TEKVÎR SÛRESİRahmân ve Rahîm Allah'ın İsmi ile Bütün müfessirlerrin görüşüne göre; Mekke'de inmiştir. Yirmidokuz âyet-i kerimedir. Tirmizî'de İbn Ömer'den gelen rivâyete göre; o şöyle demiştir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Her kim kıyâmet gününe gözüyle görmüşçesine bakmaktan hoşlanır ve memnun olursa, o kimse, "Güneş tortop edilip, dürüldüğü zaman"; "Gök yarıldığı zaman" ile "Gök yarılıp, çatladığı zaman" (diye başlayan sûreler)i okusun." (Tirmizi) dedi ki: Bu hasen. garib bir hadistir. Tirmizi, V, 433; Müsned, II, 27. 1Güneş tortop edilip, dürüldüğü zaman, "Güneş tortop edilip, dürüldüğü zaman" âyeti hakkında; İbn Abbâs dedi ki: Güneşin tortop edilip, dürülmesi (tekvîri), Arşın içine sokulması demektir. el-Hasen, ışığının gitmesidir. Katade ve Mücahid de böyle dediği gibi, İbn Abbâs'tan da böyle açıkladığı rivâyet edilmiştir. Said b. Cübeyr telef edilmesidir, diye açıklamıştır. Ebû Ubeyde dedi ki: Tortop edilip dürülmesi, sarığın sarılması gibidir. Yani sarılıp imha edilecektir. er-Rabî' b. Haysem dedi ki: Tortop edilip, dürülmesi onun bir kenara atılması demektir. Ben onu tutup attım, o da düştü" ifadesi de buradan gelmektedir. Derim ki: "Tekvîr"in asıl anlamı bir araya getirip, toplamaktır. Bu dit; sarığın başın etrafında sarılıp toplanması anlamına gelen: 'dan alınmadır. O halde, güneş sarılıp sarmalanacak ve ışığı imha edilecek, sonra da denize atılacaktır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Ebû Salih'ten "tortop edilip, dürülmesi"nin ters yüz edilmesi, altüst edilmesidir, diye açıkladığı nakledilmiştir. 2Yıldızlar ardarda döküldüğü zaman, "Yddızlar ardarda döküldüğü zaman" darmadağın olup, etrafa saçıldığı zaman demektir. Ebû Ubeyde: Kartal avına doğru hücum ettiği vakit yukarıdan aşağıya kendisini nasıl atıyorsa, Öylece atıldığı zaman, diye açıklamıştır. el-Accâc da, bir çakır doğanı anlatırken şunları söylemektedir: "Bir toy kuşu görüp aydınlanan (sevinen) ve üstüne atılan Bir doğanın, süzülüp avının üstüne atılışı gibi." Ebû Salih, İbn Abbâs'tan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "O gün semada, yere düşmedik hiçbir yıldız kalmayacaktır. Öyle ki yedinci yerde bulunanlar, en üstte bulunan arzın başına gelen ve ona isabet edenlerden korkup, dehşete kapılacaklardır." ed-Dahhak, İbn Abbâs'tan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Yıldızlar ardı arkasına düşecektir. Yıldızlar sema ile arz arasında nurdan zincirlerle asılı kandillerdir. Bu zincirler de nurdan meleklerin elindedir. Sûr'a birinci defa üfürüleceğinde yerde ve gökte bulunan herkes ölecek. İşte bu yıldızlar etrafa dağılacak ve meleklerin ellerinden zincirler peşpeşe düşecek, çünkü onları tutanlar, ölmüş olacaktır. "Yıldızların dökülmesi"nin izlerinin yok edilmesi anlamına gelme ihtimali de vardır. Çünkü yıldızlara bu ismin (necin) veriliş sebebi, semada ışıklarıyla görünmeleridir. Yine İbn Abbâs'tan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Yıldızların dökülmesi" değişmeleri ve yerlerinden yok olup gitmeleri dolayısıyla, ışıklarının kalmaması demektir. Anlamlar birbirlerine yakındır, 3Dağlar yürütüldüğü zaman, "Dağlar yürütüldüğü zaman" yerden koparıldığı ve havada yürütüldüğü zaman, demektir. Bu da yüce Allah'ın: "O günde dağları yürüteceğiz ve sen yeryüzünü çıplak göreceksin" (el-Kehf, 18/47) âyetine benzemektedir. Dağların yürütülmesi taş olmaktan çıkıp, yığılmış kum gibi olmalan yani akışkan (taneleri birbirini tutmayan) kum yığını olmaları demektir, diye de açıklanmıştır. O vakit; dağlar, atılmış pamuk gibi olacak, etrafa saçılmış toz toprağı andıracak ve hiçbir şey olmayan bir serab gibi olacak. Yer herhangi bir tümseklik ya da çukurun görülmediği dümdüz bir arazi haline dönüşecek. Bu husus daha önce bir başka yerde de (Tâ-Hâ, 20/105 âyet ve devamının tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Allah'a hamdolsun. 4Doğumu yaklaşmış develer başıboş bırakıldığı zaman, "Doğumu yaklaşmış develer" karınlarında yavruları bulunan hamile develer "başıboş bırakıldığı zaman." "Doğumu yaklaşmış develer"in tekili: 'dir. Yahutta gebeliği üzerinden on ay geçmiş olan deve demektir. Artık bu deve yavrulayıncaya kadar bu ad ile anılır, yavrulamasından sonra da yine bu ismi taşımaya devam eder. Bir şeyi daha önceki ismi ile adlandırmak, artık o zamanı geçmiş olsa dahi bunu sürdürmek- Arapların adetlerindendir. Nitekim bir kimse beş allı yaşına gelmiş olan atını kastederek, benim tayımı getiriniz, benim tayımı yaklaştırınız, der ve onu daha önceki ismiyle anmaya devam eder. Antere şöyle demiştir: "Sakın benim tayımı ve ona yedirdiklerimi ağzına alma O vakit senin derin uyuz olmuşun derisi gibi olur." Yine şöyle demiştir: "Ve atımı onun (o birliğin) ortasına sürerek hamle yaptım ve onların ta içine daldım." Özellikle "doğumu yaklaşmış develer"i sözkonusu etmesi, Arapların nezdinde böylelerinin en değerli oluşundan dolayıdır ve bu develere sahib olanlar, ancak kıyâmetin kopacağı vakit onları başıboş bırakırlar. Bu elbetteki bir örneklendirmedir. Çünkü kıyâmet gününde doğumu yaklaşmış dişi deve olmayacaktır. Fakat bununla misal vermek istemiştir. Şöyle ki; kıyâmet günü öyle dehşetlidir ki, bir kimsenin doğumu yakınlaşmış devesi olsa dahi, onu başıboş bırakır ve kendi işiyle uğraşır. Şöyle de açıklanmıştır: Onlar, kabirlerinden kalkmış, birbirlerini görmüş olacakları gibi, vahşi hayvanların ve diğer hayvanların toplanmış olduğunu, aralarında ise kendileri için en değerli mal saydıkları doğumu yakınlaşmış develerinin de bulunduğunu görecekler, fakat bunlara iltifat etmeyecek, onların bu hali kendilerini hiç ilgilendirmeyecek. Araplara doğumu yakınlaşmış develer sözkonusu edilerek hitab edilmesinin sebebi, mallarının ve geçimlerinin çoğunluğunu develer teşkil ettiğinden dolayıdır. ed-Dahhak, İbn Abbâs'tan; "başıboş bırakılmaları" sahipleri tarafından kendi hallerine terk edilmeleri demektir. Sahipleri kendi halleriyle meşgul olacaklardır; diye açıkladığını rivâyet