DUHA SÛRESİRahmân Ve Rahîm Allah'ın ismi ile Mekke'de indiği ittifakla kabul edilmiştir. Onbir âyettir. 1Yemin olsun kuşluk vaktine, Âyetin tefsiri için bak:2 2Örtüp bürüdüğünde geceye ki; "Yemin olsun kuşluk vaktine, örtüp bürüdüğünde geceye" âyetinde geçen "kuşluk vakti"ne dair açıklamalar daha önceden (eş-Şems, 91/1. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Çünkü yüce Allah onun karşılığında ;gece'yi zikretmiş bulunmaktadır. el-A'raf Sûresi'nde de: "Acaba o ülkeler halkı geceleyin uyurlarken azabımızın kendilerine geleceğinden emin mi oldular? Yoksa o ülkelerin halkı kuşluk vaktinde oynarlarken de azabımızın kendilerine geleceğinden yana emin mi oldular?" (el-A'raf, 7/97-98) diye buyurmaktadır ki; burada da (kuşluk vaktinden kasıt) gündüzdür. Katade, Mukâtil ve Cafer es-Sadık şöyle demişlerdir: Yüce Allah, Mûsa ile konuştuğu vakit olan kuşluk vakti ile Miraç gecesine yemin etmektedir. Bunun sihirbazların secdeye kapandıkları vakit olduğu da söylenmiştir. Bunu da yüce Allah'ın: "Kuşluk vakti insanlar toplansınlar." (Ta-Ha, 20/59) âyeti açıklamaktadır. Meani bilginleri bu ve benzeri âyetler hakkında şöyle demişlerdir: Bu âyette hazfedilmiş lâfızlar vardır ki, bu: Kuşluk vaktinin Rabbine yemin olsun, takdirindedir. "Secâ" "Örtüp bürüdü" âyeti sükûnet buldu, demektir. Bu anlamı Katade, Mücahid, İbn Zeyd ve İkrime vermiştir. "Leyletun sâciyetun" "Sükûnlu bir gece" denilir. Göz kapağının hareketi duran göze; "Sâciyetun" denilir. "Sece’l-leylu, yescu, secven" "Gece sükûn buldu, sükûn bulur" denilir. Deniz sükûn bulduğunda; "Secâ" fiili kullanılır. el-A'şâ dedi ki: "Amcanızın oğlunun denizi kaynayıp coştuğu halde Senin denizin kurtçukları dahi örtemeyecek kadar (suyu az) ve sükûnlu ise bizim günahımız nedir?" Recez vezninde de şair şöyle demiştir: "Ayın doğduğu ve sükûnetli bir gece ile Dokumacıların dokuduğu örtü gibi (dümdüz ve pürüzsüz) yollar ne güzeldir!" Cerir de şöyle demiştir: "Gittikleri gün sana bakışlarını fırlattılar Perdelerin arasından sükûnetle bakarak," ed-Dahhak dedi ki: "Örtüp bürüdüğü", herşeyi örttüğü (zaman) demektir. el-Esmaî dedi ki: Gecenin örtmesi, onun gündüzü kapatmasıdır. Tıpkı adamın üstünün elbise ile örtülmesi gibi. el-Hasen karanlığı ile örttüğü vakit, diye açıklamıştır. İbn Abbâs böyle açıklamıştır. Gittiği vakit diye açıkladığı da rivâyet edilmiştir. Yine karanlığı ile geldiği vakit, diye açıkladığı da rivâyet edilmiştir. Said b. Cübeyr geldiği vakit, diye açıklamıştır. Bu açıklama Katade'den de rivâyet edilmiştir. İbn Ebi Necih, Mücahid'den "örtüp bürüdüğünde" ileri dereceye vardığında diye açıkladığını rivâyet etmiştir. Birinci açıklama dilde daha ünlüdür. "Örtüp bürüdü" sükûnete erdi, demek olup, onda insanlar sükûn buldu demektir. Bu da "oruçlu bir gündüz, namaz gecesi" demeye benzer. (Oruçla geçirilen bir gün, namaz kılmakla geçirilen bir gece demektir.) Gecenin sükûn bulmasının, karanlığının iyice yerleşmesi ve kemal derecesine ulaşması anlamında olduğu da söylenmiştir. Bir diğer açıklamaya göre, "yemin olsun kuşluk vaktine, örtüp bürüdüğü zaman geceye" âyeti ile yüce Allah, kuşluk vaktinde kendisine ibadet eden kulları ile karanlığı bastırdığı vakit geceleyin kendisine ibadet eden kullarını kastetmiştir. "Kuşluk vakti" ile cennetin aydınlık saçtığı zamanki nuru, "örtüp bürüdüğünde gece" ile de iyice karardığı vakit gecenin karanlığının kastedildiği de söylenmiştir. Bir diğer açıklamaya göre "kuşluk vakti" gündüzü andıran şekliyle ariflerin kalblerindeki nûr, "örtüp bürüdüğünde gece" ile de geceyi andıran kâfirlerin kalblerindeki siyahlık demektir. Şanı yüce Allah, bu şeylere yemin etmiş bulunmaktadır. 3Rabbin seni terk de etmedi, sana darılmadı da. "Rabbin seni terk de etmedi" âyeti yeminin cevabıdır. Cebrâîl (aleyhisselâm)'ın Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gelmesi bir süre gecikince müşrikler: Allah, onu terketti ve ondan uzaklaştı, dediler. Bunun üzerine bu ayet-i kerîme(ler) nazil oldu. İbn Cüreyc dedi ki: Oniki gün süreyle Peygambere vahiy gelmedi. İbn Abbâs onbeş gün demiştir. Yirmi beş gün geciktiği de söylenmiştir. Mukâtil kırk gün geciktiğini söylemiştir. Bunun üzerine müşrikler: Rabbi Muhammed'i terketti ve ona darıldı. Eğer onun bu işi Allah'tan gelmiş olsaydı, devam etmesi gerekirdi. Tıpkı ondan önceki peygamberlere yaptığı gibi (ona da yapardı). Buhârî’de Cündeb b. Süfyan'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) rahatsızlandığı için iki ya da üç gece namaza kalkamadı. Bir kadın gelip: "Ey Muhammed" dedi. "Ben senin şeytanının seni terkettiğini zannediyorum. İki ya da üç geceden beri senin yakınlarına geldiğini görmüyorum. " Bunun üzerine yüce Allah: "Yemin olsun kuşluk vaktine, örtüp bürüdügünde geceye ki Rabbin seni terk de etmedi, sana darılmadı da" âyetlerini indirdi. Buhârî, IV, 1892; Müslim, III, 1422; Müsned, IV, 312 Tirmizi'de, Cündeb el-Beceli'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte bir mağarada idim, parmağı kanadı. