ABESE SÛRESİRahmân ve Rahîm Allah'ın İsmi ile Bütün müfessirlerrin görüşüne göre Mekke'de inmiştir. Kırk iki âyettir. 1Yüzünü ekşitip, çevirdi, Bu âyete dair açıklamalarımızı altı başlık halinde sunacağız: "Yüzünü ekşitip, çevirdi" âyetindeki: Yüzünü ekşitti' demektir. Nitekim; Yüzünü ekşitti, kaşlarını çattı" denilir. Daha önce (el-Müddessir, 74/22. âyet açıklanırken) geçmiş bulunmaktadır. "Çevirdi" yüzünü çevirdi, demektir. 2Kendisine o âmâ geldi diye, "Kendisine... geldi diye" âyetindeki “Diye" lâfzı mef'ûlün leh olduğundan ötürü nasb mahallindedir. Kendisine âmâ geldiği için demektir. Âmâ da gözleriyle görmeyen kimseye denilir. Bütün tefsir bilginlerinin rivâyet ettiklerine göre, Kureyş'in eşrafından bir topluluk, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanında bulunuyordu. Peygamber onların müslüman olacaklarını ümit etmişti. Bu sırada Abdullah b. Um Mektûın geldi. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Abdullah'ın sözünü keseceğinden çekindiği için, ondan yüz çevirdi. İşte bu âyet-i kerîme onun hakkında inmiştir. Mâlik dedi ki: Hişam b. Urve, kendisine Urve'den rivâyetle Tirmizi, V, 432; Muvatta’, I, 203. şöyle dediğini zikretti: "Yüzünü ekşitip, çevirdi" âyeti İbn Um Mektûm hakkında inmiştir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gelerek: Ey Muhammed! Beni yanına yaklaştır, demeye koyuldu. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanında da müşriklerin büyüklerinden birisi bulunuyordu. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yüzünü Abdullah'tan çevirip, öbürüne dönmeye koyuldu ve: "Ey filan! Sen benim bu söylediklerimde bir sakınca görüyor musun?" diyordu. O da: Hayır, putlara andederim ki senin söylediklerinde bir sakınca görmüyorum diyordu. Bunun üzerine yüce Allah: "Yüzünü ekşitip, çevirdi" âyetini indirdi. Tirmizîde senedini belirtilerek şöyle demektedir: Bize Said b. Yahya b. Said el-Ümevî anlattı. Bana babam anlattı, dedi ki: Bu Hişam b. Urve’ye babasından, babası Âişe'den diye arzettiğimiz (rivâyetler)dir. Âişe dedi ki: "Yüzünü ekşitip, çevirdi" âyeti âmâ İbn Um Mektûm hakkında inmiştir. O Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gelip, şöyle demeye koyuldu: Ey Allah'ın Rasûlü, beni irşad et. O sırada Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanında müşriklerin büyüklerinden birisi bulunuyordu. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ondan yüzünü çeviriyor, diğerine yöneliyor ve şöyle diyordu: "Söylediklerimde bir sakınca görüyor musun?" O kişi de: Hayır diyordu. İşte âyet bunun hakkında inmiştir. (Tirmizi) dedi ki: Bu garib bir hadistir. 2- Bu Âyetlerin Mahiyeti ve Nüzul Sebebinde Sözü Geçen Şahıslar: Ayet, yüce Allah tarafından Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a, Abdullah b. Um Mektûm dan yüz çevirmesi dolayısıyla bir serzeniştir. Abdullah b. Um Mektûm'un adının Amr b. Um Mektûm olduğu da söylenir. Um Mektûm'un ismi Âl-ike olup, Amir b. Mahzum'un kızıdır. Burada sözü geçen Amr, Kays'ın oğludur. Kays. Zaidenin o el-Asam'ın oğludur. O da Hatice (radıyallahü anha)'ın dayısının oğludur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), müşriklerin büyüklerinden birisi ile uğraşırken onunla ilgilenmemişti. Denildiğine göre, bu kişi, el-Velid b. el-Muğire idi. İbnu’l-Arabî dedi ki: Bunu bizim ilim adamlarımızdan maliki mezhebine mensub kimseler söylemiştir. Künyesi de Ebû Abd Şans idi. Katade dedi ki: O Umeyye b. Halas idi. Yine ondan Ubey b. Halef olduğu da nakledilmiştir. Mücahid dedi ki: Bunlar üç kişi idiler. Rabia'nın oğlu Utbe ve Şeybe ile Ubey b. Haleftiler. Atâ ise: Rabia'nın oğlu Utbe demiştir, Süfyan es-Sevrî dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) amcası Abbas ile birlikte idi. ez-Zemahşerî dedi ki: Peygamberin yanında Kureyş'in ileri gelenlerinden Rabia'nın iki oğlu Utbe ve Şeybe, Ebû Cehil b. Hişam, Abbas b. Abdu’l-Mutlalib, Umeyye b. Halef ve el-Velid b. el-Muğire vardı. Onların müslüman olmaları dolayısıyla başkaları da İslama girer ümidi ile İslama davet ediyordu. İbnu'l-Arabî dedi ki: Bizim mezhebimize mensub ilim adamlarımız, bu kişi el-Velid b. el-Muğire idi, demiş olmalarına rağmen, başkaları bu kimselerin Umeyye b. Halef ile Abbas olduğunu söylemişlerdir. Ancak bütün bunlar bâtıldır ve dini hususları iyice tahkik etmeyen müfessirlerin bir bilgisizliğidir. Şöyle ki; Umeyye b. Halef ile el-Velid, Mekke'de, İbn Um Mektûın ise Medine'de idi. Ne o onlarla birlikte, ne onlar onunla birlikle bir arada bulunmadı. Umeyye de, Velid de kâfir olarak öldüler. Birisi hicretten önce, diğeri Bedir'de öldü. Umeyye hiçbir zaman da Medine'ye gitmedi ve Peygamberin huzurunda tek başına da, başkası ile birlikte de bulunmadı. 3- Abdullah b. Um Mektum'un Konumu: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Kureyş'in ileri gelenlerinden huzurunda bulunanlarla meşgul olup, onları yüce Allah'ın dinine davet ederken müslüman olacaklarına ümidi de yükselmişken, onların müslüman olmaları sayesinde kavimlerinden diğerlerinin de müslüman olacaklarını bekliyor iken, âmâ olan İbn Um Mekıûm gelip: Ey Allah'ın Rasûlü! Allah'ın sana öğrettiklerinden bana da öğret deyip, onunla yüksek sesle konuşmaya ve bu konuşmalarını ileri götürmeye koyuldu. Peygamberin başkası ile uğraşmakta olduğunu da bilmiyordu. Sonunda Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yüzünden sözünü kestiği için hoşlanmadığı anlaşıldı ve kendi kendisine şöyle dedi: Şimdi bunlar da şöyle düşünüyor: Ona uyanlar; körler, ayak takımları ve kölelerdir. Bundan ötürü de Peygamber yüzünü ekşitti ve ondan yüz çevirdi. Bunun üzerine âyet-i kerîme nazil oldu. es-Sevrî dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bundan sonra İbn Um Mektûm'u gördü mü onun için ridâsını yere yayar ve: "Kendisi dolayısıyla Rabbimin bana sitem ettiği kişi, hoş safa geldin (merhaba)" ve: "Bir ihtiyacın var mı?" diye sorardı. İki ayrı gazvede onu Medine'ye yerine vekil bıraktı. Enes dedi ki: Ben onu Kadisiye günü bineğin sırtında, üzerinde zırh ve elinde siyah bir sancakla gördüm. 