MÜMTEHINE SÛRESİRahmân ve Rahîm Allah'ın İsmi ile Medine'de indiği ittifakla kabul edilmiştir. Onüç âyettir. - "Ha" harfi kesreli olarak- "el-Mumtehine" el-muhtebira (sınayan) demektir. Fiil mecazen ona izafe edilmiştir. Nitekim Berae (et-Tevbe) Sûresi'ne el-Muba'sira ve el-Fâdiha isimlerinin verilmesi de münafıkların ayıplarını açığa çıkardığındandır. Bu sûrenin adının "ha" harfi üstün olarak "el-Mümtehane" olduğunu kabul edenler de bunu sûrenin, hakkında nazil olduğu kadına izafe etmiş olur ki; bu kadın da Ukbe b. Ebi Muayt'ın kızı Um Külsûm'dur. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "... Onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilendir." (el-Mümtehine, 60/10) Bu hanım Abdurrahman b. Avf'ın hanımı idi. Abdurrahman'ın oğlu İbrahim bu kadından doğmadır. 1Ey îman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları -kendilerine sevgi ile (haber) ulaştırarak ve onlar size gelmiş olan hakkı İnkâr etmişken- veliler edinmeyin. Onlar Rabbiniz olan Allah'a îman ettiniz diye Peygamberi de, sizi de (yurdunuzdan) çıkarmışlardır. Eğer siz, yolumda cihad etmek ve rızamı aramak için çıkmış iseniz, onlara gizlice (nasıl) sevgi beslersiniz. Ben ise gizlediğinizi de, açıkladığınızı da en iyi bilenim. Sizden kim bunu yaparsa, şüphesiz yolun ta ortasında sapmış olur. Yüce Allah'ın: "Ey îman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları... veliler edinmeyin" âyetinde ki: "Edindi" fiili iki mef'ûle geçiş yapmıştır. Bu iki mef ûl "sizin de düşmanınız" ile "veliler" anlamındaki lâfızlardır. "Düşman" lâfzı, "Düşmanlık etti" fiilinden fe'ûl vezninde bir isimdir. "Affetti" fiilinden "afuvv; çokça affeden" isminin yapılması gibi. Mastar vezninde oluşundan dolayı tekil hakkında nasıl kullanılır ise, çoğul hakkında da öylece kullanılmıştır. Bu âyete dair açıklamalarımızı yedi başlık halinde sunacağız: "Ey îman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları ... veliler edinmeyin" âyeti ile ilgili olarak hadis İmâmları -lâfız Müslim'in olmak üzere- Ali (radıyallahü anh)'dan şöyle dediğini rivâyet etmektedirler: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) beni, ez-Zübeyr'i ve el-Mikdad'ı göndererek: "Ravdalu ilâh denilen yere gidiniz. Orada beraberinde bir mektub bulunan Hevdecie bir kadın bulacaksınız, o mektubu ondan alınız" diye buyurdu. Bunun üzerine yola koyulup atlarımızı koşturduk. Kadını buluverdik, ona: Mektubu çıkar, dedik. Beraberimde mektub diye bir şey yok, dedi. Biz: Ya mektubu çıkartırsın veya elbiselerini çıkartırsın dedik. Bu sefer o mektubu saçının örükleri arasından çıkardı, Biz de mektubu Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a getirdik. Mektubta: "Hâtıb b. Ebi Beltaa'dan..." diye başlıyor ve Mekkelilerden birtakım müşriklere Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın bazı durumlarını haber veriyordu. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey Hatıb bu da ne?" diye sordu. Hatıb: Acele elme ey Allah'ın Rasûlü, dedi. Ben Kureyş'e sonradan yamanmış bir kişi idim. -Süfyan dedi ki: Hatıb Kureyşlilerle antlaşmalı birisi idi. Bizzat Kureyşlilerden değildi.- Seninle birlikte bulunan muhacirlerin kendileri vasıtasıyla ailelerini koruyacakları akrabalık bağları vardır. Benim onlar ile böyle bir neseb bağım olmadığından ötürü, kendisi sebebiyle yakınlarımı himaye edecekleri bir iyilikte bulunmak istedim onlara. Ben bu işi ne kâfir olduğum, ne dinimden döndüğüm, ne de müslüman olduktan sonra küfre rıza gösterdiğim için yaptım. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Doğru söyledi" diye buyurdu. Ömer: Ey Allah'ın Rasûlü! Beni bırakta şu münafığın boynunu vurayım, dedi. Peygamber: "O Bedir'e katılmış bir kimsedir, Allah'ın Bedir'e katılanlara muttali olarak: İstediğinizi yapınız, ben size mağfiret buyurdum demediğini nereden bilebilirsin ki?" dedi. Bunun üzerine yüce Allah: "Ey Îman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları... veliler edinmeyin" âyetini indirdi Müslim, IV, 1941: Buhârî, III, 1095, IV. 1463. 1557. 1K55: V. 2J09; Tirmizi, V, 40y; Ebû Dâvûd, 111, 17; Müsned, I, 79, 105 Mektubu götüren kadının Kureyş'in mevlalarından Sara adında olduğu söylenmiştir. Mektupta şunlar yazılıydı: "İmdi! Şüphesiz Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) size sel gibi akan, geceyi andıran (çok kalabalık) bir ordu ile üzerinize yönelmiş bulunuyor. Allah'a yemin ederim ki eğer üzerinize tek başına kendisi dahi gelecek olsa, Allah size karşı ona zafer verecek ve sizin hakkınızda ona verdiği sözünü gerçekleştirecektir. Çünkü Allah onun gerçek dostu ve yardımcısıdır... Bu (muhtevayı) bazı müfessirler zikretmiş bulunmaktadır." el-Kuşeyri ve es-Sa'lebi'nin belirttiklerine göre Hâtıb b. Ebi Beltaa Yemenli birisi idi. Onun Mekke'de ez-Züreyr b. el-Avvâm'ın mensubu olduğu Esed b. Abdu'l-Uzzaoğulları ile bir kardeşlik antlaşması vardı. ez-Zubeyr b. el-Avvâm'ın kendisi ile antlaşmalı olduğu da söylenmiştir. Ebû Amr b. Sııyfî b. Hişam b. Abdi Menafin azadlısı olan Sara, Mekke'den geldiğinde Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) da Mekke'ye fetih hazırlıkları içerisinde idi. Bu gelişinin Hudeybiye antlaşmasının barış döneminde olduğu da -söylenmiştir. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: "Ey Sara, sen hicret edici olarak mı geldin" diye sordu. Sara: Hayır dedi. Bu sefer: "Peki müslüman olarak mı geldin?" diye sordu. Sara yine: Hayır dedi. Bu sefer: "Peki geliş sebebin ne?" diye sorunca, şu cevabi verdi: Akraba, efendiler, asıl yakınlar ve aşiret sizlerdiniz. Efendiler (mevlalar) gitti -yani Bedirde öldürüldüler,- Şimdi de çok ileri derecede ihtiyaç içindeyim. Bana bir şeyler veresiniz ve beni giydiresiniz diye yanınıza geldim. Peygamber: "Mekkelilerin gençleri ile aran nasıl?" diye sordu. Sara şarkıcı bir kadın idi, şu cevabı verdi: Bedir vakasından sonra benden hiçbir şey istenmedi. Bunun üzerine Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Abdu'l-Muttaliboğulları ile Muttaliboğullarını ona bir şeyler vermeye teşvik etti. Ona elbiseler verdiler, bağışlarda bulundular ve ona binek verdiler. O da Mekke'ye gitmek üzere çıktı. Hâtıb ona gelerek: Ben sana on dinar ve birtakım giyecekleri şu mektubu Mekkelilere ulaştırman şartı ile veriyorum deyip, mektupta şunları yazdı: "Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) üzerinize gelmek istiyor, siz de tedbirinizi alınız." Sara Medine'den çıktı. Cebrâîl inerek Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a durumu bildirdi. O da Ali, ez-Zübeyr ve Ebû Mersed el-Ganevî'yi gönderdi. Bir rivâyete göre ise Ali, ez-Zübeyr ve el-Mikdad'i; bir diğerinde Ali ve Ammar b. Yasir'i, bir başkasında Ali, Ammar, Amr, ez-Zübeyr, Talha, el-Mikdad ve Ebû Mersed'i gönderdi. -Hepsi de atlı idiler.- Onlara şu talimatı verdi: "Ravdatu Hâh denilen yere varıncaya kadar gidiniz. Orada hevdecinde bir kadın bulacaksınız, O kadınla birlikte Hatıb'tan müşriklere yazılmış bir mektub vardır. O mektubu ondan alınız ve kadını serbest bırakınız. Şayet mektubu size vermeyecek olursa, boynunu vurunuz." Kadına denilen yerde yetiştiler ve ona: Mektub nerede? diye sordular. Beraberinde mektub olmadığına dair yemin etti. Eşyalarını tetkik ettiler, beraberinde mektub bulamadılar. Geri dönmeye karar verdiklerinde Ali: Allah'a yemin ederim. O bize yalan söylemedi ve hiçbir zaman biz de onu yalanlamadık, dedi. Kılıcını çekti ve: Mektubu çıkart, aksi takdirde Allah'a yemin ederim üzerinden elbiselerini soyarım ve boynunu vururum. Kadın işin ciddi olduğunu görünce, mektubu sac örüklerinin arasından çıkardı. -Bir rivâyete göre ise beline bağladığı kuşak arasından çıkardı.- Mektubu verdikten sonra kadını serbest bıraktılar ve mektbu alıp Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a götürdüler. Rasûlullah, Hatıb'a haber göndererek: "Mektuptan haberin var mı?" diye sordu, o da: Evet dedi. Sonra da hadisin geri kalan bölümünü az önce geçene yakın bir şekilde kaydetti. Rivâyet edildiğine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) -biri Sara olmak üzere dört kişi dışında- fetih günü bütün insanlara eman vermiştir, 2- Kâfirleri Veli Edinmek, Bu Sûre ile Yasaklanmıştır: Kâfirleri veli (dost) edinmenin yasaklanışı hususunda bu sûre aslî bir delil teşkil etmektedir. Buna dair açıklamalar daha önce bir kaç yerde geçmiş bulunmaktadır. Yüce Allah'ın: "Mü’minler, mü’minleri bırakıp kâfirleri veliler edinmesin." (Al-i İmrân, 3/28); "Ey îman edenler! Kendinizden başkasını sırdaş edinmeyin." (Al-i İmrân, 3/118); "Ey îman edenler! Yahuduleri de, hristiyanları da veliler edinmeyiniz" (el-Mâide, 5/51) buyrukları bunlardan bazılarıdır. Buna benzer âyetler da pek çoktur. Nakledildiğine göre Hatıb; "Ey îman edenler!" âyetini duyunca, îman ile hitab olunduğundan ötürü sevincinden bayıldı. Yüce Allah'ın: "Kendilerine sevgi ile (haber) ulaştırarak" âyetinde zahiren onlara sevgi duyarak... kastedilmiştir. Çünkü Hatıb'ın kalbi sağlıklı idi. Buna delil Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashaba: "Bu arkadaşınız doğru söylemiştir." demiş olmasıdır. Bu ise onun kalbinin (küfür ve nifaktan) esenlikçe olduğuna ve akidesinin katıksız olduğuna açık bir ifadedir. "Sevgi İle" âyetindeki "be" harfi fazladan gelmiştir. Nitekim "sureyi okudum" anlamında: denilebildiği gibi; da denilebilir. Yine; "ona içimdekini açtım" anlamında; denilebildiği gibi da denilebilir. "Be" harfinin zaid olmaması ve "ulaştırarak" fiilinin mef'ûlünün hazfedilmiş olması da mümkündür ki: Siz, sizinle onlar arasındaki sevgi sebebiyle Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın haberlerini onlara ulaştırarak... demek olur. Aynı şekilde: "Onlara gizlice (nasıl) sevgi beslerseniz?" âyeti da sevgi beslemek sebebiyle... demek olur. el-Ferrâ'' şöyle demiştir: "Kendilerine sevgi ile ulaştırarak" âyeti "velilerin sılası arasında yer alır. "Sevgi" kelimesinin başına "be" harfinin gelmesi ile gelmemesi arasında bir fark yoktur. Bununla birlikte "be" harfinin "edinmeyin" âyetine zamirinden hal olarak taalluk etmesi de mümkündür, "veliler" anlamındaki lâfza onun bir şifalı olarak taalluk etmesi de mümkündür. İsti'naf (yeni bir cümle) olması da mümkündür. el-Ferrâ'nın bu açıklamalarına göre âyetin ilgili Itoiiiinlerinin meali sırasıyla şöyle yapılabilir. aleyhisselâmıla olması halinde: "Renim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları kendilerine sevgi ile haber ulaştırıp... veliler edinmeyin " b. Hal kabul edilmesi halinde: "... kendilerine sevgi ile haber ulaştırarak... veliler edinmeyin..." c. Sıfat kabul edilmesi halinde: "... kendilerine sevgi ile haber ulaştırdığınız veliler... edinmeyin." d. İstinaf olması halinde: "... edinmeyin. Siz onlara sevgi ile (nasıl) haber ulaştırırsınız" Okuyucu ayrıca "yedinci başlıktaki" anlamlarla ilgili açıklamalara da dikkat buyurmalıdır. "Kendilerine sevgi İle (haber) ulaştırarak" âyeti, müslümanların gizliliklerini onlara bildiriyor ve onlara samimiyetle öğüt veriyorsunuz, demektir. ez-Zeccâc da böyle açıklamıştır. 