etmektedir. el-A'şâ şöyle demektedir: "O seçilmiş yüz deveyi bağışlayandır İster iki yaşında olsun, ister doğumu yaklaşmış olsun." Bir başka şair de şöyle demektedir: "Malı azalırsa kişinin terkedildiğini görürsün, Fakat zencinin evine hediyeler yollanır ve ziyaret olunur Ziyaretçilere ziyaret ettiklerinin malının ne faydası olur Doğumu üzerinden yedi ay geçmiş develerle, doğumu yakınlaşmış develer yayılırsa." "Doğumu yakınlaşmış tek bir dişi deve" için: iki dişi deve için: üç ve yukarısı dişi develer için: denilir ve müenneslik hemzesinin yerine "vav" getirirler. "Dişi devenin doğum zamanı yaklaştı" demektir. Bir diğer açıklamaya göre; İçinde bulunanın alıkonulduğu bulut" demektir ki; bu da sudur ve böyle bir bulutun yağmur yağması önlenir. Araplar bulutu gebe dişiye benzetirler. Yurtların ıssız kalıp, orada kimse kalmayacağı diye açıklandığı gibi, ekininden öşür alınan, fakat işlenmeyip, ekilmeyen arazidir, diye de açıklanmıştır. Ancak birinci açıklama daha ünlüdür, insanların çoğu da bunu kabul etmişlerdir. 5Vahşi hayvanlar bir araya toplandığı zaman, "Vahşi hayvanlar bir araya toplandığı zaman" âyetindeki "haşr" biraraya getirip toplamak demektir. Bu anlam el-Hasen, Katade ve başkalarından nakledilmiştir. İbn Abbâs: Vahşi hayvanların toplanması, ölmeleri demektir, diye açıklamıştır. Bu açıklamayı ondan İkrime rivâyet etmiştir, Herbir şeyin haşredilmesi (toplanması) ise cin ve insanların dışındakilerin ölmesi demektir. Çünkü cinlerle insanlar, kıyâmet gününe gelecekler (ve hesapları görülecektir). Yine İbn Abbâs'tan şöyle dediği nakledilmiştir: Sineklere varıncaya kadar herbir şey haşredilecektir. İbn Abbâs dedi ki: Yarın vahşi hayvanlar haşredilecektir, yani birinin lehine, diğerinden kısas uygulanmak üzere bir araya getirileceklerdir. Boynuzsuz olan koçun lehine boynuzluya kısas uygulanacaktır. Sonra da onlara: "Toprak olun" denilecek, onlar da öleceklerdir. Bu açıklama İkrime'nin kendisinden yaptığı rivâyetten daha sahihtir. Biz bunu "et-Tezkire" adlı eserimizde, yeterli bir şekilde açıklamış bulunuyoruz. Bu açıklamaların bir kısmı da daha önce el-En'âm Sûresi'nde (6/38. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Yani vahşi hayvanların hali, bu olacağına göre, ya Âdem oğlunun durumu ne olacaktır? Şöyle de açıklanmıştır: Bununla kastedilen şudur: Vahşi hayvanlar bugün insanlardan ürküp kaçmakla, onlardan uzak sahralarda yaşamakla birlikte, yarın, o günün dehşetli hallerinden dolayı insanlar ile birlikte olacaklardır. Bu anlamdaki açıklamayı Ubey b. Ka'b yapmıştır, 6Denizler ateşlendîrildiği zaman, "Denizler ateşlendirildiği zaman." Su ile doldurulduğu zaman demektir. Çünkü Araplar: Havuzu doldurdum, dolduruyorum" tabirini su ile doldurduktan vakit kullanırlar. Böyle olan havuza: denilir. Sözlükte; ile Dolu, dopdolu olan" demektir. er-Rabi b. Haysem'in rivâyet ettiğine göre de: Dolup, taştı" demektir. el-Kelbi, Mukâtil , el-Hasen ve ed-Dahhak da böyle açıklamışlardır. İbn Ebi Zemnin dedi ki: 'in gerçek anlamı "doldu, biri diğerine laştı ve tek bir şey (su) haline geldi" demektir. el-Hasen'in açıklamasının anlamı da budur. Yani denizler birbirlerine akıtılarak tek bir deniz haline gelecektir. el-Kuşeyri dedi ki: Bu da yüce Allah'ın; "Ama aralarında bir engel vardır, biri diğerine karışmaz." (er-Rahmân, 55/20) âyetinde sözünü ettiği engeli kaldırması ile olur. Sözü edilen bu engel kaldırılacak olursa, denizlerin sulan kaynayıp, coşar ve bütün yeryüzünü örter. Bütün denizler de tek bir deniz haline gelir. Bir diğer açıklamaya göre; hepsi de cehennem ehli için sözkonusu olan Hamim denilen kaynar sudan, tek bir deniz haline gelir. Yine el-Hasen'den, Katade ve İbn Hayyan'dan şöyle dedikleri rivâyet edilmiştir: Denizler kuruyacak, onların sularından tek bir damla dahi kalmayacaktır. el-Kuşeyri dedi ki: Bu (anlam): Tandırı kızdırdım, kızdırıyorum" ifadesinden alınmadır, İşte denizin üzerine bu şekilde alevler musallat edilecek olursa, ondaki nemlilik kurur (denizler buharlaşır) ve işte o vakit, dağlar da yürütülür, denizler ve dağların hepsi tek bir yaygı haline dönüşür. Bu da denizlerin yerlerinin, dağlar ile doldurulması ile gerçekleşecektir. en-Nehhâs dedi ki: Bu husustaki görüşler birbiriyle uyumlu da olabilir. Bu durumda suyun kuruması, denizlerin birinin diğerine taşmasından sonra olur, o vakit de denizler ateşe dönüştürülür. Derim ki: İşte o vakit el-Kuşeyri'nin belirttiği gibi dağlar da yürütülür. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. İbn Zeyd, Şemir, Atiyye, Süfyan, Vehb, Ubey, Ali b. Ebî Tâlib ve ed-Dahhak'ın kendisinden yaptığı rivâyete göre İbn Abbâs da şöyle demiştir: Denizler alevle tutuşturulmuş ve ateşe döndürülmüş olacaktır. İbn Abbâs dedi ki: Yüce Allah güneşi, ay'ı ve yıldızlan denize atar, sonra onun üzerinden bir batı rüzgarı estirir ve ateş oluncaya kadar onu üfler. Kimi hadiste de böyle denilmiştir: "Yüce Allah'ın emri ile güneş, ay ve yıldızlar denizde darmadağın olurlar. Sonra yüce Allah, batı rüzgarını gönderir de orayı ateş yakar. İşte yüce Allah'ın kâfirleri kendisi ile azaplandıracağı büyük ateşi budur." Suyun. ed-Durru'l-Mensûr, VIII, 426. el-Kuşeyri dedi ki: İbn Abbâsın "ateşlendirildiği zaman" âyetini alevle yakıldığı zaman, diye tefsir etmesi hakkında şöyle denilmiştir: Cehennemin denizlerin dibinde olma ihtimali vardır. O bakımdan dünyanın ayakta durması için şu anda ateşlendirilmemiştir. Dünyanın sonu geldiği vakit ateşlendirilecektir. Hepsi ateş ulacak ve cehennemlikleri Allah o ateşe girdireçektir. Denizin altında bir ateşin bulunma ihtimali de vardır. Daha sonra yüce Allah, denizin tümünü alevlendirecek ve ateşe dönüşecektir. Haberde rivâyet edildiğine göre, deniz, ateş içinde ateştir. Muaviye b. Said dedi ki: Rum denizi yeryüzünün ortasıdır. Onun altında bakır ile kapatılmış, kıyâmet gününde ateş olarak yakılacak kuyular vardır. Bir başka açıklamaya göre güneş, denizde olacak ve deniz de güneşin hararetiyle ateş olacaktır. Diğer taraftan