4- İbn Um Mektûm'un Yaptığı Davranışın Değerlendirilmesi: İlim adamlarımız dedi ki: Eğer İbn Um Mektûm, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın başkasıyla uğraşmakta olup onların İslâm'a gireceklerini ümit ettiğini bilmekle birlikle bu işi yapmış olsaydı, elbettekı bu edebe aykırı bir davranış olurdu. Fakat şanı yüce Allah, Suffe ehlinin kalblerinin kırılmaması yahutta fakir olan bir mü’minin zenginden hayırlı olduğunun bilinmesi için, ona sitem etmiştir. Mü’mine gereken dikkati göstermek -fakir olsa dahi- öbür işten daha doğru ve daha uygun idi. Öbür iş ise îman ederler ümidi ile zenginlere yönelmekti. Her ne kadar bunda da bir çeşit maslahat var ise de bu öyledir. İşte yüce Allah'ın -önceden de geçtiği üzere-: "Yeryüzünde çokça savaşıp, zaferler kazanıncaya kadar esirler alması hiçbir peygambere yaraşmaz... " (el-Enfal, 8/67) âyetinin da buna göre anlaşılması gerekmektedir. (Bk. Belirtilen âyetin tefsiri, 2. başlık ve devamı) Şöyle de açıklanmıştır; Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), İbn Um Mektûm'un kalbindeki îmana güvendiği için, konuştuğu obur adamın kalbini ısındırma maksadını gütmüştü. Nitekim o şöyle buyurmuştur: Şüphesiz ki ben başkasını daha çok sevdiğim halde, bir diğer adamı –Allah’ın onu yüzü üzerine cehenneme yıkacağından korkarak görür gözetirim. Müslim, 1, 132 5- Peygamber Efendimizin Yüzünü Ekşitip, Çevirmesinin Sebebi: İbn Zeyd dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın. İbn Um Mektûm dolayısıyla yüzünü ekşitip, ondan yüz çevirmesinin sebebi, kendisine rehberlik eden kimseye onu susturması için işaret etmesi idi. Ancak İbn Um Mektûm rehberini itmiş ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile konuşup. Peygamberden istediği bilgiyi almaktan başkasını kabul etmemişti. Bu onun bir çeşit kabalığı idi. Bununla birlikte yüce Allah, onun hakkında Peygamberine gaib şahıs (üçüncü şahıs) hakkında haber veren lâfız ile "Yüzünü ekşitip, çevirdi" âyetini indirdi. Böylece (hitab kipiyle): "Yüzünü ekşitip, çevirdin" demeyerek onu tazim etmiş oluyordu. 3Ne bilirsin? Belki o temizlenecekti; Daha sonra Peygamberine ünsiyet vermek üzere, hitab kipi ile yönelerek: "Ne bilirsin belki o" İbn Um Mektûm "temizlenecekti." Senden kendisine öğretmeni istediği Kur'ân ve dinbilgisi ile dininde temizliği daha da artıp, üzerindeki bilgisizlik karanlığının gitmesi ile arınacaktı. "Belki o" âyetindeki zamirin kâfire ait olduğu da söylenmiştir. Sen o kimsenin müslüman olması ile temizlenmesi, yahutla öğüt almasını ümit etmiş, bundan dolayı öğüt alması sonucunda hakkı kabul edeceğine ümit bağlamıştın ama, senin bu ümidinin gerçekleşeceğini nereden bilirsin (demektir.) el-Hasen: "Kendisine o âmâ geldi diye" anlamındaki âyeti şeklinde soru olarak med ile okumuştur. Bu durumda: “Diye" lâfzı "yüzünü ekşitip, çevirdi" fiillerinin delalet ettiği hazfedilmiş bir fiile taalluk etmektedir. İfade: O âmâ kendisine geldi diye mi ondan yüz çevirdi? takdirindedir. Bu okuyuşa göre: Yüz çevirdi" lâfzı üzerinde vakıf yapılır. Ancak haber kipi şeklindeki kıraate göre burada vakıf yapılmaz, genel kıraat de bu şekildedir. 6- Bu Âyetin Benzeri Diğer Ayetler: Bu âyetin -sitem itibariyle- benzeri olan diğer âyetlerin biri el-Enâm Sûresinde yer alan yüce Allah'ın şu âyetidir: "...Sabah akşam Rabblerine dua edenleri kovma." (el-En'âm, 6/52) el-Kehf Sûresi'nde yer alan şu âyet da böyledir: "Dünya hayatının güzelliğini isteyerek gözlerin, onlardan başkasına kaymasın..." (el-Kehf. 18/28) vb, daha başka âyetlerdir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 4Yahut öğüt alacaktı da bu öğüt ona fayda verecekti? "Yahut" senin söylediklerin dolayısıyla "öğüt alacaktı da öğüt" senin hatırlatman "ona fayda verecekti," "Ona fayda verecekti" âyeti, genel olarak; şeklinde "ayn" harfi ötreli olarak "temizlenecekti" âyetine atf ile okunmuştur. Ancak Âsım, İbn Ebi İshak ve Îsa; diye nasb ile okumuşlardır. es-Sülemî ve Zir b. Hubeyş'in kıraati bu şekildedir. Bu da daha önce geçen Belki'nin cevabı olarak nasb ile okunur. Çünkü bu (cevap) mueeb değildir. Yüce Allah'ın: "Belki o yollara ulaşırım." (el-Mu'min, 40/36) âyeti gibidir ki; daha sonra da (bunun cevabında): "Çıkarım" (el-Mu'min, 40/37) diye buyurmuştur. 5İhtiyaç duymayan kimseye gelince; Âyetin tefsiri için bak:6 6Sen ona yöneliyorsun. "İhtiyaç duymayan" yani servet sahibi ve varlıklı olan "kimseye gelince, sen ona yöneliyorsun" ona dönüyor, onun sözlerine kulak veriyorsun. Yönelmek, dinlemek, kulak vermek" demektir. er-Râî şöyle demiştir: "Aldı: sanki geceleyin yanan kandili andıran ve ona doğru At sürücülerinin eğildiği soylu bir kimseye kulak verdi." Bu fiilin ash; olup, 'den gelmektedir ki; bu da "senin karşına çıkıp, senin önünde duran"' demektir. Mesela; Evim onun evinin karşısında dır" denilir. Zarf olarak nasbedilmiştir. Bu fiilin "susuzluk" demek olan: 'dan geldiği de söylenmiştir. Yani sen ona susuzun, suya yöneldiği gibi ona yöneliyorsun. Karşı karşıya gelmek, karşılaşmak" demektir. "Yöneliyorsun" anlamındaki fiil genel olarak:şeklinde tahfif olsun diye ikinci "te" telaffuz edilmeksizin okunmuştur. Nâfî ve İbn Muhaysın ise idgam esası üzere şeddeli okumuşlardır. 7Halbuki onun temizlenmemesinden sana vebal yok. "Halbuki onun temizlenmemesinden sana vebal yok." Bu kâfir, hidayet bulmayacak, îman etmeyecektir, Sen ancak bir Rasûlsün ve senin görevin tebliğden ibarettir. 