4- Müslümanların Gizli Hallerini Dünyevi Maksatla Düşmanlara Haber Verenin Hükmü: Müslümanların gizli hallerini iyice bilip bu hallerine onların aleyhlerine dikkat çeken, düşmanlarına onların haberlerini bildiren bir kimse, eğer bu işi dünyevi bir maksatla yapıyor ve buna rağmen itikadı da sağlam ise -Hâtıb'ın bu işi yaparken dinden dönme niyetini laşımayıp, onları minnet altında tutmak maksadını gütmesinde olduğu gibi- bu davranışı dolayısıyla kâfir olmaz. 5- Müslümanların Haberlerini Dünyevî Maksatla Düşmana Bildiren Kimsenin Cezası: Bu durumdaki bir kimsenin bu davranışı ile kâfir olmadığını kabul ettiğimiz takdirde acaba bu davranışı dolayısıyla had olarak öldürülür mü, öldürülmez mi? Bu hususta ilim adamları ihtilâf etmişlerdir. Malik, İbnu’l-Kasım ve Eşheb şöyle demişlerdir: Bu hususta İmâm (İslam devlet başkanı) ictihad eder. Abdu'l-Melik de şöyle demiştir: Eğer bu hareketi adet haline getirmiş ise öldürülür. Çünkü böyle bir kişi casustur. Malik de casusun öldürüleceğini belirtmiştir. Bu görüş de doğrudur, çünkü böyle bir kimse müslümanlara zarar verir ve yeryüzünde fesad çıkarmaya çalışan bir kimsedir. İbnu’l-Macişun, Hatıb'ın bu işi ilk yapışında teshil edilmiş olması dolayısıyla bu hususta tekrarı (bu işi adet edinmeyi) gözönünde bulundurmuş olabilir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Casusun kâfir olması halinde el-Evzaî'nin görüşüne göre bu, onun ahdini bozması demek olur. Esbağ da: Harbî (darul'l-harbe tabi) casus öldürülür. Müslüman ve zımmî casus ise (uygun bir şekilde) cezalandırılırlar. Ancak açıkça İslama karşı düşmanlık gösterecek ve İslam aleyhine yardımlaşacak olurlarsa, o takdirde öldürülürler. Ali b. Ebî Tâlib (radıyallahü anh)'dan rivâyet edildiğine göre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın huzuruna Furat b. Hayyam adında müşriklere casusluk yapan birisi getirildi ve öldürülmesini emretti. Bu sefer Furat: Ey ensar topluluğu, ben Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Rasülü olduğuna şahitlik ettiğim halde nasıl öldürülebilirim? diye bağırdı. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in emri ile serbest bırakıldı. Sonra da şöyle buyurdu: "Aranızdan kendisini imanına havale ettiğim kimseler de vardır. Bunlardan birisi de Furat b. Hayyam'dır." Ebû Dâvûd, III, 48; Beyhaki, es-Sünenü'l-Kübrâ, VIII, 197; Müsned, IV, 336 Yüce Allah'ın; "İnkâr etmişken" âyeti ya "edinmeyin" anlamındaki buyruklarıma da "ulaştırarak" anlamındaki âyetten bir haldir. Yani onlar bu halde iken onları velî edinmeyin yahut onlara sevgi ile haber ulaştırmayın, demektir. el-Cahderî: "Size gelmiş" anlamındaki âyeti "be" harfi yerine "lam" harfi getirerek; diye okumuştur. Size gelmiş olan haktan ötürü küfre sapmışken... demek olur. 7- Sizi ve Allah'ın Rasûlünü Mekke'den Çıkartmış Olanlara Nasıl Sevgi Beslersiniz? "Onlar... Peygamberi de, sizi de çıkarmışlardı" âyeti onların kâfirliklerini, azgınlıklarını açıklayan bir ifade gibi yeni bir söz başlangıcı (isti'naf)dır yahutta "inkâr etmişken" anlamındaki âyetten bir haldir. "Rabbiniz olan Allah'a îman ettiniz diye" âyeti da "çıkartmışlardı" fiilinin gerekçesini bildirmektedir. Yani siz Allah'a îman ettiğiniz için yani Allah'a imanınız sebebiyle Mekke'den Rasûlü ve sizleri çıkartmışlardı. İbn Abbâs dedi ki: Hâtıb, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte Mekke'den çıkartılanlardan idi. İfadede bir takdim ve tehir olduğu ve ifadenin takdirinin şöyle olduğu da söylenmiştir: Eğer siz Benim yolumda cihad edenler olarak çıkmış iseniz, Benîm de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları veliler edinmeyiniz. İfadede bir hazf olduğu ve anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Eğer sizler Benim yolumda cihad etmek ve Benim rızamı aramak maksadı ile çıkmış iseniz asla onlara sevgi ile (haber) ulaştırmayınız. Bir diğer açıklamaya göre: "Eğer siz yolumda cihad etmek ve rızamı aramak için çıkmış iseniz" âyeti şarttır. Onun cevabı daha önceden geçmiş bulunmaktadır. Mana da şudur: Eğer sizler Benim yolumda cihad etmek üzere çıkmış iseniz Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları veliler edinmeyiniz. "Cihad etmek" ile "aramak" anlamındaki lâfızların nasb ile gelmesi mef'ûlün leh olduklarından dolayıdır. "Onlara gizlice sevgi beslersiniz" âyeti ise "ulaştırarak" anlamındaki fiilden bedel ve onun yerine beyan edici bir ifadedir. Fiiller de birbirlerinden bedel olarak getirilebilir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kim bunları işlerse cezaları ile karşılaşır. Kıyâmet gününde onun azâbı kat kat verilir." (el-Furkan, 25/68-69) Sîbeveyh de şu beyiti zikretmektedir: "Ne zaman bize gelir yurdumuzda bize misafir olursan, Sen çokça odun ve alev alev yanan bir ateş bulursun." Âyetin: "Sizler onlara gizlice sevgi beslersiniz" takdirinde olduğu da söylenmiştir. O vakit ifade bir isti'nâf olur. Bütün bu âyet, Hatib'a yapılmış bir sitemdir. Aynı zamanda bu âyet onun faziletine, üstün değerine, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)’a samimiyetle bağlı olduğuna, imanının gerçekliğine delildir. Çünkü sitem ancak sevenin sevdiğine yaptığı bir şeydir. Nitekim şair şöyle demiştir; "Sevdiğim dostuma sitem ederim, Onun uzak kalışı beni şüpheye düşürürse, Sitem olmazsa sevgi de yoktur. Sitem kaldıkça, sevgi de kalır." "Sevgi ile" âyeti, onlara mektup yazmakla, iyilikte bulunmakla anlamındadır. Önceden de belirttiğimiz gibi bu lâfzın başındaki "be" ya zâiddir ya da değildir. "Ben ise gizlediğinizi" kalbinizde sakladığınızı "de açıkladığınızı" dışa vurduğunuzu "da en iyi bilenim." Bu âyetteki: "...nizi" lâfzında ki "be" fazladan gelmiştir. Nitekim "şunu bildim" anlamında; da denilir, da denilir. Âyetin "sizin gizlediğinizi de, açıkladığınızı da herkesten daha çok en iyi bilen Benim" anlamında olduğu ve "herkesten daha çok" lâfzının hazfedikliği de söylenmiştir. Nitekim: Filan kişi başkasından daha bilgili ve daha faziletlidir" denilebilir. İbn Abbâs: Ben sizin kalplerinizde gizlediklerinizi, dillerinizle açığa vurduğunuz ikrar ve tevhidi en iyi bilenim diye açıklamıştır. "Sizden kim bunu yaparsa" aranızdan onlara kim gizlice haber ulaştırıp mektuplaşırsa "şüphesiz yolun ta ortasında sapmış olur." Doğru yolu bulamamış ölür. 2Onlar size karşı zafer kazanırlarsa, size düşmanlık ederler. Size ellerini ve dillerini kötülükle uzatırlar ve kâfir olmanızı şiddetle arzu ederler. "Onlar sîze karşı zafer kazanırlarsa" sizinle karşılaşır ve size rastlarlarsa... demektir. Kılıçla çarpışma esnasında ve benzeri hallerde gaflette olduğunuz bir anı yakalamak istemek anlamındaki: (........) da buradan gelmektedir. Bunun eğer size karşı zafer kazanır ve size üstünlük sağlarlarsa anlamında (mealde olduğu gibi) olduğu da söylenmiştir. "Size düşmanlık ederler, size ellerini ve dillerini kötülükle uzatırlar." Yani ellerini sizi vurmak ve öldürmek için uzatırlar, dillerini de sövüp saymak için. "Ve kâfir olmanızı" Muhammed'i inkar etmenizi "şiddetle arzu ederler." O halde onlara iyilik yapmaya kalkışmayınız, çünkü onların size iyilikleri olmaz. 3Akrabanızın da, evlâdınızın da size hiç faydaları olmaz. Kıyâmet gününde sizin aranızı ayıracaktır. Allah yaptıklarınızı en iyi görendir. Hâtıb, Mekkeliler arasında çocuklarının ve akrabalarının bulunduğunu belirterek özür beyan edince yüce Rabbimiz de "akrabanızın da, evlâdınızın da size hiç faydaları olmaz" âyeti ile; akrabanın ve çocukların eğer onlar dolayısıyla Allah'a isyan edilecek olursa, kıyâmet gününde hiçbir faydalarının olmayacağını açıklamaktadır. "Kıyâmet gününde sizin aranızı ayıracaktır." Mü’minleri cennete, kâfirleri de cehenneme koyacaktır. "Ayıracaktır" âyeti yedi şekilde okunmuştur. Âsım "ye" harfini üstün, "sad" harfini kesreli ve şeddesiz olarak okumuştur. Hamza ve el-Kisaî ise şeddeli olarak; şu kadar var ki meçhul bir fiil halinde okumuşlardır. (Birbirinizden ayrı bırakılacaksınız anlamında) Talha ve en-Nehaî "nun" ile ve şeddeli, "sad"ı kesreli okumuştur. (Aranızda etraflı bir şekilde hüküm vereceğiz, anlamında.) Alkame'den de aynı şekilde "nun" ile fakat ("sad" harfi) şeddesiz okuduğu rivâyet edilmiştir. Katade ve Ebû Hayve "ye" harfi ötreli, sad harfi şeddesiz ve kesreli olarak; den gelen muzari bir fiil olarak (yine; ayıracaktır, anlamında) diye okumuşlardır. Diğerleri ise ötreli bir ye, sakin "fe" ve "sad" harfi üstün olarak meçhul bir fiil halinde okumuşlardır (ayrılacaktır, anlamında.) Ebû Ubeyd de bu okuyuşu tercih etmiştir. Şeddesiz okuyan kimseler yüce Allah'ın: "O ayırdedenlerin en hayırlısıdır." (el-En'âm, 6/57) âyeti ile. "Muhakkak ki ayırdetme günü..." (ed-Duhan, 44/40) âyeti dolayısıyla böyle okumuşlardır. Şeddeli okuyanlar, bu okuyuşun fiilin defalarca ve çokça tekrarlandığını ifade etmesi açısından daha açık bir anlam ortaya koyduğundan dolayı böyle okumuşlardır. Bu fiili meçhul okuyanların bu şekilde okumalarına sebep ise failin bilinmesidir. Faili malum bir fiil olarak okuyanlar ise, fiildeki zamiri yüce Allah'a irca' ederler. "Nun" ile okuyuş ise tazim anlamını ifade eder. "Allah yaptıklarınızı en iyi görendir." 4İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda sizin için gerçekten uyulacak güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine: "Muhakkak bizler sîzden ve Allah'tan başka ibadet ettiğimiz şeylerden uzağız. Sizi inkâr ettik. Yalnızca Allah'a îman edinceye kadar bizimle sizin aranızda düşmanlık ve kin ebediyyen başgöstermiştir" demişlerdi. İbrahim'in babasına söylediği: "Muhakkak senin İçin mağfiret isteyeceğim ama, Allah'a karşı Sana fayda sağlayamam" sözü müstesna. (Deyin ki): "Rabbimiz, yalnız Sana tevekkül ettik, yalnız sana yöneldik ve dönüşümüz de yalnız sanadır, Yüce Allah, kâfirleri veli ve dost edinmeyi yasakladıktan sonra: "İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda sizin için gerçekten uyulacak güzel bir örnek vardır." âyeti ile İbrahim (aleyhisselâm)'ın kıssasını sözkonusu etmekle ve kâfirlerden uzak kalmanın onun sîretinin belirgin bir özelliği olduğunu belirtmektedir. Yani siz de ona uyunuz ve onu önder belleyiniz. Babası için mağfiret istemesi hali bundan müstesnadır. "Örnek alınarak kendisine uyulan" demektir. ile gibidir (hem söyleyişi, hem anlamı itibariyle.) "O senin gibidir, sen de onun gibisin" anlamında: denilir. Âsım hemzeyi ötreli olarak okumuştur. Kesreli okunuşu gibi, bu da bir şivedir. "Onunla beraber olanlarda" âyeti İbrahim'e îman eden ashabında, demektir. İbn Zeyd "onunla beraber olanlar "dan kasıt peygamberlerdir, demiştir. "Hani onlar kavimlerine" kâfirlere "muhakkak bizler sizden ve Allah'tan başka ibadet ettiğiniz şeylerden" pullardan, heykellerden "uzağız, demişlerdi."
