ALÂK SÛRESİRahmân Ve Rahîm Allah'ın ismi ile Mekke'de indiği hususunda görüş birliği vardır. Ebû Mûsa ve Âişe (radıyallahü anhümâ)'nın görüşüne göre Kur'ân'ın ilk inen süresidir. ondokuz âyet-i kerimedir. 1Yaratan Rabbinin adıyla oku! Bu sûre, müfessirlerin çoğunun görüşüne göre Kur'ân-ı Kerîm'in inen ilk süresidir. Cebrâîl bunu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a Hira dağında ayakta iken indirmiştir. Ona bu sûrenin ilk beş âyetini öğretmiştir. İlk inen âyetin: "Ey örtünüp, bürünen..."(el-Müddessir, 74/1) olduğu da söylenmiştir. Bu görüş Cabir b. Abdullah'a aittir. Daha Önceden (belirtilen âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. İlk inen sûrenin Fâtiha olduğu da söylenmiştir. Bu da Ebû Meysere el-Hemdânî'nin görüşüdür. Ali b. Ebî Tâlib (radıyallahü anh) ise şöyle demiştir; Kur'ân'dan ilk nazil olan: "De ki: Gelin, Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım..." (el-En'am, 6/151) buyruklandır, Ancak sahih olan birincisidir. Âişe dedi ki: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a (vahiy) ilk olarak sadık rüya gelmeye başladı. (Sonra) melek ona gelip: "Yaratan Rabbinin adıyla oku! O insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku Rabbin en kerim olandır" dedi. Bu hadisi Buhârî rivâyet etmiştir. Buhâri, VI, 2561; Müslim, I, 139; Müsned, VI, 232 Buhârî ve Müslim'de Âişe'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a ilk olarak gelen vahiy, uykuda gelen sadık rüyalardı. O, bir rüya gördü mü, mutlaka sabahın aydınlığı gibi gerçekleşirdi. Daha sonra yalnız başına kalması ona sevdirildi. O bakımdan Hira dağında yalnız başına inzivaya çekiliyordu. Ailesinin yanına dönmeksizin bir kaç gece orada tek başına ibadet ederdi. (Önceden) bu maksatla da azıklarını hazırlardı. Sonra yine Hatice'nin yanına geri döner ve yine benzer süre (ve maksat) için azık hazırlardı. Ta ki o Hira mağarasında iken, ansızın hak ile karşılaşıncaya kadar. Melek ona gelip: "Oku!" dedi. "Ben okuma bilmem'" dedi. Melek beni aldı ve âdeta takatim kesilinceye kadar sıkı sıkıya bağrına bastı, sonra bıraktı ve "oku" dedi. Ben "okuma bilmem" dedim. Nihayet üçüncü defa takatim kesilinceye kadar beni yine sıkı sıkıya bağrına bastı, sonra serbest bıraktı ve: "Yaratan Rabbinin adıyla oku. O insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! Rabbin en kerim olandır. O, kalemle öğretendir. İnsana bilmediğini öğretti." dedi. (Daha sonra Hz. Âişe) hadisin tamamını nakletti. Bir önceki nota linkiniz Ebû Reca el-Utaridi dedi ki; Ebû Mûsa el-Eşari, bu Basra mescidinde bizleri dolaşır, bizleri halkalar halinde oturtur, bize Kur'ân okuturdu. İki beyaz elbise arasında hala onu görür gibiyim. Ben şu: "Yaratan Rabbinin adıyla oku" sûresini ondan öğrendim. Allah'ın Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'a indirdiği ilk sûre budur. Âişe (radıyallahü anha)'nın rivâyet ettiğine göre, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a indirilen ilk sûre budur. Bundan sonra; "Nun (Kaleme ... yemin olsun ki)" (68/1) Sûresi; daha sonra; "Ey örtünüp, bürünen" (el-Müddessir, 74/1) âyeti; daha sonra da: "Yemin olsun kuşluk vaktine" (ed-Duha, 93/1) Sûresi nazil oldu. Bunu el-Maverdî zikretmiştir. ez-Zühri'den rivâyete göre de ilk nazil olan "Yaratan Rabbinin adıyla oku... İnsana bilmediğini öğretti" âyetleridir, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bundan dolayı kederlendi. Dağların tepelerine tıkmaya başladı. Cebrâîl ona gelerek: "Sen Allah'ın peygamberisin" dedi. Hatice'nin yanına dönerek: "Beni sıkı sıkıya örtünüz ve üzerime soğuk su dökünüz" dedi. Bunun üzerine "ey örtünüp, bürünen" (el-Müddessir, 74/1) buyrukları nazil oldu. "Yaratan Rabbinin adıyla oku!" âyetinin anlamı da şudur: Sen Rabbinin ismi ile başlamak suretiyle Kur'ân'dan sana indirilenleri oku! Bu da her sûrenin başında besmeleyi zikretmek ile olur. Buna göre "Rabbinin adıyla" âyetindeki "be'nin i'rabtaki mahalli, hal olarak nasbdır. Buradaki "be"nin: "Üzerine, adına" anlamında olduğu da söylenmiştir ki;Rabbinin adına oku demektir. Nitekim: "Şu işi Allah adına yaptı. Allah'ın ismi üzerine yaptı" denilir. Buna göre "okunan şey" hazfedilmiştir. Yani Kur'ân oku ve onu okumaya Allah'ın ismi ile başla! Kimileri de şöyle demiştir: Rabbinin ismi Kur'ân'ın kendisidir. O da: "Rabbinin adıyla oku" diye buyurmaktadır ki; bu da " Rabbinin ismini... (oku)" demektir ve "be" fazladan gelmiştir. Bu da (bu yönüyle) yüce Allah'ın: " Yağ veren" (el-Mu'minûn, 23/20) âyetine benzer Şairin şu mısraında da bu kabildendir. "Gözlerinin çevresi siyahtır onların, sûreler okumazlar." Şair burada "be"siz olarak; demek istemiştir. "Rabbinin adıyla oku" âyetinin O'nun ismini zikret, anlamında olduğu da söylenmiştir. Yüce Allah, kendisine "Allah'ın ismi ile" okumaya başlamasını emretmiş bulunmaktadır. 2O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. "O, insanı" yani Âdem oğlunu "bir kan pıhtısından" yani kandan "yarattı." 'in çoğuludur. Bu ise donmuş kan demektir, Kan akacak olursa ona; denilir. Yüce Allah " Kan pıhtısı" diye buyurarak ondan çoğul lâfzıyla müzekker olarak sözetmıştir. Çünkü yüce Allah "insan" lâfzı ile çoğulu kastetmiştir. Hepsi nutfeden sonra alak'den yaratılmışlardır. "Alaka" yaş kandan bir parçadır. Ona bu ismin veriliş sebebi, yaşlığı dolayısıyla üzerinden geçtiği şeye yapışmasından ötürüdür. Kuruduğu takdirde ona "alaka" denilmez. Şair şöyle demiştir: "Onu elleri üzerine kapaklanır bıraktık O eller üzerinde şah damarının (yaş) kanı boşalıyordu." Özellikle "insanı" sozkonusu etmesi onun şerefini yüceltmek içindir. Bir başka görüşe göre, onu değersiz bir kan pıhtısından yaratıp, nihayette mükemmel, akıllı ve ayırdedme gücüne sahib bir insan oluncaya kadar getirmek suretiyle, onun üzerindeki nimetinin ne kadar büyük çapta olduğunu anlatmak istemiştir. 3Oku! Rabbin en kerim olandır. Yüce Allah'ın: "Oku" âyeti tekıddir. Burada ifade tamam olmaktadır. Daha sonra yeni bir cümle ile: "Rabbin en kerim olandır." diye buyurmaktadır. el-Kelbi dedi ki: Kulların cahilliklerine karşı hilmi ile muamele edip onları cezalandırmakta acele etmeyendir. Ancak birinci anlam (keremi sonsuz olması) manaya daha uygundur. Çünkü daha önce birtakım nimetlerini sozkonusu etmekle keremine bunları delil göstermiş olmaktadır. "Oku" ve "Rabbin" âyeti; oku ey Muhammed, Rabbin sen okuma yazma bilmeyen birisi dahi olsan, sana yardım edecek ve sana kavratacaktır, diye de açıklanmıştır. "En kerim olan" kullarının bilgisizliklerini affedip bağışlayandır, demektir. 4O, kalemle öğretendir. Bu âyete dair açıklamalarımızı üç başlık halinde sunacağız: "O kalemle" yazmayı "öğretendir." Yani insana kalemle yazı yazmayı öğretmiştir, iiaid'in rivâyetine göre, Katade şöyle demiştir; Kalem yüce Allah'tan gelmiş pek büyük bir nimettir. Eğer o olmasaydı ne bir din dimdik ayakta dururdu, ne de hayat düzene girerdi. Yüce Allah, kullarına bilmediklerini öğretmiş olmayı, onları cahilliğin karanlığından ilmin aydınlığına çıkarmayı lütuf ve kereminin kemaline delil göstermiş, kendisinden başka hiç kimsenin bilemeyeceği kadar pek büyük faydalar ihtiva eden yazma ilminin üstünlüğüne dikkat çekmiş olmaktadır. İlimlerin kaydedilmesi, hikmetlerin yazılması, öncekilerin haber ve görüşlerinin tesbiti, Allah'ın indirilmiş kitaplarının yazılması, hep yazı ile gerçekleşmiştir. Eğer yazı olmasaydı din ve dünya işleri doğru bir şekilde ayakta duramazdı. "Kalem"e bu ismin veriliş sebebi kesilmesi dolayısı iledir. " Tırnak kesmek" tabiri de aynı kökten gelmektedir. Muhdes şairlerden birisi kalemi nitelendirirken şöyle demektedir: "Mürekkeb kafasını boyarken onun, sanki o Delinmemiş inciye kavuşmak için süslenen yaşlı gibidir. Hem niçin ben ona bir tazim gözüyle bakmıyayım ki; Onun ile (amellerin yazıldığı) sahifeler yüce Allah'a yükseltilmektedir." Abdullah b. Ömer'den gelen rivâyete göre o şöyle demiştir: Ey Allah'ın Rasulü! Senden işittiğim hadisleri (sözleri) yazayım mı? Peygamber: "Evet, yaz. Çünkü şüphesiz Allah kalemle (yazı yazmayı) öğretmiştir" dedi. Bu manada farklı lâfızlarla: Hâkim, Müstedrek, I, 187, III, 606; Müsned, II, 207; bu