MÜZZEMMİL SÛRESİ

Rahmân ve Rahîm Allah'ın İsmi ile

Yirmiyedi âyettir. el-Hasen, İkrime, Atâ ve Câbir'in görüşüne göre hepsi Mekke'de inmiştir.

İbn Abbâs ve Katade: Bundan iki âyet müstesnadır, demişlerdir. Bunlar:

"Onların söylediklerine katlan..." (10. âyet) ile ondan sonraki âyet-i kerîmedir. Bunu el-Maverdî zikretmektedir.

es-Sa'lebî dedi ki: Yüce Allah'ın:

"Şüphe yok ki Rabbin senin... ayakta durduğunuzu bilir" (20. âyet)den itibaren sûrenin sonuna kadar Medine'de inmiştir.

1

Ey sarınıp bürünen!

Bu âyete dair açıklamalarımızı sekiz başlık halinde sunacağız:

1- el-Müzzemmil (Sarınıp, Bürünen):

Yüce Allah'ın:

"Ey sarınıp, bürünen" âyeti ile ilgili olarak el-Ahfeş Saîd söyle demiştir:

"Sarınıp, bürünen" lâfzının asıl halt: şeklinde olup, "te" harfi "ze" harfine idgam edilmiştir, " Örtünüp, bürünen" lâfzı da bu şekildedir.

Ubey b. Ka'b (bu iki lâfzı) asıl(ları)na uygun olarak; diye ve; diye okumuştur. Saîd; diye okumuştur. "el-Müzzemmil (sarınıp, bürünen)"İn aslı ile ilgili iki görüş vardır. Birincisine göre "yük yüklenmiş" anlamındadır. Bir şeyi yüklenip, taşıdığı zurnan; denilir. Evin sıradan eşyasını taşıyan bineğe; denilmesi de buradan gelmektedir.

İkinci görüşe göre bu; "sarınıp bürünen, sarınıp sarmalanan" demektir. Nitekim bir kimse elbisesi ile örtündüğü vakit; denilir. Başkasını örten kimsenin bu durumunu anlatmak için: denilir. Sarınıp, sarmalanan herbir şey hakkında; fiilleri kullanılır. Şair İmruu’l-Kays da şöyle demektedir;

"Pek çok kimse ki, çizgili elbiselere sarınıp, bürünmüş."

2- Peygambere Yönelik Bu Hitabın Anlamı:

"Ey sarınıp, bürünen" âyeti Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a bir hitab olup, anlamı ile ilgili üç görüş vardır.

Birinci görüş: İkrime'nin görüşüdür. Ey peygamberlik ile

"sarınıp, bürünen" ve risaletin gereklerine bağlı kalan demektir. Yine ondan gelen bir açıklamaya göre: ey bu iş ile sarınıp, sarmalanmış, yani önce kendisine bu işin yükletildiği, sonra da ara verilmiş olan, demektir.

Nitekim İklime; şeklinde "ze" harfini şeddesiz, "mim" harfini üstün ve şeddeli olarak mef'ûlu hazfedilmiş (yani meçhul bir fiil) olarak okuyor idi. Ey (başkası uırafından) sarılıp sarmalanan kişi demek olur. Diğer taraftan "el-Müddessir" lâfzını da şeklinde okurdu. Ey kendi kendisini sarıp sarmalayan, ey kendisini örtüye büründüren yahutta başkasının kendisini sarıp sarmaladığı kişi, demek olur.

İkinci görüşe göre;

"ey sarınıp bürünen" ey Kur'ân'a sarınıp bürünen, demektir. Bu açıklamayı İbn Abbâs yapmıştır.

Üçüncü görüşe göre; ey elbisesine sarınıp bürünen demektir. Bunu da Katade ve başkaları söylemiştir.

en-Nehaî dedi ki: Peygamber bir kadifeye sarınıp, bürünmüş idi. Âişe: Uzunluğu ondört zira olan bir örtüye bürünmüştü. Onun yarısı benim üzerimde idi ve ben uyuyordum. Diğer yarısı da Peygamberin üzerinde idi, o da o vakit namaz kılıyordu. Allah'a yemin ederim, o örtü ipek değildi, ipekti de değildi. Keçi tüyünden de değildi, ibrişim de değildi, yün de değildi. Çözgüsü kıl, atkısı ise deve tüyü idi, demiştir. Bu rivâyeti es-Sa'lebî zikretmektedir.

Derim ki: Âişe'nin bu sözleri sûrenin Medine'de indiğini göstermektedir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Âişe ile Medine'de gerdeğe girmiştir. Bu durumda sûrenin Mekke'de İndiğine dair zikredilen rivâyetlerin sahih olmaması gerekir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

ed-Dahhâk dedi ki; Uyumak için elbisesine sarınıp, bürünmüştü. Bir açıklamaya göre; müşriklerin onun hakkında söyledikleri kötü sözler kendisine ulaşmış, bu ona ağır gelmiş, bundan dolayı elbisesine sarınıp bürününce;

"ey sarınıp, bürünen" İle

"ey örtünüp, bürünen" (el-Müddessir, 74/1) buyrukları nazil oldu.

Yine denildiğine göre; bu husus Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a vahyin gelmeye başladığı ilk sıralarda idi. O, meleğin sözlerini işitip, ona bakınca kendisini bir titreme aldı. Hanımının yanına gelerek: "Beni önün, beni sarın" dedi. Bu anlamdaki bir rivâyet İbn Abbâs'tan da nakledilmiştir.

Hakimler şöyle demiştir: İşin başında ona el-Müzzemmil, el-Müddessir diye hitab etmesinin sebebi, henüz risaletin tebliği namına herhangi bir şeye bürünmemiş olmasıydı.

İbnu'l-Arabî dedi ki: Yüce Allah'ın:

"Ey sarınıp, bürünen" âyetinin tevili hususunda farklı açıklamalar yapılmıştır. Kimisi bunu hakikat anlamına göre yorumlamıştır. Buna göre ona şöyle hitap edilmişti: Ey elbisesine yahutta kadifeden örtüsüne sarınıp, bürünen kişi, kalk, denilmiş oluyordu. Bu açıklamayı, İbrahim ve Katade yapmıştır. Kimileri de bunu mecazî anlamıyla almıştır. Sanki ona: Ey peygamberliğe sarınıp, bürünen kişi, diye hitab edilmiş gibidir. Bu açıklamayı da İkrime yapmıştır. Eğer "mim" harfi üstün ve şeddeli olup, faili belli olmayan mef'ûl (meçhul fiil) kipi ile olsaydı, bu açıklama doğru olurdu. Ancak fail lâfzı ile (yani "mim" harfi kesreli olarak) okunduğuna göre bu açıklama bâtıldır.

Derim ki: Daha önceden bunun ("mim" harfinin üstün ve şeddeli okunuşunun) mef'ûlün hazfedilmesi esasına göre olduğunu ve bu şekilde de okunmuş olduğunu açıklamış idik. Mana itibariyle, o bakımdan (bu mecazî açıklama) doğru olur.

(İbnu'l-Arabî devamla) dedi ki: Onun Kur'ân-ı Kerîm ile örtünüp, sarındığım söyleyenlerin görüşüne gelince; bu da mecazi anlam itibariyle doğrudur. Ancak daha önceden buna ihtiyaç olmadığını açıklamış bulunuyoruz.

3- Müzzemmil ve Müddessir Peygamberin İsimlerinden midir?;

es-Suheylî dedi ki: "el-Müzzemmil" Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın isimlerinden değildir. Bazı kimselerin benimsediği ve İsimlen arasında saydığı gibi Peygamber böyle bir isimle tanınmış değildir. Aksine "el-Müzzemmil" Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in vahye muhatab olması halinden türetilmiş bir isimdir. "el-Müddessir" de böyledir. Ona bu isimle hitab etmenin de iki faydası vardır: Birincisi ona latif (yumuşak) bir üslûbla hitab etmektir. Çünkü Araplar muhatablarina yumuşak bir şekilde hitab etmek istedikleri ve ona sitemde bulunmak istemedikleri vakit, onu içinde bulunduğu halinden türetilmiş bir isini ile adlandırırlar. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Fatıma (radıyallahü anha)'a kızan Ali (radıyallahü anh)'a gidip te onun uyumakta olduğunu ve yan tarafının toprağa yapışmış olduğunu görünce ona: "Kalk, ey ebâ turâb (toprak bulaşmış kişi)!" demesi Buhâri, I, 69, V, 2291; Müslim, IV, 1874; Müsned, IV, 263 buna benzer. Böylelikle Peygamber efendimiz, ona kendisine sitem etmediğini, ona yumuşak bir üslûbla hitab ettiğini hissettirmek istemişti. Yine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Huzeyfe'ye: 'Kalk ey uykucu" demesi Müslim, III, 14H; İbn Hibbân, Sahih, X, VI, 67 de böyledir. O sırada Huzeyfe uyuyordu ve ona bu şekilde yumuşak bir üslûbla hitab etmek istemiş, kendisine sitem etmeyi ve azarlamayı terkettiğini hissettirmek istemişti. Buna göre yüce Allah'ın Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'a: "Ey sarınıp, bürünen kalk!" diye buyurması ünsiyet verici bir hitaptır ve bunda yumuşak bir üslûbla ona hitab etmek sözkonusudur. Böylelikle yüce Allah, ona sitemkâr olmadığını hissettirmek istemiştir.

Bunun ikinci faydası ise; gece boyunca örtünüp bürünen ve uyuyan kimsenin gece namazı kılmak ve o vakitte yüce Allah'ı zikretmek için uyanması gerektiğine dikkatini çekmektir. Çünkü fiilden türetilmiş olan bir isimde, muhatab ile birlikte aynı davranışı yapan ve o niteliğe sahib olan herkes ortaktı.

2

Birazı müstesna geceleyin kalk;

4- Gece Namaza Kalkmak:

"... Geceleyin kalk" anlamındaki: âyeti genel olarak "mim" harfi -arka arkaya iki sakinin gelmiş olması dolayısıyla- kesreli olarak okunmuştur. Ancak Ebû's-Semmal "kaf" harfinin ötresine tabi kılmak maksadı ile "mim" harfini de ötreli okumuştur. "Mim" harfinin -hafifliği dolayısıyla üstün ile okunduğu da nakledilmiştir. Ehu’l-Feth Osman b. Cinnî dedi ki: Bu harekeyi vermekten maksat, iki sakinin arka arkaya gelişinden kaçmak maksadı ile söylenmek isteneni söylemektir. Dolayısıyla hangi hareke verilirse, maksat gerçekleşmiş olur.

"Kalk" anlamındaki fiil, mef'ûle geçiş yapmayan kasır (lâzım) fiillerdendir. Bununla, birlikte bundan zaman ve mekân zarfı alabilir. Şu kadar var ki, mekan zarfına geçiş yapması ancak bir vasıta ile mümkündür. Bundan dolayı; "evde kalktım" diyebilmek için; denilemez. Bunun yerine; Evin içinde durdum" ve: Dışında durdum" denilir.

Buradaki:

"Kalk!" lâfzının; namaz kıl! anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu fiil bu eylem hakkında ve istiare yoluyla kullanılmıştır. Çokça kullanım sonucunda da artık bu fiilin bu anlamı ifade etmesi, bir Örf (bilinen bir husus) haline gelmiştir.

5- Gece:

"Geceleyin kalk!" âyetindeki;

"gece"nin sınırı güneşin batısından tan yerinin ağırmasına kadar devam eder. Buna dair açıklamalar daha önceden el-Bakara Sûresi'nde (2/164. âyet, 2. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

Gece namazı kılmak, kesin bir farz mı idi? Yoksa mendub ve kılınması teşvik edilen bir ibadet mi idi? hususunda farklı görüşler vardır. Ancak deliller gece namazı kılmanın kesin bir farz olduğu kanaatini pekiştirmektedir. Çünkü mendubluk ve teşvik hükmünde olması halinde bu emrin gecenin bir kısmını dışarda tutarak, bir diğer kısmı hakkında sözkonusu olması düşünülemez. Zira gecenin belirli bir vaktinin namaz için tahsis edilmesi diye birşey yoktur. Aynı şekilde, ileride geleceği üzere, bu hususta gerek Âişe (radıyallahü anhnhâ)'dan, gerekse başkalarından belirli bir vaktinin olduğuna dair rivâyetler gelmiş bulunmaktadır.

Yine gece namazı kılmak, sadece Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın muhatab olduğu bir farz mı idi? Yoksa hem onun, hem kendisinden önceki peygamberlere ya da hem ona, hem de ümmetine bir farz mı idi? Bu hususta da üç görüş vardır. Birinci görüş Said b. Cübeyr'in görüşüdür. Çünkü bu âyette hitab sadece peygambere yöneliktir. İkincisi İbn Abbâs'ın görüşüdür. O şöyle demiştir: Geceleyin namaz kılmak hem Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a, hem de ondan önceki peygamberlere bir farzdı. Üçüncü görüş ise Âişe'nin ve yine İbn Abbâs'ın görüşüdür. Sahih olan da budur. Nitekim Müslim'in Sahih'inde Zürare b. Ebi Evfa'dan gelen rivâyete göre Sad b. Hişam b. Amir Allah, yolunda gazaya çıkmak istedi... diye bir hadis vardır. Orada şöyle denilmektedir: Ben Âişe'ye şunu sordum:

Bana Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın gece namazı kılmasına dair haber verir misin? Şöyle dedi: Sen:

"Ey sarınıp, bürünen" âyetini okumuyor musun? Ben okuyorum dedim, şöyle dedi: Aziz ve celil olan Allah, bu sûrenin baş taraflarında gece namazı kılmayı farz kıldı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashabı bir sene boyunca gece namazı kıldılar. Yüce Allah, bu sûrenin son bölümlerini oniki ay süreyle semada tuttu. Nihayet yüce Allah bu sûrenin sonunda hükmü hafifleten buyrukları indirdi. Böylelikle önceden farz iken daha sonra gece namazı tatavvu (nafile) oldu... diye hadisin tamamını zikretmektedir. Müslim, I, 513; Dârimi, I, 411; Ebû Dâoüd, II, <İO

Veki ve Yâlâ şunu zikretmektedirler: Bize Mişar, Simak el-Hanefi'den naklettiğine göre Simak şöyle demiştir: ben İbn Abbâs'ı şöyle derken dinledim:

"Ey sarınıp, bürünen" (sûresinin) baş tarafları nazil olunca, yaklaşık ramazan ayında kıldıkları kadar gece namazı kılıyorlardı. Nihayet onun son bölümleri nazil oldu. Sûrenin baş tarafları ile son taraflarının inişi arasında bir seneye yakın bir zaman vardı. Ebû Dâvûd, II, 32; HAkim, el-Müstedrek, II, 32; Beyhaki, es-Sunenu'l-Kübrâ, 11, 32

Said b. Cübeyr dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashabı on yıl boyunca gece namazı kıldı. On yıl sonra:

"Şüphe yok ki Rabbim senin ve seninle beraber olanlardan bir kesiminin gecenin üçte ikisinden az., ayakta durduğunu(zu) bilir" (el-Müzzemmil, 73/20) âyeti nazil oldu ve böylelikle Allah, yükümlülüklerini hafifletti.