"Uzağız" lâfzı 'ın çoğuludur, "Ortak" kelimesinin çoğulunun diye: "Zarif" kelimesinin çoğulunun: diye gelmesi gibi. Bu lâfız genelde "fualâ" vezninde okunmuştur. Ancak Îsa b. Ömer ile İbn Ebi İshak "fiâl" vezninde olmak üzere "be" harfi kesreli olarak; diye okumuşlardır. "Kısa-kısalar, uzun-uzunlar, zarif-zarifler" gibi. Hemzenin terkedilmesi ve tenvinli olarak: denilmesi de caizdir. Mastarın sıfat olarak kullanılması şeklinde; diye de okunmuştur. -Îsa ve İbn Ebi İshak'ın kıraatindeki- kesrenin yerine damme ile; diye de okunmuştur. “Dişi kuzu ve yeni doğum yapmış koyun" kelimelerine uygun da okunmuştur. Ayet-i kerîme İbrahim (aleyhisselâm)'ın bu İşinde ona uyulmasını emreden açık bir nastır. Bu ise bizden öncekilerin şeriatinin (şer'u min kablina) Allah ve Rasûlünün haber vermiş olduğu hususlarda bizim için de şeriat olduğu görüşünün doğruluğunu göstermektedir. "Sizi inkâr ettik." Sizin inandığınız putları reddettik, fiillerinizi reddettik, yalanladık ve sizin hak üzere olduğunuzu kabul etmedik, anlamında olduğu söylenmiştir. "Yalnızca Allah'a îman edinceye kadar bizimle sizin aranızda düşmanlık ve kin ebediyyen başgöstermiştir." Siz küfrünüz üzere kaldığınız sürece size karşı tutumumuz bu olacaktır. Ancak Allah'a îman edecek olursanız, o vakit düşmanlığımız dostluğa dönüşür "demişlerdi." İbrahim'in babasına söylediği "muhakkak senin İçin mağfiret isteyeceğim; ama Allah'a karşı sana fayda sağlayamam, sözü müstesna." O halde mağfiret dilemek hususunda ona uyup müşriklere mağfiret dilemeyin. Çünkü onun bu tutumu babasına daha önceden vermiş olduğu bir sözün gereği idi. Bu açıklamayı Katade, Mücahid ve başkaları yapmıştır. Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: İstisnanın anlamı şudur: İbrahim kavmini terketmiş ve onlardan uzak kalmıştı. Ancak babası için mağfiret dilemesi (bu uzak kalıştan) müstesna idi. Daha sonra yüce Allah et-Tevbe Süresi'nde (9/114, âyet-i kerimede) onun mazeretini açıklamış bulunmaktadır. Bu âyet-i kerimede Peygamberimiz Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın diğer peygamberlerden daha faziletli olduğuna delâlet vardır. Çünkü bize yüce Allah'ın: "Hem Peygamber size ne verdi ise onu alın, neyi yasak etti ise de sakının." (el-Haşr, 59/7) âyeti ile Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'a uymamız emri mutlak olarak verilmiştir. Diğer taraftan İbrahim (aleyhisselâm)'a uymamız emri bize verilince onun bazı davranışları istisna edilmiştir. Bu âyetteki istisnanın munkatı istisna olduğu da söylenmiştir. Ama İbrahim'in babasına: Mutlaka sana mağfiret dileyeceğim, şeklindeki sözünü vermesinin sebebi onun müslüman olmuş olduğunu sanmasından dolayı olmuştu. Onun müslüman olmadığı ortaya çıkınca ondan da uzak olduğunu belirtti. Bu açıklamaya göre müslüman olduğu zannedilen kimseler için mağfiret dilemek câiz olmaz. Sizler böyle bir zanna sahib olmadığınıza göre hala kâfirleri ne diye veli (ve dost) edinirsiniz? "Ama Allah'a karşı sana fayda sağlayamam." Bu, İbrahim (aleyhisselâm)'ın babasına söylediği sözlerdendir. Yani eğer sen O'na ortak koşacak olursan, ben Allah'ın azabından herhangi bir bölümünü senden uzaklaştıramam, demektir. "Rabbimiz yalnız Sana tevekkül ettik." Bu İbrahim (aleyhisselâm)'ın ve arkadaşlarının yaptığı duadandır. Bu âyetle yüce Allah'ın mü’minlere böyle söylemelerini öğrettiği de belirtilmiştir. Yani sizler kâfirlerden uzak kalınız, yalnız Allah'a tevekkül ediniz ve: "Rabbimiz yalnız Sana tevekkül ettik" yani güvenip dayandık, deyiniz. "Yalnız sana yöneldik" döndük "ve" âhirette "dönüşümüz de yalnız Sanadır." 5"Rabbimiz, bizi inkâr edenler için fitne konusu kılma ve bize mağfiret et ey Rabbimiz! Çünkü Aziz, Hakîm olan yalnız Sensin Sen." "Rabbimiz bizi inkar edenler için fitne konusu kılma!" Yani düşmanımıza bize karşı üstünlük verme! O vakit onlar kendilerinin hak üzere olduklarını sanacaklar ve bu sebeble fitneye düşeceklerdir. Âyetin onları bize musallat kılma, böylelikle onlar bizi fitneye düşürecek (dinimizden çevirmek isteyecek) ve bize azâb ve işkencelerde bulunacaklardır, şeklinde olduğu da söylenmiştir. "Ve bize mağfiret et ey Rabbimiz! Çünkü Aziz, Hakim olan yalnız Sensin, Sen." 6Yemin olsun ki onlarda sizin İçin ve Allah'ı ve âhireti umanlar için güzel bir örnek vardır. Kim yüz çevirirse, şüphesiz ki Allah muhtaç olmayandır, her hamde lâyıktır. "Yemin olsun ki onlarda" İbrahim'de ve onunla birlikte bulunan peygamber ve velilerde "sizin İçin..." kâfirlerden uzaklaşmakta "güzel bir örnek vardır." Burada tekrarın tekid için yapıldığı söylendiği gibi, ikincisinin birincisinden bir süre sonra indiği de söylenmiştir. Bu şekilde Kur'ân-ı Kerîm'de tekrarlar da zaten pek çoktur. "Kim" İslâm'dan ve bu öğütleri kabul etmekten "yüz çevirirse, şüphesiz ki Allah muhtaç olmayandır." Yani Allah, insanlara muhtaç olduğundan dolayı kendisine ibadet etmelerini istemiş değildir. "Her hamde" zatı ve sıfatları itibariyle "layıktır." 7Olur ki Allah, onlardan düşmanlık ettiklerinizle sizin aranızda yakın bir dostluk meydana getirir. Allah, güç yetirendir. Allah Gafûrdur, Rahîmdir. Bu âyet-i kerîme nazil olunca müslümanlar müşrik akrabalarına düşmanlık ettiler. Yüce Allah bu hususta müslümanların sahib oldukları duyguların ne kadar ileri derecede olduğunu bildiğinden ötürü de "olur ki Allah, onlardan düşmanlık ettiklerinizle sizin aranızda yakın bir dostluk meydana getirir" âyetini indirdi. Bu ise kâfirin müslüman olması ile gerçekleşir. Mekke'nin fethinden bir süre sonra önemli bir topluluk İslama girdi ve müslümanlar onlarla içice oldu. Ebû Süfyan b. Harb, Haris b. Hişam, Süheyl b. Amr ve Hakim b. Hizam gibi... Sözü edilen sevginin, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Ebû Süfyan'ın kızı Um Habibe ile evliliği olduğu da söylenmiştir. İşte o vakit Ebû büfyan'ın sertliği yumuşadı, düşmanlık duyguları gevşeklik gösterdi. İbn Abbâs dedi ki: Bu sevgi, Mekke'nin fethinden sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Ebû Süfyan'ın kızı Um Habibe ile evliliğidir. Daha önce Abdullah b. Cahş'ın nikâhı altında idi. O ve kotası Habeşistan'a hicret edenlerdendir. Kocası hristiyan oldu ve bu dine girmekte kendisine uymasını İstedi. Um Habibe kabul etmeyip dini üzere sebat gösterdi. Kocası hristiyan olarak öldü. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Necaşİ'ye haber göndererek ona talib olduğunu belirtti. Necaşi, Peygamber'in arkadaşlarına; Aranızda bu hanıma en yakın olan kimdir? diye sordu. Onlar; Halid b. Suid b. el-Âs'tır dediler. Ona: Bu hanımı peygamberiniz ile evlendir, dedi, o da bunu yaptı. Necaşi, kendi kesesinden ona dörtyüz dinar mehir verdi. Bir görüşe göre de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onu Osman b. Affan vasıtası ile istemişti. Osman (radıyallahü anh), Um Habibe'yi Hz. Peygambere nikâhlayınca bu hususla Necaşi'ye haber gönderdi, o da onun adına mehirini ödeyip, Um Habibe'yi ona gönderdi. Müşrik olan Ebû Süfyan, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın kendi kızıyla evlendiği haberini alınca: Bu burnuna vurulamayacak kadar üstün ve şerefli bir erkek (deve)dir, dedi. 8Sizinle din hususunda savaşmamış, sizi yurtlarınızdan çıkarmamış olanlara İyilik yapmanızı ve onlara adaletli davranmanızı Allah size yasaklamaz. Çünkü Allah, adaletli davrananları sever. "Sizinle din hususunda savaşmamış... onlara adaletli davranmanızı Allah size yasaklamaz" âyeti ile ilgili açıklamalarımızı üç başlık halinde sunacağız: 1- Müslümanlara Karşı Tavır Koymayan Müşriklere İyi Davranmanın Hükmü: Bu âyet-i kerîme mü’minlere düşmanlık etmeyip, onlarla savaşmayanları gözetmeleri hususunda bir ruhsat ifadesidir, İbn Zeyd dedi ki: Bu husus barış antlaşması yapılıp savaş emrinin sözkonusu olmadığı İslâm'ın ilk dönemlerinde idi. Daha sonra neshedildi. Katade dedi ki: Bu âyeti yüce Allah'ın: "... artık o müşrikleri nerede bulursanız öldürün" (et-Tevbe, 9/5) âyeti neshetmiştir. Bir görüşe göre bu hüküm belirli bir sebebe bağlı idi. Bu da barıştı. Mekke fethedilmek suretiyle barış sona erince, hüküm neshedildi. bununla birlikte bu âyetin okunması baki kaldı. Bir diğer görüşe göre bu âyet, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın kendileriyle antlaştığı ve kendileriyle antlaşma bulunup bozmadığı kimseler hakkında özeldir. Bu açıklamayı el-Hasen yapmıştır. el-Kelbî dedi ki: Bunlar Huzâa ve el-Hâris b. Abdi Menafoğulkındır. Ebû Salih de böyle demiş olup, bunların Huzâalılar olduğunu söylemiştir. Mücahid de şöyle demiştir: Âyet îman edip hicret etmeyen kimseler hakkında hususidir. Bir başka görüşe göre, bu âyetle kastedilenler, kadınlar ve çocuklardır. Çünkü bunlar savaşmayan kimselerdir. Allah onlara iyilik yapılmasına izin vermiştir. Bu görüşü bazı müfessirler nakletmiş bulunmaktadır. Te'vil ehlinin çoğunluğu ise: Bu âyet muhkemdir, demiş ve şu rivâyeti delil göstermişlerdir: Ebû Bekir (radıyallahü anh)'ın kızı Esma (radıyallahü anhnhâ) Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a, müşrik olarak yanına gelen annesinin yakınlık bağını gözetip gözetemeyeceğini sorunca. Peygamber: "Evet" diye buyurmuştur. Bu hadisi Buhârî ve Müslim rivâyet etmiştir. Buhâri, II, 924, V, 2230; Müslim, II, 6%; Müsned, VI. 344, 347 Hatta âyetin onun hakkında İndiği dahi söylenmiştir. Âmir b. Abdullah b. ez-Zübeyr babasından rivâyet ettiğine göre Ebû Bekr es-Sıddîk cahiliye döneminde Kuleyle adındaki hanımını boşamıştı. Bu, Ebû Bekir'in kızı Esma'nın annesidir. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Kureyş kâfirleri arasındaki barış antlaşması döneminde Kuleyle yanlarına geldi. Ebû Bekr es-Sıddık'ın kızı Esma'ya bir küpe ve bazı şeyler hediye etti. Esma bu hediyeleri kabul etmek istemediğinden Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a giderek durumu ona anlam. Yüce Allah da: "Sizinle din hususunda savaşmamış... olanlara İyilik yapmanızı Allah size yasaklamaz" âyetini indirdi. Bu haberi el-Maverdi ve başkaları zikretmiş olup, Ebû Davud et-Tayalisî de bunu Müsned'inde rivâyet etmiş bulunmaktadır Müsned, IV, 4; Heysemî, Mecmâ’, VII, 123 2- Mü’minlere Karşı Çıkmayan Kâfirlere İyilik ve Adalet Yapmak: "... olanlara iyilik yapmanızı" âyetindeki: "(........): ...ma,.." "Olanlara" lâfzından bedel olarak cer mahallindedir. Yani yüce Allah, sizinle savaşmamış olan kimselere iyilikte bulunmanızı yasaklamaz. Bunlar da Huzâalılardır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile savaşmamak ve ona karşı kimseye yardımcı olmamak üzere banş yapmışlardı. Yüce Allah da onlara iyilik yapmayı ve antlaşma süreleri bitene kadar antlaşmalarına bağlı kalınmasını emretmektedir. Bu açıklamayı el-Ferrâ' yapmıştır. "Ve onlara adaletli davranmanızı" yani akrabalık bağını gözeterek malınızdan bir kist (bir bölüm; âyet-i kerimede "adaletli davranma" anlamını veren "kist" ile aynı kökten) vermenizi yasaklamaz demektir. Yoksa bu âyet ile adaleti kastetmemektedir. Çünkü adalet savaşan kimseler hakkında da, savaşmamış kimseler hakkında da farzdır. Bu açıklamayı İbnu'l-Arabî yapmıştır. 