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sen kanayan bir parmaktan başka bir şey misin ki? Esasen karşılaştığın (bu hal) Allah yolundadır" diye buyurdu. Cebrâîl'in ona gelmesi bir süre gecikince müşrikler: "Muhammed terkedildi", dediler. Bunun üzerine şanı yüce ve mübarek olan Allah: "Rabbin seni terk de etmedi, sana darılmadı da" âyetini indirdi. Bu hasen, sahih bir hadistir. Tirmizi, V, 442; Müslim, III, 1421; Humeydî, Müsned, II, 342: Taberânî, Kebir, II, 173 Tirmizi "İki ya da üç gece namaza kalkmadı" ifadesini zikretmemiştir. Buhârî ise (yukarıda geçtiği gibi) bu ifadeyi zikretmiştir. Bu husustaki görüşlerin en sahihi budur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. es-Salebi de bunu Cündeb b. Süfyan el-Beceli'den zikretmiş olup, buna göre Cündeb şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a bir taş atıldı ve parmağına isabet edip, kanadı, Peygamber: "Sen kanayan bir parmaktan başka bir şey misin ki? Esasen karşı karşıya kaldıkların da Allah yolundadır." dedi. Bu sebebten iki ya da üç gece namaza kalkamadı. Ebû Leheb'in karısı Um Cemil ona: "Gördüğüm kadarıyla şeytanın seni terketmiş bulunuyor. İki ya da üç geceden bu yana sana yaklaştığını görmedim", dedi. Bunun üzerine; "Yemin olsun kuşluk vaktine..." buyrukları nazil oldu. Ebû İmrân el-Cevni'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Cebrâîl'in Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gelmesi bir süre gecikti. Öyle ki bu, Peygambere ağır geldi. Alnını Kabe'ye koymuş dua eder halde iken geldi ve omuzları arasına dokundu, ona: "Rabbin seni terk de etmedi, sana darılmadı da" âyetlerini indirdi. -Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a hizmet eden- Havle dedi ki: Bir köpek eniği (peygamberin) evine girdi. Evdeki divanın altına girip orada öldü. Bu sebebten ötürü Allah'ın Peygamberine günlerce vahiy inmedi. "Ey Havle! Benim evimde ne oldu? Cibril niye bana gelmiyor?" dedi. Havle dedi ki: "Ben keşke evi düzenleyip, onu süpürsem", dedim. Elimdeki süpürgeyi divanın altına soktum, ölmüş bir köpek eniği ile karşılaştım. Onu alıp (dış) duvar(ın) arkasına attım. Allah'ın Peygamberi sakalları titreyerek geldi. -Ona vahiy nazil oldu mu öncesinden onu bir titreme alırdı.- Şöyle buyurdu: "Ey Havle! Beni iyice ört." Bunun üzerine yüce Allah bu sûreyi indirdi. Cebrâîl inince Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onun gecikmesinin sebebini sordu. O da şu cevabı verdi: "Bizim, içinde bir köpek ya da bir suret bulunan bir eve girmediğimizi bilmiyor musun?" Taberânî, Kebir, XXIV, 249; Ebû Bekr eş-Şeybânî, el-A'hâd ve'l-Mesâni, VI, 211; Heysemî, Mecma', VII, 138, -ravilerinden Um Hafs’ı tanımadığı kaydıyla-; ayrıca bk.: Müslim, III, 1664; İbn Hibban, Sahih, XIII, 167; Ebû. Davud, IV, 74; Nesâî, VII, 186, Müsned, VI, 142, 330. Bir görüşe göre yahudiler; Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’a ruh, Zülkarneyn ve Kehf ashabına dair soru sorunca, o: "Size yarın haber vereceğim" demiş fakat "inşaallah" dememişti. Bunun üzerine ona vahiy gelmez oldu, Nihayet Cebrâîl ona: "Hiçbir şey hakkında sakın: 'Ben bunu mutlaka yarın yapacağım" deme, meğer ki Allah dilemiş ola (inşaallah yapacağım de.)" (el-Kehf, 18/23-24) Ve ona kendisine sorulan soruların durumunu haber verdi. Bu olay hakkında "Rabbin seni terk de etmedi, sana darılmadı da" buyrukları indi. Bir diğer açıklama da şöyledir; Müslümanlar "ey Allah'ın Rasûlü! Ne diye sana vahiy inmiyor? " dediler. Peygamber: "Sizler parmak boğumlarınızın arasını -bir diğer rivâyette parmakların üst tarafındaki boğumları- temizlemiyor, tırnaklarınızı kesmiyor, bıyıklarınızı kısaltmıyor olduğunuz halde nasıl olur da bana vahiy iner!" diye buyurdu. Bunun üzerine Cebrâîl bu sûreyi indirdi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Gelişin o kadar gecikti ki seni özledim" diye buyurdu. Cebrâîl: "Ben seni daha çok özledim, fakat ben bir emir kuluyum" dedi. Sonra ona: "Biz ancak Rabbinin emri ile ineriz" (Meryem, 19/64) buyrukları nazil oldu. "Mâ veddeake" "Seni terketmedi" âyeti genel olarak (dal harfi) şeddeli "tevdi"'den gelen bir fiil olarak okunmuştur ki, bu da ayrılan kimsenin vedalaşması gibi (sana veda etmedi) demektir. İbn Abbâs ve İbn ez-Zübeyr'den rivâyet edildiğine göre onlar şeddesiz olarak; "Vedeake" "Seni terketmedi" diye okumuşlardır. Şair şöyle demiştir: "Ve orada Amr ile Amir oğullarını terkettik Siyah mızrakların uçlarının avları olarak." Ancak bu şekildeki kullanım azdır. "Huve yedeu kezâ" "O, onu terkeder" denilir. el-Müberred Muhammed b. Yezid dedi ki: Araplar hemen hemen: "Vedea" ile "Vezera" demezler. Çünkü başa alınan "vav'ın telaffuzunda kuvvet yoktur. Bunların yerine (aynı anlamda): "Terake" "Terk etti" fiilini kullanırlar. "Sana darılmadı da." Yani Rabbin seni sevdiğinden bu yana