LEYL SÛRESİRahmân Ve Rahîm Allah'ın ismi ile Mekke'de inmiştir. Medine'de indiği de söylenmiştir. Yirmibir ayet-i kerîme olduğu hususunda icma' vardır. 1Yemin olsun örtüp bürüdüğü zaman geceye, "Yemin olsun örtüp bürüdüğü zaman geceye." Yüce Allah, burada -bilindiğinden ötürü- beraberinde herhangi bir mef'ûlü sözkonusu etmemiştir. Gündüzü örtüp bürüdüğü zaman, diye açıklandığı gibi, yeri, mahlukatı; karanlığıyla herşeyi örtüp bürüdüğü ... diye de açıklanmıştır. Said, Katade'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Allah'ın ilk yarattığı nûr ve karanlıktır. Sonra onları birbirinden ayırdı. Karanlığı, geceleyin siyah ve karanlığı ile örtücü kıldı. Gündüzü de aydınlık ve görmeyi sağlayacak şekilde gündüzün kıldı. 2Ağarıp açıldığı zaman gündüze, "Ağarıp açıldığı zaman gündüze." Açıldığı, netleştiği, göründüğü, gece karanlığından aydınlığı açık seçik bir şekilde farkedildiği zaman. 3Erkeği de, dişiyi de yaratana ki; "Erkeği de, dişiyi de yaratana ki..." el-Hasen dedi ki: Âyet şu demektir: Erkeği ve dişiyi yaratana da yemin olsun. Böylelikle Allah, kendi zatına yemin etmiş olur. Erkeği ve dişiyi de yarattı, anlamında olduğu da söylenmiştir. Daha önceden de geçtiği üzere buradaki; "Mâ" mastar anlamını vermek içindir. Mekkeliler, gök gürültüsüne hitaben: "Subhâne mâ sebbehte lehu" "Senin kendisini tesbih ettiğinin şanı ne yücedir" derler. Bu durumda bu lâfız "Men" "Kimse" anlamındadır. Ebû Ubeyde ve başkalarının görüşü budur. Daha önceden geçmiş bulunmaktadır. Manası: "Vemâ haleka mine’z-zekeri ve’l-unsâ" "Erkek ve dişi türünden yaratmış olduğu herşeye (yemin olsun)" şeklinde olduğu da söylenmiştir ki; bu durumda "Min" takdir edilmektedir. Yüce Allah, böylece kendisine itaat eden peygamberlerine ve gerçek dostlarına yemin etmiş olur. Onlara yemin etmesi de onlara bir ikram ve bir şeref olsun diyedir. Ebû Ubeyde dedi ki: "Yaratana" âyeti yaratan kimse, demektir. Aynı şekilde "Semaya ve onu bina edene" (eş-Şems, 91/5) âyeti ile "Herbir nefse ve onu düzenleyene" (eş-Şems, 91/7) âyetinde de böyledir. Bu durumda, "Mâ" lâfzı, "Men" Kimse, ...en" anlamındadır. İbn Mes’ûd'dan rivâyet edildiğine göre o: "Ve’n-nehâri izâ tecellâ ve’z-zekera ve’l-unsâ" "Ağarıp açıldığı zaman gündüze, erkeğe ve dişiye" diye okur; "Vemâ haleka" "Yaratan" lâfzını düşürürmüş. Müslim'in Sahih'inde Alkame'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir. Şam'a geldik, bize Ebû'd-Derda geldi. O: "Aranızda bana Abdullah'ın kıraati ile okuyacak olan kimse var mı? " dedi. Ben: "Evet ben okuyabilirim", dedim. Abdullah'ı şu; "Yemin olsun örtüp bürüdüğü zaman geceye" âyetini nasıl okuduğunu işittin?" diye sordu. Ben dedim ki: "Onu "Yemin olsun örtüp bürüdüğü zaman geceye... erkeğe ve dişiye" diye okurken duydum." (Ebû'd-Derda) dedi ki: "Allah'a yemin olsun ki, ben de Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı bunu böylece okurken duydum, fakat bunlar benim; "Vemâ haleka" "yaratana" diye okumamı istiyorlar, bense onlara uymuyorum." Müslim, I, 565; Tirmizi, V, 191; Müsned, VI, 451 Ebû Bekr el-Enbârî dedi ki: Bize Muhammed b. Yahya el-Mervezî anlattı, dedi ki: Bize Muhammed anlattı dedi ki: Bize Ebû Ahmed ez-Zübeyrî anlattı, dedi ki: Bize İsrail, Ebû İshak'dan, o Abdu'r-Rahmân b. Yezid'den, o Abdullah'tan rivâyetle dedi ki: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana "Çünkü şüphesiz ki Allah'tır hem rızkı veren, hem pek çetin kudret ve kuvvet sahibi olan" (ez-Zariyat 51/58) anlamındaki âyet-i kerimeyi "İnni ene’r-râziku zu’l-kuvveti’l-metin" "Şüphesiz ki benim hem rızkı veren, hem pek çetin kudret ve kuvvet sahibi olan" diye okuttu. Ebû Bekr (el-Enbari) dedi ki: İcmaın her iki hadiste belirtilenlere muhalif olması dolayısıyla reddolunrnuşlardır. Ayrıca Hamza ve Âsım, Abdullah b. Mesud'dan müslüman cemaatin benimsediği şekildeki kıraati de rivâyet etmektedirler. İcmaa muvafık olun iki senede dayanmak, icmaın ve ümmetin muhalefet ettiği tek bir senetteki rivâyet kabul etmekten iyidir. Tek bir kişinin rivâyetine dayanılarak kabul edilen görüşün karşısında ona muhalif cemaatin rivâyeti bulunuyor ise, cemaatin