TALÂK SÛRESİ

Rahmân ve Rahîm Allah'ın İsmi ile

Bütün ilim adamlarının görüşüne göre Medine'de inmiştir. Onbir ya da oniki âyet-i kerimedir.

1

Ey Peygamber! Kadınları boşadığınız zaman iddetleri vaktinde boşayın ve o İddeti sayın, Rabbiniz olan Allah'tan korkun. -Apaçık bir hayasızlıkta bulunmaları hali dışında- evlerinden onları çıkarmayın, onlar da çıkmasınlar. İşte bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, şüphe yok ki kendi kendisine zulmetmiş olur. Bilemezsin, belki Allah bundan sonra bir iş peyda ediverir.

Bu âyete dair açıklamalarımızı ondürt başlık halinde sunacağız:

1- Âyetin Nüzul Sebebi:

"Ey Peygamber! Kadınları boşadığınız zaman..." âyetinde hitap Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'adır. Ona tazim ve tefhim olsun diye çoğul lâfzı ile muhatab alınmıştır.

İbn Mace'nin Sünen'inde Said b. Cübeyr'in, İbn Abbâs'tan, onun Ömer b. el-Hattâb'tan rivâyetine göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hafsa (radıyallahü anha)'yı boşamış sonra ona ric'at (dönüş) yapmıştır İbn Mâce, I, 650; Hâkim, Müstedrek, 11, 215; Ebû Dâvûd, II, İS5; Nesâî, VI, 213

Katade, Enes'ten şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hafsa (radıyallahü anha)'yı boşadı. O da ailesinin yanına gitti. Yüce Allah Hz. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)e:

"Ey Peygamber! Kadınları boşadığınız zaman iddetleri vaktinde boşayın" âyetini indirdi. Ona: Hafsa'ya ric'at yap, çünkü o çok namaz kılan, çok oruç tutan birisidir ve o senin cennetteki hanımlarındandır, denildi. Bunu el-Maverdî, el-Kuşeyrî ve es-Sa'lebî zikretmiştir. İbn Kesîr, Tefsir, IV, 37H

el-Kuşeyrî ayrıca şunu da rivâyet etmektedir: Onun ailesinin yanına çıkıp gitmesi hakkında da yüce Allah'ın:

"Evlerinden onları çıkarmayın" âyeti nazil oldu.

el-Kelbî dedi ki: Bu âyetin nüzul sebebi Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Hafsa'ya kızgınlığıdır. Ona gizlice bir sır söylediğinde bu sırrı Âişe'ye açıklayınca, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da onu bir defa boşadı, bunun üzerine bu âyet-i kerîme indi.

es-Süddî dedi ki: Âyet, Abdullah b. Ömer hakkında inmiştir. O, hanımını ay hali iken bir defa boşadı. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona hanımına ric'at yapmasını, sonra da temizleninceye ve ay hali oluncaya, sonra bir daha temizleninceye kadar nikâhı altında tutmasını emretti. Eğer yine onu boşamak istiyor ise onunla cima yapmaksızın temizleneceği vakit onu boşasın. İşte yüce Allah'ın hanımların süresi içerisinde boşamalarını emretmiş olduğu iddet budur. Buhârî, V, 2011; Müslim, II, 1093. 1094, 109î. 1097; Tirmizi III, 479; Dârimî, 11. ny. Darakutni, IV, 5, fi, 28; Ebû Dâvûd, 11. 255, 256; Nesâî, VI, 13M, 141. 212; İbn Mâce, 1. 651, 652: Muvatta’, II. 576; Müsned, 1, <İ3, II, '&, î«. 1^, 1^»

Şöyle de denilmiştir: Bazı erkekler Abdullah b. Ömer'in yaptığının benzerini yaptılar. Abdullah b. Amr b. el-Âs, Amr b. Said b. el-Âs ile Utbe b. Gazvan bunlardandır. Âyet-i kerîme onlar hakkında inmiştir.

İbnu'l-Arabi dedi ki: Bütün bunlar her ne kadar sahih değil iseler de, birinci görüş daha uygun görülmektedir. Bunda daha sahih olan da bunun yeni bir şer'î hükmün açıklaması olduğudur.

Âyetin Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a hitab olmakla birlikte maksadın onun ümmeti olduğu da söylenmiştir. Muhataptan gaibe farklı lâfızlarla hitap etmiş bulunmaktadır. Bu, fasih bir anlatını tarzıdır. Nitekim yüce Allah:

"Hatta siz gemilerde bulunduğunuz zaman, onlar da içindekileri güzel bir rüzgar ile götürüp..." (Yûnus, 10/22) diye buyurmaktadır. Âyetin takdiri şöyledir: Ey Peygamber! Sen onlara: "Kadınları boşadığınız zaman İddetleri vaktinde boşayın" de. İşte bu da tefsir âlimlerinin, burada hitap yalnız ona yönelik olmakla birlikte, mana hem kendisini, hem mü’minleri kapsamaktadır. Yüce Allah mü’minlere hitab etmek istediğinde ona: "Ey nebi: peygamber" âyeti ile taltifte bulunmuştur. Eğer hitab hem lâfız, hem mana itibariyle ona yönelik ise: 'Ey Rasûl' diye ona hitab etmiştir.

Derim ki: İddet ile ilgili hükümlerin ensardan Yezid b. es-Sekenin kızı Esma hakkında nazil oluşu bu görüşün doğruluğuna delildir. Ebû Davud'un Kıtab'ında (Sünen'inde) ondan gelen rivâyette belirtildiğine göre Esma Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın döneminde (kocası tarafından) boşandı. Henüz boşanan kadının iddeti hakkında bir hüküm yoktu. Yüce Allah, Esma boşanınca boşamak için iddet hükmünü indirdi. Böylece, boşamak dolayısıyla iddetin hakkında indiği ilk kişi o oldu. Ebû Dâvûd, II, 235; Beyhaki, es-Sünenü'l-Kübrâ, VII. i M

Bundan maksadın Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a tazim maksadıyla nida olduğu ve sonradan:

"Kadınları boşadığınız zaman" diye buyurulduğu da söylenmiştir. Bu da (bu yönüyle yüce Allah'ın: "Ey îman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları şeytanın pis işlerindendir" (el-Mâide, 5/90) âyetine benzer. Onların öncelikleri ve üstünlükleri dolayısıyla yüce Allah mü’minleri önce sözkonusu etmiş, sonra da: "İçki, kumar, putlar ve fal okları" diye buyurmuştur.

2- Boşamanın Aleyhine Dair Bazı Rivâyetler ve "Boşama" Lâfzı ile Birlikte İstisna Yapmanın (İnşaallah Demenin) Hükmü:

es-Sa'lebi’nin rivâyet ettiğine göre İbn Ömer şöyle demiştir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Şüphesiz ki Allah tarafından en cok buğzedîlen helâl talâktır." Ebû Dâvûd, II, 255; İbn Mâce, I, 650

Ali (radıyallahü anh)'dan rivâyete göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Evleniniz fakat boşamayınız. Çünkü boşamaktan dolayı hiç şüphesiz Arş sarsılır."

Ebû Mûsa'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki; "Bir şüpheden olması müstesna kadınları boşamayın. Münâvî, Feydu’l-Kadir, V, 442: 'İbn Asâkir.

Çünkü muhakkak aziz ve celil olan Allah, tat alan erkekleri de, tat alan kadınları da sevmez." Bezzâr, Müsned, VIII, 71; Teberânî, Evsat, VIII, 24.

Enes'ten şöyle dediği rivâyet edilmiştir. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Münafıktan başka hiçbir kimse ne talâk ile yemin eder, ne de talâk ile yemin edilmesini ister."(2) Bütün bunları es-Sa'lebî -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- kitabında müsned olarak rivâyet etmiştir.

Dârakutnî dedi ki: Bize Ebû'l-Abbas Muhammed b. Ali ed-Dulâbî ile Yakub b. İbrahim anlatarak dedi ki: Bize el-Hasen b. Arefe anlattı dedi ki: Bize İsmail b. Ayyaş, Humeyd b. Malik el-Lahmî'den anlattı. O Mekhul'den, o Muaz b. Cebel'den şöyle dediğini rivâyet etti: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana dedi ki: "Ey Muâz, yüce Allah yeryüzünde köle azad etmekten daha çok sevdiği bir şey yaratmış değildir. Yine yeryüzünde talaktan daha çok nefret edilen bir şey yaratmış değildir. Bundan dolayı bir kimse kölesine: Sen inşaallah hürsün diyecek olursa, o köle hür olur ve bunun istisnâsı(nın, inşaallah demesinin hükmü) yoktur. Eğer bir kimse hanımına: İnşaallah sen benden boş ol, diyecek olursa, onun bu istisnası onun için geçerlidir ve hanımı ondan boş olmaz." Dârakutnî, IV, 35

Bize Muhammed b. Mûsa b. Ali anlattı dedi ki; Bize Humeyd b. er-Rabi anlattı dedi ki: Bize Yezid b. Harun anlattı, bize İsmail b. Ayyaş bu isnadı ile buna yakın lâfızlarla rivâyet etti. Humeyd dedi ki: Bana Yezid b. Harun dedi ki: Eğer Humeyd b. Malik bilinen birisi olsaydı bu hadis nasıl bir hadis olurdu. Ben: O benim dedemdir dedim. Yezid dedi ki: Beni çok sevindirdin, beni çok sevindirdin. İşte şimdi bu hadis, denilen şey oldu Dârakutni, IV, 35

Bize Osman b. Ahmed ed-Dakkak anlattı dedi ki: Bize İshak b. İbrahim b. Suneyn anlattı dedi ki: Bize Ömer b. İbrahim b. Halid anlattı, Bize Humeyd b. Malik el-Lahmî anlattı. Bize Mekhul, Malik b. Yehamir'den anlattı. O Muaz b. Cebel'den dedi ki: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Allah talaktan daha çok buğzettiği bir şeyi helal kılmamıştır. Bundan dolayı kim talâk verir ve istisna yaparsa (inşaallah derse) onun istisna yapması lehine olmak üzere geçerlidir." Dârakutni, IV, 35

İbnu’l-Münzir dedi ki: Talâkta ve köle azad etmekte istisna hususunda ilim -adamlarının farklı görüşleri vardır. Bir kesim: Bu caizdir demiştir. Biz bu görüşü Tavus'tan rivâyet ermekteyiz. Kûfeli Hammâd , Şafii, Ebû Sevr ve Re'y ashabı da bu görüşü benimsemişlerdir. Malik ve Evzai'nin görüşüne göre ise boşamada istisna câiz değildir. Sadece boşamada Katade'nin görüşü de böyledir. İbnu’l Münzir dedi ki: Bense birinci görüşü benimsiyorum.

3- Talâkın (Boşamanın) Helâl ve Haram Olan Şekilleri:

Dârakutnî'nin rivâyet ettiği Abdurrezzak yoluyla gelen hadiste şöyle denilmektedir: Bana amcam Vehb b. Nafi haber verdi dedi ki: İkrime'yi, İbn Abbâstan hadis naklederek şöyle derken dinledim: Talâk (boşama) dört şekildir. İkisi helaldir, ikisi haramdır. Helal şekillen kocanın hanımını cima sözkonusu olmaksızın temiz olduğu bir dönemde boşaması ile hamileliği açıkça belli olduğu haliyle hamile iken boşamasıdır. Haram boşamalara gelince, hanımını ay hali iken ya da onunla cima etmeyi sürdürürken hanımın rahminde çocuk var mı, yok mu bilmeksizin boşalmışıdır. Dârakutnî, [Y, 37: Abdurrezzak, Mûsannaf, VI, 301; Beyhaki, es-Sünenü'l-Kübrâ, VII, 325

4- Kadının İddet Vaktinde Boşanması:

"Kadınları... iddetleri vaktinde boşayın" âyeti ile ilgili olarak Ebû Davud'un kitabında ensardan Yezid b. es-Seken'in kızı Esma'dan gelen rivâyete göre o Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in döneminde (kocası tarafından) boşandı. Henüz boşanan kadının iddeti sözkonusu değildi. Esma boşandığında yüce Allah da boşamak için iddet hükmünü indirdi. Böylece o ulak dolayısıyla hakkında iddet hükmünün indirilmiş olduğu ilk kadın oldu. Bu hadis daha önceden de geçmiş bulunmaktadır. Birinci başlığın son taraflarında geçen bu hadisin kaynakları da burada gösterilmiştir.

5- İddet Kendileri ile Gerdeğe Girilmiş Kadınlar Hakkında Sözkonusudur:

"İddetleri vaktinde" âyeti, sözkonusu edilen kadınların kocaları ile gerdeğe girmiş olan kadınlar olmasını gerektirmektedir. Çünkü kendileri ile gerdeğe girilmemiş olan kadınlar, yüce Allah'ın:

"Ey îman edenler! Mü’min kadınları nikâhlayıp sonra kendilerine dokunmadan onları boşarsanız sizin için onlar aleyhine sayacağımız bir iddet olmaz" (el-Ahzab, 33/49) âyeti ile bunların kapsamı dışına çıkarılmaktadır.

6- Sünnete Uygun Olan ve Olmayan Talâk Şekilleri:

Kim hanımını ilişki kurmadığı bir temizlik döneminde boşayacak olursa, bu boşaması geçerli olur ve sünnete uygun bir boşamadır. Eğer hanımını ay hali iken boşayacak olursa,- boşaması geçerli olur fakat sünnete uygun bir boşama olmaz.

Said b. el-Müseyyeb ise ay halinde boşama olmaz. Çünkü sünnete uygun değildir, demiştir. Şia da bu görüsü benimsemiştir.

Lâfız Dârakutnî'nin olmak üzere Buhârî ve Müslim'de Abdullah b. Ömer'den şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Hanımımı ay hali iken boşadım. Ömer bunu Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a söyledi. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) öfkelenerek şöyle buyurdu: "O hanımına geri dönsün, sonra onu içinde iken boşamiş olduğu bu ay hali dışında yeni bir ay hali oluncaya kadar nikâhı altında tutsun. (Ay hali olduktan sonra) eğer onu boşamayı uygun görürse, ay halinden temizlenmiş olarak ve ona yaklaşmaksızın boşasın. İşte yüce Allah'ın emrettiği üzere iddet vaktinde boşamak böyle olur." Abdullah b. Ömer hanımını bir defa boşamıştı. Bu boşaması hanımını boşanma sayılarından sayılmıştı. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın kendisine emrettiği şekilde Abdullah b. Ömer hanımına dönüş yaptı. Dârakutni, IV, 6- Müslim, II, 1095: Müsned, II, 130

İbn Ömer'den gelen bir rivâyette belirtildiğine göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bu bir boşamadır" diye buyurmuştur Dârakutnî, IV, 9, 10 Bu da açık bir nastır ve şianın görüşünü reddetmektedir.

7- Sünnete Uygun Talâk, Bid'at Talâkı ve Bir Defada Üç Talâkı Vermek:

Abdullah b. Mesud'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Sünnet talakı kocanın hanımını herbir temizlik halinde bir defa boşamasıdır. Nihayet bunun sonu geldi mi işte yüce Allah'ın gözetilmesini emrettiği iddet budur. Bunu Dârakutnî, Â'meş'ten o Ebû İshak'tan, o Ebû'l-Ahvas'dan o da Abdullah'tan senediyle rivâyet etmiş bulunmaktadır Dârakutnî, IV, 5; İbn Mâce, I, 651; Beyhakî, es-Sunenü'l-Kübra, VII, 332

İlim adamlarımız dedi ki: Sünnete uygun talâk yedi şartı taşıyan boşama şeklidir: Eğer hanımı ay hali gören kadınlardan ise temizken, bu temizliği döneminde ona iligmemişken, daha öncesinde ay halinde bir boşama sözkonusu olmayıp peşinden sonrasında temizliğin olduğu bir dönemde talâk olmamışsa ve bir bedel vermekten uzak olmak şartıyla, hanımını bir talâk ile boşamasıdır. Bütün bu yedi şart daha önce geçen İbn Ömer ile ilgili hadisten çıkarılmaktadır.