sana buğzetmedi. Sonda (sana anlamını veren) "kef" harfini getirmemiştir. Çünkü bu âyet sonudur. "el-kalâ" "Buğzetmek" demektir. "Kaf" harfi üstün okunursa, (sonu) med'li okunur "Kalâe, yekli, kilâ ve kalâe" "Ona buğzetti, eder, buğzetmek" denilir. Tıpkı; "Karabtu’d-dayfe, ekrabehu, kırbâ, ve karâe" "Misafiri ağırladım, ağırlarım, misafiri ağırlamak" demek gibidir, "Yeklâe" "Ona buğzetti" şeklindeki kullanım ise Taylıların şivesidir. Saleb şu mısraı zikretmektedir: "Um el-Ğamr ile geçirdiğimiz günlere buğzetmeyiz." "Neklâ" "Buğzederiz" demektir. Şair şöyle demiştir: "Sen bize ister kötülük yap, ister iyilik, tarafımızdan kınanmazsın Sen -kendisi buğzetse bile- buğz da edilen olmazsın." İmruu'l-Kays dedi ki: "Ben, ne huyları buğzedilen bir kimseyim ne de buğzeden birisiyim," Âyetin tevili: "Mâ veddeake rabbuke vemâ kalâke" "Rabbin seni terk de etmedi, sana buğz da etmedi" şeklinde olup "sana" anlamını veren "kef" harfinin tekrar edilmemesi, âyet sonu oluşundan dolayıdır. Nitekim yüce Allah: "Ve’z-zâkirinallahe kesiran ve’z-zâkirâti" "Allah'ı çokça anan erkeklerle, çokça anan kadınlar" (el-Ahzab, 33/35) âyetinin "Allah'ı çokça anan kadınlar" takdirinde oluşu gibi. 4Yemin olsun ki, âhiret senin için dünyadan daha hayırlıdır. Âyetin tefsiri için bak:5 5Elbette, Rabbin sana verecek, sen de hoşnut olacaksın. Seleme, İbn İshak'dan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: "Yemin olsun ki, âhiret senin için dünyadan daha hayırlıdır." Yani ey Muhammed! Senin Bana dönüşün esnasında sana ait olan nezdimde bulunanlar, senin için dünyada acilen verdiğim şeref, lütuf ve ihsanlardan daha hayırlıdır, İbn Abbâs dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a yüce Allah'ın kendisinden sonra ümmetine nasib edeceği fetihleri gösterildi. Bundan dolayı da sevindi. Bunun üzerine Cebrâîl yüce Allah'ın; "Yemin olsun ki, âhiret senin için dünyadan daha hayırlıdır. Elbette Rabbin sana verecek, sen de hoşnut olacaksın" âyetlerini indirdi. İbn İshak dedi ki: Dünyada zafer, âhirette de sevab ve mükâfat(ı olacaktır). Havz ve şefaatin kastedildiği de söylenmiştir. İbn Abbâs'tan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Toprağı misk olan beyaz inciden bir köşkdür. el-Evzai bunu merfû’ bir hadis olarak rivâyetle şöyle demiştir: Bana İsmail b. Ubeydullah anlattı. O Ali b. Abdullah b. Abbas'tan, o babasından rivâyetle dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a ümmetinin fethedeceği yerler gösterildi. O buna çok sevindi. Bunun üzerine yüce Allah: "Yemin olsun kuşluk vaktine... elbette Rabbin sana verecek, sen de hoşnut olacaksın" âyetlerini indirdi. Şanı yüce Allah ona cennette toprağı misk olan bin köşk ihsan etti. Herbir köşkte de ona yaraşacak kadar eşler ve hizmetçiler vardır. Yine ondan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Muhammed, ehl-i beytinden cehenneme hiçbir kimsenin girmemesine razı ve hoşnut olacaktır. es-Süddi de böyle demiştir. Bunun bütün mü’minler hakkındaki şefaati olduğu da söylenmiştir. Ali (radıyallahü anh)'dan dedi ki: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Allah ümmetim hakkında beni şefaatçi kılacak. Ta ki şanı yüce Allah bana: "Ey Muhammed razı oldun mu?" diyecek, ben de: "Evet Rabbim razı oldum", diyeceğim," Müslim'in Sahih'inde Abdullah b. Amr b. el-As’dan rivâyete göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yüce Allah'ın İbrahim (aleyhisselâm) hakkındaki: "...Artık kim bana uyarsa işte o bendendir. Kim de bana isyan ederse... gerçekten Sen günahları bağışlayansın, çok merhametlisin." (İbrahim, 14/56) âyetidir. Îsa (aleyhisselâm)'ın da: "Eğer onları azablandırırsan şüphe yok ki onlar Senin kullarındır." (el-Mâide, 5/118) diye söyleyeceği belirtilen sözlerini okudu, ellerini kaldırıp: "Allah'ım ümmetim, ümmetim" dedi ve ağladı. Yüce Allah Cebrâîl'e: "Muhammed'e git -Rabbin daha iyi bildiği halde- ona niçin ağlıyorsun? diye sor, " diye buyurdu. Cebrâîl, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gelerek ona sordu. O da ona durumu haber verdi. Bunun üzerine yüce Allah Cebrâîl'e: "Muhammed'e git. Ona şöyle de" diye buyurdu: "Allah sana diyor ki: Ümmetin hakkında hiç şüphesiz Biz, seni razı edeceğiz ve senin hoşuna gitmeyecek bir şey göstermeyeceğiz." Müslim, 1, 191; İbn Hibban, Sahih, XVI, 217; Nesâî. es-Sunenu'l-Kübrâ, VI. 373, Taberânî. Kebir, VIII, 367.. Ali (radıyallahü anh) İraklılara şöyle demişti: "Sizler yüce Allah'ın, kitabında en ümit verici âyet-i kerimenin; "De ki: 'Ey nefisleri aleyhine ileri giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin." (ez-Zümer, 39/59) âyeti olduğunu söylüyorsunuz (öyle mi?)" Onlar: "Evet, biz böyle diyoruz", dediler. Alı (radıyallahü anh) şöyle dedi: "Fakat bizler yani ehl-i beyt şöyle diyoruz: Allah'ın kitabındaki en ümit verici âyet yüce Allah'ın: "Elbette Rabbin sana verecek, sen de hoşnut olacaksın" âyetidir. Hadiste şöyle denilmektedir: Bu âyet nazil olunca Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "O halde Allah'a yemin ederim ki, ümmetimden tek bir fert dahi cehennemde kaldığı sürece ben de razı olmayacağım." 