rivâyeti kabul edilir ve tek bir kişinin yaptığı nakil reddedilir. Çünkü o tek kişinin unutması ve yanılması mümkündür. Şayet Ebû'd-Derda'dan gelen bu hadis sahih ise, ve bu hadisin isnadı makbul ve bilinen bir sened ise diğer taraftan Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali ve diğer ashab-ı kiram (Allah hepsinden razı olsun) ona muhalefet ediyor ise, elbette hüküm cemaatin rivâyet ettiği gereğince amel etmek ve cemaate ve bütün Müslümanlara nisbetle unutma ihtimali çok daha çabuk olan tek bir kişinin naklettiği rivâyeti reddetmek gerekir. "Erkek ve dişi" ile neyin kastedildiği hususunda iki görüş vardır. Birincisine göre; kastedilen Âdem ile Havva'dır. Bu açıklamayı İbn Abbâs, el-Hasen ve el-Kelbî yapmıştır. İkinci görüşe göre Âdem oğullarından olsun, hayvanlardan olsun, bütün erkekler ve dişileri kastetmiştir. Çünkü yüce Allah, onların türünden olan bütün erkek ve dişilerin yaratıcısıdır. Yüce Allah'ın dostu ve O'na itaat etmek gibi özellikleri dolayısıyla Âdem oğullarının bütün erkek ve dişilerinin kastedildiği, hayvanların kastedilmediği de söylenmiştir. 4Şüphesiz sizin yapıp ettikleriniz çeşit çeşittir. "Şüphesiz sizin yapıp ettikleriniz çeşit çeşittir." Bu âyet, yeminin cevabıdır. Yâni sizlerin amelleriniz farklı farklıdır. İkrime ve diğer müfessirler şöyle demişlerdir: Buradaki "sa'y (yapıp etmek)" amel demektir. Kimisi kendisini kurtarmak için çalışır, kimisi nefsini helâk etmek için çalışır. Buna Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şu âyeti da delil teşkil etmektedir: "Sabah olunca insanlar iki türlü olarak yola koyulurlar. Kimisi kendi nefsini satın alır ve onu azad eder, kimisi nefsini satar ve onu helâk eder." İbn Hibban, Sahih, X, 372, XII, 378; Hâkim, Müstedrek, IV, 468; Taberanî, Evsat, III, 140. IV, 378; Müsned, III, 321, 399. "Şettâ" "Çeşit çeşit" lâfzının tekili, "Şetit" şeklindedir- Tekil olan: "Merid" "Hasta" lâfzının çoğulunun; "Marad" diye gelmesi gibi. Farklı şeylere bu ismin verilişi birbirleri arasındaki uzaklıktan dolayıdır. Yani şüphesiz sizin amellerinizin kimi kiminden uzaktadır. Zira amellerinizin bir kısmı sapıklık, bir kısmı hidayettir. Bu da şu demektir: Kiminiz mü’mindir iyidir, kiminiz kâfir ve günahkârdır, kiminiz itaatkâr, kiminiz isyankârdır. "Çeşit çeşittir." Yani göreceği karşılıklar farklı farklıdır. Sizden kiminiz cennet ile mükâfatlandırılacak, kiminiz cehennem ateşi ile cezalandırılacaktır. Huy ve ahlâk itibariyle farklı farklıdır anlamındadır, diye de açıklanmıştır. Kiminiz merhametli, kiminiz katı, kiminiz tahammülkâr, kiminiz hiddetli, kiminiz cömert, kiminiz cimri ve buna benzer huylara sahiptir. 5Artık kim verir ve sakınırsa, Bu âyetlere dair açıklamalarımızı dört başlık halinde sunacağız: "Artık kim verir ve sakınırsa" âyeti hakkında İbn Mes’ûd dedi ki: Bu âyetle Ebû Bekir (radıyallahü anh) kastedilmektedir. Genel olarak bütün müfessirler de böyle demişlerdir. Amir b. Abdullah b. ez-Zübeyr'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Ebû Bekir müslüman olmaları karşılığında pekçok kocakarı ve kadın azad ederdi. Ebû Kuhafe ona şöyle dedi: "Evladım, keşke (bunların yerine) güçlü, kuvvetli, seni koruyacak, seninle beraber direnip, yanında yer alacak, yiğit erkekler azad etseydin (daha iyi olmaz mıydı?)" Ebû Bekir dedi ki: "Babacığım! Benim belirli bir maksadım vardır." İbn Abbâs'tan nakledildiğine göre; yüce Allah'ın: "Artık kim verir" âyeti; karşılıksız olarak infak eder "ve sakınırsa" yüce Allah'ın yasak kıldığı şeylerden uzak kalırsa demektir. 