bütün bu âyetlerde sözü edilen hususların kıyâmet gününden önce dünyada gerçekleşmesi ve bunların kıyâmet alâmetlerinden olması imkânı olduğu gibi, kıyâmet günü gerçekleştikten sonra kıyâmet gününde bu alâmetlerin gerçekleşecek olması ihtimali de vardır. Derim ki: Abdullah b. Amr'dan rivâyet olunduğuna göre; o cehennemin tabağı olduğundan deniz suyu ile abdest almazmış. Ubey b. Kâb da dedi ki: Kıyâmet gününden önce, altı tane alamet gerçekleşecektir. İnsanlar çarşı pazarlarında bulunuyor iken güneşin ışığı gidecek, yıldızlar görünecek, insanlar bundan dolayı hayrete ve dehşete düşecekler. Onlar bu hallerinde bakınıp duruyorlarken yıldızlar etrafa sağıp savrulacak ve dökülecektir. Bu halde iken ansızın dağlar yerin üzerine düşüverecek, sarsılacak, çalkanacak ve yanacaklar, saçıp savrulan bir toz haline gelecekler. Korku ve dehşetle insanlar cinlere, cinler insanlara koşacaklar. Hayvanlar, yırtıcı hayvanlar, haşerat ve kuşlar birbirine karışacaklar. Biri diğeri içerisine dalga dalga girecek. İşte yüce Allah'ın: "Vahşi hayvanlar bir araya toplandığı zaman" âyeti bunu anlatmaktadır. Sonra cinler, insanlara biz size buna dair haberi getireceğiz diyecekler, denizlere varacaklar. Denizlerin alevli bir ateş haline geldiğini görecekler. Onlar bu halde iken en alttaki yedinci arza kadar ve oradan en yukarıdaki yedinci semaya kadar yer tek bir yarılma ile yarılacak. Onlar bu halde iken üzerlerine bir rüzgar gelip, onları öldürecek. "Ateşlendirîldîği zaman" lâfzının, kan gibi oluncaya kadar suyunun kızaracağı anlamına geldiği de söylenmiştir. Bu da; Kırmızı bir göz': tabirlerinden alınmıştır. İbn Kesîr, bu kelimeyi şeddesiz olarak: diye okumuştur. Ebû Amr da böyle okumuştur. Bu okuyuş yerin halini haber vermekte ve bunun bir defa olacağını belirtmektedir. Diğerleri ise ("cim" harfini) şeddeli okumuşlardır. Bu da onun bu halinin ardı arkasına defalarca tekrarlanacağına işaret etmektedir. 7Nefisler eşleştirildiği zaman, "Nefisler eşleştirildiği zaman" âyeti hakkında en-Numan b. Beşir dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Nefisler eşleştirildiği zaman" (âyeti hakkında) dedi ki: "Herbir kimse daha önce kendi ameli gibi amel işlemiş olan kimselerle biraraya getirilecek (onlarla eşleştirilecek)dir." Süyûtî, ed-Durru’l-Mensür, VII), 429. Ömer b. el-Hattâb dedi ki: Günahkar, günahkar ile salih kimse, salih kimse ile eşleştirilecektir. İbn Abbâs dedi ki: Bu, insanların üç ayrı gruba ayrılacağı zaman olacaktır. es-Sabikun (ileri geçenler) bir sınıf, Ashabu'l-Yemin bir sınıf ve Ashabu'ş-Şimal bir sınıf olacaktır. Yine ondan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Mü’min nefisler el-Huru'l-îyn ile eğleştirilecek, kâfirler şeytanlarla eşleştirilmiş olacaktır, münafıklar da böyle olacaktır. Yine İbn Abbâs'tan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Herbir şekil cennet ehlinden ya da cehennem ehlinden kendi benzeri ile bir araya getirilecektir. İtaat hususunda ileri gitmiş olanlar kendi benzerlerine katılacak, orta halliler kendi benzerlerine katılacak, masiyet işlemiş olanlar da kendi benzerlerine katılmış olacaktır, Buna göre "eşleştirme" herşeyin kendi benzeri ile bir araya getirilmesi demektir. Yani insanlar, cennet ve cehennemde benzederi ile bîraraya getirileceği vakit... Herbir kimse hükümdar ya da sultan kabilinden (dünyada iken) beraber bulunup ayrılmadığı kimseye katılacaktır; diye de açıklanmıştır. Yüce Allah'ın: "Toplayınız, zulmedenleri ve onlara eş olanları." (es-Saffat, 37/22) Yani anların benzerlerini... âyetinde olduğu gibi. İkrime dedi ki: "Nefisler eşleştirildiği zaman" ruhlar cesetlerle biraraya getirildiği, yani ruhlar bedenlere iade edildiği zaman, demektir. el-Hasen dedi ki: Herbir kişi kendi dindaşlarına katıldığı zaman. Yahudi yahudiye, hristiyan hristiyana, mecusi mecusiye ve Allah'tan başka herhangi bir şeye ibadet eden herkes birbirlerine, münafıklar münafıklara,mü’minler de mü’minlere katılıp bir araya getirileceği zaman... Azgın bir kimse, kendisini azdıran şeytan ya da insan ile -düşmanlık ve nefret ciheti ile- biraraya getirilecektir. İtaatkar kimse de kendisini itaate davet eden peygamberler ve mü’minlerle bir araya getirileceği zaman... Bir başka açıklamaya göre; kişiler amelleriyle bir araya getirilecek ve herbir amel o kişiye mahsus olduğundan dolayı, eşleştirme gibi olacaktır. 8Dirİ diri gömülen kız çocuğuna sorulduğu zaman; Âyetin tefsiri için bak:9. 9"Hangi günahtan dolayı öldürüldü?" diye. "Diri diri gömülen kız çocuğuna sorulduğu zaman: Hangi günahtan dolayı öldürüldü? diye" âyetindeki; “Diri diri gömülen kız çocuğu" öldürülen kız çocuğu demektir ki; bu da canlı iken gömülen kız çocuğu anlamındadır. Ona bu İsmin veriliş sebebi, üzerine atılan topraktan dolayıdır. Bu toprak ona ölünceye kadar ağırlık verir. İşte şanı yüce Allah'ın: "Onları koruması ona ağır gelmez." (el-Bakara, 2/255) âyetinde de bu anlamdaki lâfız kullunılmıştır. Mütemmim b. Nüveyre şöyle demiştir: "Diri diri gömülür, dar bir geçitte kabre atılır, Göbek bağına bağlanan şey yastığıdır, beşiğe konulmaz." Araplar iki sebebten ötürü kız çocuklarını diri diri gömerlerdi. Birincisi, onlar: Melekler Allah'ın kızlarıdır, diyorlar, böylelikle kızları ona geri gönderiyorlardı. İkincisi ise, ya ihtiyaç ve fakirlik korkusu ile onları öldürüyorlardı yahut esir alınır ve köle edilirler diye korktuklarından dolayı öldürüyorlardı. Bu anlamdaki açıklamalar daha önce en-Nahl Sûresi'nde; "Yoksa onu diri diri toprağa mı gömsün ?" (en-Nahl, 16/59) âyeti açıklanırken yeterli açıklamalarla geçmiş bulunmaktadır. Onların şeref sahibi olan soyluları ise, böyle bir şeye yanaşmazlar ve hatta engel olurlardı. O kadar ki el-Ferezdak bundan dolayı övünerek şöyle demiştir: "Diri diri gömülenleri engelleyip de Gömülmek durumunda olanları diriltip, gömülmelerini engelleyen kişi de bizdendir." Bu sözleriyle dedesi Sa'saa'yı kastetmektedir, Sa'saa diri diri gömülmek istenen kızları babalarından satın