8Ama yanına süratle gelip, Âyetin tefsiri için bak:10 9Kendisi de korkan kimseye gelince, Âyetin tefsiri için bak:10 10Sen onu bırakıp oyalanırsın. "Ama yanına süratle gelip" Allah için bilgi sahibi olmak isteyen "kendisi de" Allah'tan "korkan kimseye gelince, sen onu bırakıp oyalanırsın." Yüzünü ondan başka tarafa çeviriyorsun, başkasıyla uğraşıyorsun. "Sen... oyalanırsın" anlamındaki; 'inaslı dir. "Ben o şeyden (başkasıyla uğraşarak) oyalanıyorum" denir. Oyalanmak, dikkat etmemek, gafil kalmak" demektir. ile aynı anlamdadır. 11Hayır! Çünkü o, bir öğüttür, "Hayır! Çünkü o, bir Öğüttür" âyetindeki: "Hayır" bir vazgeçme emri ve bir azardır. Yani durum her iki kesime karşı davrandığın şekilde olmamalıdır. Bu da; bundan sonra zengine yönelmek, fakir mü’minden yüz çevirmek gibi bir davranışı bir daha tekrarlama! demektir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yaptığı, önceden de geçtiği gibi evlâ (öncelikli) olanı terketmekten ibaretti. Bu davranışının küçük bir günah olarak yorumlanması da uzak bir ihtimal değildir. Bu açıklamayı el-Kuşeyrî yapmıştır. Buna göre de: "Hayır" üzerinde durmak caizdir. Bununla birlikte; "Oyalanırsın" (10. âyet) üzerinde vakıf yapıp, sonra da "gerçek şu ki" anlamı ile; ile okumaya başlanır. "Çünkü o" yani bu sûre yahut Kur'ân'ın âyetleri "bir öğüttür." Bir hatırlatma ve insanların basiretlerini bir aydınlatmadır. 12Artık dileyen onunla öğüt alsın. "Artık dileyen onunla öğüt alsın." Kur'ân-ı Kerîm'ın öğütlerini tutsun. el-Cürcânî dedi ki: “Çünkü o" müennes zamiri, Kur'ân'a aittir. Kur'ân-ı Kerîm (lâfız olarak) müzekker olmakla birlikte, Kur'ân'ın kendisi bir öğüt" (ki bu lâfız müennestir) kabul edildiğinden burada da zamir bu lâfza uygun olarak kullanılmış olmaktadır. Bu zamir müzekker olarak gelseydi yine câiz olurdu. Nitekim şanı yüce Allah bir başka yerde: "Hayır gerçekten o bir öğüttür." (el-Müddessîr, 74/54) diye buyurmuştur. Yüce Allah'ın bununla Kur'ân-ı Kerîm'i kastettiğine ayrıca; “Artık dileyen onunla öğüt alsın." Yani onu bellesin ve unutmasın, âyetidir. Burada zamirin müzekker gelmesi: “Öğüt" lâfzının zikir (hatırlatma) ve vaaz (öğüt) anlamında oluşundan dolayıdır. ed-Dahhak, İbn Abbâstan yüce Allah'ın: "Artık dileyen onunla öğüt alsın" âyeti hakkında şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Allah dilediği kimseye onu itham eder. 13Âyetin tefsiri için bak:14 14Çok şerefli, son derece yüksek ve tertemiz sahifelerdedir. Daha sonra yüce Allah, bu kitabın yüceliğinden, büyüklüğünden haber vererek şöyle buyurmaktadır: "Çok şerefli... sahifelerdedir." Yani Allah nezdinde. çok şerefli sahifelerdedir. Bu açıklamayı es-Süddî yapmıştır. “Sahifeler"; sahifenin çoğuludur. et-Taberi der ki: "Çok şerefli," ihtiva ettiği ilim ve hikmetler dolayısıyla dinde cos şerefli, demektir. Bir diğer açıklamaya göre; "çok şerefli" olmaları en şerefli hafaza meleklerinin onları indirmiş olmasındandır. Çünkü bu sahifeler Levh-i Mahfuzdan inmiştir. Bir diğer açıklamaya göre; "çok şerefli" olmaları, Kerîm olan bir zattan indirilmiş olmalarıdır. Çünkü bir kitabın kerim oluşu onun sahibinin kerim oluşundan kaynaklanır. Bununla kastedilenin bütün peygamberlere verilen kitablar olduğu da söylenmiştir. Buna delil de yüce Allah'ın: "Şüphe yok ki bunlar Önceki sahifelerdedir. İbrahim ile Mûsa'nın sahifelerindedir." (el-Ala, 87/18-19) âyetidir. "Son derece yüksek," Allah nezdinde, değeri çok yüksek demektir. Şanı yüce Allah nezdinde çok yükseklerde diye, de açıklanmıştır. Yedinci semada yükseğe çıkartılmış diye de açıklanmıştır ki, bu açıklamayı Yahya b. Sellâm yapmıştır, et-Taberî: Şanı ve değeri çok yüksek, diye açıklamıştır, Şüphe ve çelişkilerden yükseklerde, diye de açıklanmıştır. "Ve tertemiz" el-Hasen dedi ki: Her türlü kir ve pislikten arındırılmış, kâfirlerin onlara el uzatmalarına karşı korunmuş, diye de açıklanmıştır. Bu da es-Süddî'nin açıklamasının ifade ettiği manadır. Yine el-Hasen'den: Müşriklere indirilmekten yana tertemiz diye açıkladığı rivâyet edilmiştir. Bir başka açıklamaya göre; yani Kur'ân-ı Kerîm meleklerin okudukları sahifelerde de tesbit edilmiştir. Bu sahifeler çok şerefli, son derece yüksek ve tertemizdir, 15Âyetin tefsiri için bak:16 16Emrine itaatkâr, oldukça değerli kâtiblerin elleri ile (yazılmıştır). "...Kâtiblerin elleri ile" yani, yüce Allah'ın kendisi ile rasûlleri arasında elçi kıldığı melekler iyi ve itaatkâr kimselerdir. Herhangi bir günah işleyerek kirlenmiş değillerdir. Ebû Salih, İbn Abbâs'tan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Bu sahifeler tertemizdir, onları taşıyanlara (ezberleyip, hıfzedenlere) temizlik sağlar. "Kâtiblerin elleri ile" âyeti da "yazıcılar" demektir, diye açıklamıştır. Mücahid de böyle açıklamıştır. Bunlar, kulların amellerini sahifelere yazan Kirâmen Kâtibin melekleridir. "Kitaplar" demek olup, tekili 'dir. Nitekim Kâtib ve kâtibler" demek de böyledir. Yazdım" anlamındadır. Kitaba da ;ısifr" denilir, çoğulu da "esfâr" ...diye gelir. ez-Zeccâc dedi ki: Kitaba -"sin" harfi kesreli olarak- "sifr", katibe de "safir" denilmesinin sebebi, bunun bir şeyi açıklayıp, vuzuha kavuşturması anlamını taşıdığından dolayıdır. Sabah etrafı aydınlattığı vakit: Sabah oldu" denilir. Kadın yüzünden peçeyi açtı" demektir, (ez-Zeccâc devamla) dedi ki: O kimselerin arasını düzelttim, düzeltiyorum, düzeltmek (sefirlik)" de buradan gelmektedir. el-Ferrâ' da böyle demiş ve şu beyiti zikretmiştir: "Ben, kavmim arasını düzeltmeyi (sefirlik yapmayı) terketmeyeceğim Ve eğer gidip gelirsem, hiçbir zaman aldatmak için gidip gelmeyeceğim." Sefirde kavmin arasını düzelten ve elçilik yapan kimse demektir. Çoğulu "süferâ" ...diye gelir. "Fakih"in çoğulunun "fukahâ" diye gelmesi gibi. İbranicede sahaflara "süfera" ismi verilir. Katade dedi ki: Burada geçen: Kâtibler" burada kurra (Kur'ân okuyanlar) demektir. Çünkü onlar sifirleri okurlar. Yine ondan İbn Abbâs'ın açıkladığı gibi bir açıklama da rivâyet edilmiştir. Vehb b. Münebbih dedi ki: "Emrine itaatkar, oldukça değerli kâtiblerin elleri ile" âyetinde