CUMU'A SÛRESİ

Rahmân ve Rahîm Allah'ın İsmi ile

Bütün âlimlerin görüşüne göre Medine'de inmiştir. Onbir âyettir.

Müslim'in Sahih’inde Ebû Hüreyre'den rivâyete göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Güneşin doğduğu en hayırlı gün cuma günüdür, o günde Âdem yaratıldı, o günde cennete yerleştirildi, o günde oradan çıkarıldı. Kıyâmette ancak cuma günü kopacaktır." Müslim, II, ÎS5; Tirmizî, II. 359, 362; Ebû Dâvûd, I, HA; Nesâî, IH, 114; Muvatta’, I, 1 Müsned, II, 401, 417, 4«6, 504, '512, 540

Yine Ebû Hüreyre'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Biz sonra gelenleriz, kıyâmet gününde ise ilkleriz. Biz cennete ilk girecek olanlarız. Şu kadar var ki, onlara bizden önce kitab verildi, bize ise kitab onlardan sonra verildi. Onlar anlaşmazlığa düştüler. Allah bizi hakkında ayrılığa düştükleri hakka iletti. İşte bu, onların haklarında anlaşmazlığa düştüğü günleridir. Yüce Allah bizi bugüne iletti. (Devamla) buyurdu ki: (O da) cuma günüdür. Bugün bizimdir, yarın Yahudilerin, yarından sonrası ise hristiyanlarındır." Buhârî, I, 299; Müslim, >SS, 5H6; Darakutnî, 11, 3; Nesâî. 111, K5; Müsned, II, 274, jU2. Î02

1

Göklerde ve yerde olan herşey Melik, Kuddûs, Azîz, Hakim olan Allah'ı teşbih ederler.

Buna dair açıklamalar daha önceden geçmiş bulunmaktadır.

Ebû'l-Âl-iye ve Nasr b. Âsım

"Melik, Kuddûs, Azîz, Hakim" âyetlerinin hepsini: diye, ref ile okumuşlardır ki; "o Meliktir, Kuddûstür..." demek olur.

2

O, ümmiler arasında kendilerinden onlara karşı O'nun âyetlerini okuyan, onları arındıran, onlara Kitabı ve hikmeti öğreten bir Peygamber gönderendir. Halbuki daha önceden apaçık bir sapıklık içinde idiler.

"O, ümmiler arasında kendilerinden... bir Peygamber gönderendir" âyeti ile ilgili olarak İbn Abbâs dedi ki; Ümmîlerden kasıt okuma yazma bilenleriyle, bilmeyenleriyle bütün Araplardır. Çünkü Araplar kitab ehli kimseler değildir.

"Ümmîler"in yazı yazmayan kimseler oldukları da söylenmiştir. Kureyş de böyle idi. Mansur, İbrahim'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Ümmî, okuması, yazması olmayan kişidir. Bura dair açıklamalar daha önce el-Bakara Sûresi'nde (2/78. âyet, 1. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

"Kendilerinden... bir Peygamber" âyeti ile kastedilen, Muhammeci (sallallahü aleyhi ve sellem)'dır. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın kendileri ile akrabalığı bulunmadık ve onlarla neseb bağı bulunmayan hiçbir Arap kabilesi yoktur. İbn İshak: Tağlibliler bundan müstesnadır, demiştir. Yüce Allah hristiyan olduklarından ötürü peygamberini onlarla akrabalıktan ar indirmiştir. O bakımdan onların onunla neseb yoluyla bir akrabalıkları yoktur. Kendisi hiçbir kitabı okumamış ve ilim öğrenmemiş ümmî bir kimse idi.

el-Maverdî dedi ki: Şayet: Ümmi bir Peygamber göndermiş olmasının bir lütuf olarak hatırlatılması nasıl açıklanır, diye sorulacak olursa buna üç şekilde cevab verilebilir:

1- Peygamberlerin önceki müjdelerine (nitelik itibariyle) uygun olması.

2- Onun da durumunun kavmine benzemesi ve böylelikle onların kendisine muvafakat etme ihtimallerinin daha ileri derecede olması.

3-Davet ettiği esasla, okuduğu Kitab ve tilâvet ettiği hikmet hakkında onun ile ilgili kötü zannın uzaklaştırılması.

Derim ki: Bütün bunlar onun getirdiği mucizenin ve peygamberliğinin doğruluğunun delilleridir.

"Onlara karşı O'nun ayetlerini" Kur'ân-ı Kerîmi

"okuyan, onları arındıran" İbn Abbâs'ın açıklamasına göre îman ile kalplerini tertemiz hale getiren, demektir. Küfür ve günahların pisliklerinden onları arındıran diye de açıklanmıştır. Bu açıklamayı İbn Cüreyc ve Mukâtil yapmıştır. es-Süddî ise: Mallarının zekâtını alan, dîye açıklamıştır.

"Onlara kitabı" Kur'ân-ı Kerîm'i

"ve hikmeti" el-Hasen'e göre sünneti

"öğreten bir Peygamber gönderendir."

İbn Abbâs da şöyle demiştir:

"Kitab"dan kasıt, kalemle yazı yazmaktır. Çünkü Araplar şeriatı yazı ile kaydetmekle emrolunduklarından ötürü aralarında yazı yazmak yaygınlaştı.

Malik b. Enes dedi ki:

"Hikmet" dinde derin bilgi sahibi olmak demektir. Bu hususa dair açıklamalar daha önce el-Bakara Sûresi'nde (el-Bakara, 2/129. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

"Halbuki daha önceden" yani ondan ve onlara peygamber olarak gönderilmesinden önce

"apaçık bir sapıklık" haktan uzaklaşış

"içinde idiler."

3

Ve onlardan henüz kendilerine kavuşmamış olanlara da. O, Azîzdir, Hakimdir.

"Ve onlardan... olanlara da" âyeti da "ümmîler" âyetine atfedilmiştir. Yani O, hem ümmiler arasında, hem de onlara katılmamış olanlar arasında bir peygamber göndermiştir, demektir. Bununla birlikte;

"onları arındıran, onlara... öğreten" âyetinde yer alan "lif" ve "minTden ibaret zamire ("onlara" lâfzına) atf ile mansub olması da mümkündür. Yani hem onlara, hem de diğer mü’minlere öğretir. Çünkü öğretme işi âhir zamana kadar uyumlu bir şekilde devam edecek olursa, tümüyle onu ilk öğretene isnad edilmiş olur. Sanki kendisi sebebiyle ortaya çıkan herbir şeyi bizzat kendisi gerçekleştirmiş gibidir.

"... Henüz kendilerine kavuşmamış olanlar" onların dönemlerinde bulunmayıp onlardan sonra gelecekler, demektir.

İbn Ömer ve Said b. Cübeyr: Bunlar Arap olmayanlardır, demişlerdir.

Buhârî ve Müslim'in Sahihlerinde Ebû Hüreyre'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Biz Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanında oturuyor iken el-Cumua Sûresi nazil oldu.

"Ve onlardan henüz kendilerine kavuşmamış olanlara da" âyetini okuyunca bir adam: Bunlar kimlerdir, ey Allah'ın Rasûlü? dedi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), o sahsa bir ya da iki yahut üç defa soru soruncaya kadar cevab vermedi. (Ebû Hüreyre) dedi ki: Aramızda Selman-ı Farisi de vardı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) elini Selman'ın üzerine koyduktan sonra şöyle buyurdu: "Eğer îman Süreyya yıldızı yanında bulunsaydı, bunlardan birtakım yiğitler onu ele geçilirlerdi." Bir başka rivâyette de şöyle denilmektedir: "Eğer din Süreyya yıldızı yanında bulunsaydı, Farisilerden bir adam onu alıp götürürdü. -Ya da şöyle buyurdu:- Faris oğullarından (bir adam) onu kapıp götürürdü" şeklindedir. Müslim'in lâfzı ile rivâyet böyledir. Müslim, IV, 1972; Buhârî, IV, 185S; Müsned, II. 30H, 417

İkrime: Bunlar tabiûndur demiştir. Mücahid: Bunlar bütün insanlardır, demiştir. Yani Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın aralarında Peygamber olarak gönderildiği Araplardan sonra müslüman olacaklardır. İbn Zeyd ve Mukâtil b. Hayyan da böyle demişlerdir: Bunlar Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan sonra kıyâmet gününe kadar İslâm'a gireceklerdir.

Sehl b. Sa'd es-Sâidî'nin rivâyetine göre de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz benim ümmetimin sulblerinde cennete hesabsız olarak girecek birçok erkek ve kadınlar vardır. Daha sonra: "Ve onlardan henüz kendilerine kavuşmamış olanlara da" âyetini okudu. Taberânî, Kebir, VI, 201; Heysemi, Mecmâ', X. <SOM Ti-ıhcrânl itirafından rivâyet edildiği ve senedinin "reyyid" olduğunu belirtmektedir.

Ancak birinci görüş daha sağlamdır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğu da rivâyet edilmiştir: "(Rüyamda) siyah koyunlara su verdiğimi gördüm.

Sonra bunların arkasından beyaz koyunları suladım. Bunu tevil et, ey Ebû Bekir." Ebû Bekir dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü! Siyah koyunlar Araplardır, beyaz koyunlar ise Araplardan sonra senin peşinden gelecek olan Arap olmayanlardır. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Melek de bu rüyayı böylece tevil etti (yorumladı)" diye buyurdu. Kastettiği melek, Cebrâîl (aleyhisselâm)'dır. Bu hadisi İbn Ebi Leylâ; Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabından bir adamdan, diye rivâyet etmiştir ki, bu da Ali b. Ebî Tâlib (radıyallahü anh)'dır. Dârakutnî, İlel, Riyad 1405/1985,1, 2K9'da, hadis mürsel senetlinin bilindiğine, muttasıl bir senetlinin bilinmediğine dikkat çekmektedir

4

İşte bu Allah'ın lütfudur. Onu dilediği kimseye verir. Allah büyük lütuf sahibidir.

İbn Abbâs dedi ki: Çünkü yüce Allah Arap olmayanları da Kureyş'e katmıştır. İslâm'ı kastettiği de söylenmiştir.

Allah bu lütfunu (İslâm'a girmeyi) dilediğine verir. Bu açıklamayı el-Kelbi yapmıştır.

Bununla vahyin ve peygamberliğin kastedildiği de söylenmiştir. Bu açıklamayı Mukatîl yapmıştır.

Dördüncü bir görüşe göre maksat, Allah'a itaat yolunda harcanan maldır. Bu da Ebû Salih'in görüşünün anlamını ifade eder. Çünkü Müslim'in Ebû Salih'ten, onun Ebû Hüreyre'den rivâyetine göre fakir muhacirler, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gelerek: Servet sahibi olan kimseler yüksek dereceleri ve ebedi nimetleri alıp gittiler, dediler. Peygamber: "Bu ne demek oluyor?" diye sorunca, onlar şöyle dedi: Bizim kıldığımız gibi onlar da namaz kılıyor, tuttuğumuz gibi onlar da oruç tutuyor. Diğer taraftan onlar sadaka verdikleri halde biz sadaka veremiyor, köle azad ettikleri halde biz azad edemiyoruz. Bu sefer Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Ben sizlere sizden daha ileriye gidenleri, bu yolla yetişeceğiniz sizden geride kalanları da bu sayede geçip gideceğiniz, sizin yaptığınızın bir benzerini yapanlar müstesna hiçbir kimsenin sizden daha faziletli olmasına imkân vermeyecek bir şeyi öğreteyim mi?" Onlar: Buyur ey Allah'ın Rasûlü dediler. Şöyle buyurdu: "Her namazın akabinde otuzüçer defa teşbih getirecek, tekbir getirecek ve hamdedeceksiniz. (Subhanallah, Allahuekber ve elhamdülillah diyeceksiniz,)" Ebû Salih dedi ki: Daha sonra fakir muhacirler Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gidip şöyle dediler: Mal sahibi olan kardeşlerimiz bizim yaptıklarımızı işittiler ve onun gibi onlarda yaptılar, bu sefer Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "İşte bu, Allah'ın lutfudur. Onu dilediğine verir." Müslim, I, 416; Buhârî, V, 2331 (az farkla); Dârimî, 1. 360 (mal sahipleri ile il bölüm sözkonusu edilmeden)

Beşinci bir görüşe göre de bundan maksat, insanların Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı tasdik ederek ona boyun eğmesi, onun dinine girip ona yardımcı olmalarıdır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

5

Kendilerine Tevrat yükletilip sonra onu yüklenmeyenlerin hali, kocaman kitaplar taşıyan eşeğin hali gibidir. Allah'ın âyetlerini yalanlayan topluluğun misali ne kötüdür! Allah, zâlimler topluluğunu hidâyete iletmez.

Yüce Allah, Tevrat gereğince amel etmeyi terketmeleri ve Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'a îman etmemeleri üzerine yahudilerin benzediği örneği zikretmektedir.

"Kendilerine Tevrat yükletilip..." İbn Abbâs'tan rivâyete göre Tevrat'ın gereğince amel etmekle mükellef tutulup... demektir.

el-Cürcânî dedi ki: Bu ("yükletilme" anlamı verilen) lâfız kefalet" anlamına gelen "hamâlet'den gelmektedir. Tevrat'ın hükümlerine (uymayı) tekeffül edenler, demek olur.

"Kocaman kitaplar taşıyan eşeğin hali gibidir" âyetindeki:

"Kocaman kitap" demek olan; ın çoğuludur. (Ona bu ismin veriliş) sebebi ise okunması halinde manayı açığa çıkarmasıdır.

Meymun b. Mihran dedi ki; Eşek ise sırtında bulunan kocaman bir kitap mıdır, yoksa çöp müdür bilmez. İşte yahudiler de böyledir.

Bu âyet, bir kitabı taşıyan (öğrenen) kimsenin, onun anlamlarını öğrenmesi ve içinde bulunanı bilmesi gerektiğine dair Allah'ın bir uyarışıdır.

Böylelikle bunların hakkında sözkonusu olan yergi bu kimse hakkında da sözkonusu olmasın. Şair de şöyle demiştir:

"Bunlar koca kitapları taşırlar ama hiç bilmezler

Bunun iyisi hangisi diye, ancak develerin bildiği kadar.

Ömrüm hakkı için deve yüklerini alıp gittiğinde bilemez.

Yahut geri geldiğinde heybelerde ne var, diye,"

Bir kimse hadisi yazar fakat hadisin ne demek olduğunu anlamaz, üzerinde de düşünmez. Onlardan herhangi birisi de bir mesele hakkında soru sorulacak olursa, âdeta ilmî yazışmalarda bulunan bir kimseymişçesine oturur. Şair de şöyle demiştir:

"Şüphesiz ki taşıdıklarını bilmeyen raviler,

Tıpkı üzerinde beyaz boncuk taşıyan develer gibidir,

Ne boncuk develerin kendisini taşımasından faydalanır,

Ne de faydalanır develer taşıdıkları boncuklardan."