alıyordu. İslam geldiğinde diri diri gömülecek olan yetmiş tane kızı hayatta tutmuş idi, İbn Abbâs dedi ki: Cahiliye döneminde bir kadın hamile kaldı mı bir çukur kazar ve bu çukurun başında doğumunu yapardı. Kız çocuğu doğurursa onu çukura atar ve üzerini toprakla örterdi. Erkek doğurursa onu alıkoyardı. Recez vezninde şairin şu beyiti de bu kabildendir: "Doğduğu zaman onu "ölecek" diye adlandırdım Kabir ise çok sağlam ve vakur bir dünürdür." Vakur" demektir. Bu kelime vezin itibariyle "fissîk" gibidir. Filan kişi insanların en vakurudur" Bu, ne kadar da vakurdur" denilir. Bu açıklamalar el-Ferrâ'dan nakledilmiştir. Katade dedi ki: Cahiliye dönemi insanlarından herhangi bir kimse, kız çocuğunu öldürüyor, buna karşılık köpeğini besliyordu. Bu tutumları dolayısıyla yüce Allah onlara sitem etmekte ve: "Diri diri gömülen kız çocuğuna sorulduğu zaman...." âyeti ile onları tehdit etmektedir. Ömer, yüce Allah'ın: "Diri diri gömülen kız çocuğuna sorulduğu zaman" âyeti hakkında söyle dedi: Kays b. Âsım, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gelerek: Ey Allah'ın Rasülü dedi. Ben cahiliye döneminde sekiz kızımı diri diri gömdüm. Peygamber: "Onların herbirisinin yerine bir köle azad et." dedi. Kays: Ey Allah'ın Rasûlü ben deve sahibi bir kimseyim deyince, şöyle buyurdu: "Arzu edersen onlardan herbirisi için bir deve hediye kurbanı olarak gönder, dedi." Bezzâr, Müsned, I, 355; Taberânî, Kebir, XVIII, 337; Heysemi, Mecmâ, VII, 134 Yüce Allah'ın: "Sorulduğu zaman" âyeti, diri diri gömülen kız çocuğuna, onu öldüren kimseye azar olmak üzere soru sorulduğu zaman demektir. Başkası tarafından dövülmüş bir çucuğa: Sana niye vuruldu, Senin günahın nedir? demeye benzer. el-Hasen dedi ki: Yüce Allah, onun katilini azarlamayı murad etmiştir. Çünkü o, günahsız yere öldürülmüştür. İbn Eşlem dedi ki: O hangi günahtan ötürü vuruldu, demektir. Çünkü onlar böyleler)ni dövüyorlardı da, İlim ehlinden bazıları "sorulduğu zaman" âyetini "istendiği zaman" diye açıklamıştır. Bununla maktulün kanı istendiği gibi, onun da (öldürülmesinin sebebi sorulup) isteneceğini anlamış gibidir. Bu yorumu yapan kişi şöyle demiştir: Bu âyet, yüce Allah'ın: "Allah'a verilen söz ise sorulur." (el-Ahzab, 33/15) âyetine benzemektedir ki (gereğinin yerine getirilmesi) istenir, demektir. Sanki bu kız çocuğu onlardan istenmiş de, çocuklarınız nerede? diye sorulmuş gibidir. ed-Dahhak ve Ebû'd-Duha'nın rivâyetine göre, Cabir b. Zeyd ile Ebû Salih: diri diri gömülen kız çocuğu sorduğu zaman'" diye okumuşlardır. Kız çocuğu babasına asılacak ve: Hangi günahtan dolayı beni öldürdün, diye soracaktır. Fakat onun ileri sürecek hiçbir mazereti bulunmayacaktır. Bu açıklamayı İbn Abbâs yapmıştır. O da: "Diri diri gömülen kız çocuğu sorduğu zaman" diye okumuştur. Ubey'in Mushaf'ında da bu böyledir. İkrime, İbn Abbâs'tan, o Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: "Çocuğunu öldüren kadın, kıyâmet gününde çocuğu memelerine asılmış, kanlarına bulanmış olarak gelecek ve Rabbim. bu benim annemdir, bu beni öldürdü diyecek." Birinci görüş, Cumhûrun kabul ettiği görüştür ve bu da yüce Allah'ın Îsa (aleyhisselâm)'a -kendisini ilâh edinmiş olanlara azarlamak ve onlara sitem etmek üzere- söyleyeceği: "İnsanlara ... sen mi söyledin?" (el-Mâide, 5/116) âyetine benzemektedir. İşte diri diri gömülen kız çocuğuna da sorulacak, bu soru, onu diri diri gömene bir azar mahiyetindedir ve bu. neden öldürüldüğüne dair soru sorulmasından daha beliğdir. Çünkü öldürülmesi ancak bir günah dolayısıyla doğru olabilirdi. Peki bunu gerektiren günahı ne idi? Onun günahı olmadığı açıkça ortada olduğuna göre, böyle bir iş daha büyük bir belâ ve onu öldürene karşı delil daha açık seçiktir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. "Öldürüldü" anlamındaki âyet ("te" harfi) şeddeli olarak: diye de okunmuştur. Bu âyette müşriklerin çocuklarının azâb edilmeyeceklerine ve günahsız azâbın hakedilmeyeceğine dair açık bir delil de bulunmaktadır. 10Defterler açıldığı zaman, "Defterler açıldığı zaman." Önceleri katlı ve dürülmüş iken açılacağı zaman. Maksat, meleklerin, sahipleri tarafından işlenmiş hayır ve şer türünden yaptıklarını yazmış oldukları amel defterleridir. Ölüm ile birlikte bu defterler dürülür, kıyâmet gününde ise açılır. Her insan kendi amel defterinde ne olduğunu öğrenir ve içinde neler bulunduğunu bilir. Bunun üzerine de: "Bu kitaba ne olmuş? Küçük büyük hiçbir şey bırakmayıp, sayıp dökmüş" (el-Kehf, 18/49) diyecekler. Mersed b. Vedâa rivâyetle dedi ki: Kıyâmet günü oldu mu amel defterleri Arşın altından uçuşur. Mü’minin defteri eline düşer: "Yüksek bir cennette... Geçmiş günlerde peşinen işledikleriniz sebebi ile afiyetle yiyin, için. "(el-Hakka, 69/24) Kâfirin defteri de eline düşer: "Beyinlere kadar işleyen bir sıcaklıkta... O serin de değildir, faydası da yoktur." (el-Vakıa, 56/42-44) Ummu Seleme (radıyallahü anha)'dan rivâyet edildiğine göre; Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kıyâmet gününde insanlar çıplak ayaklı ve elbisesiz haşredileceklerdir" Ben: Ey Allah'ın Rasûlü, dedim ya kadınların durumu ne olacak? Peygamber şöyle buyurdu: "İnsanlar (başka şeyle) meşgul edilecekler ey Ummu Seleme!" diye buyurdu. Ben: Onları meşgul edecek olan nedir? diye sordum, şöyle buyurdu: "Zerre ağırlığındaki şeylerin de, hardal tanesi ağırlığındaki şeylerin de yazılı bulunacağı amel defterleri (onları meşgul edecektir)." Taberanî, Evsat, I, 254; Hsysemî, Mecma', X, 333; Münzirî, et-Terğib, IV, 207. Daha Önce el-İsra Sûresi'nde (17/13-14. âyetlerin tefsirinde) Ebû's-Sevvar el-Adevi'nîn şu sözü kaydedilmiş bulunmaktadır: Neşir (sahifelerin açılması) iki defadır ve bir defada katlanma sözkonusudur. Ey Âdem oğlu, sen hayatta olduğun sürece senin açılmış olan sahifene dilediğin şeyleri yazdır. Öldüğün takdirde bu sahifen dürülecektir. Nihayet ölümden sonra diriltileceğin vakit tekrar açılacaktır: "Oku kitabını! Bugün kendine karşı iyi hesablayıcı olarak kendin yetersin (denilecek.)" (el-İsra, 17/14) Mukâtil dedi ki: Kişi Öldü mü amel defteri dürülün Kıyâmet günü oldu mu açılır. Ömer (radıyallahü anh)'dan rivâyet edildiğine göre, bu âyeti okuduğu vakit şöyle dermiş: Ey Âdem oğlu! İş sana doğru götürülüyor (iş sana bağlı). Nafi', İbn Âmir, Âsım ve Ebû Amr; Açıldı" diye şeddesiz olarak okumuşlardır. Bir defa açılacak anlamını ifade eder. Çünkü böylece delili ortaya konulmuş olur. Diğerleri ise açma işleminin tekrarını anlatmak üzere ("şın" harfini) şeddeli okumuşlardır. Bu da isyankarın azarlanmasının, itaatkarın müjdelenme sinin de İleriye götürülmesi içindir. İnsanın ve ona şahit olacak meleklerin bu İşi tekrarlayacağından dolayı, diye de açıklanmıştır. 