Şafii dedi ki: Sünnet talâk kocanın hanımını herbir temizlik halinde özel olarak boşamasıdır. Bununla birlikte bir temizlik halinde hanımını üç talâk ile boşayacak olursa, bu da bid'at olmaz.

Ebû Hanife dedi ki: Sünnet talâk, hanımını herbir temizlik halinde bir talâk ile boşamasıdır.

eş-Şa'bi dedi ki: Kişinin hanımını kendisi ile cima ettiği bir temizlik halinde boşaması caizdir.

Bizim ilim adamlarımız ise şöyle demişlerdir: Hanımı ile cima etmediği bir temizlik halinde iddet süresi içerisinde peşinden talakın da bulunmadığı bir temizlik halinde bir defa boşar. Ayrıca bu temizlik halinin boşamanın gerçekleştiği ay halinin peşinden de gelmemiş olması gerekir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Ona emret, hanımına ric'at yapsın. Sonra temizleninceye, sonra ay hali oluncaya kadar, sonra tekrar temizleninceye kadar onu nikâhı altında tutsun. Sonra dilerse nikâhı altında tutsun, dilerse onu bocasın. İşte Allah'ın hanımların içinde boşanmasını emrettiği iddet budur." Birinci başlıkta da geçen bu hadisin kaynakları için oraya bakınız.

İmâm Şafii, yüce Allah'ın:

"İddetleri vaktinde boşayın" âyetini ele almıştır. Bu ifade ise bütün boşamalar hakkında umumidir. İster bir, ister iki, ister daha fazla olsun. Yüce Allah bu âyet-i kerimede zamanı gözönünde bulundurmuş olup, sayıya itibar etmemiştir. İbn Ömer ile ilgili hadiste de böyledir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona zamanı öğretmiştir, sayıyı değil.

İbnu'l-Arabî dedi ki: Ancak bu sahih hadisten gafil olmaktır. Çünkü Peygamber: "Ona emret, hanımına ric'at yapsın" diye buyurmuştur. Bu ifade ise bir arada üç talâk verilebileceği görüşünü reddetmektedir. Hadîs-i şerîfte ise şöyle buyurulmuştur: Peki hanımını üç defa boşamış ise görüşün nedir? Dedi ki: Sana haram olur ve masiyet ile senden bain olur.

Ebû Hanife söyle demiştir: Âyetin zahiri üç boşamanın da, tek boşamanın da aynı şey olduğuna delil teşkil etmektedir. Şafii'nin görüşü de budur. Ancak bundan sonra yüce Allah:

"Bilemezsin, belki Allah bundan sonra bir iş peyda ediverir" diye buyurmuştur. Bu ise üç talâkı vermenin âyetin kapsamı içerisine gireceği iddiasını çürütmektedir. İlim adamlarının çoğunluğu da böyle demiştir ve gerçekten de bu onlara yakışır. Malik'e gelince, o -dedikleri gibi- âyetin mutlak olduğunu gözünden kaçırmış değildir. Fakat belirttiğimiz gibi hadis âyet-i kerimeyi tefsir etmektedir. Şa'bî'nin görüşü olan içinde hanımı ile cima etmiş olduğu temizlik süresinde talâk caizdir görüsünü ise İbn Ömer yoluyla gelen hadis, hem nassı ile hem manasıyla reddetmektedir. Hadisin nassını önceden sunmuş bulunuyoruz. Manası ile bu görüşü reddetmesine gelince: Ay hali olan hanımın boşanması bunun bir kıymet ifade etmediğinden ötürü kabul edilmediğine göre; kendisinde İninim ile cima edilmiş temizlik halinin boşamaya engel olması öncelikle sözkonusudur. Çünkü hem rahimin (hamilelikle) meşgul olması korkusu ile hem de ondan sonra görülmesi gereken ay hali ile onun muteber olması ortadan kalkmaktadır,

Derim ki: Şafii tek sözle üç talâk vermek ile ilgili görüşüne Dârakutnî'nin yaptığı bir rivâyeti delil göstermektedir. Buna göre Seleme b. Ebi Seleme b. Abdirrahman'ın babasından rivâyet ettiğine göre Abdurrahman b. Avf hanımı Kelboğullarından Esbağ kızı Turnadır'ı -ki bu kadın Ebû Seleme'nin annesidir- tek bir sözle üç talâk ile boşadı. Arkadaşlarından herhangi bir kimsenin onun bu davranışını ayıpladığımı dair bize bir haber ulaşmış değildir. (Dârakutnî) dedi ki: Ayrıca bize Seleme b. Ebi Seleme, babasından anlattığına göre Hafs b. el-Muğire hanımı Kavs kızı Fatımayı Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın döneminde bir defada üç tatak ile boşadı. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımının ondan hain olduğunu belirtti. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın bundan dolayı onu ayıpladığına dair bize bir şey ulaşmadı Dârakutnî, IV, 12

Yine Şafii, Uveymir el-Aclânî'nin liân yaptığı vakit söylediği: Ey Allah'ın Rasûlü o benden de talâk ile boş olsun, demiş olmasını delil göstermektedir İbn Hihhfın. Sahih, X: 115; Dârimi, 11, 201; Müsned. V. 336 Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onun bu sözünü tepki ile karşılamış değildir. İlim adamlarımız bu hususta en güzel açıklamaları yapmışlardır. Onların bu husustaki görüşleri bir başka yerde açıklanmıştır. Biz bu açıklamayı "el-Muktebes fi Şerhi Muvatta’i Malik ibni Enes" adlı eserde zikretmiş bulunuyoruz.

Said b. el-Müseyyeb ile tabiinden bir topluluktan rivâyete göre talâk hususunda sünnete muhalefet ederek hanımı ay hali iken boşar ya da üç talâkı bir arada verecek olursa, boşama olmaz. Onlar bu şekilde hareket eden kimseyi sünnete uygun talâk yapmak ile görevlendirilmekle birlikte; buna aykırı hareket eden kimsenin durumuna benzetmişlerdir.

8- "İddetin Vakti" Ne Zamandır?:

el-Cürcânî dedi ki: Yüce Allah'ın:

"İddetleri vaktinde" âyetindeki "lam" harfi, "...de, da" anlamındadır. Yüce Allah'ın;

"O kitap ehlinden kâfir olanları ilk sürgünde yurtlarından, yerlerinden çıkarandır." (el-Haşr, 59/2) âyetinde geçen:

"İlk sürgünde" âyetindeki "lâm"ın da aynı şekilde ",..de, da" anlamında olması gibidir. O halde yüce Allah'ın: âyeti

"iddetleri vaktinde" demek olup, bu da iddetlerine elverişli olan zaman süresi içerisinde demektir. Ay hali iken boşamanın yasak olduğu, buna karşılık temizken boşamaya izin verildiği hususunda ise icma gerçekleşmiştir. O halde bu;

"kur"un temizlik hali demek olduğuna delildir. Bu hususa dair açıklamalar daha önceden el-Bakara Sûresi'nde (2/228, âyet, 4. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

Şayet

"kadınları... iddetleri vaktinde boşayın" âyeti; "İddetlerinin, ilk başlangıcında" ya da; "İddetlerine doğru, ideallerinin ilk zamanında" demek olduğu ve bunun İbn Ömer'in Sahih-i Müslim'de ve başka yerlerde belirttiği gibi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın kıraati olduğu buna göre "iddetin ilk başlangıcı" temizliğin son zamanıdır. Böylelikle "kur"' ay hali demek olur'" denilecek olursa, buna şöyle cevap verilir: İşte bu Malikin ve onun görüşünü benimseyenlerin görüşlerine dair açık bir delildir ki bu görüşe göre kur'lar temizlik halleri demektir. Şayet Hanefi mezhebi İmâmının ve ona uyanların dedikleri gibi olsaydı, o vakit şöyle demek gerekirdi: Temizlik halinin başında hanımını boşayan bir kimse, ay haline doğru hanımını boşamış olmaz. Çünkü ay hali henüz gelmiş değildir. Aynı şekilde ay halinin gelmesi de ay halinin başlamasıyla olur. Temizliğin sona ermesi ile ise ay halinin başlaması tahakkuk etmez. Eğer bir şeyin gelmesi, onun aksinin gitmesi demek olsaydı, o vakit oruç tutan kimsenin güneşin batışından önce oruçsuz sayılması gerekirdi. Çünkü gündüz bitmeden önce gündüzün çekip gitmesiyle birlikte gece de gelmiş sayılır. Diğer taraftan bir kimse temizlik halinin sonlarında boşayacak olursa, temizliğin geri kalan kısmı "bir kur'" olur. Çünkü "kur'"un bir bölümü aynı şekilde kur' diye adlandırılır. Çünkü yüce Allah:

"Hac bilinen aylardır" (el-Bakara, 2/197) diye buyurmakta ve bununla şevval ve zülkade aylarının tamamı ile zülhiecenin bir bölümünü kastetmektedir. Çünkü yüce Allah:

"Kim iki günde acele ederse, ona günah yoktur" (el-Bakara, 2/203) diye buyurmaktadır. Halbuki bu durumdaki bir kimse ikinci günün bir bölümünde Minâ'dan ayrılmaktadır. Bütün bunlara dair yeterli açıklamalar daha önce el-Bakara Sûresi'nde (2/228. âyet, 4. başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır.

9- İddet Sayısı:

"Ve o iddeti sayın" âyetinde kastedilen kendisi ile gerdeğe girilmiş olandır. Çünkü kendisi ile gerdeğe girilmemiş olan kadının iddet beklemesi sözkonusu değildir, İddet bitmeden Önce üç talâktan daha aşağısında koca hanımına ric'at yapabilir, iddetin bitiminden sonra ise sair taliplerden bir talip gibi olur. Şu kadar var ki üç talâk ile boşanmış olması halinde bir başka koca ile evlenmedikçe ona tekrar helal olmaz,

10- İddetin Sayılmasının Mahiyeti:

"Ve o İddeti sayın" âyeti onu iyice tesbit edip belleyin, demektir. Yani boşamanın gerçekleştiği vakti iyi belleyin. Öyle ki, şart koşulmuş olan süre bittikten sonra -ki bu süre yüce Allah'ın:

"Boşanan kadınlar kendiliklerinden üç kur’ müddeti beklerler" (el-Bakara, 2/228) âyetinde belirtildiği üzere üç kur'dur- o vakit evlenmesi helal olur, İşte bu; iddetin ay hali ile değil, temizlik süreleri ile sözkonusu olduğunun delilidir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in: "İddetlerine doğru" şeklindeki okuyuşu da bunu pekiştirmekte ve açıklamaktadır. Bir şeyin öncesi ve ona doğru olanı ise hem sözlük anlamı itibariyle, hem hakikat manası itibariyle onun bir bölümüdür ve bu bir şeyin gelmesi ve yönelmesinden farklı bir manadır. Çünkü gelen ve yönelen bir şey bir başka şeydir.

11- İddeti Saymak ile Muhatab Olanlar:

İddeti saymak emrine muhatab olanlar kimlerdir? Bu hususta üç görüş vardır: Birincisine göre bunlar kocalardır, ikincisine göre bunlar zevcelerdir, üçüncüsüne göre ise bunlar müslümanlardır.

İbnu'l-Arabî dedi ki: Sahih olan bu lafızla muhatab olanların kocalar olduklarıdır. Çünkü:

"Boşattığınız zaman" ile

"sayın" âyetinde ve

"onları çıkarmayın" âyetindeki bütün zamirler hep kocalara racidir. Şu kadar var ki; hanımlar da eşlerin kapsamına katılmaları suretiyle bu hitabın kapsamı içerisindedir. Çünkü koca ric'at yapmak, infak etmek yahut infakını kesmek, meskende barındırmak yahut çıkarmak, doğan çocuğu nesebine katmak yahutta nesebi ile ilgili olmadığını belirtmek için iddeti sayar. Bütün bunlar, kendisi ile hanımı arasında ortak olan hususlardır. Kadının bunların dışında kendine has hususları da vardır. Aynı şekilde hakim de bu hususta fetva vermek, iddet hususunda anlaşmazlığa düşülmesi halinde davayı çözmek için de iddeti saymaya muhtaçtır. İşte bu hususlar emrolunan saymanın faydalandır.

12- İddet Bekleyen Kadının Mesken vs. Hakları:

"Rabbiniz olan Allah'tan korkun." Ona karşı gelmeyin.

"Evlerinden onları çıkarmayın." Yani kocanın, (boşadığı hanımını) iddeti içerisinde kaldığı sürece nikâhlı oldukları meskenin dışına çıkarmak hakkı yoktur Kadının da aynı şekilde -kocanın (rit'at) hakkı dolayısıyla- dışarı çıkması -açık bir zaruret olmadığı sürece- câiz değildir. Eğer (zaruretsiz olarak) çıkacak olursa, günahkâr olur, fakat iddet kesintiye uğramaz. Ric'î talâk ile boşanmış kadın ile üç talâk ile boşanmış olan kadın arasında bu hususta herhangi bir fark yoktur. Bu, kocanın suyunu (nesebini) korumak içindir. İşte evlerin hanımlara izafe edilmesinin anlamı budur. Yüce Allah'ın:

"Evlerinizde okunan Allah'ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın." (el-Ahzab, 33/34) âyeti ile:

"Evlerinizde oturun" (el-Ahzab, 33/33) âyetinde olduğu gibi. Buradaki izafe, mesken olarak kullanmayı ifade eden bir izafettir. Yoksa meskenlerin onların mülkü,olduğunu belirten bir izafe: değildir.

Yüce Allah'ın:

"Onları çıkarmayın" âyeti erkeklerin üzerinde bir hak olmasını gerektirdiği gibi;

"onlar da çıkmasınlar" âyeti da çıkmamanın hanımlar üzerinde bir hak olduğunu gerektirmektedir.

Sahih hadiste Câbir b. Abdullah'tan söyle dediği belirtilmektedir: Teyzem kocası tarafından boşandı. Hurma ağaçlarının meyvesini toplamak istedi, Bir erkek onun dışarı çıkmasına engel oldu. Teyzem, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gidince, Peygamber şöyle buyurdu: "Hayır, git hurmanın meyvelerini topla. Çünkü belki böylelikle sen tasaddukta bulunur yahutta bir iyilikte bulunursun." Müslim, II, 1121; İbn Mâce, \, 656; Müsned, III. 321 Bu hadisi Müslim rivâyet etmiştir.

Bu hadiste Malik, Şafii ile İbn Hanbel ve el-Leysî: İddet bekleyen kadın gündüzün ihtiyaçlarını görmek için çıkar fakat geceleyin evinden ayrılmaz şeklindeki görüşlerinin lehine bir delil vardır. Malik'in görüşüne göre kadının ric'î ya da bâin bir talâk ile boşanmış olması arasında bir fark yoktur.

Şafii ise ric'î kadın hakkında: Gece de çıkamaz, gündüz de çıkamaz. Gündüzün sadece bâin talâk ile boşanmış olan kadın çıkabilir, demiştir.