kastedilenler, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabıdır. İbnu'l-Arabî dedi ki: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ashabı gerçekten itaatkâr, oldukça değerli okuyucular idiler, Fakat bu âyet-i kerimede kastedilenler, onlar değildir, onlar kastedilenlere yakın kimseler de değildir. Aksine bu mutlak olarak anıldığı takdirde meleklere has bir lafızdır. Onların dışında bu ismi taşımakta kimse onlarla ortak değildir, onun kapsamına onlardan başkası girmez. Sahih'de Âişe (radıyallahü anha)'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Kur'ân'ı ezberlemiş olduğu halde, Kur'ân okuyanın misali emrine itaatkâr, oldukça değerli kâtibler ile birlikte olmaktır. Kur'ân'ı okumayı öğrenip onu ara sıra okuyan ve bu okuyuşu kendisine ağır gelen için de iki ecir vardır." Buhârî, İV, 1882; Müslim, I, 549; Tirmizî, V, 171: Ebû Davud, II, 70; İbn Mace, II, 1242; Müsned, VI, 4H, 94, 110, 266 Hadis muttefekun aleyh (Buhârî ve Müslim tarafından rivâyet edilmiş) olup, lâfız Buharî'ye aittir, "Oldukça değerli", Rabbleri nezdinde, oldukça değerli demektir. Bu açıklamayı el-Kelbî yapmıştır. el-Hasen: Masiyet işlemek tenezzülünde bulunmayan demektir. Onlar, kendilerini bu halden üstün tutarlar. ed-Dahhak'ın, İbn Abbâs'tan rivâyetine göre; "oldukça değerli" âyeti hakkında şöyle demiştir: Onlar, Âdem oğlu hanımı ile başbaşa kaklığı vakit yahut ihtiyacını görmek için çekildiğinde, onunla birlikte bulunmaktan uzak kalırlar. Başkalarının menfaatlerini kendi menfaatlerine tercih ederler, diye de açıklanmıştır. "Emrine İtaatkâr" (anlamı verilen): lâfzı in çoğuludur. "Kâfir"in çoğulunun "kefere" şeklinde "sâhir (sihirbazım çoğulunun "sehara" şeklinde "fâcir"in çoğulunun "fecere" şeklinde gelmesi gibi. Bir kimse doğruluğa ve sıdka ehil olduğu takdirde; ile diye anılır. Filan kişi yemininde sadık oldu (yeminini yerine getirdi, ona bağlı kaldı)" ifadesi buradan geldiği gibi: Filan kişi yaratıcısına itaatkardır, O'na itaat eder" demektir. Buna göre "emrine itaatkar" âyeti, Allah'a itaat eden, amellerinde Allah'a sadakat gösteren (ihlaslı amel eden) kimseler demektir. el-Vakıa Süresi'nde yüce Allah'ın: "Şüphesiz o oldukça şerefli bir Kur'ândır. Korunan bir kitaptadır. Ona ancak tam anlamı ile temizlenmiş kimseler el sürebilir" (el-Vakıa, 56/77-79) âyeti açıklanırken, orada sözü dilenlerin bu sûrede sözü edilen "emrine itaatkar, oldukça değerli katibler" olduklarını açıklamış bulunuyoruz. 17Kahrolası o İnsan! Ne kadar da nankördür o! "Kahrolası o İnsan! Ne kadar da nankördür o!" âyetindeki: “Kahrolası"; ona lanet edildi, anlamındadır. Azâb olundu, diye de açıklanmıştır, însan'dan kasıt kâfirdir, el-A'meş, Mücahid'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Kur'ân-ı Kerîm'de: "Kahrolası o insan" âyetin geçtiği her yerde kastedilen kâfirdir. ed-Dahhak, İbn Abbâs'tan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Ayet Ebû Leheb’in oğlu Utbe hakkında inmiştir. Önce îman etmişti, fakat "Yemin olsun yıldıza..."(en-Necm, 53/1) âyeti nazil olunca, irtidad etti ve: "en-Necm" dışında Kur'ân'ın tümüne îman ettim, dedi. Şanı yüce Allah da onun hakkında: "Kahrolası o insan" âyetini indirdi. Yani Utbe, Kur'ân'ı inkâr ettiğinden dolayı Utbe'ye lanet edildi. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) da ona beddua ederek: "Allah'ım, sen ona el-Ğadıra arslanını musallat et" dedi. Hemen Şam'a doğru bir ticaret maksadı ile çıkıp gitti. el-Ğadıra denilen yere varınca, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın bedduasını hatırladı. Beraberindekilere eğer canlı olarak sabahı ederse bin dinar vermeyi vaadetti. Bunun üzerine onu arkadaşların ortasına aldılar, eşyalarını etrafında dizdiler. Onlar bu halde iken arslan geldi. Eşyalara yaklaşınca atıldı ve hemen Utbe'nin üzerine çıktı, onu paramparça etti. Babası ise onun için ağlamış, ağıt yakmış ve şöyle demişti: Muhammed, her ne dediyse mutlaka oluyor. Ebû Salih, İbn Abbâs'lan: "Ne kadar da nankördür o!" âyetini: Onu nankörlüğe iten ne oldu, diye açıkladığını rivâyet etmiştir. Buradaki: “Ne kadar da" lâfzının teaccüb (hayret ve şaşkınlık) için olduğu da söylenmiştir (mealde olduğu gibi). Araplar, bir şeye hayret edecek olurlarsa: Allah kahretsin onu, ne kadar da güzeldir, Allah rezil etsin onu ne kadar da zalimdir! demek adetleridir. Âyetin anlamı şudur: Bundan sonra sözünü edeceğimiz bütün bu hususlara rağmen insanın kâfir (ve nankör) olmasına hayret ediniz. Şöyle de açıklanmıştır: Yüce Allah'ın kendisine iyiliklerinin çokluğunu bilmesine rağmen Allah'ı inkar etmeye, nimetlerine karşı nankörlük etmeye ne itti onu? Bu da teaccüb anlamını ifade eder. İbn Cüreyc dedi ki: Onun küfrü (ve nankörlüğü) ne kadar da ileridir, demektir. Buradaki; “Ne" lâfzının soru edatı olduğu da söylenmiştir. Yani, onu küfre (ve nankörlüğe) iten nedir? Buna göre bu, azar anlamını ihtiva eden bir sorudur. Bu edatın hem teaccüb anlamını ifade etme, hem de “Ne" anlamını ifade etme İhtimali vardır. O takdirde de soru edatı olur. 18Kendisini hangi şeyden yarattı? "Kendisini hangi şeyden yarattı?" Allah, bu kâfiri neden yarattı ki o da büyüklük taslamaktadır? Yani onun yaratılışından dolayı siz de hayret ediniz. 