11Gök yerinden söküldüğü zaman, "Gök yerinden söküldüğü zaman" âyetindeki: “Sökmek"; iyice yapışmış olan bir şeyi yerinden koparmaktır. Sema koçtan ve benzerlerinden derinin soyulması gibi sökülecektir. şekli de aynı anlamın bir söyleyişidir. Abdullah'ın okuyuşunda: “Gök yerinden söküldüğü zaman" şeklindedir. Devenin derisini soydum" demektir. Buna karşılık Onu yüzdüm" denilmez çünkü Araplar deve hakkında ya Onu soydum" derler yahutta; Derisini soydum" derler. Gitti" anlamındadır. Buna göre sema bir örtü, bir şeyin üzerinden kaldırıldığı gibi yerinden kaldırılacaktır. Yüce Allah'ın: "Gökleri kitabların katlandığı gibi katlayacağımız gün..." (el-Enbiya, 21/104) diye buyurduğu şekilde katlanacaktır, diye de açıklanmıştır. Anlam, sanki sema yerinden sökülüp katlanacaktır, gibi. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 12Cehennem daha da kızıştırüdığı zaman, "Cehennem daha da kızıştmldığı zaman." Kâfirler için yakılıp alevlendirildiği ve kızdırılması arttırıldığı zaman. "Ateşi alevlendirdim, kızıştırdım, kızıştırıyorum" denilir. "Kızıştırıldı" anlamındaki âyet genel olarak: Alevli ateş" lâfzından gelen şeddesiz bir fiil olarak okunmuştur. Ancak Nâfi', İbn Zekvan ve Ruveys şeddeli okumuşlardır. Çünkü cehennem ardı arkasına ateşi yakılmış ve kızıştırılmış olacaktır. Katade dedi ki: Onu Allah'ın gazabı ile Âdem oğullarının günahları ardı arkasına alabildiğine kızıştıracaktır. Tirmizi'deki rivâyete göre, Ebû Hüreyre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan şöyle buyurduğunu nakletmektedir: "Ateş kırmızılaşıncaya kadar bin yıl süre ile tutuşturuldu. Sonra beyazlaşıncaya kadar bin yıl süre ile yakıldı. Sonra kararıncaya kadar bin yıl süre ile yakıldı, O bakımdan o siyah ve karanlıktır." Bu hadis mevkuf olarak da rivâyet edilmiştir. Tirmizî, IV, 710. 13Cennet de yaklaştırıldığı zaman, "Cennet de yaklaştırıldığı zaman." Takva sahiblerine yakınlaştirildiği zaman, demektir. el-Hasen dedi ki: Onlar cennete yakınlaştıracaklar, yoksa cennet, yerinden ayrılacak değildir. Abdurrahman b. Zeyd şöyle derdi: (Acaba) süslendi, yakınlaştırıldı (mı) demektir. Arap dilinde; Yakınlık" demektir. Yüce Allah, şöyle buyurmaktadır: "Takva sahiblerine cennet yakınlaştırılır." (eş-Şuara, 26/90) Filan kişi yakınlaştı" demektir. 14Her nefs neyi hazırlamışsa bilmiş olacaktır. "Her nefs neyi hazırlamışsa" hayır ve şer türünden ne işlemişse "bilmiş olacaktır." Bu âyet; "güneş tortop edilip, dürüldüğü zaman" ile ondan sonra gelen âyetler(daki şart)ın cevabını teşkil etmektedir. Ömer (radıyallahü anh) dedi ki: İşte bunca söz bunun için söylendi. İbn Abbâs ve Ömer (radıyallahü anhüma)'dan rivâyet edildiğine göre, onlar bu sûreyi okumuşlar. "Her nefs neyi hazırlamışsa bilmiş olacaktır" âyetine varınca, "işte bütün bu anlatılanlar bunun için anlatıldı" demişlerdir. Buna göre, anlam şöyle olur: Güneş tortop edilip, dürüldüğü zaman ve bu ister gerçekleşeceğinde, herbır nefis amel olarak neyi hazırlamışsa bilmiş olacaktır. Buhârî ve Müslim'de Adiy b. Hatim'den şöyle dediği nakledilmektedir Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Aralarında bir tercüman bulunmaksızın Allah'ın kendisi ile konuşmayacağı aranızdan hiçbir kimse yoktur. Kişi sağına bakacak, ancak önden göndermiş olduklarını görecek. Soluna bakacak, ancak önden göndermiş olduklarını görecek. Karşısında cehennem ateşi görünecek. O bakımdan sizden her kim bir hurmanın yarısı ile dahi olsa cehennem ateşinden kendisini koruyabiliyorsa, durmasın, yapsın." Buhârî, V, 2395, İbn Hibban. Sahth, XV. Ş73: Tirmizî, IV, 611; İbn. Mace, I, 66; Müsned, IV, 1%, 377. el-Hasen dedi ki; "Güneş tortop edilip, dürüldüğü zaman" âyeti yüce Allah'ın: "Her nefs neyi hazırlamışsa bilmiş olacaktır" âyeti için yapılmış bir yemindir. Tıpkı: Zeyd savaşa çıkacak olursa, (yemin olsun) Amr da savaşa çıkar" demeye benzer. Ancak birinci görüş daha doğrudur. İbn Zeyd, İbn Abbâs'tan rivâyet ettiğine göre İbn Abbâs yüce Allah'ın: "Güneş tortop edilip, dürüldüğü zaman... cennette yaklaştırıldığı zaman" âyeti hakkında şöyle demiştir: İşte bu oniki hususun altısı dünyada, altısı âhirette olacaktır. Biz bunların ilk altısını daha önce Ubeyy b. Ka'b'ın sözü ile (beşinci âyetin tefsirine geçmeden hemen önce) açıklamış bulunuyoruz. 15Artık başka söze gerek yok! Andederim geri dönüp gelenlere, "Artık başka söze gerek yok. Andederim..." âyetindeki: "Artık başka söze gerek yok" lâfzı önceden (el-Kıyame, 75/1. âyetin tefsirinde) geçtiği üzere zaid olup, âyet "'andederim" anlamındadır. 