6Ve el-Hüsnâ'yı da doğrularsa, "el-Hüsna'yı" yani yaptığı bağışların Allah tarafından yerine başkalarının verileceğini "da doğrularsa Biz de ona kolay olanı kolaylaştırırız." Müslim'in Sahih’inde Ebû Hüreyre'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir,- Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Kulların sabaha eriştiği ve iki meleğin inerek onlardan birisinin: "Allah'ım infak edene, infak ettiğinin yerini tutacak ihsanda bulun"; diğerinin: "Allah'ım eli sıkılık edenin de mal varlığını telef et", demedikleri hiçbir gün yoktur." Buhârî, II, 522; Müslim, II, 700; Müsned, II, 305, 347, V, 197. Ebû'd-Derda tarafından rivâyet edilen bir hadise göre, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Güneşi batan herbir gün mutlaka güneşin her iki tarafına insanlarla cinler dışında Allah'ın bütün yarattıklarının işitecekleri şekilde yüksek sesle şöylece seslenen iki melek gönderilir: Allah'ım, infak eden kimseye infak ettiğinin yerini tutacak şeyler ihsan et, cimrilik edenin malını da telef et." İbn Hibban, Sahih, II, 462, VIII, 121; Hâkim, Müstedrek, II, 482; Müsned, V, 197, Tayalisî, Müsned, I, 131; Taberani, Evsat, III, 189. İşte bu hususta yüce Allah, Kur'ân-ı Kerîm'de: "Artık kim verir ve sakınırsa..." âyetlerini indirdi. Tefsir âlimleri de şöyle demişlerdir: "Artık kim" darlık içinde bulunanlara "verir..." Katade dedi ki: Üzerindeki Allah'ın hakkını verirse demektir, el-Hasen: Kalbinden tasdik ile samimiyetle verirse, "Ve o el-Hüsnâ'yı da doğrularsa"; lâ ilahe illallah'ı tasdik ederse. Bu açıklamayı ed-Dahhâk, es-Sülemi ve yine İbn Abbâs yapmıştır, Mücahid, cenneti (tasdik ederse) diye açıklamıştır. Delili yüce Allah'ın: "İhsanda bulunanlara el Hüsna ve daha da fazlası vardır..." (Yûnus, 10/26) âyetidir. Katade de: Yüce Allah'ın kendisini mükâfatlandıracağına dair vaadini tasdik ederse, diye açıklamıştır. Zeyd b. Eslem namazı, zekatı ve orucu tasdik ederse, el-Hasen verdiklerinin yerine başkalarının ihsan edileceğini tasdik ederse; diye açıklamıştır ki, bu sonuncusu Taberi'nin de tercih ettiği açıklamadır. Bu açıklama İbn Abbâs'tan da az önce nakledilmiş idi. Hepsi anlam itibariyle birbirine yakındır. Çünkü hepsi de cennetin kendisi olan verilecek mükâfata raci'dir. 7Biz de ona kolay olanı kolaylaştırırız. 2- Sağlanacak Kolaylıklar: "Biz de, ona kolay olanı kolaylaştırırız." Yani hayrı ve iyilikleri kolaylıkla işlesin diye onu hayrın ve salâhın yollarına irşâd ederiz. Zeyd b. Eslem: "Kolay olan"dan kasıt, cennettir demiştir. Buharî ve Müslim ile Tirmizî de Ali (radıyallahü anh)'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Baki'de bir cenaze sebebiyle bulunuyorduk. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi. Oturdu. Biz de onunla birlikte oturduk. Elinde kendisiyle yeri karıştırdığı bir de sopası vardı. Başını semaya kaldırıp, şöyle dedi: "Gireceği yeri yazılmadık canlı hiçbir nefis yoktur." Orada bulunanlar: "Ey Allah'ın Rasûlü! Biz de hakkımızda yazılmış olana bel bağlamayalım mı? Çünkü mutlu olacakları tesbit edilmiş olan kimseler mutluluk için amel edecektir, bedbaht olacakları tesbit edilmiş kimseler de bedbahtlık için amel edecektir", dediler. Şöyle buyurdu: "Hayır, siz amel ediniz. Her(kese yapacağı işler) kolaylaştırılmıştır. Mutlu olacaklardan olan kimselere mutluluğun ameli kolaylaştırılır, bedbaht olacaklardan olanlara da bedbahtlık ameli kolaylaştırılır." Daha sonra: "Artık kim verir ve sakınırsa ve o el-Hüsna'yı da doğrularsa Biz de ona kolay olanı kolaylaştırırız. Amma kim cimrilik eder ve kendisini müstağni görür, o el-Hüsna'yı da yalanlarsa Biz de ona en zor olanı kolaylaştırırız" âyetlerini okudu. Tirmizî'nin lâfzıyla rivâyet bu şekildedir. Tirmizi bu hadis hakkında: Hasen, sahih bir hadistir, demiştir Taberî, Camiu'l-Beyan, XXX, 225; Hatib Bağdadî, Muvaddihu Evhâmi'l-Cem'i ve't-Tefrik, 1, 131, 132. Genç iki delikanlı Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a şöyle sordu: "Acaba kâlemlerin kuruduğu, hakkında takdirlerin cereyan edip bittiği bir şey uğrunda mı amel ediyoruz, yoksa yeniden (önceden tesbit edilmemiş) bir şey uğrunda mı?" Peygamber şöyle buyurdu: "Hayır, hakkında kâlemlerin kuruduğu ve takdirlerin tesbit edilmiş olduğu şeyler uğrunda (amel söz konusudur,)" Gençler: "O halde amel ne diye?" diye sordular. Peygamber şöyle buyurdu: "Siz amel ediniz. Çünkü herkese kendisi için yaratılmış olduğu amel kolaylaştırılır." Bunun üzerine gençler: "O halde artık biz şu andan itibaren gayret gösterip, amel edeceğiz" dediler. 