NECM SÛRESİRahmân ve Rahîm Allah'ın ismi ile Mekke'de inmiştir. Altmışiki âyettir. el-Hasen, İkrime, Atâ ve Cabir'in görüşüne göre tamamı Mekke'de inmiştir. İbn Abbâs ile Katade ise şöyle demişlerdir: Bu sûreden bir âyet müstesnadır. O da yüce Allah'ın: "O kimseler ki küçük kusurlardan başka günahların büyüklerinden ve hayasızlıklardan uzak dururlar..."(53/32) âyetidir. Sûrenin altmışiki âyet olduğu da söylenmiştir. Surenin tümüyle Medine'de indiği de söylenmiştir. Ancak sahih olan bunun Mekke'de indiğidir. Çünkü İbn Mes’ûd'un şöyle dediği rivâyet edilmiştir: en-Necm, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Mekke'de ilan ettiği ilk sûredir. İbn Ebi Şeybe, Mûsannef, VII, 272, "Mekke" kaydı yok ve "ilan eltiği" lâfzı yerine: "nkıı-clıığu" lâfzıyla Buhârî’de, İbn Abbâs'dan şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) en-Necm Sûresi'nde (secde âyetinde) secde etti. Onunla birlikle müslümanlar da, müşrikler de, cinler de, insanlar da secde etti. Buhârî, I, 364. Abdullah b. Mesud'dan rivâyete göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) en-Necm Sûresi'ni okumuş ve bunun için secde etmiştir. Onlardan (orada bulunanlardan) secde etmedik hiçbir kimse kalmadı. Aralarından bir adam bir avuç çakıl taşı ya da toprak alıp, yüzüne doğru kaldırdı ve: Bu kadarı bana yeter, dedi. Abdullah (b. Mesud) dedi ki: Ben onun daha sonra kâfir olarak öldürüldüğünü gürdüm. Bunu da Buhârî ve Müslim rivâyet etmişlerdir Buhârî, I, 363, 364, III, 1399, IV, 1460, 1842; Müslim, I, 405, Ebû Davud, 11, 59; Müsned, I, 3H8, 401, 431, 443, 452; İbn Ebi Şeybe, Mûsannef, I, 369. Burada sözü edilen "adam"ın ismi Umeyye b. Haleftir. Buhârî ile Müslim'de Zeyd b. Sabit (radıyallahü anh)'dan gelen rivâyete göre; kendisi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a: "Battığı zaman yıldıza yemin olsun ki" sûresini okudu, fakat secde etmedi Müslim, I, 406; Buhârî, I, 364; Tirmizi, II, 466; Müsned, V, 183, 186. el-Araf Sûresi'nin sonlarında (7/206. âyet, 2. başlık ve devamında) bu hususa dair görüşler zikredilmiş bulunmaktadır. Yüce Allah'a hamdolsun. 1Battığı zaman yıldız(lar)a yemin olsun ki: “Battığı zaman yıldıza yemin olsun ki" âyeti hakkında İbn Abbâs ve Mücahid şöyle demişlerdir; "Battığı zaman yıldıza yemin olsun ki" âyeti, tan yeri ile birlikte batan Süreyya yıldızına yemin olsun ki, demektir. Süreyya yıldızı, her ne kadar sayıca birçok yıldız olmakla birlikte Araplar Süreyya'ya bir yıldızmış gibi ismini verirler. Denildiğine göre o yedi yıldızdan oluşan bir topluluktur. Bunların altısı görünür, bir tanesi ise gizlidir. İnsanlar onu görüp görmemekle görme kuvvetlerini sınarlar. Kadı Iyad'ın eş-Şifa adlı eserinde belirtildiğine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Süreyya (Ülker) yıldızında onbir yıldız görürdü. Yine Mücahid'den nakledildiğine göre: İndiği zaman Kur'ân'a yemin olsun ki, demektir. Çünkü Kur'ân da nücum halinde (kısım kısım, parça parça anlamında ve aynı zamanda yıldızlar demektir) inerdi. el-Ferrâ'' da böyle demiştir. Yine ondan nakledildiğine göre; semadaki bütün yıldızların battığı zamanını kastetmektedir. Bu el-Hasen'in de görüşüdür. O şöyle demektedir: Yüce Allah bactığı zaman yıldızlara yemin etmektedir. Çoğul anlamı olmakla birlikte, tekil lâfız ile ifade edilmesi anlatım üslubuna aykırı değildir. Nitekim çoban şöyle demiştir: "Yıldız(lar)ı (yansıttığından ötürü) o dopdolu tencerede sayarak geceyi geçirdi, Yiyenlerin elinde çabukça donuveren (o yemeğin tenceresinde)." Ömer b. Ebi Rabia da şöyle demektedir; "Semadaki yıldız(lar)ın en güzeli Süreyya yıldızıdır, Süreyya ise yeryüzünde kadınların en güzelidir." Yine el-Hasen şöyle demektedir: Burada "yıldız"dan kasıt, kıyâmet gününde yıldızların döküleceği vakittir. es-Süddî de şöyle demektedir: Burada "yıldız"dan kasıt Zühre (venüs) yıldızıdır. Çünkü Araplardan bir topluluk bu yıldıza ibadet ediyorlardı. Bununla kastedilenin şeytanların kendileriyle taşlandığı yıldızlar olduğu da söylenmiştir. Bunun