Münzir b. Said el-Bellûtî de -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- bu beyitleri ne kadar güzel söylemiştir:

"İstediğin gibi seslen, bulursun yardım edecek;

Ve birtakım yükler bağla, bulursun bir eşek.

Üzerine koyduğun koca kitabları taşıyacak,

onu taşıyan sanki yük taşıyan bir eşek.

O koca kitapları taşır fakat bilemez,

İçindekiler doğru mudur, yanlış mıdır anlayamaz.

Sorulsa onlara, biz böyle rivâyet ettik, derler,

Ne yalan söyledik, ne de haddi aştık, diye iddia ederler.

Kalabalık esnasında küçülür büyükleri,

Çünkü o taklid etmiştir, cahil kimseleri."

"Sonra onu yüklenmeyenler" gereğince amel etmeyenler, demektir.

Ellerinde Tevrat bulunduğu halde gereğince amel etmeyen o kimseleri, yüce Allah, birtakım kitaplar taşıyan eşeğe benzetmektedir. Bu eşeğin eline, yükün ağırlığının dışında hiçbir fayda geçmez.

"Taşıyan" lâfzı hal olarak nasb konumundadır. Sıfat olarak cer konumunda olması da mümkündür. Çünkü eşek bayağı, adi bir varlık gibidir. Şair şöyle demiştir:

"Ben bana söven, dil uzatan bayağı ve adi kimsenin yanından geçer giderim..."

"Yalanlayan topluluğun misali ne kötüdür!" Onlara dair verdiğimiz misal ne kötüdür demektir. Muzaf hazfedilmiştir.

"Allah zâlimlerin topluluğunu" kâfir olacağım bildiği kimseleri

"hidayete iletmez."

6

De ki: "Ey Yahudiler! Eğer siz, bütün insanlar bir tarafa gerçekten yalnız kendinizin Allah'ın dostları olduğunuzu İddia ediyorsanız ve eğer (bunda) samimi İseniz, haydi ölümü temenni ediniz."

Yahudiler üstünlük iddiasında bulunup:

"Biz Allah'ın oğulları ve sevdikleriyiz" (el-Mâide, 5/18) deyince yüce Allah da:

"Eğer siz bütün İnsanlar bir tarafa gerçekten yalnız kendinizin Allah'ın dostları olduğunuzu iddia ediyorsanız" ki Allah'ın gerçek dostları için üstün makam ve lüluflar vardır

"ve eğer (bunda) samimi iseniz haydi ölümü temenni ediniz" de Allah'ın dostlarının ulaştıkları yere siz de ulamasınız, diye buyurdu,

7

Ama ellerinin önden gönderdiklerinden ötürü onu ebediyyen temenni etmezler. Allah zâlimleri en iyi bilendir.

"Ama ellerinin önden gönderdiklerinden ötürü" yani daha önceden Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı yalanlayageldiklerinden dolayı

"onu ebediyyen temenni etmezler." Çünkü ölümü temenni etmiş olsalardı, derhal öleceklerdi. Bu tutumları onların sözlerinin doğru olmadığını ve ileri sürdükleri gibi Allah'ın dostları olmadıklarını ortaya koymaktadır. Bir Hadîs-i şerîfte belirtildiğine göre bu âyet-i kerîme nazil olunca Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Muhammed'in canı elinde bulunana yemin ederim ki; eğer ölümü temenni etmiş olsalardı, onun (yerin) üzerinde ölmedik tek bir yahudi dahi kalmayacaktı." Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, VI, 30K'de başka hususların da sözkonsu edildiği bir hadis arasında, yemin bölümü olmaksızın aynı mana ifiıcle

Bu âyet ile gayba dair haber verilmekte ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın bir mucizesi ortaya çıkmaktadır. Bu âyet-i kerimenin anlamı daha önce el-Bakara Sûresi'nde yer alan:

"De ki eğer Allah katında âhiret yurdu insanlar arasında sizden başka kimseye değil de yalnız sizin ise; (iddianızda) doğru söyleyenler iseniz, haydi ölümü temenni edin" (el-Bakara, 2/94) âyeti açıklanırken geçmiş bulunmaktadır.

8

De ki: "Gerçekten sizin kendisinden kaçıp durduğunuz ölüm elbette karşınıza çıkacaktır. Sonra gizliyi de, açığı da bilen Allah'a döndürüleceksiniz. O da neler yaptığınızı size haber verecektir."

ez-Zeccâc dedi ki: -"Şüphesiz ki Zeyd gitmektedir" anlamında olmak üzere-; denilmemekle birlikte, burada yüce Allah:

"Elbette karşınıza çıkacaktır" diye buyurmasının sebebi: "O (ölüm)" edatında şart ve ceza anlamı bulunduğundan dolayıdır.

Yani: "Eğer siz ondan kaçacak olursanız, şüphesiz ki o karşınıza çıkacaktır" demek olur. Böylelikle bu ifade, ölümden kaçışın fayda vermeyeceğini anlatması açısından mübalağa gücünü de elde etmiş olur. Nitekim şair Züheyr de şöyle demektedir:

"Kim ölüm sebeplerinden çekinirse, onlar bulurlar onu

İsterse semanın yollarına bir merdivenle tırmanacak olsun."

Derim ki; Yüce Allah'ın:

"Kendisinden kaçtığınız..." âyeti ile ifadenin tamam olması, sonra da:

"Elbette karşınıza çıkacaktır" âyeti ile (yeni bir cümle gibi okumaya) başlamak da mümkündür. Tarafe diyor ki:

"Bil ki, öğütçü olarak yeterlidir, ölüm

Haklarında ölümün takdir olunduğu kimselere.

Hatırla ölümü ve onu hatırladığında sakın ondan,

Çünkü akıl sahibi kimse için ölümde ibretler vardır

Hiç şüphesiz herkes ölümle karşılaşacaktır,

Ya ikamet halinde iken yahut yolculukta bineğinin sırtı üzerindeyken.

Eceller kişinin etrafında onu gözetlemektedir,

Asla tedbir ölümden onu kurtaramaz."

9

Ey Îman edenler! Cuma günü namaz için çağrıda bulunulduğu vakit, Allah'ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır.

Bu âyete dair açıklamalarımızı onüç başlık halinde sunacağız:

1- Cuma Gününün İsmi ve Bu İsmi Alışı:

"Ey îman edenler! Cuma günü namaz için çağrıda bulunulduğu vakit"

âyetindeki: “Cuma" lâfzını Abdullah b. ez-Zübeyr, el-A'meş ve başkaları "mim" harfini sakin olarak; diye okumuşlardır. Bunlar (mim harfini ötreli okuyuşla birlikte) iki ayrı söyleyiş olup her ikisinin de çoğulu: ile ...diye gelir.

el-Ferrâ' dedi ki: "Mim" harfi sakin olarak "cum'a" denildiği gibi, ötreli olarak "cumua" diye ve "mim" harfi üstün olarak "cuma" diye de söylenir. O vakit bu, günün sıfatı olur. İnsanları toplayan (gün) demek olur. Nitekim gülen kimseye: denilmesi de böyledir.

İbn Abbâs dedi ki: Kur'ân-ı Kerîm teskîl (ifadeleri ağır telaffuz etmek) ve tefhim (ifadeleri rahat ve anlaşılır telaffuz etmek) suretleri ile inmiştir. Dolayısıyla siz de bu kelimeyi -"mim" harfinin ötreli okunuşunu kastederek-; "Cumua" diye okuyunuz.

el-Ferrâ' ve Ebû Ubeyd şöyle demişlerdir: Tahfif ile ("mim" harfini sakin okumak) kıyasa daha uygun ve daha güzeldir. Nitekim; "Oda" kelimesinin çoğulu diye, "Sonradan çıkmış hayret verici şey'in çoğulunun; diye, "hücre"nin çoğulunun diye gelmesi gibi. "Mim" harfini üstün okuyuş ise Akiloğullarının şivesidir. Bunun Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şivesi olduğu da söylenmiştir. Sel man'dan rivâyete göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur; "Cumaya bu ismin veriliş sebebi yüce Allah'ın bugünde Âdem'in hilkatini cem etmiş olmasından dolayıdır.” Deylemi, Firdevs, I, 346

Bir diğer görüşe göre bu ismin verilmesine sebeb yüce Allah'ın herbir şeyin yaratılışını bugünde bitirmiş olması ve bunun sonucunda da bütün mahlukatın bugünde toplanmış olmasıdır. Bugünde cemaatlerin toplanması için bu ismin verildiği söylendiği; gibi namaz için insanların bugünde toplanması dolayısıyla bu ismin verildiği de söylenmiştir.

Buradaki: "...den, dan"; "...de, da" anlamında olup bu da; "Günü(nde)" demektir. Bu yönüyle yüce Allah'ın:

"Bana gösterin... yeryüzünde neyi yaratmışlar.?" (el-Ahkaf, 46/4) âyetine benzer. Burada da bu edat; anlamındadır.

2- Cuma Gününe Bu İsmi İlk Veren ve tik Cuma Namazı:

Ebû Seleme dedi ki: (Hutbe esnasında): "Emma ba'du: imdi, bu başlangıçtan sonra asıl maksadımıza gelecek olursak..." diyen ilk kişi Ka'b b. Luey'dir. Cuma gününe bu ismi ilk veren kişi de odur Daha önce bugüne "el-arûbe' deniliyor idi. Bugüne cuma ismini ilk verenlerin ensar olduğu da söylenmiştir.

İbn Şîrîn dedi ki: Medineliler Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye gelmeden ve cuma (farzı) inmeden önce cuma için toplandılar. Bugüne cuma ismini verenler de onlardır. Şöyle ki: Dediler ki: Yahudilerin yedi günde bir biraraya gelip toplandıkları bir günleri vardır, o da cumartesidir, Hristiyanların da böyle bir günleri vardır, o da pazardır. Gelin biz de kendimiz için biraraya gelip toplanacağımız, Allah'ı anıp namaz kılacağımız ve birtakım hatırlatmalarda bulunacağımız bir gün kararlaştıralım -ya da buna benzer sözler söylediler-. Yine dediler ki: Cumartesi yahudilerin, pazar günü hristiyanların günüdür, Siz de bu günü Arube günü olarak tesbit ediniz. Bunun üzerine (Ebû Umame künyeli) Es'ad b. Zürare (radıyallahü anh)'ın etrafında toplandılar. O da o gün onlara iki rekat namaz kıldırdı, onlara öğüt verdi. Biraraya gelip toplandıkları vakit bu güne "cuma günü" ismini verdiler. Es'ad onlara bir koyun kesti, sayıca az oldukları için öğlen ve akşam onu yediler. İşte İslam tarihindeki ilk cuma budur.

Derim ki: İleride de geleceği üzere rivâyet edildiğine göre o vakit oniki kişi idiler. Yine bu rivâyette belirtildiğine göre onları biraraya toplayıp onlara namaz kıldıran kişi Es'ad b. Zürare'dir. Abdu'r-Rahmân b. Ka'b b. Mâlik’in babası Ka'b'dan rivâyet ettiği hadiste de -geleceği üzere- böyledir.

el-Beyhakî de şöyle demektedir: Bize Mûsa b. Ukbe'den, o İbn Şihab ez-Zühri'den rivâyet ettiğine göre Mus'ab b. Umeyr Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye gelmeden önce Medine'de müslümanları cuma namazı için toplayan ilk kişidir. el-Beyhakî dedi ki: Mus'ab'in cuma namazı için müslümanları Es'ad b. Zürare'nin yardımıyla toplamış olması ve bundan dolayı Ka'b'ın bu işi ona (Mus'ab'a) izafe etmiş olması da mümkündür. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabına kıldırdığı ilk cuma namazına gelince, siyer ve tarih bilginleri şöyle demişlerdir;

Rasûlullah rebiu'l-evvel ayının pazartesiye rastlayan onikinci günü kuşluk vakti sıcağın arttığı sırada Küba'da Amr b. Avfoğulları yanında muhacir olarak gelip konakladı. İşte o seneden itibaren tarih başlatılmaktadır. Küba'da perşembe gününe kadar kaldı ve mescidlerini tesis etti. Sonra cuma günü Medine'ye çıktı. Salim b. Avfoğulları diyarında bir vadilerinin iç tarafında cuma namazı vakti geldi. Salim b. Avfoğulları o yeri mescid edindiler. Peygamber onları cuma vakti topladı ve onlara hutbe okudu. Medine'de verdiği ilk hutbe odur. Bu hutbede şunları söylemişti:

"Hamd Allah'a mahsustur. O'na hamdeder, O'ndan yardım diler, O'ndan mağfiret ve hidayet dilerim. O'na îman eder, O'nu inkâr etmem, Onu inkâr edenlere de düşmanlık ederim. Şehadet ederim ki Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O bir ve tektir, O'nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed, O'nun kulu ve Rasûlüdür. Rasüllerin arkasının kesildiği, ilmin azaldığı, insanların sapıttığı, zamanın kesintiye uğradığı, kıyâmetin yaklaştığı, (son) vadenin oldukça yakın olduğu bir zamanda onu hidayet ile, hak din ile nûr ile, öğüt ile, hikmet ile göndermiştir. Allah'a ve Rasûlüne itaat eden doğruyu bulmuş olur. Allah'a ve Rasûlüne isyan eden azmış, kusurlu hareket etmiş ve (haktan) alabildiğine uzak bir sapıklıkla sapıtmış olur.

Size Allah'a karşı takvalı olmanızı tavsiye ederim. Çünkü müslümanın müslümana yaptığı en hayırlı tavsiye onu âhirete (yönelik amelleri işlemeye) teşvik etmek, ona Allah takvasını emretmektir.

Allah'ın size kendisinden sakınmanızı emrettiği şekilde Allah'ın sakındırdığı şeylerden de sakınınız, Şüphesiz ki Allah korkusu, -Allah takvası gereğince Rabbinden korkarak ve sakınarak amel eden kimseler için- âhiretten elde etmeyi ümit ettiğiniz şeylere karşı çok gerçek bir yardımcıdır. Gizli ve açık hallerinde kendisi ile Rabbi arasındaki işleri ıslah edip, bu işlerle Allah'ın rızasından başkasını niyet etmeyen kimseler için (bu hali); dünya işinde o kimse için bir şan ve şeref, kişinin dünyada iken önden gönderdiği şeylere ihtiyaç duyacağı vakit olan ölümden sonrası için de bir azık olur. Bu şekilde olmayan amellerine gelince, kendisi ile o amel arasında oldukça uzak bir mesafe olmasını temenni edecektir.

"Allah, size kendisinden sakınmanızı emreder, Allah kullarına çok merhametlidir." (Âl-i İmrân, 3/30)

Söylediğini doğru çıkartan, sözünü gerçekleştiren O'dur, O'nun sözünün yerine gelmemesi, gerçek olmaması mümkün değildir. Çünkü yüce Rabbimiz:

"Benim yanımda söz değiştirilmez ve Ben kullara asla zulmedici değilim." (Kâf, 50/29) diye buyurmaktadır.