8Amma kim cimrilik eder ve kendisini müstağni görür, 3- Cimrilik Ve Akıbeti: "Amma kim cimrilik eder." Sahib olduğu mal hususunda cimrilik ederek hiçbir hayır harcamada bulunmazsa... Cimriliğe dair açıklamalar ve dünya hayatındaki sonuçlan ile ilgili bilgiler daha önce Al-i İmrân Sûresi'nde (3/180. âyet, 2. başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır. Ahirette ise akıbeti bu âyet-i kerimede belirtildiği gibi cehennem ateşidir. ed-Dahhâk, İbn Abbâs'tan; "Biz de ona en zor olanı kolaylaştırırız" âyeti hakkında şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Ben onun ile Allah'a ve Rasülüne îman etmek arasında engel koyacağım. Dahhâk'ın rivâyetine göre İbn Abbâs şöyle demiştir: Âyet-i kerîme Umeyye b. Halef hakkında inmiştir. İkrime'nin, İbn Abbâs'tan rivâyetine göre de: "Amma kim cimrilik eder ve kendisini müstağni görür" âyeti hakkında, kim malı ile cimrilik gösterip, Rabbınden müstağni davranırsa; "o el-Hüsna'yı da" yani hayır yolunda yaptığı harcamanın yerine başkasının ihsan edileceğini "yalanlarsa..." 9O, el-Hüsnâ'yı da yalanlarsa, İbn Ebi Necih Mücahid'den; "o el-Hüsnâ’yı" yani cenneti "yalanlarsa" diye açıkladığını rivâyet etmiştir. Yine ondan bir başka senedle gelen rivâyete göre "o el-Hüsna" la ilahe illallah demektir, dediği rivâyet edilmiştir. 10Biz de ona en zor olanı kolaylaştırırız. "Biz de ona en zor olanı" yani kötülüğü, şerri "kolaylaştırırız." İbn Mes’ûd'dan cehennem ateşini (kolaylaştırırız), dediği rivâyet edilmiştir. Bir görüşe göre, Biz ona hayır ve salahın yollarını onları işlemesi kendisine zor gelecek şekilde- zorlaştıracağız. Sabah-akşam meleğin "Allah'ım, infak edene yaptığı infakın yerini tutacak şeyleri ihsan et, cimrilik edenin malını da telef et" dediğine dair rivâyet az önce geçmiş bulunmaktadır ki; bunu da Ebû'd-Derda rivâyet etmiştir. İlim adamları dedi ki: Gerek bu âyet-i kerîme ile gerek: "Kendilerine rızık olarak verdiğimizden de infak edenler..." (el-Bakara, 2/3) âyeti, gerek, "Mallarını gece gündüz, gizli açık infak edenlerin Rabbleri katında mükâfatları vardır..." (el-Bakara, 2/274) âyeti ve buna benzer âyetler ile, cömertliğin ahlakın üstün değerlerinden birisi olduğunu, buna karşılık cimriliğin en bayağı huylardan olduğu sabit olmaktadır. Cömert demek; verilmesi gerekmeyen yerlerde malını harcayan demek olmadığı gibi cimri de verilmemesi gereken yerde malını harcamayan kimse demek değildir. Aksine cömert verilmesi gereken yerde veren, cimri de verilmesi gereken yerde vermekten uzak duran kimsedir. Verdikleri dolayısıyla ilâhî mükâfat ve övgüyü hakeden herkes, cömerttir. Vermediği için yergi ya da cezayı hakeden herkes de cimridir, Verdikleri dolayısıyla mükâfat ya da övgüyü haketmeyen, buna karşılık yerilmesi gereken bir kimse cömert sayılmaz. Böyle bir kişi yerilen bir savurgan (müsrif)dir. Bu yüce Allah'ın şeytanların kardeşlerinden kıldığı ve hacr altına almalarını gerekli kıldığı savurgan kimselerdendir. Vermediği için herhangi bir ceza ya da yergiyi haketmeyen buna karşılık övülmeyi hakeden bir kimse ise, başkalarının mallarını güzel idare ve isabetli görüşleri dolayısı ile çekip çevirmeye layık olan reşid kimselerdendir. 4- Zorluğu Kolaylaştırmanın Mahiyeti; el-Ferrâ' dedi ki: Nasıl olur da yüce Allah; "Biz de ona, en zor olanı kolaylaştırırız" diye buyurmuştur? Hiç zorlukta kolaylık olur mu? diyen olursa, ona şöyle cevab verilir; Bu gibi ifadelerin uygunluğu yüce Allah'ın: "Onlara çok acıklı bir azâbı müjdele!" (Âl-i İmrân, 3/21) âyetine benzemektedir. Halbuki müjde aslında sevinçli ve sevindirici şeyler hakkında sözkonusudur. Eğer bir bölümü hayır, bir bölümü şer olan iki ayrı ifade birarada kullanılacak olursa, müjde her ikisi hakkında da kullanılır. Kolaylaştırmak da aslı itibariyle sevindirici şeyler hakkında sözkonusudur. Bir bölümü hayır, bir bölümü şer iki ifade birarada kullanılacak olursa, kolaylaştırma her ikisi hakkında da kullanılır. el-Ferrâ'' dedi ki: Yüce Allah'ın: "Kolaylaştırırız" âyeti, ona bunun imkanlarını hazırlarız, yollarını açarız, demektir. Araplar koyunlar yavruladığı yahut yavrulamaları yaklaştığı takdirde; "Kad yessereti’l-ğanem" derler. Nitekim şair de şöyle demiştir: "Efendimizdir o ikisi, öyle iddia ederler, halbuki Onların bizlere efendilik etmeleri koyunlarının (çokça) yavrulamasındandır." 