Ebû Hanîfe dedi ki: Bu (dışarı çıkma hükmü) kocası vefat etmiş kadın hakkındadır. Boşanmış olan kadın ise gece de, gündüz de çıkamaz. Ancak hadis onun görüşünü reddetmektedir.

Buhârî ve Müslim'deki rivâyete göre Ebû Hafs b. Amr, Ali b. Ebî Tâlib ile birlikte Yemen'e gitti. Hanımı Kays kızı Fatıma'ya talâk sayısından geriye kalmış olan bir talâk ile daha onu boşadığına dair haber gönderdi. el-Haris b. Hişam ile Ayyaş b. Ebi Rebia'ya da nafakasını karşılamaları emrini verdi. Haris ve Ayyaş, Fatıma'ya: Allah'a yemin olsun ki hamile olma hali müstesna senin nafaka hakkın yoktur, dediler. Fatıma, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a giderek ona Haris ile Ayyaş'ın söylediklerini nakletti. Peygamber: "Nafaka hakkın yoktur" dedi. Bu sefer başka bir yere gitmek üzere ondan izin istedi, Peygamber de ona izin verdi. Fatıma: Nereye gideyim? ey Allah'ın Rasûlü dedi. Peygamber: "İbn Umm Mektûm'un yanına git" diye buyurdu. İbn Um Mektum gözleri görmeyen birisi idi. Onun bulunduğu yerde elbiselerini çıkartır, o da onu görmezdi. Fatıma'nın iddeti sona erince, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onu Usame b. Zeyd'e nikâhladı. Mervan ona Kabîsa b. Zueyb'i göndererek, bu hadisi kendisine nakletmesini söyledi. O da ona bu hadisi nakletti. Mervan dedi ki: Biz bu hadisi ancak bir kadından işitebiliyoruz. Bundan dolayı insanların uygulamakta olduğunu gördüğümüz ihtiyatlı olanı tercih ediyoruz. Mervan'ın bu sözlerini haber alınca Fatıma dedi ki: benimle sizin aranızda Kur'ân (hakem) olsun. Aziz ve celil olan Allah:

"Evlerinden onları çıkarmayın" diye buyurmaktadır, (Fatıma) devamla dedi ki: Bu ric'at yapma hakkı bulunan koca içindir. Peki üç talaktan sonra olacak olan nedir ki bu bakımdan sizler nasıl: Eğer hamile değil ise onun nafakası yoktur, diyorsunuz, o halde niçin onun dışarı çıkmasını engelliyorsunuz? Müslim'in lâfzı bu şekildedir Müslim, II. 1117

Böylelikle âyet-i kerimenin çıkarılmayı ve çıkmayı haram kılmasının sadece ric'î talâk halinde sözkonusu olduğunu beyan etmektedir. Fatıma da aynı şekilde bundan bir sonraki âyet-i kerimeyi delil göstererek bunun sadece ric'î talâk ile boşanmış kadının çıkmasını yasaklamayı ihtiva ettiğini belirtmiştir. Çünkü bu âyet hanımı boşayan kocanın iddeci içerisinde kaldığı sürece ana ric'at yapmak hususunda görüş sahibi olması ile alâkalıdır. Bu haliyle kadın âdeta her zaman kocasının tasarrufu (ric'at yapma isteği) altında bulunması gerekiyor gibidir. Bâin talâk ile boşanmış kadın hakkında ise, bunların hiçbirisi sözkonusu değildir. Böyle bir kadının ihtiyaç duyması halinde yahut evinin emin olmamasından korktuğu takdirde, evinden dışarı çıkması câiz olur. Tıpkı Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ona (Fatıma'ya) bu işi mubah kılması gibi.

Müslim'deki ifadeye göre Fatıma: Ey Allah'ın Rasûlü demiş. Kocanı beni üç talâk ile boşadı. Bulunduğum yerde iznim olmaksızın üzerime girileceğinden korkarım. Bunun üzerine Peygamber ona emir verdi ve o da başka bir yere geçti. Müslim, II, 1121

Buhârî'de ise şöyle denilmektedir: Âişe'den rivâyete göre Fatıma ıssız bir yerde idi. Ona bir tehlike geleceğinden korkuldu. İşte bundan dolayı Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona (meskenini terketmesi için) ruhsat verdi. Buhârî, V, 2039

İşte bütün bunlar Kûfelinin görüşünü reddetmektedir. Fatıma'nın (az önce geçen) hadisinde belirtildiğine göre kocası ona boşama sayısından geriye kalmış olan bir boşama haberini göndermiştir. Bu Malik'in lehine, Şafii'nin aleyhine bir delildir. Ayrıca bu hadis Seleme b. Ebi Seleme'nin babasından rivâyet ettiği Hafs b. el-Muğire'nin hanımını tek bir sözde üç defa boşadığına daîr Dârakutnî, JV, 12 daha önceden geçmiş olan hadisinden daha sahihtir.

13- Boşanmış Kadının Mesken Hakkını Kaldıran "Hayâsızlıkları":

"Apaçık bir hayasızlıkta bulunmaları hali dışında" âyeti ile ilgili olarak İbn Abbâs, İbn Ömer, el-Hasen, en-Nehaî ve Mücahid: Bundan kasıt zinadır. Bu maksatla çıkartılır ve ona had uygulanır, demişlerdir.

Yine İbn Abbâs'tan ve Şafii'den gelen rivâyete göre bundan kasıt, kayınlarına karşı çirkin ve ağır sözler kullanılmasıdır. Beyhaki, es-Sünenü'l-Kübra, VII, 432 Onların bu durumda iddet bekleyen kadını çıkarmaları helal olur.

Said b. el-Müseyyeb'den Fatıma hakkında şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Sözü edilen bu kadın, kayınlarına karşı dilini uzatmıştı. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona başka bir yere geçmesini emretmişti. Beyhaki, es-Sünenü'l-Kübra, VII, 433; İbn Abdi’l-Berr, et-Temkld, XIX, 146

Ebû Davud'un Kitab'ında (Sünen'inde) Said'in şöyle dediği belirtilmektedir: O (kendisi ile ilgili olayı anlatarak) insanlar, zor bir duruma düşürmüş bir kadındı. O kadın uzun dilli birisi İdî. Bu bakımdan gözleri görmeyen İbn Um Mektûm'un yanına tevdi edildi. Ebû Dâvûd, II, 2Ö9; İbn Abdil-Berr, et-Temhîd, XIX, 151

İkrime dedi ki: Ubeyy'in mushafında:

"Size karşı çok çirkin sözler söylemeleri müstesna" şeklindedir. Bunu şu rivâyet pekiştirmektedir: Muhammed b. İbrahim b. el-Haris'in rivâyetine göre Âişe, Kuys kızı Fatıma'ya dedi ki: Allah'tan kork. Sen niçin evinden çıkartıldığını biliyorsun.

Yine İbn Abbâs'tan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: (Bu âyetteki "fahişe") hayasızlıkta bulunma hali, zina, hırsızlık, akrabalara karşı kötü ve çirkin sözler söylemek gibi hertürlü masiyettir. Taberi'nin tercih ettiği görüş de budur.

Yine İbn Ömer ve es-Süddî'den şöyle dedikleri rivâyet edilmiştir: Hayasızlık kadının iddet döneminde evinden dışarıya çıkmasıdır. (Buna göre) âyetin takdiri şöyle olur; Ancak haksız yere evlerinden çıkmak suretiyle apaçık bir hayasızlıkta bulunmaları hali müstesnadır. Yani kadın çıkacak olursa, günahkâr ve asi olur.

Katade dedi ki: Hayasızlık (fahişe) serkeşlik etmek demektir. Şöyle ki; eğer erkek hanımını serkeşlik ettiği için boşayacak olursa, o zaman kadın onun evinden başka bir yere gider.

İbnu'l-Arabî dedi ki: Bu, zina dolayısıyla kadının çıkarılması demektir, diyenlerin görüşlerinin açıklanacak uygun bir tarafı yoktur. Çünkü bunun için çıkış, öldürülmek ve idam edilmek için çıkıştır. Bunun ne helal, ne de haram çıkıştan istisna edilmesi sözkonusu değildir.

Burdaki hayasızlıktan kasıt, uzun dilli ve çirkin sözlü olmaktır, diyenlerin görüşü ise, Kays kızı Fatıma'nın hadisinde tefsir edilmiş (açıklanmış) bir görüştür.

Bundan maksat her türlü masiyettir diyenler de yanılmışlardır. Çünkü gıybet ve benzeri masiyetler ne çıkarılmayı, ne de çıkmayı mubah kılar.

Haksız yere çıkmaktır, diyenlerin görüşleri ise doğrudur. (Buna göre) ifadenin takdiri şöyle olur: Şer'an siz de onları evlerinden çıkaramazsınız, onlar da çıkamazlar. Ancak haddi aşarak çıkmaları bundan müstesnadır.

14- "Allah'ın Sınırları":

"İşte bunlar Allah'ın sınırlarıdır." Yani açıklamış olduğu bu hükümler Allah'ın kulları hakkındaki hükümleridir. Allah bu hükümleri aşmayı yasaklamıştır. Bu hükümleri kim aşarsa, kendisine haksızlık etmiş ve nefsini helâk olacak bir yola koşmuş olur.

"Bilemezsin; belki Allah bundan sonra bir iş peyda ediverir." Yüce Allah'ın peyda edivereceği iş, kocasının hanımına karşı olan kalbindeki nefreti sevgiye, ondan yüz çevirmeyi ona yönelmeye, onu boşama kararını pişmanlığa dönüştürerek ona dönmesini sağlamasıdır.

Bütün müfessirlerr söyle demişlerdir: Burada yüce Allah

"iş" ile rıc'at yapma arzusunu duymasını kastetmiştir. Âyetin anlamı (boşayacaksa) bir defa talâk vermeyi teşvik etmek, üç defa boşamayı yasaklamaktır. Çünkü üç talâk verecek olursa, ayrılığa pişmanlık ve hanımına geri dönmek arzusunu duyması halinde kendisine zarar vermiş olur ve artık dönüşe bir yol bulamaz.

Mukâtil dedi ki:

"Bundan" yani bir ya da iki talâktan

"sonra" diye açıklamıştır.

"Bir iş" lâfzı ise herhangi bir görüş ayrılığı olmaksızın ric'at yapmak diye açıklanmıştır.

2

O (boşanan) kadınlar iddetlerinin sonuna geldiklerinde ya maruf ile onları tutun yahut maruf ile onlardan ayrılın. Aranızdan adalet sahibi iki kişiyi de şahit tutun. Şahidliği Allah için dosdoğru yapın. İşte bu, Allah'a ve âhiret gününe îman edenlere verilen Öğüttür. Kim Allah'tan korkarsa, ona bir çıkış yolu ihsan eder.

"O kadınlar iddetlerinin sonuna geldiklerinde" iddetlerinin bitmesi yaklaştığında demektir. Yüce Allah'ın:

"Kadınları boşadığınızda iddetlerinin bitmesi yaklaştı mı artık onları... tutun" (el-Bakara, 2/231) âyetini andırmakladır ki sürelerinin bitmesi yaklaştı mı... demektir.

"Ya maruf ile onları tutun" âyetinden maksat maruf ile ric'at yapmaktır. Yani ric'at yapmak sureliyle iddetlerini uzatmak için zardır vermek maksadı olmaksızın, isteyerek onları tutun, demektir. Daha önce el-Bakara Sûresi'nde (2/231. âyet, 2. başlıkta) geçtiği gibi.

"Yahut maruf ile onlardan ayrılın." İddelleri sona erip kendileri hakkında karar verme imkânını bulsunlar diye onları bırak. Yüce Allah'ın:

"İddetlerinin sonuna geldiklerinde" âyetinde iddetinin bittiğini iddia etmesi halinde kadının görüşünün kabul edilmesi gerektiğini belirten bir işaret bulunmaktadır. Daha önce el-Bakara Sûresi'nde yer alan yüce Allah'ın:

"...Allah'ın rahimlerinde yarattığını gizlemeleri onlara helâl değildir" (el-Bakara, 2/228) âyetini açıklarken belirttiğimiz üzere.

Yüce Allah'ın:

"Aranızdan adalet sahibi iki kişiyi de şahit tutun" âyeti ile ilgili açıklamalarımızı altı başlık halinde sunacağız:

1- Talâka Şahid Tutmak:

"Şahit tutun" âyeti, talâka şahit tutmaya dair bir emirdir. Ric'at yapmaya dairdir, diye de açıklanmıştır. Ancak zahir olan bunun talaka değil, ric'ata ait olduğudur. Şayet hanımını boşayan kişi şahit tutmaksızın ricat yapacak olursa, ric'atinin sahih olup olmayacağı hususunda fukahanın iki görüşü vardır.

Anlamın hem ric'at halinde, hem ayrılmak halinde şahit tutun şeklinde olduğu da söylenmiştir.

Bu şahit tutmak Ebû Hanife'ye göre mendubtur. Yüce Allah'ın:

"Alışveriş yaptığınız zaman şahit tutun" (el-Bakara, 2/282) âyetinde olduğu gibidir.

Şafii'ye göre ise ric'at halinde şahit tutmak vacib, ayrılık halinde mendubtur.

Şahit tutmanın faydası ise, karşılıklı olarak inkâr etmemeleri ve kadını nikâh) altında (haksız yere) tuttuğu hususunda itham edilmemesi, onlardan birisinin ölüp diğerinin miras almak maksadıyla evliliklerinin devam ettiğini iddia etmemesi içindir.

2- Ric'at Nasıl Olur?:

Ric'ate şahit tutmak ilim adamlarının çoğunluğuna göre menduptur.

Cima eder, öper yahut tenine değerse ve bununla ric'at yapmayı kastederse, ric'at maksadıyla ric'atten sözederse Malik'e göre bu kişi ric'at yapmış olur. Eğer bunları ric'at niyetiyle yapmayacak olursa, ric'at yapmış olmaz.

Ebû Hanife ve mezhebine mensup ilim adamları şöyle demiştir: Öpse, tenine değinse, şehvetle dokunsa bunlar ric'attir- Ferce bakmak ta ric'attir, demişlerdir.

Şafii ve Ebû Sevr dedi ki: Ric'atten süzederse, bu bir ric'at olur.

İlişki kurması her durumda bir ric'attir. Niyet etsin ya da etmesin farketmez. Bu Malikin mezhebine mensup bir kesimden de rivâyet edilmiştir, el-Leys de bu görüştedir. Malik ise şöyle derdi: Ric'at niyetinde olmaksızın ilişki kurarsa, bu fâsid bir ilişkidir. O fâsid ilişkinin suyundan boyadığı kadının rahminin temizlendiğinden emin olmayıncaya kadar tekrar onunla İlişki kuramaz. İlk iddetten geri kalan süre içerisinde ric'at yapma hakkı vardır, fakat bu istibrâ (yani fâsid suyunun etkisinin gittiğini anlamak döneminde) ric'at hakkı yoktur.

3- Ric'at Halinde Şahit Tutmayı Vacib Görenler:

Ahmed b. Hanbel'den gelen iki görüşten birisinde ric'at halinde şahit tutmayı vacib görmüştür. Şafii de, emrin zahiri bunu ifade ettiğinden dolayı böyle demiştir.

Malik, Ebû Hanife, Ahmed ve diğer görüşünde Şafii şöyle demiştir: Ric'atin kabule ihtiyacı yoktur. O halde diğer haklarda olduğu gibi şahit tutmaya ihtiyacı da yoktur. Özellikle zihar yapılmış olan kadının keffâret ile helal olduğu bilinen bir husustur.