O halde ister dünya işinizde, ister âhirde ait işlerinizde, gizli ve açık hallerde Allah'tan korkunuz. Çünkü

"kim Allah'tan korkarsa, onun günahlarını örter ve mükâfatını büyütür." (et-Talâk, 65/5) Kim de Allah'tan korkarsa, o pek büyük bir kurtuluşa erişir. Allah'ın takvası demek, O'nun gazabını, O'nun azabını, O'nun öfkesini gerektiren şeylerden sakınmak demektir. Allah'tan korkmak (takva), yüzleri ağartır, Rabbi hoşnut eder, dereceyi yükseltir. O halde (takvadan) payınızı alınız ve Allah'ın huzurunda kusurlu hareket etmeyiniz. O size Kitabını öğretmiş ve önünüze yolunu açmış bulunmaktadır. Ta ki kimlerin doğru söylediklerini ortaya çıkarsın, kimlerin de yalancı olduklarını göstersin. O halde Allah size nasıl ihsan ettiyse, siz de ihsan ediniz. O'na düşmanlık edenlere düşman olunuz. Allah yolunda hakkıyla cihad ediniz. Sizi O seçti ve size müslümanlar ismini verdi. Böylece helâk olan apaçık bir delil üzere helâk olsun, hayat bulan apaçık bir delil üzere hayat bulsun. Güç ve kuvvet ancak Allah iledir. Allah'ı çokça anınız, ölümden sonrası için amel ediniz. Şüphesiz ki kendisi ile Allah arasında olanı ıslâh edene, Allah, kendisi ile insanlar arasındaki hallerde elverecektir. Çünkü yüce Allah insanlar hakkında hükmeder, fakat insanlar O'nun hakkında hüküm veremezler. O insanlara maliktir, onlar O'na malik değildir. Allah en büyüktür. Güç ve kuvvet pek yüce ve pek büyük olan Allah'tandır."

Bundan sonra kılınan ilk cuma ise Bahreyn kasabalarından "Cuvâsâ" diye bilinen bir kasabada kılınan cuma olmuştur.

Bugüne "cuma" ismini veren ilk kişinin -önceden de geçtiği gibi- Kureyşlilerin Ka'b'ın etrafında toplanmaları sebebiyle Ka'b b. Luey b. Galib olduğu da söylenmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

3- Cuma Namazının Muhatabları Mü’minlerdir:

Yüce Allah, mü’minlerin şan ve şerefini yüceltmek ve ona dikkat çekmek üzere, kâfirleri dışarda tutarak, cuma namazının kılınması hususunda mü’minlere hitab ederek:

"Ey îman edenler" diye buyurmakta, sonra da bu günü

"çağrıda bulunmak" özelliği ile zikretmektedir. Her ne kadar yüce Allah'ın

"namaza çağırdığınızda..." (el-Mâide, 5/58) âyetinin genel ifadesinin kapsamına girmiş olmakla birlikte (özellikle bugün için çağrıda bulunmak özelliğini sözkonusu etmesi) bu çağrının vücubuna ve farziyetinin pekiştirilmesine delalet etmesi İçindir.

Kimi ilim adamı şöyle demiştir: Burada sözkonusu olan namazın, cuma namazı olduğu bizatihi lâfzın kendisinden değil, icmâ' ile bilinen bir husustur.

İbnu'l-Arabî de şöyle demektedir: Bence bu bizatihi lafızdaki bir nükteden bilinen bir husustur. Bu da yüce Allah'ın: "Cuma günü" lâfzından anlaşılmaktadır ve bu lâfız bunu ifade etmektedir. Çünkü o güne mahsus çağrı (nida) bu gündeki bilinen o namazdır. Onun dışındaki çağrılar (nidalar) ise diğer günler hakkında umumidir. Eğer bundan maksat cuma namazı için çağrıda bulunmak olmasaydı, bu çağrının o güne tahsis edilmesinin ve izafe edilmesinin herhangi bir anlam ve bir faydası olmazdı.

4- Cuma Günü Ezanları (Çağrıları):

Ezanın hükümlerine dair yeterli açıklamalar daha önceden el-Mâide Sûresi'nde (5/58. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

(Cuma günleri) ezan, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) döneminde diğer namazlardaki gibi idi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) minbere oturdu mu birisi ezan okurdu, Ebû Bekir, Ömer ve Kûfe'de Ali (Allah hepsinden razı olsun) de böyle yapıyorlardı. Daha sonra Osman (radıyallahü anh) insanların Medine'de kalabalıklaşması üzerine "ez-Zevrâ" diye adlandırılan evinin üzerinde okunan üçüncü bir ezan ilave etti. 'Üçüncü ezandan kasıt, zeval vakti okunan ezandı. Ona Üçüncü ezan denilmesi, minberdeki İmâmın önünde okunan ezan ile namaz için getirilen kametten ayrı olmasındandır, litınii göre bu ezan, edası itibariyle ilk, Osman (radıyallahü anh) in içtihadı ve sair ashabın itiraz etmeyip susmalıyla teşrî edilmiş olması yönüyle lesıT zamanı itibariyle üçüncüdür, (Arapça baskıyı hazırlayanın notu) İnsanlar ezanı duydular mı camiye gelirler, Osman minbere oturdu mu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın müezzini ezanı okur, sonra Osman hutbe irad ederdi. Bunu İbn Mace Sünen'inde Muhammed b. İshak'in, ez-Zühri'den, onun es-Sâib b. Yezid'den naklettiği bir hadis olarak zikretmektedir. es-Saib b. Yezid dedi ki: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın bir tek müezzini vardı. Kendisi (minbere) çıktı mı o müezzin ezan okur, indi mi kamet getirirdi. Ebû Bekir ve Ömer de böyle idi. Osman (halife) olup, insanlar çoğalınca pazarda ez-Zevrâ diye adlandırılan bir evin üzerinde üçüncü bir ezan ilave etti. Sonra (Osman minbere) çıktı mı ezan okur, indi mi kamet getirirdi. Bıthâri, I, 309, 310

Buhârî de bu hadisi bu manada değişik yollarla rivâyet etmiştir. Bunların birisinde şöyle denilmektedir: Cuma günü okunan ikinci ezanı Osman b. Affân mesaide gelenlerin sayısı çoğalınca emretmişti. Cuma günü İmâm (minbere çıkıp) oturduğu zaman okunurdu. Buhâri, I, 310

el-Maverdi dedi ki: Birinci ezan sonradan ortaya çıkarılmıştır. Medine'nin genişleyip ahalisinin çoğalması esnasında insanlar hutbeye yetişmek üzere hazırlansınlar diye bunu Osman b. Affân çıkardı. Ömer (radıyallahü anh) da insanların alışverişlerini bırakmaları için mescidin çarşıya bakan tarafında ezan okunmasını emretmiş idi. Cemaat gelip toplandı mı mescitte ezan okunurdu. Osman (radıyallahü anh) da mescidde iki ezan okuttu. Bu açıklamayı da İbnu'l-Arabi yapmıştır.

Sahih hadiste belirtildiğine göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) döneminde ezan bir tane idi. Osman döneminde ez-Zevrâ üzerinde üçüncü ezanı ilâve etti. Hadiste buna üçüncü ezan denilmesi bunun kamete de izafe edilmesinden dolayıdır. Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da: "Her iki ezan arasında dileyen kimse için namaz vardır (dileyen namaz kılabilir)." Buhârî, I, 225; Müslim, I, 573; Tirmizî, I, 351: Dârimî, I, 337, Dârakutni, I, 266; Ebû Dâvûd, li, 26; Nesâî, II, 2H; İbn Mâce, I, 368; Müsned, V, H 55, 57 denilmektedir ki, bundan maksat ezan ile ikamet arasındaki süredir. İnsanlar (üçüncüsünün) asli bir ezan olduğunu zannettiklerinden bu sefer ezan okuyan müezzin sayısını da üçe çıkardılar, bu da bir yanılma oldu. Sonra bu üç ezanı tek bir vakitte okumaya başladılar. Bu sefer yanılma üstüne yanılma oldu. Ben Medinetu's-Selam'da minare ezanından sonra müezzinlerin İmâmın önünde minberin altında ve cemaat arasında ezan okuduklarını gördüm. Tıpkı bizde daha önce geçmiş dönemlerde yaptıkları gibi (yapıyorlardı); fakat bütün bunlar sonradan ortaya çıkarılmış şeylerdir.

5- Cuma Namazına Gitmenin Mahiyeti ve Hükmü:

"Allah'ın zikrine koşun" âyetinde geçen "koşma"nın anlamı hakkında üç görüş vardır:

1. Birinci görüşe göre bundan maksat, kast ile yönelmektir. el-Hasen dedi ki: Allah'a yemin ederim ki burada maksat ayaklar üzerine koşmak değildir. Maksat kalp ve niyetle koşmaktır.

2- Maksat ameldir. Yüce Allah'ın:

"Kim de mü’min olarak âhireti diler ve bunun için gereği gibi çalışırsa..." (el-İsra, 17/19);

"Şüphesiz sizin yapıp ettikleriniz çeşit çeşittir." (el-Leyl, 92/4) âyeti ile:

"İnsan için kendi çalıştığından başkası yoktur." (en-Necm, 53/39) âyetinde olduğu ("koşmak" anlamını da taşıyan "sa'y etme"nin amel etmek anlamında kullanıldığı) gibi. Cumhûrun görüşü budur. Şair Züheyr de şöyle demiştir:

"Onlardan sonra bir kavim onlara yetişsin diye koştular (sa'y ettiler, çalıştılar.)"

Yine şöyle demiştir:

"(Gatafan b. Sa'd'ın bir kolu olan) Ğayz b. Murre'nin iki adamı gayret

ettiler, çalıştılar, Aşiretin arasındaki (barış antlaşması) kan ile çatlatıldıktan sonra."

Buna göre âyet, yüce Allah'ın zikrine gitmek için çalışın ve bundan önce yapılması gereken gusül, temizlenmek ve Allah'ın zikrine yönelmek gibi işlerle uğraşın, demektir.

3- Buradaki koşmak'tan (ta'y etmek'ten) kasıt, ayaklar üzerinde koşmaktır. Ancak bu bir fazilettir, bir şart değildir. Buhârî’de belirtildiğine göre Ebû Ays b. Cebr -ki ismi Abdurrahman olup, ashabın büyüklerindendi- cuma namazına piyade olarak yürüyüp gitti ve şöyle dedi: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinledim: "Allah yolunda her kimin ayakları tozlanacak olursa, o kimseyi Allah cehennem ateşine haram kılar. " Buhâri, 1, jOH; Tirmizî, IV, 170; Nesâî, VI, 14; Müsned, III, 479

Âyetin zahirinin dördüncü anlama gelme ihtimali de vardır ki bu da hızlıca yürümektir. İbnu’l-Arabi dedi ki: En bilgin sahabiler ile ilk dönem fakihlerinin kabul etmediği şekil ise budur.

Ömer (radıyallahü anh) bu âyeti: "Allah'ın zikrine gidin" diye okumuş ve böylelikle zahiri ifadenin delalet ettiği hızlıca yürümek ve koşmak anlamından uzaklaşmak istemişti. İbn Mes’ûd da böylece okumuş ve şöyle demiştir Eğer "koşun" diye okuyacak olursan ridam düşünceye kadar koşardım.

İbn Şihab İse; "O yolu izleyerek Allah'ı zikretmeye gidin" diye okumuştur, Bütün bunlar onların tefsir olmak üzere izledikleri bir yoldur, yoksa münezzel olan Kur'ân-ı Kerîm'i bu şekilde okumaları anlamında değildir. Tefsir sadedinde de Kur'ân-ı Kerîm'in tefsiri ile birlikte okunması caizdir.

Ebû Bekr el-Enbarî dedi ki: Mushafa muhalefet eden kimseler Ömer ve İbn Mes’ûd'un kıraatleri ile Haraşe b. el-Hurr'un naklettiği şu rivâyeti delil göstermişlerdir: Beraberimde üzerinde

"Allah'ın zikrine koşun" âyetinin da yazılı olduğu bir parça bulunduğu bir sırada, Ömer (radıyallahü anh) beni gördü. Ömer bana: Bunu sana böylece kim okuttu? dedi. Ben: Ubeyy dedim. Ömer; Ubeyy aramızda mensuh şekliyle en çok okuyanımızdır, dedikten sonra: Allah'ın zikrine gidin" diye okudu. Bize İdris anlattı, dedi ki: Bize Halef anlattı, dedi ki: Bize Huşeym, el-Muğire'den, o İbrahim'den, o Haraşe'den anlattı, diyerek bu rivâyeti zikretti. Ayrıca bize Muhammed b. Yahya anlattı. Bize Muhammed -ki o İbn Sa'dân'dı- haber verdi, dedi ki: Bize Süfyan b. Uyeyne, ez-Zührî'den anlattı, ez-Zührî Salim'den, o babasından naklen dedi ki: Ben hiçbir zaman Ömer'i "Allah'ın zikrine gidin" diye okurken dinlemiş değilim. Yine bize İdris haber vererek dedi ki: Bize Halef anlattı dedi ki: Bize Hüseyni el-Muğire'den anlattı. O İbrahim'den rivâyet ettiğine göre Abdullah b. Mesud "Allah'ın zikrine gidin" diye okuyup şöyle dedi: Eğer bu âyet "koşun" şeklinde olsaydı, ben de ridam üzerimden düşünceye kadar koşardım. Ebû Bekir dedi ki: Bu şekilde itiraz edene karşı ümmetin: "Koşun" şeklinde İcma ile okuduğunu delil göstermişlerdir ki, bu da âlemlerin Rabbi Allah'tan ve onun Rasûlünden gelen rivâyettir. Abdullah b. Mesud'dan "gidin" diye okuduğu sahih olarak rivâyet edilmiş değildir. Çünkü bunun senedi muttasıl değildir. Zira İbrahim en-Nehaî, Abdullah b. Mesud'dan hiçbir şey dinlemiş değildir. "Gidin" lâfzı sadece Ömer (radıyallahü anh)'dan varid olmuştur. Ayete ve cemaate muhalefet ederek bir kimse tek başına kalacak olursa, bu onun bir unutması demektir. Araplar ise: "Koşmak"ın aynı zamanda: "Gitmek" anlamında kullanılabileceğini icma ile kabul etmişlerdir. Şu kadar var ki; bu hızlıca ve çabukça gitmek anlamını da taşır. Bu anlamdan uzak değildir. Şair Züheyr de şöyle demiştir:

"(Gatafan b. Sa'd'ın bir kolu olan) Ğayz b. Mürre'nin iki adamı gayret ettiler, çalıştılar.

Aşiretin arasındaki (barış antlaşması) kan ile çatlatıldıktan sonra."