6Hem yetimken seni barındırmadı mı? Şanı yüce Allah, Peygamberi (sallallahü aleyhi ve sellem) üzerindeki lütuf ve ihsanlarını sayıp dökerek: "Hem yetimken" baban ölmüş, babasızken "seni barındırmadı mı?" Amcan Ebû Talib'in yanında sana barınacağın bir yer takdir etti ve o sana baktı(rdı), demektir. Cafer b. Muhammed es-Sadık'a şöyle denildi: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ne diye anne babadan yetim (öksüz) bırakıldı? Şu cevabı verdi: Üzerinde hiçbir mahlukun hakkı kalmasın diye. Mücahid'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir Bu Arapların eşi ve benzeri olmayan şey hakkında kullandıkları "Yetim inci" şeklindeki sözlerine benzemektedir. Buna göre âyetin mecazî anlamı şöyledir: Rabbin seni şerefin itibariyle eşsiz ve benzersiz bir kişi olarak görüp de seni koruyacak, senin etrafını çepeçevre kuşatacak ashab ile seni barındırıp himayeye almadı mı? 7Şaşkınken seni doğru yola iletmedi mî? Yani sen, sana verilmek istenen peygamberlikten habersiz idin, Allah da sana doğru yolu gösterdi. Burada "dalâlet" "(mealde: şaşkınlık)" habersiz olmak (gaflet) anlamındadır. Şanı yüce Allah'ın: "Rabbin şaşmaz da, unutmaz da" (Ta-Ha, 20/52) âyetinde olduğu gibi. Yani Rabbin şaşırmaz (gaflete düşmez, yanılmaz) demektir. Peygamberi hakkında da: "Halbuki sen şüphesiz bundan önce gafillerden (haberi olmayanlardan) idin." (Yusuf, 12/3) Bazıları da buradaki "dall: şaşkın" lâfzı Kur'ân'ı ve şer'î hükümleri biliniyordun. Allah, seni Kur'ân'a muhatab kılarak ve İslamın şer'î hükümlerini öğreterek seni doğru yola iletti, demektir, diye açıklamışlardır. Bu açıklama ed-Dahhak, Şehr b. Havşeb ve başkalarından rivâyet edilmiştir. Daha önce eş-Şura Süresi'nde (42/52-53 âyetler, 2. başlıkta) açıkladığımız üzere yüce Allah'ın: "Kitabın da, imanın da ne olduğunu bilmezdin." (eş-Şura, 42/52) âyetinin anlamını ifade etmektedir. Kimileri: "Şaşkınken seni doğru yola iletmedi mi?" âyeti sen sapık bir topluluk arasında idin de senin vasıtan ile Allah onlara hidayet verdi, demektir, demişlerdir. el-Kelbi ve el-Ferrâ'nın görüşü budur. es-Süddi'den de buna yakın açıklama nakledilmiştir. Yani O. senin kavmini sapıklık içinde iken, seni onları irşad edip, doğru yola getirmek üzere hidayete iletti. Bir diğer açıklama: Hicretten yana "şaşkınken" seni hicrete iletti. Bir başka açıklamaya göre buradaki "dall" unutmuşken demektir. Tıpkı sana Ashab-ı Kehf, Zülkarneyn ve ruh hakkında soru sorulduğunda "inşaallah" demeyi unutup, Allah'ın sana hatırlatması gibi. Nitekim yüce Allah (bu anlamda kelimeyi kullanarak): "Biri unutur... diye" (el-Bakara, 2/282) âyetinde olduğu gibi. Şöyle de açıklanmıştır; Sen kıbleye dönmek istiyordun da onu araştırıyordun, Allah da seni ona iletti. Bunu da yüce Allah'ın: "Biz yüzünü göğe doğru evirip çevirmeni elbette görüyoruz..." (el-Bakara, 2/144) âyeti açıklamaktadır. Bu durumda "dalal" "şaşkınlık, sapıklık" istemek, araştırmak anlamında olur. Çünkü şaşkın ve şaşırmış bir kimse araştıran bir kimsedir. Şöyle de açıklanmıştır: Sana indirilenleri açıklamak hususunda seni hayret içinde gördü ve bu hususta sana doğruyu gösterdi. O vakit buradaki "dalal" şaşkınlık anlamında olur. Çünkü "dall (dalâlette olan)" şaşkın kimse demektir. Seni kavmin arasında kaybolmuş buldu, sana kavmini bulmayı sağladı, diye de açıklanmıştır. Buna göre "dalâl" kaybolmak anlamındadır. Seni hidayeti seven birisi olarak buldu, bunun için seni hidayete iletti, diye de açıklanmıştır. Buna göre "dalâl" sevmek anlamında olur. Nitekim yüce Allah'ın: "Allah'a yemin ederiz ki, sen hala eski yanlışlığındasın dediler." (Yusuf, 12/95) Buradan bu lâfız "sevgi" anlamında kullanılmıştır Şair de şöyle demiştir: "Bu dalâl (sevgi) benim saçımın tepesini Ve şakaklarımı ağarttı. Halbuki ben daha önce böyle değildim Benden ilişkisini koparmayı seçtiği için Azze'ye hayret doğrusu Bu dalâlden (sevgiden) sonra artık onun halatı çürümüş oldu." Bir diğer açıklamaya göre, Mekke yollarında "kaybolmuş" idin de o sana doğru yolu gösterdi ve seni deden Abdu'l-Muttalib'e geri çevirdi. İbn Abbâs dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) küçükken Mekke geçitlerinde kayboldu. Ebû Cehil onu koyunlarının yanından geri döndüğü sırada gördü ve onu dedesi Abdu'l-Muttalib'e geri götürdü. İşte yüce Allah, düşmanı vasıtası ile dedesine döndürmesi lütfunu ona hatırlatmaktadır. Said b. Cübeyr dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) amcası Ebû Talib ile birlikle bir yolculuğa çıkmıştı. İblis karanlık bir gecede devenin yularını aldi ve onu doğru yoldan uzaklaştırdı. Cebrâîl gelip, İblisi bir üfledi. Bundan dolayı İblis Hind topraklarına düştü ve peygamberi tekrar kafileye geri çevirdi. İşte