11Alçaldığı zaman malı kendisine fayda vermez. "Alçaldığı" yani öldüğü "zaman malı kendisine fayda vermez." Adam öldüğü takdirde (aynı kökten): "Radiye’r-raculu, yerdi, raden" "Adam öldü, ölür, ölüm" denilir. Şair de söyle demiştir: "Ölüm korkusuyla hevâmı o kadınlardan uzak tuttum." Ebû Salih ve Zeyd b. Eslem dedi ki: "Alçaldığı zaman" cehenneme düştüğü zaman demektir. "(Yüksek yerden düşüp ölen hayvana): el-Mutereddi’ye" ismi da bu kökten gelmektedir. Bir kişi bir kuyuya düştüğü yahutta bir dağdan aşağıya yuvarlandığı takdirde; "Radiye ve terdâ" denilir. "Mâ edri eyne radiye" Nereye gittiğini bilmiyorum" demektir. (Âyet-i kerimedeki): "Mâ" "mez" edatının cahd (inkar) anlamında olma ihtimali vardır. Yani malının ona hiçbir faydası olmaz. Azar anlamında istifham (soru) anlamında olma ihtimali de vardır. Yani, o ölüp de cehenneme yuvarlanacağı vakit ona ne fayda verebilecektir? 12Hidayete iletmek, şüphesiz ki Bize aittir. "Hidâyete iletmek şüphesiz ki Bize aittir." Yani hidayet yolunu sapıklık yolundan ayırdedip açıklamak Bize aittir. Buna göre, burada hidayet ahkâmın açıklanması anlamındadır. Bu açıklamayı ez-Zeccâc yapmıştır. Neyin helâl, neyin haram olduğunu, neyin kendisine itaat, neyin masiyet olduğunu açıklamak Allah'a aittir, demektir. Bu açıklamayı da Katade yapmıştır. el-Ferrâ' dedi ki: Kim hidayet yolunu izleyecek olursa, onun yolu(nu doğruya iletmek) Allah'a aittir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Doğru yolu göstermek Allah'a aittir." (en-Nahl, 16/9) Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kim Allah'a giden yolu izlemek isterse, o doğru olan yol üzerinde demektir." Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Hidâyete iletmek de, saptırmak da Bize aittir. Burada "saptırmak" sözkonusu edilmemiştir. Yüce Allah'ın: "Hayır yalnız Senin elindedir" (Al-i İmrân, 3/26) âyeti ile; "Herşeyin mülk ve tasarrufu O'nun elindedir" (Yûnus, 10/83) âyetinde olduğu gibi. Yine bir başka yerde yüce Allah: "Sizi sıcaktan koruyacak elbiseler" (en-Nahl, 16/81) diye buyurmaktadır ki, bu elbiseler aynı zamanda soğuktan da korur. Bu açıklamalar da el-Ferrâ'dan nakledilmiştir. Kendisini ilettiğimiz hidayetin mükâfatını vermek Bize aittir, diye de açıklanmıştır. 13Ahiret de, dünya da elbetteki Bizimdir. "Âhiret de, dünya da elbetteki Bizimdir." Burada "âhiret" cennet, "ilk" de dünya (mealde olduğu gibi) demektir. Atâ da İbn Abbâs'tan böylece rivâyet etmiştir. Yani dünya da, âhiret de Allah'ındır. Ebû Salih ise İbn Abbâs'tan şöyle dediğini rivâyet etmiştir: Dünya ve âhiretin sevabı (Bize aittir.) Bu da yüce Allah'ın: "Kim dünya sevabını isterse bilsin ki dünyanın da, ahiretin de sevabı Allah'ın katındadır." (en-Nisa 4/134) âyetini andırmaktadır. Dünya ve ahireti onlara sahib olmayan bir kimseden isteyenler, elbetteki izlemeleri gereken doğru yolu kaybetmişler demektir. 14İşte Ben, sizi oldukça alevli bir ateşi haber vererek korkuttum, "İşte Ben, sîzi oldukça alevli" alev alev yanan "bir ateşi haber vererek korkuttum" sakındırdım. "Telezzâ" "Oldukça alevli" lâfzının aslı: "Tetelezzâ" dır. Ubeyd b. Umeyr, Yahya b. Ya'mer ve Talha b. Mûsarrif’in kıraati budur. 15-16Oraya yalanlayıp, yüz çeviren o en bedbaht olandan başkası girmez. "Oraya" Allah'ın peygamberi Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı "yalanlayıp" îman etmekten "yüz çeviren o en bedbaht olandan başkası girmez." Hararetini, sıcağını duymaz. Mekhul, Ebû Hüreyre'den şöyle dediğini rivâyet etmiştir: "Herkes cennete girer, ondan yüz çeviren müstesna." (Mekhul) dedi ki; "Ey Ebû Hüreyre! Cennete girmekten kim yüz çevirir ki?" Ebû Hüreyre: "Yalanlayan ve yüz çeviren kimse", dedi. Malik dedi ki: Ömer b. Abdu’l-Aziz bize akşam namazını kıldırdı. "Yemin olsun örtüp bürüdüğü zaman geceye" (1. âyet) diye okudu. "İşte Ben sizi oldukça alevli bir ateşi haber vererek korkuttum" âyetine gelince ağlaması tuttu. Ağladığından dolayı bir sonraki âyete geçemedi. Sonra devam etmekten vazgeçerek bir başka sûre okudu. el-Ferrâ' dedi ki: "O en bedbaht olandan başka." Şanı yüce Allah'ın ilminde