manada başka hadisler için bk.: Tirmizi, V, 39; Taberânî, Evsat, III, 169. Mücahid, Ebû Ömer'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Yüce Allah, dört şeyi kendi eliyle yaratmıştır. Sonra diğer canlılara: "ol" demiştir, onlar da olmuştur. (Bu dört şey); Kalem, Arş, Adn cenneti ve Âdem (aleyhisselâm)'dır. Yüce Allah'ın kime kalem ile yazı yazmayı öğrettiği hususunda üç görüş vardır. Birinci görüşe göre bu, Âdem (aleyhisselâm)'dır. Çünkü ilk yazı yazan odur. Bu görüş Ka'b el-Ahbar'ın görüşüdür. İkincisine göre o İdris'tir. Çünkü ilk yazı yazan odur. Bu da Dahhak'ın görüşüdür. Üçüncüsü ise bu âyet, kalemle yazı yazan herkesi kapsar. Çünkü onu kim öğrenmişse yüce Allah'ın öğretmesi sayesinde öğrenmiştir. Böylelikle yüce Allah'ın kendisini yaratması ve ona yazı yazmayı öğretmek nimetini üzerindeki nimetini tamamlamak suretiyle- birarada toplamış olmaktadır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan sahih olarak gelen rivâyete göre, Ebû Hüreyre şöyle demiştir: Yüce Allah, mahlukatı yarattıktan sonra -kendi nezdinde Arşın üstünde bulunan- kitabında: "Şüphesiz Benim rahmetim gazabımı geçer" diye yazmıştır. Buhârî, VI, J649; Müslim, IV, 2107, 2108; Tirmizi, V, ^49; İbn Mace, 11, 1435; Müsned, II, 433. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan şöyle buyurduğu sabittir: "Allah'ın ilk yarattığı şey, kalemdir. Ona: Yaz dedi, o da kıyâmet gününe kadar olacak herşeyi yazdı. O (kitab) onun nezdinde zikirde Arşı'nın üstündedir." Son cümle dışında; Hakim, Müstedrek, II, 540; Ebû Davud, IV, 225; Tayalisî, Müsned, I, 79 Sahih-i Müslim'de İbn Mes’ûd'un rivâyet ettiği hadiste geçtiğine göre o Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinlemiş: "Nutfenin üzerinden kırkiki gün geçtiği vakit Allah ona bir melek gönderir. Bu melek o nutfeye suret verir. Onun kulağını, gözünü, derisini, etini, kemiğini yaratır. Sonra: Rabbim erkek mi, dişi mi (olacak)? diye sorar. Rabbin, dilediği hükmü verir, melek de yazar. Sonra şöyle der: Rabbim eceli, Rabbin dilediğini söyler. Melek de onu yazar. Sonra: Rabbim rızkı diye sorar. Rabbin dilediği hükmü verir. Melek de onu yazar. Sonra melek elinde sahife ile çıkar. Emrolunduğu şeye ne bir şey arttırır, ne bir şey eksiltir. Yüce Allah da: "Halbuki şüphe yok ki üzerinizde bekçiler, çok şerefli yazıcılar vardır" (el-İnfitar, 82/10-11) diye buyurmaktadır. " Müslim, IV, 2037 İlim adamlarımız der ki: Kâlemler aslında üç tanedir. Birinci kalem yüce Allah'ın kendi eliyle yaratıp, yazmasını emrettiği kalemdir. İkincisi meleklerin kâlemleridir. Allah, bu kâlemleri onların ellerine vermiştir. Onlar da bu kâlemlerle takdirleri, olacak şeyleri ve amelleri yazarlar. Üçüncü kalem insanların kâlemleridir. Allah bu kâlemleri insanların eline vermiştir, onlar da bu kâlemlerle kendi sözlerini yazarlar ve onlarla maksatlarına erişirler. Yazı yazmada çok büyük üstünlükler, faziletler vardır. Yazı yazmak da beyanın kapsamı içerisindedir. Beyân (meramını açıklamak) ise Âdem oğlunun özelliklerindendır. 3- Arapların Ve Peygamber Efendimizin Ümmiliği: İlim adamlarımız dedi ki: Araplar, insanlar arasında yazı yazmayı en az bilenler idi. Araplar arasında bu işi en az bilen de Muhammed Mustafa (sallallahü aleyhi ve sellem) idi. O yazı yazmayı öğrenmekten alıkonmuştur. Böylesi onun mucizesini daha bir isbadasın, delilini daha bir güçlendirsin diye. Bu husus daha önceden el-Ankebut sûresi'nde (29/48. âyetin tefsirinde) gereği kadarıyla açıklanmış bulunmaktadır. Hammâd b. Seleme, ez-Zübeyr b. Abdi's-Sekm'dan, o Eyyub b. Abdullah el-Fihri'den, o Abdullah b. Mesud'dan şöyle dediğini rivâyet etmiştir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Hanımlarınızı yüksek köşklere yerleştirmeyiniz, onlara yazma öğretmeyiniz." İlim adamlarımız dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın bu işten sakındırmasının sebebi, hanımların yüksekçe köşklere yerleştirilmelerinin erkeklere bakmalarına sebeb teşkil etmesidir. Çünkü bu hususta onlar gereği gibi korunmamış ve tesettür altına alınmamış olurlar. Diğer taraftan