İbnu'l-Arabî dedi ki: Şafii mezhebine mensub ilim adamları ric'at için şahit tutmanın vacib oluşuna bağlı olarak kocanın: Ben dün ric'at yapmıştım, bugün de ric'atin kabul edildiğine dair şahit tutuyorum, demesinin sahih olmayacağını, ric'atin şartlarından birisinin de şahitlik olduğunu, şahit tutmadan ric'atin sahih olmayacağını söylemişlerdir. Ancak bu fasid bir görüştür, ric'atte şahit tutmanın bir taabbud olduğuna mebnidir. Ancak bizler ne bu hususta, ne de nikâhta böyle bir şeyi kabul etmiyoruz. Çünkü bizler: Bu, işi sağlam tutup, belgelemenin sözkonusu olduğu bir yerdir. Bu da inşada (yeni bir akit yapmak halinde) sözkonusu olduğu gibi; ikrarda da sözkonusu olan bir şeydir.

4- Ric'at Yapma iddiası...

İddetin bitiminden sonra iddet süresi içerisinde hanımına ric'at yaptığını ileri süren bir kimseyi hanımı tasdik edecek olursa caizdir. Eğer onun iddiasını reddederse yemin eder. Şayet iddet süresi içerisinde hanımına ric'at yaptığına dair delil ortaya koyar ve hanımı da bu durumu bilmiyor ise; onun bu durumu bilmeyişinin zararı olmaz. Hanımı onun eşi kalmaya devam eder. Şayet kadın evlenmiş olup (yeni kocası) onunla gerdeğe girmemiş ise- daha sonra ilk kocası ona ric'at yaptığına dair deli) ortaya koyacak olursa, bu hususta Malik'ten iki rivâyet gelmiş bulunmaktadır. Birincisine göre birinci koca o kadını almaya daha bir hak sahibidir. İkinci rivâyete göre ikinci koca onu almaya daha bir hak sahibidir. Eğer ikinci koca onunla gerdeğe girmiş ise; artık birincisinin ona tekrar dönüş yapmasına imkân kalmaz.

5- Şahitler Adaletli Olmalıdır:

"Aranızdan adalet sahibi iki kişi" âyeti ile ilgili olarak el-Hasen: Müslümanlardan iki kişi demiştir, Katade aranızdan hür olanlardan diye açıklamıştır. Bu ise ric'ate şahitlik etmenin kadınlar bir tarafa erkeklere mahsus olmasını gerektirmektedir. Çünkü;

"Sahibi iki kişi" lâfzı müzekkerdir. Bundan dolayı ilini adamlarımız şöyle demişlerdir: Malî konular dışında kadınların şahitlikleri sözkonusu olmaz. Bu husus daha önce el-Bakara Sûresi'nde (2/282. âyet, 30. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

6 Allah İçin Şahitlik Etmek:

"Şahitliği Allah için dosdoğru yapın." Şahitliği ihtiyaç duyulması halinde herhangi bir değişiklik ve değiştirme sözkonusu olmaksızın doğru şekilde, gereği gibi yüce Allah'a yakınlaşmak maksadıyla yerine getirin. Bu anlamdaki açıklamalar yüce Allah'ın:

"Bu, Allah katında adalete daha uygun..." (el- Bakara, 2/282) âyeti açıklanırken (46. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

"İşte bu, Allah'a ve âhiret gününe Îman edenlere verilen bir öğüttür."

Yani böyleleri bu öğüdü hoşnutlukla kabul eder. Mü’min olmayanlar ise bu öğütlerden faydalanmazlar.

"Kim Allah'tan korkarsa ona bir çıkış yolu ihsan eder" âyeti ile ilgili olarak Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan rivâyet edildiğine göre ona hanımını üç ya da bir defa boşayan kimsenin bir çıkış yolu olur mu? diye sorulmuş, o da bu âyeti okumuştur.

İbn Abbâs, en-Nehaî ve ed-Dahhâk; bu özel olarak boşamak hakkındadır, demişlerdir. Yani kim Allah'ın emrettiği şekilde hanımını boşayacak olursa, iddet süresi İçerisinde ric'at yapmak suretiyle iddetten sonra da diğer talihlerden birisi olmak suretiyle onun için bir çıkış yolu olur.

Yine İbn Abbâs'tan rivâyet edildiğine göre;

"ona bir çıkış yolu ihsan eder" yani dünya ve âhirette her türlü sıkıntıdan onu kurtarır.

"Çıkış yolu"nun yüce Allah'ın kendisine vermiş olduğu rızık ile onu hoşnut etmesi demek olduğu da söylenmiştir ki bu açıklamayı Ali b. Salih yapmıştır.

el-Kelbî dedi ki:

"Kim" musibet halinde sabır göstererek

"Allah'tan korkarsa ona" cehennem ateşinden cennete

"bir çıkış yolu İhsan eder."

el-Hasen dedi ki; Allah'ın yasakladığı şeylerden bir çıkış yolu demektir. Ebû'l-Âl-iye: Her türlü zorluk ve sıkıntıdan bir çıkış yolu, diye açıklamıştır, er-Rabi b. Haysem: İnsanları daraltan herbir şeyden

"ona bir çıkış yolu ihsan eder" diye açıklamıştır. el-Huseyn b. el-Fadl;

"Kim" farzları eda etmek hususunda

"Allah'tan korkarsa" cezalandırılmaktan kurtuluş için

"ona bir çıkış yolu ihsan eder."

3

Ve ona ummadığı bir yerden rızık verir. Kim Allah'a tevekkül ederse, O kendisine yeter. Şüphesiz ki Allah emrini yerine getirendir. Allah herşey için bir kader tayin etmiştir.

"Ve ona ummadığı bir yerden rızık verir." Sevap ihsan eder, yani ona vermiş olduğu şeyleri bereketli kılar.

Sehl b. Abdullah dedi ki:

"Kim" sünnete uymak hususunda

"Allah'tan korkarsa" bid'at ehlinin cezalarına çarptırılmaktan

"ona bir çıkış yolu ihsan eder ve ona" cenneti

"ummadığı bir yerden rızık" olarak

"verir."

Şöyle de açıklanmıştır:

"Kim" rızık hususunda diğer sebeplere bağlanmayı bir kenara iterek

"Allah'tan korkarsa" başkasına muhtaç olmamak noktasında

"ona bir çıkış yolu ihsan eder."

Ömer b. Osman es-Sadafî dedi ki:

"Kim Allah'tan korkarsa" O'nun hudutlarını aşmayip, O'na isyan olan hususlardan uzak durursa, haramdan helale doğru, darlıktan bolluğa ve ateşten cennete doğru

"bir çıkış yolu ihsan eder ve ona ummadığı" beklemediği

"bir yerden rızık verir."

İbn Uyeyne dedi ki: Maksat rızkın bereketlendirilmesidir. Ebû Said el-Hudrî dedi ki; Kim yüce Allah'a dönmek suretiyle kendi güç ve takati ile bir şeyler gerçekleştirdiğini ileri sürmezse, yüce Allah onu yükümlü kıldığı hususlar hakkında yardımcı olmak suretiyle ona bir çıkış yolu ihsan eder.

İbn Mes’ûd ve Mesrûk, âyet-i kerimeyi genel manası ile te'vil etmişlerdir. Ebû Zerr de şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Ben öyle bir âyet-i kerîme biliyorum ki eğer insanlar onun gereğini yerine getirecek olurlarsa, şüphesiz ki bu onlara yeter." Daha sonra:

"Kim Allah'tan korkarsa, ona bir çıkış yolu İhsan eder ve ona ummadığı bir yerden rızık verir" âyetini okudu ve bunu defalarca tekrarlayıp durdu. Ebû Nuaym, Hilye, I, 166

İbn Abbâs dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

"Kim Allah'tan korkarsa, ona bir çıkış yolu ihsan eder ve ona ummadığı bir yerden rızık verir" âyetini okuyup, şöyle dedi; "Dünya şüphelerinden, ölümün dehşetlerinden, kıyâmet gününün şiddetlerinden bir çıkış." Deyleıni, Firdevs, IV, 417

es-Sa'lebî'nin naklettiğine göre müfessirlerin çoğunluğu âyeti kerimenin Eşcalı Malik b. Avf hakkında indiğini söylemişlerdir,

el-Kelbî'nin, Ebû Salih'ten, onun İbn Abbâs'dan rivâyetine göre İbn Abbâs şöyle demiştir: Eşcalı Avf b. Mâlik, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gelerek: Ey Allah'ın Rasûlü dedi. Oğlumu düşman esir aldı, annesi de bu işe dayanamıyor...

Cabir b. Abdullah'tan rivâyete göre de âyet Eşcalı Avf b. Malik hakkında inmiştir. Müşrikler Salim adındaki bir oğlunu esir almışlardı. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gelerek ona fakirlik içerisinde olduğundan şikayette bulundu ve dedi ki: Düşman oğlumu esir aldı, annesi de buna dayanamıyor. Bana ne emredersin? Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Allah'tan kork ve sabır göster. Sana da, annesine de lâ havle ve lâ kuvvete illa billah sözlerini çokça tekrarlamanızı emrederim." Malik evine dönüp hanımına şöyle dedi: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana da, sana da lâ havle ve lâ kuvvete illa billah sözlerini çokça tekrarlamamızı emretti. Hanımı- Bize ne güzel bir emir verdi, dedi. Her ikisi de bu sözü söylemeye koyuldu. Düşman bir ara oğluna gereği gibi dikkat edip gözetemedi, oğlu da onların koyunlarını önüne katıp babasına getirdi. Beraberinde getirdiği koyunlar dört bin tane idi. Bu âyet-i kerîme nazil oldu. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu koyunları ona verdi.

Bir diğer rivâyette de şöyle denilmektedir; O düşmandan birtakım develeri ele geçirmiş olarak geldi, fakir bir kimse idi. el-Kelbî'nin dediğine göre ele geçirdiği develerin sayısı elli idi. Bir diğer rivâyette de şöyle denilmektedir: Oğlu esaretten kurtuldu ve onlara ait bir deveye binip yolunda da otlamakta olan onlara ait bir sürüye rastladı, onu da önüne katıp getirdi.

Mukâtil dedi ki: Bir miktar koyun ve bazı eşyalar ele geçirdi. Bunun üzerine (Eşcalı Malik) Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a: Oğlumun getirdiklerinden yemek bana helâl olur mu? diye sorunca, Peygamber; "Evet" diye buyurdu ve;

"Kim Allah'tan korkarsa, ona bir çıkış yolu ihsan eder ve ona ummadığı bir yerden rızık verir" âyeti nazil oldu.

el-Hasen'in İmrân b. el-Husayn'dan rivâyetine göre o şöyle demiştir; Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Kim herkesten ümidini kesip yalnızca ümidini Allah'a bağlarsa, Allah onun her türlü ihtiyacını ve rızkını ummadığı bir yerden ona ihsan eder ve başkasına muhtaç olmaktan kurtarır. Kim de ümidini dünyaya bağlayacak olursa, Allah da onu dünyası ile başbaşa bırakır" Taberânî, Evsat, III, 346; Sağir, I, 201; Beyhaki, Şuabu'l-İmân, II, 120; Heysemi, Mecma, X, 303, -ravilerinden İbrahim b. el-Es'as'ın Zayıf bir ravi olduğu kaydıyla-

ez-Zeccâc der ki; Âyet şu demektir: Eğer Allah'tan korkar, helâli tercih eder, ailesinin sebep olduğu sıkıntılara katlanacak olursa, şayet sıkıntı içerisinde ise Allah ona bolluk kapılarını açar, ummadığı yerden onu rızıklandırır.

İbn Abbâs'tan rivâyete göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kim çokça istiğfarda bulunursa, Allah her türlü kederinden ona bir kurtuluş, her darlıktan bir çıkış yolu ihsan eder ve ummadığı bir yerden onu rızıklandırır." Hâkim, Müstedrek, IV, 291; Ebû Dâvûd, II, 85; İbn Mâce, II, 1254; Beyhaki, es-Sünenü'l-Kübra, III, 351; Müsned, I, 24H; Taberânî, Kebir, X, 2H1, Evsat, VI, 240

"Kim Allah'a tevekkül ederse, O kendisine yeter." Yani kim işini Allah'a havale ederse, ona zor gelen bütün hususlarda Allah ona yeter. Şöyle de açıklanmıştır; Kim Allah'tan korkar, masiyet olan işlerden uzak durur ve yalnız O'na tevekkül ederse âhirette ona vereceği mükâfat ona yeterli gelecektir. Bu âyette kasıt dünya değildir. Çünkü tevekkül eden bir kimse dünyada musibetlerle de karşılaşabilir, üldürülebilir de.

"Şüphesiz ki Allah emrini yerine getirendir." Mesrûk dedi ki: O hem kendisine tevekkül eden kimseler hakkında, hem de kendisine tevekkül etmeyen kimseler hakkında emrini hükme bağlayandır. Şu kadar var ki, Ona tevekkül edenin günahlarını örtüp bağışlar ve vereceği mükâfatı büyültüp arttırır.

"Şüphesiz ki Allah emrini yerine getirendir" âyetini genel olarak kıraat âlimleri;

"Yerine getirendir" seklinde ötreli olarak; Emrini" lâfzını da nasb ile okumuşlardır. Ancak Âsım izafet terkibi halinde "nun" harfini de hazf ederek; daha hafif olarak: O diye okumuştur. el-Mufaddal ise; şeklinde yüce Allah'ın:

"Allah... kılmıştır" âyetini; "Şüphesiz ki..." lâfzının haberi olarak ve: (........)ı da hal olarak okumuştur. Buna göre anlam şöyle olabilir. Süphesiz ki Allah emrini gerçekleşen olvıruk taktliı buyurmuştur.

Davud b. Ebi Hind ise birinci kelimeyi tenvinli, ikinci kelimenin "re" harfini ötreli olarak; diye okumuştur. el-Ferrâ'' der ki: Emri yerine gelendir demek olur. "Emri" anlamındaki lâfzın "yerine gelendir" anlamındaki lafızla merfu olduğu, mef'ûlünün de hazfedildiği, ifadenin takdirinin de: Emri O'nun dilediği şekilde yerine gelendir, şeklinde olduğu da söylenmiştir.

"Allah herşey için bir kader tayin etmiştir." Yani zorluk ve sıkıntının da, rahatlık ve bolluğun da sona ereceği bir süre tesbit etmiştir. Onun için bir takdirde bulunmuştur, diye de açıklanmıştır. es-Süddî dedi ki: Bundan kasıt, bekleme süresi ve iddet halinde hayz (ay hali görme) miktarıdır.

Abdullah b. Râfi'der ki: Yüce Allah'ın:

"Kim Allah'a tevekkül ederse, O kendisine yeter" âyeti inince, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabı: "Biz O'na tevekkül edeceğimize göre, neyimiz varsa başıboş bırakalım, koruyup kollamayalim, dediler. Bunun üzerine:

"Şüphesiz ki Allah" hem sizin hakkınızda, hem sizin aleyhinizde

"emrini yerine getirendir" âyetini indirdi.

er-Rabi b. Haysem dedi ki: Yüce Allah kendi zatı hakkında şu hükmü verdi: Kim kendisine tevekkül ederse, onu başkasına muhtaç olmaktan kurtaracaktır. Kim kendisine îman ederse onu hidayete iletecektir, kim kendisine borç verecek olursa ona karşılığını verecektir, kim kendisine güvenirse onu kurtaracaktır, kim kendisine dua ederse onun duasını kabul edecektir. Bunların doğruluğunu da yüce Allah'ın Kitabında yer alan şu âyetler ortaya koymaktadır:

"Kim Allah'a îman ederse, onun kalbine hidayet verir." (et-Teğâbun, 64/11); "Kim Allah'a tevekkül ederse, O kendisine yeter.";

"Eğer Allah'a güzel bir şekilde ödünç verirseniz, size onu kat kat arttırır." (et-Teğabun, 64/17);

"Kim Allah'a sımsıkı tutunursa, dosdoğru yola iletilmiş olur." (Al-i İmrân, 3/101);

"Kullarım sana Beni sorarlarsa, işte muhakkak Ben yakınım. Bana dua ettiğinde, dua edenlerin duasına karşılık verir, kabul ederim." (el-Bakara, 2/186)

4

Kadınlarınız arasından ay halinden kesilmiş olanlarla, asla ay hali olmayanların (iddetleri) hakkında şüphe ederseniz, onların iddeti üç aydır. Hamile olanların iddetlerî ise yüklerini bırakmalarıdır. Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona işinde kolaylık verir.