6- -Az Bir Kısmı Müstesna- Gece Namaz Kılmak:

"Birazı müstesna" âyeti geceden istisnadır. Yani sen birazı müstesna, gecenin tümünü namazla geçir. Çünkü sürekli olarak bütün gece namaz kılmak mümkün değildir. Bedenin dinlenmesi için az bir kısmını istisna etmiştir. Bir şeyin "az bir kısmı" yandan daha aşağı olan miktarıdır. Vehb b. Münebbih'den şöyle dediği nakledilmiştir: "Az" onda birden ve altıda birden daha az olana denilir. el-Kelbî ile Mukâtil : Üçte birdir, demişlerdir.

3

Yarısı kadar yahut ondan biraz eksik;

Daha sonra yüce Allah, şöyle buyurmaktadır:

"Yarısı kadar yahut ondan biraz eksik." bu âyet, emri bir hafifletmedir. Çünkü bundan önce namaz kılma zamanı sınırlandırılmamıştır. İnsanlar da ayakları şişinceye kadar namaz kıldılar. Bu, daha sonra yüce Allah'ın:

"O, sizin bunu sayamayacağınızı bildiği için" (el-Müzzemmil, 73/20) âyeti ile nesholmuştur.

el-Ahfeş dedi ki:

"Yarısı kadar” âyeti "yahut onun yarısını" demektir. Nitekim: Ona bir dirhem, iki dirhem, üç dirhem ver" denilince maksat, "... yahut iki ya da üç dirhem ver" demektir.

ez-Zeccâc dedi ki:

"Yarısı kadar" âyeti

"geceden" bedeldir.

"Birazı müstesna" ise "yarı'dan istisnadır. "Ondan" ile "ona" lâfzındaki zamirler ise "yarı"ya aittir. Anlamı da şöyle olur: Gecenin yarısı kadar namaz kıl, yahut üçte bire varıncaya kadar, o yarıdan biraz eksik ya da üçte ikiye kadar una az bir miktar ilave et. Sen ya gecenin üçte ikisini yahut yarısını ,ya da üçle birini namazla geçir, demiş gibidir.

Bir diğer açıklamaya göre, "yarısı" âyeti, "biraz" âyetinden bedeldir. O üç şık arasında muhayyerdi: Gecenin yarısmı bütünüyle namazla geçirmek yahut ondan biraz eksiltmek ya da ona biraz ilave ederek namazla geçirmek. İfadenin takdirî şöyle gibidir: Sen yarısı müstesna, yahut yarısından az ya da yarısından fazla müstesna olmak üzere geceleyin namaz kıl!

Müslim'in Sahih'inde Ebû Hüreyre'den rivâyete göre, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah, her gece, gecenin ilk üçte biri geçti mi dünya semasına iner ve şöyle der: Ben melikim (mutlak mâlik ve egemenim). Bana dua eder de Ben de onun duasını kabul edeyim? Kim Senden dilekte bulunur da ben de onun dileğini vereyim? Kim Benden mağfiret diler de Ben de ona mağfiret edeyim? Fecr (ortalığı) aydınlatıncaya kadar bu böylece devam eder, gider. " Müslim, I, 522, 523; Tirmizi, II, J07; Dârimi, I, 414; Müsned, II, 282.

Buna benzer bir rivâyet, Ebû Hüreyre'den ve Ebû Said'den de gelmiştir. Merhum müfessir biraz sonra Nesâî'yi kaynak göstererek bu hadisi kaydedeceğinden, kaynakları ilgili notta belirtilecektir. Bu da gecenin üçte ikisini namazla geçirmenin teşvik edildiğine delildir.

Yine Müslim'in Sahih'inde Ebû Hüreyre'den şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Gecenin yarısı -ya da üçte ikisi- geçti mi Allah... iner..." Müslim, 1, 522 Bu hadisi Ebû Hüreyre'den iki ayrı rivâyet yoluyla ve bu şekilde şüphe (yahut) ifadesi ile rivâyet etmiştir.

Nesâî'nin kitabında Ebû Hüreyre ve Ebû Said'den (Allah ikisinden de razı olsun) şöyle dedikleri rivâyet edilmektedir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Aziz ve celil olan Allah, gecenin ilk yarısı geçinceye kadar mühlet verir. Sonra bir münâdîye emir vererek şöyle der: Dua eden yok mu duası kabul olunacak, mağfiret isteyen yok mu ona mağfiret edilecek, dilekte bulunan yok mu ona istediği verilecek?" Nesâî, es-Sunenu'l-Kübrâ, VI, 124; Nesâî, Amelu'l-Yevmi ve'l-Leyte, s. 340

Bu hadisin sahih olduğunu Ebû Muhammed Abdu'l-Hak söylemiştir. Bu hadis sahih olmakla birlikte, nüzulün ne anlama geldiğini de açıklamakta ve bunun gecenin yarısı sırasında olduğunu göstermektedir.

İbn Mâce'nin, İbn Şihâb'dan, onun Ebû Seleme ile Ebû Abdullah el-Ağar'dan, ikisinin Ebû Hüreyre'den rivâyet elliklerine göre, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Şanı yüce ve mübarek Rabbimiz her gece, gecenin son üçte biri kaldığında iner ve şöyle buyurur: Kim Benden istekte bulunuyor, ona istediğini vereyim? Kim Bana dua ediyor, duasını kabul edeyim? Kim Benden mağfiret diliyor, ona mağfiret edeyim? Ta ki tan yeri ağarıncaya kadar." İbn Mâce, I, 435; Müsned, 11, 264

O bakımdan ashab-ı kiram, gecenin son zamanlarını namazla geçirmeyi, ilk vakitlerinde namaz kılmaya nisbetle daha çok severlerdi.

İlim adamlarımız der ki: Hadis de, Kur'ân da bu sıralamayı göstermiştir. Esasen her ikisi de aynı pencereden bakmaktadırlar. Muvatta’'da ve başka kaynaklarda, İbn Abbâs'ın rivâyet ettiği şu hadis yer almaktadır: Ben teyzem Meymûne'nin yanında geceyi geçirdim. Gece yarısı olunca ya da ondan az bir süre yahut ondan kısa bir süre sonra, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) uyandı, asılı bir kırbaya doğru gitti, ordan çabucak bir abdest aldı... diyerek, hadisin geri kalan bölümünü de zikretti. Buhârî, I, 64, 293; Muvatta’, 1, 121; Müslim, 1, 52H.

7- Gece Namaz Kılma Emrini Nesheden Emir Hangisidir;

Gece namazı kılma emrini nesheden âyetin, hangisi olduğu hususunda ilim adamları farklı görüşlere sahiptir. İbn Abbâs ile Âişe (radıyallahü anhüma)'dan gelen rivâyete göre, geceleyin namaz kılma emrini nesheden âyet, yüce Allah'ın:

"Şüphe yok ki Rabbin senin... gecenin üçte ikisinden az... ayakta durduğunu(zu) bilir" (20. âyet) diye başlayan ve surenin sonuna kadar devam eden âyettir, Nesheden âyetin;

"O sizin bunu sayamayacağınızı bildiği için" (20. âyet) âyeti olduğu da söylenmiştir. Yine İbn Abbâs'tan gelen rivâyete göre bu, yüce Allah'ın:

"Allah sizden hastalananlar olacağını... bilir" (20. âyet) âyetidir. Yine Âişe'den, Şafii, Mukâtil ve İbn Keysân'dan gelen rivâyete göre bu, beş vakit namaz ile nesholmuştur. Bunu neshedenin yüce Allah'ın:

"O halde ondan kolayınıza geleni okuyun" âyeti olduğu da söylenmiştir.

Ebû Abdurrahman es-Sülemî dedi ki:

"Ey sarınıp, bürünen!" âyeti nazil olunca, ayakları ve bacakları şişinceye kadar namaz kılıp durdular. Daha sonra yüce Allah'ın:

"O halde ondan (Kur'ân'dan) kalayınıza geleni okuyun!" âyeti nazil oldu. Bazı âlimler de şöyle demişlerdir: O (gece namazı kılmak) bir farz olup, onunla bir başka farz nesholmuştur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın üzerine -fazileti sebebiyle- farz idi. Nitekim yüce Allah'ın;

"Gecenin bir kısmında da sana has nafile olmak üzere onunla (Kur'ân ile) gece namazı kıl" (el-îsra, 17/79) âyetinde olduğu gibi.

Derim ki: Birinci görüş bütün bu görüşleri kapsayan bir görüştür. Yüce Allah:

"Namazı kılın" diye buyurmuştur. Bunun kapsamına, nesneden beş vakit namazdır, diyenlerin görüşü de girer.

el-Hasen ve İbn Sîrîn'in kanaatine göre, gece namazı kılmak, bir koyun sağımlığı kadar dahi olsa, her müslümana farzdır.

Yine el-Hasen'den gelen rivâyete göre, o bu âyet-i kerîme hakkında şöyle demiştir: Farzdan sonra nafileden sözeden Allah'a hamdolsun.

Yüce Allah'ın izni ile sahih olan görüş de budur. Çünkü gece namazını teşvike ve faziletine dair âyetler, Kur'ân'da da, sünnette de gelmiş bulunmaktadır.

Âişe (radıyallahü anha)'dan dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a geceleyin üzerinde namaz kılmak üzere bir hasır bırakırdı. İnsanlar bunu işittiler. Onların toplandıklarını görünce bundan hoşlanmadı. Kendilerine gece namazı kılmanın farz kılınacağından korktu. Kızmış gibi bir halde eve girdi. Onlar da öksürmeye, tükürür gibi yapmaya başladılar. Yanlarına çıktı ve şöyle dedi; "Ey insanlar! Amellerden güç yetirebildiğiniz şeylerin altına giriniz. Şüphesiz ki Allah mükâfat vermekten, siz amel etmekten usanmadığınız sürece usanmaz. Şüphesiz en hayırlı amel, az dahi olsa devamlı olandır." bunun üzerine:

"ey sarınıp, bürünen" âyeti nazil oldu ve gece namazı onlara yazıldı ve farz seviyesine getirildi. Öyle ki onlardan herhangi bir kimse (bir yere) bir halat bağlar ve ona asılırdı. Sekiz ay bu şekilde kaldılar. Yüce Allah onlara merhamet buyurdu ve:

"Şüphe yok ki Rabbin... gecenin üçte ikisinden az... ayakta durduğunu bilir" âyetini indirdi ve Allah, onları farz olana döndürdü. Nafile olarak kılacakları dışında gece namazının farz oluşunu kaldırdı. Taberî, Tefsir, XXIX, 125; rivâyer ile ilgili mülahazalar için bk. İbn Hacer, Fethu'l-Bâri, IH, 22

Derim ki: Âişe'nin bu hadisini es-Sa'lebî zikretmiş olup, bunun anlamındaki bir rivâyet "az olsa dahi" bölümüne kadar Sahih'le sabit olmuştur. Geri kalan bölümü ise yüce Allah'ın:

"Ey sarınıp bürünen" âyetinin Medine'de indiğine, onların sekiz ay süreyle bu şekilde gece namazı kılmaya devam ettiklerine delil teşkil etmektedir. Yine Âişe'den Müslim'in Sahih'ınde "bir sene" dediğini belirten rivâyet de önceden geçmiş bulunmaktadır.

el-Maverdî, ondan üçüncü bir görüş daha nakletmektedir ki, buna göre bu süre onaltt aydır. el-Maverdî, Âişe (radıyallahü anhnhâ)'dan gelen başka bir görüş de zikretmemektedir. İbn Abbâs'tan da el-Müzzemmıl'in baş tarafları ile son tarafları arasında bir senelik bir süre olduğuna dair bir rivâyet zikretmektedir. Dedi ki: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gelince, gece namazı kılmak onun için farzdı. Gece namazının Peygamberden nesh olması hakkında da ondan gelmiş iki görüş vardır. Birincisine göre bu, yüce Allah onun canını alana kadar üzerinde farz olarak kaldı. İkinci rivâyete göre, ümmetinden nesh olduğu gibi, bu hüküm ondan da nesh olmuştur.

Bu namazın farz kılınışı ile nesh olması arasındaki süre hususunda iki görüş vardır. Birincisine göre, onun ümmetine gece namazının farz kılındığı süre, daha önceki iki görüşte zikredilmişti. Bununla da İbn Abbâs'ın bir sene süreyle devam ettiği şeklindeki görüşü ile, Âişe'nin onaltı ay devam ettiği şeklindeki görüşünü kastetmektedir. İkinci görüşe göre ise, bu süre on yıl olup, yüce Allah -risalet görevi dolayısıyla ona ayrıcalık olsun diye- mükellefiyetinde bir fazlalık olan bu hükmü neshetmek suretiyle, yükümlülüğünü hafiflettiği vakte kadar devam etmiştir. Bu görüş de İbn Cübeyr'in görüşüdür.

Derim ki; Bu açıklama es-Sa'lebî'nin -daha önce geçtiği gibi- Said b. Cübeyr'den zikrettiği rivâyete uygun değildir. Bunu iyice düşünmek gerekir. Yüce Allah'ın izniyle bu sûrenin sonunda bu hususa dair daha geniş açıklamalar gelecektir.

4

Yahut ona (biraz) ekle! Kur'ân'ı da tane tane, anlaşılır surette oku.

8- Kur'ân'ı Tertil ile (Tane Tane, Ağır Ağır) Okumak:

"Kur'ân'ı da tane tane, anlaşılır surette oku." Yani Kuran okurken acele etme. Aksine onu ağır ağır, açık ve anlaşılır bir şekilde ve anlamlarını düşünerek oku.

ed-Dahhâk: Onu harf harf oku, diye açıklamıştır, Mücahid şöyle demiştir: İnsanlar arasında Allah'ın Kur'ân okuyuşlarını en sevdiği kimseler onu (okurken) en çok akledenlerdir.

"Tertil" güzel bir şekilde sıralamak, uyumlu bir şekilde dizmek ve güzel bir şekilde düzenlemek demektir. "(........): (Dişleri) güzel bir şekilde dizilmiş olan ağız" tabiri de buradan gelmektedir ki, bu kelimenin ikinci harfi (olan te) kesreli ve üstün söylenebilir. Buna dair açıklamalar daha önceden bu kitabın Mukaddime'sinde (Kur'ân'ın Okunma Keyfiyetine Dair Bahiste) geçmiş bulunmaktadır.

el-Hasen'in rivâyetine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Kur'ân-ı Kerîm'den bir âyet okuyup ağlayan birisinin yanından geçmiş. Şöyle demiş: "Sizler yüce Allah'ın; "Kur'ân'ı da tane tane, anlaşılır surette oku!" âyetini hiç duymadınız mı? İşte tane tane okumak (tertîl) budur." Kurtubi merhumun naklettiği bu rivâyet bu geleliyle mürseldir. İbn Ebi Şeybe, Mûsannef' VII, 226'ılîi: "... el-Hasen bize anlattı, dedi ki: Peygamber ashabından bir adam.,." diye sahabiye mevkuf bir rivâyet olarak zikretmektedir. İbnul-Mübarek, Zuhd, .s. 422’de de benzer bir rivâyet yer almaktadır.