onlar erkeklere bakmaktan kendilerini alıkoyamayabilirler. O vakit fitne ve bela başgösterir. Peygamber onları, yüksek köşklerin ve odaların fitneye götüren bir yol olmaması noktasında sakındırmış olmaktadır. Bu da Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şu âyeti gibidir: "Kadınlar için erkeklerin kendilerini görmemesi, onların da erkekleri görmemesinden daha hayırlı hiçbir şey yoktur." Hakîm Tirmizî, Nevâdiru'l-Usul, III, 82. (5. ayetin başına kadar devam eden açıklamalar da aynı yerden iktibas edilmiştir. Nevadir, III, H2-K3). Çünkü kadın erkekten yaratılmıştır. Onun bütün şevki erkeğe yöneliktir. Erkekte de arzu yaratılmıştır ve kadın onun için bir sükun kılınmıştır. Dolayısıyla onlardan birisi için, diğeri hakkında güven duyulamaz. Kadına yazı yazmayı öğretmek de fitneye sebeb teşkil edebilir. Çünkü ona yazı yazmak öğretildiği vakit, bu sefer sevdiği kimselere yazar. Yazmak da gözlerden bir gözdür. Onun vasıtası ile hazırda olan bir kimse gaib olanı görebilir. Hat, kişinin elinin bir izidir, eseridir. Yazı yazmak, ayrıca dilin hareket edemediği yerlerde vicdanın içindekileri ifade eder. O bakımdan yazı dilden daha beliğdir. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kadınları daha iyi korumak ve kalplerinin tertemiz kalmasını sağlamak maksadıyla, onlar aleyhine olacak fitneye götüren sebeblerin, yolların ortadan kalkmasını istemiştir. (Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır). 5İnsana bilmediğini öğretti. Denildiğine göre burada, "insan" Âdem (aleyhisselâm)'dır. Nitekim yüce Allah'ın: "Âdem'e bütün isimleri öğretti" (el-Bakara, 2/31) âyetinde Kur'ân-ı Kerîm'de de böylece belirtilmiştir. Şanı yüce Allah'ın Âdem'e bütün dillerde ismini öğretmediği hiçbir şey kalmamıştır. Âdem de bunları kendisine öğretildiği şekliyle meleklere zikretmiştir. Böylelikle onun üstünlüğü ortaya çıkmış, değeri belli olmuş, peygamberliği sabit olmuş oldu. Allah'ın da, onun da meleklere karşı delili ortaya konulmuş oldu. Melekler de bu halinin ne kadar şerefli olduğunu görünce, bu üstün gücü görüp, bu büyük durumu işitince, ilâhî emrin gereğini yerine getirdi. Daha sonra Âdem'in soyundan gelenlerin sonrakileri, öncekilerinden bunları miras aldı ve yazıyı bir kavim, bir diğerinden aktarıp durdu. Yüce Allah'a hamdolsun ki, bu hususa dair açıklamalar yeteri kadarıyla el-Bakara Sûresi'nde (belirtilen âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Burada "insan"dan kastın, Allah'ın Rasûlü Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) olduğu da söylenmiştir. Bunun delili de yüce Allah'ın: "Ve sana bilmediklerini öğretmiştir." (en-Nisa, 4/113) âyetidir. Buna göre "sana öğretmiştir" âyetinden kasıt, (Peygamber Efendimiz'in hayatına nispetle) gelecek zamandır. Çünkü bu âyet, ilk nazil olan âyetlerdendir. Yüce Allah'ın: "Allah, sizi analarınızın karınlarından kendiniz hiçbir şey bilmediğiniz bir halde çıkardı" (en-Nahl, 16/78) âyeti dolayısıyla umumi olduğu da söylenmiştir. 6Sakın! Çünkü İnsan gerçekten azar; "Sakın! Çünkü insan gerçekten azar..." âyetinden itibaren sûrenin sonuna kadar olan âyetlerin, Ebû Cehil hakkında indiği söylendiği gibi, sûrenin tamamının Ebû Cehil hakkında indiği de söylenmiştir. O, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın namaz kılmaktan vazgeçmesini istemişti. Yüce Allah da peygamberine mescidde namaz kılmasını ve yüce Rabbin ismi ile okumasını emretti. Buna göre bu sûre ilk nazil olan âyetlerden olamaz. Bununla birlikte sûrenin ilk beş âyetinin ilk nazil olmuş âyetler olması, sonra da geri kalan bölümlerinin Ebû Cehil hakkında inmesi, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın bu buyrukları sûrenin başından sonra yerleştirmesini emretmiş olması da mümkündür. Çünkü sûrelerin (âyetlerinin) biraraya getirilmesi yüce Allah'ın emriyle olmuştur. Nitekim yüce Allah'ın son inen âyeti olan: "Bir de Allah'a döndürüleceğiniz bir günden korkunuz." (el-Bakara, 2/281) âyetine dikkat edelim. Bu âyet, son inen âyet olmakla birlikte kendisinden uzun bir süre önce inmiş olan âyetler arasında yer almaktadır. "Kellâ: Sakın" âyeti burada "gerçek şu ki" anlamındadır. Çünkü bundan Önce (reddedilmesi gereken) herhangi bir husus, bulunmamaktadır Burada "insan"dan kasıt, Ebû Cehil'dir. Tuğyan (azmak)dan kasıt ise isyan hususunda haddi aşmaktır. 