Burada "sa'y etmek: koşmak" İle hızlıca ve gayretle gitmeyi kastetmiştir. Yoksa adım atmakta hızlı ve süratli hareket edip koşmayı kastetmiş değildir.

el-Ferrâ' ve Ebû Ubeyde dedi ki: Âyet-i kerimede

"koşmak"dan kasıt, gitmektir. el-Ferrâ' Arapların "O, Allah'ın lütfunu dileyerek her yerde koşar" sözlerini delil göstermiştir ki; bu da "gayretle yürüyüp, gider" demektir. Ebû Ubeyde de şairin şu beyitini delil göstermektedir:

"Ben Malikoğulları için koşarım,

Herkes ise kendi işi için koşuyor."

Bu beyitteki "koşma"nın, gayretle gitmek anlamından başka bir anlama gelme ihtimali var mıdır? Fasahati ve Arapçayı İyi bilmesine rağmen İbn Mes’ûd tarafından bu anlamın bilinmemesi imkânsız bir şeydir.

Derim ki: Maksadın koşmak olmadığının delillerinden birisi de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şu âyetidir: "Namaz için kamet getirilecek olursa, ona koşarak gitmeyiniz. Ona vakar ile gidiniz, " Buharî, I, 308; Müslim, I, 420, 421, Tirmizi, II, 14H: Dârimî, 1, 331; Ebû Dâvûd, I, 156; Nesâî, II, 114; İbn Mâce, I, 2İ5; Muvatta’, I, 6«; Müsned, 11, 270. 3H2, 452, 460. 529

el-Hasen dedi ki: Allah'a yemin ederim ki burada kasıt ayaklar üzere koşmak değildir. Onlara namaza sekinet ve vakarın dışında bir şekilde gitmeleri yasaklanmıştır. Bundan kasıt kalpler, niyet ve huşu' ile (gitmek)dir.

Katade dedi ki: Koşmak, kalbinle ve amelinle koşmak demektir. Bu da güzel bir açıklama olup, bu husustaki Üç görüşü de bir arada ihtiva eder.

Cuma namazı için gusletmek, güzel koku sürünmek ve güzel elbiseler giymeye dair hadis kitablarında zikredilmiş birtakım hadisler gelmiş bulunmaktadır.

6- Cuma Namazı Kılmakla Mükellef Olanlar:

"Ey Îman edenler" âyeti -icma ile- mükelleflere yönelik bir hitaptır. Hastalar, kötürümler, yolcular, köleler ve kadınlar ise bu husustaki delil ile kapsamın dışında kalırlar. Körler ve ancak bir yardımcı sayesinde yürüyebilen yaşlılar da Ebû Hanife'ye göre hitabın dışındadır.

Ebû Zübeyr'in Câbir'den rivâyetine göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kim Allah'a ve âhiret gününe îman ederse, cuma gününde cuma (namazını kılmakla) yükümlüdür. Hasta, yolcu, kadın, çocuk yahut köle müstesnadır. Her kim bir oyalanma ya da bir ticaret ile bu namazdan müstağni olacak olursa, Allah da ondan müstağnidir. (Ona muhtaç değildir.) Allah Ganidir, (hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır); Hamiddir (her hamde layık olandır)." Bu hadisi Dârakutni rivâyet etmiştir Dârakutnî, II, 3

İlim adamlarımız -Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun- şöyle demişlerdir: Cuma namazına gitmeyi imkânsız kılacak bir mazeret bulunması hali dışında cuma namazına gitmekle mükellef olan hiçbir kimse cuma namazına gitmekten geri kalamaz. Gitmeye engel olacak kadar bir hastalık yahut hastalığın artma korkusu hakkında hakimin haklı bir hükmü bulunmaksızın, sultanın (zulmen) malında ya da bedeninde kendisine haksızlık edeceğinden korkması gibi. Çamur ile birlikte sağanak yağmur kesilmeyecek olursa bir mazeret teşkil eder. Ancak Malik bunu kişiye bir mazeret görmemiştir. Bu görüşü el-Mehdevi nakletmiştir. Bir kimse ölüm döşeğinde bulunan oldukça yakın bir kişi dolayısıyla onunla ilgilenecek kimse bulunmadığı takdirde cuma namazına gitmekten geri kalacak olursa, bu haline müsaade edilebileceği ihtimali vardır. Nitekim İbn Ömer de böyle yapmıştır. Mazeretsiz olarak cuma namazından geri kalıp İmâmdan önce namaz kılan kimse, sonra iade eder ve İmâmdan önce namaz kılması onun yükümlülüğünü kaldırmaz. Namaza gitmek imkânı bulunmakla birlikte, bir kimse namazdan geri kalacak olursa, yaptığı bu İşi dolayısıyla Allah'a karşı isyan etmiş olur.

7- Cuma Namazı İçin Nida ve Bu Nidayı Duyanların Namaz Kılma Yükümlülükleri:

"Cuma namazı İçin çağrıda bulunulduğu vakit" âyeti özellikle cuma namazının nidayı işiten, yakında bulunan kimseler için vâcib olduğuna has bir emirdir. Çağrıyı duymayan, uzak yerde bulunan kimseler ise bu hitabın kapsamına girmezler.

Yakın ve uzak kimseler arasından cumaya kimlerin geleceği hususunda farklı görüşler vardır. İbn Ömer, Ebû Hüreyre ve Enes: Cuma, Mısır (denilen yerleşim merkezin) den altı mil uzakta bulunan kimselere vaciptir, demişlerdir. Rabia dört mil demiştir. Malik ve el-Leys üç mil demişlerdir.

Şafii ezanın işitilmesinde gözönünde bulundurulması gereken, müezzinin yüksek sesli, etrafın sessiz ve sakin, rüzgarsız, müezzinin de şehrin surlarının yakınında bulunmasıdır, demiştir.

Sahih'te Âişe'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: İnsanlar cumaya evlerinden (ve Medine'nin) el-Avalî denilen uzak yerlerinden gelirler, tuzlu yerlerden geçerler ve onlara toz isabet ederdi. O bakımdan onlardan kokular çıkardı. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bugününüz dolayısıyla keşke yıkansanız" diye buyurdu Müslim, II, 581; Ebû Dâvûd, I, 278 (kısmen) bu manada nisbeten farklı lâfızlarla; Buharî, I, 307, 11, 730; Müslim, II, 581; Ebû Dâvûd, I, 97; Müsned, VI, 62

İlim adamlarımız dedi ki: Ses yüksek olur, insanlar sessiz ve sükûnet içerisinde bulunurlarsa, sesin duyulabileceği en uzak mesafe üç mildir, el-Avali'nin Medine'ye en yakın yerleri de üç mildir.

Ahmed b. Hanbel ve İshak dedi ki: Cuma namazı için ezanı duyan herkese cuma namazını kılmak vacibtir.

Darakutnî'de yer alan bir hadise göre Amr b. Şuayb babasından, o dedesinden o Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: "Cuma ancak nidayı (cuma için ezanı) işiten kimseye vacibtir." Darakutni, II, 6; Beyhakî, es-Sünenü'l-Kübrâ, III, 173 -Dârakutnî, dışında Haccac b. Ertaa'dan o, Amr'dan diye de merfu' tıbıak rivâyet edildiğini belirterek.

Ebû Hanife ve arkadaşları da şöyle demişlerdir: Cuma namazı Mısır'da bulunan herkese vacibtir. Ezanı ister işitsin, ister işitmesin. Mısır'ın dışında bulunan kimseye ise vacib değildir, isterse ezanı işitsin. Hatta ona: Peki cuma namazı -Küfe ile arasında nehrin geçtiği- Zübara ahalisine vacib midir, diye sorulmuş, o: Hayır demiştir.

Rabia'dan rivâyet edildiğine göre cuma namazı ezanı işitip evinden yürüyerek çıktığı takdirde namaza yetişecek olan kimselere vacibtir. ez-Zührî'den de: Cuma ezanı işittiği takdirde kişiye vacib olur, dediği rivâyet edilmiştir.

8- Cuma Namazının Vakti:

"Cuma günü namaz için çağrıda bulunulduğu vakit Allah'ın zikrine koşun." âyeti cuma namazının ancak ezan okumakla vacib olduğuna delildir. Ezan ise ancak vaktin girmesi ile okunur. Buna delil de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şu âyetidir: "Namaz vakti geldi mi ezan okuyunuz, sonra kamet getiriniz, yaşça büyük olanınız size İmâm olsun" Buhârî, III, 1047; Müslim, I, 466; Tirmisî, 1, 399; Dârakutnî, I, 346; Nesâî, II, H, 77; İbn Mâce, I, 313; Müsned, V, M âyetidir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu Malik b. el-Huveyris ve arkadaşına söylemişti.

Buhârî’de de Enes b. Malik'ten rivâyete göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) cuma namazını güneş (batıya doğru) kaydığı sırada kılardı. Buhârî, I, 307; Tirmizi, II, 377; Müsned, III, 128, 150, 228; Tayâlisi, Müsned, 1, 2H5

Ebû's-Sıddik ve Ahmed b. Hanbel'den zevalden önce kılındığına dair rivâyet te nakledilmiştir. Ahmed bu hususta Seleme b. el-Ekva'ın zikrettiği şu hadisini delil alır; Biz Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte (cuma) namazı kıltp, henüz duvarların yere gölgesi yokken dağılırdık Buhârî, I, 307; Müslim, 13, 5H8: Beyhaki, es-Sünenü’l-Kübra, III, 191 O, bu hadisi ile birlikte İbn Ömer'in şu hadisini de delil göstermektedir: Bizler ancak cuma namazını kıldıktan sonra kaylûle yapar (öğle uykusuna çekilir) ve yemek yerdik. Bunun benzeri bir rivâyet Sehl'den de gelmiştir ve bunu Müslim rivâyet etmiştir." Buhârî, V, 2306, V, 23 lî; Müslim, II, 5HK; Dârakulın, II, 19; Ebû Dâvûd, I, 2Hî, İbn Mâce, I, 350; Müsned, V, 336.

Seleme'nin rivâyet ettiği hadis cuma namazını erken vakitte kılmaya yorumlanır. Bunu Higam b. Abdu'l-Melik, Ya'la' b. el-Hâris'den, o Iyas b. Seleme b. el-Ekva'dan, o da babasından (yani Seleme b. el-Ekva'dan) diye rivâyet etmiştir.

Vekî' de Ya'lâ'dan, o Iyas'tan, o da babasından şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Bizler güneş zevale erdiğinde Rasûlullah ile birlikte cuma namazını kılar, sonra da gölgelik yerleri takip ederek geri dönerdik. Müslim, II, 5S9; Beyhakî.  

İşte halef ve seleften Cumhûrun kabul ettiği görüş de budur, öğle namazına kıyasen de bu (cuma namazının vakti) böyle olmalıdır.

İbn Ömer ile Sehl'in rivâyet ettikleri hadisler ise üğle vaktinde yahut ondan önce cuma namazına oldukça erken gittiklerine delildir. Onlar bu işlerini (yani öğlen yemeği ile kaylûle uykusunu) ancak namazı bitirdikten sonra yaparlardı.

İmâm Mâlik, cumayı erken vakitte kılmanın ancak zevale az yakın olabileceği görüşünde olup, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı: "Kim (cuma vaktinin) ilk saatinde gidecek olursa, bir deve kurban etmiş gibi olur..." Buhâri, I, 301; Müslim, II, W2; Tirmizî, II, 372, Ebû Davûd, I. SKİ; Nesâi, II, 99; Muvatta’; I, 101; Müsned, II, 460 sözünü bütün bunlar tek bir vakitte diye tevil etmiştir. Diğer ilim adamları ise buradaki "saat" tabirini günün eşit oniki saatine yahutta gündüzün uzayıp kısalmasına göre farklı süreler diye yorumlamışlardır.

İbnü’l-Arabi dedi ki: Daha sahih olan budur. Çünkü İbn Ömer (radıyallahü anh)'ın hadisinde belirtildiğine göre onlar -cuma namazına yokça erken gittiklerinden ötürü- ancak cuma namazından sonra kaylûle uykusuna çekilir ve öğlen yemeğini yerlerdi.

9- Cuma Namazı Her Müslümana Farzdır:

Yüce Allah cuma namazını her müslümana farz kılmıştır. Bu, cumanın farz-ı kifaye olduğunu söyleyenlerin görüşlerini reddetmektedir. Bu görüş bazı Şafii ilim adamlarından nakledilmiştir. Konuyu gereği gibi tahkik etmemiş bazı kimseler Malik'ten onun bu namazın sünnet olduğunu söylediğini nakletmişlerdir. Halbuki ümmetin ve İmâmların Cumhûru cuma namazının farz-ı ayn olduğunu kabul etmişlerdir. Çünkü yüce Allah: "Cuma namazı için çağrıda bulunulduğu vakit Allah'ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın" diye buyurmuştur.

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan da şöyle buyurduğu sabittir: "Birtakım kimseler cumaları kılmamayı ya terkedecekler yahut Allah onların kalplerini mühürleyecek sonra da mutlaka gafillerden olacaklardır." İbn Huzeyme, Sahih, III, 175; Hâkim, Müstedrek, 1, 430; İbn Mâce, I, 357; Müsned, V, 300 (Katade"cleıV)

Bu ise cuma namazının vücubuna ve farziyetine dair apaçık bir delildir.

İbn Mace'nin Sünen'inde Ebû’l-Cadd ed-Damri'den -ki ashabdan idi şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Kim önemsemeyerek cumayı üç defa terkedecek olursa, Allah onun kalbini mühürler." Müslim, 11, 591; Dârimî, I, 444; Nesâî, III, HR; Dârimî, I, 444; İbn Mâce, I, 260; Müsned, II, 84. Hadisin senedi sahihtir.

Cabir b. Abdullah da şöyle demiştir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dedi ki: "Kim bir zaruret olmaksızın üç cuma namazını terkedecek olursa, Allah onun kalbini mühürler. " Hâkim, Müstedrek, I, 415; Tirmizî, II, 373; Dârimî, 1, AU; Ebû Dâvûd, 1, 277; Nesâî, III, »S; İbn Mâce, 1,357

İbnul-Arabî dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın: "Cuma namazına gitmek her müslüman üzerine farzdır." Ebû Ca'fer et-Tahâvî, Şerhu Meâni'l-Âsar, lîeyrur 1399. I. 116; İbn Abdi'l-Berr, et-Temhid, XIV, 148 dediği sabiltir.