Alkâme, güzel bir şekilde Kur'ân okuyan birisini işitince şöyle demiş: Yemin olsun bu kimse Kur’ân'ı tane tane (tertîl ile) okuyor. Ananı babam ona feda olsun!

Ebû Bekr b. Tahir dedi ki: Yüce Allah'ın hitabının incelikleri üzerinde iyice düşün, kendini hükümlerini uygulamak noktasında sorgula, kalbinden onun anlamlarını kavramasını iste, ona yönelmekle sevinmeye bak!

Abdullah b. Amr dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Kıyâmet gününde Kur'ân okuyan kişi getirilir. Cennetin birinci basamağında durdurulur ve ona: Oku, yüksel ve dünyada iken tertîl ile okuduğun gibi tertîl ile oku. Şerrin varacağın mertebe okuyacağın son âyet-i kerimeye kadar yükselecektir, denilir," Ebû Dâvûd, 11, 73; Tirmizi, V, 177 Bu hadisi Ebû Davud rivâyet etmiş olup, daha önce kitabın baş taraflarında (Kur'ân'ın faziletlerine dair başlık allında) geçmiş bulunmaktadır. Enes'in rivâyetine göre de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Kur'ân okurken sesini gereği gibi uzatarak okurdu. Nesâî, II. 179; İbn Mâce, I, 430; Müsned, 111, 131, 192, 2H9

5

Muhakkak Biz, sana ağır bir söz vahyedeceğiz.

"Muhakkak Biz, sana ağır bir söz vahyedeceğiz" âyeti farz kılınan gece namazı ile ilişkilidir. Yani Biz, gece namazını farz kılmak suretiyle senin üzerine taşınması ağır gelecek ağır bir söz bırakacağız. Çünkü gece, uyumak içindir. Çoğunluğunu namaz kılmakla geçirmekle emrolunan bir kimsenin bunu yapabilmesi ancak nefse ağır bir yük yükletmesi ve şeytana karşı da gerekli mücadeleyi vermesi ile mümkündür, O bakımdan bu, kula ağır gelen bir emirdir.

Şöyle de açıklanmıştır: Biz, sana Kur'ân vahyedeceğiz. O İhtiva ettiği şer'î hükümler gereğince amel edilmesi ağır gelen, ağır bir sözdür.

Katade dedi ki: Allah'a yemin olsun ki onun farzları ve hududu ağırdır. Mücahid helâli ve haramı, el-Hasen gereğince amel etmek (ağırdır), demişlerdir.

Ebû'l-Âl-iye: Vaadleri, vaîdleri (tehditleri) ile helâl ve haramı ile ağır bir söz, diye açıklamıştır. Muhammed b. Ka'b: Münafıklara ağır gelen bir söz, diye açıklamıştır. Kâfirlere diye de açıklanmıştır. Çünkü bu Kitabta, onlara karşı getirilen deliller vardır, sapıklıkları açıklanmakta, uydurma ilâhları tenkit edilmekle, kitab ehlinin yaptıkları tahrifler açığa çıkarılmaktadır.

es-Süddî dedi ki: Ağır (sakîl); "kerîm" anlamındadır. Bu da Arapların: Filan kişi benim için ağırdır" yani benim için kerimdir, şereflidir, değerlidir tabirlerinden alınmıştır.

el-Ferrâ' dedi ki:

"Ağır" hafif ve değersiz, saçma sapan olmayan; aksine ağırlıklı, oturaklı (söz) demektir. Çünkü o, Rabbimizin kelâmıdır.

el-Huseyn b. el-Fadl dedi ki:

"Ağır"; ancak tevfık ile desteklenmiş kalbin 've tevhid ile süslenmiş bir nefsin taşıyabildiği bir süz, demektir. İbn Zeyd dedi ki: Allah'a yemin olsun ki o ağırdır, mübarektir. Dünyada ağır geldiği gibi, kıyâmet gününde de Mizanda ağır basacaktır.

Bir diğer açıklamaya göre

"ağır"; ağır bir şeyin yerinde sapasağlam durması gibi, sapasağlam anlamındadır. Buna göre i'cazı sabit ve ebediyyen i'cazı zeval bulmayacak olan anlamına gelir.

Bu lâfzın Kur'ân'ın bizatihi kendisini kastettiği de söylenmiştir. Nitekim haberde şöyle denilmektedir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a vahiy geldiği vakit eğer o devesi üzerinde bulunuyor ise göğsünü yere yapıştırırdı. Vahiy halı sona erinceye kadar deve hareket edemiyordu Müstedrek, II, 549 Muvatta’'da ve başka eserlerde belirtildiğine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a şöyle sorulmuş: Vahiy sana nasıl gelir? Şöyle buyurmuş: "Bazan bana bir çıngırak sesi gibi gelir. Benim için en ağır olan şekli budur. Vahiy hali benden ayrılıp gittiğinde ben vahyin dediğini bellemiş oluyorum. Kimi zaman da melek bana bir adam gibi görünür, benimle konuşur ve onun dediğini de bellerim." Buhârî, I, i. III, 1176; Müslim, IV, 1816; Tirmizî, V, 597; Nesâî, II, 146, 147; Muvatta’, I, 202; Müsned, VI, 15H, 256

Âişe (radıyallahü anhnhâ) dedi ki: Ben oldukça soğuk günde ona vahyin indiğini, vahyin kesilmesinden sonra da alnından ter boşaldığını gördüm. Buhârî, I, 4; Tirmizî, V, 597; Muvatta’, I, J02; Müsned, VI, 1 (.4) Müsned, V, 266 İbnu’l-Arabî dedi ki: Bu daha uygundur. Çünkü hakikat budur. Ayrıca:

"Dinde size güçlük vermedi" (el-Hac, 22/78) diye büyütülmüştür. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da: "Ben çok müsamahakâr haniflik ile gönderildim" Müsned, V, 266 diye buyurmuştur.

Bu sûredeki

"söz"ün lâ ilahe illallah demek olduğu da söylenmiştir. Çünkü haberde şöyle denilmiştir: Bu, dile hafif gelir fakat Mizanda ağırdır Bazı hadislerde, "dile hafif Mizanda ağır geldiği" belirtilen zikirler için bk. Buhârî, V, 2352, VI, 2459; Müslim, IV, 2072; Tirmizî, V, 512; İbn Mâce, II, 1251; Müsned, II. ^22. Bunu da el-Kuşeyrî zikretmiş bulunmaktadır.

6

Gece kalkışı (var ya); o hem daha etkilidir, hem de söyleyişi itibarı ile daha sağlamdır.

Bu âyete dair açıklamalarımızı beş başlık halinde sunacağız:

1- Gece Kalkışı:

"Gece kalkışı (var ya)" âyeti hakkında ilim adamları şöyle demişlerdir:

"Gece kalkışı" gece vakitleri ve anları demektir. Çünkü onun vakitleri sırasıyla ortaya çıkar. O bakımdan bir şey önce başlayıp, ondan sonra ardı arkasına gelecek olursa: Bir şey ortaya çıktı, meydana geldi, meydana gelir" denilir. Bu durumda olana da: (........) denilir. Allah onu var etti, o da var oldu" demektir. Bulutun Allah tarafından meydana getirilip, görülmesini anlatmak üzere kullanılan; tabiri de buradan gelmektedir. O halde buradaki: bu fiil "fail" vezninde bir kelimedir. Yüce Allah'ın:

"Süs için yetiştirilmekte olan ve tartışma esnasında (delilini) açıklayamayanları mı (ona) evlât diye isnâd ediyorlar?" (ez-Zuhruf, 43/18) âyetinde de (aynı kökten gelen) fiil kullanılmaktadır. Maksat: " Şüphesiz ki meydana gelen gece saatleri..." demektir. Nitdik zikredilerek ismin zikredilmesine gerek görülmemiştir. Bu lâfzın müennes olarak gelmesi ise "saat: an" lâfzının müennesliğinden dolayıdır. Çünkü her bir 'saat (an)" yeniden meydana gelmektedir,

lâfzının "gece namazı kılmak" anlamında mastar olduğu da söylenmiştir. Günah islemek" ile Yalan söylemek" anlamında kullanılması gibi. Yani şüphesiz ki gecenin meydana gelip, ortaya çıkması daha sağlamdır, demek olur.

Bir başka görüşe göre: "Bu, gece kalkışı demektir. İbn Mes’ûd dedi ki: Habeşliler: fiilini "kalktı" anlamında kullanırlar. Belki o, bu açıklamasıyla bu kelime aslında Arapçadır, fakat Habeşçe'de de yaygındır ve onlar tarafından çoğunlukla bu kullanılmaktadır, demek istemiştir. Yoksa Kur'ân-ı Kerîm'de Arapça olmayan bir söz yoktur. Buna dair açıklamalar yeteri kadarıyla kitabın Mukaddime'sinde geçmiş bulunmaktadır.

2- Gece Namazının Fazileti:

Yüce Allah, bu âyet-i kerimede gece namazının gündüz namazından daha faziletti olduğunu, mümkün olduğunca bu gece namazında çokça Kur'ân okumanın ecri daha arttırıp, sevabı daha çok gerektireceğini açıklamakladır.

İlim adamları

"gece kalkışı" ile neyin kastedildiği hususunda farklı görüşlere sahiptir, İbn Ömer ve Enes b. Malik şöyle demişlerdir: Bundan kasıt, akşam ile yatsı arasıdır. Onlar bu görüşlerini ileri sürerken; (........) fiilinin "başlama" anlamını vermesini gözönünde bulundururlar. Dolayısıyla bunun ilk vaktinin kastedilmesi daha uygundur. Şairin şu beyitinde de bu anlamdadır:

"Eğer Nusayb eğlenceye yöneldi, denilmeyecek olsaydı,

Ben kendim için yaşım küçük ve henüz yetişkinliğe erişmedim, diyecektim."

Ali b. el-Huseyn akşam ile yatsı arasında namaz kılar ve:

"Gece kalkışı" işte budur, derdi. Atâ ve İkrime: Bu, gecenin başlangıcıdır, demişlerdir. İbn Abbâs, Mücahid ve başkaları da: O gecenin tamamıdır, demişlerdir. Çünkü gündüzden sonra onaya çıkan gecedir. Malik b. Enes'in tercih ettiği görüş de budur.

İbnu'l-Arabî dedi ki: Lâfzın verdiği anlam ve dilin gerektirdiği husus da budur.

Âişe ve yine İbn Abbâs ile Mücahid şöyle demişlerdir:

"Gece kalkışı" ancak uykudan sonra geceleyin kalkıp namaz kılmaya denir. Uyumadan önce gecenin ilk saatlerinde namaz kılan bir kimse "gece kalkışanı gerçekleştirmiş olmaz.

Yemân ve İbn Keysân şöyle demişlerdir: Gece kalkışı, gecenin son vakitlerinde kalkmaktır. İbn Abbâs dedi ki: Onlar namazlarını gecenin ilk saatlerinde kılarlardı. Çünkü insan uyudu mu ne zaman uyanacağını bilemez.

es-Sıhah'ta şöyle denilmektedir:

“Gece kalkışı" gecenin ilk saatlerine denir. el-Kutebi dedi ki: Bu gecenin çeşitti vakitleri demektir. Çünkü bu vakitlerin biri diğerinden sonra ortaya çıkar.

el-Hasen ve Mücahid'den bu yatsı namazından sonra sabah namazına kadar devam eden bir vakittir, demişlerdir. Yine el-Hasen'den gelen rivâyete göre, yatsıdan sonraki her vakit "nâşie; gece kalkışı"dır demiştir. Geceleyin yapılan, meydana gelen yeni itaatler anlamında geldiği de söylenmiştir. Bunu da el-Cevherî nakletmektedir.

3- Gece Namazının, Etkisi:

"O hem daha etkilidir" âyetindeki: Etkili" lâfzını Ebû'l-Âl-iye, Ebû Amr, İbn Ebi İshak, Mücahid, Humeyd, İbn Muhaysın, İbn Âmir, el-Muğîre ve Ebû Hayve "vav" harfini kesreli, "ti" harfini üstün ve medli olarak: diye okumuşlardır. Ebû Ubeyd de bunu tercih etmiştir. Diğerleri ise "vav" harfini üstün, "ti" harfini sakin ve medsiz olarak diye okumuşlardır. Ebû Hatim de bunu tercih etmiştir. Bu da Sultanlarının baskısı, etkisi o kavmin üzerinde daha da arttı" yani onlara yüklediği yükümlülükler ağırtaştı, tabirinden alınmıştır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın: "Allah'ım, Mudar üzerindeki baskını daha da arttır" Buhârî, l, 277, 341, III, 1072, IV, lf>79, V, 2290, 234»; Müslim, I, 466, 467; Ebû Dâvûd, II, 68; Nesâî, II, 201; İbn Mâce, I, 394; Müsned, II, 239, 255, 271, 418, 470. 502, 521. ifadesi de buradan gelmektedir.

Buna göre, anlam şöyle olur: Gece kalkışı namaz kılana gündüzün saatlerinden daha ağır gelir. Çünkü gece uyuma, rahat etme ve dinlenme zamanlarıdır. Bu vakitleri ibadetlerle geçiren bir kimse, büyük bir meşakkate katlanmış olur.

Bu kelimeyi med ile okuyanlara göre bu: (Ona) muvafakat ettim, muvafakat etmek"den mastar olur. İbn Zeyd dedi ki: o iş üzere ona muvafakat ettim, muvafakat etmek" demektir. Filanın ismi benim ismime muvafık (uygun)dır." O şey üzere anlaştılar, ittifak ettiler" demektir.

O halde anlam: Böylesi kalb, göz, kulak ve dil arasındaki uyumu, muvafakati daha ileri derecede sağlar. Çünkü bu vakitte sesler ve hareketler kesilmiş olur. Bu açıklamayı Mücahid, İbn Ebî Miileyke ve başkaları yapmıştır. İbn Abbâs da bu anlamda bir açıklama yapmıştır. Yani bu durumda kulak ile kalb birbirine uygun düşer.

Nitekim yüce Allah'ın:

"Allah'ın haram kıldığına sayıca uysunlar diye" (et-Tevbe, 9/37) âyetinde bu lâfız: "Uygun düşsünler, muvafakat etsinler diye" anlamındadır.

Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Bu zaman, düşünmek ve tefekkür için daha uygun bir vakittir. (...........) Örtünün zıttı bir anlam ifade eder.