"Kadınlarınız arasından ay halinden kesilmiş olanlarla, asla ay hali olmayanların (iddetleri) hakkında şüphe ederseniz, onların iddetl üç aydır."

âyeti ile ilgili açıklamalarımızı yedi başlık halinde sunacağız:

1- Âyetin Nüzul Sebebi ve Hanımların Beklemekle Yükümlü Oldukları İddetler:

Yüce Allah talâk ve ay hali gören kadının ric'at durumunu açıkladıktan sonra -daha Önce de kur'larla iddet bekleyenlerin durumunu öğrenmişlerdi.-

"Kadınlarınız arasından ay halinden kesilmiş olanlarla" âyeti ile, bu sûrede ay hali kanı görmeyen kadının bekleyeceği iddeti onlara öğretmiş bulunmaktadır.

Ebû Osman Ömer b. Salim dedi ki: Bakara Sûresi'nde boşanmış ve kocası vefat etmiş kadının iddeti ile ilgili hüküm nazil olunca Ubeyy b. Ka'b: Ey Allah'ın Rasûlü dedi. Bazıları; haklarında hiçbir şey sözkonusu edilmemiş kadınlar var, dediler. Bunlar da küçük yaştakiler ile hamile olan kadınlardır. Bunun üzerine:

"Kadınlarınız arasından ay halinden kesilmiş olanlar..." âyeti nazil oldu.

Mukâtil dedi ki: Yüce Allah'ın:

"Boşanan kadınlar kendiliklerinden üç kuf müddeti beklerler" (el-Bakara, 2/228) âyeti zikredilince, Hallad b. en-Numan dedi ki: Ey Allah’ın Rasûlü, peki ay hali görmeyen katlın ile ay halinden kesilmiş olan kadının ve hamile kadının iddeti nedir? diye sordu. Bunun üzerine:

"Kadınlarınız arasından ay halinden kesilmiş olanlarla..." yani artık ay hali görmeyen kadınlarla.,, âyeti nazil oldu.

Bir diğer görüşe göre Muaz b. Cebel: Ay halinden kesilmiş yaşlı kadının iddetine dair soru sorunca, bu âyet-i kerîme nazil oldu. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Mücahid dedi ki: Âyet-i kerîme gördüğü kan ay hali kanı mıdır, yoksa bir hastalık kanı mıdır, bilemeyen, istihâze gören kadın hakkındadır, demiştir,

2- İddetleri Hususunda Şüphe Edilenler:

"Şüphe ederseniz" demektir. Kesin olarak bilirseniz anlamına geldiği de söylenmiştir. O halde bu fiil zıt anlamlılardandır. Bu durumda "zan" kelimesi gibi hem şüphe, hem yakîn (kesin bilmek) anlamında olur.

Taberî'nin tercihine göre anlam şudur: Şayet şüphe eder de haklarındaki hükmün ne olduğunu bilmezseniz... ez-Zeceâc da şöyle demiştir: Ona yakın yaşlarda bulunanların ay hali kanı görmelerine rağmen eğer kanı kesilmiş olan kadının ay hali hususunda şüpheye düşecek olursanız... demektir.

el-Kuşeyrî dedi ki; Ancak bu anlama geldiği su götürür. Çünkü bizler böyle bir kadın eğer ye's yaşına (ay halinin kesildiği yaşa) ulaştığı hususunda şüphe edecek olursak, o kadının iddeti üç aydır demeyiz. Bir görüşe göre ye's yaşında muteber olan, dünyada bu yaşa ulaşması en geç olan kadındır. Bir diğer görüşe göre kadının aşiretinin kadınlarında çoğunlukla görülen durumdur.

Mücahid dedi ki; Yüce Allah'ın:

"Şüphe ederseniz" âyeti muhataplara yöneliktir. Yani, eğer ay halinden kesilmiş kadının iddeti ile hiç ay hali olmayan kadının iddetini bilmeyecek olursanız, onun iddeti söyle olur...

Bir diğer görüşe göre anlam şöyledir: Eğer o kadının gördüğü kan yaşlılıktan mıdır, yoksa bilinen ay hali kanı mıdır, yoksa istihâza (herhangi bir rahatsızlıktan dolayı gelen) kanı mıdır? Belli olmadığından dolayı şüphe edecek olursanız, iddet(leri) üç aydır.

İkrime ve Katade dedi ki; Ay hali kanı doğru dürüst bir adete bağlı olmayan istihâza kanı gören kadının hali de şüpheli hallerdendir. Böyle bir kadın ay başında bir kaç defa kan görmekle birlikte, bazan bir kaç ayda bir defa kan görür.

Âyetin sûrenin baş tarafı ile muttasıl olduğu ve anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Eğer iddetin bitişi hususunda şüpheye düşecek olursanız, o kadınları evlerinden çıkarmayınız.

Bu, bu hususta söylenmiş en sahih görüştür.

3- İddeti Hususunda Şüphe Edilen Kadın Ne Zaman Nikâhlanabilir?:

İddeti hususunda şüpheye düşülen kadın kendisini şüpheden kurtaracak şekilde hamile olmadığını iyice tesbit etmedikçe yeniden nikâhlanamaz ve bu şüphe ortadan kalkmadıkça da iddetten çıkmış sayılmaz.

Ay hali kanı görmesi kesilmiş, fakat neden kesildiğini de bilmeyen, şüphe içerisindeki kadın ile ilgili olarak böyle bir kadın kocası tarafından boşandığı günden İtibaren bir yıl bekler, Bunun dokuz ayı istibrâ (hamile olup olmaçlığının anlaşılması) içindir. Üç ayı da iddet içindir, diye de söylenmiştir. Eğer kocası onu boşayıp da bir ya da iki defa ay hali kanı gördükten sonra, ay halinden kesilme yaşına gelmeksizin ay hali görmemeye başlayacak olursa, önce dokuz ay bekler, sonra da ay halinden temizlendiği tarihten itibaren üç ay daha bekler. Bundan sonra da artık onunla evlenilmesi helâl olur.

Bu görüşü Şafii, Irak'ta iken belirtmiştir. Bu görüşe, kıyasa göre kocası vefat etmiş ve hamile olup olmadığı anlaşılmak istenen hür kadın, dokuz aylık süreden sonra dört ay on gün daha bekler. Cariye ise dokuz aydan sonra iki ay beş gün bekler. Yine Şafii'den gelen rivâyete göre böyle bir kadının kur'ları önceki hali nasılsa öyle devam eder ve bu, ay halinden kesilme yaşına kadar böyle kalır, bu görüş aynı zamanda en-Nehaî, es-Sevrî ve başkalarının da görüşü olmakla birlikte ayrıca Ebû Ubeyd bunu Iraklılardan da nakletmiştir.

Kadının genç olması hali ise; bundan sonraki başlığın konusudur.

4- Gençken Ay Halinden Kesilmiş Olan Kadının Beklemesi Gereken İddet:

Genç kadının, hamile olup olmadığı anlaşılıncaya kadar beklemesi öngörülmüştür. Hamileliği ortaya çıkarsa, onun iddeti doğum yapıncaya kadardır. Şayet hamile olduğu ortaya çıkmazsa Malik: Genç kadınken ay halinden kesilen kadının iddeti bir yıldır, demiştir. Ahmed ve İshak da böyle demiş olup, bu görüşlerini Ömer b. el-Hattâb (radıyallahü anh)'dan ve başkalarından rivâyet etmişlerdir.

Iraklılar ise böyle bir kadın eğer ömründe bir defa dahi ay hali olmuş ise; isterse yirmi yıl bekleyecek olsun iddeti üç defa ay hali olmaktır, demişlerdir. Ancak ay hali olmaktan yana ümidin kesildiği bir yaşa ulaşmış olması hali müstesnadır. O vakit böyle bir kadının iddeti, ay halinden kesilme yasına geldiğinden itibaren üç ay olur.

es-Sa'lebî dedi ki: Şafii mezhebinin daha sahih olan görüşü de budur. İlim adamlarının çoğunluğu da bu kanaattedir. Ayrıca bu görüş İbn Mes’ûd ve onun arkadaşlarından da rivâyet edilmiştir. el-Kiyâ da şöyle demiştir; Gerçek olan da budur. Çünkü yüce Allah ay hali olmaktan ümidi kesilmiş olan kadının iddetini üç ay olarak tesbit etmiştir. Olup olmayacağı şüpheli olan kadın ise ay hali olmaktan kesilmiş bir kadın değildir.

5- Herhangi Bir Sebep Dolayısıyla Ay Hali Olması Geciken Kadının Durumu:

Bir hastalık dolayısıyla ay hali geciken bir kadın hakkında Mâlik, İbnu'l-Kasım ve Abdullah b. Esbağ: Önce dokuz ay, sonra da üç ay olarak iddet bekler, demişlerdir.

Eşheb ise: Bu sütten kestikten sonra çocuğuna süt veren kadına benzer. İster ay hali ile ister sene ile iddet bekler. Hibban b. Munkız süt emzirmekte olan hanımını boşadı. Süt emzirmesi dolayısıyla bir yıl süre ile ay hali olmadı. Daha sonra Hibban hastalandı. Hanımının kendisine mirasçı olacağından korktu Osman (radıyallahü anh)a -yanında Ali ve Zeyd bulundukları sırada- onu şikayet etti. Ali ve Zeyd: Görüşümüze göre ona mirasçı olur. Çünkü bu kadın ne evlenmeme ihtimali bulunan kadınlardan, ne de ay hali görmeyen kadınlardandır, dediler. Sonra Habban öldü, hanımı ona mirasçı oldu ve kocası ölmüş olan kadının iddeti kadar iddet bekledi.

6- Ay Hali Olması Sebepsiz Yere Geciken Kadının Durumu:

Hastalık ve süt emzirme sebebine bağlı olmaksızın ay hali olması geciken kadın -önceden de zikrettiğimiz üzere önce dokuz ay, sonra üç ay olmak üzere- ay hali olmadığı bir sene (iddet) bekler. Hamile olduğundan şüphelenmediği sürece evlenmesi helâl olur. Şayet hamile olduğundan şüphelenecek olursa -ilim adamlarımızdan gelmiş bulunan farklı rivâyetlere göre- dört, beş ya da yedi yıl bekler. Bu rivâyetlerin meşhur olanı ise beş yıl bekleyeceğidir. Bu süreyi aştıktan sonra (evlenmesi) helal olur.

Eşheb dedi ki: Şüphesi tamamıyla ortadan kalkıncaya kadar asla evlenmesi helâl olmaz.

İbnu'l-Arabî dedi ki: Doğru olan da budur. Çünkü çocuğun karnında beş yıl kalması mümkün görüldüğüne göre; on yıl ve daha fazla bir süre kalması da mümkündür. Malikten de buna benzer bir rivâyet gelmiş bulunmaktadır.

7- İstihazalı Olduğundan Dolayı Ay Hali Bilinemeyen Kadının İddeti:

İstihâzalı olduğundan ötürü ay hali adeti bilinmeyen kadın ile ilgili üç görüş vardır: İbnu'l-Müseyyeb bir sene iddet bekler demiştir. el-Leys'irigörüşü de budur. el-Leys dedi ki: Boşanmış kadın ile kocası ölmüş kadının iddeti eğer istihaza gören bir kadın ise bir senedir. Bizim (Maliki mezhebine mensub) âlimlerimizin meşhur görüşü de budur. Kadının kendisinden gelen ay hali kanı ile istihaza kanını bilmesi ile bunları birbirlerinden ayırdedip, etmemesi arasında hiçbir fark yoktur. Bütün bu hallerde Malik'in mezhebinden çıkartılan sonuca göre bekleyeceği iddet bir senedir. Bu senenin dokuz ayı istibrâ (hamile olup olmadığının anlaşılması) süresidir, üç ayı da iddetlir.

Şafii bu husustaki görüşlerinden birisinde şöyle demiştir: Bu kadının bekleyeceği iddet üç aydır. Bu tabiinden bir topluluk ile Kuraviyyin'in müteahhirlerinin kabul ettiği görüştür. İbnu'l-Arabî dedi ki: Bence sahih oları da budur.

Ebû Ömer de şöyle demektedir: İstihaza kanı gören kadının kanı eğer kesintili geliyor ise kadın da ay halinin gelip ya da sıma erdiğini bilebiliyor ise, üç kur' iddet bekler. Kıyasa göre daha sahih olan da budur. Kıyasa göre de rivâyet itibariyle de daha sağlam olan budur.

"Asla ay hali olmayanlar" ile kastedilen küçük yaştakilerdir. Bunların da iddetleri üç aydır. Buna göre haber hazfedilmistir. Bu durumdakinin iddetinin ay hesabı ile yapılmasının sebebi, bunda adetin olmayışından dolayıdır. Yüce Allah ise hükümleri alışılmış adetlere göre yürürlüğe koymuştur. Bundan dolayı böyle bir kadın ay hesabı ile iddet bekler. Eğer kadınlar nezdinde muhtemel bir zamanda kan görecek olursa, bu sefer iddette aslolanın varlığı sebebiyle ona göre iddeti intikal eder. Çünkü asıl var oldu mu bedelin hükmü kalmaz. Nitekim yaşlı bir kadın önce kan görme adetine göre iddet bekledikten sunra, kan görmesi kesilecek olursa, ay hesabına göre iddete dönüş yapar. Bu hususta icma vardır.

"Hamile olanların iddetleri ise yüklerini bırakmalarıdır" âyetine dair açıklamalarımızı da iki baslık Başlık numaraları birinci ve ikinci (mesele) diye sunulmuş olmakla birlikte biz ki ile müteselsilen başlık numarasını vermeyi uygun gördük. halinde sunacağız:

8- Hamile Kadınların îddetleri:

"Hamile olanların iddetleri ise yüklerini bırakmalarıdır" âyetinde hükümün boşanan kadın hakkında olduğu açıktır. Çünkü ona atıf yapılmış ve ifadenin akabinde yine ona dönülmüştür. Şu kadar var ki kocası ölmüş kadın hakkında da hüküm böyledir. Buna sebep ise âyetin ge'nel ifade taşıması ve konu ile ilgili Subey'a hadisidir. Buna dair açıklamalar daha önceden yeteri kadarıyla el-Bakanı Sûresi'nde (2/234. âyet, 2. başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır.

9- Hamile Kadın Düşük Dahi Yapsa İddeti Tamam Olur:

Kadın, bir kan pıhtısı yahut bir çiğnem et dahi düşürecek olursa (evlenmesi) helâl olur.

Şafii ve Ebû Hanife ise çocuk doğurmadığı takdirde helal olmaz, demişlerdir. Bu hususa dair açıklamalar daha önce el-Bakara Sûresî'nde (2/2M- âyet, 2. başlık ve devamında) ile er-Ra'd Sûresi'nde (13/8-9. âyetler, 1. başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır. Yüce Allah'a hamdolsun.