3- Müslüman Evlâdın Kâfir Babasına Nafaka Verme Yükümlülüğü Var mıdır?: Kadı Ebû Bekr "el-Ahkâm (Ahkâmu'l'Kur'ân)" adlı eserinde şunları söylemektedir: "Kendisine (ilmi dolayısıyla) imrenilenlerden bazıları, müslüman evlâdın kâfir babasına nafaka vermesinin vacib olduğuna bu âyeti delil göstermiş bulunmaktadır. Ancak bu büyük bir yanılmadır. Çünkü bir hususa izin vermek yahut onun yasaklanışını terketmek o işin vacib olduğuna delil teşkil etmez. Bu ancak özel olarak mübahlığı ifade eder. İsmail b. İshak el-Kadî'nin yanına bir zımminin girdiğini ve kadının da ona ikramda bulunduğunu, hazır bulunanların bundan dolayı ona itiraz etmesi üzerine onlara karşı bu âyet-i kerimeyi okuduğunu da daha önceden zikretmiş bulunuyoruz.” 9Allah, ancak sizinle dininiz sebebiyle savaşmış, sizi yurtlarınızdan çıkarmış ve çıkarılmanıza yardım etmiş kimseleri veli edinmenizi size yasaklar. Kim onları veli edinirse, İşte onlar zâlimlerin ta kendileridir. "Allah, ancak sizinle dininiz sebebiyle savaşmış" din uğrunda sizinle mücadele etmiş "ve sizi yurtlarınızdan çıkarmış" bunlar Mekkelilerin azgın kâfirleri idi "ve çıkarılmanıza yardım etmiş"; bunlar da Mekke müşrikleri idi; "kimseleri veli edinmenizi size yasaklar," Bu âyetteki; “...menizi" lâfzı, daha önceden de "iyilik yapmanızı" âyetinde açıklandığı üzere bedel olarak cer konumundadır. "Kim onları veli" dostlar, yardımcılar ve sevilen kimseler "edinirse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir." 10Ey Îman edenler! Mü’min kadınlar, hicret edenler olarak size geldiklerinde, onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilendir. Şayet onların mü’min kadınlar olduğunu görürseniz, onları kâfirlere geri döndürmeyin. Hem bu kadınlar o erkeklere helâl değildir; hem de o erkekler bu kadınlara helâl olmaz. O erkeklere de harcadıklarını verin. Kendilerine mehirlerini verdiğiniz takdirde o kadınları nikâhlamanızda size vebal yoktur. Kâfir zevceleri de nikâhınız altında tutmayın. Siz de harcadığınızı isteyin, onlar da harcadıklarını istesinler. Bunlar Allah'ın hükümleridir. Aranızda O, hükmeder. Allah en iyi bilendir, Hakimdir. "Ey îman edenler! Mü’min kadınlar, hicret edenler olarak size geldiklerinde, onları İmtihan edin..." âyetine dair açıklamalarımızı onaltı başlık halinde sunacağız: 1- Âyet-i Kerîme'nin Nüzul Sebebi: Yüce Allah, müslümanlara müşrikleri dost ve yardımcı edinmeyi yasaklaması, bu müslümanların müşriklerin yurdunu bırakıp müslümanların yurduna hicret etmelerini gerektirdi. Evlilik ve nikâhlanmak ise dostluk sebeplerinin en sağlamı olduğundan dolayı "ey îman edenler, mü’min kadınlar, hicret edenler olarak size geldiklerinde..." âyeti ile kadınların hicret etmelerine dair hükümleri açıklamaktadır. İbn Abbâs dedi ki: Hudeybiye'de Kureyş müşrikleri ile (Peygamber) kendisine gelen Mekkelileri onlara geri çevirmek üzere antlaşmış idi. Antlaşmanın yazılışından sonra ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) henüz Hudeybiye'de bulunuyor iken el-Haris kızı Eslemli Saîde geldi. Kâfir olan kocası Sayfî b. er-Rahib adamın -Müsafir el-Mahzûmî olduğu da söylenmiştir- gelip: Ey Muhammed, dedi. Bana hanımımı geri ver çünkü sen bu şartla antlaşma yapmış bulunuyorsun. İşte henüz kitabımızın (yazışmamızın) çamuru (mühürü) daha kurumadı. Bunun üzerine yüce Allah, bu âyet-î kerimeyi indirdi. Bir diğer görüşe göre Ukbe b. Ebi Muayt'ın kızı Um Külsum geldi. Yakınları gelip, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan onu kendilerine geri vermesini istedi. Bir başka açıklamaya göre (Um Külsum) kocası Amr b. el-Âs'dan, beraberinde iki kardeşi İmare ve el-Velid ile birlikte kaçmıştı. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kardeşlerini geri vermekle birlikte Um Külsum'u alıkoydu. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a: Antlaşma şartı gereği onu da bize geri ver, dediler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu; "Antlaşmada koşulan şart, erkekler hakkında idi. Kadınlar hakkında değildi." Bunun üzerine yüce Allah bu âyet-i kerimeyi indirdi. Urve'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Süheyl b. Amr'in Hudeybiye günü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a koştuğu şartlar arasında şu da vardı: Bizden herhangi bir kimse yanına gelecek olursa, senin dinin üzere olsa dahi onu mutlaka bize geri vereceksin. Nihayet yüce Allah mü’minler hakkında bilinen âyetini indirdi. O, bu sözleri ile bu şartın kadınlar hakkında bu âyet ile neshedilmiş olduğuna işaret etmektedir. Yine denildiğine göre gelen kadın Bişr’in kızı Umeyme'dir. O Sabit b. eş-Şimrâh'ın hanımı idi. O sırada henüz kâfir iken ondan kaçmıştı. Onunla Sehr b. Huneyf evlendi, ondan Abdullah adındaki oğlu dünyaya geldi. Bu açıklamayı da Zeyd b. Habib yapmıştır. el-Maverdî de aynı şekilde Sabit b. eş-Şimrâh'ın hanımı olan Bişr kızı Umeyme... demiştir. el-Mehdevî dedi ki: İbn Vehb'in Halid'den rivâyetine göre bu âyet-i kerîme Amr b. Avfoğullarından Bişr kızı Umeyme hakkında inmiştir. Bu Hassan b. ed-Dahdah'ın hanımı idi. Hicret ettikten sonra onunla Sehl b. Huneyf evlenmişti. Mukâtil dedi ki: Bu kadın Mekkeli müşriklerden birisi olan Sayfî b. er-Rahib'in hanımı Saîde adında bir kadın idi. Ancak ilim ehlinin çoğunluğunun kabul ettiğine göre bu kadın Ukbe kızı Um Külsûm idi. Kadınların antlaşmanın kapsamına lâfzan mı, yoksa genel ifadeler dolayısı ile mi girdikleri hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Bir kesim şöyle demiştir: Kadınların geri çevrilmesi şartı antlaşmanın açık bir lâfzı olarak ifade edilmiştir. Yüce Allah, onların geri çevrilmesini öngören lâfzı neshedip bunu yasaklamış, erkekler hakkında olduğu gibi bırakmıştır. Bu, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ahkâm ile ilgili hususlarda ictihad edip görüşünü ortaya koyabileceğine; fakat yüce Allah'ın hatalı ictihadlarını olduğu gibi bırakmayacağına delil teşkil etmektedir. Bir başka kesim ilim adamı da şöyle demektedir: Antlaşma akdinde kadınların lafzen geri çevrilmesi şartı koşulmamsştı. Akit müslüman olanların geri verilmesi hususunda mutlak bir İfade taşıyordu. İfadenin genel oluşu zahiren erkeklerle beraber kadınları da kapsamasını gerektiriyordu. Ancak yüce Allah, onların bu genel ifadenin dışında kaldıklarını beyan etmiş, iki sebeb dolay:sı ile kadınlarla erkekler arasında fark olduğunu belirtmiştir: 1- Kadınlar kâfir erkeklere haramdırlar. 2- Kadınlar daha ince kalpli ve erkeklere göre daha çabuk karar değiştirebilen kimselerdirler. Müslümanlara gelmekle birlikte, şirkini sürdüren bir kadın ise (antlaşma gereği) onlara geri çevirilecekti. 3- Hicret Eden Mü’min Kadınların İmtihan Edilmeleri: "Onları imtihan edin" âyeti ile ilgili olarak şöyle denilmiştir: Bu kadınlardan kocasına zarar vermek isteyen: Ben de Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanına hicret edeceğim, diyordu. Bundan dolayı yüce Allah, Rasûlüne kadınların imtihan edilmesini emretmişti. Onları ne ile imtihan ettiği hususunda üç farklı görüş ileri sürülmüştür. 1- İbn Abbâs dedi ki: İmtihan o kadına kocasından nefret ettiği için, herhangi bir yeri diğerine daha çok tercih ettiği için, dünyalık istediği yahutta bizden bir adama aşık olduğu için, hicret etmediğine; aksine sadece Allah ve Rasûlünü sevdiği için hicret ettiğine Allah adına yemin ettirilmesinden ibaret idi. Eğer buna dair kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah adına yemin edecek olursa, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onun eski kocasına mehrini ve (evlilik dolayısıyla) yapmış olduğu harcamaları geri verir, kadını ona geri vermezdi. İşte yüce Allah'ın: "Şayet onların mü’min kadınlar olduğunu görürseniz, onları kâfirlere geri döndürmeyin. Hem bu kadınlar o erkeklere helâl değildir, hem de o erkekler bu kadınlara helâl olmaz" âyete bunu anlatmaktadır. 2- İmtihan, kadının Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna şahitlik etmesi şeklinde idi. Bu açıklamayı da İbn Abbâs yapmış. 3- Bu imtihan sûrenin, bundan sonra gelen yüce Allah'ın: "Ey Peygamber! Mü’min kadınlar sana gelip..." (60/12. âyet) âyetinde açıklanan şekilde yapılıyordu. Âişe (radıyallahü anhnhâ) dedi ki: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ancak yüce Allah'ın: "Mü’min kadınlar... sana bey'at etmeye geldikleri vakit" (el-Mumtehine, 60/12) âyeti ile imtihan ediyordu. Bunu Ma'mer, ez-Zühri'den o Âişe'den diye rivâyet etmiştir. Bu hadisi Tirmizi rivâyet etmiş ve: Bu hasen, sahih bir hadistir, demiştir. Tirmizî, V, 411; Müsned, VI, 163 4- Müslüman Erkeğin Kâfirlere Geri Verilmesinin Hükmü Nedir?: İlim adamlarının çoğu bu âyetin, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)vın Kureyşlilerle antlaştığı, Kureyşlilerden kendilerine gelen müslümanları geri çevireceğine dair hükmü neshettiği kanaatindedir. Bu âyet bu antlaşmanın kadınlar ile ilgili olan bölümünü kaldırmış olmaktadır. Sünnetin Kur'ân ile neshedilebileceği görüşünde olanların benimsediği görüş budur. Bazı âlimler de şöyle demişlerdir: Bu erkekler hakkında da, kadınlar hakkında da tümüyle neshedilmiştir. İmâmın (İslam devlet başkanının) düşman ile kendisine müslüman olarak gelen kimseleri kâfirlere geri vereceğini antlaşma şartı olarak kabul etmesi câiz değildir. Çünkü müslüman bir kimsenin şirk topraklarında ikameti câiz olmaz. Kûfeli fukahânın benimsediği görüş budur. Ancak, İmâm Mâlik'e göre bu şart ile barış antlaşması yapılabilir. Kûfeliler bu hususta benimsedikleri görüşe İsmail b. Ebi Halid yoluyla gelen şu hadisi delil göstermişlerdir: İsmail b. Ebi Halid, Kays b. Ebi Hazim'den, o Halıd b. Ebi'l-Velid'den rivâyet ettiğine göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Halid'i Has'amlılardan bir topluluk üzerine gönderdi. Onlar secde ederek kendilerini korumaya çalıştılar. Fakat onları öldürdü, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) da onların herbirisi için yarımşar diyet ödedi ve: "Ben dar-u'l harbte herhangi bir müşrik ile birlikte ikamet eden herbir müslümandan uzağım. Onların her ikisinin ateşi birbirini görmemelidir." Taberâni, Kebîr, IV, 114; Beyhaki, es-Sünetıu'l-Kübrâ, VIII, 131 (az farkla) İşte Kûfefi ilim adamları derler ki: Bu müslüman erkeklerin de müşriklere geri verileceği hükmünü neshetmektedir. Çünkü Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) daru'l harbte müşriklerle birlikte ikamet edenlerden uzak olduğunu belirtmiştir. Mâlik ve Şâfiî'nin görüşüne göre ise bu hüküm nesholmuş değildir. Şâfiî der ki: Böyle bir akdi ancak halife yahutta onun emredeceği bir kişi yapabilir. Çünkü halife bütün mallar üzerinde velayet sahibidir. Halife dışında kim böyle bir akit yapacak olursa, onun bu akdi reddolunur, 5- İmtihan Sonucu Mü’min Oldukları Anlaşılan Kadınlar Kâfirlere Geri Verilemezler: "Allah onların imanlarını daha iyi bilir." Yani bu imtihan sizin içindir. Allah, onların imanlarını en iyi bilendir, Çünkü gizlilikleri bilen O'dur. "Şayet" dışa vuran şekliyle "mü’min kadınlar olduklarını görürseniz" bir diğer açıklamaya göre imtihan etmeden önce onların îman etmiş kadınlar olduklarını bilirseniz "onları kâfirlere geri döndürmeyin. Hem bu kadınlar o erkeklere helal değildir, hem de o erkekler bu kadınlara helal olmaz." Yani yüce Allah mü’min bir kadını kâfir bir erkeğe helal kılmadığı gibi, mü’min bir erkeğin müşrik bir kadını nikâhlamasını da helal kılmamıştır. İşte bu, müslüman kadının kocasından ayni masını gerektirenin hicreti değil, müslüman oluşu olduğunun en açık delilidir. Ebû Hanife ise: Onların birbirlerinden ayrılmasını gerektiren husus, aralarındaki dar ihtilâfıdır demiştir. İmâm Mâlik mezhebinde buna dair bir işaret hatta açık bir ibare de vardır. Fakat doğru olanı birincisidir. Çünkü yüce Allah: "Hem bu kadınlar o erkeklere helâl değildir. Hem de o erkekler bu kadınlara helâl olmaz" diye buyurmakta ve helâl olmayışlarının sebebinin müslümanlık olduğunu, dar ihtilafı olmadığını açıklamaktadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Ebû Ömer (b. Abdi’l-Berr) şöyle demektedir: Ne Kitapta, ne sünnette, ne de kıyasta her iki dar arasında bir fark sözkonusu değildir. Bu hususta asıl gözönünde bulundurulan dinlerin ayrılığıdır. Her ikisinin dini ayrı olmakla ya da her ikisinin dini aynı olmakla hüküm verilir. Dar farkına göre değil. Yardım Allah'tandır. 