Bu kelimenin "ti" harfinin sakin, "vav" harfinin üstün okunuşunun, gündüzden daha bir sebat vericidir, anlamına geldiği de söylenmiştir. Çünkü geceleyin insan yaptıkları ile başbaşa kalır. Bu onun amelini daha sağlamlaştırır ve kalbi oyalayıp, meşgul eden şeyler, bu vakit daha çok kolay bir şekilde uzaklaştırılabilir.

Sebat" demektir. O bakımdan: Ayağımla yerde sabit durdum" denilir.

el-Ahfeş, kıyamı itibariyle daha sağlamdır, diye açıklamıştır. el-Ferrâ' kıraat ve kıyamı itibarı ile daha sağlamdır, diye açıklamıştır. Yine el-Ferrâ''dan ' gelen rivâyete göre; "hem daha etkilidir" yani daha çok ibadet elmek isteyen kimse için amelini daha bir sağlamlattınu ve onu daha bir sürekli kılıcıdır. Geceleyin çalışma ve geçim meşguliyetlerinin olmadığı bir zamandır. Bu durumda gecenin ibadeti devamlılık arzeder ve kesintisizdir.

el-Kelbî dedi ki:

"Daha etkilidir" yanı namaz kılmak hususunda kişinin daha çok şevk ve arzulu olmasını sağlar. Çünkü bu namaz, kişinin dinlenmesi zamanında gerçekleşir,

Ubade dedi ki:

"Daha etkili" olması namaz kılan için daha rahat ve daha hafif olması, kıraatini daha bir sağlam yapması anlamındadır.

4- Gece Namazında Okunan Kur'ân:

"Hem de söyleyişi itibari ile daha sağlamdır" âyeti geceleyin okunan Kur'ân'ın gündüzünkine göre daha sağlam ve daha dosdoğru olnmı demektir. Yani o vakit okunan Kur'ân, daha dosdoğru ve doğruluk üzerinde daha devamlılık arzeder. Çünkü o saatlerde sesler dinmiş, dünya sükûna ermiş olur. Namaz kılan okuduklarını şaşırmaz.

Katade ve Mücahid dedi ki: Kıraati daha doğru, söylenen sözü daha sağlam olur, demektir. Çünkü bu zaman iyice anlayıp kavrama zamanıdır.

Ebû Ali dedi ki:

"Söyleyişi itibarîyle daha sağlamdır" geceleyin insanın zihnini meşgul eden şeyler olmadığından ötürü daha doğrudur, demektir. Geceleyin yapılan duanın kabulü daha çabuk olur, diye de açıklanmıştır. Bu açıklamayı İbn Şecere nakletmiştir.

İkrime dedi ki: Gece ibadeti daha bir gayretle, daha eksiksiz bir ihlâsla yapılır ve daha bereketlidir. Zeyd b. Eslem'den şöyle dediği nakledilmiştir: Kur’ân'ın anlamlarını iyice kavramaya daha yatkındır, el-A'meş'ten şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Enes b. Mâlik:

"Gece kalkışı (var ya) o hem daha etkilidir, hem de söyleyişi itibari ile daha sağlamdır" âyetini; daha doğrudur" diye okudu. Onu: Daha sağlamdır" diye düzektiler. O şöyle dedi: ile ve kelimeleri anlam itibariyle aynıdır.

Ebû Bekr el-Enbârî dedi ki: Sapık birtakım kimseler işi: Her kim Kur'ân'ın manasına uygun bir kelime ile okuyacak olursa, eğer manaya muhalefet etmiyor, Allah'ın maksad olarak gözettiğinden başka bir şey söylemiş olmuyor ise, isabet eden birisidir, demek noktasına kadar götürmüş ve Enes'in bu sözünü delil olarak göstermişlerdir. Ancak bu hiçbir zaman kabul edilecek ve söyleyenine kibar edilmesini gerektirecek bir söz değildir. Çünkü mana itibariyle yakın olmakla birlikte genel anlamını kapsayacak şekilde Kur'ân lâfızlarına uymayan birtakım lâfızlar ile okumaya kalkışacak olunursa, o vakit: Hamd âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur" yerine: Şükür yaratılmaların mutlak maliki yaratıcıya mahsustur" diye okumak câiz olmalıydı. İş bu hususta o kadar geniş bir alana yayılır ki, Kur'ân'ın tamamının lâfzı batıl olur. bu durumda onu okuyan bir kimse de yüce Allah'a iftira etmiş, Rasûlüne de yalan söylemiş bir kimse olur.

Böyle diyenlerin İbn Mes’ûd'un: Kur'ân yedi harf üzere inmiştir. Bu sizden herhangi birinizin: Gel" demesi (halinde aynı manadaki farklı lâfızlar) demesine benzer, şeklindeki sözlerinde lehlerine delil yoktur. Çünkü bu hadis şunu gerektirmektedir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan sahih senetler ile nakledilmiş olan kıraatlerin eğer lâfızları farklı olmakla birlikte anlamları aynı ise; o vakit bu gibi kıraat farklılıkları "gel" lâfzı için farklı kelimeler, lâfızlar kullanmaya benzer.

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabının ve onlara tabi olanların okumadıkları şekilde okumaya gelince, bu hususta Kur'ân-ı Kerîm'de bir harfi dahi farklı okuyan doğru yolun dışına çıkmış, sapmış ve iftira etmiş bir kişi olur.

Ebû Bekr (el-Enbârî devamla) dedi ki: Bu sapıklıklarında kendilerine dayanak kabul ettikleri hadis ise, ilim ehlinden hiçbir şekilde sahih olmayan bir hadistir. Çünkü bu el-A'meş'in, Enes'ten yaptığı bir rivâyete dayanmaktadır. Böyle bir hadis ınaktûclur. Muttasıl değildir ki; delil olarak alınabilsin. Çünkü el-A'meş her ne kadar Enes'i görmüş ise de, ondan hadis dinlemiş değildir.

7

Çünkü gündüzün senin için Uzun uzun meşguliyetler vardır.

5- Gündüz Meşguliyetlerinin İbadete Etkisi:

"Çünkü gündüzün senin için uzun uzun meşguliyetler vardır" âyetindeki: "(......): Meşguliyet" lâfzı genel olarak "noktasız ha': ile okunmuştur. Yani ihtiyaçlarını görmek için meşgul olman, gitmen, gelmen, işlerin arkasından koşturman vardır, demektir.

Yürümek ve dönmek" demektir. Suda yüzen kişi" ifadesi de buradan gelmektedir ki; ona bu ismin veriliş sebebi, el ve ayakları ile dönmesi, evrilmesi ve çevrilmesidir. Oldukça hızlı koşan at" demektir. İmruu’l-Kays şöyle demektedir:

"Hızlı koşan atlar yorgun düşüp de yorgunluktan ayakları ile sert yerlerde bile toz çıkartırken,

(Benim bu atım) bulutun yağmur yağdırması gibi çok kolay ve rahat koşar."

Bu kelimenin "boş kalmak, meşgul olmamak" anlamına geldiği de söylenmiştir. Yani senin için gündüzün ihtiyaçlarına ayıracağın boş bir vaktin vardır. "Çünkü gündüzün senin İçin uzun uzun meşguliyetler vardır" âyetinin "uyku" anlamına geldiği de söylenmiştir. Çünkü: Uzanmak" demektir. Bu açıklamayı da el-Halîl zikretmiştir.

İbn Abbâs ve Atâ'dan;

"uzun uzun meşguliyetler" uyuman ve dinlenmen için boş kalacağın uzun bir vakit vardır, o bakımdan gece kalkışını ibadetine ayır, diye açıkladıkları nakledilmiştir. ez-Zeccâc dedi ki: Eğer geceleyin yapamadığın bir ibadet olursa, gündüzün senin boş kaldığın ve bunları telâfi edeceğin bir zamanın vardır, demektir.

Yahya b. Ya'mer ve Ebû Vâil İse "noktalı hı" ile: diye okumuşlardır. el-Mehdevî dedi ki: Bu uyku anlamındadır. Bu açıklamayı, bu lâfzı bu şekilde okuyan kıraat âlimlerinden rivâyet etmektedir. Şöyle denilmiştir: Bunun anlamı hafiflik, genişlik ve dinlenmektir.

Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ridâsını çalmış bir hırsıza beddua eden Âişe (radıyallahü anhnhâ)'a şöyle demiştir: Ona beddua etmek suretiyle sen onun hafiflemesini sağlama!" Onun günahını hafifletme, demektir. Şair de şöyle demiştir;

"Kederinin üzerindeki etkisini hafiflet ve şunu bil ki,

Rahmân bir şey takdir etti mi mutlaka olur.

el-Esmaî dedi ki: Allah sıtmanı hafifletsin" denilir.

"Sıcaklık dindi, hafifledi" demektir. Derin uyku' anlamındadır. Yine bu lâfız pamuk, keten ve yün gibi şeyleri açmak ve onları kabartmak, demektir. Kadına: Pamuğunu aç, kabart" denilir. Kadın tarafından iptik haline eğrilip, getirilsin diye sarılan pamuğa; denilmesi de buradan gelmektedir. Bu tür pamuktan bir parçaya da: denilir. Yün ve kıl için de aynı tabirler kullanılır. Pamuk parçalarına: denilir. el-Ahtal avcılarla köpekleri anlatırken şöyle demektedir:

"Onları saldılar onlar da etrafa toprak saçarak gittiler

Tıpkı pamuk atılırken etrafa dağılan pamuk taneleri gibi."

Sa'leb dedi ki: "Hı" harfi ile: Gidip gelmek ve çalkanıp durmak" demektir. Aynı zamanda sükûn bulmak anlamına da gelir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın: "Humma (sıtma, ateş yükselmesi) cehennem sıcağındandır. O bakımdan siz onu su ile dindiriniz" Aynı anlamda az lâfzı farkla: Buhârî, III, 1191, V, 2162, 2163; Müslim, IV, 1731, 1732, 1733; Tirmizî, IV, 404; Dârimî, II, 407; İbn Mâce, II, 1149, 1150; Muvatta’, II, 945; Müsned, II, 21, 85, 134, V, 216, VI, 50, 90 hadisinde de bu anlamda kullanılmıştır ki; onu teskin ediniz, dindiriniz" demektir. Ebû Amr dedi ki: " Uyumak ve boş kalmak" demektir.

Buna göre bu lâfız, ezdad zıd anlamlı kelimelerden olur ve aynı zamanda "noktasız ha" ile: İle aynı anlamda demektir.

8

Rabbînin İsmini an ve yalnız O'na yöneldikçe yönel!

Bu âyete dair açıklamalarımızı üç başlık halinde sunacağız:

1- Rabbinin İsmini An!

"Rabbinin ismini an!" Yani namaz ile birlikte öğülmeye değer akıbeti (sonucu) elde edebilmen için, O'nu güzel isimleri ile çağır, O'na dua et. Amelinle Rabbinin rızasını gözet, diye de açıklanmıştır, Sehl dedi ki: Namaza başladığın vakit "bismillahirrahmanirrahim" diye oku. Onu okumanın bereketi ile seni Rabbine ulaştıracak, onun dışındaki varlıklar ile İlişkini kopartacaktır.

Bir başka açıklama şöyledir: Vaad ve tehdidi halinde Rabbinin ismini zikret ki, O'na itaate daha çok yöndesin, O'na isyandan uzak kalasın.

el-Kelbî dedi ki; Rabbine -yani gündüzün- namaz kıl, demektir.

Derim ki: Bu, güzel bir açıklamadır. Çünkü yüce Allah, geceyi sözkonusu ettikten sonra, gündüzü sözkonusu etmektedir. Gürvdüz de gece ile aynı bütünün iki parçasıdır. Nitekim yüce Allah önceden de geçtiği üzere şöyle buyurmuştur:

"İbret ve öğüt almak veya şükür etmek isteyenler için gece ve gündüzü birbiri ardınca getiren O'dur." (el-Furkan, 25/62)

2- Yalnızca Allah'a İbadete Yönelmek:

"Ve yalnız O'na yöneldikçe yönelt" âyetinde geçen "et-tebettül" yalnızca yüce Allah'a ibadete yönelmek demektir. Âyet, sen ibadetinle yalnızca O'na yönel ve başkasını O'na ortak koşma demektir. O şeyi kestim" demektir, Onu kesin olarak (üç talakla) boşadı" ile; Bu (sahibi ile) ilişkisi kesilmiş bir sadakadır" tabirleri de buradan gelmektedir.

Yani bunun artık sahibi ile ilişkisi kalmamıştır. Sahibinin onun üzerindeki mülkü tamamiyle kesilip, atılmıştır. Her şeyle ilişkisini koparıp, yalnızca yüce Allah'a yönelmesi sebebiyle Meryem (alcyhisselain)'a "Meryem el-Betûl denilmesi de, buradan gelmektedir. Rahibe insanlarla ilişkilerini koparıp, tek başına ibadete yöneldiği için "mütebettir denilmesi de bundan dolayıdır. Şair şöyle demiştir:

"Karanlık gecede karanlığı aydınlatır; sanki o

İbadete çekilmiş rahibin gece karanlığında yaktığı bir kandilmiş gibi."

Hadiste de "tebeltül" yasaklanmaktadır Tirmizî, III, Î93; Dârimî, II, 17H; Nesâî, VI, 58, 59; İbn Mâce, I, 59i; Müsned, III, 158, 245, V, 17, VI, 125, 157, 252 ki bu da insanlardan ve topluluklardan uzaklaşmak, onlarla ilişkileri kesmek demektir.

Araplara göre bunun asıl anlamının "yalnızlık ve yalnız kalmak" olduğu söylenmiştir. Bu açıklamayı İbn Arafe yapmıştır. Ancak belirttiğimiz gerekçeler dolayısıyla birinci açıklama daha güçlüdür.

Şayet: Burada yüce Allah niçin; dediği halde: dememiştir? diye sorulacak olursa, ona şöyle cevap verilir: Çünkü; 'ın anlamı, kendi kendisinin ilişkilerini kesen anlamındadır. Bu şekilde gelmesi ise âyetlerin sonlarındaki fasılalara riâyet etmek içindir.

3- Dünya ile İlişkiyi Koparıp, Ruhbanlığa Yönelmek:

Daha önce el-Mâide Sûresi'nde yüce Allah'ın:

"Ey îman edenler! Allah'ın size helâl kıldığı o en temiz ve en güzel şeyleri haram kılmayın" (el-Mâide, 5/87) âyetinin tefsirinde (2. başlıkta) herşeyden ilişkisini kopararak ruhbanlık yolunu izleyen kimselerin bu davranışlarının hoş karşılanmadığına dair yelerli açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.