"Kim Allah'tan kor karsa Allah ona işinde kolaylık verir." ed-Dahhak dedi ki: Yani sünnete uygun talâk vermekle kim ondan korkarsa, Allah da o kimseye hanımına ric'at yapmak işinde kolaylık verir. Mukâtil dedi ki: Kim masiyetlerinden kaçınmak hususunda Allah'tan korkarsa, Allah da ona itaate tevfiki hususundaki işinde kolaylık verir.

5

İşte bu Allah'ın size indirdiği emridir. Kim Allah'tan korkarsa, onun günahlarını örter ve mükâfatını büyütür.

"İşte bu Allah'ın size indirdiği emridir." Yani size bildirilen bu hükümler Allah'ın size indirdiği ve size açıkladığı hükümleridir.

"Kim Allah'tan korkarsa" yani O'na İtaatin gereğini yaparsa

"onun" iki namaz arası ile iki cuma arası olan

"günahlarını örter ve" âhirette

"mükâfatını büyütür."

6

O kadınları gücünüz yettiğince kaldığınız yerin bir kısmında İskân edin. Onları dara koymak için onlara zarar vermeye kalkışmayın. Eğer onlar hamile iseler yüklerini bırakıncaya kadar onlara nafaka verin. Eğer onlar sizin İçin emzirirlerse, onlara ücretlerini verin. Aranızda mâruf ile müşavere yapın. Eğer anlaşmada güçlükle karşılaşırsanız, o halde onun (babası) için (çocuğu) başka bir kadın emzirir.

Bu âyete dair açıklamalarımızı dört baslık halinde sunacağız:

1- İddet Bekleyen Kadının Süknâ (Kocası Tarafından Meskeninde Barındırılma) Hakkı:

"O kadınları gücünüz yettiğince kaldığınız yerin bir kısmında iskân edin" âyeti ile ilgili olarak Eşheb, Mâlik'ten şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Hanımını boşayacak olursa, onu evde bırakarak evden ayrılır. Çünkü yüce Allah:

"O kadınları... iskân edin" diye buyurmuştur. Eğer onunla birlikte kalacak olsaydı;

"o kadınları... iskân edin" buyurmazdı.

İbn Nâfi ise şöyle demektedir: Yüce Allah'ın:

"O kadınları... kaldığınız yerin bir kısmında iskân edin" âyeti hakkında Mâlik dedi ki: Bununla kocalarından bâin olmuş, bundan dolayı kocalarının kendilerine ric'at yapma imkânları bulunmayan ve hamile de olmayan boşanmış kadınları kastetmektedir. Bu durumdaki bir kadının süknâ hakkı var; fakat nafaka ve giyim hakkı yoktur. Çünkü böyle bir kadın kocasından bâin olmuştur. Bunlar birbirlerine mirasçı olamazlar. Eski kocasının ona ric'at yapma hakkı da yuktur. Eğer hamile ise bu durumda kadının nafaka, giyim ve mesken hakkı vardır ve iddeti bitinceye kadar bu hakları devam eder. Kocasından bâin olmamış kadınlara gelince, bu kadınlar henüz kocalarının hanımıdırlar ve birbirlerinden miras alırlar. İddetleri süresi içerisinde bulundukları sürece kocaları kendilerine izin vermeksizin evden çıkmazlar. Fakat kocalarına bu hanımları için mesken sağlamaları emri de verilmez. Çünkü böyle bir şeyin, nafakaları ve giyimleri ile birlikte kocaları tarafından sağlanması gerekir. İsler hamile olsunlar, ister olmasınlar farketmez. Yüce Allah'ın, lehlerine süknâyı emrettiği kadınlar, nafaka hakları bulunmakla birlikte kocalarından bâin olmuş kadınlardır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Eğer onlar hamile iseler yüklerini bırakıncaya kadar onlara nafaka verin." Bu âyette yüce Allah, kocalarından bâin olmuş hamile kadınlara süknâ ve nafaka hakkının varlığını tesbit etmektedir.

İbnu'l-Arabî dedi ki: Bunun açıklanma tahkikine gelince; şanı yüce Allah süknâyı sözkonusu edince, bunu boşanmış herbir kadın için mutlak olarak sözkonusu etmiştir. Nafakayı sözkonusu edince ise bunu hamilelik kaydı ile birlikte zikretmiştir, İşte bu, bâin talâk ile boşanmış kadının nafaka hakkının bulunmadığına delildir. Bu pek büyük bir meseledir. Biz bu meselenin anlaşılma yollarını "Mesâilu'l-Hiiâf adlı eserimizde Kur'ân, sünnel ve mana itibariyle genişçe açıklamış bulunuyoruz. Bunun alındığı yer ise Kur'ân-ı Kerîm'dir.

Derim ki: Üç talâk ile boşanmış kadının durumu hakkında ilim adamlarının üç ayrı görüşü vardır. Malik ve Şafii'nin görüşüne göre böyle bir kadının süknâ hakkı vardır, nafaka hakkı yoktur.

Ebû Hanife ve arkadaşlarının görüşüne göre, böyle bir kadının süknâ hakkı da, nafaka hakkı da vardır.

Ahmed, İshak ve Ebû Sevr'in görüşüne göre ise, bu durumdaki bir kadının nafakası da yoktur, süknâ hakkı da yoktur. Bu da Fatıma bint Kays'ın hadisine binâen böyledir, Fatıma dedi ki: Beraberimde kocamın kardeşi bulunduğu halde Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın huzuruna girdim ve şöyle dedim; Kocam beni boşadı, bu da benim süknâ hakkımın da, nafaka hakkımın da olmadığını ileri sürüyor. Peygamber şöyle buyurdu: "Hayır. Hem süknâ hakkın vardır, hem nafaka hakkın vardır." (Kayınbiraderi): Kocası onu üç talâk ile boşadı deyince, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Süknâ ve nafaka ancak hanımına ric'at yapma hakkına sahip olanın üzerindeki bir haktır." Ben Küfe'ye varınca, el-Esved b. Yezid bu hususa dair bana soru sormak üzere beni aradı. Abdullah'ın arkadaşları ise; Kadının süknâ hakkı da, nafaka hakkı da vardır, derler. Bu hadisi Dârakutnî rivâyet etmiştir Dârakutnî, IV, 22

Müslim'in lâfzıyla ondan naklettiği rivâyet şöyledir: Kocası kendisini Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) döneminde boşamıştı. Kocası ona oldukça düşük seviyede bir nafaka veriyordu. Kadın bunu görünce, Allah'a yemin ederim ki ben durumu Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a bildireceğim. Eğer benim bir nafaka hakkım varsa, halimi düzeltecek kadarını alırım. Şayet bir nafaka hakkım yoksa hiçbir şey almam, dedi. Durumu Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a zikrettim. O: "Senin nafaka hakkın da yoktur, süknâ hakkın da yoktur" diye buyurdu Müslim, II. 1114

Dârakutnî, el-Esved'den şöyle dediğini zikretmektedir: Ömer'e, Fatıma bini Kays'ın sözleri ulaşınca: Biz müslümanlar hakkında bir kadının sözünü geçerli kılmayız, dedi. Ömer üç talâk ile boşanmış kadına süknâ ve nafaka hakkını tanıyordu. en-Nehaî'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: el-Esved b. Vezid benimle karşılaştı ve: Ey Şa'bî dedi. Allah'tan kork ve Fatima bint Kays'ın hadisini terket. Çünkü Ömer böyle bir kadına süknâ ve nafaka veriyordu. Ben dedim ki: Kays'ın kızı Fatıma'nın Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan diyerek bana naklettiği hiçbir şeyden dönmem Dârakutnî, IV, 23

Derim ki: Bu ne kadar güzel bir şeydir! Katade ve İbn Ebi Leylâ da şöyle demişlerdir: Süknâ ancak ric'î talâk ile boşanmış kadın için bir haktır. Çünkü yüce Allah:

"Bilemezsin, belki Allah bundan sonra bir iş peyda ediverir" (Talâk, 65/1) diye buyurmuştur. Onun:

"O kadınları... iskân edin" âyeti ise bundan önceki ile alakalıdır ve bu ric'î talâk ile boşanmış kadın hakkındadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır,

Ayrıca süknâ nafakaya tabidir ve onun hükmündedir. Üç talâk ile boşanmış kadın için nafaka sözkonusu olmadığına göre; onun süknâ hakkı da sözkonusu olmaz.

Üç talâk ile boşanmış kadının nafaka hakkına sahip olduğuna dair Ebû Hanife'nin delili ise yüce Allah'ın:

"Onları dara koymak için onlara zarar vermeye kalkışmayın" âyetidir. Nafakayı vermemek ise verilecek zararların en büyüğüdür. Ayrıca Ömer (radıyallahü anh)'ın Fatıma’nın sözünü kabul etmeyişi de bunu açıklamaktadır. Ayrıca böyle bir kadın boşanmış olduğundan dolayı süknâya hak kazanan, iddet bekleyen bir kadındır. O halde tıpkı ric'î talâk ile boşanmış kadın gibi; bunun da nafaka hakkı vardır. Bir diğer sebep te şudur: Kadın erkeğin hakkı dolayısıyla onun için beklemektedir. O bakımdan tıpkı zevce gibi o da nafakaya hak kazanmıştır.

Yüce Allah'ın:

"Eğer onlar hamile iseler..." âyeti -az önce açıklandığı üzeret İmâm Mâlik'e delil teşkil etmektedir.

Şöyle denilmiştir: Yüce Allah ric'î talâk ile boşanmış kadını ve ona dair hükümleri âyetin başından yüce Allah'ın:

"Aranızdan adalet sahibi iki kişiyi de şahit tutun." âyetine kadar olan bölümlerde açıklamış bulunmaktadır. Arkasından ay hesabı ile iddet bekleyenleri de, diğerlerini de bütün boşanmış kadınları genel olarak kapsayan bir hükmü zikretmektedir. Bu hüküm de bütün boşanmış kadınlar hakkında umumidir. O halde bundan sonra zikredilen diğer hükümler de bütün boşanmış kadınlar hakkındadır.

2- "Yeterlilik":

"Gücünüz yettiğince" genişliğinizce, imkânlarınız ölçüsünde demektir. "Bolca malım oldu, bolca malım var, çokça mal sahibi olmak" denilir. "Zenginlik ve güç yetirebilmek" demektir.

Bu lâfız genel olarak "vav" harfi ötreli olarak okunmuştur. el-A'rec ve ez-Zührî bunu üstün olarak, Yakub kesreli okumuştur. Bütün bu okuyuşlar bu kelimenin bu şekildeki söyleniş ve kullanılışına uygundur.

3- Kadınlara Zarar Vermeye Kalkışılmamak:

"Onları dara koymak için, onlara zarar vermeye kalkışmayın" âyeti hakkında Mücahid: Mesken hususunda...; Mukâtil ise nafaka hususunda... diye açıklamıştır. Ebû Hanife'nin görüşü de budur. Ebû'd-Duhâ'dan şöyle dediği nakledilmiştir: Bu hanımını bosayıp, iddetinin bitmesine iki gün kala ona ric'at yapması, sonra onu tekrar boşamasıdır. (Böyle yapmak ona zarar vermesi demektir.)

4- Hamile Kadınların Boşanması Halinde Nafaka Hakları:

"Eğer onlar hamile iseler yüklerini bırakıncaya kadar onlara nafaka verin" âyeti ile ilgili olarak; üç talâk ile ya da daha az sayıda talâk ile boşanmış hamile kadına, nafaka ve süknânın vacib olduğu hususunda ilim adamları arasında görüş ayrılığı yoktur. Kocası vefat etmiş hamile kadına gelince Ali, İbn Ömer, İbn Mes’ûd, Şureyh, en-Ndıaî, en-Nehaî, Hammâd , İbn Ebi Leylâ, Süfyan ve ed-Dahhak şöyle demişlerdir: Doğum yapıncaya kadar malın tamamından ona nafaka verilir.

İbn Abbâs, İbn ez-Zübeyr, Cabir b. Abdullah, Malik, Şâfiî, Ebû Hanife ve mezheblerine mensub ilim adamları: Ona ancak (mirastan) kendisine düşen paydan infak edilir, demişlerdir. Buna dair açıklama daha önce el-Bakara Sûresi'nde (2/2'i4. âyet, 23. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

"Eğer onlar sizin İçin emzîrirlerse..." âyetine dair açıklamalarımızı dört başlık halinde sunacağız. Müellif tarafından başlıklar birinci, ikinci... mesele diye gösterilmiş: olmakla birlikte; biz yeni bir rakam vermeyip, başlıklara müteselsil rakam vermeyi sürdüreceğiz..

5- Boşanmış Kadınlar Çocuklarını Emzirirlerse:

"Eğer onlar" yani boşanmış kadınlar

"sizin İçin" sizin onlardan dünyaya gelmiş çocuklarınızı

"emzirirlerse" o vakit babaların, onlara süt emzirmelerinin ücretini vermeleri gerekir. Erkek tıpkı yabancı bir kadını ücretle tutması gibi, siil emzirdiğinden öcürü boşadiğı hanımını ücretle tutmak hakkına sahihtir. Ebû Hanife ve onun görüşünü kabul edenlere göre kadınlar, bâin talâk ile boşanmadıkları sürece o kadınlardan olma çocuklarını ücretle tutması câiz değildir. Şafii'ye göre ise bu caizdir. Süt emzirmeye dair açıklamalar daha önce el-Bakara Sûresi (2/233- âyet, 1. başlık) ile en-Nisâ Sûresi (4/23. âyet, 4. başlık)'nde yeteri kadarıyla geçmiş bulunmaktadır. Allah'a hamdolsun.

6- Maruf İstişare Sonucu, Maruf İstekler Kabul Edilmelidir:

"Aranızda maruf ile müşavere yapın" âyeti kocalara ve zevcelere bir hitaptır. Yani birinizin, ötekine vermiş olduğu güzel ve maruf emri diğeri kabul etsin. Kadının güzel davranışı çocuğunu ücretsiz emzirmesidir. Erkeğin güzel davranması ise kadına süt emzirdiğinden ötürü fazlasıyla ücretini ödemesidir.

Bir diğer açıklamaya göre: Çocuğun emzirilmesi hususunda kendi aranızda maruf ile istişare edin ki, çocuk herhangi bir zarar görmesin.

Bunun giyim ve kuşam hakkında olduğu söylendiği gibi, çocuğu sebebiyle hiçbir annenin zarar görmemesi aynı şekilde hiçbir babanın da çocuğu sebebiyle zarar görmemesi demektir,

7- Zorluk Çıkarsa...

"Eğer anlaşmazlıkta güçlükle karşılaşırsanız..." yani süt emzirme ücreti hakkında anlaşmazlık olursa... Koca anneye süt emzirmesinin ücretini vermeyi kabul etmeyip anne de çocuğunu süt emzirmek istemese, koca annesini süt emzirmeye zorlayamaz. O vakit üz annesinin dışında ona bir süt anneyi ücretle tutmalıdır.

Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Eğer biriniz diğerini sıkıştırıp, birbirinizle anlaşamayacak olursanız; o takdirde baba çocuğuna başka bir süt anneyi ücretle tutsun. Âyet emir anlamında haberdir.

ed-Dahhak dedi ki: Eğer anne süt emzirmek istemezse o vakit çocuğuna bir başkasını ücretle tutar. Eğer (çucuk süt anneyi) kabul etmezse, o vakit annesi ücret karşılığında ona süt emzirmeye mecbur edilir.