6- Dâr-ı İslâm'a Kabul Edilen Kadına Kocasının Yaptığı Harcamaların Geri Verilmesi: "O erkeklere de harcadıklarını verin" âyeti ile yüce Allah, müslüman kadın eğer dar-ı İslamda alıkonulacak olursa, kocasına yaptığı harcamaların geri verilmesini emretmektedir. Bu da ahde bağlı oluşun bir gereğidir. Çünkü İslamın haram kılması sebebiyle kocanın hanımı ile birlikteliği yasaklanınca, yüce Allah kocaya malının geri verilmesini emretmektedir. Tâ ki, bu gibi erkekler hem hanımlarını, hem de mallarını yitirmek suretiyle iki cihetten de zararla karşılaşmak sözkonusu olmasın. 7- Hanımı Hicret Etmiş Olan Kâfir Kocaya Tazminat Ödenmesinin Şartları: Kâfir koca istemediği sürece tazminat ödemek sözkonusu değildir. Kâfir koca gelip de hanımını isteyecek olursa biz ona hanımını vermeyiz, fakat yaptığı harcamaların tazminatını öderiz. Şayet kocasının gelişinden önce hanımı ölürse mehrinin tazminatını ödemeyiz. Çünkü onun istemesi ve bizim vermeyişimiz tahakkuk etmemiş olur. Eğer miktar olarak tesbit edilen mehir şarab ya da domuz ise hiçbir şey tazminat ödemeyiz. Çünkü (bize göre) bunların hiçbir kıymeti yoktur. Bu âyet ile ilgili olarak Şafii'nin iki görüşü vardır. Birincisine göre bu hüküm nesholmuştur. Şafii der ki: Kendileriyle antlaşma yapılmış kimseler arasından hür bir kadın, dar-ı harbten hicret eden bir müslüman olarak barış yurdunda yahut dar-ı harbte bulunan İmâma (müslümanların başkanına) hicret edip gelecek olursa, kocası dışında herhangi bir veli onu geri isteyecek olursa, herhangi bir tazminat ödemek sözkonusu olmaksızın o hanım ona geri verilmez. Şayet kocası hanımını kendisi adına ya da ondan başkası onun verdiği vekâlete binaen isteyecek olursa, bu hususta da iki görüş vardır. Birincisine göre ona tazminat Ödenir. Bu hususta kabul edilmesi gereken hüküm yüce Allah'ın âyetidir. Bir diğer görüşe göre ise hanımı müslüman olarak gelmiş bulunan müşrik kocaya herhangi bir bedel ödenmez. "Eğer İmâm kadınların geri verilmesini şart koşacak olursa, bu şart geçersizdir. Bu görüşü kabul eden şunu da söyler: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Hudeybiye'de antlaşmaya taraf olan kimselere, onlardan gelenleri geri çevirme şartını koşmuştu. Kadınlar da onlar arasında idi ve bu sahih bir şart idi. Ancak yüce Allah bu şartı neshetmiş ve bedel (tazminat) ödenmesini öngörmüştür. Önce yüce Allah sonra da onun Rasûlü kadınların geri verilmeyeceğine hüküm verdiğinden ötürü kadınların geri verileceği şartı nesholmuş ve onun herhangi bir bedel (tazminat) ödeme yükümlülüğü artık kalmamıştır, Çünkü nesholmuş şartı, batıl bir şarttır. Batıl olan bir şartın ivazı (tazminatı) ise sözkonusu değildir." Tırnak içindeki bu ifadelere tercümeye esas aldığımız, baskıda tekabül eden bölümdeki ibareleri müstensihlerin karıştırdıkları anlatılmakladır, bu sebeple Arapça baskıyı hazırlayanlar bu ibarelerin alındığı "en-Nehhâs'ın "en-Nâsih ve'l-Mensûh" adlı eserinden buna tekabül eden bölümleri dipnotta kaydetmiştirler. Biz de tercemeye bu bölümü esas aldık. 8- Hicret Eden Mü’min Kadınlar İçin Kocalarına Tazminat Ödemekle Yükümlü Olan Kimdir?: Yüce Allah, kocaların hanımlarına yaptıkları harcamalar kadarının geri verilmesini emretmiş bulunmaktadır. Bu emrin muhatabı İmâmdır. O elinin altındaki Beytu'l-Mal'den muayyen bir harcama yeri bulunmayan mallardan bu tazminatı öder. Mukâtil dedi ki: Mehri o kadın ile evlenecek olan müslüman kişi öder. Eğer herhangi bir müslüman onunla evlenmeyecek olursa kâfir olan kocasının alacak bir şeyi olmaz. Katade de şöyle demiştir: Mehrin ödenmesi ile ilgili hüküm ancak kendileriyle antlaşma yapılmış olanların kadınları hakkında sözkonusudur. Kendileri ile müslümanlar arasında antlaşma bulunmayan hanımların kocalarına mehir geri verilmez. Durum onun dediği gibidir. 9- Müslüman Olup Hicret Etmiş Kadınla Evlenmekte Sakınca Yoktur: "... O kadınları nikâhlamanızda sîze vebal yoktur" âyetinde kastedilen müslüman olup iddetleri bittiği takdirde (nikâhlamalarında vebal yoktur), demektir. Çünkü müşrik olan kadın ile iddet bekleyen kadının nikâhlanmasının haram olduğu sabittir. Şayet o kadın ile gerdeğe girilmeden önce müslüman olacak olursa, derhal ona nikâh yapılabilir ve kadın evlenebilir. "Kendilerine mehirlerini verdiğiniz takdirde" âyeti ile yüce Allah bu kadınları mehirlerini ödemek şartıyla nikâhlamayı mubah kılmıştır. Çünkü kadının müslüman olması, kâfir olan kocasından ayrı kalmasını gerektirir. "Kâfir zevceleri de nikâhınız altında tutmayın" âyetindeki: "Tutmayın" anlamındaki âyet genellikle: "Tutmak"tan gelen bir fiil olarak okunmuştur, Ebû Ubeyd'in tercihi de budur. Buna sebeb ise yüce Allah'ın: "Artık onları ya iyilikle tutun..." (el-Bakara, 2/231) âyetidir. el-Hasen, Ebû'l-Âl-iye ve Ebû Amr ise şeddeli olarak: diye Sıkı tutmak"tan gelen bir fiil olarak okumuşlardır. "Tuttu, tutar" kullanımının da anlamında olduğu söylenir. "Te" harfi üstün olarak: diye de okunmuştur ki bu da; takdirindedir. “Nikâhlar" lâfzı 'in çoğulu olup, bu da kendisi ile korunulan şey, demektir. Burada "ismet: korumak, korunuş" nikâh anlamındadır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Her kimin Mekke'de kâfir bir hanımı var ise ona itibar etmesin. Çünkü o, onun için bir hanım değildir. Artık aralarındaki dâr ihtilâfı dolayısıyla o kadının nikâhı kesilmiş bulunmaktadır. en-Nehaî'den şöyle dediği nakledilmiştir: Burada kastedilen dar-ı harbe gidip orada kâfir olan müslüman kadındır. Kâfirler önceleri müslüman hanımlarla evleniyor, müslüman erkekler de müşrik kadınlarla evleniyorlardı. Daha sonra bu husus, bu âyet-i kerîme ile neshedildi. Bunun üzerine Ömer b. el-Hattâb Mekke'de bulunan müşrik iki tane hanımını boşadı. Bunlardan birisi Ebû Umeyye'nin kızı Kureybe idi. Onunla Muaviye b. Ebi Süfyan evlendi. Her ikisi de o zaman Mekke'de müşrik idiler. İkincisi ise Huzâalı ve Abdullah b. el-Muğîre'nin annesi olan Amr kızı Um Külsum idi. Bununla da o zaman kendisi de müşrik olan Ebû Cehm b. Huzafe evlendi. Ömer halifeliğe geçince, Ebû Süfyan, Muaviye'ye; "Kureybe'yi Ömer elinden kaçırılmış olan bir şeyi elinde bulmasın diye boşa!" dedi ise de Muaviye bunu kabul etmemişti. Talha b. Ubeydullah'ın yanında da Rabia b. el-Haris b. Abdu’l-Muttalib'in kızı Ervâ vardı. İslam onların birbirlerinden ayrılmasını gerektirdi. Daha sonra İslam döneminde Halid b. Said b. el-Âs onunla evlendi. Bu kadın kâfir kadınlar arasından Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a kaçıp gelen kadınlardan idi. Onu geri vermeyip Halid ile evlendirdi. Yine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) müslüman olmadan önce kızı Zeyneb'i Ebul-Âs b. el-Rabî' ile evlendirmişti. Daha sonra kendisi de, arkasından kocası da müslüman oldu. Abdu'r-Rezzak'ın, İbn Cüreyc'ten, onun bir adamdan, onun da İbn Şihab'dan naklettiğine göre İbn Şihab şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın kızı Zeyneb müslüman oldu ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan sonra ilk hicret döneminde hicret etti. Kocası Ebû'l-Âs b. el-Rabî' Abdu’l-Uzza ise Mekke'de müşrik idi... Ondan gelen bu rivâyette kocasının Zeyneb'ten sonra İslâm'a girdiği belirtilmektedir. en-Nehaî de böyle demiştir. en-Nehaî dedi ki: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın kızı Zeynep, Ebû'l-Âs b. el-Rabi'nin hanımı idi. Müslüman olduktan sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanına gelmişti. Daha sonra kocası da Medine'ye geldi. Zeynep ona eman verdi, o da İslama girdi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyneb'i ona tekrar geri verdi. Ebû Davud, İkrime'den o İbn Abbâs'tan rivâyetle dedi ki: Onu ilk nikâh ile (kocasına geri verdi) ve yeni herhangi bir akid yapmadı. Muhammed b. Ömer naklettiği hadisinde 'altı yıl sonra" demiştir. el-Hasen b. Ali ise iki yıl sonra demiştir Ebû Dâvûd, II. 272: avnca bk. Dârakutnî III. 254. Ebû Ömer (b. Abdi’l-Berr) dedi ki: Eğer bu rivâyet sahih ise şu iki halden biri sözkonusudur: Ya kocası İslama girinceye kadar ay hali olmamıştır yahutta onunla ilgili emir yüce Allah'ın: " ...Kocaları onları geri almaya daha çok hak sahibidirler" (el-Bakara, 2/228) âyeti ile neshedilmiştir ki; burada kasıt, iddetleri içerisindeki süredir. Bu âyet ile iddetin kastedildiği hususunda ilim adamları arasında görüş ayrılığı yoktur. İbn Şihab ez-Zührî; -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- Zeyneb (radıyallahü anhnhâ)'ın başından geçen bu olay ile ilgili olarak, bu ferâiz (miras hukukun)a dair hükümlerin inişinden önce olmuştu, demişti. Katade de şöyle demiştir: Bu mü’minlerle müşrikler arasındaki antlaşmaların sona ereceğini belirten et-Tevbe Sûresi'nin inişinden önce idi. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 12- Kâfir (Müşrik) Kadınlarla Nikâhlanmak ve Kocası Müslüman Olan Kâfir Kadınların Hühmü: "Kâfir zevceleri de nikâhınız altında tutmayın" âyetinde kastedilen kâfir kadınlar, ilk olarak nikâhlanmaları câiz olmayan puta tapan kadınlardır. Buna göre bu âyet kitab ehli dışında kalan kâfir kadnlara hastır. Bunun umumi olup daha sonra kitab ehli kadınlarının bu umumdan neshedildiği de söylenmiştir. Yoksa âyet-i kerimenin zahirine göre hiçbir kâfir kadın hiçbir şekilde helal olmaz. Birinci görüşe göre putperest ya da mecusi bir erkek müslüman olup da hanımı müslüman olmazsa birbirlerinden ayrılırlar. Bazı ilim adamlarının görüşleri budur. Kimileri de iddetin tamamlanması beklenir, demiştir. Kadına müslüman olması teklif edilmekle birlikte İslâm'a girmezse, derhal birbirlerinden ayrılırlar ve iddetin tamamlanması beklenmez, diyenler arasında Malik b. Enes vardır. Bu aynı zamanda el-Hasen, Tavus, Mücahid, Atâ, İkrime, Katade ve el-Hakem'in de görüşüdür. Bunlar yüce Allah'ın: "Kâfir zevceleri de nikâhınız altında tutmayın." âyetini delil göstermişlerdir. ez-Zührî'ye göre kadının iddetinin tamamlanması teklenir. Bu Şafii ve Alv med'in de görüşüdür. Delil olarak Ebû Süfyan b. Harb'ın, hanımı Utbe kızı Hind'den önce müslüman olduğunu göstermişlerdir. Ebû Süfyan Mervu'z-Zahran denilen yerde müslüman olmuş, daha sonra Mekke'ye geri döndüğünde Hind küfrü üzere devam eden bir kadın iken, onun sakalını tutarak: Şu sapık ihtiyarı öldürünüz, demişti. Hind de ondan birkaç gün sonra İslama girmiş ve her ikisi de nikâhlan üzere kalmışlardı. Çünkü henüz Hind'in iddeti bitmiş değildi. Bu görüşün sahipleri derler ki: Hakîm b. Hizam da bu durumdadır. O da hanımından önce İslama girmiş, hanımı ondan sonra müslüman olmuş ve her ikisi de nikâhları üzere kalmaya devam etmişti. Şafii der ki: Yüce Allah'ın; "Kâfir zevceleri de nikâhınız altında tutmayın" âyetini delil gösterenlerin lehine bu âyette delil olacak bir taraf yoktur. Çünkü müslüman kadınlar zaten kâfir erkeklere haram kılınmıştır. Tıpkı müslüman erkeklere kâfir, putperest ve mecusi kadınların yüce Allah'ın: "Hem bu kadınlar o erkeklere helâl değildir, hem de o erkekler bu kadınlara helâl olmaz" âyeti dolayısı ile helâl değildir. Daha sonra sünnet, yüce Allah'ın bu âyetle kadın ve erkekten müslüman olmayan kimsenin iddet süresi içerisinde müslüman olması dışında birbirlerine helâl olmayacağı hükmünü murad ettiğini açıklamıştır. Kûfeli ilim adamları olan Süfyan, Ebû Hanife ve arkadaşları, zımmî olan kâfirler hakkında şöyle demişlerdir: Kadın müslüman olduğu takdirde, kocasına müslüman olması teklif edilir. Kocası müslüman olursa mesele yok, aksi takdirde birbirlerinden ayrılırlar. Yine onlar derler ki; Eğer her ikisi de harbi iseler (yani dar-ı harbe tabi iseler) her İkisi ister dar-ı harbte, ister dar-ı İslamda bulunsunlar kadın üç defa ay halt oluncaya kadar onun karışıdır. Eğer birileri dar-ı islamda, diğeri dar-ı harbte bulunuyor ise, o vakit aralarındaki nikâh bağı sona erer, diyerek dar farkını gözönünde bulundurmuşlardır. Ancak bunun fazlaca bir kıymeti yoktur. Bu görüş daha önce geçmiş bulunmaktadır. 13- Bu Durumdaki Nikâhlı Kadın ile Gerdeğe Girilmemiş İse: Bu görüş ayrılığı sadece kendisiyle gerdeğe girilmiş olan kadın hakkındadır. Eğer kadın ile gerdeğe girilmemiş İse İkisi arasındaki nikâh bağının sona ereceği hususunda bildiğimiz bir görüş ayrılığı yoktur. Çünkü bu durumda kadının iddet bekleme yükümlülüğü olmaz. Kocası müslüman kaldığı halde irtidad eden kadın hakkında da Malik aynı şekilde her ikisi arasındaki nikâh bağı sona erer, demiştir. Delili de: "Kâfir zevceleri de nikâhınız altında tutmayın" âyetidir. Bu aynı zamanda Hasan-ı Basri ve el-Hasen b. Salih b. Hayy'ın da görüşüdür. Şafii ve Ahmed'in görüşüne göre ise kadının îddetinin tamamlanması bekleneceği şeklindedir. 14- Hristiyan Olan Eşlerden Hanım Müslüman Olursa: Eşler hristiyan olup hanım müslüman olacak olursa, yine bu hususta görüş ayrılığı vardır. Malik, Ahmed ve Şafii'nin görüşüne göre iddetin tamamlanmasına kadar beklenilir. Mücahid'in görüşü de budur. Kendisi putperest olan erkeğin hanımı müslüman olursa yine durum böyledir. Eğer ıddeti içerisinde erkek müslüman olacak otursa, hanımını almaya herkesten daha çok hak sahibi odur. Nitekim Safvan b. Umeyye ve İkrime b. Ebi Cehil de -İbn Şihab'ın naklettiğine göre- hanımlarının iddeti bitmeden müslüman olmaları üzerine kendi hanımlarını almaya herkesten daha çok hak sahibi olmuşlardı. Bunu da Mâlik Muvatta’’ında zikretmektedir. İbn Şihab dedi ki: Safvan ile hanımının müslüman olmaları arasında bir aya yakın bir süre geçmiştir. Yine İbn Şihab şöyle demiştir: Kocası kâfir ve dar-ı harbte kalmakla birlikte Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a hicret eden ne kadar kadın varsa mutlaka hicreti dolayısıyla kocası ile arasının ayrıldığına dair haberler bize ulaşmış, bunun aksini bildiren (bir haber) ulaşmış değildir. Ancak kocası iddeti bitmeden önce muhacir olarak gelmiş olması hali müstesnadır. Beyhakî, es-Sünenü't-Kübra, VII, 137 Bazı âlimler de her ikisi arasındaki nikâh bağı fesholur, demiştir. Yezid b. Alkame dedi ki: Dedem müslüman olduğu halde ninem müslüman olmamıştı. Ömer (radıyallahü anh) onların nikâhının sona erdiğine hüküm vermiş ve onları birbirinden ayırmıştı. Bu aynı zamanda Tavus'un da görüşüdür. Aralarında Atâ, el-Hasen ve İkrime'nin de bulunduğu onun dışındaki bir topluluk ise: Yeniden ona talib olmadıkça onu nikâhı akında tutabilmesi imkânı yoktur, demişlerdir. 15- îrtidad Edip Dâr-ı Harbe Sığman Kadın ile Müslüman Olup Dâr-ı İslâm'a Hicret Eden Kadının Mehri: "Siz de harcadığınızı İsteyin, onlar da harcadıklarını istesinler" âyeti ile ilgili olarak müfessirler şöyle demişlerdir: Antlaşma tarafında bulunan ve irtidad edip kâfirlere sığınan müslüman kadınlar olursa, kâfirlere: Bu kadının mehrini veriniz, denirdi. Kâfir kadınlardan birisi müslüman olup hicret ederek gelecek olursa müslümanlara: O kadının mehrini kâfirlere geri veriniz, denilirdi. Bu, her iki hal ile ilgili insaflı ve adaletli bir hüküm idi, Yine bu hüküm o zamana ve sırf bu olaya has olduğu ümmetin icmaı ile kabul edilmiştir. Bu açıklamayı İbnu'l-Arabî yapmıştır. 16- İşte Allah'ın Hükmü Budur: "Bunlar" yani bu âyet-i kerimede sözü edilenler "Allah'ın hükümleridir. Aranızda O hükmeder, Allah en iyi bilendir, Hakimdir." Buna dair açıklamalar da daha önce birden çok yerde (meselâ, el-Bakara, 2/32. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. 11Eğer zevcelerinizden kâfirlere bir şey geçerse, siz de ardarda onlarla savaşırsanız eşleri gitmiş olanlara harcadıklarını veriniz, îman etmiş olduğunuz Allah'tan da korkun. Bu âyete dair açıklamalarımızı üç başlık halinde sunacağız: 1- Âyetin Nüzul Sebebi ve Hanımları Kâfirlere Kaçan Müslümanlara Tazminat Ödenmesi: "Eğer zevcelerinizden kâfirlere bir şey geçerse..." âyeti ile ilgili olarak rivâyet edilen haberde belirtildiğine göre (bir önceki âyet-i kerimenin hükmü ile ilgili olarak) müslümanlar: Biz Allah'ın hükmüne razıyız deyip, bu hususta (gereğini yapmaları için) müşriklere mektup yazdılarsa da onlar bunu uygulamayı kabul etmediler. Bunun üzerine: "Eğer zevcelerinizden kâfirlere bir şey geçerse siz de ardarda onlarla savaşırsanız, eşleri gitmiş olanlara harcadıklarını veriniz" âyeti nazil oldu. ez-Zührî'nin Urve'den rivâyetine göre Âişe (radıyallahü anhnhâ) şöyle demiştir Şanı yüce: Allah aranızda hüküm verdi ve şöyle buyurdu; Siz de harcadığınızı İsteyin, onlar da harcadıklarını istesinler." Bunun üzerine müslümanlar müşriklere: Allah aramızda şu hükmü vermiş bulunuyor: Size bizden bir kadın gelecek olursa, onun mehrini bize göndereceksiniz. Sizden bize bir kadın gelecek olursa, biz de size onun mehrini göndereceğiz. Bunun üzerine müşrikler onlara şunu yazdılar: Bizler sizin bizde alacak bir şeyiniz olduğunu bilmiyoruz. Eğer bizim sizde alacak bir şeyimiz varsa onu bize gönderiniz. Bunun üzerine yüce Allah şu âyeti İndirdi: "Eğer zevcelerinizden kâfirlere bir şey geçerse, siz de ardarda onlarla savaşırsanız, eşleri gitmiş olanlara harcadıklarını veriniz." İbn Abbâs da yüce Allah'ın: "Bunlar Allah'ın hükümleridir. Aranızda O, hükmeder" âyeti şu demektir: Yani o müslümanlar ile Mekkeli antlaşmaklar arasında birbirlerine (mehirleri karşılıklı olarak) geri vermelerine hükmetmektedir. ez-Zührî dedi ki: Eğer arada antlaşma olmasaydı (hicret eden) kadınlar alıkonulur ve onların kocalarına herhangi bir mehir ödenmezdi. Katade ve Mücahid şöyle demişlerdir: Bu âyetle yalnızca hanımları (müşriklere) gitmiş olan erkeklere yaptıkları harcamaların bir benzerini fey' ve ganimetten vermekle emrolundular. Yine Katade ve Mücahid şöyle demişlerdir: Bu âyet hem bizimle kendileri arasında antlaşma bulunanlar, hem de antlaşma bulunmayan kimseler hakkındadır. Yine derler ki: (Mealde: "Ardarda onlarla savaşırsanız" anlamı verilen); "Kısas uygularsanız (misilleme yaparsanız)" demektir. "Eşleri gitmiş olanlara harcadıklarını veriniz" âyetinde kastedilen de verdikleri mehirlerdir. Bu âyet, bütün kâfirler hakkında umumidir. Yine Katade şöyle demiştir: Şayet hanımlarınızdan sizinle aralarında antlaşma bulunan kâfirlere giden olursa, bu sefer hanımları gitmiş olanlara yaptıkları harcamaların bir benzerini ödeyiniz. Daha sonra bu âyet et-Tevbe Sûresi ile nesholmuştur. ez-Zührî de: Bu uygulama Mekke'nin fethi ile son bulmuştur. Süfyan es-Sevrî: Bugün bununla amel olunmaz, demiştir, Kimileri de: Bu hüküm şu anda da sabittir, demiştir. Bu görüşü de el-Kuşeyrî nakletmiştir. 2- "Ardarda Savaşırsanız" Lâfzının Anlamı: "Ardarda onlarla savaşırsanız" (anlamı verilen lâfız) genel olarak: diye okunmuştur. Alkame, en-Nehaî, Humeyd ve el-A'rec ise ("elipsiz ve) "kaf" harfi şeddeli olmak üzere: diye okumuşlardır. Mücahid iye okumuş ve: "Onların size yaptıklarının benzerini yaparsanız" diye açıklamıştır. ez-Zührî ise "elif siz ve şeddesiz olarak: diye okumuştur. Mesrûk ve Şakik b. Seleme ise "kaf harfi şeddeli ve kesresiz olarak; diye okumuş ve; 'Ganimet alırsanız... diye açıklamıştır. Bütün bunlar aynı anlamı ihtiva eden değişik söyleyişlerdir. Nitekim: "Ganimet alırsanız..." anlamındadır. el-Kutebî de şöyle demiştir: "Ardarda onlarla savaşırsanız" âyeti ardı arkasına gazalar yaparsanız, demektir. İbn Bahr der ki: Yani sizler İrtidad eden kadını öldürmekle cezalandıracak olursanız, bu sefer onun kocasına müslümanların ganimetlerinden mehrini ödeyiniz. 3- Hanımları Kâfirlere Sığınmış Olan Müslüman Kocalara Verilecek Tazminat: "Eşleri gitmiş olanlara harcadıklarını veriniz" âyeti ile ilgili olarak İbn Abbâs şöyle demiştir: Yüce Allah buyuruyor ki: Eğer mü’min olan kadın Mekke kâfirlerine sığınacak olur da sizinle onlar arasında bir antlaşma bulunmayıp, kadının sizin aranızda müslüman bir kocası da varsa ve siz bir ganimet elde edecek olursanız, işte bu müslüman kocaya verdiği mehri, ganimet beşte birlik paylara ayrılmadan önce veriniz. ez-Zührî: Bu fey' malından verilir, demiştir. Yine ondan gelen rivâyete göre kocaya bu mehir, bize gelip sığınan kadınların (kocalarına ödenmesi gereken) mehir(in)den verilir. Bir görüşe göre âyet şu demektir: Eğer müşrikler kendilerine sığınan bu kadının mehrinin tazminatını ödemeyi kabul etmeyecek olurlarsa, siz de onların ahitlerini bozduğunuzu belirtin ve nihayet zafer elde ettiğiniz takdirde bu malı onlardan alın. el-A'meş: Bu âyet mensuhtur demiştir. Atâ ise: Hayır, hükmü sabittir, demiştir. Bütün bu görüşler daha önceden geçmiş bulunmaktadır. el-Kuşeyrî dedi ki: Âyet-i kerîme Ebû Süfyan'ın kızı Um el-Hakem hakkında inmiştir. Um el-Hakem irtidad etmiş ve Kureyşli kocası olan İyad b. Ganm'i terk etmişti. Kureyşliler arasından onun dışında herhangi bir kadın irtidad etmiş değildir. Daha sonra tekrar İslâm'a dönmüştür. es-Sa'lebî'nin İbn Abbâs'tan rivâyet ettiğine göre İslâm'dan dönüp müşriklere sığınan, hicret eden mü’minlerin hanımları altıdır: Fihroğullarından İyad (b. Ğanm b. Züheyr b.) Ebi Şeddad'ın hanımı olan Ebû Süfyan'ın kızı Um el-Hakem, Ömer b. el-Hattâb'ın hanımı Ummu Seleme'nin kızkardeşi Ebû Umeyye b. el-Muğire kızı Fatıma -Ömer (radıyallahü anh) hicret ettiğinde o hicret etmeyi kabul etmeyip irtidad etmişti-, Şemmas b. Osman'ın hanımı olan Ukbe kızı Berva, Hişam b. el-Âs'ın hanımı olan Abdu’l-Uzza kızı Abde, yine Ömer b. el-Hattâb'ın hanımı olan Cervel kızı Um Külsum ile Gaylan kızı Şehbe'dir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kocalarına hanımlarının mehirlerini ganimetten ödemişti. "...Allah'tan korkun" yani size vermiş olduğu emirleri yerine getirmemekten sakının, kaçının. 