Allah ona bu lütfu hatırlatmaktadır. Ka'b dedi ki: Halime Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı emzirme süresini bitirince Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'i Abdu'l-Muttalib'e geri vermek üzere alıp geldi. Mekke'nin kapısının yakınında şöyle bir ses işitti: Ne mutlu sana ey Mekke vadisi! Bugün o nûr, o din, o göz alıcı güzellik sana geri getiriliyor. Halime dedi ki: Elbiselerimi düzeltmek için onu yere bıraktım. Çok şiddetli bir yıkıntı sesi duydum. Dönüp baktığımda onu göremedim. "Ey insanlar çocuk nerede?" diye sordum. "Bir şey görmedik" dediler, Vay Muhammed'im, diye bağırdım. Bastonuna dayanarak yürüyen bir pir i fani görüverdim. "Şu en büyük pula git", dedi. "Eğer onu sana geri vermek isterse bu işi yapar." Sonra o yaşlı adam putun etrafında döndü, putun başını öptü ve: "Ey rabbim" dedi. "Senin Kureyş'in üzerindeki lütufların hala devam ediyor. Sa'doğullarından olan şu kadın oğlunun kaybolduğunu iddia ediyor. Dilersen oğlunu ona geri çevir." Hubel yüzü üstüne yıkıldı, diğer putlar da bir bir yere düştü ve: "Ey kocamış ihtiyar bizi bırak git. Biz Muhammed'in eli ile helâk edileceğiz", dediler. Yaşlı adam bastonunu bıraktı ve titreyip şöyle dedi: "Senin oğlunun onu zayi etmeyecek bir rabbi vardır. Aceleye kendini kaptırmaksızın onu ara. Bütün Küreydiler Abdu'l-Muttalib'in etrafında toplandı. Bütün Mekke'de onu aradılar, bulamadılar. Abdu’l-Muttalib, Ka'be'nin etrafında yedi defa dönüp tavaf yaptı, yüce Allah'a onu kendisine geri döndürmesi için niyaz edip söyle dedi: "Rabbim, oğlum Muhammed'i geri çevir Rabbim, onu geri çevir de bana böyle bir lütfun olsun Rabbim, eğer Muhammed bulunmayacak olursa, Kavmimin bir araya gelmiş olan bu birliği tamamen dağılıp gidecektir." Semadan birisinin şöyle nida ettiğini duydular: Ey insanlar topluluğu! Gürültü ve feryad etmeyin. Şüphesiz ki Muhammed'in kendisini yardımsız bırakmayacak ve onu zayi etmeyecek bir Rabbi vardır. Muhammed Tihame vadisinde Arabistan kirazı ağaçlarının bulunduğu yerdedir. Abdu'l-Muttalib ile Varaka b. Nevfel yola koyuldular, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı bir ağacın altında ayakta dikiliyor, dallar ve yapraklarla oynuyor gördüler. Bir diğer açıklama da şöyle yapılmıştır: Miraç gecesinde Cebrâîl seni yalnız bırakıp, yolu bilmeyen, şaşkın bir halde seni bulup da, seni Arş'ın bacağına iletmedi mi? Ebû Bekr el-Verrak ve başkaları dedi ki: Seni Ebû Talib'i seviyor halde "şaşkın " buldu da Rabbin seni Rabbinin sevgisine iletti. Bessam b. Abdullah dedi ki: Sen; kendinin kim olduğunu bilmeyen "bir şaşkınken" buldu, sana kendini ve halini tanıttı. el-Cüneydi dedi ki: Kitabı beyan hususunda seni şaşkın buldu, sana beyanı öğretti. Bunu: "İnsanlara kendilerine ne indirildiğini açıklayasın diye" (en-Nahl, 16/44) âyeti ile "Hakkında anlaşmazlığa düştükleri şeyleri kendilerine açıkça anlatman için" (en-Nahl, 16/64) buyrukları açıklamaktadır. Kimi dil bilginleri şöyle demiştir: Araplar geniş bir düzlükte yanında başka bir ağaç bulunmayan tek bir ağaç görürlerse ona "dalle" ismini verirler ve onunla yol bulunur. İşte yüce Allah Peygamberi Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'a: "Şaşkınken seni doğru yola iletmedi mi?" diye buyurmuştur. Yani kimse senin dinin üzere değildi. Sen yapayalnızdın, seninle birlikte kimse yoktu. Ben senin vasıtan ile insanları hidayetime erdirdim. Derim ki: Bütün bu görüşler güzeldir. Bunların kimi manevi, kimi maddidir. Fakal bu son görüş benim daha çok hoşuma gitmektedir. Çünkü manevi bütün görüşleri birarada ifade edebilmektedir. Kimileri de şöyle demiştir: O genel olarak kavminin üzerinde bulunduğu hal üzereymiş gibi kavminin arasında idi. Dış görünüşü ve hali itibariyle onlara muhalif olduğunu göstermiyordu. Ancak onun hakkında şirk inancına sahib olduğu asla düşünülemez. Aksine zahiren kırk yıl gibi bir süre kavminin dış görünüşteki merasimlerini o da icra ediyor görünüyordu. el-Kelbi ve es-Süddi de şöyle demişlerdir: Bu onun zahirine göre kullanılmış bir ifadedir, Yani o seni (haşa) kâfir buldu, aralarında bulunduğun kavim de kâfir idi ve sana hidayet verdi. Ancak böyle bir görüş ve bu görüşün çürütülmesi ve cevabı daha önce eş-Şura Sûresi'nde (42/52-53. âyetlerin tefsiri, 2. başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır. Bir başka açıklamaya göre; O, seni şirk ehli arasında buldu da seni onlardan ayırdı. Nitekim; "Dalle’l-mâu fi’l-lebeni" "Su sütün içerisinde kayboldu" denilir. Yüce Allah'ın: "Eizâ dalelnâ fi’l-erdi" "Biz yerde kaybolduğumuz vakit...mi?" (Secde, 32/10) Yani gömülüp de toprağa varıp, âdeta toprağın genelinden ayırdedilemeyecek hale geldiğimiz vakit (mi diriltileceğiz)? demektir. el-Hasen'in kıraatinde; "Vevecedeke dâllu fehedâ" "Sapık kimse(ler) seni buldu da hidayete ulaştı" diye okumuştur ki; sapık kimseler seni buldu, senin vasıtanla hidayete eriştiler demektir. Bu, tefsiri bir kıraattir. "Şaşkınken..." kavmin seni bilmiyor, senin kıymetinin farkında değilken, Allah, müslümanları sana iletti ve sonunda onlar sana îman etti, demektir. 