Çocuğu süt emzirmekle kimin yükümlü olduğu hususunda ilim adamlarının üç farklı görüşü vardır. Bizim (mezhebimize mensub) ilim adamlarımız şöyle demişlerdir: Evlilik devam ettiği sürece kadının çocuğuna süt emzirmesi icab eder. Ancak şerefi ve konumu buna uygun değilse; o takdirde babanın kendi malından çocuğa süt emzirmesi gerekir.

İkinci görüş: Ebû Hanife hiçbir şekilde anne çocuğuna süt emzirmek zorunda değildir demiştir.

Üçüncü görüşe göre ise annenin her durumda çocuğuna süt emzirmesi gerekir.

8- Boşanmış Kadının Çocuğu, Başkasının Memesini Kabul Etmeyecek Olursa, Annesi Ona Süt Emzirmek Zorundadır:

Erkek hanımını boşadığı takdirde kadının çocuğuna süt emzirme yükümlülüğü yoktur. Ancak ondan başkasının memesini kabul etmeyecek olursa, o takdirde çocuğunu emzirmekle yükümlüdür. Şayet ücret hususunda baba ile anne anlaşmazlığa düşerlerse, kadın ecr-i misil verilmesini isteyip, baba karşılıksız emzirmesinden başka bir çözüm kabul etmeyecek otursa -babanın karşılıksız süt emzirecek kimseyi bulmaması halinde- öz annenin ecr-i misil alması en uygunudur. Eğer baba ecr-i misil vermeyi teklif edip anne aşın ücret isteyerek bu teklifi kabul etmeyecek olursa, babanın ecr-i misil teklifinin kabul edilmesi daha uygundur. Eğer baba çocuğun annesine ücret vermekte zorlanacak olursa, o vakit çocuğunu emzirmeye mecbur edilir.

7

Bolluk içinde olan bolluğuna uygun nafaka versin. Rızkı kendisine daraltılan kimse de Allah'ın kendisine verdiğinden infak etsin. Allah hiçbir kimseye ona verdiğinden başkasını yüklemez. Allah güçlüğün arkasından kolaylık İhsan eder.

Bu âyete dair açıklamalarımızı dört başlık halinde sunacağız:

1- Kocanın Sağlamakla Yükümlü Olduğu Nafakanın Ölçüsü ve Tespiti:

"Nafaka versin" âyeti, koca hanımına ve küçük çocuğuna, bolluğuna göre nafaka versin ki; eğer kendisi bolluk içerisinde ise onlara da bolluk sağlamış olsun. Fakir olan ise fakirliğine göre nafaka versin, demektir.

Buna göre nafaka, nafakayı sağlayanın haline ve kendisine nafaka verilecek olanın ihtiyacına göre hayatta adeten görülene uygun ictihad ile tesbit edilir. Müfti (bu hususta fetvayı verecek olan) önce kendisine nafaka verilecek olanın ihtiyaç miktarını gözönünde bulundurur, sonra da nafakayı vermekle yükümlü olanın haline bakar. Eğer hali bunu kaldırabiliyor ise o miktarda nafaka vermesini hükme bağlar. Şayet nafaka alacak olanın ihtiyacını karşılamaya durumu elverişli değil ise, o nafakayı karşılayabilecek miktara çeker.

İmâm Şafii -Allah ondan razı olsun- ve mezhebine mensub ilim adamları şöyle demişlerdir: Nafaka miktarı ve sınırı bellidir. Herhangi bir hakim ya da bir müftinin bu hususta içtihadı sözkonusu değildir. Nafakanın miktarı sadece kocanın zenginlik ya da fakirlik haline göre tesbit edilir. Hanımının haline ve ona yetecek miktara itibar edilmez. Onlar derler ki: Buna göre bekçinin kızına verilmesi icab eden nafaka ne ise halifenin kızına da o kadarının verilmesi icab eder. Eğer koca varlıklı birisi ise iki mud, orta halli birisi ise birbuçuk mud, eğer darlık içinde olan birisi ise bir mud vermelidir. Buna da yüce Allah'ın:

"Bolluk içinde olan bolluğuna uygun nafaka versin..." âyetini delil göstermişlerdir. Âyet görüldüğü gibi kocanın bolluk ya da darlık içerisinde oluşunu gözönünde bulundurmuş, kadının haline itibar etmemiştir, Çünkü hakim tarafından olsun, başkası tarafından olsun kadına yetecek miktarın ne olduğunu bilme imkânı bulunmadığından ona itibar edilmez. Bunu gözönünde bulundurmak anlaşmazlığa götürür. Zira koca kadının kendisine yetecek miktardan fazlasını almaya çalıştığını iddia ederken, kadın istediği miktarın kendisine yetecek kadar olduğunu iddia edecektir. O bakımdan biz bu anlaşmazlığı ortadan kaldırmak için nafakanın miktarının belli olduğunu benimsemiş bulunuyoruz. Onlara göre bu hususta asıl dayanak önceden de belirttiğimiz gibi yüce Allah'ın:

"Bolluk içinde olan bolluğuna uygun nafaka versin" âyeti ile

"Eli geniş olan kendi halince, fakir olanınız da kendi halince..." (el-Bakara, 2/236) âyetidir.

Buna cevap şudur: Bu âyet-i kerîme zengin ile fakirin vereceği nafaka arasında fark olduğundan ve kocanın darlık ve bolluk içerisinde oluşuna göre farklılık göstereceğinden başka bir mana ihtiva etmiyor. Bu açıkça kabul edilen bir husustur, Hiçbir şekilde hanımın durumuna itibar edilmemesine gelince, Ğıınıda böyle bir şeyden sözedilmiyor. Ayrıca yüce Allah:

"O kadınların maruf bir şekilde yiyeceği ve giyeceği (çocuğun) babasına aittir." (el-Bakara, 2/233) diye buyurmaktadır. Bu da her ikisi (erkek ve hanımın) hakkında marufu esas almayı gerektirmektedir. Çünkü bu hususta onlardan herhangi birisine has bir ifade taşımamaktadır. Zengin ve varlıklı bir kadına yetecek bir miktarın, fakir kadının nafakası gibi olması ise maruf kabul edilemez. Nitekim Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hind'e: "Sana ve çocuğuna yetecek kadarını maruf ile al!" el-Miimtehine, 60/12, âyet ikinci başlığın hHftarafhrıııct» lıiiriindylt- geçen bu hadisin kaynakları için oraya bakınız diye buyurmuş ve ona yetecek miktarı gözönünde bulundurmasını söylemiştir. Çünkü Ebû Süfyan'ın bolluk içerisinde olduğunu ve hanımının talebi ile nafakayı sağlamakla yükümlü olduğunu tesbit etmiş, buna karşılık sana yetecek olan miktar muteber değildir, senin alabileceğin miktar belli ve tesbit edilmiştir, demeyerek onun için yeterli miktarı gözönünde bulundurmasını söylemiş, ayrıca bunu belli bir miktara bağlı kılmamıştır.

Diğer taraftan onların (Şafiilerin) sözünü ettikleri sınırlı ve belli miktarın tevkife (konu ile ilgili şer'î bir delile) ihtiyacı vardır. Âyet-i kerîme ise bunu gerektirmemektedir.

2- Çocuğa Verilecek Nafaka Miktarı ve İslam Devletinde Çocuğun Nafakası:

Rivâyete göre Ömer (radıyallahü anh) küçük çocuğa yüz dirhem maaş, Osman (radıyallahü anh) da elli dirhem maaş tesbit etmiştir. İbnu'l-Arabî der ki: Bu farklılığın zaman farkı dolayısıyla yahutta gıdaların ve giyeceklerin fiyatlarındaki farklılığa göre değişmiş olma ihtimali vardır. Muhammed b. Hilal el-Müzenî şöyle demektedir: Bana babamın ve babaannemin anlattığına göre babaannem Osman (radıyallahü anh)'ın yanına gider gelirdi. Bir seferinde onu bulamayınca hanımına: Ne diye filan kadını göremiyorum? diye sormuş, hanımı: Ey mü’minlerin emiri bu gece doğum yaptı, demiş. Bunun üzerine ona elli dirhem ve (oğlunu) başından aşağı örtecek bir elbise gönderdikten sonra şunları söylemiş: İşte bu oğlunun maaşı, bu da onun giyeceğidir. Üzerinden bir sene geçti mi ona vereceğimiz maaşı yüz dirheme yükselteceğiz.

Ali (radıyallahü anh)'a yola bırakılmış bir çocuk getirildi. Ona yüz dirhem maaş bağladı.

İbnu'l-Arabî dedi ki: Sütten kesilmeden önce verilen bu maaş, ilim adamlarının hakkında ihtilâf ettiği hususlardandır. Kimisi bunu müstehab görmüştür. Çünkü bu âyetin hükmü çerçevesine girmektedir. Kimisi de çocuğun yeni oıtaya çıkan ihtiyaçları ve bakımının oldukça külfetli olması dolayısıyla vacib olduğu görüşündedir. Ben de bu görüşteyim. Şu kadar var ki; doğum esnasındaki hafi ile sütten kesilmesi sırasındaki haline göre bunun miktarı farklılık arzeder. Süfyan b. Vehb'in rivâyetine göre; Ömer bir eline mud denilen ağırlık ölçüsünü, bir eline de kist denilen ölçeği alıp: Ben her müslüman kişiye her ay iki mud buğday, iki kist sirke ve iki kist zeytinyağının verilmesini tesbit ediyorum. Başkaları da şunu eklemektedir: Dedi ki: İşte biz sizin her ay maaşlarınızı ve mÂişetlerinizi tesbit edip, ulaştırıyoruz. Kim bunları eksiltecek olursa, Allah ona şunları şunları yapsın, diyerek ona beddua etti.

Ebû'd-Derdâ dedi ki: Ömer (radıyallahü anh)'ın Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ümmeti arasında sünnet haline getirdiği nice hidayete ulaştırıcı ve dosdoğru sünneti vardır.

Mud ve kist yiyecek ve katıklarda Şam ölçekleridir. Bir başka örf onların yerine geçerek bunlar kullanılmaz olmuştur. Muddun yerine "keylece" kullanılmıştır. Kıst'ın yerine ise "keyl" kullanılır olmuştur. Fakat bize göre bunların miktarı buğdayda iki çeyrek, katıklarda ise sekizde ikidir. Giyecek ise adete göre gömlek, pantolon ve kışın cübbe, kisâ, izâr ve haşirdir. Aslolan budur, durumlara ve adete göre artış gösterebilir.

3- Çocuğun Nafakası Babasına Aittir:

Bu âyet-i kerîme çocuğun nafakasının anneye değil, sadece babaya düştüğünün (vacib olduğunun) aslî dayanağıdır. Bu hususta Muhammed b. el-Mevvâz muhalefet ederek şöyle demektedir: Nafaka miras miktarlarına göre anne ve babanın ikisine de düşer.

İbnu'l-Arabî dedi ki: Muhammed, bununla belki de babanın olmaması halinde anneye düşeceğini kastetmiş olabilir.

Buharî'de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan şöyle dediği zikredilmektedir: "Kadın sana: Bana ya infak et ya beni boşa der, köle sana: Ya bana infak et yahut benim ücretle çalışmama müsaade et, Buhari dışındaki kaynaklarda: "... yahut beni sat' ankımıntla der. Oğlun sana: Sen bana infak et, beni kime terkedeceksin, der” Buharî, V, 2048; Müsned, il, 252; Beyhakî es-Sünenu'l-Kübra, VII, 466, 471. Merhum Kıımıhi'nin İbnu'l-Arabi'den naklen belirttiği gibi bu ifadeler, Peygamber Efendimize ait olmayıp, Ebû Hüreyre soru üzerine bu sözlerin kendisine ait olduğunu belirttiğimiz lıütiiıı kaynaklar açıkta ifade etmektedir.

Böylelikle Kur'ân ve sünnet birbirini pekiştirmekte ve aynı yolda, aynı şer'î hükümleri dile getirmektedir.

4- Mükellefiyet İmkâna Göredir ve Zorluktan Sonra Kolaylık Vardır;

"Allah hiçbir kimseye ona verdiğinden başkasını yüklemez." Yani yüce Allah zengini yükümlü tuttuğu gibi, fakiri de aynı şekilde yükümlü tutmaz.

"Allah güçlüğün arkasından kolaylık ihsan eder." Darlıktan sonra zenginlik, sıkıntıdan sonra bolluk ve rahatlık ihsan eder.

8

Rabbinin ve peygamberlerinin emrine karşı başkaldıran nice ülke halkı vardır ki; Biz onları en şiddetli bir hesaba çekmiş ve onları görülmemiş bir azapla azaplandırmışızdır.

Yüce Allah bir takım hükümleri sözkonusu ettikten sonra

"...nice ülke halkı vardır ki" âyeti ile bazı kavimlerin azgınlık edip başkaldırmalarını, azâbın gelip onları bulmasını hatırlatmakta ve ilâhî emirlere aykırı hareket etmeyi sakındırmaktadır.

"Nice" lâfzına dair açıklamalar daha önceden Âl-i İmrân Sûresi'nde (3/146. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Allah'a hamdolsun.

"Rabbinin ve peygamberlerinin emrine karşı baş kaldıran" isyan eden

"nice ülke" âyetinde sözü edilen

"karye; ülke" olmakla birlikte maksat oranın ahalisidir Bundan dolayı mealde: "Ülke halkı" diye karşılanmıştır.

"Biz onları en şiddetli bir hesaba çekmiş" dünya hayatında cezalandırmış

"Ve onları" âhirette

"görülmemiş bir azapla azaplandırmışızdır."

İfadede takdim ve tehir olduğu da söylenmiştir, Biz onları dünya hayatında açlık, kıtlık, kılıç, yerin dibine geçirilmek, suretlerinin değiştirilmesi (mesh) vs. musibetlerle azaplandırdığımız gibi, âhirette de onları çok ağır bir hesaba çekmişiz (çekeceğiz)dir.

"Alışılmadık olduğu için kabul edilemeyen, reddolunan (münker)" demektir. Bu lâfız muhaffef (kef harfi ötreli) ve musakkal (kef harfi sakin) olarak okunmuştur. Daha önce el-Kehf Sûresi'nde (18/74. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır Ayrıca el-Kamer, 54/6. âyetin tefsirinde de bu lâfza dair açıklamalar vardır

9

Sonunda onlar yaptıklarının cezasını tatmış oldular. İşlerinin sonu hüsran oldu.

"Sonunda onlar yaptıklarının cezasını" küfürlerinin akıbetini

"tatmış oldular. İşlerinin sonu da hüsran oldu." Dünyada sözünü ettiğimiz şekillerde helâk oldular, ahirette de cehenneme atılmakla hüsrana uğrayacaklardır.

Burada fiiller yüce Allah'ın: "Cennetlikler cehennemliklere... seslendiler." (el-Araf, 7/41) âyetinde ve benzerlerinde olduğu gibi mazi lâfız ile getirilmiş bulunmaktadır. Çünkü yüce Allah'ın gelip çatması beklenen vaadi ve tehdidi ile gerçekte karşı karşıya kalınmış demektir. Olacak olan şey olmuş gibidir.

10

Allah, onlar İçin çok şiddetli bir azap hazırlamıştır. Ey îman etmiş akıl sahibleri! -O halde- Allah'tan korkun. Gerçek şu ki, Allah size bir Zikir indirmiştir.

"Allah, onlar İçin çok şiddetli bir azap hazırlamıştır" âyeti ile bu hüsranı açıklamakta ve bunun âhiretteki cehennem azâbı olduğunu beyan etmektedir.