12Ey Peygamber! Mü’min kadınlar: "Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık yapmamaları, zina etmemeleri, çocuklarını öldürmemeleri, elleri ve ayakları arasında bir iftira düzüp getirmemeleri ve hiçbir marufta sana isyan etmemeleri" üzere sana bey'at etmeye geldikleri vakit, beyatlerini kabul et ve onlar için Allah'tan mağfiret dile! Şüphesiz ki Allah çok mağfiret edendir, çok mehamet edendir. Bu âyete dair açıklamalarımızı sekiz başlık halinde sunacağız: 1- Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Kadınlarla Bey'atleşme Şekli; Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'yi fethettikten sonra Mekkeli kadınlar gelip, ona bey'at ettiler. "Ey Peygamber! Mü’min kadınlar... üzere sana bey'at etmeye geldikleri vakit..." âyeti ile onlardan, ortak koşmamak üzere... bey'at alması emrolundu. Müslim'in Sahihinde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın hanımı Âişe (radıyallahü anha)'dan söyle dediği rivâyet edilmektedir: Mü’min hanımlar Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanına hicret ederek geldiklerinde yüce Allah'ın: "Ey Peygamber! Mü’min kadınlar: "Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık yapmamaları, zina etmemeleri... üzere sana bey'at etmeye geldikleri vakit..." âyeti gereği imtihan olunurlardı. Âişe dedi ki: Mü’min hanımlardan kim bu şartlan kabul ediyorsa o imtihan edilmeyi de ikrar ve kabul etmiş oluyordu. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) da hanımlar bunu sözleriyle ikrar edip kabul etti mi onlara; "Haydi gidin, ben sizinle bey'atleştim" diyordu. Allah'a yemin olsun ki Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın eli hiçbir kadının eline değmedi. Onlarla sadece söz ile bey'atleşti. Âişe dedi ki: Allah'a yemin ederim ki, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kadınlardan ancak yüce Allah'ın kendisine emrettiği şartlarla bey'atleşti. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın eli hiçbir kadının eline değmedi. O, onlardan söz aldı mı sözlü olarak: "Ben sizinle bey'atleştim" derdi Bahârl, V, 2025; Müslim, 1489; İbn Mâce, II, 959. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan rivâyet olunduğuna göre o kadınlar ile kendisinin eli ile kadınların eli arasında bir elbise parçası bulunduğu halde -onlara bey'at şartlarını koşuyor ve- onlarla bey'atleşiyordu. Denildiğine göre Rasûlullah erkekler bey'atini bitirdikten sonra, Safa tepesi üzerine Ömer (radıyallahü anh) onunla birlikte ve ondan biraz daha aşağı bir yerde oturdu. Hanımlara bey'at şartlarını koşuyor, Ömer de kadınlarla musafahalaşıyordu. Yine rivâyet edildiğine göre o bir hanımı Safa üzerinde durmakla görevlendirdi ve bu kadın onlarla bey'atleşti. İbnu’l-Arabî dedi ki: Bu zayıftır. Asıl Sahih'de bulunan rivâyete bakmak ve ona itibar etmek gerekir. Um Atiyye dedi ki: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye geldiğinde ensar hanımlarını bir evde topladı. Sonra bize Ömer b. el-Hattâb'ı gönderdi. Kapıda durup selam verdi, biz de selamını aldık. Ömer dedi ki: Ben Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın size gönderdiği elçisiyim. Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayınız, Kadınlar: Evet deyince, evin dışından elini uzattı, biz de evin içinden ellerimizi uzattık sonra da: Şahid ol Allah'ım dedi. Amr b. Şuayb'ın babasından, onun dedesinden rivâyetine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarla beyatleşecek olursa içinde su bulunan bir kab getirilmesini emreder, elini o kaba daldırır, sonra da hanımlara emir vererek onlar da ellerini o kaba daldırırlardı. 2- Ebû Süfyan'ın Hanımı Hind'in Bey'ati ve Bey'atte Şart Koşulan Âyetin Mahiyeti: Rivâyet edildiğine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamaları" deyince Uhud günü Hamza'ya yaptıklarından çekindiğinden ötürü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın kendisini tanıması korkusu ile yüzünü örtmüş alarak gelen Utbe kızı Hind: Allah'a yemin ederim ki, sen bizden erkeklerden aldığını görmediğimiz bir şartı istiyorsun, demişti. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da o gün erkeklerle sadece müslüman olmak ve cihad etmek şartı ile bey'atleşmişti. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Hırsızlık yapmamaları" diye buyuranca Hind: Ebû Süfyan cimri bir adamdır. Ben onun malından (ondan habersiz) ihtiyacımız için gerekeni alıyorum, dedi. Bunun üzerine Ebû Süfyan; O sana helal olsun deyince, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) güldü onu tanıyarak: "Sen Hind misin?" dedi. Hind: Allah geçmişi affetti, dedi. Daha sonra Peygamber: "Zina etmemeleri" diye buyurunca Hind: Hür bir kadın hiç zina eder mi? dedi. Sonra: "Çocuklarını öldürmemeleri" yani kız çocukları diri diri gömmeyip ceninlerini düşürmemeleri... deyince Hind: Biz küçükken onları besleyip büyüttük, sense Bedir günü onları öldürdün. Sen de, onlar da işi daha iyi bilirsiniz. Mukâtil 'in rivâyetine göre de şöyle demiştir: Biz küçükken onları besleyip, büyüttük, siz de büyüdükten sonra onları öldürdünüz. Sizler ve onlar durumu daha iyi bilirsiniz. Bunun üzerine Ömer b. el-Hattâb sırt üstü yatıncaya kadar güldü. Onun ilk çocuğu Hanzala b. Ebi Süfyan da Bedir günü öldürülmüş idi. Peygamber daha sonra: "Elleri ve ayakları arasında bir iftira düzüp götürmemeleri ve hiçbir marufta sana İsyan etmemeleri..." diye buyurdu. Denildiğine göre "elleri" yani laf taşıyıp götürmek suretiyle dilleri "ve ayakları arasında" âyeti ise, fercleri demektir. Bir diğer açıklamaya göre "elleri arasında" lâfzı öpmek ve el ile yoklamak "ayakları arasında" da cima demektir. Başkalarından olma çocukları kocalarının çocuklarıdır, diye iddia etmemeleri demek olduğu da söylenmiştir. Çoğunluğun (Cumhûrun) görüşü budur. Herhangi bir kadın başkasının çocuğunu bulup alır, onu kocasındanmış gibi gösterir ve: Bu benim senden çocuğumdur, dermiş. İşte bu da yalan ve iftira kabilindendir. Bir diğer açıklamaya göre; "elleri ve ayakları arasında" ifadesi çocuktan kinayedir. Çünkü çocuğu taşıdığı karnı önünde, çocuğun doğduğu yer olan ferci ayakları arasındadır. Her ne kadar bundan önce zina yasaklanmış kse de başka birisinden olma çocuğu kadının kendi kocasının çocuğu gibi göstermesi hususunda genel bir ifadedir. Rivâyet olunduğuna göre Hind bunları duyunca şöyle demiş: Allah'a yemin olsun ki, elbette ki uydurulan bir iftira çok çirkin bir iştir. Sen ancak en doğru ve güzel olanın ve üstün ahlâkî hasletlerin yerine getirilmesini emrediyorsun. Daha sonra yüce Allah: "Ve hiçbir marufta sana İsyan etmemeleri" diye buyurmaktadır. Katade ağıt yakmamaları ve onlardan hiçbir kadın yanında mahremi bulunmadıkça başbaşa bir erkekle kalmamaları... diye açıklamıştır. Said b. el-Müseyyeb, Muhammed b. es-Saib ve Zeyd b. Eslem de şöyle demişlerdir: Bu yüzlerini tırmalayarak yırtmamaları, yakalarını yırtmamaları, vay başıma gelenler! diye feryat ve figan etmeyip saçlarını (ağıt dolayısıyla) çözmemeleri, mahrem bir kimse olması müstesna erkekler ile (gizlice) konuşmamaları demektir. Um Atiyye'nin Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan rivâyet ettiğine göre bu âyet, ağıt yakmak hakkındadır. İbn Abbâs'ın görüşü de budur. Şehr b. Havşeb, Ummu Seleme'den onun Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan rivâyet ettiğine göre: "Ve hiçbir marufta sana isyan etmemeleri" âyetini "feryad ve figan ederek ağıt yakmaktır" diye açıklamıştır. Bu yolla Peygamber Efendimiz'e merfu' bir hadis olarak teşbit edemedik -Mus'ab b. Nûh dedi ki: Ben Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a bey'at eden hanımlardan oldukça yaşlı bir hanıma yetiştim, Bana yüce Allah'ın: "Ve hiçbir marufta sana isyan etmemeleri" âyeti hakkında Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan: "Ağıt yakmaktır" diye buyurduğunu rivâyet etti. Müsned, IV, 55 Müslim'in Sahih'inde Um Atiyye'den gelen rivâyete göre şu: "Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamaları... ve hiçbir marufta sana isyan etmemeleri üzere..." âyeti nâziî olunca, Peygamber: "Ağıt yakmak da bunun bir bölümüdür" diye buyurdu. Um Atiyye dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü dedim, filan oğulları bundan müstesna olsun, çünkü onlar cahiliye döneminde iken benimle birlikte ağıt yakmışlardı. Benim de onlarla birlikte ağıt yakmam mutlaka gerekir. Bunun üzerine Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Filan oğulları müstesna olsun" diye buyurdu. Müslim. II, 646; Buhârî, VI, 2637; Tirmizî, V, 411; Müsned, VI, 407, 40H Yine Um Atiyye'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) beyat ile birlikte bizden ağıt yakmamamıza dair söz aldı. Beş hanım müstesna bizden hiçbir hanım o sözüne bağlı kalmadı. Bunlar Um Süleym, Um el-Alâ ve Muaz'ın hanımı Ebû Sebre'nin kızı ya da Ebû Sebre'nin kızı ve Muaz'ın hanımıdırlar Buhârî, I, 440, VI, 2637; Müslim, I, 645, 646; Müsned, V, 84, VI, 408 Yine denildiğine göre buradaki "ma'ruf" Allah'a ve Rasûlüne itaat etmektir. Bu Meymûn b. Mihrân'ın görüşüdür. Bekr b. Abdullah el-Müzenî de şöyle demiştir: Kendilerinin hayrına ve iyiliğine olan hiçbir hususta sana isyan etmemeleri demektir, el-Kelbî dedi ki: Bu âyet, Allah'ın ve Rasûlünün emretmiş olduğu bütün maruflar (iyi hususlar) hakkında geneldir. Rivâyet edildiğine göre bu âyet okunurken Hind de söyle demiştir: Bizler herhangi bir hususta sana İsyan etmek niyetini taşıdığımız halde buraya gelip oturmadık. 