19Bir nutfeden; yarattı da onu takdir etti. "Bir nutfeden" yani hakir, değersiz, cansız, basit bir sudan "yarattı." O ilalde niçin kendisi hakkında yanlış kanaate kapılmaktadır? el-Hasen dedi ki: İki defa küçük abdestin bozulduğu yoldan çıkan bir kimse nasıl olur da büyüklenir! "...da onu" annesinin karnında "takdir etti." ed-Dahhak da İbn Abbâs'tan böylece rivâyet etmiştir: Yani onun ellerini, ayaklarını, gözlerini ve diğer organlarını, güzellik ve çirkinliğini, uzunluk ve kısalığını, bahtiyarlık ve bedbahtlığını takdir buyurdu. "Onu takdir etti" âyetinin onu bütün azalarını yerli yerince, mükemmel bir şekilde yarattı, anlamında olduğu da söylenmiştir. Yüce Allah'ın şu âyetinde olduğu gibi: "Seni önce topraktan, sonra da bir damla sudan yaratan, sonra da seni tam bir adam yapan (Allah)'a kâfir mi oldun?" (el-Kehf, 18/37) Yine yüce Allah, şöyle buyurmaktadır: "O ki seni yarattı, herbir şeyini yerli yerince koydu." (el-İnfitar, 82/7) "Onu takdir etti" âyetinin bir halden bir hale, Önce nutfeden sonra alakaya daha sonra hilkati tamamlanıncaya kadar merhale merhale onu var etti, diye de açıklanmıştır, 20Sonra yolu kolaylaştırdı, "Sonra yolu kolaylaştırdı" âyeti hakkında İbn Abbâs, Atâ, Katade, es-Süddi ve Mukâtil 'in yaptıkları rivâyete göre, şöyle demiştir: Annesinin karnından çıkmasını kolaylaştırdı. Mücahid dedi ki: Hayır ve şer yollarını izlemeyi kolaylaştırdı, yani ona bu husufları açıkladı. Bunun delili de yüce Allah'ın şu âyetleridir; "Gerçek ten Biz, ona yolu gösterdik." (el-İnsan, 76/3); "Ve Biz, ona iki de yol gösterdik. " (el-Beled, 90/10) el-Hasen, Atâ ve Ebû Salih'in kendisinden yaptığı bir rivâyete göre, yine İbn Abbâs da böyle demişlerdir. Yine Mucahid'den de şöyle dediği nakledilmiştir; Mutluluk ve bedbahtlık yolunu (kolaylaştırdı.) İbn Zeyd îslâmın yolunu... diye açıklamıştır. Ebû Bekr b. Tahir dedi ki: Herkese ne için yaratılmışsa onu kolaylaştırdı ve onun hakkında onu takdir buyurdu. Delili de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: "Siz amel ediniz. Herkes ne için yaratılmışa onun için kendisine kolaylık verilir" Buhârî, IV, 1890; 1891, V, 2295, VI, 2435, 2745; Müslim, IV, 2039, 2040; Tirmizi, IV, 445, V, 441; Ebû Davud, IV, 222; İbn Mace, 1, 30; Müsned, 1, K2, 129, M2, 140, 157, III, 292, 304, IV 67, 431. âyetidir, 21Sonra onu öldürüp, kabre koy(dur)du. "Sonra onu öldürüp, kabre koydu." Ona ikram olsun diye içinde gömüleceği bir kabir var etti. Onu kuşların ve diğer yırtıcı hayvanların yemesine imkan verecek şekilde yerin üzerinde atılıp, terkedilen bir varlık noktasına düşürmedi. Bu açıklamayı el-Ferrâ'' yapmıştır. Ebû Ubeyde dedi ki: "Onu kabre koydu" ona bir kabir takdir etti ve kabre gömülmesini emretti, demektir. Ebû Ubeyde dedi ki: Ömer b. Hubeyre, Salih b. Abdurrahman'ı öldürünce Temimuğulları onun huzuruna girerek: Salih'i bir kabre gömelim diye bize ver" dediler. O da: Onu size bırakıyorum, dedi. Yüce Allah; “Onu kabre koy(dur)du" diye buyurmakla birlikte; diye buyurmadı. Çünkü (Bu ikinci şeklin ism-i faili olan); Bizzat kendi eliyle defneden şahıs" demektir. el-A'şâ da şöyle demiştir: "Eğer bir ölüyü bağrına basacak olursa; O yaşar ve kabre defnedecek kimseye götürülmez." Ölüyü defnetmek halinde; Ölüyü kabirde defnettim" denilir. Allah onu kabre gömülecek bir duruma getirdi ve ona bir kabir takdir etti" demektir. Araplar: Devenin kuyruğunu kestim" ve: Allah onun soyunu kesti"; Öküzün boynunu kısalttım" ile Allah onu kessin"; Filanı kovdum" ile Allah onu uzak kılsın, uzaklaştırsın" yani onu kovulup uzaklaştırılan bir kişi haline getirsin, derler, Merhum müfsssirimiz, bu ve benzeri fillerin yalın halleri ile başlarına hemze ziyade edilerek kullanılmaları halindeki anlam farkına işaret etmekte ve böylelikle âyet-i kerîme'deki: "akbara: kabre koy(dur)du" şeklindeki ziyadeli hali ile ziyadesiz hali olan: "kabara: kabre koydu" halleri arasındaki anlam farkına açıklık getirmektedir. 22Sonra da ne zaman dilerse onu tekrar diriltecek. "Sonra da ne zaman dilerse onu tekrar diriltecek." Ölümünden sonra ona hayat verecek. "(........): Onu tekrar diriltecek" âyeti, genel olarak "elif" ile okunmuştur. Ebû Hayve, Nafi'den ve Şuayb b. Ebi Hamza'dan "elif siz olarak: diye okuduğunu rivâyet etmektedir. Bunların ikisi de aynı anlamda ve fasih iki söyleyiştir. Allah ölüyü diriltti" dendiği gibi; "(......): Onu diriltti" de denilir. el-A'şâ da şöyle demiştir: "Ta ki insanlar gördüklerinden ötürü Şu diril(til)en ölüye hayret doğrusu! desinler." 23Hayır! O kendisine emrettiğini yerine getirmemiştir. "Hayır! O kendisine emrettiğini yerine getirmemiştir." âyeti hakkında Mücahid ve Katade: "Yerine getirmemiştir" hiçbir kimse emrolunduğunu yerine getiremez, diye açıklamışlardır. İbn Abbâs da şöyle dermiş: "O kendisine emrettiğini yerine getirmemiştir." Âdem'in sulbünde iken kendisinden alınan ahdi ve misakın gereğini yerine getirmemiştir. Buradaki; “Hayır"ın bir azar ve bir vazgeçme emri olduğu söylenmiştir. Yani durum kâfirin dediği gibi değildir. Çünkü kâfire ölümden sonra diriltileceği haberi verildiği takdirde o şöyle der: "Eğer Rabbime döndürülürsem de şüphesiz benim için onun yanında iyilik vardır." (Fussilel, 41/50) Belki de ben emrolunduğumu eksiksiz yerine getirdim, diyecek. Bunun üzerine; Hayır, o hiçbir şeyi yerine getirmemiştir. Aksine o, Beni ve Rasûlümü inkâr eden bir kâfirdir, diye buyurmaktadır. el-Hasen dedi ki: Yani gerçekten o yerine getirmemiştir; yani emrolunduğu şeylerin gereğini yapmamıştır. "...me" lâfzındaki ifade için bir imad (telaffuza dayanak teşkil eden zâid bir lâfız)dır. Yüce Allah'ın: "Allah'tan bir rahmet sayesinde" (Âl-i İmrân, 3/159) âyeti ile; "zaman sonra elbette pişman olacaklardır." (el-Mu'minun, 23/40) âyetinde olduğu gibi. İmâm İbn Fûrek dedi ki: Yani hayır, Allah bu kâfirin lehine, ona emretmiş olduğu imanı hükmetmiş (takdir etmiş) değildir. Aksine onun lehine hükmetmediği (takdir buyurmadığı) şeyleri ona emretmiştir. İbnul-Enbârî dedi ki: (Burada): “Hayır" üzerinde vakıf (duruş) güzel değildir (kabihtir). Buna karşılık; “Kendisine emrettiği" ile; “Onu tekrar diriltecek" üzerinde vakıf güzel (ceyyid)dır. Buna göre; burada "gerçek şu ki" anlamındadır. 