10- Cuma Namazı İçin Abdest ve Gusül:

Yüce Allah, cuma namazına gitmeyi şartsız olarak mutlak bir ifade ile zikretmiş bulunmaktadır. Ancak bütün namazlar hakkında abdestli olmak şartı Kur'ân ve sünnette sabittir. Çünkü yüce Allah:

"Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi... yıkayın." (el-Mâide, 5/6) diye buyurmaktadır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da şöyle buyurmuştur: "Allah abdestsiz hiçbir namazı kabul etmez. " Buhârî, 1, 63; Müslim, I, 204; Tirmizî, I, 5; Dârimî, I, 1H5; Ebû Dâvûd, 1, Ki; Nesâi, 1, 87, V, 56; İbn Mâce, I, 100; Müsned, II, 19, 39, 51, 57, 73, V, 74, 75

Bir kesim oldukça garip bir kanaat ileri sürerek cuma günü gusletmek farzdır demiştir. İbnul-Arabî der ki: Bu görüş batıldır. Çünkü Nesâî ve Ebû Davud'un Sünen'lerinde rivâyet ettiklerine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Cuma günü abdest alan bir kimse için bu yeterlidir ve güzeldir. Kim de guslederse, gusletmek daha faziletlidir. " Tirmizî, II, 369; Nesâi, III, 94; /fert Mâce, I, 3<17; Müsned, V, 16; Tayalisi, Müsned, I, 1V2, 2H2

Müslim'in Sahih'inde de Ebû Hüreyre'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Kim cuma günü güzelce abdest alır, sonra cumaya gider hutbeyi güzel bir şekilde dinlerse Allah ona cumadan cumaya kadarki günahlarını üç gün fazlası ile birlikte bağışlar. Ancak kim çakıl taşlarına dokunacak olursa, o boş bir iş yapmış olur." Müslim, II, 580; Dârimî, I, 434; Tirmizî, II, 366; Müsned, 1. 29, 45; İbn Abdi'l-Berr, et-Tetnhid, X, 68, XIV, 147 Bu da (bu hususta) açık bir nastır.

Muvatta’'âa şu rivâyet geçmektedir: Bir adam cuma günü Ömer b. el-Hattâb hutbe irad ederken (mescide) girdi.,. (Bu şahıs) dedi ki: Sadece abdest aldım (ve hemen geldim.) Ömer: Sadece abdest te mi aldın, dedi? Halbuki sen de biliyorsun ki Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gusletmeyi de emrediyordu. Ömer gusletmeyi emretmekle birlikte ona geri dönüp gitmesini emretmedi. İşte bu davranışı gusletmenin müstehab olduğu şeklinde anlaşıldığının delilidir. Bir kimse farza başlamış iken -ki burada cumada hazır olmak ve hutbeyi dinlemektir- onu bırakıp sünneti işlemeye geri dönmesi imkânsız bir şeydir. Bu uygulama ise ashabın ileri gelenlerinin huzurunda, muhacirlerin büyükleri Ömer'in etrafında iken ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın mescidinde olmuştur.

11- Cuma Bayram Gününe Rastlarsa:

Cuma bayram gününe rastladığı için sakıt olmaz. Bu, Ahmed b. Hanbel'in kanaatine aykırıdır. Çünkü o şöyle demiştir: Cuma ve bayram aynı güne denk gelirse, cumanın farzı kalkar. Çünkü bayram namazı cuma namazından öncedir ve insanlar bayram ile uğraşıp cuma namazını kılmaya vakit bulamazlar. Bu hususta Osman (radıyallahü anh)'ın bir bayram gününde Medine'nin el-Avali denilen yerinde sakin olan kimselere cumaya katılmama iznini vermiş olmasını delil diye gösterir. Halbuki ashabdan bir kimsenin görüşü ona muhalefet edilmiş ve bu konuda icma olmamış ise delil teşkil edemez. Diğer taraftan cuma namazı için gitmek emri diğer günlerde olduğu gibi bayram gününde de geçerli bir emirdir.

Müslim'in Sahih’inde en-Numan b. Beşir'den şöyle dediği rivâyet, edilmiştir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) iki bayram namazı ile cuma namazlarında el-Alâ Sûresi ve el-Gâşiye Sûresi'ni okurdu. Bayram ve cuma aynı güne rastladığı takdirde ise yine her iki namazda da bu iki sureyi okurdu. Bunu Ebû Davud, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mace rivâyet etmiştir. Müslim, II, 59K; Tirmizî, II, 413; Dârimî, I, <İ43; Ebû Dâvûd, I. 293; Nesâî İÜ, 1H4; Müsned, 271, 273

12- "Allah'ın Zikri"nin Mahiyeti:

"Allah'ın zikrine" namaza demektir. Hutbe ve öğütler diye de açıklanmıştır. Bu açıklamayı Said b. Cübeyr yapmıştır,

İbnu'l-Arabî dedi ki: Doğrusu bunun hepsi hakkında vacib olduğudur. Bunun ilki ise hutbedir. İlim adamlarımız böyle demiştir. Ancak Abdu'l-Melik b. el-Mâcişûn hutbenin sünnet olduğu görüşündedir. Hutbenin vacib olduğunun delili ise alışverişi haram kılmasıdır. Eğer vacib olmasaydı, alışverişin haram olmasına sebep olmazdı. Çünkü müstehab olan bir şey, mubahı haram kılamaz.

Eğer zikirden maksat namazdır diyecek olursak, hutbe de namazdan sayılır. Kul da fiilen yüce Allah'ı tesbih ettiği gibi fiilen de Allah'ı zikreden olur.

ez-Zemahşerî dedi ki: Eğer: Yüce Allah'ı zikretmek, başka hususları ihtiva ettiği halde nasıl hutbe ile açıklanabilir, diye sorulursa, şu cevabı veririz: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı anmak, onu övmek, raşid halifelerine, müttaki mü’minlere övgülerde bulunmak, öğüt vermek ve hatırlatmak manasını ihtiva eden sözler de Allah'ı zikretmek hükmündedir. Bunun dışında kalan zâlimleri, onların lakablarını sözkonusu etmek, onları övmek, onlara dua etmeye -onların haketukleri ise bunun aksidir- gelince bu, şeytanı zikretmek cümlesindendir. Böyle bir zikir ise Allah'ı zikretmekten fersah fersah uzaktır.

13- Cuma Namazı Esnasında Alışverişin ve Benzeri İşlerin Haram Olması ve Bunların Haram Oluş Vakitleri:

"Ve alışverişi bırakın" âyeti ile yüce Allah cuma namazı kılındığı sırada alışverişi yasaklamakta ve cuma namazını kılmak farzına muhatab olan kimselere bu vakitte alışverişi haram kılmaktadır.

(Âyette sözü edilen) bey (veriş), şirasız (alışsız) olmaz. Bundan dolayı onlardan sadece birisinin anılması ile yetinilmiştir. Yüce Allah'ın:

"Sizi sıcaktan koruyacak elbiseler ve kendi gücünüzden koruyacak zırhlar bağışladı." (en-Nahl, 16/81) âyetinde olduğu gibi.

Özellikle alışverişin (bey’in) sözkonusu edilmesi çarşı pazarda bulunanların çoğunlukla uğraştığı işin o oluşundan dolayıdır. Cuma namazına gelmesi vacib olmayan kimselere alışveriş, yasaklanmaz.

Alışverişin haram olduğu vakit ile ilgili iki görüş vardır: Bir görüşe göre bu zevalden sonra başlayıp namazın bitirilmesine kadar devam eder. ed-Dahhak, el-Hasen ve Atâ bu görüştedir.

İkinci görüşe göre ise; hutbe ezanından başlayıp namaz vaktine kadar devam eder. Bu da Şafii'nin görüşüdür.

Malik'in görüşü ise cuma namazı için ezan okunulduğu vakit, alışverişin terkedilmesi şeklindedir. Bu vakitte yapılan alışverişler ona göre feshedilir. Ancak köle azad etmek, nikâh, talâk ve başka akitler fesholmaz. Zira insanların alışverişle uğraştıkları gibi bu gibi şeylerle uğraşmak adetlerinden değildir. (Maliki mezhebi âlimleri) derler ki: Şirket, hibe ve sadaka da aynı şekilde nadiren görülen işlerdendir. (Bundan dolayı) fesh olmazlar.

İbnu'l-Arabî dedi ki: Sahih olan hepsinin feshulacağıdır. Çünkü alışverişin yasaklanması onunla uğraşılması dolaylıyladır. Buna göre turna namazını kılmaktan alıkoyan bütün akitler şer'an haramdır ve bu konuda gerektiği gibi sakınılması için (red'an) fesholunurlar.

el-Mehdevî dedi ki: Kimi ilim adamlarının görüşüne göre belirtilen vakitte alışveriş caizdir ve buradaki yasağı mendubkığa yorumlamışlardır. Buna da yüce Allah'ın:

"Eğer bilirseniz bu sizin İçin daha hayırlıdır." âyetini delil göstermişlerdir.

Derim ki: Bu Şafii'nin görüşüdür. Ona göre (bu vakitte) yapılan alışveriş akdi sahihtir ve fesholmaz. ez-Zemahşerî de Tefsir'inde şöyle demektedir: Genel olarak ilim adamları bu işin (bu vakitte alışverişin), alışverişin fasid olması sonucunu vermediği görüşündedirler ve şöyle derler: Çünkü alışveriş bizatihi haram değildir. Ancak onunla uğraşmak vacib (farz) olan ile uğraşmaktan alıkoyduğundan dolayı (yasaklanmış)dır. Gasbulunmuş arazide ve elbisede namaz kılmak ile gasbolmuş su ile abdest almak gibi. Bazı kimselerden ise böyle bir alışverişin fâsid olduğu görüşü rivâyet edilmiştir.

Derim ki: Doğrusu bu alışverişin fâsid olduğu ve fesholacağıdır. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Bizim bu işimize uygun düşmeyen herbir iş merdudtur." Buhârî, II, 753, VI, 2675; Müslim, III, 343; Dârakutni, IV, 227; Ebû Dâvûd, IV, 200; İbn Mâce, I, 7; Müsned, VI, 180, 240, 256, 270

Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

10

Artık o namaz kılındı mı yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfündan arayın ve Allah'ı çok hatırlayın. Tâ ki umduğunuzu elde edesiniz.

"Artık o namaz kılındı mı yeryüzüne dağılın" âyetindeki bu emir mübahlık bildiren bir emirdir. Yüce Allah'ın:

"İhramdan çıktığınızda avlanın" (el-Mâide, 5/2) âyeti gibidir. Yüce Allah burada şöyle buyurmaktadır: Namazı kılıp bitirdiğinizde ticaret ve ihtiyaçlarınızı karşılamak üzere yeryüzüne yayılın.

"Ve Allah'ın lütfundan" yani rızkından

"arayın."

İrak b. Mâlik, cuma namazını kıldı mı namazdan çıkar, mescidin kapısında durur ve şöyle dermiş: Allah'ım, ben Senin çağrına icabet ettim. Farz kıldığın namazı kıldım ve bana emrettiğin gibi işte dağılıyorum. Bana lütfundan rızık ver, Sen rızık verenlerin en hayırlısının.

Cafer b. Muhammed yüce Allah'ın:

"Ve Allah'ın lütfundan arayın" âyetinde kastedilenin cumartesi günü çatışmak olduğunu söylemiştir.

el-Hasen b. Said b. el-Müseyyeb'den, ilim talebi olduğunu söylediği rivâyet edilmiştir. Nafile namaz olduğu da söylenmiştir.

İbn Abbâs'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Onlara herhangi bir dünyalık talebinde bulunmak emrolunmuş değildir. Emrolunan ancak hastaları ziyaret etmek, cenaze namazlarına katılmak, Allah için kardeş bildiği kimseleri ziyaret etmek(dir.)

"Ve Allah'ı çok hatırlayın." İtaat ile, dille size nimet olarak ihsan etmiş olduğu Farzları eda etme muvaffakiyetine şükretmek ile

"... çok hatırlayın... Ta ki umduğunuzu elde edesiniz." Said b. Cübeyr dedi ki; Allah'ı hatırlamak (zikir) yüce Allah'a itaat etmek demektir. Allah'a İtaat eden O'nu zikretmiş olur. O'na itaat etmeyen kimse çokça teşbih eden birisi olsa dahi Allah'ı zikreden, O'nu anan bir kimse olamaz. Bu söz, el-Bakara Sûresi'nde (2/152-153. âyetin tefsirinde) merfu (Peygamber –sallallahü aleyhi ve sellem- ın sözü) olarak geçmiş bulunmaktadır.

11

Onlar bir ticaret veya bir eğlence gördükleri zaman seni ayakta bırakıp ona doğru yöneldiler. De ki: "Allah'ın yanındaki, eğlenceden de ticaretten de hayırlıdır. Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır."

Bu âyete dair açıklamalarımızı onyedi başlık halinde sunacağız:

1- Âyetin Nüzul Sebebi:

"Onlar bir ticaret veya bir eğlence gördükleri zaman... ona doğru yöneldiler" âyeti hakkında Müslim'in Sahih 'inde Cabir b. Abdullah'tan gelen rivâyet şöyledir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) cuma günü ayakta hutbe irad ederdi. Bir gün Şam'dan bir kervan geldi. İnsanlar ona doğru gittiler. Geriye sadece oniki kişi kaldı. -Bir rivâyette: onlardan birisi de bendim-, İşte Cumua Sûresi'ndeki şu:

"Onlar bir ticaret veya bir eğlence gördükleri zaman seni ayakta bırakıp ona yöneldiler." âyeti bunun üzerine indirildi Müslim, II, 590

Bir rivâyette de "aralarında Ebû Bekir ve Ömer (radıyallahü anhümâ) da vardı" denilmektedir Müslim, II, 590

el-Kelbî ve başkalarının zikrettiklerine göre bu kervanı getiren kişi Dihye b. Halife el-Kelbî'dir. Bu kervanı insanların açlık çektikleri ve fiyatların oldukça pahalandığı bir sırada Şam'dan gelmişti. Onunla birlikte insanların ihtiyaç duydukları buğday, un ve daha başka herşey vardı. Kervanı (Medine çarşılarından) Ahcaru'z-Zeyt denilen yerde konakladı. İnsanların geldiğini haber almaları için davul çalındı. Oniki kişi müstesna, (mescidde) bulunanlar çıkıp gitti. Kalanların onbir kişi olduğu da söylenmiştir.

el-Kelbî dedi ki: O sırada cuma namazı hutbesini dinliyorlardı. Hutbeyi bırakıp kervana koştular. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte sekiz kişi kaldı. Bunu es-Sa'lebî, İbn Abbâs'tan nakletmiştir.

Dârakutnî Câbir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) cuma günü bize hutbe irad ederken yiyecek yüklü bir kervan geldi ve el-Baki'de konakladı O kervana yöneldiler ve (hutbeyi) bırakıp oraya gittiler. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı bıraktılar. Beraberinde benim de aralarında bulunduğum sadece kırk kişi kalmıştı. Yüce Allah da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a:

"Onlar bir ticaret veya bir eğlence gördükleri zaman seni ayakta bırakıp ona doğru yöneldiler" âyetini indirdi. Dârakutnî dedi ki: Bu isnadda "sadece kırk kişi" ifadesini yalnızca Ali b. Âsım, Husayn'dan diye gelen rivâyette söylemiştir Ancak Husayn'dan rivâyet edenler ona muhalefet ederek şöyle demişlerdir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte sadece uniki kişi kalmıştı. Dârakutnî, II, 4; Beyhaki, es-Sünenu'l-Kübrâ, III, 182

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan da şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: "Nefsim elinde olana yemin ederim ki, eğer hep birlikte çıkmış olsalardı, Allah bütün bu vadiyi onların üzerinde ateşle doldururdu." Bunu ez-Zemahşerî zikretmiştir, İbn Hibbân, Sahih, XV, 299; Taberî, Câmiu'l-Beyân, XXVIII, 104; İbn Kesîr, Tefsir, IV, 363; ayrıca bk. İbn Hacer, Fethu'l-Bârt, II, 424

Mürsel bir hadiste de bu oniki kişinin ismi zikredilmiş bulunmaktadır. Bunu Esed b. Mûsa b. Esed'in babası olan Esed b. Amr rivâyet etmiştir. Bu rivâyette şöyle denilmektedir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte sadece Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha, ez-Zübeyr, Sa'd b. Ebi Vakkas, Abdurrahman b. Avf, Ebû Ubeyde b. el-Cerrah, Said b. Zeyd, Bilal ve -iki rivâyetten birisine göre Abdullah b. Mesud, diğerine göre ise Ammar b. Yasir- kalmıştır.