sebebi de şudur: Yüce Allah Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı peygamber olarak göndermeyi murad edince doğumundan önce yıldızlar çokça dökülmeye başladı. Ondan dolayı Araplar oldukça korktular ve kendilerine kehanette bulunan gözleri kör bir kahinin yanına koştular. O da onlara olaylar hakkında haber veriyordu. Bu olay hakkında da ona soru sormaları üzerine o: Oniki burca bir bakınız. Eğer bu burçlardan birisi düşmüşse dünyanın sonu geldi, demektir. Eğer onlardan hiçbir şey düşmemişse dünyada çok büyük bir iş meydana gelecek demektir. Bunun üzerine dikkatle olayları incelemeye koyuldular. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) peygamber olarak gönderilince, İşte uyarılıp dikkat kesildikleri büyük iş o oldu. Yüce Allah da: "Battığı zaman yıldıza yemin olsun ki" diye buyurdu. Yani o batan yıldız, işte bu ortaya çıkan peygamberlik dolayısıyla batmıştır. Buradaki "yıldız"dan kastın sapı, gövdesi olmayan bitki olduğu da söylenmiştir. "Kayması" ise yerin üzerine düşmesi demektir. Cafer b. Muhammed b. Ali b. el-Hüseyn (Allah onlardan razı olsun) dedi ki: "Yıldıza yemin olsun" âyetinde Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı kastetmektedir. "Battığı zaman" da Miraç gecesi semadan yere indiği zaman demektir. Çünkü burada "battî" anlamı verilen "hevan fiili, aynı zamanda yukardan aşağıya hızlıca inmek, düşmek anlamlarına da yelir Urve b. ez-Züheyir (radıyallahü anh)'dan rivâyete göre Ebû Leheb'in oğlu Utbe, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın kızı ile evli idi. Şam'a gitmek istedi. Yemin olsun Muhammed'e gidip ona eziyet edeceğim, dedi. Yanına varıp: Ey Muhammed ben "battığı zaman yıldızı, yaklaşıp sarkanı inkar ediyorum" dedi, sonra da Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yüzüne tükürdü, kızını boşayıp ona gönderdi. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) da: "Allah'ım Sen bunun üzerine yırtıcı hayvanlarından birisini musallat et." diye bedduda etti. Bu esnada Ebû Talib de orada bulunuyordu. Bu duadan endişeye kapıldı ve: Ey kardeşimin oğlu, sen bu duayı yapmayabilirdin dedi. Utbe babasına gidip, ona durumu haber verdi. Sonra da Şam'a çıktılar, bir yerde konakladılar. Oradaki manastırdan bir rahip onların yanına gelip: Burası yırtıcı hayvanı çok olan bir yerdir, dedi. Ebû Leheb arkadaşlarına: Ey Kureyş topluluğu bu gece siz bizi koruyunuz. Çünkü ben Muhammed'in yaptığı bedduanın oğlumu tutacağından korkuyorum, dedi. Bunun üzerine develerini toplayıp etraflarında çöktürdüler ve özellikle Utbe'yi gözetlemeye koyuldular. Bir arslan gelip onların yüzlerini koklamaya başladı ve nihayet Utbe'ye bir darbe indirip onu öldürdü. Hassan da şöyle demiştir: "Bu sene kimisi ailesinin yanına dönse bile, Yırtıcı hayvanın yediği kimse geri dönemez." Aslında ("yıldız" anlamı verilen): "Çıkmak, doğmak" demektir. Mesela "Diş çıktı", "Filan kişi filan ülkede çıktı" yani sultana baş kaldırdı, denilir. ("Battı" anlamı verilen): "İnmek ve yere düşmek" demektir. Kullanım şekli itibariyle: "İndi, iner, inmek" diye kullanılır ve " Gitti, gider, gitmek" fiilinin kullanımına benzer. Şair Züheyr söyle demektedir: "O develeri, çakılı bol ve yürünmesi zor yüksekçe yerlere çıkardı ve onlar yıkılıyordu, Tıpkı halatlarla aşağı sarkıtılan kovanın düşmesi gibi." Bir başka şair de şöyle demektedir: "Bizler Belakis el-Kâa' denilen yerde iken Hızlı gidiyorken; develer de alabildiğine iniyorken Seni hatırladım da kalbime bir düşünce saplandı Gevşetti gücümü artık, yoluma devam edemedim." el-Esmaî dedi ki; Üstün ile " Yukarıdan aşağıya doğru düştü, düşer" demektir. " Geceleyin yürüyüşüne devam elti" anlamındadır. aynı anlamda iki ayrı söyleyiştir. İşte şair bu iki söyleyişi de şu beyitinde birarada kullanmış bulunmaktadır: "Nice konak yeri vardır ki, ben olmasaydım sen oradan aşağı düşerdin, Dağın en yüksek tepesinden bütünüyle düşen bir şeyin düşüşü gibi." Sevgi ve muhabbeti anlatmak için de esreli olarak: "Sevdi, sever, sevmek" denilir. |
﴾ 1 ﴿