8Seni fakirken zengin kılmadı mı? "Seni" malı bulunmayan "bir fakirken zengin kılmadı mı?" Hatice (radıyallahü anha) vasıtası ile seni zengin kıldı. "Âle’r-raculu, yeılu, ayleten" "Adam fakir düştü, düşer, fakirlik" denilir. Uhayha b. el-Cülâh dedi ki; "Fakir bilemez ne zaman zengin olacak, Zengin de bilemez ne zaman fakir düşecek," Mukâtil dedi ki: Sana ihsan ettiği rızkı ile seni hoşnut etti, o rızka razı kıldı. el-Kelbi-, Rızık hususunda seni kanaatkar yaptı. Atâ dedi ki: Nefsin itibariyle fakir iken kalbini zengin kıldı. el-Ahfeş dedi ki: Senin bakmak zorunda olduğun çok kimselerin vardı, demektir. Bunun delili de "zengin kılmadı mı" âyetidir. Cerir'in şu beyiti de bu anlamdadır: "Allah Kitabta farz olarak bir hüküm indirdi Yolcuya ve bakmakla yükümlü olduğu pekçok kimsesi olan fakire (zekattan pay verdi.)" Şöyle de açıklanmıştır: Seni delil ve belgeler bakımından fakir buldu da bunlarla seni zengin kıldı. Bir başka açıklama: Sana nasib eltiği fetihlerle ve kâfirlerin mallarından sana ulaşmasını sağladığı fey' ve ganimetlerle seni zengin kıldı. el-Kuşeyri dedi ki: Ancak böyle bir açıklama su götürür. Çünkü sûre Mekke'de inmiştir. Cihad ise Medine'de farz kılınmıştır. Genel olarak; " Fakirken" diye okunmuş ancak İbn es-Semeyka şeddeli (ye) ile diye; ile gibi okumuştur. 9O halde; yetime gelince, sakın kahretme! Bu âyete dair açıklamalarımızı beş başlık halinde sunacağız: "O halde yetime gelince, sakın kahretme!" Yani zulüm ederek una musallat olma, ona hakkını ver ve kendi yetimliğini hatırla! Bu açıklamayı el-Ahfeş yapmıştır. Her ikisinin (tasallut ve kahretmenin) aynı anlamda iki ayrı lâfız oldukları da söylenmiştir. Mücahid'den "kahretme!" âyetinin hakir görme anlamında olduğunu söylediği nakledilmiştir. en-Nehaî ve el-Eşheb el-Ukayli (kahretme anlamındaki lâfzı) "keF" harfi ile: diye okumuşlardır, İbn Mes’ûd'un Mushaf'ında da böyledir. Buna göre âyetin ona zulmetmek ve malını almak sureti ile yetimin kahredilmesinin yasaklanması anlamında olma ihtimali vardır. Özellikle yetimin sözkonusu edilmesi ise, yüce Allah'tan başka ona yardım edecek kimsenin olmayışıdır. Bundan dolayı ona zulmedenin cezası ağırlattırılmak suretiyle ona yapılan zulüm de ağır bir zulüm olarak değerlendirilmiştir. Araplar (bu kelimenin okunuşunda olduğu gibi) bazan "kef" ile "kaf' harflerinin birini diğerinin yerine kullanabilirler. en-Nehhâs şöyle demiştir: Ancak bu yanlıştır. Bir kimseye karşı sertlik gösterilip, haşin ve kaba davranıldığı vakit ancak; Ona sert ve haşin davrandı" denilir. Müslim'in Sahih'inde Muaviye b. el-Hakem es-Sülemi'nin rivâyet ettiği hadiste namazda selam almak sureti ile konuşmasını anlatırken şunları söylemektedir: Anam babam ona feda olsun. Ne ondan önce, ne ondan sonra ondan daha güzel öğreten hiçbir öğretici görmedim. -Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı kastetmektedir.- "Allah'a yemin ederim bana sert ve kaba söz söylemedi, beni dövmedi, bana sövmedi,.." diye hadisin geri kalan bölümlerini zikretmektedir. Müslim, I, 381; Dârimi, 1, 422; Nesâî, III, 17, Müsned, V, 447, 448 "Kahr"ın galib gelmek, "kehrin ise azarlamak anlamında olduğu da söylenmiştir, 2- Yetime Güzel Davranmanın Mükâfatı: Ayet-i kerîme, yetime yumuşak davranmak, ona iyilik yapmak ve ona güzel davranmak gerektiğine delildir. O kadar ki, Katade; Sen yetime son derece merhametli bir baba gibi ol, demiştir. Ebû Hüreyre'den rivâyet edildiğine göre bir adam Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a kalbinin katılığından şikayet etti. Peygamber ona şöyle buyurdu: "Kalbinin yumuşamasını istiyor isen yetimin başını sıvazla, yoksula yemek yedir." Müsned, II, 463; Beyhakî, es-Sünenü'l-Kübrâ, IV, 60; Heysemî, Meana', VIII, 160 -ravilerinin sahih raviler oldukları kaydıyla- Sahih'de Ebû Hüreyre'den gelen rivâyete göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Ben ve ister kendisinin, ister bir başkasının yetimini koruyup gözetleyen; şu ikisi gibi olacağız" deyip, başparmak ile orta parmağını gösterdi. Muvatta’, II, 94; Buhâri, V, 2032, 2037; Tirmizî, IV, 321; Ebû Davud, IV, İbn Ömer'den rivâyet edilen hadise göre, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Hiç şüphesiz yetim ağladığı vakit onun ağlaması dolayısıyla Rahmânın arşı sarsılır. Yüce Allah, meleklerine: Ey meleklerim! Babasını toprağın altına aldığım bu yetimi kim ağlatıyor. Melekler: Rabbimiz Sen daha iyi biliyorsun derler. Yüce Allah meleklere şöyle der: "Ey meleklerim! Şahid olun ki kim onu susturur, onun gönlünü hoş ederse Ben de kıyâmet gününde onu hoşnud ve razı edeceğim." Ebû Ömer bir yetim gördü mü başını sıvazlar, ona bir şeyler verirdi. Enes'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Her kim bir yetimi (baktığı çocuklarına) katar da, onun nafakasını karşılar, onun ihtiyacını görüp gözetirse, kıyâmet gününde bu cehennem ateşine karşı ona perde olur Buraya kadar, farklı lâfızlarla yakın manada olmak üzere: Müsned, IV, 344, V, 29; Tayalisi, Müsned, I, 187; Ebû Yala, Müsned, II, 227; Taberani, Kebir, XIX, 300 Kim bir yetimin başını sıvazlarsa, herbir kılı karşılığında ona bir hasene yazılır." Sadece bu ikinci bölümü: Taberânî, Kebir, VIII, 23H; Beyhakî, Şuabu'l-lman, VII, 472. Eksem b. Sayfî dedi ki: Zelil kişiler dörttür: Laf alıp götüren, yalan söyleyen, borçlu ve yetim. 