Derim ki: Burada Cabir'in ismini vermemektedir. Müslim ise Cabir’in onlar arasında bulunduğunu belirttiği gibi Dârakutnî de böyle demiştir. Buna göre Peygamber ile birlikte kalanların sayısı onüç olmaktadır. Eğer Abdullah b. Mesud da onlarla birlikte ise o vakit sayılan ondört olur.

Ebû Davud "el-Merâsil" adlı eserinde hutbeyi dinlemeyi terketmenin, kendileri açısından bir sakınca olmadığını kabul etmelerinin sebebini de zikretmiş bulunmaktadır. Halbuki onların faziletlerine yakışan böyle bir şeyi yapmamaktır. (Ebû Davud) dedi ki: Bize Mahmud b. Halid anlattı, dedi ki: Bize el-Velid anlattı, dedi ki: Bana Muâz b. Bekr b. Marufun haber verdiğine göre o, Mukâtil b. Hayyân'ı şöyle derken dinlemiş: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) -Önceleri- tıpkı bayram namazlarında olduğu gibi hutbeden önce cuma namazını kılardı. Nihayet bir cuma günü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) cuma namazını kıldıktan sonra hutbe irad etmekte iken bir adam (mescide) girip şöyle dedi: Dılıye b. Halife el-Kelbî bir ticaret (kervanı) ile geldi. Dıhye geldi mi akrabaları tefler çalarak onu karşılardı. (Mescidde) bulunanlar da hutbeyi dinlemeyi terketmekte bir sakınca olmadığını zannederek çıkıp gittiler. Yüce Allah da:

"Onlar bir ticaret veya bir eğlence gördükleri zaman... ona doğru yöneldiler" âyetini indirdi. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) cuma günü hutbeyi öne aldı ve namazı sonraya bıraktı. Bu yasaktan sonra herhangi bir kimse burun kanaması ya da herhangi bir sebep dolayısıyla Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a başparmağı yanındaki (şehadet) parmağı ile işaret ederek Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan izin isteyip, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da kendisine izin vererek etiyle işaret etmedikçe dışarı çıkıp gitmiyordu. Münafıklar arasında hutbe ve mescidde oturmak kendilerine ağır gelen kimseler vardı. Müslümanlardan bir kişi izin istedi mi bu münafık da onun arkasında gizlenerek onun yanında ayakta dikilir ve nihayet çıkar giderdi. Bu sefer yüce Allah:

"Aranızda birbirinizin arkasına gizlenerek, gizlice sıvışıp gidenlerinizi muhakkak Allah bilir" (en-Nûr, 24/63) âyetini indirdi Ebû Dâvûd, el-Merasil. s. 105

es-Süheylî dedi ki; Bu haber her ne kadar sabit bir yolla nakledilmemiş ise de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ashabı hakkında beslememiz gereken hüsn-ü zan bunun sahih olmasını gerektirir.

Katade dedi ki: Bize ulaştığına göre ashab, bu işi üç defa yapmışlardır. Her seferinde de Şam tarafından bir kervan gelmiş idi ve bütün bunlar cuma gününe denk gelmişti.

Bir diğer görüşe; göre onların mescidden çıkışları Dıhye el-Kelbî'nin ticareti ile birlikte gelmesi ve onların geçmekte olan kervana bakışlarının faydasız bir iş oluşundan dolayıdır. Ancak bu eğer başka türlü olmuş olsaydı, günahı bulunmayan İşlerden olurdu. Fakat bu is, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan yüz çevirmek ve onun huzurundan ayrılmak ile birlikte olduğundan, ağır ve büyük bir iş olmuş, bunun hakkında Kur'ân'dan âyet inmiş ve inen âyetler bunu "lehv; eğlence, oyalayıcı boş iş" ismi ile kötü ve çirkin bir davranış olarak nitelendirmiştir. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan da şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Kişinin kendisiyle oyalandığı herbiriş hânidir. Onun ok atışı yapması... müstesnadır." Tirmizî, IV, 174; İbn Mâce, II, 940; İbn Ebi Şeybe, Mûsannef, IV, 229, V, 303; Bu hadis daha önce el-Enfâl Sûresi'nde (8/60. âyet, 1. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Yüce Allah'a hamdolsun.

Câbir b. Abdullah dedi ki: Kızlar nikâhlandıklarında zurna ve davullarla geçirilirler. (Bu esnada) onlar da ona doğru gitmişlerdi. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu.

Âyette zamirin ticarete raci olması, daha önemli oluşundan dolayıdır. Talha b. Mûsarrif ise;

"onlar bir ticaret veya bir eğlence gördükleri zaman... ona doğru yöneldiler" âyetini; diye (ticaret ve eğlence anlamındaki kelimelerin başına lam-ı tarif getirerek) okumuştur.

Manası: Onlar bir ticaret gördüklerinde ona doğru yöneldiler yahut bir eğlence gördüklerinde yine ona doğru yöneldiler şeklinde olduğu fakat delâleti dolayısıyla (ikinci "ona doğru yöneldiler" anlamındaki lâfzın) hazfedildiği de söylenmiştir. Şairin şu beyitinde olduğu gibi;

"Biz yanımızdakinden sen de yanında bulunandan

Razısın; fakat görüşler farklıdır."

Arapçada daha güzel olanın, zamirin iki isimden en son kullanılana irca edilmesi olduğu da söylenmiştir.

2- Cuma Namazı Kılınması İçin Gerekli Cemaat Sayısı:

İlim adamlarının cuma namazının kılınabilmesi için cemaat sayısının ne kadar olması gerektiği hususunda farklı görüşleri vardır.

el-Hasen, cuma namazı iki kişi ile kılınır derken, el-Leys ve Ebû Yusuf üç kişiyle, Süfyan es-Sevrî ve Ebû Hanife dört kişi ile, Rabia oniki kişi ile kılınır, demişlerdir.

en-Necad Ebû Bekr Ahmed b. Süleyman dedi ki: Bize Ebû Halid Yezid b. el-Heysem b. Tahmân ed-Dakkak anlattı. Bize Subh b. Dinar anlattı dedi ki: Bize el-Muâfâ b. İmrân anlattı. Bize Ma'kil b. Ubeydullah, ez-Zühri'den, Mus'ab b. Umeyr'e kadar ulaşan senedi ile anlattığına göre: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kentlisini (Mus'ab)'ı Medine'ye gönderdi. Mus'ab, Sa'd b. Muâz'ın evinde misafir oldu, Oniki kişi oldukları halde onlara bir cuma namazı kıldırdı. O günde onlara (Sa'd) bir koyun kesti.

Şafii, kırk kişi ile kılınır demiştir. Ebû İshak eş-Şirazi "et-Tenbih ala Mezhebi'l-İmâmi'ş-Şafii" adlı eserinde şöyle demektedir; Âkil ve baliğ, hür ve ihtiyaç dışında yaz ve kış ayrılmamak üzere mukim bulunan kırk erkeğin bulunduğu herbir kasaba hutbenin başından cuma namazı kılınıncaya kadar hazır bulunmaları halinde; cuma namazını kılmak vacib olur.

Ahmed ve İshak da bu görüşü benimsemekle birlikle onlar bu şartlan koşmamışlardır.

Malik dedi ki: Eğer bir kasabada çarşı ve mescid bulunuyor ise sayı gözönünde bulundurulmaksızın onlara cuma namazı kılmak vacibtir.

Ömer b. Abdu’l-Aziz yazdığı mektubunda şöyle demiştir: Otuz tane evi bulunan herhangi bir kasaba ahalisine cuma namazı kılmak düşer.

Ebû Hanife dedi ki: Köylerde ve o hükümdeki kasabalarda yaşayanlara cuma vacib değildir. Bunların bu yerlerde cuma namazı kılmaları câiz olmaz. Ebû Hanife cuma namazının vacib olması ve kılınmasının sahih olabilmesi için cami bir mısır (şehir), otoritesi olan bir yönetici, çalışan bir çarşs Pazar ve akan bir ırmağının bulunmasını şart koşmuş, bu hususta Ali (radıyallahü anh)'ın şu hadisini (sözünü) delil göstermiştir: "Ancak cami (toplu hayatta gerekli idari ve alt yapısı bulunan kasaba ya da yerleşme merkezi) bir Mısır'da ve kendilerine yardımcı olabileceğin arkadaşlar arasında cuma namazı kılınır ve teşri tekbirleri getirilir."

Şu kadar var ki İbn Abbâs'ın rivâyet ettiği hadis bunu reddetmektedir. O dedi ki: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın mescidindeki cuma namazından sonra cumanın ilk kılındığı yer bahreyn kasabalarından birisi olan Cuvâsâ diye anılan bir kasabadır.

İmâm Şafii'nin kırk kişi olmasını öngören görüşünün delili Dârakutnî'nin rivâyet ettiği daha önce belirttiğimiz Hadîs-i şerîftir Darakutnî, III, 1H2; Beyhaki, es-Sünenü'l-Kübra. III,

İbn Mace'nin Sünen'inde yine Darakutnî ile el-Beyhakî'nin Delâilu'l-Nubuvve adlı eserinde Abdurrahman b. Ka'b b. Malikten şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Gözleri görmez olduğunda babamın elinden mtup ona yardımcı olan kişi ben idim. Onunla cuma namazına çıkıp ezanı işittiğinde Ebû Umaine'ye dua eder, onun için mağfiret dilerdi. (Abdurrahman) dedi ki:- Bu şekilde cuma namazı ezanını duydu mu mutlaka bu uygulamayi bir süre yapmaya devam etti. Ben kendisine: Babacığım dedim. Cuma ezanını işittiğin her seferinde Ebû Umame için mağfiret dilemen ne oluyor? Dedi ki; Yavrucuğum, o Medine'de Beyâdâoğulları Harresi diye bilinen ve Nakîu’l-Hadimât diye anılan bir düzlükte cuma namazı kılmak üzere müslümanları toplayan ve onlarla cuma namazı kılan ilk kişidir. Ben kendisine: O gün kaç kişi idiniz? dîye sordum. O: Kırk kişi, dedi Dârakutnî, II, 5; Ebû Dâvûd, I, 2H0; İbn Mâce, I, 343

Cabir b. Abdullah da şöyle demiştir: Sünnet her üç kişi arasından birisinin İmâm olması, her kırk ve bundan daha fazla sayıdakilerin cuma, kurban bayramı ve ramazan bayramı namazı kılmaları şeklinde gelmiştir. Çünkü bu sayıdaki kimseler bir cemaattir. Bunu Darakutni rivâyet etmiştir. Beyhaki, es-Sünenü'l-Kübra, III, 177

Ebû Bekr Ahmed b. Süleyman en-Necad dedi ki: Abdu'l-Melik b. Muhammed er-Rukagi'ye -benim de duyacağım bir şekilde- okundu: Bana Recâ b. Seleme anlattı, dedi ki: Bize babam anlattı, dedi ki: Bize Ravh b. Ğuteyf es-Sakafî anlattı, dedi ki: Bana ez-Zührî, Ebû Seleme'den anlattı dedi ki: Ben Ebû Hüreyre'ye: Cuma, katılan erkeklerin sayısı kaça ulaştığı takdirde vacib olur, diye sordum şöyle dedi: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabı elli kişiye ulaşınca, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları cuma için biraraya getirdi. Yine Abdu'l-Melik b. Muhammed'e -benim de duyduğum şekilde- okundu, dedi ki: Bize Rcca b. Seleme anlattı dedi ki: Bize Abbad b. Abbad el-Mühellebî, Cafer b. ez-Zübeyr'den anlattı. Cafer, el-Kasım'dan, o Ebû Umame'den şöyle dediğini nakletti: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Cuma elli erkek kişiye vacibtir. Bundan daha aşağı sayıdakilere vacib değildir."

İbnu'l-Münzir dedi ki: İbn Ömer şu mektubu yazdı: Herhangi bir kasabada elli kişi biraraya geldi mi cuma namazını kılıversinler.

ez-Zührî de Devs'li Um Abdullah'tan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki; "Dört kişiden daha fazla sayıda kimse bulunmasa bile herbir kasabada cuma kılmak vacibtir." Burada "kasabalar (el-kurâ)" ile şehirleri kastetmektedir. Ancak bu rivâyet ez-Zührî'den sahih olarak nakledilmiş değildir Dârakutnî, 11, 7

Bir rivâyette de şöyle denilmektedir: "Cuma dördüncüleri İmâmları olan sadece üç kişi dahi bulunsa herbir kasaba ahalisine vacibtir." Ancak ez-Zührî'nin Devs'li Um Abdullah'tan hadis dinlediği sahih olarak sabit değildir. Burada (hadisin senedinde) sözü edilen el-Hakem (b. Abdullah) ise metruk (rivâyet ettiği hadis alınmayan) bir kimsedir Dârakutnî, II, 8

3- İmâmın (İslam Devlet Başkanının) İzni ve Onun Namazda Bulunması Cuma Namazının Sıhhati için Gerekli midir?:

İmâmın izni olmaksızın ve kendisi hazır bulunmaksızın cuma namazının kılınması sahihtir. Ebû Hanife ise; İmâmın yahutta onun halifesinin (vekil tayin ettiği kimsenin) bulunması cuma namazının şartlarındandır, demiştir.

Bizim delilimiz şudur; Küfe valisi el-Velid b. Ukbe bir gün gecikince İbn Mes’ûd ondan izin almaksızın cemaate namaz kıldırdı. Yine rivâyet edildiğine göre Alî (radıyallahü anh) Osman (radıyallahü anh)'ın evi muhasara altında tutulduğu gün cuma namazını kıldırmış ve ondan izin aldığına dair bir rivâyet nakkdilmcmiştir.

Medine valisi Said b. el-Âsım Medine'den çıkıp gittiğinde Ebû Mûsa'nın herhangi bir izin almaksızın insanlara cuma namazı kıldırdığı da rivâyet edilmiştir. Malik dedi ki: Allah'ın birtakım farzları vardır. Onun arzında bunları bir vali (İslâmî bir yönetici) ister üstlensin, ister üstlenmesin bunlar kaybedilemezler.

4- Tavanlı Bir Mescidin Bulunması Cuma Namazı Şartlarından mıdır?