bedbaht olduğu bilinenden başka... demektir. ed-Dahhâk, İbn Abbâs'tan şöyle dediğini rivâyet etmiştir: "Oraya ... o en bedbaht olandan başkası girmez." Umeyye b. Halef ve Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı yalanlayan onun benzeri kimseler kastedilmiştir. Katade dedi ki: Allah'ın kitabını yalanlayıp, Allah'a itaat etmekten yüz çeviren kimse... el-Ferrâ' dedi ki: Sözü edilen kimse açık bir hükmü reddederek yalanlayan kimse değil; yerine getirmesi gereken itaatler hususunda kusurlu davranan kimsedir. İşte bu durum yalanlamak olarak değerlendirilmiştir. Nitekim: Filan kişi düşmanla karşılaştı, fakat yalancı çıktı, demeye benzer. Böyle bir ifade, düşmanın arkasına takılmaktan vazgeçip, onu takip etmekten yüz çeviren kimse hakkında kullanılır. (el-Ferrâ') dedi ki: Ben Ebû Servân'ı şöyle derken dinledim: Numeyroğullarının ciddiyet ve gayretleri yalan çıkmaz. Yani onlar düşmanla karşılaştıklarında savaşta dirençlerini gösterir ve geri dönmezler. Şanı yüce Allah'ın: "Onun gerçekleşmesini yalanlayacak yoktur." (el-Vakıa, 56/2) âyeti da böyledir. Âyet o bir gerçektir demektir. Selm b. el-Hasen'i de şöyle derken dinledim: Ebû İshak ez-Zeccâc'ı şöyle derken dinledim: Mürcie fırkasının mürcieci görüşü kabul etmelerine delil gösterdikleri âyet budur. Buna dayanarak onlar cehenneme ancak kâfir bir kimse girer, iddiasında bulunmuşlardır. Çünkü şanı yüce Allah: "Oraya yalanlayıp, yüz çeviren ve en bedbaht olandan başkası girmez." diye buyurmuştur. Halbuki durum zannettikleri gibi değildir. Bu, nitelikleri belirtilen muayyen bir ateştir. İşte bu ateşe ancak yalanlayıp, yüz çeviren kimseler girecektir. Cehennemliklerin ise farklı konumları vardır. Bunlardan birisi münafıkların varacakları yer olan cehennem ateşinin en aşağı tabakasıdır. Şanı yüce Allah'ın tehdit ettiği herbir azâb türü ile azablandırması mümkündür. Yine yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz Allah kendisine eş koşulmasını mağfiret etmez. Ondan başkasını ise dileyeceğine mağfiret eder." (en-Nisa, 4/48 ve 116) Eğer şirk koşmayan herkese azâb edilmeyecek olsaydı, yüce Allah'ın: "Ondan başkasını ise dileyeceğine mağfiret eder" âyetinin hiçbir faydası olmaz ve "ondan başkasını... mağfiret eder" ifadesi büsbütün anlamsız bir söz olurdu. ez-Zemahşerî dedi ki: Âyet-i kerîme, müşriklerden büyük bir kimse ile mü’minlerden büyük bir kimsenin iki hali arasında bir karşılaştırma yapmak hususunda vârid olmuştur. Her ikisinin birbiriyle çelişki arzeden niteliklerini en ileri derecede ortaya koymak istemiştir. O bakımdan "en bedbaht" diye buyurularak sadece onun cehennem ateşini boylayacağı ifade edilmiştir. Sanki ateş yalnızca onun için yaratılmış gibidir. Ayrıca "çok sakınan" diye buyurularak cennetin ona has olduğu belirtilmiştir. Sanki cennet yalnız onun için yaratılmış gibi. Bu ikusinden birisinin Ebû Cehil ya da Ümeyye b. Halef ile diğerinin Ebû Bekr (radıyallahü anh) olduğu söylenmiştir. 17Âyetin tefsiri için bak:1818Halbuki malını temizlenmek için veren, çok sakınan kimse ise ondan uzaklaştırılacaktır. "Halbuki malını temizlenmek için veren" yani Allah tarafından arınmak isteyen, bu yolla riyakarlıkta bulunmak ya da yaptıkları yayılsın istemeyip, aksine yüce Allah'ın rızasını arayarak tasaddukta bulunan, (çok sakınan) takva sahibi olup korkan "kimse ise ondan uzaklaştırılacaktır." Oradan uzak kalacaktır. İbn Abbâs dedi ki: Burada maksat, Ebû Bekr (radıyallahü anh)'dır. O cehenneme girmekten uzak tutulacaktır. Bu şekildeki takva sahibi "malını temizlenmek için vermek" ile de nitelendirilmiştir. Bazı meani bilginleri şöyle demişlerdir: Yüce Allah: "çok sakınan" ile "o en bedbaht olan" buyrukları ile "sakınan kimse" ile "bedbaht olan kimse"yi kastetmiştir. Tarafe'nin şu beyitinde olduğu gibi: "Birtakım kimseler ölmemi temenni ettiler ve eğer ölürsem ben Elbetteki bu tek başıma izlediğim bir yol değildir." Görüldüğü gibi; "Ef’ale" veznindeki kelimeler; "Feiyl" yerinde kullanılabilmektedir. Nitekim "kebir: çok büyük" anlamında: "Allahu ekber; Allah en büyüktür" şeklindeki kullanımları da böyledir. Yüce Allah'ın: "Vehuve ehvenu aleyhi" "Ve bu ona göre daha kolaydır" (er-Rum, 30/27) âyetini "çok kolaydır" anlamında (ef'alu veznindeki ismin fail vezni anlamında kullanılması gibi.) 19Üstelik onun üzerinde hiçbir kimsenin, karşılığı verilmesi gereken bir iyiliği de yoktur. "Üstelik onun üzerinde hiçbir kimsenin karşılığı, verilmesi gereken bir iyiliği de yoktur." Yani o, herhangi bir nimet ve iyiliğe karşılık vermek maksadı ile tasadduk etmiyor. 