10İsteyene gelince; sakın azarlama! 3- Dilenene Karşı Davranma Şekli: "İsteyene gelince sakın azarlama!" Ona gürleyerek, ağır söz söyleme! O halde bu âyet (bir şeyler isteyene) ağır ve kaba sözler söylemeyi yasaklamaktadır. Bunun yerine sen o dilenene kolayına gelen şeyleri karşılıksız ver ya da güzel bir şekilde onu geri çevir, sen de muhtaç olduğundan sözet. Bu açıklamayı Katade ve başkaları yapmıştır. Ebû Hüreyre'den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Sizden herhangi bir kimse dilenene bir şeyler vermemezlik etmesin. İsteyecek olursa ona bir şeyler versin. İsterse, o dilencinin elinde, iki altın bilezik olduğunu görmüş olsun." İbrahim b. Edhem dedi ki: Dilenciler ne iyi kimselerdir! Onlar bizim azıklarımızı âhirete taşıyorlar. İbrahim en-Nehaî dedi ki: Dilenci âhiret (için) ister. Sizden herhangi birinizin kapısına gelir ve: Siz yakınlarınıza bir şeyler gönderecek misiniz? diye sorar. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Dilenciyi ya kolayınıza gelen bir şeyi karşılıksız vererek yahut güzel bir söz söyleyerek geri çeviriniz. Çünkü insanlardan da, cinlerden de olmayan kimseler size gelir ve Allah'ın size ihsan ettiği şeyler hususunda nasıl tasarruf ettiğinize bakarlar." Nesâî, V, 81; Müsned, IV, 70, V, 3H1, VI, 3Ü3, VI, 383, 435. Burada "İsteyen (dilenen)" ile kastedilenin, dine dair soru soran kimse olduğu da söylenmiştir. Yani böyle bir kimseyi kaba sözlerle ve katılıkla azarlama! Ona yumuşaklıkla ve uygun bir tarzda cevab ver. Bu açıklamayı Süfyan yapmıştır. İbnu'l-Arabi dedi ki; Dine dair soru soran kimseye bilen için cevap vermek farz-ı kifâyedir. Tıpkı iyilik yapılmasını isteyen kimseye bir şeyler vermek gibidir, onunla aynı şeydir. Ebû'd-Derdâ hadis ashabına bakar, onların altına ridasıru serer ve şöyle derdi: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı seven kimselere merhaba! Ebû Harun el-Abdi'nin, Ebû Said el-Hudri'den rivâyet ettiği hadiste Ebû Harun el-Abdi şöyle demektedir: Bizler Ebû Said'in yanına gittiğimiz vakit şöyle derdi; Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın vasiyetine merhaba! Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "İnsanlar size tabi olan kimselerdir. Yeryüzünün dört bir yanından dinin bilgisini öğrenmek (tefekkuh etmek) üzere size birçok kimseler gelecektir. Onlar size geldikleri vakit onlar hakkında birbirinize hayır tavsiye ediniz." Bir başka rivâyetinde de: "Size doğu tarafından... adamlar gelecektir" şeklindedir... Tirmizi, V, 30; İbn Mace, 1, 91; Tayalisî, Müsned, I, 291; Taberânî, Evsat, VII, 126. "Yetim" ile "sall: isteyen" lâfızlarının nasbedilmeleri, onlardan sonra gelen fiil sebebiyledir. Nasb edilen lâfzın aslında "fe" (ile başlayan ifadelerden) sonra gelmesi gerekir. İfadenin takdiri şöyledir: " Her ne olursa olsun sakın yetime kahretme ve sakın isteyeni de azarlama" şeklindedir. Rivâyet edildiğine göre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Rabbimden bir dilekte bulundum amma keşke dilemez olsaydım. Rabbim, sen İbrahim'i Halil edindin, Mûsa ile özel bir şekilde konuştun, Davud'un emrine dağlan vererek teşbihçe bulundular, filana şunu verdin..." (dedim.) Aziz ve celil olan Rabbim de şöyle buyurdu: "Ben seni yetim bulup da barındırmadım mı? Ben seni şaşkın bulup da doğruya iletmedim mi? Ben seni fakir ve muhtaç bulup da ihtiyaçtan kurtarmadım mı? Ben senin için göğsünü açıp genişletmedim mi? Ben sana senden önce hiç kimseye vermediğim Bakara Sûresinin sonlarını vermedim mi? İbrahim'i dost edindiğim gibi seni de dost edinmedim mi? Ben: Evet hepsi böyledir. Rabbim dedim." Kısmen daha muhtasar olarak: Hakim, Müstedrek, II, 573; Heysemi, Mecmâ, VIII, 254. 11Bununla beraber Rabbinin nimetini anlat! 