Bizim (mezhebimize mensub) ilim adamlarımız cuma namazının eda şartlarından birisi tavanı bulunun bir mesciddir, demişlerdir. İbnu'l-Arabi bunun nasıl açıklanacağını bilemiyorum, demiştir.

Derim ki: Bunun açıklayıcı gerekçeleri yüce Allah'ın:

"Tavaf edenler... için Beyt'imi temizle!" (el-Hac, 22/26) âyeti ile:

"Allah'ın yüceltilmesine... izin verdiği evlerdedir." (en-Nûr, 24/36) âyetleridir.

"Ev(beyt)"in gerçek mahiyeti ise duvar ve tavanlarının bulunmasıdır Örfün anlamına göre bu böyledir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

5- Hutbe Verirken Ayakta Durmak:

"Seni ayakta bırakıp..." âyeti (şunu göstermektedir): Hutbe verdiğinde hatibin, minber üzerinde ayakla durması şarttır. Alkame dedi ki: Abdullah'a: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ayakta mı yoksa oturarak mı hutbe okuyordu diye soruldu, o: Sen

"Seni ayakta bırakıp..." âyetini okumadın mı? diye cevab verdi.

Müslim'in Sahih’inde Ka'b b. Ucre'den rivâyete göre o mescide girmiş ve Abdu'r-Rahmân b. Um el-Hakem'i oturarak hutbe verirken görünce şunları söylemiş: Yüce Allah:

"Onlar bir ticaret veya bir eğlence gördükleri zaman seni ayakta bırakıp ona doğru yöneldiler" diye buyurduğu halde bu pis herifin nasıl oturarak hutbe verdiğine bir bakınız. Müslim, II, 591; Beyhaki, es-Sünenü'l-Kübrâ, 111, 196; Nesâî, III, 102

Yine (Müslim) Cabir'den rivâyet ettiğine göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ayakta hutbe verir, sonra oturur, sonra tekrar kalkıp yine hutbe verirdi. Her kim sana onun oturarak hutbe verdiğini haber verecek olursa, bil ki o yalan söylemiştir. Çünkü Allah'a yemin ederim ki, ben onunla birlikte ikibinden fazla namaz kılmışımdır Müslim, II, 5H9; Ebû Dâvûd, 1, 2K6; Müsned, V, 90, V. 99 'ikihin" yerine "yüz1 hıfzt ile

Fukahânın Cumhûru ve ilim adamlarının görüşü de budur. Ebû Hanîfe dedi ki: Ayakta durmak hutbenin şartı değildir. Rivâyet olunduğuna göre oturarak ilk hutbe veren kişi Muaviye'dir. Osman (radıyallahü anh) oldukça ihtiyarkıyıncaya kadar ayakta hutbe verdi, sonra oturarak hutbe verir oldu.

Denildiğine göre Muaviye'nin oturarak hutbe okuması yaşının ilerlemiş olmasından dolayı idi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ise ayakta hutbe verir, sonra oturur, sonra da yine ayağa kalkar, fakat otururken de konuşmazdı. Bunu da Cabîr b. Semure rivâyet ettiği gibi Ebû Dâvûd, I, 2tf6; Nesâî, III. 110. 1H6, 191, 191: İbn Mâce, I, 351; Müsned, V, 90, 99, 100; Beyhaki, es-Sünenü'l-Kübra, III, 197; Müsned, V 90, 91, 101, 93, 9S (4) Buhâri, I, 311; Müslim, II, ÎH9; Buhârî’de belirtildiğine göre İbn Ömer de böylece rivâyet etmiştir. İbn Mâce, I, 551; Müsned, I, 256 (İbn Abbâs'tan)

6- Hutbesiz Cuma Namazı Sahih Olmaz:

Cuma namazının gerçekleşmesi için hutbe şarttır. Hutbesiz cuma sahih olmaz. İlim adamlarının Cumhûrunun görüşü budur. el-Hasen ise hutbe müstehabtır demiştir. İbnu'l-Mâcişûn da böyle demiştir; Hutbe bir sünnettir, farz değildir. Said b. Cubeyr dedi ki: Hutbe öğlen farzının iki rekatının yerine geçer, bir kimse bu iki rekatı terkedip, cuma namazı kılacak olursa, öğle namazının iki rekatını terketmiş olur, Hutbenin vücubunun delili yüce Allah'ın:

"Seni ayakta bırakıp..." âyetidir. Bu bir yergidir, vacib de kendisini terkeden şahsın şer'an yerilmesine sebeb teşkil eden fiildir. Ayrıca Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hutbe vermeden cuma namazı kılmamıştır.

7- Hutbe Verirken, Hatibin Bir Şeylere Yaslanması:

Hatib hutbe esnasında bir yaya ya da bir sopaya dayanır. İbn Mace'nin Sünen'inde dedi ki: Bize Hişam b. Ammar anlattı. Bize Abdu'r-Rahmân b. Sa'd b. Ammar b. Sa'd anlattı dedi ki: Bana babam, babasından, o dedesinden naklen anlattığına göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) savaş esnasında hutbe verdiği zaman bir yaya dayanarak hutbe verirdi. Cumada hutbe verdiği zaman ise bir sopaya dayanarak hutbe verirdi, İbn Mâce, I, 351

8- Hatib Minbere Çıkınca Cemaate Selam Verir mi?:

Şafii ve diğerlerine göre hatib minbere çıktı mı cemaate selam verir. Malik ise bu görüşte değildir. İbn Mace'nin, Cabir I). Abdullah'tan rivâyet ettiğine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) minbere çıktı mı selam verirdi. İbn Mâce, I, 352

9- Abdestsiz Hutbe Vermek:

Hatib hutbenin tamamını ya da bir bölümünü abdestsiz verecek olursa, Malik'e göre kötü bir iş yapmış olur. Ancak abdestli olarak namazı kıldırdığı takdirde hutbeyi tekrar iade etmesi gerekmez. Abdestli olmanın vacib olup olmadığı hususunda Şafii'nin iki görüşü vardır, o cedid (yeni) mezhebinde bunu şart görürken, kadim (eski) görüşünde bunu şart koşmamıştır. Ebû Hanifenin görüşü de budur.

10- Hutbenin Asgarî Miktarı:

Hutbede yeterli gelen asgarî miktar Allah'a hamdetmesi, Peygamberine salât ve selâm getirmesi, Allah'ın takvasını tavsiye etmesi ve Kur'ân-ı Kerîm'den bir âyet okumasıdır. İkinci hutbede de birincisinde olduğu gibi (bu) dört hususun yerine getirilmesi icab eder. Şu kadar var ki birincisinde öngörülen bir âyet okumanın yerine (ikincisinde) dua etrnek vacibtir, fukahânın çoğunluğu böyle demiştir.

Ebû Hanife ise şöyle demektedir: Şayet sadece Allah'a hamdeder yahut Allah'ı teşbih eder yahut tekbir getirmekle yetinirse, bu kadarı da yeterlidir.

Osman (radıyallahü anh)'dan rivâyet edildiğine göre o minbere çıkmış ve: Elhamdülillah derken ona karşı sesler yükseltilince şöyle demiş: Ebû Bekir ve Ömer bu makama çıkacakları vakit söyleyecekleri sözleri önceden hazırlarlardı. Sizlerin ise (bugün) çok söz söyleyen bir İmâmdan çok iş yapan bir İmâma ihtiyacınız vardır. Pek yakında size hutbeler gelecektir (verilecektir); deyip sonradan minberden inmiş ve namazı kıldırmıştır. Bu ise ashab-ı kiramın huzurunda olmuştu. Kimse onun bu yapağına tepki göstermemişti.

Ebû Yusuf ve Muhammed de şöyle demişlerdir; Vacib olan kendisine hutbe denilebilecek kadar olan sözler söylemektir. Şafii'nin görüşü de budur. Ebû Ömer b. Abdi’l-Berr dedi ki: Bu hususta söylenmiş en sahih görüş budur.

11- Peygamber Efendimizin Hutbelerinde Okuduğu Âyetler ile Verdiği Hutbelerinden Örnekler:

Müslim'in Sahih'inde Yâlâ b. Umeyye'den rivâyete göre o Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı minber üzerinde:

"Ey Malik... diye seslenecekler" (ez-Zuhruf, 43/77) âyetini okurken dinlemiştir, Müslim, II, 594; Buhâri, III, 1180, 1191, IV, 1N21: Tirmizi, II, 382; Müsned, IV, 223

Yine Müslim'de Abdurrahman kızı Amre'nin bir kızkardeşinden şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Ben

"Kaaf, çok şerefli Kur'ân'a yemin ederim ki..." (Kaaf, 50/1) Sûresi'ni ancak Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ağzından her cuma günü bu sûreyi minber üzerinde okuyup dinlemem sonucunda ezberlemişimdir." Müslim, II, 595; Müsned, VI, 435 Bu (rivâyet) daha önce Kaf Sûresi'nin baştaraflarında geçmiş bulunmaktadır.

Ebû Davud'un el-Merâsîl adlı eserinde ez-Zührî'den şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın hutbesinin başı şöyle idi:

"Hamd, Allah'a mahsustur. O'na haradeder, O'ndan yardım diler, mağfiretini isteriz. Nefislerimizin şerlerinden O'na sığınırız, Allah'ın hidayet verdiği kimseyi hiç kimse sapüramaz. O'nun saptırdığını da kimse doğruya iletemez. Şehadet ederiz ki Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. Muhammed de O'nun kulu ve Rasûlüdür. O'nu hak ile kıyâmetin az öncesinden müjdeleyici ve korkutucu olmak üzere göndermiştir. Allah'a ve Rasûlüne itaat eden doğru yolu bulmuş demektir. Onlara İsyan eden kimse ise haddi aşmış, azmış demektir. Rabbimiz Allah'tan bizleri kendisine ve Rasûlüne itaat edenlerden, rızasına uyup, O'nu gazablandıran şeylerden uzak kalanlandan kılmasını dileriz. Şüphesiz ki biz O'nunla (hakkı bulabilir)iz ve yalnız O'na aidiz.!" Ebû Dâvûd, el-Merâsil, s. 102-103

Yine ondan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Bize ulaştığına göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hutbe irad etti mi şöyle derdi:

"Gelecek olan herbir şey yakındır. Gelecek olanın uzak olması sözkonusu değildir. Kimsenin acelesi için Allah hiçbir şeyi çabuklaştırmaz. İnsanlar istedi diye hiçbir şeyi erkene almaz. İnsanların dilediği değil, Allah'ın dilediği (olur). Allah bir işin olmasını diler, insanlar bir başka iş ister. Fakat insanlar hoşlanmasa dahi Allah'ın dilediği olur. Allah'ın yakınlaştırdığını kimse uzaklaştıramaz, Allah'ın uzaklaştırdığını da kimse ytıkınlaştıramaz. Aziz ve celil olan Allah'ın izni ile olmadıkça hiçbir şey olamaz. " Ebû Dâvûd, el-Merâsil, s. 103

Câbir dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) cuma günü hutbe verir. Allah'a hamd u senada bulunup peygamberlerine salât ve selâm getirdikten sonra şöyle derdi:

"Ey insanlar! Sizin için birtakım işaretler vardır. Sizin için tesbit edilen o işaretlere kadar gidiniz. Sizin varabileceğiniz bir son nokta vardır, Sizin için tesbit edilmiş o son noktaya kadar gidiniz. Şüphesiz ki mü’min kul, birisi geçip gitmiş ve Allah'ın hakkında ne hüküm vereceğini bilemediği, diğeri ise geri kalmış ve Allah'ın onda ne yapacağını bilemediği iki korku arasındadır. O bakımdan kul, kendi nefsinden yine kendisi için alacaklarını alsın, Dünyasından âhireti için, gençliğinden yaşlılığı için, hayattan ölüm gelmeden önce (bir şeyler) alsın. Nefsim elinde olana yemin ederim ki; ölümden sonra hiç kimsenin (radıyallahü anhbbini) razı etmesine dair isteği kabul edilmeyecektir. Dünyadan sonra ise cennet ya da cehennemden başka bir yurt yoktur. İşte ben bunu sizlere söylüyorum. Kendim için, sizin için Allah'tan mağfiret diliyorum." Deylemi, Firdevs, V, 278 -Hasanı Basri'den- fk-ylı;ıki, Şuabu'l-İmân, Vll, 360 -Hasan-ı Basri ismini zikretmediği bir s;ı lı;ı hin elen-

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Medine'ye geldiği sırada ilk cumada verdiği hutbe daha önceden geçmiş bulunmaktadır lik. el-Cumua, 62/H. âyetin tefsiri 2. başlık

12- Hutbeyi Dinleme Âdabı:

Hutbeyi dinleyen kimselerin hutbe dolayısıyla susmaları sünneten vacibtir. Sünnet olan, hutbeyi işitenin de, işitmeyenin de susmasıdır. İnşaallah her ikisi de aynı ecri alırlar. O esnada konuşan kimse lağvetmiş (boş iş yapmış) olur, fakat bundan dolayı namazı da bozulmaz.

Sahihte Ebû Hüreyre'den rivâyete göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Cuma günü İmâm hutbe okurken arkadaşına: Sus! diyecek olursan, sen lağvetmiş olursun." ) Buhârî, I, 316; Müslim, II, 5H3; Dârimî, I, 437, 43«: Ebû Dâvûd, I, 290; Nesâî, IV, 104, IH»; İbn Mâce, I, 352; Muvatta’, I, 103; Müsned, II, 272, 2M0, 393. 39fi, 4S=>, 51H, 432

ez-Zemahşerî dedi ki: Hutbeyi dinleyen kişi arkadaşına: Sus! diyecek olursa lağvetmiş olur. Peki ya hatibin kendisi bu hususta (yani hutbeyi uzatmak suretiyle) aşırıya gidecek olursa, lağvetmiş olmaz mi? İslâm'ın garibliğinden, günlerin uğursuzluklarından Allah'a sığınırız.