16Aka aka yuvalarına geri dönenlere, "Geri dönüp gelenlere, aka aka yuvalarına geri dönenlere," bunlar tefsir ehlinin naklettiklerine göre beş parlak gezegendir: Zuhal (satürn), müşteri (Jüpiter), utarid (merkür), merih (mars) ve zühre yıldızlarıdır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Bu Ali (k.v)'den de rivâyet edilmiştir. Diğer yıldızlar arasında özellikle sözkonusu edilmeleri iki şekilde açıklanmıştır. Birincisine göre; bunlar, güneşe dönüktürler. Bu açıklamayı Bekr b. Abdullah el-Müzeni yapmıştır. İkincisine göre bunlar, saman yolunu katettikleri için sözkonusu edilmişlerdir. Bu açıklamayı da İbn Abbâs yapmıştır. el-Hasen ve Katade dedi ki: Bunlar hem gündüzün, hem de battıkları vakit görünmeyen yıldızlardır. Ali (radıyallahü anh) da böyle demiştir: Bunlar, gündüzün görünmeyen, geceleyin çıkan yıldızlardır. Battıkları vakit de görünmeyen yani gizliliklerinden dolayı gözün göremeyeceği bir halde olup. görülemeyen yıldızlardır. es-Sıhah'da şöyle denilmektedir: Bütün yıldızlar" demektir. Çünkü bunlar, batışları esnasında saklanırlar. Yahutta gündüzün saklandıkları için onlara böyle denilmiştir. Sabitler dışında kalan gezegen yıldızlardır, diye de açıklanmıştır. el-Ferrâ', yüce Allah'ın: "Artık başka söze gerek yok. Andederim geri dönüp gelenlere" âyeti hakkında şunları söylemektedir: Burada kastedilenler beş gezegendir. Zuhal, müşteri, merih, zühre ve utarid yıldızlarıdır. Çünkü bunlar, akıp gittikleri yerlerinde (yörüngelerinde) saklanır ve gizlenirler. Yani ceylanın mağarada saklandığı gibi gizlenirler. Buna da: denilir. Bunlara bu ismin veriliş sebebinin, geri kalmaları olduğu da söylenmiştir. Çünkü bunlar bir dönen, bir doğru hareket eden, hareketlerinde intizam bulunmayan gezegenlerdir. Geri kaldı, kalır" anlamında; Onu geride bırakıp gitti" demek olduğu da söylenmiştir. Burnun burun yumuşakları tarafında azıcık bir yükseklikle birlikte içeriye gömülü olması" demektir, öu şekilde olan erkeğe kadına da; denilir. Bütün ineklerin de burnu böyledir. Abdullah b. Mes'ûd'un yüce Allah'ın: "Andederim geri dönüp gelenlere" âyeti hakkında bunlar yabani ineklerdir; dediği rivâyet edilmiştir. Hlişeym, Zekeriya'dan, o Ebû İshak'dan, o Ebû Meysere Amr b. Şurahbil'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir; Bana Abdullah b. Mesud dedi ki: Siz Arap kimselersiniz. "Geri dönüp gelenler" ne demektir? Ben: Bunlar yabani ineklerdir, dedim. O: Ben de bu görüşteyim, dedi. İbrahim ile Cabir b. Abdullah da böyle demişlerdir. İbn Abbâs'tan rivâyete göre yüce Allah, yaban ineklerine yemin etmektedir, demiştir. İkrime'nin ondan rivâyetine göre şöyle demiştir: İnekler"; Ceylanlar" demektir. Bunlar insanı gördükleri vakit sinip, geri çekilirler ve yuvalarına girerler. el-Kuşeyri dedi ki: Buna göre; "Burundaki basıklik"tan gelmektedir, denilmiştir. Bu ise burnun yan taraflarının geniş olması, buna karşılık tümseğinin az olmasıdır. İneklerin ve ceylanların burunları bu şekildedir. Ancak daha doğru olan bunun yıldızlar hakkında yorumlanmasıdır. Çünkü bundan sonra gece ve sabah sözkonusu edildiğinden yıldızların sözkonusu edilmesi, buna daha uygun düşmektedir. Derim ki: Yüce Allah ister canlı, ister cansız olsun yaratıklarından dilediği ile kasem edebilir. Her ne kadar bundaki hikmet bizim tarafımızdan bilinmese dahi. İbn Mes’ûd ve Cabir b. Abdullah'tan -ki bunların İkisi de sahabidir- ile en-Nehaî'den rivâyet edildiğine göre; bunlar yabani ineklerdir, demişlerdir. İbn Abbâs İle Said b. Cübeyr'den bunların ceylanlar oldukları rivâyet edilmiştir. el-Haccac b. Münzir'den şöyle dediği nakledilmiştir: Ben Cabir b. Zeyd'e; "Geri dönüp gelenler" hakkında soru sordum da o şöyle dedi; Ceylanlar ve ineklerdir. Bununla birlikte yıldızların kastedilmiş olma İhtimali de uzak değildir. Bunların melekler olduğu da söylenmiştir. Bu görüşü el-Maverdî nakletmiştir, Kaybolanlar" demek olup, 'den alınmıştır. Yabani hayvanın içinde saklandığı yuvaya bu ad verilir. Evs b. Hacer dedi ki: "Allah'ın, bulutunu indir(ip yağmur yağdır)dığını görmez misin? Beyaz ceylanlar ise yuvalarında sinekler rahatsız ettiği için başlarını hareket ettirmektedir." Tarafe de şöyle demiştir: "Sanki bir arabistan kirazı ağacının iki kanadı onu gölgeler Yayın bükülmüş yanları(nı andıran omuzları) oldukça güçlü bir sırtın altındadır," Şöyle de denilmiştir: Yabani hayvanların barındıkları yerlere gidip, sığınmaları" demektir. Yabani hayvanların ve ceylanların barındıkları (kendisine) sığındıkları yerlere de bu isim verilir. el-A'şa şöyle demiştir; "Biz kabilenin diyarına varınca, güzel huylular kaldırdı başını; Vadideki inek sürüsünün barınaklarında başlarını kaldırması gibi." (Beyitte "başını kaldırdı" anlamı verilen fiilin ziyadesiz hali olarak): denilir ki: "gündüz saati ilerledi" demektir. Ceylan barındığı yerden kafasını, boynunu kaldırdı" demektir. İmruu’l-Kays da şöyle demiştir: "Akşam vaktinden biraz geçirdi, sonra tırnaklarıyla başladı Toprağı eşeleyip kaldırmaya, kaldığı ve barındığı yerden." Yuvalar, barınaklar" ile 'in çoğuludur, Geri dönenler" de; ile 'in çoğuludur. "Akanlar" lâfzı da 'in çoğulu olup, Aktı, akar" fiilinden gelmektedir. 17Geri geldiği zaman geceye, Âyetin tefsiri için bak:18 18Nefes aldığı zaman sabaha, "Geri geldiği zaman geceye" âyeti hakkında el-Ferrâ'' şöyle demiştir: Müfessirler: fiilinin "geri döndü" anlamına geldiğini icma' ile kabul etmişlerdir. Bunu el-Cevherî nakletmektedir. Bazı ilim adamlarımız da şöyle demiştir: Bu, gecenin ilk vakti girip, karanlığı bastı, demektir. Bulut yere yaklaştığı zaman da böyle (denir). el-Mehdevi dedi ki: "Geri geldiği zaman geceye" karanlığı ile geri gittiği zaman, demektir. İbn Abbâs, Mücahid ve başkalarından bu şekilde nakledilmiştir. Yine onlardan, el-Hasen'den ve başkalarından; karanlığı ile geldiği zaman diye açıkladıkları rivâyet edilmiştir. Zeyd b. Eslem: Gitti; diye açıklamıştır, el-Ferrâ'' dedi ki: Araplar ondan (geceden) ancak çok az bir kısmı kaldığı takdirde; ile derler. el-Halil ve başkaları da şöyle demiştir: Gece geldiği ya da geri dönüp gittiği zaman; denilir. el-Müberred dedi ki: Bu zıt anlamlı kelimelerdir. Her iki anlam da aynı şeye racidir. Bu da başında karanlığın görünmesi sonunda ise geçip gitmesi demektir. Alkame b. Kurat dedi ki: "Nihayet sabah onun için nefes almaya başlayıp da Gecesi üzerinden çekilip geri gittiğinde..." Ru'be de şöyle demiştir: "Ey Hind! O adam(ın gençliği) ne çabuk gitti ve yaşlandı? Halbuki daha önce taze bir gençti." Bu el-Ferrâ''nın delilidir. İmruu'l-Kays da şöyle demiştir: "Çok yaklaştı, isteseydi daha da yaklaşırdı O zaman onun ateşinden bir miktar alır (aydınlanır)dık." İşte bu da "yaklaşma" anlamına geldiğini göstermektedir. el-Hasen ve