BEYYİNE SÛRESİRahmân ve Rahîm Allah'ın. İsmi ile Yahya b. Sellâm'ın görüşüne göre Mekke'de inmiştir. İbrı Abbas ve Cumhûrun görüşüne göre Medine'de inmiştir. Dokuz âyeti kerimedir. Elimizde mushaflarda sekiz âyet olduğu belirtilmektedir Âlûsî: "Basra Mushaf'ında âyet. sayısı dokuz, diğerlerinde ise sekizdir-" (Ruhu'l-Meani, XXX, 200) demektedir. Bu sûrenin fazileti hakkında sahih olmayan bir hadis gelmiştir. Biz bu hadisi Muhammed b. Abdullah el-Hadramî'den rivâyet ettik. Dedi ki: Bana Ebû Abdurrahman b. Numeyr dedi ki; Ebû'l-Heysem el-Haşşab'a git de ondan (hadis) yaz. Çünkü o (çok hadis) yazmıştır. O da ona gitti. Dedi ki: Bize Malik b. Enes anlattı. O Yahya b. Said'den, o Said b. el-Müseyyeb'den, o Ebû'd-Derdâ'dan rivâyetle dedi ki: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki; "Şayet insanlar "Kitab ehlinden ve müşriklerden olanlar... ayrılmayacaklardı" (1. âyet) Sûresi'nde olanları bilmiş olsalardı; ailelerini, mallarını ihmal ederek onu öğrenirlerdi. " Huzaalılardan bir adam: Peki, bu sûrede ne gibi bir ecir vardır, ey Allah'ın Rasûlü? diye sordu. Peygamber şöyle buyurdu: "Bu sûreyi bir münafık ebediyyen okumaz. Allah hakkında kalbinde en ufak bir şüphe bulunan bir kul da okumaz. Allah'a yemin ederim, şüphesiz ki mukarreb melekler, Allah'ın gökleri ve yeri yarattığından beri durmaksızın onu okuyup dururlar. Bunu bir kul okudu mu mutlaka Allah ona dininde ve dünyasında kendisini koruyacak, ona mağfiret ve rahmetle dua edecek birtakım melekler gönderir." el-Hadramî dedi ki: Ebû Abdurrahman b. Numeyr'in yanına döndüm. Ona bu hadisi naklettim. Dedi ki: Bu, artık bu hususta bizim için kendimizi sıkıntıya sokmaya gerek bırakmadı. Bir daha tekrar ona dönme. İbnu'l-Arabî dedi ki: İshak b. Bişr el-Kâhilî, Malik b. Enes'den, o Yahya b. Said'den, o İbmı'l-Müseyyeb'den, onun da Ebud-Derdâ'dan rivâyet ettiğine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuş' "Şayet, insanlar "...kâfir olanlar... ayrılmayacaklardı" sûresinde neler olduğunu bilselerdi ailelerini, mallarını ihmal eder, mutlaka bu sûreyi öğrenirlerdi." Bu batıl bir hadistir. Sahih olan hadis, Enes'ten gelen şu rivâyettir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ubeyy b. Ka'b'a dedi ki: "Allah bana sana "...kâfir olanlar... ayrılmayacaklardı" Sûresi'ni okumamı emretti." Ubeyy adımı da verdi mi, diye sordu. Peygamber: "Evet" deyince, Ubeyy ağladı. Müslim, I, 550, Müsned, m, 130. Derim ki: Bu hadisi, Buharî ve Müslim de rivâyet etmiştir. Bu hadisteki fıkhı inceliklerden birisi de alim olanın ilim öğrenmekte olana (ilmi) okuyacağına dair delil bulunmasıdır. Kimi ilim adamı şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Ubeyy'e okuması insanlara alçak gönüllülüğü öğretmesi içindir. Böylelikle herhangi bir kimse ilim öğrenmekten ve mevki itibariyle kendisinden daha aşağı mertebede bulunanlara ilmi okumaktan çekinmesin. Denildiğine göre, bunun sebebi şudur: Ubeyy, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın sözlerini herkesten çabuk belleyen birisi idi. Peygamberin ona (bu sûreyi) okumasının sebebi bu sözleri ondan bellemesini, kendisinden duyduğu gibi okuyup başkasına öğretmesini istemesidir. Elbetteki bu hadisten Ubeyy'in büyük bir faziletinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Çünkü Allah, Rasûlüne Ubeyy'e (bu sûreyi) okumasını emretmiş bulunmaktadır. Ebû Bekr el-Enbari dedi ki: ...Bir de bize Ahmed b. el-Heysem b. Halid anlattı, dedi ki: Bize Ali b. el-Ca'd anlattı dedi ki: Bize İkrime, Âsım'dan anlattı. O Zirr b. Hubeyş'den şöyle dediğini nakletti: Ubeyy b. Ka'b'ın kıraatinde şu da vardır: Âdemoğluna eğer bir vadi dolusu mal verilecek olursa ikincisini elde etmeye çalışır. Ona iki vadi dolu mal (allın) verilecek olsa üçüncüsünü elde etmeye çalışacaktır. Bununla birlikte Âdemoğlunun karnını toprakları başkası doldurmaz. Allah, tevbe edenin tevbesini kabul eder." İkrime dedi ki: Âsım bana "...ayrılmayacaklardı" sûresini otuz âyet olarak okudu ve bu âyet da onların arasında vardı. Ebû Bekr (el-Enbari) dedi ki: Bu ilim ehli nezdinde batıl olan