(Ancak) İbnu'l-Arabî şöyle demektedir; Günümüzde insanların ahitlerine riâyetleri kalmamış, güvenilirlikleri azalmış, dünya malını haram kaplamış bulunmaktadır. Bundan ötürü insanlardan uzak kalmak, onlarla içice olmaktan, bekâr kalmak evlenmekten daha hayırlıdır. Ancak âyetin anlamı şöyledir: Sen putlardan, heykellerden ve Allah'tan başkasına ibadetten uzak kal! Mücahid de böyle demiştir, Ona göre buyruğuk: İbadeti Allah'a halis kıl, demektir. Âyet ile dünya ile ilişkiyi kesmeyi kastetmiş değildir. Buna göre "tebettül" Kur’ân-ı Kerîm'de emredilmiş, sünnette ise nehyedilmiş bir şey olmaktadır. Şu kadar var ki emrin taalluk ettiği husus ile yasağın taalluk ettiği husus birbirinden farklıdır. Bundan dolayı bu ikisi arasında bir çelişki yoktur. Peygamber ancak İnsanlara nelerin indirildiğini açıklamak üzere gönderilmiştir. O halde enırolunan tebettül (ilişkiyi kesmek) Allah'a ibadeti halis kılmak suretiyle yalnızca Allah'a yönelmektir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Halbuki onlar onun dininde ihlâs sahibleri... olarak Allah'a ibadet etmelerinden... başkası ile emrolunmadılar."(el-Beyyine, 98/5) Yasaklanan "tebettül" ise evlenmeyi terketmek, manastırlarda ibadete çekilmek (radıyallahü anhhiblik) hususunda hristiyanların İzledikleri yolu izlemektir. Şu kadar var ki; zamanın fesada ereceği vakitlerde müslüman bir kimse için -dinini fitnelerden korumak üzere- dağların tepelerinde, yağmurun düştükleri yerleri arayıp bularak, arkalarından gideceği bir kaç koyun edinmesi onun için en hayırlı mal olacaktır.

9

Doğunun da, batının da Rabbidir. Ondan başka hiçbir İlah yoktur. O halde yalnız O'nu vekil tut!

"Doğunun da, batının da Rabbidir" âyetindeki: Rabbi" lâfzını Haremeyn ahalisi, İbn Muhaysın, Mücahid, Ebû Amr, İbn Ebi İshak ve Hafs mübtedâ olarak ref ile okumuşlardır. Haberi "ondan başka hiçbir ilâh yoktur" âyetidir. Buna yöre âyet: 'Doğunun da, batının da Rabbi kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır' demek olur.

Burada: O" takdiri ile (böyle) okunduğu da söylenmiştir. (O takdirde mana mealdeki gibi olur.)

Diğerleri ise yüce Allah'ın:

"Rabbinin İsmini an" âyetindeki "Rab" lâfzının sıfatı olarak kesreli okumuşlardır. Bu okuyuşa göre de anlam şöyle olur: "Doğunun da, batının da Rabbi olan (o) Rabbinin ismini an!"

Onun doğuların ve batıların Rabbi olduğunu bilen bir kimse, ameliyle sadece O'na yönelir ve yalnızca O'ndan ümit eder.

"O halde yalnız O'nu vekil tut!" İşlerini, ihtiyaçlarını yalnız O'nun görmesini İste! Sana vadettiklerini gerçekleştirecek kefil tut, diye de açıklanmıştır.

10

Onların söylediklerine katlan ve onlardan güzel bir şekilde ayrıl!

"Onların söylediklerine katlan!" Eziyetlerine, hakaretlerine, alay etmelerine... Onların söylediklerinden ötürü tahammülsüzlük gösterme, onları davet etmekten uzak kalma!

"Ve onlardan güzel bir şekilde ayrıl." Onlara taarruz etme, onların mükâfat (veya ceza) görmelerini beklemekle de uğraşma. Çünkü bu, Allah'a davet etmeyi terki getirir. Bu âyet savaş emri verilmeden önce idi. Daha sonra onlarla savaşması emrolundu ve onlarla savaştı. Kital (savaşı emreden) âyet, kendisinden önce inmiş ve onları terketmeyi emreden buyrukları neshetmiş oldu. Bu açıklamayı Katade ve başkaları yapmıştır. Ebû'd-Derdâ dedi ki; Bizler bazı kimselerin yüzüne gülümsüyor hatta gülüyoruz. Bununla birlikte kalblerimiz ise onları terketme ya da onlara lanet okumaktadır,

11

Yalanlayan o nimet sahibleri ile Beni başbaşa bırak ve onlara azıcık mühlet ver!

"Yalanlayan o nimet sahipleri ile beni başbaşa bırak!" Onları cezalandırmak için sen beni seç! Bu âyet, Kureyş'in ileri gelenleri ve Mekke elebaşılarından alay eden kimseler hakkında inmiştir. Mukâtil dedi ki: Bu âyet, Bedir günü yemek yediren kimseler hakkında inmiştir. Bunlar da on kişi idiler. Daha önce el-Enfâl Sûresi'nde (8/70-71. âyetler, 1, başlıkta) bunlardan sözedilmişti.

Yahya b. Seliâm dedi ki: Bunlar el-Muğîre'nin oğullarıdır. Said b. Cübeyr dedi ki: Bana bunların oniki kişi oldukları haberi geldi.

"O nimet sahipleri" zengin, bolluk içerisinde, dünyada lezzet ve zevk içerisinde olanları demektir.

"Ve onlara azıcık mühlet ver" Onların ecellerinin geleceği süreyi kastetmektedir. Âişe (radıyallahü anhnhâ) dedi ki: Bu âyet-i kerimenin ancak kısa bir zaman geçtikten sonra Bedir vakası gerçekleşmiştir.

"Ve onlara azıcık mühlet ver!" Dünya süresi sona erinceye kadar (onlara mühlet ver), anlamında olduğu da söylenmiştir.

12

Çünkü Bizim yanımızda ağır bukağılar ve yakıcı bir ateş var.

"Çünkü Bizim yanımızda ağır bukağılar ve yakıcı bir ateş var" âyetinde geçen: Bukağılar, zincirler" demektir. Bu açıklama el-Hasen, Mücahid ve başkalarından nakledilmiştir. Tekili 'dır. Bu da; İnsanı hareket etmekten alıkoyan herbir şeyin adıdır. Ona bu ismin veriliş sebebinin onunla tenkil edilmesi (ibretli bir şekilde cezalandırılması) olduğu da söylenmiştir.

en-Nehaî dedi ki: Sizler yüce Allah'ın bu bukağıları cehennemliklerin ayaklarına kaçacaklar korkusuyla vuracağını mı zannediyorsunuz? Allah'a yemin olsun ki hayır. Fakat onlar yukarı doğru yükselmek isteyeceklerinde bu bukağılar onları aşağıya doğru çekecektir.

el-Kelbî buradaki: in: Koyunlara vurulan tasmalar ve zincirler" anlamında olduğunu söylemiştir. Ancak birinci anlamı sözlükte daha çok bilinen bir anlamdır. el-Hansâ'nın şu beyitinde de bu anlamdadır:

"Seni çağırdı da sen de onun bukağılarını parçaladın

Fakat o bukağılar senden önce koparılmıyordu."

Bunun, oldukça şiddetli azâbın çeşitlerinden olduğu da söylenmiştir. Bu açıklamayı Mukâtil yapmıştır. Rivâyet edildiğine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki Allah nekel üzerine nekeli sever." Bu kelime "kef" harfi harekeli olarak söylenir. Bu açıklamayı el-Cevherî yapmıştır, (Peygambere): Nekel nedir? diye soruldu, o da şu cevabı verdi: "Denenmiş güçlü bir at üzerindeki denenmiş güçlü bir adamdır. " el-Mâverdî, en-Nuket, VI, 130 Eseri yayına hazırlayan, hadisin kaynağını teshil edemediğini belirtmektedir.

Bu açıklamayı el-Maverdî zikretmiştir. (el-Maverdî) dedi ki: İşte güçlü olması dolayısıyla bukağıya "nikl" denilmesi bundandır. (Boyna vurulan zincir olan) "el-ğull" de bu şekildedir. Güçlü ve artan herbir azâb da böyledir.

"Cahîm (yakıcı ateş)" ise alevlendirilmiş, kızdırılmış ateş demektir.

13

Boğazı tıkayıp kalan bir yiyecek ve can yakıcı bir azâb da vardır.

"Boğazı tıkayıp kalan bir yiyecek" boğazdan aşağı inmeyen ve orada tıkanıp kalan, inmeyen ve dışarı da çıkmayan yiyecek demek olup, bu da Gıslîn, Zakkum ve ed-Darîdir. Bu açıklamayı İbn Abbâs yapmıştır. Yine ondan nakledildiğine göre bu, boğaza giren bir dikendir. Ne aşağı iner, ne yukarı çıkar.

ez-Zeccâc dedi ki: Yani onların yiyecekleri darîdir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Onlar için Darîden başka bir yiyecek yoktur," (el-Gâşiye, 88/6) Bu, avsec'i (Sincan dikenini) andıran bir dikendir. Mücahid: O zakkumdur demiştir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Şüphesiz ki Zakkum ağacı o büyük günahkârın yiyeceğidir." (ed-Duhan, 44/43-44) Anlam birdir.

Humran b. A'yen dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem);

"Çünkü Bizim yanımızda ağır bukağılar ve yakıcı bir ateş var. Boğazı tıkayıp kalan bir yiyecek" diye okudu ve bayıldı. Taberî, Câmiu'l-Beyân, XXIX, 135; Beyhakî, Şuabu'l-îman, 1, 522, hadisin mürsel olduğunu belirterek

Huleyd b. Hassan dedi ki: Hassan bir akşam oruçlu iken bizde kaldı. Ona yiyecek götürdüm.

"Çünkü Bizim yanımızda ağır bukağılar ve yakıcı bir ateş var. Boğazı tıkayıp kalan bir yiyecek" âyeti hatırına geldi, yemeğini kaldır, dedi. Ertesi gün oldu, yine ona yiyecek götürdüm, tekrar bu âyeti hatırladı yine: Onu kaldırın dedi. Aynı şey üçüncü defa oldu. Bu sefer onun oğlu, Sabit el-Hünânî, Yezid ed-Dabbî ve Yahya el-Bekkâr'ın yanına gitti, onlara durumu anlattı. Yanına gelerek onunla görüştüler ve ona ısrar edip durdular. Sonunda bir yudum sevik içti.

Boğazda bir şeyin tıkanması" demektir. Bu da boğazda kalan kemik ya da başka bir şey hakkında kullanılır, çoğulu gelir. Fethalı olarak; ise; Ey adam, senin boğazına bir şey tıkandı, tıkanır" tabirinden bir mastardır. İsm-i faili: ile şeklinde gelir, Onun boğazını ben tıkadım" denilir. Ev insanlarla dolup taşmaktadır" demektir.

14

O günde yer ve dağlar sarsılır. Dağlar da yığılarak akıp dağılan kum gibi olur.

"O günde yer ve dağlar sarsılır." Yani üzerlerinde bulunanları ile birlikte hareket eder ve çalkalanır.

" O günde" lâfzı zarf olarak nasbedilmiştir. Yani yer ve dağların sarsılacağı o günde onlara ağır bukağılar vurulur ve azâb edilirler. Nasb ile gelmesinin cer edici âmilin zikredilmeyişi dolayısıyla olduğu da söylenmiştir. Bu ceza, yerin ve dağların sarsılacağı bir günde olacaktır, demek olur. Buradaki âmilin: Beni baş başa bırak" âyeti olduğu da söylenmiştir. Yani yerin ve dağların sarsılacağı o günde yalanlayıcılarla, Beni başbaşa bırak!

"Dağlar da yığılarak akıp, dağılan kum gibi olur." O gün böyle olacaklar, demektir. Yığılmış, toplanmış kum" anlamındadır. Hassan şöyle demiştir:

"Yığın kumların olduğu yerde bulunan Zeyneb'in diyarını tanıdım

Yeni yaprak üzerindeki yazı hattı gibiydi."

"Ayaklar altında geçip giden" demektir. ed-Dahhak ve el-Kelbî dedi ki: Ayak ile üzerine bastığın takdirde ayağın altından kayıp gider. Altını boşalttığın takdirde de çöküp giden demektir.

İbn Abbâs dedi ki: Bu, akan ve dağılan kum anlamındadır. Kelimenin aslı: şeklinde olup "mef'ûl" veznindedir. Bu da: Onun üzerine toprağı yıktım, yıkarım, yıkmak" ifadesinden gelmektedir. O bakımdan; ile şeklinde ism-i mef'ûlleri kullanılır. ile "ölçülen" anlamında ile 'ın "borçlu" anlamında "göze gelmiş, nazar değmiş" anlamında kullanılması gibi. Şair de şöyle demiştir:

"Kavmin seni efendi zannediyordu

Bense zannederim ki, sen göze gelmiş bir efendisin."

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın hadisinde de belirtildiğine göre, ashab ona kuraklıktan şikâyet ettiler. O da: Siz ölçerek mi (verip, alıyorsunuz) yoksa dökerek mi" diye sormuş. Onlar: Dökerek demişler. Peygamber: "Buğdayınızı ölçünüz, onda size bereket ihsan olunacaktır" diye buyurdu. Buhârî, II, 74y; İbn Mâce, II. 750, 751; Müsned, IV, 131, V, 414

"Unu döktüm" kullanımı (........)'in bir çeşit söylenişidir. Bu şekilde dökülene: ile denilir. "Vav"ın hazfedilip sebebi ise "ye"nin Üzerinde ötrenin ağır gelmesidir. Bundan dolayı hazfedildi; sonradan "vav' ile birlikte sakin kullanıldı. Daha sonra iki sakinin arka arkaya gelmesinden ötürü "vav" hazfedildi. Burada bu fiil ecvef bir fiildir. Ecvef fiilin orrasınthıki iltet harfinin hazfediliş sebebini etvef fiillerdeki genel kaideye uygun olarak açıklamaktadır.

15

Muhakkak Biz, Fir'avun'a bir peygamber gönderdiğimiz gibi size de üzerinize şahit olarak bir peygamber gönderdik.

"Muhakkak Biz, Flravun'a bir peygamber" ki o da Mûsa'dır

"gönderdiğimiz gibi size de üzerinize şahit olarak bir peygamber gönderdik" âyeti ile de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı Kureyş'e gönderdiğini kastetmektedir.

16

Ama Fir'avun o peygambere karşı çıktı. Biz de onu müthiş bir şekilde yakaladık.

"Ama Fir'avun, o peygambere karşı çıktı." Onu yalanladı ve îman etmedi. Mukâtil dedi ki: Mûsa ve Fir'avun'u sözkonusu etmesinin sebebi, Mekkelilerin Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı aralarında doğup büyüdüğü için küçümsemeleri ve hafife almaları idi. Tıpkı Fir'avun'un Mûsa'yı büyütmesi ve aralarında büyümüş olması dolayısıyla onunla alay etmesi gibi. Nitekim yüce Allah:

"Sen çocuk iken yanımızda seni beslemedik mi ?" (eş-Şuarâ, 26/18) diye buyurmaktadır.

el-Mehdevî dedi ki: "er-Rasûl" lâfzının başına "elif" ile "lam"ın gelmiş olrnası, daha önceden onun sözkonusu edilmiş olmasından dolayıdır. Bundan dolayı mektupların başında (elif-lam'sız olarak) "selamun aleyküm" denilmesi, buna karşılık sonlarında "es-selamu aleyküm" diye kullanılması tercih edilmiştir.