7Kendisini müstağni gördü diye. "Kendisini müstağni gördü diye." Yani kendisinin müstağni yani mal ve servet sahibi olduğunu gördü dîye. Ebû Salih'in kendisinden yaptığı rivâyete göre İbn Abbâs şöyle demiştir: Bu âyet nazil olup, müşrikler de bunu işitince Ebû Cehil Peygamber'e gelip şöyle dedi: Ey Muhammed! Sen kendisini müstağni gören (zengin olan) kimsenin azgınlık ettiğini İddia ediyorsun. Haydi Mekke'nin dağlarını bizim için altın yap! Belki ordan bir şeyler alırız. O zaman haddi aşarız ve kendi dinimizi bırakıp, senin dinine uyarız. Cebrâîl (aleyhisselâm) ona gelip şöyle dedi: "Ey Muhammed! Bu hususta sen onları istediklerini seçmekte serbest bırak. Dilerlerse onlara istediklerini yaparız. Fakat eğer müslüman olmazlarsa sofra sahiplerine yaptıklarımız gibi onlara da yaparız." Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kavminin getirilen teklifleri kabul etmeyeceğini bildiğinden onların varlıklarının devam etmesi için ona ilişmedi. "Kendisini müstağni görmesi"nin, sahib olduğu aşireti, yardımcıları ve destekleyicilerle olduğu da söylenmiştir. Yüce Allah'ın: "Kendisini gördü diye" âyetinin başından "lam" hazfedilmiştir. Nitekim: "Sizler zengin olduğunuzu gördüğünüz takdirde şüphesiz ki azarsınız" denilir. el-Ferrâ' dedi ki: "Kendi kendisini öldürdü" denildiği gibi "kendisini gördü" diye buyurulmamasının ve "kendi" anlamını verdiğimiz "nefs" yerine zamir kullanılmasının" sebebi şudur: "Gürdü" fiili bir isim ve bir haber gerektiren fiillerdendir. Tıpkı "zannetmek ve sanmak" anlamındaki fiiller gibi. O bakımdan bu fiil yalnızca bir tek mef'ûl almaz. Araplar "nefs" tabirini bu kabilden kullanır ve şöyle derler: "Kendimi gürdüm, kendimi zannettim. Seni çıkıyor göreceği vakit ve seni çıkıyor zannedeceği vakit" gibi. Mücahid, Humeyd ve Kunbul, İbn Kesîr'den: "Kendisini müstağni gördü diye" diye "hemze'yi kasr ile okumuşlardır. Diğerleri ise; "Kendisini gördü" lâfzını med ile okumuşlardır. Tercihi edilen de budur. 8Şüphe yok ki dönüş ancak Rabbinedir. Bu niteliklere sahib olanın dönüşü, Rabbine olacaktır. Biz de ona amelinin karşılığını vereceğiz. Dönüş (anlamındaki bu lâfızlar)" mastardırlar. Nitekim: "Ona döndü, dönüş" denilir. "Dönüş" lâfzı "fu'lâ" veznindedir. 9Âyetin tefsiri için bak:10 10Bir kulu, namaz kılarken engelleyeni gördün mü? "Bir kulu" âyetinde sözü geçen kul, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'dır. "Namaz kılarken engelleyeni" -bu da Ebû Cehil'dir- "gördün mü?" Çünkü Ebû Cehil şöyle demişti: Eğer Muhammed'i namaz kılarken görecek olursam ayağımla boynunu ezeceğim. Bakara, IV, 1S96; Tirmizi, V, 443; Müsned, I, 36. Bu açıklamayı Ebû Hüreyre nakletmiştir. Bunun üzerine yüce Allah, onun halinin hayret edilecek bir durum olduğunu belirtmek üzere, bu âyeti kerimeleri indirmiştir. İfadede hazfedilmiş sözler olduğu ve mananın: Acaba namazdan alıkoyan bu kimse, cezaya çarptırılmaktan yana emin mi oldu? şeklinde olduğu da söylenmiştir. 11Gördün mü ya o doğru yol üzerinde ise; Âyetin tefsiri için bak:12 12Yahut takvayı emretti ise? Yani; ey Ebû Cehil, eğer Muhammed, bu nitelikte birisi ise onu takvalı olmaktan ve namaz kılmaktan alıkoyan kimse helâk olmaz mı? 13Gördün mü, yalanlayıp, yüz çevirdi ise? Âyetin tefsiri için bak:14 14Allah'ın muhakkak gördüğünü hiç bilmez mî? Yani Ebû Cehil, yüce Allah'ın Kitabını yalanladı, imandan yüz çevirdi. el-Ferrâ' dedi ki: Anlam şudur; "Bir kulu namaz kılarken engelleyeni gördün mü?" Üstelik o hidayet üzere olup, takvayı emreden birisi iken. Bu işten alıkoyan ise (hakkı) yalanlayıp, zikirden yüz çeviren bir kimse ise. Yani bu halde olan kimsenin durumundan daha çok hayret edilecek ne vardır? Sonra da şöyle buyurmaktadır: Vay ona! Ebû Cehil Allah'ın (herşeyi) gördüğünü bilmez mi' Yani onu görüp, işlediklerini bilmez mi? Bu (soru) hem takrir (gerçeği söyletmek), hem de azar anlamını ihtiva etmektedir. Buradaki "gördün mü" anlamındaki soruların herbirisinin birincisinden bedel olduğu da söylenmiştir. "Allah'ın muhakkak gördüğünü hiç bilmez mi?" âyeti da haber durumundadır, 15Sakınsın! Eğer vazgeçmezse -yemin olsun ki- şiddetle yakalayıp çekeriz alnından. Ey Muhammed! Ebû Cehil sana eziyet vermekten "sakınsın... şiddetle yakalayıp, çekeriz alnından." Yani onu alçakacağız. Kıyâmet gününde onun alnından yakalayacağız ve alnı ayakları ile birlikte katlanıp, dürülecek ve bu haliyle cehenneme atılacaktır diye de açıklanmıştır. Nitekim yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "...alınlarından ve ayaklarından yakalanacak" (er-Rahmân, 55/41) Âyet-i kerîme her ne kadar Ebû Cehil hakkında ise de, bütün insanlar için bir öğüt, itaat etmeyen yahut başkalarının itaat etmesini engelleyen herkes için bir tehdittir. Dilciler derler ki: Bir şeyi yakalayıp, şiddetle çekmeyi ifade etmek üzere: "o şeyi şiddetle yakalayıp, çektim" (denilir), derler, "Atının alnını (perçemini) şiddetle yakalayıp, çekti" denilir Şair de şöyle demiştir: "Öyle bir toplulukturlar ki onlar (savaş için) yüksek sesle bağırmalar çoğaldı mı, görürsün onların Kimisi tayına gem vurmuş, kimisi (atının perçemini) şiddetle yakalayıp, çekmiş." Bu tabirin ateş ve güneş, bir kimsenin yüzünün durumunu karartmaya doğru değiştirdiği halini anlatmak üzere kullanılan: "Ateş ve güneş onun (yüzünün) tenini siyaha doğru değiştirdi" tabirinden alınmıştır. Nitekim şair şöyle demiştir: "Tencerenin konulduğu Muarria (denilen yer) de kararmış ocak taşları Ve yere yapışmış havuzun etrafını çeviren tümsek bir engel (vardır)." "Alın; perçem"; başın ön tarafındaki saçın adıdır. Bununla insanın tamamı kastedildiği de olur. Nitekim insanın tamamına işaret etmek suretiyle; "Bu, mübarek bir alın (perçem)dir" denilir. Bir kimseyi zelil edip, fakir düşürmek istedikleri vakit, alnından (perçeminden) yakalayan Arapların adeti Üzere özellikle alın sözkonusu edilmiştir. el-Müberred dedi ki: "Şiddetle yakalayıp çekmek" şiddetle çekmek demektir ki, biz onun perçeminden yakalayıp, onu cehenneme doğru sürükleyeceğiz, demektir. Bunun vurmak anlamına geldiği de söylenmiştir ki, mutlaka onun yüzüne vuracağız (tokatlayacağız), demektir. Hepsi anlam itibariyle birbirine yakındır. Yani yakalanacağı vakit aynı zamanda ona vurulacak, sonra da cehenneme doğru çekilip, sürüklenecektir. Daha sonra (alnın) bedeli olarak şöyle buyurmaktadır: 16O yalancı ve günahkâr alnından. "O yalancı ve günahkâr alnından." Yani söylediği sözlerinde yalancı, fiilinde günahkâr (hati') olan Ebû Cehil'in alnından (yakalayacağız.) Hati' (günahkar) ise yakalanır ve cezalandırılır, ancak muhli' (kasten günah ve hala işlemeyen) ise, sorumlu tutulmaz. Alnın; günahkâr ve yalancı olmakla nitelendirilmesi yüce Allah'ın: "Rablerine bakıcıdırlar"(el-Kıyame, 75/23) âyetinde yüzlerin "bakmak" ile nitelendirilmesine benzer. Şöyle de açıklanmıştır: O alnın sahibi yalancı ve günahkardır, demektir. Nitekim; "gündüzün oruçludur, gecesi ayaktadır" denilmesi de buna benzer ki; gündüzün oruç tutar, geceleyin namaz kılar, demektir. 17O halde; çağırıversin meclisini. "O halde çağırıversin meclisini." Meclisinde beraber oturup kalktıklarını ve aşiretini çağırsın da onlar kendisine yardım etsinler. 18Biz de Zebanileri çağırıveririz. "Bizde Zebanileri çağırıveririz." İbn Abbâs ve başkalarından nakledilen açıklamaya göre kaba, haşin ve güçlü ve kuvvetli melekler, demektir. Bunun tekili Zihnidir. Bu açıklamayı el-Kisai yapmıştır. el-Ahfeş tekilinin "Zabin", Ebû Ubeyde "Zibni'yye" olduğunu söylemişlerdir. "Zebani" olduğu da söylenmiştir. Bunun, çoğul hakkında kullanılan bir isim olduğu da söylenmiştir. Ebabil ve Abâbid gibi. Katade: Bunlar Arapçada "surat (güvenlik kuvvetleri, kolluk kuvvetleri)" anlamındadır, demiştir. Bu kelime ise defetmek, savunmak anlamında gelen "zebrTden alınmıştır. "Müzabene" alışverişi de buradan gelmektedir. Bu meleklere "Zebaniler" adının veriliş sebebinin, bunların