4- Rabbinin Nimetini Anlatmak: "Bununla beraber Rabbinin nimetini anlat" âyetine gelince, Allah'ın sana vermiş olduğu nimeti şükür ve övgü ile yay, demektir. Allah'ın nimetlerini anlatıp, onları itiraf etmek bir şükürdür. İbn Ebî Necih, Mücahid'den: "Rabbinin nimeti", Kur'ân demektir; yine ondan peygamberlik demektir, dediği de nakledilmiştir. Yani Rasûl olarak seninle gönderilenleri tebiiğ et! Hitab Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a olmakla birlikte, hüküm umumi olup, hem onu, hem başkasını kapsar. el-Hasen b. Ali (radıyallahü anhüma)'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Bir hayır elde eder, yahut bir hayır İşlersen güvendiğin kardeşlerine onu anlat! Amr b. Meymun'dan dedi ki: Kişi kardeşlerinden güvendiği kimseler ile karşılaştığı vakit ona: Dün, yüce Allah, bana şu kadar şu kadar namaz kılmayı nasib etti, de. Ebû Firas Abdullah b. Galib sabah oldu mu şöyle dermiş: Dün Allah bana şunu ihsan etti, şunu okudum, şu kadar namaz kıldım, Allah'ı şu kadar zikrettim, şunları yaptım. Biz ona: Ey Ebû Firas senin gibi böyle bir şeyi söylememeli, dedik. O şu cevabı verdi: Yüce Allah: "Bununla beraber Rabbinin nimetini anlat!" diye buyuruyor, siz ise: Allah'ın nimetlerini anlatma, diyorsunuz. Buna yakın bir rivâyet Eyub es-Sahtiyânî ve Ebû Recâ el-Utaridi (radıyallahü anhüm)'dan da nakledilmiştir. Bekr b. Abdullah el-Müzeni dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Her kime bir hayır verilir de, o (hayrın izleri) onun üzerinde görülmezse, o kimse: Allah'a buğzeden, Allah'ın nimetlerine düşmanlık eden kimse, diye adlandırılır eş-Şa'bi, Numan b. Beşir'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Aza karşı şükretmeyen kimse, çoğa karşı da şükretmez. İnsanlara teşekkür etmeyen kimse Allah'a da şükretmez. Allah'ın nimetlerini anlatmak bir şükürdür, bunu terketmek ise bir küfür (nankörlük)dür. Cemaat rahmettir, ayrılık ise azapdır." Müsned, IV- 278, 375; Bezzar, Müsned, VIII, 226; Heysemî, Mecma', V, 217, VIII, 182. Nesâî, Malik b. Nadla el-Cüşemi'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın huzurunda oturuyordum. Üzerimdeki elbiselerin eski püskü olduğunu görünce şöyle dedi: "Senin malın var mı?" Ben: Evet ey Allah'ın Rasûlü, her çeşidinden, dedim. "Allah sana bir mal vermiş ise, onun izi senin üzerinde görülmelidir" diye buyurdu. Nesâî, VIII, 1H0, İSİ; Tirmizî, IV, 364; Ebû Davud, IV. 51; Müsned, III, 473, IV. 137. (4) Taberani Ebû Said el-Hudri, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir: "Şüphesiz Allah güzeldir, güzelliği sever ve o kulunun üzerinde nimetinin izlerini görmeyi sever." Taberani , Evsat, V, 61-62 (tim Ömer'den) 5- Duha Sûresi'nden İtibaren Sûrelerin Sonunda Tekbir Getirmek: el-Bezzi'nin, İbn Kesîr'den rivâyetine göre Kur'ân okuyan kimse "Duha" Sûresi'nin sonuna vardı mı, herbir sûreden sonra Kur'ân'ı hatmedinceye kadar tekbir getirir ve bu tekbiri sûrenin sonu ile bitişik olarak söylemez. Sûre ile tekbir arasını bir sekte ile ayırır. Tekbir getireceğine dair görüş, Mücahid tarafından, İbn Abbâs'tan diye de rivâyet edilmiştir. Sanki bu şöyle bir anlam taşır gibidir: Vahyin Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gelmesi bir kaç gün gecikince müşriklerden birtakım kimseler arkadaşı onu bıraktı, terketti ve ona darıldı, dediler. Bunun üzerine bu sûre nazil oldu, Peygamber de "Allahuekber" dedi. Mücahid dedi ki: Ben İbn Abbâs'a (Kur'ân) okudum, bana bunu (tekbir getirmeyi) emretti ve bunu bana Ubey'den, o da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan rivâyet ettiği haberini verdi. Fakat diğer kıraat İmâmlarının kıraatinde tekbir getirilmez. Çünkü bu Kur'ân'da fazlalık yapmaya doğru götüren bir yoldur. Derim ki; Kuran sûreleri, âyetleri ve harfleriyle mütevatir nakil ile sabit olmuştur. Onda fazlalık ve eksiklik yoktur. Buna göre tekbir Kur'ân'dan değildir. Mushaflarda mushafın hattı ile yazılan; "bismillahirrahmanirrahim" Kur'ân olmadığına göre, hiç yazılı olmayan tekbir, nasıl Kur'ân olarak algılanabilir. Ama bu ahad nakille sabit olmuş bir sünnet olduğundan İbn Kesîr bunu müstehab kabul etmiştir. Yoksa bunu terk edenin hata işlemiş olduğunu kabul edecek şekilde vacib görmüş değildir. Hafız Hakim Ebû Abdillah Muhammed b. Abdillah, Buhârî ve Müslim'e hazırladığı "el-Müstedrek" adlı eserinde şunu zikretmektedir: Mekke'de Mescid-i Haram'da İmâmlık yapan mukri' (Kur'ân o kutucusu) Ebû Yahya Muhammed b. Abdillah b. Muhammed b. Abdillah b. Yezid anlattı dedi ki: Bize Ebû Abdillah Muhammed b. Ali b. Zeyd es-Saığ anlattı dedi ki: Bize Ahmed b. Muhammed b. el-Kasım b. Ebi Bezze anlattı: İkrime b. Süleyman'ı şöyle derken dinledim: Ben İsmail b. Abdullah b. Kustantin’e (Kur'ân'ı) okudum. "Ve'd-Duha"ya varınca, bana her sûrenin sonunda Kur'ân'ı hatmedinceye kadar tekbir getir, dedi. Çünkü ben Abdullah b. Kesir'e (Kur'ân'ı) okudum. "Ve’d-Duha"ya gelince, hatim edinceye kadar tekbir getir dedi. Ona da Abdullah b. Kesir haber verdiğine göre o, Mücahid'e Kur'ân'ı okumuş, Mücahid'in de ona haber verdiğine göre İbn Abbâs kendisine bunu emretmiş. İbn Abbâs'ın kendisine haber verdiğine göre Ubeyy b. Ka'b kendisine böyle yapmayı emretmiş. Ubeyy b. Ka'b'in ona haber verdiğine göre de Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona bunu emretmiş. Bu sahih bir hadis olmakla birlikte Buhârî ve Müslim bunu (kitaplarında) rivâyet etmemişlerdir. Hâkim, Müstedrek, III, 344 (Duha Sûresi burada sona ermektedir. Allah'a hamd olsun). |
﴾ 0 ﴿