" Müthiş" ağır, çetin, ve şiddetli demektir. Ağır vuruş"; " Şiddetli, çetin azâb" demektir. Bu açıklamayı İbn Abbâs ve Mücahid yapmıştır. Şiddetli yağmur" tabiri de buradan gelmektedir. Bu açıklamayı da el-Ahfeş yapmıştır, ez-Zeccâc: Ağır ve haşin demektir, diye açıklamıştır. Yağmura; denilmesi de buradan gelmektedir. "Helâk edici" anlamına geldiği de söylenmiştir. Âyet: Biz onu ağır bir şekilde cezalandırdık, demektir. Şair de şöyle demiştir:

"Sen kendi çocuklarını kertenkelenin yiyişi gibi yedin; öyle ki,

Çok dehşetli acı olan bitkinin acısını duydun."

" Filan kişi bu işin akıbetini beğenmedi" demektir. "Kötü ve rahat içilemeyen su" anlamındadır.

"Ne kendisi boğazdan geçen, ne de rahatlıkla boğazdan geçirilebilen ot ve yiyecek" demektir. Züheyr şöyle demektedir:

"Kendi aralarında maksatlarını gerçekleştirdiler (birbirlerini öldürdüler)

Sonra da hiçte iyi olmayan rahatça yenilip, yutulamayan bir mer'aya (develerini götürdüler.)"

el-Hansâ dedi ki;

"Yemin olsun ki Becîle, Malik'in atlılarıyla karşılaştığı günü

Oldukça ağır (yutulması zor) bir şeyler yedi."

Bu kelime aynı zamanda "oldukça büyük asa" anlamına da gelir. Şair şöyle demektedir:

"Sağ elimde eğer onun dizginlerini alırsam

Diğer elimde de onun çekineceği büyükçe bir sopa olsa."

"Be" harfi kesreli: de aynı anlamdadır. Odun demeti" demektir. da aynı anlamdadır. Şair Tarafe şöyle demektedir:

"Oldukça büyük bir asayı andıran kocamış bir adamın değerli malı olan..."

17

Eğer siz küfür ve inkâr ederseniz, çocukların saçlarını ağartacak bir günden kendinizi nasıl koruyacaksınız?

"Eğer siz, küfür ve inkâr ederseniz, çocukların saçlarını ağartacak bir günden kendinizi nasıl koruyacaksınız" âyeti bir azardır. Yani küfür ve inkâr edecek olursanız, azaptan nasıl sakınacaksınız!'

İfadede takdim ve tehir vardır. Küfür ve inkâr ederseniz- çocukların saçlarını ağartacak bir günde nasıl sakınacaksınız?" demektir. Abdullah ve Atiyye'nin kıraati de böyledir.

el-Hasen dedi ki: Siz hangi namazla azaptan korunacaksınız, hangi oruçla azaptan korunacaksınız:-' âyette hazfedilmiş ifadeler de vardır. "Siz ... günün azabından nasıl korunacaksınız!" demektir.

Katade dedi ki: Allah'a yemin ederim ki, Allah'ı inkâr eden bir kimse o gün hiçbir şey ile kendisini koruyamayacaktır.

"Bir günden" âyeti bu kıraate göre

"koruyacaksınız" lâfzının mef'ûlüdür, zarf değildir. Eğer küfür, İnkâr manasına kabul edilirse, o takdirde "bir gün" lâfzı "İnkâr ederseniz" âyetinin mef'ûlü olur.

Müfessirlerden biri şöyle demiştir: Yüce Allah'ın Küfür ve inkâr ederseniz" âyeti üzerinde vakıf, tamam olmaktadır. Bundan sonra: Bir gün" âyeti ile başlanır. Bu kimse

"Bir gün" lâfzının: Ağartacak" fiilinin mef'ûlü olduğunu benimsemiş olmaktadır. Fiilin faili ise yüce Allah olur. Sanki şöyle buyurulmuş gibidir: Allah'ın, küçük çocukları yaşlılar gibi saçları ağarmış kılacağı bir günde...

İbnu'l-Enbârî dedi ki: Bu uygun değildir. Çünkü dehşetinin şiddetinden ölürü bu işi gerçekleştirecek olan "o gün"dür.

el-Mehdevî dedi ki: "Ağartacak" lâfzındaki zamirin Allah'a ait olması da mümkündür, "gün"e ait olmayı da mümkündür. Eğer (zamir) "gün"e ait okusa (fiil), onun sıfatı olabilir. Ancak zamirin yüce Allah'a ait olması halinde hazfedilmiş bir ifade takdiri olmadıkça Allah'ın sıfatı olamaz. Şöyle denilmiş gibidir: Öyle bir gün ki, Allah o günde çocukların saçlarını ağartacaktır.

İbnu'l-Enbârî dedi ki: Bazıları da "gün" lâfzını "küfür ve inkâr ederseniz" fiili ile mansûb kabul etmektedirler. Ancak bu güzel ulmayan bir şeydir. Çünkü "gün" lâfzı "küfür ve inkâr" ile alakalı kabul edilecek olursa, bir sıfata ihtiyacı olur. Yani sizler ... bir günü inkâr eltiniz, demek olur. Eğer bir kimse sıfatın hazan hazfedilip, ondan sonra gelen lâfzın nasbedilebileceğini de delil olarak ileri sürecek olursa, biz de ona karşı Abdullah (b. Mes'ûd)un: "Siz .. bir günden nasıl sakınacaksınız?" şeklindeki kıraatini delil olarak gösteririz.

Derim ki Bu mütevatir bir kıraat değildir. Bu ancak bir tefsir (açıklama) olmak üzere gelmiştir. Eğer küfür "cuhûd; inkâr' anlamında ise, bu durumda "bir gün" lâfzı sıfatsız ve sıfatın hazfi sözkonusu olmaksızın sarih bir mef'ûl olur. Eğer sizler kıyâmet ve amellerin karşılıklarının görüleceği günü inkâr ediyor iseniz, Allah'tan nasıl korkacak, O'ndan nasıl çekineceksiniz? demektir.

Ebul Semmal Ka'neb de: Benden nasıl sakınacaksınız?" şeklinde izafet olarak "nûn" harfini (mülukellim "ye'sinin hazf edildiğini kabul ederek) kesreli okumuştur.

"Çocuklar" lâfzı küçük çocuklar demektir. es-Süddî bunlar zina çocuklarıdır, demiştir. Müşriklerin çocukları olacağı da söylenmiştir. Ancak genel olması daha doğrudur. Yani o günde küçük çocuk yaşı ilerlememiş olduğu halde saçı ağaracaktır. Bu ise: "Ey Âdem kalk, cehennem kafilesini çıkart (onu yola koy)!" Buhârî III, 1221, IV, 1767, V, 2392; Müslim, I, 201; Tirmizî, V, 322, 323; Müsned, III, 32. IV, 432, 435. denileceği vakit olacaktır. Daha önce el-Hac Sûresi'nin baş taraflarında (22/1. âyetin tefsirinde) geçtiği üzere.

el-Kuşeyrî dedi ki: Daha sonra yüce Allah, cennetliklerin durumlarını ve niteliklerini dilediği gibi değiştirecektir.

Bunun kıyâmet gününün şiddetini anlatmak için verilmiş bir örnek olduğu ve ifadenin mecazî olduğu da söylenmiştir. Çünkü kıyâmet gününde küçük çocuk olmayacaktır. Ama âyetin anlamı şudur: O günün heybeti öyle dehşetlidir ki, eğer orada küçük çocuk bulunsaydı, o dehşetten saçları ağaracaktı.

Bunun feza' (korku ve dehşet) zamanında ve sûra baygınlık üfürüşü ile üfürülmeden önce olacağı da söylenmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

ez-Zemahşerî dedi ki: Bazı kitablarda gördüğüme göre adamın birisi akşam bir karganın çenesi gibi kömür kadar siyah saçlarla akşama girdi. Sabah olduğunda ise saç ve sakalı bembeyaz olmuştu. Şöyle dedi: Rüyamda bana kıyâmet, cennet ve cehennem gösterildi. İnsanların zincirlerle cehenneme doğru götürüldüklerini gördüm. İşte bu, günün dehşetinden gördüğümüz gibi sabahı ettim.

18

Gök bile o sebeple yarılmış, O'nun vaadi yerine getirilmiş olacaktır.

Bununla birlikte bu günün, oldukça uzun olmakla ve uzunluğundan dolayı küçük çocukların yaşlılık ve saçlarının ağaracağı yaşa kadar ulaşacakları bir gün olmakla nitelendirilmesi de mümkündür.

"Gök bile o sebeple yarılmış " onun şiddetinden dolayı çatlamış

"olacaktır."

"O sebeple" âyeti "onda" anlamında olup, dehşeti dolayısıyla o günde (böyle olacaktır), demektir. Bu, bu hususta yapılmış en güzel açıklamadır. Şöyle de açıklanmıştır: Sema ondan dolayı öyle bir ağırlaşacak ki, semaya göre, azameti ve gerçekleşeceğinden korkması dolayısıyla çatlamasına sebeb olacaktır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Göklerde ve yerde ağır basmıştır." (el-A'raf, 7/187)

Buradaki

"bu sebeple" âyetinin onun için yani, o gün için anlamında olduğu da söylenmiştir. Nitekim "Ben bunu senin hatırın için yaptım" denilir. "Be," "lam" ve bu gibi yerlerde anlam itibariyle birbirine yakındır.

Nitekim yüce Allah şöyle buyurmakladır:

"Kıyâmet gününe has adalet terazilerini koyarız." (el-Enbiyâ, 21/47) Burada da âyet: Kıyâmet gününde" demektir.

Buradaki: "o sebeble" âyetinin "bu emir (bu iş, bu durum) ile" anlamında olduğu da söylenmiştir. Yani sema küçük çocukların saçları ağaracağı için çatlamış, olacaktır, Allah'ın emri ile çatlamış olacaktır, diye de açıklanmıştır.

Ebû Amr b. el-Alâ dedi ki; Yüce Allah'ın burada; diye buyurmayışı semanın mecazi anlamının tavan olduğundan dolayıdır. Nitekim: Bu evin semasıdır (tavanıdır)" denilir. Şair de şöyle demiştir:

"Eğer sema birtakım kimseleri kendisine doğru yükseltirse

Biz de semaya ve bulutlara erişiriz."

Kur'ân-ı Kerîm'de de:

"Ve gökyüzünü korunmuş bir tavan yaptık" (el-Enbiya, 21/32) diye buyurulmaktadır.

el-Ferrâ' dedi ki: "Semâ" lâfzı hem müzekker, hem müennes olarak kullanılabilir. Ebû Ali dedi ki: Bu da: "Etrafa saçılmış çekirgeler" ile; Yeşil ağaçlar" ve;

"Kökünden kopmuş hurma kütükleri" (el-Kamer, 54/20) buyrukları kabilindendir. Müzekker ve müennes olabildikleri için gerekli yerlerde müenneslik alâmeti alnvıınış-Itırdır.

Yine Ebû Ali şöyle demiştir: Âyet, "çatlak sahibi sema" anlamındadır. Tıpkı süt emziren kadına: denilmesi ve bunun; demek olması gibidir. Burada nisbet gibi kullanılmış olmaktadır.

"Onun" kıyâmet, hesap ve amellerin karşılığının verileceğine dair

"vaadi yerine getirilmiş olacaktır." Bunda hiçbir şüphe yoktur ve asla belirlenen süreden geri kalmayacak, ileri gitmeyecektir. Mukâtil dedi ki: O, dinini bütün dinlerin üstüne çıkaracağına dair vaadde bulunmuştur.

19

İşte bu, gerçekten bir öğüttür. Artık kim dilerse Rabbine doğru yol alır.

"İşte bu, gerçekten bir öğüttür." Bununla ya bu sûrenin ya da âyetlerin bir öğüt olduğunu kastetmektedir. Kur'ân âyetleri olduğu da söylenmiştir. Çünkü Kur'ân'ın tümü tek bir sûre gibidir.

"Artık kim dilerse Rabbine doğru yol alır." Yani kim îman eder ve bu şekilde Rabbine yani O'nun rıza ve rahmetine giden yolu edinmek isterse bunu yapsın. Çünkü ona böyle bir imkânı vermiş bulunmaktadır. Zira o kimseye delil ve belgelen açık bir şekilde göstermiştir.

Diğer taraftan bu âyetin kılıç (cihadı emreden âyet ile) nesholduğu söylenmiştir. Yüce Allah'ın:

"Kim dilerse ondan öğüt alır" (el-Müddessir, 74/55) âyeti da böyledir. es-Sa'lebî dedi ki: Fakat daha uygun görülen bunun mensûh olmadığıdır.

20

Şüphe yok ki Rabbin senin ve seninle beraber olanlardan bir kesimin gecenin üçte ikisinden az, yarısı ve üçte biri kadar ayakta durduğunu(zu) bilir. Gece ve gündüzü yalnız Allah takdir eder. O, sizin bunu sayamayacağınızı bildiği için size doğru yöneldi. Artık Kur'ân'dan kolay(ınıza) geleni okuyun. Allah sizden hastalananlar olacağını, diğer bir kısmının da Allah'ın lütfundan arayarak yeryüzünde yol tepeceklerini, başka bir kısmının da Allah yolunda çarpışacaklarını bilir. O halde ondan kolayınıza geleni okuyun, namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Allah'a güzel bir surette borç verin. Nefisleriniz İçin önden ne hayır gönderirseniz, onu hem daha hayırlı, hem de ecir bakımından daha büyük olmak üzere Allah'ın yanında bulursunuz. Allah'tan mağfiret de dileyin. Şüphesiz ki Allah çok mağfiret buyurandır, çokça merhamet edendir.

Bu âyete dair açıklamalarımızı onüç başlık halinde sunacağız:

1- Geceleyin Namaza Kalkılan Miktar:

"Şüphe yok ki Rabbîn senin... ayakta durduğunu bilir" diye başlayan bu âyet-i kerîme, yüce Allah'ın:

"Birazı müstesna geceleyin kalk. Yarısı kadar yahut ondan biraz eksilt yahut ona (biraz) ekle!" (2-3. âyetler) âyetlerinin -önceden de geçtiği gibi- tefsiridir ve bu âyet-i kerîme yine önceden geçtiği üzere, gece namaz kılmanın farz oluşunu neshedicidir.