Mücahid: "(........): Karanlığı bastı" diye açıklamışlardır. Şair de şöyle demiştir: "Nihayet geceleri karanlığını bastırınca Gece karanlığını (aydınlıktan) ayıran sınırından bir karanlığa binerler." el-Maverdî dedi ki: 'ın asıl anlamı "dolmak'tır. Bu bakımdan büyükçe kaseye içindekilerle dolup taşlığından dolayı; denilir. Gecenin başlangıcı hakkında dolu dolu gelip başlamasından dolayı da bu tabir kullanılmıştır. Geri dönüp gitmesi ve karanlığının dolması yani tamamlanması dolayısı ile de geçip gitmesi hakkında kullanılmıştır. İmruu'l-Kays'ın: "As'as'deki o eski diyara yakınlaştılar." Mısraında "As'as" çölde bir yerin adidir. Bu aynı zamanda bir adamın da adıdır. Recez vezninde şair şöyle demiştir: "As'as'a gelince, o güven duyacağın ne iyi bir delikanlıdır!" Kurda da; denilir. Çünkü o geceleyin uyumaz ve bir şeyler arar. Kirpilere de geceleyin çokça gidip geldiklerinden ötürü: denilir, Ebû Amr: Koklamak" demektir demiş ve şu mısraı zikretmiştir: mevki sahibi bir elçinin." Ebû Salih'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: O, izin almaksızın yetmiş perdeden içeriye girer. 19Şüphe yok ki o, çok şerefli bir elçinin sözüdür. Âyetin tefsiri için bak:20 20Büyük bir güç sahibi; Arş’ın sahibinin nezdinde yüksek bir mevki sahibi olan bir elçinin. "Elçi" ile kastedilenin Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) olduğunu söyleyenlerin görüşüne göre de anlam şöyle olur: Risaleti tebliğ hususunda "büyük bir güç sahibi"dir. "Orada kendisine itaat edilendir." Allah'a itaat eden kimseler ona itaat eder. "Arkadaşınız" Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) "bir deli değildir." Deli değildir ki, söylediği sözler hususunda itham altında bırakılsın. Bu da yeminin cevabındandır. 21Orada kendisine itaat edilendir, oldukça emindir. Âyetin tefsiri için bak:22 22Arkadaşınız bir deli değildir. "Orada" yani semavatta "kendisine itaat edilendir." İbn Abbâs dedi ki: Meleklerin Cebrâîl'e itaatlerinin bir parçası da şudur: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı İsra gecesinde beraberinde alıp götürdüğünde Cebrâîl (aleyhisselâm) cennetlerin bekçisi Rıdvan'a: Ona (kapıları) kapat aç, dedi. O da açtı. Peygamber cennetten içeri girdi, içindekileri gördü. Cehennemin bekçisi Malik'e de: Ona cehennemi aç da orayı görsün, dedi. Ona itaat etti ve cehennemin kapısını açtı. "Oldukça emindir." Getirdiği vahiy hususunda kendisine güvenilendir. Bir görüşe göre de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Cebrâîl'i yüce Rabbinin huzurundaki sureti ile görmek istedi. Ancak Cebrâîl: Bu benim elimde olan bir şey değildir, dedi. Şanı yüce Rab bu hususta ona izin verdi. Ona ufuku büsbütün kapatmış olarak geldi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona bakınca bayılıp yere düştü. Müşrikler: O bir delidir, deyince: "Şüphe yok ki o çok şerefli bir elçinin sözüdür... Arkadaşınız bir deli değildir" buyrukları indi. Ancak Cebrâîl'i gerçek sureti üzere görünce, heybeti etkisi altında kalmış ve bünyesinin katlanamayacağı bir halle karşı karşıya kaldığından baygın olarak yere düşmüştü. 23Yemin olsun ki o, kendisini apaçık ufakta görmüştür. "Yemin olsun ki o kendisini apaçık ufukta görmüştür." Yani Cebrâîl'i altıyüz kanadı ile gerçek suretinde görmüştür. "Apaçık ufuk" doğu tarafında, güneşin doğduğu yerde, demektir. Bu ufuktan güneş doğduğundan ötürü ona "apaçık ufuk" denilmiştir. Yani eşya o taraftan görülmeye başlanır. "Apaçık ufuk"un semanın herbir yanı ve etrafı demek olduğu da söylenmiştir. Şair şöyle demektedir: "Semanın ufuklarını tuttuk size karşı Onun iki ay'ı (ay'ı ve güneşi) da, doğan yıldızları da bizimdir" el-Maverdi dedi ki: Buna göre bu hususta üç görüş vardır. Birincisine göre, o Cebrâîl'i semanın doğu ufkunda görmüştür. Bu görüş Süfyan'a aittir. İkincisi semanın batı ufkunda görmüştür. Bunu da İbn Şecere nakletmiştir. Üçüncüsü o Cebrâîl'i Mekke'nin doğu tarafında kalan Ecyâd cihetinde görmüştür. Bu açıklamayı da Mücahid yapmıştır. es-Sa'lebi'nin, İbn Abbâs'tan naklettiğine göre; Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Cebrâîl'e şöyle demiş: "Ben seni semada bulunduğun suretin ile görmek isliyorum." Cebrâîl: Buna gücün yetmez, deyince Peygamber: "Yeter" buyurmuş. Bunun üzerine Cebrâîl: Nerede istersen orada sana görüneyim, demiş. Peygamber: "Abtahta" deyince, Cebrâîl oraya sığmam demiş. Peygamber: "O halde Mina'da" deyince, yine: Oraya sığmam demiş. Peygamber: "O halde Arafat'ta" deyince, Cebrâîl: Oraya belki sığabilirim demiş. Daha sonra onunla (görüleceği vakit hususunda) sözleşmiş. Peygamber belirtilen vakitte çıkmış, Cebrâîl de ansızın Arafat tepelerinden kendine has ses ve yankılarıyla doğu ile batı arasını doldurmuş olarak gelmiş. Başı semada, ayakları yerde imiş. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onu görünce baygın olarak yere düşmüş. Cebrâîl suretini değiştirerek Peygamberi alıp, onu bağrına basmış ve: Ey Muhammed korkma, demiş. Peki ya İsrafil'i başı Arşın altında, ayakları yedinci yerin dibinde, Arş onun omuzları üzerinde ve hazan Allah korkusundan dolayı küçük bir kuş kadar oluncaya kadar ufalıp nihayet Rabbinin Arşını onun azametinden başka hiçbir şeyin taşımadığını görecek olursan (ne yaparsın?) Bir açıklamaya göre, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) yüce Rabbini apaçık ufukta görmüştür. İbn Mes’ûd'un açıklamasının anlamı budur. Bu hususa dair yeterli açıklamalar daha önceden en-Necm Sûresi'nde (53/13. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Konuyu oradan takip edebilirsiniz Ancak belirtilen yerde Peygamber Efendimizin Ralıbini gördüğünü söyleyen İbn Mesutl değil, İbn Abbâs'tır, İbn Mes’ûd'un açıklamasına göre de Peygamberlerin gördüğü Cebrâîl (aleyhisselâm)'dır. "Apaçık" lâfzı da iki şekilde açıklanmıştır. Birincisine göre bu, ufukun niteliğidir. Bu açıklamayı er-Rabî' yapmıştır, ikincisine göre bu görenin niteliğidir. Bu da Mücahid'in açıklamasıdır. 