elleriyle iş yaptıkları gibi, ayaklarıyla da iş görmeleri olduğu söylenmiştir. Bu açıklamayı merhum Ebû’l-Leys es-Semerkandi nakletmiş ve şöyle demiştir; Haberde rivâyet edildiğine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sûreyi okuyup yüce Allah'ın: "Şiddetle yakalayıp çekeriz alnından" (16. âyet) âyetine varınca, Ebû Cehil şöyle dedi: Ben de senin Rabbine karşı beni korusunlar diye kavmimi çağıracağım. Bunun üzerine yüce Allah: "O halde çağırıversin meclisini, Biz de Zebanileri çağırıveririz." diye buyurdu. Zebanilerden sözedildiğini duyunca dehşetle geri döndü. Kendisine: Ondan korktun mu? denilince-, hayır dedi. Fakat ben onun yanında Zebanilerle beni tehdit eden bir süvari gördüm. Zebanilerin ne olduğunu da bilemiyorum. Bu atlı benim üzerime doğru geldi, beni yiyeceğinden korktum. Ebul-Leys es-Semerkandî, Bahru'l-Ulâm, III, 49S. Haberde belirtildiğine göre; Zebanilerin başları semada, ayakları yerdedir. Onlar kâfirleri cehenneme bekleyeceklerdir. Yaratılış itibariyle meleklerin en iri yarıları, yakalamaları en çetin olanları oldukları da söylenmiştir. Araplar bu ismi "şiddetle alıp yakalayan kimseler" hakkında kullanırlar. Şair şöyle demiştir: "Sıkıntılı zamanlarda çokça yemek yedirirler, savaşta çokça darbeler indirirler Şiddetle yakalarlar onlar, boyunları kalındır, akılları yoktur başlarında." İkrime'nin, rivâyetine göre: "Biz de Zebanileri çağırıveririz" âyeti hakkında; İbn Abbâs şöyle demiştir: Ebû Cehil dedi ki: Yemin olsun eğer Muhammed'i namaz kılarken görecek olursam, onun boynunu çiğneyeceğim. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Eğer böyle bir şey yapsa, hiç şüphesiz melekler herkesin gözü Önünde onu yakalayacaktır" diye buyurdu. Ebû Îsa (Tirmizi) dedi ki: Bu htısen, sahih, garib bir hadistir. Kaynakları için 9, 10. âyetlerin tefsirine bakınız. İkrime, İbn Abbâs'tan şöyle dediğini rivâyet etmiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Makam(-ı İbrahim)'in yanında namaz kılarken yanından Ebû Cehil geçti. Ey Muhammed! Ben sana bu işi yasaklamamış mıydım? dedi, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) da ona seri bir şekilde cevab verdi. Bu sefer Ebû Cehil: Sen beni ne ile tehdit ediyorsun, ey Muhammed? dedi. Allah'a yemin ederim ki ben, bu vadide, oturup kalktığı meclisinde adamları en çok olan bir kimseyim. Bunun üzerine yüce Allah: "O halde çağırıversin meclisini, Biz de Zebanileri çağırıveririz" âyetini indirdi. İbn Abbâs dedi ki: Allah'a yemin olsun eğer meclisini çağırmış olsaydı, derhal azâb Zebanileri onu yakalayıvereceklerdi. Bu anlamda hadisi Tirmizi rivâyet etmiş olup hasen, garib, sahih bir hadistir demiştir. Tirmizi, V, AA\\ Müsned, I, 256, 529. Meclis (nâdî) Arapçada: Kavmin biraraya gelip, toplandığı yerdir. Âyette kastedilen ise mecliste oturup kalkan kimselerdir. Cerir'in şu mısraında olduğu gibi: "Sağ ve soldan sarkan bıyıkları kızıla çalan bir meclisleri (meclislerindeki adamları) var." Züheyr de şöyle demiştir: "Ve onların arasında yüzleri güzel kimselerin durdukları yerler (meclisler) vardır." Bir başka şair de şöyle demiştir: "Ve senden sonra meclis ey Küleyb, öylece kaldı" Bir kimse ile oturup kalkma halini anlatmak üzere; "Ben o adamla oturup kalktım, kalkarım" denilir. Züheyr de şöyle demiştir: "Evin komşusu ile kendisiyle (aynı mecliste) oturulup kalkılan kişinin Kabilenin önünde yaptıkları, akit aynı seviyededir." 19Hayır! Ona itaat etme. Secde et ve yaklaş. "Hayır!" Durum Ebû Cehil'in zannettiği gibi değildir, demektir. "Ona itaat etme!" Seni çağırdığı namazı terketmek gibi hususlarda una uyma! "Secde et!" Allah için namaz kıl "ve yaklaş!" Şanı yüce Allah'a itaat ve ibadetle yakınlaş. Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Secde edecek olursan, dua etmekle Allah'a yakınlaş. Atâ, Ebû Hüreyre'den şöyle dediğini rivâyet etmiştir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Kulun Rabbine en yakın olup, onun en yok sevdiği hali, Allah için secde ederek alnının yerde bulunduğu haldir." Müslim, I, 350; Ebû Davud, I, 231; Nesâî, II, 226; Müsned, I1T 421. İlim adamlarımız dedi ki: Bunun böyle olmasının sebebi, bu halin kulluğun ve zilletin en ileri derecesinin ifadesi olmasıdır. İzzetin en ileri derecesi ise, yüce Allah'a mahsustur. Ölçüsünün sözkonusu olmadığı izzet yalnız O'nundur. Sen O'na ait olan bu öz sıfattan ne kadar uzak kalırsan, Onun cennetine o derece yaklaşmış, O'nun nimet yurdunda Ona komşuluğa o kadar yakınlaşmış olursun. Sahih hadiste de şöyle denilmiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Rükua gelince, o halde, Rabbinizi tazim ediniz. Sucuda gelince, olabildiğince dua ediniz. Çünkü bu halde duanızın kabul edilmesi umulur." Müslim, 1, 34S; Ebû Davud, I, 232; Nesâî, 11, 189; Müsned, I, 219, (Z) Müslim, I, 406, Tirmizi, II, 463; Ebû Davud, 11, =>9, Nesâî, II, 16 I, 162; İbn Mace, 1, 336, Müsned, II, 247, 249, 461. Şu beyti söyleyen ne güzel söylemiştir: "Senin için alçak gönüllülükle boyunlarımız zilletlerini arzedecek olurlarsa, Hiç şüphesiz onların aziz olması (huzurunda) zelil olmalarında saklıdır." Zeyd b. Eslem dedi ki: (Âyet) şu anlamdadır: Sen ey Muhammed! Namaz kılarak secde et ve sen ey Ebû Cehil, cehennem ateşine yaklaş. "Secde et" âyeti "sücud "dan gelmektedir. Namazdaki sücud anlamına gelme İhtimali olduğu gibi, bu sûredeki tilavet secdesi anlamına gelme ihtimali de vardır. İbnu'l-Arabi dedi ki: Ancak zahir (kuvvetli) olan bunun namazdaki sücud olduğudur. Çünkü yüce Allah, şöyle buyurmaktadır: "Bir kulu namaz kılarken engelleyeni gördün mü?,.. Hayır, ona itaat etme! Secde et ve yaklaş!" diye buyurmaktadır. Şu kadar var ki, Müslim'in ve ondan başka hadis İmâmlarının rivâyet ettikleri sahih hadiste Ebû Hüreyre'den şöyle dediği nakledilmiştir: Ben Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte; "Gök yarılıp, çatladığı zaman" (el-İnşikak, 84/1) (süresindeki secde âyeti) ile "Yaratan Rabbinin adıyla oku!" (1. âyet) âyetinde iki secde yaptım. Bundan dolayı bu (âyette) maksadın tilavet secdesi olduğuna dair açık bir nas teşkil etmektedir. İbn Vehb, Hammâd b. Zeyd'den, o Âsım b. Behdele'den, o Zirr b. Hubeyş'den, o Ali b. Ebî Tâlib (radıyallahü anh)'dan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Azimet secdeleri dört tanedir: "Elif, Lam, Mim" (es-Secde, 32/1) Sûresi'ndeki -onbeşinci âyette yer alan secde- ile "Ha, Mim. Rahmân, Rahîm olan tarafından indirilmiştir (bu kitab)" (Fussilet, 41/1-2. âyetler Sûresi'nde yer alan -57. secde âyeti-) ile en-Necm (53- Sûredeki son âyet) ile "Yaratan Rabbinin adıyla oku!" (1. âyet) (süresindeki son âyette yer alan) secdelerdir. İbnu'l-Arabi dedi ki: Eğer bu rivâyet sahih ise el-Hac Sûresi'nin sonundaki (77. âyette sözkonusu edilen) sücudun da -rükû ile birlikte sözkonusu edilse dahi- bu şekilde olması gerekir. Çünkü o takdirde âyetin anlamı şöyle olur: "Rükû mahallinde rüku ediniz, sücûd mahallinde de secde yapınız." İbn Nâfi ve Mutarrif şöyle demişlerdir: Malik kendisi özel alarak bu "Yaratan Rabbinin adıyla oku" (1. âyet) Sûresi'nin son âyetinde secde ederdi. İbn Vehb'in görüşüne göre ise bu secde azimet ile yapılması gereken secdelerdendir. Derim ki: Bizler Malik b. Enes yoluyla Rabia b. Ebi Abdu'r-Rahmân'dan, o Nafi'den, o İbn Ömer'den şöyle dediğini rivâyet etmekteyiz: Yüce Allah: "Yaratan. Rabbinin adıyla oku" (1. âyet) âyetini indirince, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Muaz'a: "Onu yaz ey Muaz" diye buyurdu. Muâz yazacağı levhayı, kalemi ve diviti aldı ve onu yazdı. "Hayır! Ona itaat etme! Secde et ve yaklaş" âyetine gelince levha da secde etti, kalem de secde etti, divit de secde etti. Onlar bu arada şöyle diyorlardı: "Allah'ım, bu secde ile şanımızı yükselt, Allah'ım onun ile bir günahımızı sil, Allah'ım onun ile bir günahımızı bağışla!" Muaz dedi ki: Ben de secde ettim ve Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a haber verdim, o da secde etti.' İbn Hacer, Lisânu'l-Mizân, 1, 100. Alak Sûresi burada sona ermektedir. Bize öğrettikleri, bağışladıkları ve verdikleri dolayısıyla Allah'a hamdolsun. Hamdimiz ve minnet duygularımız yalnız O'nadır. |
﴾ 0 ﴿