3- Bu Âyette Bazı Yasakların Özellikle Zikredilmesinin Sebebi: Yüce Allah ve Rasûlü bey'atin muhtevasında birtakım hususları zikretmektedir. Bu sözler arasında dindeki temel yasaklar açıkça zikredildiği halde, emir türünden olan temel hususlar sözkonusu edilmemiştir. Bunlar da aynı şekilde altı tanedir: (Kelime-i) Şehadet, namaz, zekat, oruç, hac ve cünubluktan gusletmek. Bunun böyle zikredilmesinin sebebi ise, nehyin bütün zaman ve haller hakkında daimi ve sürekli oluşudur. O bakımdan daimi ve sürekli olan şarta dikkat çekmek daha önceliklidir. Bir diğer açıklamaya göre yasaklanan bu hususları işleyen birçok kadın vardı. Şerefli bir nesebe sahib olmaları bu işleri işlemelerine engel teşkil etmiyordu. İşte bundan dolayı bu yasaklar özellikle zikredilmiştir. -Bu yönüyle- bunun bir benzeri de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Abdü'l-Kayslıların heyetine söylediği: "Ve ben sizlere kurutulmuş kabak kaplarını, testileri, oyulmuş hurma kütüklerini ve ziftlenmiş kapları (kullanmanızı) yasaklıyorum. " Buhârî, II, 506, III, 1292; Müslim, I, 46, III, 157H Bu âyet ile diğer günahlar bir tarafa, şarap içmek masiyetini terketmeleri noktasında dikkatlerini çekmiş bulunmaktadır. Çünkü onlar içki içmeyi çokça arzu ediyorlar ve bunu adet edinmişlerdi. Kişi çokça arzu ettiği bir günahı terkedecek olursa, arzulamadığı diğer günahları terketmesi daha bir kolay olur. 4- Kadının Kocasının Malından Alacağı Miktarın Sınırı; Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bey'at şartları arasında: "Hırsızlık yapmamaları" diye buyurunca Hind: Ey Allah'ın Rasûlü, dedi. Şüphesiz ki Ebû Süfyan eli sıkı bir adamdır. Bana ve çocuğuma yetecek kadarını almamda benim için bir vebal olur mu? Peygamber: "Maruf sınırları dışında olmadıkça hayır" diye buyurdu. Buhârî, V, 2052, 2054; Müslim, III, 1339; Dârimî, II, 211; Dârakutnî, IV, 2Ü, Ebû Dâvûd, IIE, 289; Nesâi, VIII, 246; İbn Mâce, II, 769; Müsned, VI, 39, 50, 206 Bu sözleriyle Hind sadece Ebû Süfyan'ın kendisine verdikleri ile kalıp ihtiyaçlarını göremeyeceğinden yahutta bundan fazlasını alarak sözü geçen bey'ati bozup hırsızlık yapmış olmaktan korktuğunu ifade etmiş oldu. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da ona "hayır" yani maruf Ölçüleri içerisinde aldıkların için senin hakkında vebal yoktur, dîye buyurdu. Bundan maksat ihtiyaçtan daha fazlasına el uzatmamaktır. İbnu'l-Arabî dedi ki: Bu ancak örtüler arasında ondan saklamadığı yahut üzerine kilit vurmadığı mallar hakkındadır. Bu durumda kadın eğer bu örtüyü kaldırıp ondan herhangi bir şey alacak olursa emre karşı geldiği bir hırsızlık yapmış olur ve bundan dolayı da eli kesilir. 5- Bey'atte Kadınlara Koşulan Şartlar Erkeklere de Koşulmuştur: Übâde b. es-Sâmit dedi ki: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kadınlara şart koştuğu gibi bize de şart koşmuştur: "Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayın, hırsızlık yapmayın, zina etmeyin, çocuklarınızı öldürmeyin, biriniz diğerine büyü yapmasın, size vermiş olduğum maruf herhangi bir hususta bana isyan etmeyin." Bundan dolayı İbn Bahr ve başkaları yüce Allah'ın: "Bir iftira düzüp getirmemeleri" âyetinden kasıt büyüdür, demiştir, ed-Dahhak dedi ki: Bu, iftirayı yasaklayan bir âyettir yani herhangi bir erkek ya da bir kadına büyü yapmasınlar, demektir. Buna göre; "bir iftira düzüp getirmemeleri" bir büyü yapmamaları demektir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. "Elleri ve ayakları arasında bir iftira düzüp getirmemeleri" âyeti ile ilgili olarak Cumhûrun görüşü şudur: "Elleri" yani buluntu olarak aldıkları "ve ayakları arasında" zinadan dolayı doğurdukları herhangi bir çocuğu "bir iftira düzüp getirmemeleri" demektir. Bu açıklama az önce geçmiş bulunmaktadır. 6-Genel Olarak Bütün Emirlerde Özel Olarak da Ağıt Yakmamak Hususunda Peygambere İsyan Edilmemelidir: Buhârî’de İbn Abbâs'tan gelen rivâyete göre o yüce Allah'ın: "Ve hiçbir marufta sana isyan etmemeleri" âyeti ile ilgili olarak şöyle demiştir: Bu yüce Allah'ın kadınlara koştuğu bir şarttır. Müslim, III, 1333; İbn Hibbân, Sahih, X, 253; Müsned, V, 313, 320 (21 Buhârî, IV, 1857 Anlamı hususunda da belirttiğimiz gibi farklı görüşler ileri sürülmüştür. Doğrusu bunun Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın verdiği bütün emirler ile yasakladıkları hakkında umumi olduğudur. Böylelikle bunun kapsamına ağıt yakmak, elbiseleri yırtmak, saçı yolmak ve mahrem olmayanlarla tenhada başbaşa kalmak ve benzeri hususlar da girer. Bütün bunlar büyük günahlardandır, cahiüye işlerindendir, Müslim'in Sahih'inde Ebû Malik el-Eş'âri'den gelen rivâyete göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem); "Ümmetim arasında cahiliye işlerinden oları dört husus var olacaktır" diye buyurmuş ve bunlar arasında ağıt yakmayı da zikretmiştir Müslim, II, 644; Tirmizî, II, 325; Müsned, II, 414, 445, 456, V, 349 Yahya b. Ebi Kesir'in, Ebû Seleme'den, onun da Ebû Hüreyre'den rivâyetine göre Ebû Hüreyre şöyle demiştir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Şu ağıt yakan kadınlar kıyâmet gününde birisi sağda ve birisi solda otmak üzere iki saf halinde durdurulacaklardır. Süresi ellibin yıl kadar olan bir gün boyunca köpeklerin havladıkları gibi havlayacaklar, sonra da cehenneme atılmaları emrolunacaktır." Yine Ebû Hüreyre'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Melekler ağıt yakan ve (ağlarken ya da şarkı söylerken) hazince feryat eden hiçbir kadına dua etmezler." Müsned, II 362; Tayâtisi, Müsned, I, 322; Ebû Yala, Müsned, X, 521; Heyseıni, Mecmâ, III, 13de Ebû Mirfıye hakkında: "Ona sika (güvenilir) tüyen de onu cerh (tenkid) edeni de bulamadım. Diğer râviler ise sikadır" demektedir Ömer b. el-Hattâb (radıyallahü anh)'dan rivâyet edildiğine göre o ağıt yakan bir kadının sesini duymuş, onun yanına giderek elindeki kamçısı ile başörtüsü başından düşünceye kadar döğmüş. Ey mü’minlerın emiri kadının örtüsü başından düştü, ona bir baksana, deyince o: Böyle bir kadının saygınlığı kalmaz diye buyurmuştur, Bütün bu rivâyetleri senetleriyle es-Sa'lebî (Allah'ın rahmeti üzerine olsun) rivâyet etmiştir. Yüce Allah'ın: "Sana isyan etmemeleri" ifadesi oldukça güçlü bir ifade olmakla birlikte "hiçbir m'arufta" diye tahsis edilmesi hususunda da iki görüş vardır: Bu anlamı tekid etmek üzere bir açıklamadır. Yüce Allah'ın; "Dedi ki, Rabbim hak ile hükmet" (el-Enbiya, 21/112) âyetine benzemektedir. Çünkü sadece "hükmet" demiş olsaydı, el betteki yeterdi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın bey'atinde "maruf" şartının koşulmasının sebebi şudur: Ondan başkasına itaatin de maruf şartına bağlı olduğunu, emir veren için daha bağlayıcı olduğuna dikkat çekmek ve bu husustaki tereddüdü özellikle daha çok ortadan kaldırmak içindir. 7- Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Erkeklerden ve Kadınlardan Bey'at Aldığına Dair Rivâyet: Buharî'nin rivâyetine göre Ubade b. es-Sâmit şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın huzurunda idik. "Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, zina etmemek, hırsızlık yapmamak üzere bana bey'at eder misiniz?" deyip kadınlar(ın bey'ati) ile ilgili âyeti okudu. -Süfyan'ın rivâyet ettiği lâfız ise çoğunlukla: "O âyeti okudu şeklindedir..."- Sizden bu şartlara tamamıyla bağlı kalanın ecrini Allah verecektir. Kim (şartlara uymayarak) bunlardan herhangi birisini işleyecek olur da bunun cezasını çekerse, bu onun için bir keffaret olur. Kim bunlardan herhangi birisini işleyip Allah da onu setredecek olursa cezası Allah'a aittir. Dilerse onu azaplandırır, dilerse onun bu günahını ona bağışlar. " Buhârîl, 15, III, 1413, W, 1H57, IV, 1S57, VI, 2490. J494, 2637, 2716; Müslim, 111, 1333; Tirmizî, IV, 45; Dârimi, Ll, 290; Dârukutnî, II, 2\\, 215; Nesâi, VII, 141, 142, 14S. löl, VIII, 10H; Müsned, V, 313, 314. 320. Buhari ve Müslim'deki rivâyete göre İbn Abbâs dedi ki: Ramazan bayramı günü Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Ebû Bekir, Ömer ve Osman ile namazlarda bulundum. Hepsi de namazı hutbeden önce kılarlar, sonra da hutbe irad ederlerdi. Allah'ın Peygamberi -Allah'ın salât ve selâmı ona- şu anda elleriyle erkeklerin oturmalarını işaret etmesini görüyormuşum gibi (minberden) indi. Sonra onları yararak ilerledi ve nihayet Bilal ile birlikte kadınların bulunduğu yere kadar gelip: "Ey Peygamber! Mü’min kadınlar: Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık yapmamaları, zina etmemeleri, çocuklarını öldürmemeleri, elleri ve ayakları arasında bir iftira düzüp getirmemeleri ve hiçbir marufta sana isyan etmemeleri üzere sana bey'at etmeye geldikleri vakit..." diye âyetin tamamını okudu, Âyeti okuyup bitirdikten sonra: "Siz bu şartlara bağlı kalmaya devam ediyorsunuz değil mi?" diye buyurdu. -Başka hiçbir kadın ona cevab vermeksizin- sadece bir kadın şöyle dedi: Evet ey Allah'ın Rasûlü, dedi. (Hadisin ravilerinden) el-Hasen (b. Müslim) bu kadının kim olduğunu bilmiyor. Peygamber: "Haydi sadaka veriniz" diye buyurdu. Bilal de elbisesini açtı, Ilımanlar da yüzüklerini, bileziklerini Bilal'in açtığı örtüye atıveriyorlardı. Bu Buhârî’nin lâfzıdır. Buhârî, 1, 332, IV, 1H57; Müslim, II, 602; Müsned, i, 331, 8- İmâmın (İslâm Devlet Başkanının) Bu İmtihan Şartlarını Kadınlara Koşması: el-Mehdevî dedi ki; Müslümanlar İmâmın kadınlara bu şartları koşamayacağını icmâ' ile kabul etmişlerdir. Bu husustaki emir bağlayıcı bir emir değil, mendupluk ifade eden bir emirdir. Bazı kıyas âlimleri de şöyle demişlerdir: Şayet İslam yurdunun uzaklığından ötürü sınamaya gerek duyulacak olursa, müslümanların İmâmının böyle bir sınamayı yapma görevi vardır. 13Ey îman edenler! Allah'ın kendilerine gazab ettiği bir topluluğu veli edinmeyin. Çünkü onlar kâfirlerin kabirdekilerden ümit kestikleri gibi âhiretten ümit kesmişlerdir. "Ey îman edenler! Allah'ın kendilerine gazab ettiği bir topluluğu veli edinmeyin" huyruğunda kastedilenler yahudilerdir. Çünkü fakir bazı müslümanlar yahudilere mü’minlerin durumları ile ilgili haberleri ulaştırıyor, onlar ile ilişkilerini sürdürüyorlardı. Böylelikle onların mahsûllerinden, meyvelerinden bir miktar ile mükâfatlandırılıyorlardı. İşte bu şekilde davranmaları onlara yasaklandı. "Çünkü onlar... âhiretten ümit kesmişlerdir" âyetinde de kastedilenler İbn Zeyd'in görüşüne göre yahudilerdir. Münafıklar oldukları da söylenmiştir. el-Hasen: Yahudiler ve hristiyanlardır, demiştir. İbn Mes’ûd dedi ki: Yani onlar âhiret için amelde bulunmayı terkederek dünyayı tercih eden kimselerdir. Bir diğer açıklamaya göre onlar âhiretteki mükâfattan ümit kesmişlerdir, demektir. Bu açıklamayı Mücahid yapmıştır. "Kâfirlerin... ümit kestikleri gibi" âyeti el-Hasen ve Katade'nin açıklamasına göre şu demektir: Hayatta olan "kâfirlerin kabirdekilerden" kendilerine geri döneceklerinden "ümit kestikleri gibi..." İbn Arafe dedi ki: Bunlar (kâfirler): "... ve bizi ancak zaman helâk etmektedir" (el-Câsiye, 45/24) diyenlerdir. Mücahid de şöyle demiştir: Âyet kabirlerde bulunan kâfirler dünyaya geri dönmekten ümit kestikleri gibi.,, demektir. Yüce Allah, sûrenin başında kâfirleri veli edinmeyi terketmek ile başladığı gibi, aynı âyetlerle sona erdirmiştir. Sûre hem Hâtıb b. Ebi Beltaa'ya, hem de başkalarına bir hitaptır denilmiştir. İbn Abbâs dedi ki: "Ey îman edenler... veli edinmeyin" yani onları dost edinmeyin ve onlara samimi bağlarla bağlı olmayın. Yüce Allah lütuf ve ihsanı ile Hâtıb b. Ebi Beltaa'yı bağışlamıştır. Âyet şu demektir: Kabirde bulunan kâfirler âhirette Allah'ın rahmetinden bir paylarının olacağından yana ümit kestikleri gibi, Kureyş kâfirleri de âhirette hayır elde etmekten yana ümit kesmişlerdir. el-Kasım b. Ebi Bezze yüce Allah'ın: "Çünkü onlar kâfirlerin kabirde kilerden ümit kestikleri gibi âhiretten ümit kesmişlerdir" âyeti hakkında şöyle demiştir: Kâfirlerden ölen herkes hayırdan yana artık ümit keser. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. (Mümtehine Sûresi burada sona ermektedir). |
﴾ 0 ﴿