24O, gaybdan yana cimrilik etmez. "O, gaybdan yana cimrilik etmez." âyetindeki "cimrilik etmez" anlamındaki lâfız; İbn Kesîr, Ebû Amr ve el-Kisai tarafından şeklinde "zı" ile okunmuştur. Bunun mastarı olan: İtham altında bulunmak" anlamına gelir. Şair şöyle demektedir: "Ama Allah'ın Kitabına yemin olsun ki, ben bana buğzedildiğinden dolayı Terkedilmedim, fakat o itham eden ithamadır." Ebû Ubeyd de bu okuyuşu tercih etmiştir. Çünkü Mekkeliler onun bu hususta cimrilik ettiğini söylememişlerdir, onu yalanlamışlardır. Diğer taraftan Araplar çoğunlukla: o böyle değildir" derler. Buna karşılık -aynı anlamda-: demezler. Onlar ancak: 'Sen bu hususta itham altında değilsin" derler. Diğerleri ise "dar harfi ile: diye okumuşlardır ki; "sen cimri değilsin" demektir. Bu da: SeY hakkında cimrilik ettim, ederim" fiilinden gelmekte olup. bu şekilde cimrilik edene de denilir. İbn Ebi Necih, Mücahid'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Yani o bildikleri hususunda size karşı cimrilik etmez. Aksine herkese Allah'ın kelamını ve hükümlerini Öğretir. Şair de şöyle demiştir: "Gizli saklı sözleri cömertçe açıklarım, fakat ben; Sana ait sırları soranlara (açıklamak hususunda) çok cimriyim." "Gayb" Kur'ân-ı Kerîm ve semanın haberidir. Bu anlamlar, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın niteliğidir. Cebrâîl (aleyhisselâm)'ın niteliği olduğu da söylenmiştir. "Zı" harfi ile okuyuşun "zayıf" anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu anlamı el-Ferrâ' ve el-Müberred nakletmiştir. Zayıf adam" ve; Suyu cılız (az) kuyu" denilir. Şair el-A'şâ da şöyle demiştir: "Bol sulu ve yağmurlu yerden uzak, Suyu az olan bir kuyu Yükseldiğinde gemileri ve yüzücüleri Ortaya çıkartan, tatlı su gibi olamaz." Alanın ödeyebilecek mi, ödeyemiyecek mi bilemediği burç"a da denir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın bu kabilden alacağı bulunan kimse hakkındaki hadisinde de bu manada kullanılmıştır. Bu şekilde alacağı olan için Ali (radıyallahü anh) "Eğer samimi birisi ise; o alacağını tahsil ettiğinde geçmiş yıllar için de zekatını öder." Bu lâfız aynı zamanda kötü huylu adam anlamına da gelir. O halde bu müşterek (birden çok mana hakkında kullanılan ortak) bir lafızdır. 25O, kovulmuş şeytanın sözü de değildir. "O” Kur'ân-ı Kerîm Kureyş'in dedikleri gibi "kovulmuş" ve lanetlenmiş "şeytanın sözü de değildir." Atâ dedi ki: Bu âyet ile Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a Cebrâîl suretinde görünüp, onu fitneye düşürmek isteyen "Ebyad" adındaki şeytanı kastetmektedir, 26O halde nereye gidiyorsunuz? "O halde nereye gidiyorsunuz?" âyeti hakkında Katade dedi ki: Siz bu sözü ve ona itaat etmeyi bırakıp da nereye yönetiyorsunuz? Ma'mer de Katade'den böyle açıkladığını rivâyet etmiştir. Yani sizler, benim kitabımı ve bana itaati bırakıp, nereye gidiyorsunuz? ez-Zeccâc dedi ki: Benim size açıklamış olduğum bu yoldan daha açık hangi yola sapıyorsunuz? "Nereye gidiyorsun" anlamında hem âyet-ı kerimede olduğu şekilde diye (harf-i cersiz) kullanılır-, hem de: diye (harfi cerli olarak) kullanılır. el-Ferrâ', Araplardan Ben Şam'a gittim, Irağa çıktım, çarşıya çıktım" diye kullandıklarını ve bununla; şeklinde harf-i cer'li kullanım anlamını kastettiklerini nakletmiş ve şöyle demiştir: Biz bu kullanımı bu üç şekilde (Araplardan) duyduk. Ukayloğullarına mensub birisi de bana şu beyiti nakletmiştir: "Hanife (oğulları) bizi gördüklerinde bağırarak çağırırlar bizi Ve çağırarak sen hangi yere gidersin ki?" Şair burada: (.......) harf-i cerri ile kullanımı kastetmiştir ki, harfi hazfederek bu beyiti söylemiştir. el-Cüneyd dedi ki: Âyet-i kerimenin anlamı, diğer bir âyetin anlamı ile birlikle anlaşılmalıdır. Bu da yüce Allah'ın: "Hazineleri nezdimizde bulunmayan hiçbir şey yoktur." (el-Hicr, 15/21) âyetidir. Yani Allah'ın sizin için açıklamış olduğu yoldan daha açık hangi yolu izleyeceksiniz. ez-Zeccâc'ın açıklamasının anlamı da budur. 27O, ancak bir öğüttür; âlemlere, "O" Kur'ân-ı Kerîm "ancak bir öğüttür âlemlere." Bir öğüttür ve kötülükten uzaklaştırıcı bir azardır. Âyetteki; olumsuz edalı olarak; anlamındadır. Muhammed ancak bir öğüttür, diye de açıklanmıştır. 28Aranızdan dosdoğru yolda gitmek isteyenlere. "Aranızdan dosdoğru yolda gitmek isteyenlere" hakka uymak ve onun üzerinde devam etmek isteyenlere. Ebû Hüreyre ve Süleyman b. Mûsa dedi ki: Yüce Allah'ın; "Aranızdan dosdoğru yolda gitmek isteyenlere" âyeti inince, Ebû Cehil şöyle dedi: O halde iş bize kalmıştır. Dilersek yürümeyiz. -İşte Kaderiyye anlayışı budur ve o, Kaderiyye anlayışının başını çekendir. Bunun üzerine yüce Allah'ın: 29Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe de siz dileyemezsiniz. "Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe de siz dileyemezsiniz" âyeti nazil oldu; bu âyet ile kulun hayırlı bir ameli ancak Allah'ın tevfiki ile işlediğini, şer olan bir ameli de ancak Allah'ın yardımsız bırakması sonucu islediğini açıklamış olmaktadır. el-Hasen dedi ki: Allah'a yemin ederim ki Araplar, Allah kendilerinin müslüman olmalarını istemedikçe müslüman olmayı istemedi. Vehb b. Münebbih dedi ki: Yüce Allah'ın, Peygambere indirmiş olduğu kitaplardan seksenyedi kitapda şunu okudum: Her kim meşietten kendisinin bir pay sahibi olduğunu kabul ederse o kâfirdir. Kur'ân-ı Kerîm'de de şöyle buy utulmaktadır: "Eğer Biz, onlara gerçekten melekleri indirseydik, ölüler kendileri ile konuşsalardı ve istedikleri her şeyi karşılarına toplasaydık; onlar yine de Allah dilemedikçe îman etmezlerdi." (el-Enam, 6/111); "Allah'ın izni olmadan hiçbir kimsenin îman etmesi mümkün değildir." (Yûnus, 10/100); "Muhakkak ki sen sevdiğini hidayete erdiremezsin fakat Allah, dilediğine hidayet verir." (el-Kasas, 28/56) Bu hususta âyetler de pek çoktur, haberler (hadisler) de pek çoktur. Şanı yüce Allah, İslâm ile hidayete iletmiştir, küfür ile de saptırmıştır. Daha önce birkaç yerde geçtiği gibi. Tekvir Sûresi(nin tefsiri) burada sona ermektedir. Allah'a hamd olsun. |
﴾ 0 ﴿