24Öyleyse İnsan yediğine bir baksın! Şanı yüce Allah, insanın yaratılışının başlangıcını sözkonusu ettikten sonra, "Öyleyse insan yediğine bir baksın" âyeti ile kendisine kolaylaştırılan rızkını sözkonusu etmektedir. Yani Allah'ın, yediği şeyleri nasıl yarattığına bir baksın. Buradaki "bakmak" düşünmek suretiyle kalbin bakmasıdır. Yani insan, hayatının esasını teşkil eden yiyeceklerini Allah'ın nasıl yarattığı üzerindena hayatta kalmanın sebeblerini nasıl hazırladığı üzerinde -bu yolla ölümden sonra dirilişe hazırlanmak için- iyiden iyiye düşünsün. el-Hasen ve Mücahid'den şöyle dedikleri rivâyet edilmiştir: "Öyleyse insan yediğine bir baksın!" Yani yediğinin vücuduna nasıl girip nasıl çıktığına bir baksın. İbn Ebi Hayseme, ed-Dahhak b. Süfyan el-Kiiâbi'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bana şöyle dedi: "Ey Dahhak! Sen neler yersin?" Ben: Ey Allah'ın Rasulü! Et ve süt dedim. Peygamber: "Sonra ne oluyor?" diye sordu. Ben bildiğin şeye dönüşüyor, dedim. Şöyle dedi: "Şüphesiz Allah Âdemoğlundan çıkan şeyi dünyaya misal olarak göstermiştir." Müsned, III, 452; Heysemî, Mecma', X, 2HH; Taberânî, Kebir, VIII, 299 Ubey b. Ka'b dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Âdemoğlunun yedikleri dünyaya misal verilmiştir. O her ne kadar yemeğine baharatlar koyup güzelleştirse ve tuzlasa dahi, sen sonunda onun neye ulaştığına bir bak!" İbn Hibban, Sahih, il, 476; Müsned, V, 136; Taberânî, Kebir, 1, 198. Ebû'l-Velid dedi ki: Ben İbn Ömer'e helaya girip, kendisinden çıkan şeylere bakan kişi hakkında soru sordum da şöyle dedi: Melek ona gelerek: Şu cimrilik edip vermekten çekindiğin şeylerin sonunda ne olduğuna bir bak, der. 25Şüphesiz ki Biz, suyu bol bol dökeriz. "Şüphesiz ki Biz, suyu bol bol dökeriz" âyetindeki “Şüphesiz ki Biz" lâfzı genel olarak başlangıç (istinaf) cümlesi olmak üzere kesreli olarak dîye okunmuştur. Kûfeliler ve Yakub'dan rivâyetle Ruveys ise hemzeyi üstün olarak okumuşlardır. Bu okuyuş, 'yemek"in mahiyetini açıklamak sadedinde olduğu için ter konumundadır, çünkü onun bedelidir. Şöyle buyurmuş gibidir: Öyleyse insan yediğine bir baksın. Şüphesiz ki Bizdin... bol bol dökmemize..." Bu kıraate göre: Yediğine" lâfzı üzerinde vakıf güzel değildir. Aynı şekilde (bu okuyuşa göre); "Şüphesiz ki Biz" anlamındaki lâfzı: O" (bizim suyu bol bol dökmemizdir anlamında) takdiri ile merfu kabul etmemiz halinde de durum böyledir. Çünkü ref halinde de "yediği" şeylerin mahiyetini açıklamaktadır. Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Çünkü muhakkak ki Biz , suyu bol bol dökeriz ve onunla yiyecek şeyleri çıkartırız." Yani bu, bu ekde olup gidiyordu. el-Huseyn b. Ali imaith olarak diye ve "nasıl" anlamında okumuştur. Bu okuyuşu kabul edenler de öyle derler: Bu durumda "yediğine" anlamındaki Safız üzerinde vakıf, um bir vakıftır. Bunun "nerede" anlamında olduğu da söylenir. Şu kadar var ki bu "şekiller, sûretler"e ait bir de kinaye ihtiva eder ki, bu: Bizim suyu hangi yolla, hangi cihetten döktüğümüze (baksın), demek olur. Şair el-Kumeyd de şöyle demiştir: "Ne zaman ve nereden sevinç ve neşe geldi sana? Eğlence eğiliminin de, musibetlerin de olmadığı bir yerden." "Şüphesiz ki Biz, suyu bol bol dökeriz" âyeti ile yağmurları kastetmektedir. 26Sonra da yeri gereği gibi yararız. Âyetin tefsiri için bak:27 27Böylece orada taneler bitiririz. "Sonra da yeri gereği gibi" bitkilerle "yararız. Böylece orada taneler bitiririz.." Buğday, arpa, çavdar ve biçilip de saklanan diğer taneler (tahıllar). 28Üzümler, sebzeler, "Üzümler, sebzeler" ile kastedilen yonca ve alaftir. el-Hasen'den rivâyete göre bunlara bu ismin veriliş sebebi, bitip görünmeye başladıktan sonra ardı arkasına biçilmelerinden dolayıdır. el-Kutebî ve Sa'leb dedi ki: Mekkeliler: 'e, ismini verirler. İbn Abbâs dedi ki: Bu taze hurmadır. Çünkü bu hurma, hurma ağaçlarından kesilir. Ayrıca ondan önce de üzüm sözkonusu edilmiştir. Yine ondan nakledildiğine göre, bundan maksat, taze yoncadır el-Halil dedi ki: Taze yonca" demektir. Bunun (yani taze yunca demek olan "el-fısfısa'nın sad yerine) "sin" ile olduğu da söylenmiştir. İşte bu taze yonca korundu mu ona denilir, (el-Halil) dedi ki: Ok ya da yay edinmek üzere ağacın kesilen dallarının adıdır. Bunun kesilen her şeyin ismi olduğu da söylenmiştir. Yonca, pırasa ve kesildikçe kökünden biten sair sebzeler de böyledir, es-Sıhak'ta şöyle denilmektedir: ile Yonca" demektir. Farsçada buna "isfisl." elerler. Bunun çokça bittiği yere de denilir. 29Zeytinlikler, hurmalıklar, Âyetin tefsiri için bak:30 30Sık ve bol ağaçlı bahçeler "Zeytinlikler, hurmalıklar, sık ve bol ağaçlı bahçeler" Bahçeler" in tekili: 'dir el-Kelbî dedi ki: Etrafı çevrilmiş hurma ya da başka ağaç türünden herbir şeye; "hadika-, bahçe" denilir. Etrafı çevrilmemiş olana ise bu isim verilmez. "Sık ve bol" yani ağaçları büyük "bahçeler" demektir. Büyük ağaç" demektir. Arslana; denilir. Çünkü onun boynunu çevirme kabiliyeti yoktur, ancak bütün bedeni ile döner. Şair el-Accâc şöyle demiştir: "Ayrılık gününde sırtımı başımla beraber döndürüp durdum Öyle ki bu halimle arslanı andırdım." Boynu oldukça kalın adam" demektir. Aslında bu lâfzın vasıf olarak kullanılması, boyunlar hakkındadır, sonradan başka hususlar hakkında da istiare yoluyla kullanılır olmuştur. Amr b. Madî kerib dedi ki: "Oralarda enseleri kalın kimseler yürür, sanki onlar; Katrandan eğer ve semer giydirilmiş sekiz yaşındaki deve gibidirler." Ağaçları sarmaş dolaş bahçe" demektir. Çoğulu: ...diye gelir. Ot gelişti ve birbirine sarılıp, karıştı" demektir. İbn Abbâs dedi ki: ile 'ın çoğulu olup "kalın olanlar" demektir. Yine ondan "uzun boylular" anlamına geldiğini söylediği de nakledilmiştir. Katade ve İbn Zeyd: Oldukça değerli hurma ağaçlan' demektir diye açıklamışlardır. Yine İbn Zeyd ve İkrime'nin ise: Kökleri ve gövdeleri çok büyük ağaçlar, diye açıkladıkları nakledilmiştir. Mücahid de sarmaş, dolaş olmuş ağaçlar, diye açıklamıştır. 