"Ey îman etmiş akıl sahipleri" âyetinde; "Îman etmiş kimseler" lâfzı

"Akıl sahipleri" tabirinden bedel yahut onların sıfatıdır. Yani Allah'a îman etmiş bulunan akli sahipleri, üzerinize Kur'ân'ı indirmiş olan

"Allah'tan korkunuz." Yani O'ndan korkunuz, O'na itaat olan işler yapınız, O'na masiyet olan İşlerden de uzak durunuz. Bu anlamdaki âyetler daha önceden geçmiş bulunmaktadır.

11

Îman edip salih amel işleyenleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için Allah'ın açık açık ortaya koyan öğütlerini size okuyan bir Peygamber (göndermiştir.) Kim Allah'a îman edip salih amel işlerse onu altından ırmaklar akan cennetlere -kendileri orada ebedi ve devamlı olmak üzere- koyar. Allah, onlara gerçekten çok güzel bir rızık vermiştir.

"Îman edip salih amel işleyenleri" yani Allah'ın ilminde bu durumda olacakları bilinen kimseleri

"karanlıklardan" yani küfürden

"aydınlığa" Burada meal zarureti dolayısıyla âyetin nazmı bozukluğundun dolayı; tefsirdeki açıklamalar da meale uygun birtakım ıakdim ve tehirlere zarureten uğramış bulunmaktadır. hidayete ve îmana

"çıkarmak için" İbn Abbâs dedi ki: Bu âyet, kitap ehlinden îman edenler hakkında inmiştir. Burada karanlıklardan aydınlığa çıkartmanın -biraz sonra geleceği gibi- Rasûle izafe edilmesinin sebebi, imanın ona4itaat etmek suretiyle, onun vasıtasıyla husule gelmiş olmasından dolayıdır.

"... Allah'ın açık açık ortaya koyan öğütlerini" Allah'ın âyetlerinden (öğütlerinden) kasıt, Kur'ân-ı Kerîm'dir. Bu âyet -biraz sonra zikredilecek olan- Rasûlün sıfatıdır.

"Açık açık ortaya koyan" âyeti genel olarak "ye" harfi üstün okunmuştur. Allah'ın açıkladığı âyetler demektir. İbn Âmir, Hafs, Hamza ve el-Kisaî ise "ye" harfini kesreli okumuşlardır. Bu da sizin gerek duyduğunuz hükümleri size açıklayan demektir. Birinci okuyuş İbn Abbâs'ın okuyuşu olup, Ebû übeyd ve Ebû Hatim tarafından da tercih edilmiştir. Çünkü yüce Allah:

"...âyetleri size açıkladık..." (Âl-i İmrân, 3/118 ve el-Hadid, 57/17) diye buyurmaktadır.

"Bir Peygamber (göndermiştir)" âyeti ile ilgili olarak ez-Zeccâc şöyle demektedir: Zikrin indirilmesinin sözkonusu edilmesi

"irsal: Peygamber gönderme"nin hazfedikliğine delildir. O size bir Kur'ân indirdi ve bir rasûl gönderdi, demektir.

Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir; Allah size zikir sahibi birisini rasûl olarak göndermiştir. Buna göre buradaki "rasûl (peygamber)" lâfzı muzafırt hazfi takdirine göre "zikr"in sıfatıdır. Şöyle de açıklanmıştır: "Rasûl: Bir peygamber" daha önce geçen "zikr"in mamulüdür. Çünkü zikir mastardır. İfadenin takdiri de şöyledir: Allah size rasûlü zikrettiği (bir kitabı) size indirmiş bulunmaktadır. Onun rasûlü zikretmesi ise

"Muhammed, Allah'ın Rasûlüdür" (Fetih, 48/29) âyetidir.

Bununla birlikte "rasûl (bir peygamber)" lâfzının "zikir'den bedel olması ve "rasûl"ün risalet anlamında olması yahutta gerçek anlamı ile kullanılmış olup manaya göre hamledilmesi de mümkündür. Şöyle buyurulmuş gibi olur: Allah size bir zikri yani bir rasûlü açıkça göndermiş ve göstermiş bulunmaktadır. Bu durumda bir şeyin, bir şeyden bedel olması ve bir şeyin bizzat kendisi olarak başka bir isimle anılması kabilinden olur.

"Bir Rasûl (bir peygamber)" lâfzının iğrâ olmak üzere nasb ile gelmiş olması da mümkündür. Sanki: Bir peygambere uyun ki... buyurulmuş gibidir. Buradaki "zikr"in şeref anlamında olduğu da söylenmiştir. Yüce Allah'ın:

"Yemin olsun ki Biz, size sizin için bir zikir (şeref kaynağı olan) bir kitap indirdik." (el-Enbiya, 21/10) âyeti ile;

"ve muhakkak o, sana ve senin kavmine bir zikir (büyük bir şeref)dir" (ez-Zuhruf, 43/44) âyetinde olduğu gibi. Dahaleyhisselâmonra bu şan ve şerefi açıklayarak "bir Peygamber" diye buyurmakçadır.

Çoğunluk burada

"Rasûl: peygamber" ile kastedilenin, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) olduğu kanaatindedir. el-Kelbî: Kastedilen Cebrâîl'dir, demiştir. Bu durumda her ikisi de (yani zikirde, rasûlde) Allah tarafından indirilmiş olmaktadır.

"Kim Allah'a îman edip salih amel İşlerse onu altından ırmaklar akan cennetlere -kendileri orada ebedi ve devamlı olmak üsere- koyar" âyetindeki

"onu... koyar" anlamındaki fiili Nâfî' ve İbn Âmir: "Onu koyarız" diye "nun" ile okumuşlardır, diğerleri ise "ye" ile (onu koyar anlamında) okumuşlardır.

"Allah ona gerçekten çok güzel bir rızık vermiştir." Cennetlerde Allah ona pek bol ve geniş bir rızık vermiştir.

12

Allah, yedi gökleri ve yerden de onlar gibisini yaratandır. Âyeti onlar arasında iner, durur. Allah'ın gerçekten herşeye kadir olduğunu ve muhakkak Allah'ın ilmi ile herşeyi kuşatmış olduğunu kesinlikle bilesiniz diye.

"Allah, yedi gökleri ve yerden de onlar gibisini yaratandır" âyeti, kudretinin kemaline ve O'nun öldükten sonra tekrar diriltmeye ve hesaba çekmeye kadir olduğuna açık bir delildir.

Göklerin biri diğerinin üstünde olmak üzere yedi tane olduğunda görüş ayrılığı yoktur, Buna İsrâ hadisi ve başkaları da delil teşkil etmektedir.

Sonra da;

"yerden de onlar gibisini" yani yedi tane

"yaratandır" diye buyurmaktadır. Yerler hakkında iki ayrı görüş vardır. Birincisi olan Cumhûrun görüşüne göre; yedi arz da biri diğerinin üstünde tabakalar halindedir. Herbir arz arasında iki sema arasındaki gibi bir mesafe vardır ve herbirisinde de Allah'ın yarattıklarından sakinler vardır.

ed-Dahhak ise şöyle demiştir:

"Ve yerden de onlar gibisi" yani yedi tane arz demektir. Şu kadar var ki bu yedi arz göklerin aksine arada bir boşluk olmaksızın biri diğerinin üstünde tabaka halinde kapatılmış durumdadır.

Ancak birinci görüş daha sahihtir. Çünkü Tirmizi, Nesâî ve diğer eserlerde bulunan haberler buna delil teşkil etmektedir. Bu husus yeterli açıklamalarıyla daha önce el-Bakara Sûresi' nde (2/29. âyet, 6. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Ebû Nuaym şöyle bir rivâyet kaydetmektedir: Bize Muhammed b. Ali b. Hubeyş anlattı, dedi ki: Bize İsmail b. İshak es-Serrâc anlattı:... -H. Muhaddisler bir hadisin iki ya da daha fazla senedi bulunduğu taktirde, bir senedden diğerine intikal ettiklerine 'H: Hâ" harfini yazmayı iJıriyrıt edinmişlerdir. Yine Ebû Muhammed b. Habban da anlattı dedi, ki: Bize Abdullah b. Muhammed b. Naciye anlattı, dedi ki: Bize Süveyd b. Said anlattı dedi ki: Bize Hafs b. Meysera, Mûsa b. Ukbeden anlattı: O Atâ b. Ebi Mervandan, o babasından rivâyete göre Ka'b kendisine: Mûsa'ya denizi yarmış olan adına yemin ederek Suhayb'ın kendisine şunları anlattığını bildirdi: Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) içine girmek istediği bir kasaba gördü mü mutlaka onu gördüğünde şöyle dua ederdi:

"Yedi semavatın ve onların gölgelediklerinin Rabbi, yedi arzın ve onların taşıdıklarının Rabbi, şeytanların ve saptırdıklarının Rabbi, rüzgarların ve savurduklarının Rabbi olan Allah'ım! Biz Senden bu kasabanın hayrını, buranın ahalîsinin hayrını dileriz. Buranın, buranın ahalisinin ve içinde bulunanların şerrinden de Sana sığınırız." Ebû Nuaym, Hilye, VI, 46; ayrıca; İbn Huzeyme, Sahih, IV, 150, İbn Hibbân, Sahih, VI, 425; Hîikim, Müstedrek, 1, fil4, II, 110; Beyhaki, es -Sünenü'l Kübrâ, V, 252; Taberânî, Kebir, VKI, 33, XXH, 359 Ebû Nuaym dedi ki: Bu Mûsa b. Ukbe'nin rivâyet ettiği hadis olarak sabittir. Atâ'dan bunu tek başına (münferiden) o rivâyet etmiştir. Ondan ise İbn Ebi'z-Zinad ve başkaları rivâyet etmiştir. Ebû Nuaym, Hilye, VI, 46

Müslim'in Sahih'inde Said b. Zeyd'den şöyle dediği kaydedilmektedir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinledim: "Her kim haksız yere yerden bir karış dahi alacak olursa, kıyâmet gününde yedi arzdan onun boynuna dolanmış olarak gelecektir." Müslim, III, 1230, 1231; Tirmizî, IV, 2H; Dârimi, 11, 347; Müsned, I, 187, 1H8, 189, 190

Âişe yoluyla gelen hadis de bunun gibidir, Buhârî, II, S66, III, 1167; Müsned, VI, 79, 252, 259 Her ikisinden daha açık ifadeler taşıyan hadis de Ebû Hüreyre'nin rivâyet ettiği şu hadistir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Bir kimse hakkı dışında yerden bir karış alacak olursa, mutlaka Allah kıyâmet gününde yedi arza kadar onu boynuna dolayacaktır." Müsned, II, 387. 388, 432

el-Maverdî dedi ki: Yerin yedi tabakasının biri diğeri üstünde olduğu kabul edilecek olursa, müslümanların daveti sadece en üst arzın üzerinde bulunanlara mahsustur. Onun dışında bulunan diğer kimseler için bağlayıcı değildir isterse onlar da ayırdedici kabiliyete sahip yaratıklardan akıl sahibi kimseler olsunlar.

Bu varlıkların semayı görüp o semanın ışığından istifade etmeleri hususunda da iki görüş vardır. Birinci görüşe göre onlar bulundukları yerin herbir tarafından semayı görürler ve onun ışığını alırlar. Bu yeri düz kabul edenlerin görüşüdür. İkinci görüşe göre ise bunlar semayı görmezler. Yüce Allah onlara yararlanacakları başka bir ışık yaratmıştır. Bu da yeri küre gibi kabul edenlerin görüşüdür.

Âyet-i kerîme hakkında üçüncü bir görüş vardır ki; bunu el-Kelbi, Ebû Salih'ten, o İbn Abbâs'tan rivâyet etmiş olup, buna göre yerler, düz yedi yer halindedir. Biri diğerinin üstünde değildir. Bunları birbirinden denizler ayırmakta ve hepsini de sema örtmektedir, Bu görüşe göre eğer yeryüzü ahalîsinden herhangi bir kimsenin diğerine ulaşabilme imkânı yoksa, İslâm daveti bu arzda bulunan kimselere mahsus olur. Eğer onlardan bir kısmı diğer arza ulaşabiliyorsa, o vakit davetin onlara ulaşmasının imkânı halinde, İslâm davetinin onlar için de bağlayıcı olma ihtimali sözkomısu olur. Çünkü denizlerin ayırdığı mesafenin aşılması mümkün olursa, o vakit hükmün genel olarak bağlayıcı olmasını engelleyen bir husus kalmaz. Bununla birlikte İslam davetinin onlar için bağlayıcı olmaması İhtimali de vardır. Çünkü bu davetin onlar tarafından da kabul edilmesi gerekli olsaydı, bu hususta nassın vârid olması ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın bununla emrolunmuş olması da gerekirdi. Allah, ilmini kendisine sakladığı hususların gerçeğini, insanlar için şüpheli olup, içinden çıkamadıkları şeylerin doğrusunu en iyi bilendir.

Daha sonra yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Âyeti bunlar arasında iner durur." Mücahid dedi ki: Emir yedi semadan, yedi arza iner, durur, el-Hasen dedi ki: Her iki sema arasında bir arz ve bir emir vardır. Burada emirden kasıt -Mukâtil ve başkalarının görüşüne göre- vahiydir. Bu durumda yüce Allah'ın:

"Bunlar arasında" âyeti, (semaya) en yakın olan bu üst arz ile semaların en yükseği olan yedinci sema arasına işaret olur. Bir görüşe göre de buradaki

"emir; âyet" kaza ve kader demektir. Çoğunluğun görüşü de budur. Buna yöre

"bunlar arasında" âyeti en uzak olan en alt arz ile semaların en yükseği olan yedinci sema arasına işaret edilmiş olur.

"Âyeti bunlar arasında İner, durur" âyeti bazılarının hayat bulması, bazılarının ölmesi, kimilerinin zengin, kimilerinin de fakir olması ile ilgili âyettir diye de açıklanmıştır. Bir diğer görüşe göre maksat, bunlardan tedbir olunan, yüce Allah'ın hayret verici tedbirleridir. Yağmur iner, bitki çıkar. Gece ve gündüz gelir gider, yaz ve kış değişir durur. Türleri ve şekilleri birbirinden farklı hayvanlar yaratır, onları bir halden bir başkasına intikal ettirir. İbn Keysân dedi ki: Bu açıklama dilin alanı ve genişliği (anlatım, üslûb ve teknikleri) ile alakalıdır. Nitekim ölüme "Allah'ın emri" denildiği gibi, rüzgara, buluta ve benzerlerine de benzer isimler verilir.

"Allah'ın gerçekten herşeye kadir olduğunu... bilesiniz diye." Yani -bütün bunlar O'nun kudreti ve imkânı çerçevesinde bulunmak açısından eşit olmakla birlikte- bu pek büyük mülkü yaratmaya muktedir olanın ikisi arasında bulunanları yaratmaya daha bir muktedir olduğunu, affetmek ve intikam almak imkânına sahib olduğunu bilesiniz diyedir.

"Ve muhakkak Allah'ın İlmi ile herşeyi kuşatmış olduğunu kesinlikle bilesiniz diye." Hiçbir şey O'nun ilim ve kudreti dışında değildir.

"İlmi" lâfzı te'kid edici mastar (mef'ûl-i mutlak) olarak nasbedilmiştir. Çünkü

"Kuşatmış oldu" âyeti anlam itibariyle Bildi" demektir.

Âyetin: Ve muhakkak Allah'ın ilim olarak kuşatmış olduğunu bilesiniz diye... anlamında olduğu da söylenmiştir.

Allah'a hamdolsun. O'nun yardımı ile Talâk Sûresi sona ermiş bulunmaktadır.

0 ﴿