20Ancak o, çok yüce Rabbinin rızasını arayarak (bunu yapmıştır). "Ancak o en yüce" yani alabildiğine yüce "Rabbinin rızasını arayarak" bu işi yapmaktadır. 21Yakında da elbette razı olacaktır. "Yakında da elbette" alacağı mükâfat sebebiyle "razı olacaktır." Atâ ve ed-Dahhâk, İbn Abbâs'tan şöyle dediğini rivâyet etmişlerdir: Müşrikler Bilal'e işkence ediyorlardı. O ise sürekli "ehad, ehad" diyordu. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından geçerken: "Ehad -yani yüce Allah- seni kurtaracaktır" diye buyurdu, Sonra Ebû Bekir'e: "Ey Ebû Bekir, Bilal Allah uğrunda işkencelere maruz bırakılmaktadır." dedi. Ebû Bekir, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ne demek istediğini anladı. Hemen evine gitti. Bir rıtıl altın aldı ve bu altını alıp, Umeyye b. Halef’e götürdü. Ona: "Bana Bilal'ı satar mısın?" dedi. Umeyye: "Evet", dedi. Ebû Bekir onu satın alıp, azad etti. Müşrikler: "Ebû Bekir'in onu azad etmiş olmasının tek sebebi mutlaka vaktiyle onun Ebû Bekir'e yapmış olduğu bir iyilik olmalıdır", dediler. Bunun üzerine "üstelik onun üzerinde" yani Ebû Bekir'in üzerinde "hiçbir kimsenin karşılığı verilmesi gereken bir iyiliği" ona yapmış olduğu bir ihsanı ve bir lutfu "de yoktur" Bilakis o bu işi "ancak o çok yüce Rabbinin rızasını arayarak" yapmıştır. Bir diğer açıklamaya göre Ebû Bekr, Umeyye b. Halef’den Bilal'i bir elbise ve on okka karşılığında satın almış ve Allah için azad etmişti. Bunun üzerine: "Şüphesiz sizin yapıp ettikleriniz çeşit çeşittir" âyeti nazil oldu. Said b. el-Müseyyeb dedi ki: Bana ulaştığına göre Umeyye b. Halef, Ebû Bekir kendisine: "Onu bana satar mısın?" deyince. Ebû Bekir'e: "Evet ben onu sana Nistâs karşılığında satarım", demişti. Nistâs da Ebû Bekir'in bir kölesi idi. Onbin dinarı, köleleri, cariyeleri, davarları vardı. Müşrik bir kimse idi. Ebû Bekir onu sahih olduğu mal kendisinin olması şartı ile müslüman olmasını teklif etti, kabul etmedi. Bunun üzerine Ebû Bekir Bilal karşılığında Nistas'ı sattı. Müşrikler: "Ebû Bekir'in, Bilal'e bu işi yapmasının tek sebebi, Bilal'ın vaktiyle ona yapmış olduğu bir iyiliktir", dediler. Bunun üzerine: "Üstelik onun üzerinde, hiçbir kimsenin karşılığı verilmesi gereken bir iyiliği de yoktur. Ancak o çok yüce Rabbinin rızasını arayarak..." âyeti nazil oldu. Burada "ancak ... rızasını arayarak" âyeti munkatı bir istisnadır. Bundan dolayı nasb ile gelmiştir. Bu (munkatı istisna olmak bakımından): "Mâ fi’d-dâri ehadun illâ himârâ" "Evde hiçbir kimse yoktur, ancak bir eşek müstesna demeye benzer. Ref ile gelmesi de mümkündür. Zaten Yahya b. Vessab ref ile "İllâ’btigâu vechi rabbihi" diye okumuştur. Bu da müstesnanın merfu gelmesi caizdir, diyenlerin görüşüne uygundur. Her iki görüşe uygun olarak Bişr b. Ebi Hazim'in şu beyiti nakledilmiştir: "Artık o ıpıssız ve bomboş kalıverdi hiçbir ünsiyet verecek dost yok orada, Gidip gelen yabani inek yavruları ile erkek deve kuşları dışında." Şairin şu beyitinde de böyledir: "O bir belde ki, orada ünsiyet verecek hiçbir kimse yok, Yabani inek yavruları ile kumrala çalan beyaz renkli develer dışında." Kur'ân-ı Kerîm'de de: "Mâ fealuhu illâ kalilun minhum" "İçlerinden pek azı müstesna bunu yapmazlardı." (en-Nisa, 4/66) âyetinde de böyledir. Daha önceden (belirtilen âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. "O çok yüce Rabbinin rızasını arayarak" Onun rızasını ve Ona yakınlaştıracak yollar demektir. "O çok yüce" anlamındaki lâfız, yücelik sıfatlarına layık olan "Rabb’in sıfatlarındandır. "Rabbinin rızasını" anlamındaki lâfızların mana cihetiyle "mef'ûlün leh" olması da mümkündür. Çünkü ifade: O (birilerinin) nimetine mükâfat vermek için değil, ancak Rabbinin