31Meyveler ve otlaklar (bitirdik.) "Meyveler" insanların incir, şeftali ve buna benzer ağaçların mahsûllerinden yedikleri şeylerdir. "Ve otlaklar" bunlar da davarların yedikleri otlardır. İbn Abbâs ve el-Hasen dedi ki: "Ot" yerin bitirdiği fakat insanların yemediği herşeye verilen isimdir. İnsanların yediklerine: Biçilen şeyler" ismi verilir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı övmek sadedinde şairin şu beyitinde de bu anlamdadır: "Onun çok bereketli bir duası vardır ki, onun rüzgarı sabadır Onunla yüce Allah ekinleri ve otları bitirir." Bu otlara bu ismin veriliş sebebinin, onların (toplanmalarının) maksat olarak gözetilmeleri ve ot olarak toplanmalarıdır. Esasen; ile mana itibariyle aynı şeydir. Şair de şöyle demiştir: "Bizim aslımız Kays'dır, yurdumuz ise Necd'dir. Orada ottan faydalanmak da, içilebilir su da bizimdir." ed-Dahhak dedi ki: Yeryüzünde biten herbir şey"dir. Ebû Rezîn de böyle demiştir: O bitkidir. Buna İbn Abbâs'ın şu sözü delil teşkil etmektedir. İnsanların ve davarların yedikleri şeylerden olup, yeryüzünde biten her şey"dir. Yine İbn Abbâs'tan ve İbn Ebi Talha'dan şöyle dedikleri nakledilmiştir: Bu, yaş mahsûllere verilen bir isimdir. ed-Dahhak dedi ki: Bu, özel olarak samandır. Bu, İbn Abbâs'tan da nakledilmiştir. Şair şöyle demiştir: "Onların davarlarının otlayacak yerleri yoktur. Saman, ise onlarda çok az bulunur." el-Kelbi dedi ki: Meyvenin dışındaki her türlü bitkiye denilir. Bir açıklamaya göre "meyve" yaş mahsûller, "eh (mealde otlak)" ise kurularına denilir. İbrahim et-Teymi dedi ki; Ebû Bekr es-Sıddik (radıyallahü anh)'a "meyve ve otlak"ın tefsiri hakkında soru soruldu da o şöyle dedi: Eğer Allah'ın Kitabı hakkında bilmediğim bir şey söyleyecek olursam, hangi sema beni altında barındırır ve hangi yer beni üstünde taşır? Enes dedi ki: Ömer b. el-Hattâb (radıyallahü anh)'ı bu âyet-i kerimeyi okuduktan sonra şöyle derken dinledim; Bütün bunların ne olduğunu biliyoruz. Peki "el-ebb" (mealde: otlak) ne demektir? Sonra elindeki bir asayı kaldırıp şöyle dedi: Allah'a yemin ederim ki, kişinin kendisini olmadık zorluklara koşması budur. Ömer'in anasının oğlu! Ebb'în ne olduğunu bilmesen sana ne zararı olur? Sonra şunları dedi: Bu kitapta size açıkça anlatılanlara uyunuz, böyle olmayanları da bırakınız. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Sizler yedi şeyden yaratıldınız, yedi şeyden size rızık verilir. O halde yüce Allah'a da yedi şey üzerinde secde ediniz," Peygamber efendimiz "yedi şeyden yaratıldınız" âyeti ile: "... bir nutfe kıldık, sonra o nutfeyi alaka kıldık, sonra o alakayı bir parça et... yaptık" (el-Mu'minun, 23/13-14) âyetlerini kastetmektedir. Yedi şeyden rızıklanmakla da yüce Allah'ın: "Böylece Biz, orada taneler bitiririz. Üzümler... meyveler" âyetine kadar sayılanları kastetmektedir. Daha sonra da "otlaklar" diye buyurmaktadır ki; bu da Âdem oğluna ait bir rızık olmadığını, bunun sırf davarlara has olduğunu göstermektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 32Sizin için de, davarlarınız için de, birer fayda olmak üzere. "Sizin için... birer fayda olmak üzere" âyetindeki: “Fayda olmak üzere" âyeti tekid edici mastar olarak nasbedilmiştir. Çünkü bütün bu hususları bitirmek, bütün canlıları fayda Ilındırmaktır. Bu, yüce Allah'ın ölüleri kabirlerinden diriltmesine -daha önce birkaç yerde açıklandığı üzere, yok oluşundan sonra ekinin bitip yeşerdiği gibi- kabirlerinden diriltilmelerine dair verdiği bir misaldir. Ayrıca onlara ihsan etmiş olduğu nimetleri hatırlatarak onlara lütuflarını dile getirmesi manası da vardır. Yine bu da daha önce birkaç yerde geçmiş bulunmakladır. 33O Sâhha geldiği zaman, Yüce Allah, dünya hayatında geçim hususunu sözkonusu ettikten sonra, "o Sâhha geldiği zaman" âyeti ile öldükten sonra diriliş hususunu sözkonusu etmektedir, ki salih amellerle ve kendilerine lütfedip, ihsan ettiği şeylerden infak etmekle o güne hazır olsunlar. "es-Sâhha" kendisi sebebiyle kıyâmetin kopacağı çığlıktır. Bu da ikinci üfürüştür. Kulakları sağır edecektir. O bakımdan kulaklar ancak hayat bulmak için yapılacak çağrıyı işitecektir Bazı müfessirler şöyle demiştir: Kulaklar onu dikkatle işitmeye çalışacaklardır. Bu da: Şuna kulak verdi" birinden gelmektedir. Hadiste de bu anlamda kullanılmıştır: "Cinler ve insanlar müstesna, Cuma gününde kıyâmetten korktuğu için kulak kabartmayan hiçbir canlı yoktur." İbn Hihban, Sahih, VII, 7; Hakim, Müstedrek, I, 413 Şair de şöyle demiştir: "Bağırıp çağıranın, bağırıp çağırana kulak kabarttığı gibi Kulaklarını pek yüksek olmayan sese dahi kabartır." Kimi ilim adamı şöyle demiştir: Böyle bir açıklama bizden öncekilere teslim olmak ciheti ile alınan, kabul edilen bir bilgidir. Ancak dil açısından kabul edilmesi gereken, birinci görüştür. el-Halil dedi ki: "Sâhha" oldukça şiddetli etkisi dolayısıyla kulakları sağır eden çığlık demektir. Dilde bu kelimenin asıl anlamı, şiddetli ve ağır darbe demektir, Bunun: Ona taşla bir darbe indirdi" tabirinden alındığı da söylenmiştir, Recez vezninde şair şöyle demiştir: "Ey komşum, savunmaya var mısın? Kayalara inen darbelerin savunması gibi." Arapların: Sâhha onları vurdu, musibet onları buldu" tabirleri de bu kabildendir. Taberî dedi ki: Zannederim bu, bir kimse diğerinin üzerine hızlıca atıldığı zaman kullanılan; Filan kişi filanın üzerine hızlıca atıldı" tabirinden gelmiştir, İbnu'l-Arabî dedi ki: "es-Sâhha" işillirici olmakla birlikte sağırlık yapan, sağırlığa sebeb olan sestir. Bu da harikulade bir fesahattir. Öyle ki henüz dişleri yeni çıkmış, yeni yetmelerden birisi de şöyle demiştir: "Senin o acı haberini getiren her ne kadar işittirse dahi, sağır etti." Bir başka şair de şöyle demiştir: "Onların gizlice söyledikleri söz, ayrıldıkları vakit sağır etti beni Sizler,hiç gizlice söylenen bir sözün sağır ettiğini duydunuz mu?" Allah'a yemin ederim ki, kıyâmet çığlığı dünyaya karşı sağır eden fakat âhiret işlerini işittiricidir. 