27

"Çünkü eğer Sen onları bırakırsan, kullarını saptırırlar ve kötü kimseden, aşırı giden kâfirden başka evlât doğurmazlar."

Bu âyetlere dair açıklamalarımızı dört başlık halinde sunacağız:

1- Nûh (aleyhisselâm) Kâfirlere Ne Zaman Beddua Etti:

Onların kendisine tabi olacaklarından ümidini kesince, onlara beddua etti.

Katade dedi ki: Yüce Allah:

"Kavminden daha evvel îman etmiş olanlardan başkası asla îman etmeyecektir" (Hud, 11/36) âyetini, ona vahy ile bildirdikten sonra, kavmine beddua etti. Allah da onun duasını kabul etti ve ümmetini suda boğdu. Bu da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şu âyetini andırmaktadır: "Ey kitabı indiren, hesabı çarçabuk gören; birleşen orduları bozguna uğratan Allah'ım! Sen onları bozguna uğrat ve onları sarstıkça sars." Buhârî, III, 1072, IV, 1509, V, 234H; Müslim, III, 1353; Tirmizî, IV, 195; İbn Mâce, II, 935; Müsned, IV, 353, 355, 3K1

Denildiğine göre onlara beddua etmesinin sebebi şudur: Kavminden bir adam, kolunda küçük bir çocuk taşıyarak, Nûh (aleyhisselâm)'ın yanından geçerken: "Sen bundan sakın, çünkü o seni saptıracak" dedi. Bu sefer oğlu: Babacığım beni indir, dedi. Onu indirdi, ona bir taş attı ve başını yaraladı. İşte o vakit kızıp onlara beddua etti.

Muhammed b. Ka'b, Mukâtil , er-Rabî, Atiyye ve İbn Zeyd dedi ki: Bu yüce Allah'ın sulblerinde ve kadınlarının rahimlerinde ne kadar mü’min varsa hepsini çıkarttığı vakit olmuştu. Kadınların rahimlerini ve erkeklerin sulblerini de yetmiş yıl öncesinden kısırlaştırmıştı. Kırk yıl öncesinden de denilmiştir.

Katade dedi ki: Azâb geldiği vakit aralarında küçük çocuk yoktu.

el-Hasen ve Ebû'l-Âl-iye dedi ki: Şayet Allah, onlarla birlikte çocuklarını da helâk etmiş olsaydı, yine de bu Allah'ın onlara bir azâbı ve onlar hakkındaki adaletli bir uygulaması olurdu. Fakat yüce Allah, azâb göndermeksizin çocuklarını ve soylarından gelecek olanları helâk ettikten sonra, kendilerini azâb ile helâk etti. Buna delil de yüce Allah'ın:

"Nûh kavmi peygamberleri yalanlayınca Biz de onları suda boğduk" (el-Furkan, 25/37) âyetidir.

2- Genel ve Özel Olarak Kâfirlere Beddua Etmenin Hükmü:

İbnu'l-Arabi dedi ki: Nûh (aleyhisselâm) bütün kâfirlere beddua etti. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da mü’minler aleyhine birlik oluşturan ordulara ve onlara karşı düşmanları kışkırtanlara genel olarak beddua etmişti. İşte bu, genel olarak bütün kâfirlere beddua etmenin asıl bir dayanağıdır. Eğer beddua edilen kâfir muayyen bir kişi olup, onun ne şekilde öldüğü bilinmiyor ise, ona beddua edilmez. Çünkü bize göre onun akıbeti bilinmemektedir. Allah tarafından o akıbeti saadetle sonuçlanmış bir kişi de olabilir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın özel olarak Utbe, Şeybe ve arkadaşlarına beddua etmesinin sebebi ise, onların akıbetlerini bilmesi ve onların önülü halleri üzerindeki perdenin kendisine açılmış olması idi. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Derim ki: Bu mesele güzel açıklamaları ile birlikte daha önceden el-Bakara Sûresi'nde (2/161-162. âyet, 1. ve 2. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Allah'a hamdolsun.

3- Bedduadan Sonra Mağfiret Duası:

İbnu’l-Arabî dedi ki: Eğer: Nûh kavmine yaptığı bedduayı niçin âhirette Allah'tan bütün insanlar için şefaat talebinde bulunmamasına sebep olacaktır, denilecek olursa, şu cevabı veririz: İnsanların bu hususta iki görüşü vardır; Birincisine göre; onun o bedduası kızgınlık ve katılıktan ötürü idi. Şefaat ise hoşnutluk ve rikkatten kaynaklanır. Bundan dolayı o kendisine sitem edilmesinden ve: Dün kâfirlere beddua ettin, bugün de onlara şefaatçi olmaya kalkışıyorsun, denileceğinden korktu.

İkincisine göre o, nassız ve bu hususta açık bir izin olmaksızın kızgınlıkla beddua etti. Bundan dolayı kıyâmet gününde bu hususta sorumluluktan korktu. Nitekim Mûsa (aleyhisselâm) da: "Ben öldürmekle emrolunmadığım bir tanı öldürdüm" diyecektir. Buhârî, IV, 1746; Müslim, I, 1K5; Tirmizî, IV, 622; Müsned, I, 281, 295, 11, 435

(İbnu'l-Arabî) dedi ki; Ben de bu görüşteyim.

Derim ki: Eğer açık bir nass ile beddua etmesi kendisine emir olarak verilmemiş idiyse de ona:

"Kavminden daha evvel îman etmiş olanlardan başkası asla îman etmeyecektir" (Hud, 11/36) denilmiş ve böylelikle kavminin akıbetleri kendisine bildirildiğinden o da helâk olmaları için onlara beddua etmişti. Nitekim Peygamberimiz de Şeybe, Utbe ve benzerlerine beddua ederek: "Allah'ım, onlara layık oldukları cezayı vermeyi Sana havale ediyorum" diye beddua etmişti ve bu bedduasını akıbetlerinin kendisine bildirilmesi üzerine yapmıştı. Buna göre bu âyette onlara beddua etme emri, anlamı da bulunabilmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

4- Kâfirlerin Diğer Kimselere Zararları:

"Kâfirlerden dönüp dolaşan bir kimse bırakma! Çünkü eğer Sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar ve kötü kimseden, aşırı giden kâfirden başka evlât doğurmazlar."

es-Süddî'ye göre kâfirlerden bir yurtta, bir evde sakin kalan kimse bırakma demektir.

“Dönüp dolaşan bir kimse" lâfzının asıl şekli; şeklinde "fey'âl" vezninde olup: Döndü, döner" fiilinden gelmektedir. Burada "vav," "ya"ya kalbedildikten sonra, birbirlerine idgaın edilmişlerdir. Ayakta tutan, ayakta duran" kelimesinin aslının; şeklinde olması gibi. Eğer bu kelimenin vezni "fe'âl" şeklinde olsaydı; diye gelmesi gerekirdi.

el-Kutebî dedi ki: Bu kelimenin aslı "dâr"den gelmekte olup, bir darda (diyarda, yurtta, evde) konaklayan kimse anlamındadır. Nitekim: diyarda (o evde) kimse yoktur" denilir. Bunun ev sahibi, yurt sahibi anlamında olduğu da söylenmiştir.

27 ﴿