13- Cemaatin Hatibe Yönelmesi:

İmâm minbere çıktığı takdirde insanlar ona yönelirler. Çünkü Ebû Davud, Mürsel olarak Ebân b. Abdullah'tan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Cuma günü Adiy b. Sabit ile birlikte idim. İmâm (hutbeye) çıkınca -ya da minbere çıkınca dedi- ona doğru döndü ve dedi ki: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabı da Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a böyle davranırlardı Ebû Dâvud, el-Merâsit, s. 99-100; Beyhaki, es-Sünenu'l Kübrâ, III, 19K

İbn Mace bunu Adiy b. Sabit'ten, o babasından diye rivâyet etmiş olup,isnadda fazladan şunu da belirtir: Babasından (rivâyetle) dedi ki; Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) minber üzerinde ayağa kalktı mı ashabı ona doğru yüzlerini çevirirlerdi, İbn Mace dedi ki: Bu hadisin (senedinin) muttasıl olacağını ümit ederim İbn Mâce, I, 360, ancak İbn Mâceye ait olduğu belirtilen kayıt yok. Derim ki; Hafız Ebû Nuaym dedi ki: Bize Muhammed b. Ma'mer anlattı dedi ki: Bize Abdullah b. Muhammed b. Naciye anlattı dedi ki: Bize Abbâd b. Yakub anlattı dedi ki: Bize Muhammed b. el-Fadl el-Horasanî anlattı, O Mansur'dan, o İbrahim'den, o Alkame'den, o Abdullah'tan dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) minbere çıktı mı yüzlerimizi ona doğru çevirirdik. Bunu Mansur dan tek başına (münferiden) Muhammed b. el-Fadl b. Atiyye rivâyet etmiştir Ebû Ya'la’, Müsned, IX, 281-282

14- İmâm Hutbe Verirken Mescide Giren Namaz Kılar mı?:

İmâm hutbe verirken mescide giren kimse Malik -Allah'ın rahmeti üzerine olsun-'e göre (Tahiyyetu'l-Mescid) namazı kılmaz. İbn Şihab'ın -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- ve başkalarının görüşü de budur. Muvatta’' da ondan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: İmâmın minbere çıkması, namaz kılmayı sona erdirir. Onun konuşması da konuşmayı sonu erdirir Muvatta’, I, 103 Bu rivâyet mürseldir.

Müslim'in Sahih 'inde Cabir'in rivâyet ettiği hadise göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Cuma günü sizden herhangi bir kimse İmâm hutbe verirken gelecek olursa, hemen iki rekat kılıversin ve bunları kısa kessin. " Müslim, II, 597; İbn Huzeyme, Sahih, III, 167; İbn Hibbân, Sahih, VI, 247-24S; Beyhaki, es-Sunenü't-Kübrâ, III, 194; Dârakutnî, II. 14. Bu ise namaz kılınacağı hususunda açık bir ifade olup Şafii ve başkaları da bu görüştedir.

15- İmâm Hutbe Verirken. Uyumak:

İbn Avn, İbn Sîrîn'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Bizden öncekiler İmâm hutbe verirken uyumayı mekruh kabul eder ve bu hususta ağır ifadeler kullanırlardı. İbn Avn dedi ki: (İbn Şîrîn) daha sonra benimle karşılaştı ve: Ne dediklerini biliyor musun? diye sordu (ve devamla) dedi ki: Böyleleri elleri boş dönen bir seriyyeye (sefere çıkan askeri birliğe) benzerler. Sonra dedi ki: Elleri boş dönenler ne demektir biliyor musun? Hiçbir ganimet elde edemeyenler, demektir.

Semura b. Cundüb'ten rivâyete göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Sizden herhangi bir kimse uyuklayacak olursa arkadaşının oturduğu yere geçsin, arkadaşı da onun oturduğu yere geçsin." İbn Hibbân, Sahih, VII, 32 Hâkîm, Müstedrek, I, 428; Tirmizî, II, 404; Ebû Dâvûd, I, 292; Müsned, II, 22, 32; 135; hepsi de aynı manada az lafzi farkla, İbn Ömer'den.

16- Cuma Namazının Şimdiye Kadar Sözünü Etmediğimiz Diğer Bazı Faziletleri ve Farz Oluşu:

Burada daha önce sözünü etmediğimiz cuma namazının fazileti ve farz oluşu ile ilgili bazı açıklamalarda bulunacağız.

Hadis İmâmlarının Ebû Hüreyre (radıyallahü anh)'dan rivâyetine göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) cuma gününü sözkonusu ederek: "Bugünde öyle bir an vardır ki, namaz kılan müslüman bir kul, bu anı denk düşürüp yüce Allah'tan bir şey isteyecek olursa, mutlaka Allah o kimseye o istediğini verir." diye buyurdu ve eliyle bu anın oldukça kısa bir an olduğunu işaret etti. Buhârî, 1, 316, V, 2029, 2350; Müslim, II, 583, >H4; Tirmizî. II, 362; Nesâî, III. 115, İbn Mâce, I, 360, Muvatta’, I, 108; Müsned, II, 235, 255, 272, 2H0, 2«4...

Müslim'in Sahih’inde Ebû Mûsa'dan şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinledim: "O İmâmın (hutbe İçin) oturması ile namazın biteceği vakte kadarki süre arasındadır." Müslim, II, 5S4; Dârimi, I, Mi; Ebû Dâvûd, I, 276; Müsned, II, 272’de Ebû Saki el-Mııtlri ile Ebû Hüreyre'den gelen bir rivâyette bu anın "ikindiden sonra" olduğu açıklanmaktadır.

Enes'ten gelen hadiste belirtildiğine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün yanımıza çıkmakta gecikti. Yanımıza çıkıp gelince: Bir süre geç kaldın, dedik; şöyle buyurdu: "Çünkü Cebrâîl bana üzerinde siyah bir nokta bulunan beyaz bir aynayı andırır bir şey ile yanıma geldi. Ben: Bu nedir, ey Cebrâîl, dedim o dedi ki: Bu cumadır. Onda hem senin için, hem ümmetin için bir hayır vardır. Yahudilerle, hristiyanlar bugüne denk gelmek istediler de isabet ettiremediler. Allah sizi bugüne iletti. Ben: Ey Cebrâîl ya şu siyah nokta nedir? dedim, şöyle dedi: Bu cuma gününde olup denk düşüren her müslüman kulun, Allah'tan bir hayır isteyip de mutlaka onu o kimseye verdiği yahutta onun bir benzerini onun için kıyâmet gününe sakladığı ya da onun gibi bir kötülüğü ondan geri çevirdiği o malum andır. Şüphesiz ki o gün Allah nezdinde günlerin en hayırlısıdır ve şüphesiz cennetliler o güne "el-mezîcT günü ismini verirler" diye hadisi zikretti. Ebû Yala, Müsned, VII, 22H; Tebarâni, Evsaf, VII, 15.

İbnu'l-Mübarek ve Yahya b. Sel lam dedi ki: Bize el-Mesudi, el-Minhâl b. Amr'dan anlattı. O Ebû Ubeyde b. Abdullah b. Utbe'den, o İbn Mes’ûd'dan naklen dedi ki: Cumaya gitmekte birbirinizle yarışınız. Şüphesiz ki şanı yüce Allah her cuma günü cennetliklere beyaz kâfurdan bir tepe üzerinde görünür. Onlar bu günde ona yakın olurlar, -İbnu'l-Mübarek dedi ki-: Dünyada iken cumaya çabuk gidişlerindeki kadarıyla... İbnül-Mübarek, Zühd, I, 131; Abdullah b. Ahmed, es-Sünne, Demmâm, 1406, I, 259 Yahya b. Sellam da dedi ki: Dünyada iken cumaya gitmek için hızlı davrandıkları gibi... (Yahya) şunu da eklemektedir: Onlara daha önce hiçbir şekilde görmedikleri türden keramet (yüce makam ve lütuflar) ihsan eder. Yahya dedi ki: Ben el-Mesudi'den başkasının bu rivâyette şunu da eklediğini duydum: İşte bu da yüce Allah'ın:

"Yanımızda fazlası da var" (Kaf, 50/35) âyetinin anlattığıdır Yahya b. Sellâmın naklettiği bu bölümü büyük bir kısmıyla Abdullah b. Ahmed, es-Sünne, I, 259'da zikretmektedir.

Derim ki: Hadisteki "bir tepe üzerinde" ifadesinden kasıt cennet ehlidir. Onlar bir tepe üzerinde bulunacaklar demektir. Nitekim el-Hasen yaptığı rivâyette şöyle demektedir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Şüphesiz cennetlikler her cuma gününde kâfurdan bir tepe üzerinde Rabblerine bakacaklardır. Bu uzayıp giden tepenin iki ucu görünmez. Orda her iki kıyısı misk olan bir nehir akar. Üzerinde Kur'ân'ı öncekilerin de, sonrakilerin de duyduğu en güzel seslerle okuyacak cariyeler bulunacaktır. Evlerine geri döndüklerinde herbir kişi bu cariyelerden dilediğinin elinden alıp gider. Daha sonra inciden köprüler üzerinden geçerek evlerine giderler. Eğer yüce Allah onlara evlerini göstermeyecek olursa, yüce Allah'ın her cumada onlara yeniden yaratacağı şeyler dolayısıyla kendiliklerinden evlerinin yolunu bulamazlar." Bunu Yahya b. Sellam zikretmiştir. ulaşabildiğimiz kaynaklarda bu lafızı tesbit edemedik.

Enes'ten de şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "İsraya götürüldüğüm gece Arşın altında yetmiş tane şehir gördüm. Herbir şehir sizin bu şehirlerinizin yetmiş kat büyüklüğündedir. Allah'ı teşbih ve takdis eden meleklerle doludur. Teşbihlerinde: Allah'ım, cuma gününe hazır bulunan kimselere mağfiret buyur. Allah'ım, cuma günü gusleden kimselere mağfiret buyur, derler." Bu hadisi es-Sa'lebi zikretmiştir.

Kadı eş-Şerif Ebû'l-Hasen Ali b. Abdullah b. İbrahim el-Haşimi el-İsevî -Îsa b. Ali b. Abdullah b. Abbas (radıyallahü anh)'ın soyundandır- sahih bir sened ile Ebû Mûsa el-Eş'arî'den rivâyet ettiğine göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Aziz ve celil olan Allah kıyâmet gününde günleri gerçek şekilleri ile varedeceği; cuma gününü aydınlık bir çiçek gibi var edecektir. Cumaya devam edenler etrafını eşine zifaf için hazırlanan gelin gibi etrafını saracaklardır. Onların önünü aydınlatacak, onlar da ışığında yürüyeceklerdir. Renkleri kar gibi beyaz, kokulan misk gibi etrafa yayılacaktır. Kâfurdan dağlarda dolaşacaklar. Bütün cinler, melekler hayretle onların yol alışlarına bakacaklardır. Onlar cennete girecekler ve Allah'tan ecir bekleyerek ezan okuyan müezzinler dışında kimse de onlarla birlikte olmayacaktır." İbn Huzeyme, Sahih, III, 117; Hâkim. Müstedrek, I, 412; Beyhakî, Şuabu'l-îman, III, 113

İbn Mace'nin Sünen'inde Ebû Hüreyre'den rivâyete göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Cuma bir dahaki cumaya kadar -büyük günahlar işlenmediği sürece- ikisi arasındakilere keffaret teşkil eder." Bu hadisi bu manada Müslim de rivâyet etmiştir. İbn Mâce, I, 345; Müslim, I, 209; Tirmizî, I, 4lü; Müsned, II, 494

Evs b. Evs es-Sakafi'den dedi ki: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinledim: "Kim cuma günü başını yıkar ve(ya) gusledip erken vakitte çıkar ve binmeksizin yürüyerek erkence gider, İmâma yakın bir yerde oturup hutbeyi dinleyip boş bir iş yapmazsa, attığı herbir adım karşılığında onun için bir yıllık oruç tutmuş ve namaz kılmış gibi ecir yazılır. " Ebû Dâvûd, I, 95; İbn Hibbân, Sahih, Vlt, 20; Hâkim, Müstedrek, I, 418; Beyhaki, es-Sünenü'l-Kübra, HI, 229; Taberâni, Kebir, I, 215; Beyhakî, Şuabu'l-îman, III, 97; (hadisin bazı lâfızlarının tercemesi, hadisin sonunda İbn Hihbanın ve Beyhâki nin Şuab'da yaptığı açıklamalara göre yapılmıştır).

Cabir b. Abdullah'tan dedi ki: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize hutbe İrad ederek buyurdu ki: "Ey insanlar! Ölmeden önce Allah'a tevbe ediniz. İşlerle meşgul olmadan önce salih ameller işlemekte elinizi çabuk tutunuz. Sizinle Rabbinizin arasındaki bağı O'nu çokça zikretmek, gizli açık hallerde çokça sadaka vermek suretiyle sağlamlaştınnız ki size rızık verilsin, yardım olunsun ve mükâfat verilsin. Bilin ki Allah sizlere bulunduğum bu yerde, içinde bulunduğum bu ayda, bu yılda kıyâmet gününe kadar cumayı farz kılmıştır, ben hayattayken yahutta vefatımdan sonra her kim -âdil ya da zalim bir İmâmı bulunduğu halde- onu hafife alarak ya da inkâr ederek terkedecek olursa, Allah onun iki yakasını bir araya getirmesin. İslerinde ona bereket ihsan etmesin. Hatta şunu bilin ki onun namazı da olmaz, zekâtı da olmaz, haccı da olmaz. Hatta onun orucu da olmaz, iyilikleri de olmaz. Tevbe edinceye kadar... Kim tevbe ederse Allah da onun tevbesini kabul eder. Şunu bilin ki; kesinlikle hiçbir kadın bir erkeğe İmâm olamaz. Bedevi bir Arap, bir muhacire İmâm olamaz. Günahkâr bir kimse, mü’min bir kimseye İmâm olamaz. Ancak kılıcından ya da kamçısından korktuğu bir sultanın bu hususta onu baskı altında mecbur tutması hali müstesnadır." İbn Mâce, I, 343; Beyhaki, es-Sünenü'l-Kübrâ, III, 171; Ebû Yala, Müsned, III, 3S2; Abd b. Humeyd, Müsned, s. 344; hadisin senedine dair değerlendirme için bk. Beyhaki, aynı yer; İbn Adiyy el-Kâmil, IV, 181

Meymun b. Ebi Şeybe dedi ki: Haccac ile birlikte bir cuma kılmak istedim. Gitmek üzere hazırlandım, sonra şöyle dedim: Ben nereye gidiyorum. Şu günahkâr kimsenin arkasında namaz mı kılacağım? Bir sefer: Gideyim dedim, bir sefer gitmeyeyim dedim. Sonra da gitmekte karar kıldım. Evin bir tarafından birisi bana şöyle seslendi:

"Ey îman edenler! Cuma günü namaz için çağrıda bulunulduğu vakit Allah'ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın,"

17- Allah'ın Yanında Bulunanlar Dünyalıklardan Hayırlıdır:

"De ki:'Allah'ın yanındaki eğlenceden de, ticaretten de hayırlıdır"

âyeti iki şekilde açıklanmıştır. Birincisine göre Allah'ın yanındaki namazınızın sevabı sizin eğlence zevkinizden ve ticaretinizin sağladığı faydadan daha hayırlıdır. İkincisine göre Allah'ın sizin için ayırmış olduğu rızkınız, elde eniğiniz eğlence ve ticaretinizden daha hayırlıdır.

Ebû Recâ el-Utaridî:

"Allah'ın yanındaki eğlenceden de, ticaretten de hayırlıdır" anlamındaki âyeti; “Îman edenler için..." ziyadesiyle okumuştur.

"Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır." Yani O rızık verenlerin, rızıklandıranların en hayırlısıdır. O halde O'ndan isteyiniz. Onun yanındaki dünya ve âhiret hayırların: elde etmek için O'na itaat ile O'ndan yardım isteyiniz.

(Cumua Sûresi burada sona ermektedir. Allah'a hamd olsun).

0 ﴿