"Ayakta durduğunu" âyeti, namaz kıldığını... demektir. (Daha) az" demektir. "Üçte Dd" anlamındaki âyeti İbn es-Semeykâ, Ebû Hayve ve Şamlılardan Hişam, şeklinde "lam" harfini sakin olarak okumuşlardır.

"Yarısı ve üçte biri" anlamındaki âyetleri de genel olarak "üçte ikisi" âyetine atf İle; şeklinde kesreli okunmuşlardır ki; anlam şöyle olur: Senin gecenin üçte ikisinden, yarısından, Üçte birinden daha az (namaz kılmak suretiyle) ayakta durduğunu bilir. Bu okuyuşu Ebû Ubeyd ve Ebû Hatim tercih etmiştir. Bu da yüce Allah'ın:

"O sizin bunu sayamayacağınızı bildiği için" âyetine benzemektedir. Onlar onu sayamadıklarına göre nasıl olur da (tam olarak) yarısını veya üçte birini ayakta (namaz kılarak) geçirebilirle:?

İbn Kesîr ve Kûfeliler; şeklinde nasb ile ve: Az" lâfzına atf ile okumuşlardır ki, ifadenin takdiri şöyle olur: Gecenin üçte ikisinden azını, yarısını ve üçte birini (namaz kılarak) ayakta geçirdiğini (bilir).

el-Ferrâ' dedi ki: Daha doğru okuyuşun bu olması daha uygundur. Çünkü önce "üçte ikisinden az" diye buyurdu, sonra bizzat az olan miktarın kendisini sözkonusu etti, Yoksa az olandan daha azını değil.

el-Kuşeyrî dedi ki: Bu okuyuşa göre; onlar üçte bir ve yarısı kadarını isabet ettirmiş oluyorlardı. Çünkü bu kadar namaz kılmak onlara ağır gelmiyordu. Daha fazla kıldıkları da oluyordu. Daha fazla kılındı mı maksat olarak gözetilen miktar da isabet ettirilmiş olurdu. Üçte ikisini namazla geçirmek ise onlara ağır geldiğinden, bu miktarı tutturamıyorlar; fakat ondan daha aşağı bir süre namaz kılıyorlardı. Gecenin yarısı kadar namaz kılmakla emrolunmuş olmaları ve bundan daha fazla ve daha az kılmak hususunda da kendilerine ruhsat verilmiş olması ihtimali vardır. Bundan dolayı onlar yaklaşık üçte ikisine ulaşıncaya kadar arttırıyor ya da üçte bire kadar da yandan eksiltebiliyorlardı.

Diğer bir ihtimal de şudur: Onlara gecenin yarısı ve üçte birine kadar eksilterek; yarısına da üçte ikiye ulaşıncaya kadar daha fazlası, miktar olarak tesbit edilmişti. Aralarından bunu yerine getiren de vardı ve erkeden de vardı. Bu hüküm nesholuncaya kadar böylece devam etti.

Bir kesim de şöyle demiştir; Allah onlara dörtte bir kadarını farz kılmıştı; fakat onlar dörtte birden daha az kılıyorlardı. Ancak böyle bir görüş dayanaksızdır.

2- Geceyi ve Gündüzü Takdir Eden Allah'tır;

"Gece ve gündüzü yalnız Allah takdir eder." Yani gece ve gündüzün miktarlarını gerçek şekliyle O bilir. Sizler ise hatanın sözkonusu olabileceği şekilde araştırmakla ve ictihad ile bunu bilebilirsiniz.

"O, sizin bunu sayamayacağınızı bildiği için ..." Sizlerin bunun hakikatlerini ve gereğini yerine getirmeyi bilemeyececeğinizi bildiği için.., demektir. Sizin geceyi namazla geçiremeyeceğinizi bilmiştir, diye de açıklanmıştır. Ancak birinci görüş daha doğrudur. Çünkü hiçbir zaman gecenin tamamım namazla geğirmek, farz kılınmış değildir.

Mukâtil ve başkaları dedi ki: "Birazı müstesna geceleyin kalk. Yarısı kadar yahut ondan biraz eksilt yahut ona ekle" âyeti nazil olunca bu(nun gereklerini yerine getirmek) onlara ağır geldi. Kişi gecenin yarısını, üçte birini ayırdedemiyordu. O bakımdan yanılmak korkusuyla sabaha kadar namaz kılıyordu. Bundan dolayı ayakları şişti ve benizleri soldu. Yüce Allah, onlara merhamet buyurup, yüklerini hafifleterek: "O, sizin bunu sayamayacağınızı bildiği İçin..." diye buyurdu.

"O sizin bunu sayamayacağınızı bildi" âyetinde ki; (........) şeddelisinden hafifletilmiş şeddesiz okunmuşadır. Yani, sizin bunu asla sayamayacağınızı bilmiştir. Çünkü sizler buna bir şeyler ilave edecek olursanız, size ağır gelir ve bu durumda farz olmayan bir şeyle kendinizi yükümlü tutarsınız. Eğer daha az kılacak olursanız bu da size ağır gelir.

3- "Allah'ın Tevbesi (Yükü Hafifletmesi)" :

"Size doğru yöneldi." Yani sizi affetti. Bu âyet vermiş olduğu emri aralarından kısmen terkcdenlerin olduğunu göstermektedir.

Şöyle de açıklanmıştır: âciz kaldığınız için gece namazını size farz kılmaktan tevbe elti (döndü), demektir. Çünkü önceden de geçtiği gibi "tevbe"nin asıl anlamı dönmektir. O halde âyetin anlamı şöyle olur: Yükümlülüğün ağırlığından onu hafifletmeye, zorluktan kolaylığa olmak üzere sizin lehinize döndü.

Onlara araştırmak suretiyle de vakitlere dikkat etmeleri emrolunmuştu. Bu araştırma yükümlülükleri de hafifletildi.

Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: "Gece ve gündüzü yalnız Allah takdir eder." Onları, belirli bir miktarları tesbit edilmiş olarak yaratır. Yüce Allah'ın:

"Herşeyi yaratıp, onu inceden inceye takdir ve tayin etmiştir" (el-Furkan, 25/2) âyetine benzemektedir.

İbnu'l-Arabî dedi ki: Yaratılmış ile ilgili takdire herhangi bir hüküm taalluk etmez. Ancak yüce Allah, dilediği yükümlülük görevlerini onunla irtibatlandırır.

4- Kur'ân'dan Kolayına Geleni Okumak:

"Artık Kur'ân'dan kolay(ınıza) geleni okuyun" âyeti ile ilgili iki görüş vardır. Birincisine göre maksat, bizzat Kur'ân okumanın kendisidir. Yani geceleyin kıldığınız namazlarda size kolay geleni, zor gelmeyeni okuyun. es-Süddî yüz âyet-i kerîme demiştir. el-Hasen: Her kim bir gecede yüz âyet-i kerîme okuyacak olursa, Kur'ân onunla tartışmayacaktır. Ka'b da söyle demiştir: Bir gecede yüz âyet-i kerîme okuyan bir kimse kanitlerden diye yazılır. Saîd, elli âyet demiştir.

Derim ki: Ka'b’ın görüşü daha doğrudur. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kim on âyet-i kerîme okuyarak namaz kılarsa, gafillerden yazılmaz. Kim yüz âyet okuyarak namaz kılarsa, kânitlerden yazılır. Kim bin âyet okuyarak namaz kılarsa, kantarlarla ecir alanlardan yazılır." Ebû Dâvûd, II, 57. Hadisi Ebû Dâvûd et-Tayâlisî Müsned'inde Abdullah b. Amr'ın rivâyet ettiği bir hadis olarak zikretmektedir. Biz bu hadisi kitabın Mukaddimesi'nde (Kur'ân’ın Faziletlerine Dair Başlıkta) zikretmiş bulunmaktayız.

İkinci görüşe göre;

"artık Kur'ân'dan kolay(ınıza) geleni okuyun" âyeti kolayınıza gelecek kadar namaz kılın, demektir. Nitekim namaza da; "Kur'ân" denildiği olur. Yüce Allah'ın:

"Sabah Kur'ân'ını da" (el-İsra, 17/78) âyetine benzer ki, bu da sabah namazını da, demektir.

İbnu'l-Arabî dedi ki: Daha sahih olan budur. Çünkü yüce Allah namaza dair haber vermektedir, söylenenler de onunla İlgilidir.

Derim ki: Hitabı lâfzın zahirine göre yorumlayarak birinci görüş daha sahihtir. İkinci görüş ise mecazdır. Çünkü bu, bir şeye onun amellerinden bir bölümünün adım vermek kabilindendir.

5- Gece Namazı Farz mıdır?:

Kimi ilim adamına göre yüce Allah'ın:

"Artık Kur'ân'dan kolaycınıza) geleni okuyun" huyruğu gecenin tamamım, yarıyım, yandan azını ve yarıdan fazlasını namazla geçirme hükmünü neshetmiştir.

Diğer taraftan yüce Allah'ın:

"O halde, ondan kolayınıza geleni okuyun"

âyetinin iki anlama gelme ihtimali vardır. Birincisine göre; bu ikinci bir farzdır, çünkü onunla başka bir farz kaldırılmış bulunmaktadır. Diğer bir görüş de bunun kendisiyle başkası kaldırıldığı gibi, yine kendisinin başkası ile kaldırıldığı neshülmuş bir farz olma ihtimalidir. Çünkü yüce Allah, şöyle buyurmaktadır:

"Gecenin bir kısmında da sana has nafile olmak üzere onunla (Kur'ân ile) gece namazı kıl! Umulur ki (şüphesiz) Rabbin seni öğülmüş bir makama gönderir." (el-İsra, 17/79) Bu durumda yüce Allah'ın:

"Gecenin bir kısmında sana has nafile olmak üzere onunla gece namazı kıl" âyetinin kendisine farz kılınanın dışında, kendisine kolay geleni okuyarak teheccüd kılması ihtimalini de taşımaktadır.

O bakımdan Şâfiî şöyle demektedir: Bu durumda yapılması gereken sünnet ile bu iki manadan birisine dair delili araştırıp, bulmaktır. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın sünnetinin, beş vaktin dışında farz bir namazın bulunmadığına delâlet ettiğini gördük.

6- Gece Namazı Ümmet Hakkında Nesh Olmuş, Peygamber Hakkında Farz Kalmaya Devam Etmiştir:

el-Kuşeyrî Ebû Nasr dedi ki: Meşhur olan, gece namazının nesholuşunun ümmet hakkında olduğudur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında da farz kalmaya devam etmiştir.

Belirli bir miktar ile kılmak nesholmuştur, fakat aslı itibariyle vacib kalmaya devam etmiştir, diye bir görüş de vardır. Yüce Allah'ın:

"Kurbandan kolayına geleni kessin" (el-Bakara, 2/196) âyetine benzemektedir. Kurban kesmek kaçınılmaz bir şeydir. İşte burada da mutlaka gece namazı kılmak gereklidir. Fakat bunun ne miktarda olacağı namaz kılanın tercihine bırakılmıştır. Buna binaen kimileri şöyle demiştir: Az da olsa gece namazı kılmak farziyyeti devam etmektedir. Bu, güzel bir görüştür.

Bir başka kesim de şöyle demektedir: Gece namazının farz oluşu tamamıyla riesh olmuştur. Gece namazı asla farz değildir. Şafii'nin kabul ettiği görüş budur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) için farz kalmaya devam edenin bu olma ihtimali vardır. O da onun geceleyin namaz kılmasıdır. Miktarını tesbit etmek ise onun tercihine havale edilmiştir.

Gece namazı kılmanın farz olmadığı sabit olduğuna göre yüce Allah'ın:

"O halde ondan kolayınıza geleni okuyun" âyeti; eğer sizin için bu mümkün olursa Kur'ân okuyun ve isterseniz namaz kılın, demek olur.

Bazıları da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın hakkında da dahil olmak üzere gece namazının bütünüyle nesh olduğu kanaatini benimsemiştir. Gece namazı ona dahi farz değildi, derler. Yüce Allah'ın:

"Sana has nafile olmak üzere" (İsra 17/79) âyetindeki "nafile" lâfzı gerçek anlamı ile anlaşılmalıdır.

Belirli bir miktar nesh olmuş, fakat gece namaz kılmanın farziyeti asıl olarak devam ettikten sonra nesholmuştur, diyenlerin görüşüne gelince, bu ikinci nesh, namaz vakitlerinin açıklanması ile gerçekleşmiş olmaktadır. Yüce Allah'ın:

"Güneşin (batıya doğru) kaymasından... kadar namazı dosdoğru kıl" (el-îsra, 17/78) âyeti ile:

"Akşamladığınız zaman ve sabahladığınızda Allah'ı tesbih edin" (er-Rum, 30/17) âyetinde olduğu gibi. Ayrıca gelen haberlerde beş vakit namazdan fazla kılınanların tatavvu (nafile) olduğu da belirtilmektedir.

Nesh, yüce Allah'ın:

"Gecenin bir kısmında da sana has nafile olmak üzere onunla (Kur'ân ile) gece namaz kıl" (el-İsra, 17/79) âyeti ile gerçekleşmiştir. Burada hitab hem Peygambere hem de ümmetedir. Nitekim yüce Allah’ın:

"Ey sarınıp, bürünen! Birazı müstesna geceleyin kalk" (1. âyet) âyetinde hitab, her ne kadar Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)e ise de, namazın farziyeti hem onun için, hem başkası için umumidir.

Yüce Allah'ın gece namazını farz kılışının hicretten sonrasına kadar devam ettiği ve Medine'de nesh olduğu da söylenmiştir. Çünkü yüce Allah:

"Allah sizden hastalananlar olacağını, diğer bir kısmının da Allah'ın lütfundan arayarak yeryüzünde yol tepeceklerini başka bir kısmının da Allah yolunda çarpışacaklarını bilir" diye buyurmaktadır. Cihad ise ancak Medine'de farz kılınmıştır. Buna göre namaz kılınacak vakitlerin açıklanması Mekke'de olmuştur. Gece namazı(nın farziyeti) ise yüce Allah'ın:

"Geceleyin de sana has bir nafile olmak üzere onunla (Kur'ân ile) namaz kıl" (İsra, 17/79) âyeti ile nesholmuştur.

İbn Abbâs dedi ki: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye gelince; yüce Allah'ın:

"Şüphe yok ki Rabbin senin ... ayakta durduğunu bilir" âyeti gece namazının farziyyetini nes İletmiştir.

7- Gece Namazı Yükümlülüğünün Hafifletilmesinin Sebebi;

"Allah sizden hastalananlar olacağını..." buyruklarıyla yüce Allah, gece namazı kılma yükümlülüğünü hafifletmesinin gerekçesini açıklamaktadır. Çünkü insanlardan kimi hastadır, geceleyin ona namaz kılmak ağır gelir. Aynı şekilde namaz kılamamaları da onlara ağır gelir. Ticaret maksadıyla yolculuk yapan kimseler geceleyin namaz kılamazlar. Allah yolunda cihad tiden de böyledir. İşte bunlar dolayısıyla yüce Allah hepsinin yükümlülüğünü hafifletmektedir,

"Olacağını" âyetindeki; şeddelisinden hafitletilmiştir. Durum şu ki Allah ... olacağını bilir" demektir'.