rızası için malını verir, anlamındadır. "Yakında da elbette razı olacaktır." Yani yüce Allah, pek yakında ona kendisini razı edecek şeyleri verecektir. Çünkü ona dünyada yapmış olduğu harcamaların kat kat fazlasıyla karşılığını verecektir. Ebû Hayyan et-Teymi, babasından, o Ali (radıyallahü anh)'dan şöyle dediğini rivâyet etmiştir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Allah, Ebû Bekir'e rahmetini ihsan etsin. Bana kızını verdi. Hicret yurduna beni (sağladığı binekle) taşıdı ve kendi öz malından Bilal'i azad etti." Tirmizi, V, 633; Bezzâr, Müsned, III, 52; Ebû Ya’lâ, Müsned, I, 418 Ebû Bekir onu satın alınca, Bilal kendisine: "Sen beni kendi işini görmek için mi satın aldın? Yoksa Allah için çalışmak için mi satın aldın?" diye sordu. Ebû Bekir: "Allah için çalışmak için satın aldım", dedi. Bunun üzerine Bilal; "O halde beni Allah için çalışmak üzere serbest bırak", dedi. Ebû Bekir de onu azad etti. Ömer b. el-Hattâb (radıyallahü anh): Ebû Bekir bizim efendimizdir ve bizim efendimizi -Bilal (radıyallahü anh)'ı kastederek- azad etmiştir, derdi. Atâ -ki İbn Abbâs'tan da rivâyet edilmiştir- şöyle demiştir: Bu sûre kendisine ait bir bahçe karşılığında satın aldığı bir hurma ağacı dolayısıyla Ebû'd-Dehdah hakkında inmiştir, es-Salebi'nin, Atadan naklettiğine göre bu böyledir. el-Kuşeyri'nin İbn Abbâs'tan rivâyet ettiğine göre; kırk hurma ağacı karşılığında; demiş, fakat bahçesini verip bunları satın alan adamın ismini vermemiştir. Atâ dedi ki: Ensardan birisinin bir hurma ağacı vardı. Bu hurma ağacının taze iken bazı hurmaları komşusunun evine düşüyor, çocukları alıp bu hurmaları yerdi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a bu durumdan şikayetçi olunca, Peygamber ona: "Cennetteki bir hurma ağacı karşılığında onu satar mısın?" dedi. Adam kabul etmedi. Dışarı çıktığında Ebû'd-Dehdah ile karşılaştı. Ebû'd-Dehdah ona: "Bu hurma ağacını bana -kendisine ait olan bahçenin ismi olan- Hüsna karşılığında satar mısın?" dedi. Adam, "bu ağaç senin olsun", dedi. Ebû'd-Dehdah, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gelip: "Ey Allah'ın Rasûlü bu hurma ağacını benden cennetteki bir hurma ağacı karşılığında satın al", dedi. Peygamber: "Nefsim elinde olana yemin ederim ki aldım" diye buyurdu, Ebû'd-Dehdah: "O ağaç senindir ey Allah'ın Rasûlü", dedi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ensardan olan o şahsın komşusunu çağırdı ve ona: "O ağacı al" diye buyurdu. İşte: "Yemin olsun örtüp bürüdüğü zaman geceye" (1. âyet) sûresi sonuna kadar Ebû'd-Dehdah'ın bahçesi ile hurma ağacının sahibi hakkında nazil olmuştur. "Artık kim verir ve sakınırsa" âyeti ile kastedilen Ebû'd-Dehdah'dır. "O el-Hüsna'yı" yani mükâfatı "doğrularsa, Biz de ona en kolay olana" yani cenneti "kolaylaştırırız amma kim cimrilik eder ve kendisini müstağni görür" yani ensardan sayılan o zat "o el-Hüsna'yı da" yani mükâfatı da "yalanlarsa, Biz de ona en zor olanı" yani cehennemi "kolaylaştırırız. Alçaldığı zaman" öleceği vakit "malı kendisine fayda vermez... Oraya yalanlayıp yüz çeviren, o en bedbaht olandan başkası girmez" âyeti ile Hazrecli o şahıs kastedilmektedir ki, münafık bir kimse idi (ensardan görünürdü) ve münafıklığı üzere öldü. "... malını temizlenmek için" o hurma ağacının bedeli olarak "veren çok sakınan kimse ise" yani Ebû'd-Dehdah "ondan uzaklaştırılacaktır Üstelik onun üzerinde hiçbir kimsenin karşılığı verilmesi" ve bunun için mükâfatlandırması "gereken bir iyiliği de yoktur." Yine burada kastedilen kişi Ebû'd-Dehdah'tır. "Yakında da" Allah onu cennete girdireceği vakit "elbette razı olacaktır." Ancak çoğunluk sûrenin Ebû Bekr (radıyallahü anh) hakkında indiği görüşündedir. Bu görüş İbn Mes’ûd, İbn Abbâs, Abdullah b. ez-Zübeyr ve diğerlerinden de rivâyet edilmiştir. Ebû'd-Dehdah'a dair bir başka haber ile ilgili rivâyeti daha önceden el-Bakara Sûresi'nde yüce Allah'ın: "Allah'a güzel bir ödünç verecek olan kimdir?" (el-Bakara, 2/245) âyetini açıklarken (1. başlıkta) zikretmiş bulunuyoruz. Yüce Allah ea iyi bilendir. (Leyl Sûresi burada sona ermektedir. Allah’a hamd olsun). |
﴾ 0 ﴿