34Kişinin kaçacağı gün; kardeşinden, Âyetin tefsiri için bak:35 35Annesinden ve babasından, "Kişinin kaçacağı gün kardeşinden." Yani o, Sâhha kişinin kardeşinden kaçacağı bu günde gerçekleşecektir. Kardeşiyle yakın ilişkisi ve konuşması olmayacaktır. Bizzat kendisiyle meşgul olacağından dolayı buna vakti olmayacaktır çünkü. Nitekim bundan sonra şöyle buyurmaktadır: "O günde bunlardan herbir kişinin kendine yeter" başkasıyla uğraşmasına fırsat vermeyecek "bir işi vardır." Bir görüşe göre; aralarındaki haklardan ömrü onların kendisinden bir şeyler isteyeceğinden korkacağı için kaçacaktır İçinde bulunduğu zorluğu ve sıkıntıyı görmesinler diye kaçacaktır, şeklinde de açıklanmıştır. Bir başka açıklamaya göre, bunun sebebi, onların kendisine bir fayda verememeleri ya da üzerindeki herhangi bir sıkıntıyı giderememeleri olacaktır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O günde hiçbir mevlâ (dost, akraba)nın mevlâsına bir faydası olmaz." (ed-Duhan, 44/41) Abdullah b. Tahir el-Ebheri dedi ki: Kişi onların acizliklerini, çarelerinin azlığını açıkça göreceği vakit, onları bırakıp bütün bu sıkıntılarını açıp, kederlerini giderecek kimseye doğru kaçacaktır. Eğer dünyada iken bu gerçeği açıkça görmüş olsaydı, hiçbir zaman yüce Rabbimden başka kimseye asla itimad etmezdim 36Eşinden ve çocuklarından, "Eşinden ve çocuklarından" dahi kaçacaktır. ed-Dahak. İbn Abbâs'tan şöyle dediğini zikretmiştir: Kabil kardeşi Habilden. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) annesinden, İbrahim (sallallahü aleyhi ve sellem) babasından, Nûh (aleyhisselâm) oğlundan. Lût (aleyhisselâm) hanımından. Âdem de kötü çocuklarından kaçacaktır. el-Hasen dedi ki: Kıyâmet gününde babasından kaçacak ilk kişi İbrahim'dir. Oğlundan kaçacak ilk kişi Nûh'tur. Hanımından kaçacak ilk kişi de Lût'tur. (el-Hasen) dedi ki: Bu âyetin kendileri hakkında indiğini göreceklerdir. Bu kaçış, onlardan uzak olmak, teberri etmek kaçışı olacaktır. 37O gün, bunlardan herbir kişinin kendine yeter bir işi vardır. "O günde bunlardan herbir kişinin kendine yeter bir İşi vardır" âyeti ile ilgili olarak Müslim'in Sahih'inde Âişe (radıyallahü anhnhâ)'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinledim: "Kıyâmet gününde insanlar çıplak ayaklı, elbisesiz ve sünnetsiz olarak haşredileceklerdir." Ey Allah'ın Rasûlü, dedim, erkekler, kadınlar hep bir arada, biribirlerine bakarak mı? Şöyle buyurdu: "Ey Âişe! Durum birilerinin diğerine bakmalarına fırsat vermeyecek kadar ağır olacaktır." Müslim, IV, 2194; Hakim, Müstedrek, IV, fiO Bu hadisi Tirmizi de, İbn Abbâs yoluyla rivâyet etmiştir. Buna göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İnsanlar çıplak ayaklı, elbisesiz ve sünnetsiz olarak haşredileceklerdir." Bir kadın: Birimiz, diğerimizin avretine bakarak mı? -Ya da: görecek mi- deyince, Peygamber şöyle buyurdu; "Ey filan kadın! "O günde bunlardan herbir kişinin kendine yeter bir işi vardır." (Tirmizi) dedi ki: Hasen, sahih bir hadistir. Tirmizi, V, 432; Hakim, Müstedrek, II, 476. Kendine yeter" anlamındaki lâfız genel olarak "ğayn" ile okunmuştur. Bu da kişiyi akrabalarıyla uğraşmaktan alıkoyacak bir hal demektir. İbn Muhaysın ve Humeyd ise; Kişinin kendisini ilgilendiren" diye "ye" üstün ve "ayn" harfi ile okumuşlardır. el-Kutebî dedi ki: Kişiyi akrabalarından alıkoyacak, başka tarafa çevirecek (iş)" demektir. Aynı kökten olmak üzere: Yüzünü benden başka tarafa çevir" ve: Beyinsizden yüz çevir" denilir. Hufâf şöyle demiştir: "Malik oğulları ile savaş seni alıkoyacaktır Hayasızca işlerden ve toplantılarda bilgisizce davranışlardan." 38O günde apaydınlık yüzler vardır, "O günde apaydınlık yüzler vardır." Parlak ve ışık sağıcıdır. Kendileri için hazırlanmış kurtuluş ve nimetleri bilmiştir. Bu yüzler mü’minlerin yüzleridir. 39Gülmektedir, sevinmektedir. "Gülmektedir." Sevinç ve neşe içindedir. "Sevinmektedir." Yüce Allah'ın verdiği lücuflar dolayısı ile sevinçlidir. Atâ el-Horasani dedi ki: "Apaydınlık" olmalarının sebebi sam, vaktiyle yüce Allah'ın yolunda tozlanmış olmasıdır. Bunu Ebû Naim (Nuaym?) zikretmiştir. ed-Dahhak dedi ki: Bu abdestin bıraktığı izden dolayı olacaktır. İbn Abbâs; Gece namazından dolayıdır, diye açıklamıştır. Çünkü Hadîs-i şerîfte şöyle denilmiştir: "Kimin gece namazı çok olursa, gündüzün yüzü güzel olur.” İbn Mace, I, 422. Sabah etrafı aydınlattığı vakil: denilir. Ki "apaydınlık" ile aynı köktendir.) 40Yine o günde üzerlerini toz, toprak kaplamış yüzler de vardır. Âyetin tefsiri için bak:41 41Bunları da karanlık ve siyahlık kaplayacaktır. "Yine o günde üzerlerini toz toprak kaplamış" üzerinde toz duman bulunan "yüzler de vardır. Bunları da karanlık" tan dolayı görünememek "ve siyahlık kaplayacaktır." İbn Abbâs da böyle açıklamıştır. Yine ondan "zillet ve zorluk" diye açıkladığı rivâyet edilmiştir. Arapçada Toz" demek olup çoğulu da 'dır. Bu açıklama Ebû Ubeyd'den nakledilmiştir. el-Ferezdak şu beyiti söylemiştir: "O, hükümdarın kılığı ile taçlanmıştır, arkasından gelir Bir dalga ki, onun üstünde sancakları ve tozları görürsün." Haberde belirtildiğine göre, hayvanlar kıyâmet gününde toprak olacakları vakit, o toprak kâfirlerin yüzlerine bulanacaktır. Zeyd b. Eslem dedi ki; Semaya doğru yükselen (siyah duman)"; Yere doğru alçalan (toz)" demektir. ile aynı şeylerdir (toz). 42İşte bunlar, kâfirlerin ve facirlerin ta kendileridir. "İşte bunlar kâfirlerin" ("kefere" lâfzı) "kâfirin çoğuludur "ve fâcirlerin" ("fecere" lâfzı) "facir"İn çoğuludur; "ta kendileridir." Fâcir, Allah'a karşı iftira edip, yalan söyleyen kimse demektir. Fasıktır diye de açıklanmıştır. Fasıklık etti" denilir, Yalan söyledi" anlamındadır. Asıl anlamı ise meyletmek demektir. Buna göre "fâcir" meyleden demektir. Buna dair açıklamalar daha önceden geçmiş bulunmaktadır. Hamd yalnız Allah'a mahsustur. (Abese Sûresi burada sona ermektedir). |
﴾ 0 ﴿