8- Helâl Mal Kazanmanın ve Allah Yolunda Cihad Etmenin Fazileti:

Yüce Allah, bu âyet-i kerimede mücahidler ile kendisinin çoluk çocuğunun nafakasını başkalarına iyilik ve lütufta bulunmak için helâl mal kazanmaya çalışanları eşit bir ifadede zikretmektedir. Dolayısıyla bu, mal kazanmanın, cihad seviyesinde olduğuna delildir. Çünkü yüce Allah bunu Allah yolunda cihad ile birlikte zikretmiş bulunmaktadır. İbrahim'in rivâyetine göre, Alkame şöyle demiştir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Bir beldeden bir başka beldeye yiyecek bir şey getirip de onu o günün fiyatına satan bir kimsenin Allah katındaki mertebesi mutlaka şehidler mertebesinde olur." Daha sonra Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem):

"... diğer bir kısmının da Allah'ın lütfundan arayarak yeryüzünde yol tepeceklerini, başka bir kısmının da Allah yolunda çarpışacaklarını bilir" âyetini okudu. Halil Bağdadi Tarilıu Bağdâd, XIII, 472. Ancak Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in âyeti okuduğundan söz etmeden.

İbn Mes’ûd dedi ki: Her kim bir şehirden müslümanların şehirlerinden birisine sabrederek, ecrini Allah'tan umarak bir şeyler getirecek olup da onu o günün fiyatına (orada) satacak olursa, Allah nezdinde şehitler mertebesine yükselir. Daha sunra: "... Diğer bir kısmının da Allah'ın lütfundan arayarak yeryüzünde yol tepeceklerini..." âyetini okudu.

İbn Ömer dedi ki: Allah yolunda ölümden sonra, ölmek istediğim ölümler arasında, yeryüzünde dolaşarak Allah'ın lütfundan aramak üzere bineğimin yükleri arasındaki ölümden daha çok seveceğim bir ölümü Allah yaratmamıştır.

Tavus dedi ki: Dul ve yoksul için çalışan bir kimse, Allah yolunda cihad eden gibidir.

Seleften birisinden nakledildiğine göre, o Vâsıfta bulunuyor iken, Basra'ya gitmek üzere bir gemi buğday yükledi. Oradaki vekiline şunu yazdı; Bu geminin Basra'ya gireceği günü buğdayı sat, sakın ertesi güne bırakma. Geminin geldiği vakit fiyatların düşük olduğu bir zamana denk geldi. Diğer tacirler vekile şöyle dedi: Sen bunu bir hafta erteleyecek olursan, onun iki katı kâr edersin. Gerçekten o da bir hafta erteledi ve bir kaç kat fazlasıyla kâr etti. Durumu arkadaşına yazdı. Bu sefer buğdayın sahibi ona şunu yazdı: Ey adam! Bizler dinimizin esenlikte olması ile birlikle az bir kâra kanaat etmiştik. Sense bize karşı bir cinayet işledin. Bu mektubum sana gelince hemen o malı al ve Basra fakirlerine onu dağıt. Keşke bu yolla da -lehimde ya da aleyhimde olmaksızın- kârsız ve zararsız olarak ihtikârdan (kara borsacılık yapmaktan) kurtulabilsem.

Rivâyet olunduğuna göre Mekkelilerden bir genç mescide devamla gider gelirdi. İbn Ömer onu göremeyince evine kadar gitti. Annesi; O kendisine ait olan bir buğdayı satmakla meşguldür, dedi. İbn Ömer onunla karşılaşınca yna: Oğlum dedi. Senin buğdayla işin ne? Niye deve, niye inek, niye koyun alıp satmıyorsun? Çünkü buğday ticaretçisi kuraklığı sever. Buna karşılık davar sahibi kimse yağmur yağmasını sever.

9- Gece Namazı Kılmanın Fazileti:

"O halde ondan kolayınıza geleni okuyun" âyeti mümkün olduğu kadar namaz kılın, demektir. Yüce Allah, kolay gelen kadarıyla gece namazı kılmayı farz kılmıştır. Daha sonra -önceden de geçtiği gibi- beş vakit namazı farz kılmakla bunu da neshetmiştir.

İbnu'l-Arabî dedi ki: Bir kesim şöyle demiştir: Gece namazının farziyeti bu âyet-i kerîme ile iki rekat olarak tesbit edilmiştir. Bunu Buhârî ve başkaları demiştir. Buhari açtığı bir babta şu hadisi zikreder: "Şeytan, sizden herbirinizin başının arka tarafına uykuya daldığı vakit üc tane düğüm bağlar. Herbir düğümü ona ait olan yerde: Önünde uzun bir gece var uyumaya devam et, diye tesbit eder. Kişi uyanıp Allah'ı anacak olursa, düğümlerin biri çözülür. Abdest alırsa, bir diğer düğüm çözülür. Namaz kılarsa, bütün bu düğümler çözülür. Böylelikle hoş, bir gönülle dinç bir şekilde sabahı eder. Aksi takdirde kötü bir ruh haliyle ve tembel olarak sabahı eder." Buhâri, I, 3*3, III, 1193; Müslim, I, 53»; Ebû Dâvûd, II, il; Nesâi, III, 203, İbn Mâce, 1, 421; Muvatta’, I, 176; Müsned, II, 243, 253, <İ97, 111, 315 (Câbir -ra- den yakın bir rivâyet).

Semura b. Cündüb'ün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan rüyaya dair naklettiği hadisini de zikreder. (Peygamber) buyurdu ki: "Başı taşla yarılan kimseye gelince, o kimse Kur'ân'ı öğrenir, ondan sonra onu terkeder ve farz kılınan namazı kılmadan uyur." Buhârî, I, 3«4, VI, 25fi5; Müsned, V, a

Abdullah b. Mesud'un rivâyet ettiği şu hadisi de kaydeder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), huzurunda gecenin tamamını uykuyla geçiren birisinden sözedilince şöyle buyurdu: "Bu, şeytanın kulaklarına işediği bir adamdır." Buhârî, I, 3H4, III, 1193; Müslim, I, 597; Nesâî, III, 2(M; Müsned, I, 427, II, 260. 427 (son iki yerde: Ebû Hüreyreden).

İbnu'l-Arabi dedi ki; İşte bu hadisler mutlak olarak namazın zikredilmesinin farz olan namaza yorumlanmasını gerektirmektedir. Bu durumda mutlak olan -o anlamı da ihtiva etme ihtimalinden dolayı- mukayyede hami edilir. Böylelikle bunların muayyen olarak gece namazı hakkında olduğunu iddia edenlerin iddiası çürümektedir.

Sahih'de -lâfız Buhari'nin olmak üzere- Abdullah b. Amr dedi ki: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana dedi ki: "Ey Abdullah! Sen filan gibi olma! O önceleri gece namaz kılardı, sonra geceleyin namaz kılmayı terketti." Buhârî, I, 3«7; Müslim, II, H14; Nesâî, Jll, 253; İbn Mâce, I, 422; Müsned, II, 170. Eğer bu farz olsaydı, elbetteki Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) o kimseyi o hali üzere bırakmazdı, ona dair böyle bir şekilde haber de vermezdi. Aksine onu alabildiğine yererdi.

Yine Sahih'de Abdullah b. Ömer'den şöyle dediği zikredilmektedir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın hayatında bir kimse bir rüya gördü mü onu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a anlatırdı. Ben de bekar bir genç idim. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın döneminde mescidde uyurdum, Uykuda sanki iki meleğin beni gelip aldığını ve beni cehenneme götürdüklerini gördüm. Kuyu gibi içinin kapatılmış olduğunu gördüm. İki boynuzu olduğunu gördüm. İçinde kendilerini tanıdığım birtakım insanlarla karşılaştım. Bu sefer, cehennem ateşinden Allah'a sığınırım, demeye koyuldum. Sonra bizimle bir başka melek karşılaştı. Bana; Artık senin için korku yok, dedi. Ben bunu (ablam) Hafsa'ya anlattım. Hafsa bunu Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a anlattı. Peygamber şöyle buyurdu: "Abdullah ne iyi bir adamdır! Keşke gecenin bir bölümünde de namaz kılsaydı!" Bundan sonra gecenin az da olsa bir bölümünde namaz kılmadan uyumazdım. Buhârî, I. 378. 3S8, HI, 13f)7; Müslim, IV, 1927; Müsned, II, 146

Eğer gece namaz kılmayı terketmek bir masiyet olsaydı, melek; Senin için korku yoktur, korkma, demezdi. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

10- Namazda Okunması Gereken Kur'ân-ı Kerîm Miktarı;

Gece namaz kılmanın farz olmadığı ve yüce Allah'ın;

"Artık Kur ân'dan kolay(ınıza) geleni okuyun" âyeti ile;

"o halde ondan kolayınıza geleni okuyun" âyetlerinin zahiri üzere, namazda Kur'ân okumaya yorumlanacağı sabit olmakla birlikte, ilim adamları namazda okunması gereken Kur'ân miktarı hususunda farklı görüşlere sahibtir.

Malik ve Şafii: Bu miktar Fâtihatu'l-kitab'tır. Onu okumamak câiz değildir. Onun bir bölümünü okumakla da yetinilemez, elerler.

Ebû Hanife ise bu miktarı Kur'ân'ın neresinden olursa olsun bir âyet diye takdir etmiştir. Yine ondan gelen bir rivâyete göre bu miktar üç âyettir. Çünkü en az sûredeki âyet sayısı bu kadardır.

Birinci görüşü el-Maverdî, ikincisini de İbnu'l-Arabî zikretmiştir. Fakat sahih olan Malik ve Şafii'nin görüşüdür. Daha önce kitabın baş taraflarında el-Fâtiha Sûresi'nde (Fâtiha'nın hükümleri bölümleri 21. başlık ve devamında) açıkladığımız gibi.

Bundan maksadın namazın dışında Kur'ân okumak olduğu da söylenmiştir. el-Mave;dî dedi ki: Bu görüşe göre bu emrin mutlak olması vücuba yahutu vücub olmaksızın müstehablığa yorumlanır. Çoğunluğun görüşü de budur. Çünkü okuması ona vacîb olursa, o miktarı ezberlemesi de onun için vacib olur.

İkinci görüşe göre, Kur'ân'ın i'cazını, ondaki tevhidin delillerini, peygamberlerin gönderilişinin delillerini bilmek için Kur'ân okumasının vacib olduğu şeklinde yorumlanır. Fakat Kur'ân'ı okuyup i'cazını ve ondaki tevhid delillerini öğrendiği takdirde ayrıca ezberlemesi gerekmez. Çünkü Kur'ân'ı ezberlemek vacib olmayıp, müstehab olan Allah'a yakınlaştırıcı amellerdendir.

Bu emrin ihtiva ettiği kıraat miktarının ne kadar olduğu hususunda beş görüş vardır:

1. Kur'ân'ın tamamı. Çünkü yüce Allah Kur'ân'ı kullarına kolaylaştırmıştır. Bu görüş ed-Dahhak'ındır.

2. üçte birini. Bunu da Cuveybir nakletmiştir.

3. İkiyüz âyettir. Bu görüş es-Süddî'ye aittir.

4. Yüz âyettir. Bu da İbn Abbâs'ın görüşüdür.

5. En kısa sûre gibi üç âyettir. Bu da Ebû Halid el-Kinânî'nin görüşüdür.

11- Namazı Kılın, Zekâtı Verin:

"Namazı dosdoğru kılın" âyeti ile kasıt, farz olan beş vakit namazı vaktinde kılmaktır.

"Zekâtı verin." Mallarınızda farz olan zekâtı verin, demektir. Bu açıklamayı İkrime ve Katade yapmıştır. el-Hâris el-Uklî dedi ki: Bundan maksat, fıtır sadakasıdır. Çünkü malların zekâtı daha sonradan vacib olmuştur. Bunun nafile sadaka olduğu da söylenmiştir. Bütün hayır fiilleri olduğu da söylenmiştir. İbn Abbâs: Allah'a itaat ve O'na ihlastır, diye açıklamıştır.

12- Allah'a Güzel Şekilde Borç Vermek:

"Ve Allah'a güzel bir surette borç verin" âyetindeki

"güzel surette borç (karz-ı hasen)" helâl olan maldan ihlasla Allah rızasının maksat olarak gözetildiği borçtur. Daha önce buna dair açıklamalar el-Hadid Sûresi'nde (57/18. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Zeyd b. Eslem dedi ki: Karz-ı hasen aile halkına gerekli infakı (harcamaları) yapmaktır. Ömer b. el-Hattâb ise: Karz-ı hasen Allah yolunda harcamaktır, demiştir.

13- "Nefisleriniz İçin Önden Ne Hayır Gönderirseniz,

"Onu ... Allah'ın Yanında Bulursunuz.": (Bu âyet daha önce) el-Bakara Sûresi'nde (2/110. âyetçe geçmişti),

Ömer b. el-Hattâb'dan rivâyet edildiğine göre o, hurma ile süt karışımı bir içecek hazırlamışken gelen bir yoksula alıp onu verdi. Onlardan birileri: Bu yoksul bunun ne olduğunu ne anlasın, dedi. Ömer: Fakat o yoksulun Rabbi bunun ne olduğunu bilir, dedi. Bununla yüce Allah'ın:

"Nefisleriniz için önden ne hayır gönderirseniz onu hem daha hayırlı... olmak üzere Allah'ın yanında bulursunuz" âyetini buna yorumlamış gibidir. Yani sizin terkettiğiniz, geride bıraktığınız, hem cimrilikten ve bu husustaki kusurlu hareketlerinizden daha hayırlı "hem de ecir bakımından daha büyük bulursunuz.

Ebû Hüreyre dedi ki: (Bu ecir) cennettir. Ecir itibariyle daha büyük olma ihtimali de vardır. Çünkü yüce Allah, bir haseneye karşı on katıyla mükâfat verecektir.

"Hem daha hayırlı... daha büyük" lâfızlarının nasb ile gelmesi

"bulursunuz" âyetinin ikinci mef'ûlleri oluşlarından dolayıdır. O" Basralılara göre fasıl zamiridir. Kûfelilerin görüşüne göre de imaddır. İ'rabta bunun yeri yoktur.

"Ecir bakımından" lâfzı ise temyizdir.

"Allah'tan mağfiret de dileyin." Günahlarınızın bağışlanmasını O'ndan isteyin.

"Şüphesiz ki Allah" cevherden önce yapılanları

"çok mağfiret buyurandır." Tevbeden sonralarını da size

"çokça merhamet edendir."

Bu açıklamayı Said b. Cübeyr yapmıştır.

Müzzemmil Sûresi burada sona ermektedir. Allah'a hamd olsun.

0 ﴿