" diye izafet terkibi şeklinde ve: "edatının hazfi ile okumuşlardır. Bu; mushafın hattına uymamaktadır. Buradaki izafetin faile izafet kabilinden olması ve faillerin (öznenin) kullar olması da mümkündür. Çünkü kullar azâbı gördüklerinde hasret çekerler. Bu da: "Ey Zeyd'in ayağa kalkması" demek gibidir. İzafetin mef'ûle yapılmış olması da mümkündür. Bu takdirde kullar, mef'ûl (nesne) olurlar. Sanki kullara şefkat duyan bir kimse hasret çekmiş gibi olur. “Ey şu kullara hasret!" diye okuyanların kıraati de bu anlamı pekiştirmektedir.

30 ﴿