bir rivâyettir. Çünkü İbn Kesîr ile Ebû Amr'ın kıraatleri Ubeyy b. Ka'b'a kadar ulaşan bir senetle gelmiştir. Onların ikisinin kıraatinde "...ayrılmayacaklardı" sûresinde bu anılan ifadeler, (Kurân'dan diye) okunmamaktadır. Bu ancak Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın hadisleri arasında bilinen bir rivâyettir ve bu Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın sözü olarak nakledilmiştir. O, Kur'ân-ı Kerîm'de bunları; âlemlerin Rabbinden, tüye nakletmiş değildir. İcmaın da kendilerini desteklediği iki kişinin yaptıkları rivâyet, elbette bir tek kişinin cemaatin mezhebine muhalif olarak yaptığı nakilden daha sağlamdır. 1Kitab ehlinden ve müşriklerden kâfir olanlar, kendilerine apaçık delil gelinceye kadar, ayrılmayacaklardı. Âyetin tefsiri için bak:3 2Âyetin tefsiri için bak:3 3İçinde dosdoğru hükümlerin yazılı olduğu tertemiz sahifeleri okuyup duran, Allah tarafından gönderilmiş bir Rasûldür. "...Kâfir olanlar... ayrılmayacaklardı" şekli hem genelin kıraatidir, hem de mushafın hatlı böyledir. İbn Mes’ûd ise; " Müşriklerle, kitab ehli... ayrılmayacaklardı" diye okumuştur. Bu tefsiri bir kıraattir. İbnu'l-Arabî dedi ki: Tilavet halinde değil de, açıklama sadedinde böyle bir okuyuş caizdir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da Sahih'in rivâyetinde belirtildiği üzere (et-Talâk, 65/1. âyetteki: "...o kadınları... iddetleri vaktinde boşayın" anlamındaki âyeti): "Onları iddetlerine doğru boşayın" diye okumuştur ki bu bir tefsirdir. Çünkü asıl tilavet (okunması gereken şekil), mushafın hatlında bulunan şekle uygun olandır. "Kîtab ehlinden" yahudi ve hristiyanlardan demektir "ve müşriklerden" lâfzı "kitab ehlinden" lâfzına atf ile ter mahallîndedir. İbn Abbâs dedi ki: "Kitab ehli" Yesrib'de bulunan yahudilerdir. Bunlar Kurayza, Nadir ve Kaynuka oğullarıdır. "Müşrikler" ise Mekke ve civarında bulunanlar ile Metline ve civarında bulunanlardır. Maksat Kureyş müşrikleridir. "Ayrılmayacaklardı" küfürlerinden vazgeçmeyecek, başka yola sapmayacaklardı. "Kendilerine apaçık delil gelinceye kadar." Yani apaçık delil onlara gelinceye kadar. Bu da Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'dır. "Nihayete eriş; ayrılış": En son noktaya ulaşmak diye açıklanmıştır ki bu da şu demektir: Onlar kendilerine apaçık delil gelinceye kadar ömürlerinin sonlarına gelip, ölmeyeceklerdi. Bu anlama göre "ayrılmak" -sona ermek demektir. "Ayrılmayacaklardı" âyetinin bırakıp, terk etmeyeceklerdi anlamında olduğu da söylenmiştir. Rasûl kendilerine gelinceye kadar müddetleri sona ermeyecekti, demek olur. Araplar: Ben bu işi işlemeye devam edip durdum, anlamında: "Ben bu işi ayrılmadan işledim" derler. "Filan kişi hala ayakta duruyor, ayakta durmayı bırakmadı" derler. 'in asıl anlamı "açmak"tır. " Mektubu açmak (mührünü çözmek)" ile “ Halhali çözmek, açmak': ve (sözlüklerden böyle bir tabirin anlamım tesbit edemedik) gibi tabirler de bu anlamda kullanılmıştır. Şair Tarafe de şöyle demiştir: "İki tarafı keskin ve iyice bilenmiş (yahut Hind yapımı) bir kılıç için İçindeki sırrın açılmayacağına yemin ettim." Şair Zu'r-Rimme de şöyle demiştir: "(Onlar) uzun boylu ve (eğitilerek) zayıflatılmış develer olup Sürekli yemsiz olarak çökmüş haldedir, yahut da biz onları kurak bir yere süreriz." Yemsiz" diye anlamı verilen "el-hasP" kelimesi, matbu' nüshalarda "hı"' harfinden sonra "sin" harfi olmaksızın yanlış olarak dizilmiştir Beyitin gerek Lisânu'l-Arab, X, 477'deki şekli, gerek tercemeye esas aldığımız baskıda yer alan yayına hazırlayanın notu, kelimenin kayd ettiğimiz gibi olduğunu göstermektedir. Ayrıca aradaki "sin" harfi -ı_..,ı,,n ;t,.An^ir. Hi-,ftrıı bir anlamının olmayacağını da belirtelim Görüldüğü gibi şair burada "Hep çökmüş haldedir" demek istemiştir, fazladan: yı getirmiştir. " Ayrılma...lar" anlamındadır. Yani onlar apaçık delil kendilerine gelinceye kadar dünyada kalacaklar, ayrılmayacaklardı. İbn Keysan dedi ki: Yani kitab ehli olanlar, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın kitaplarındaki sıfatlarını o peygamber olarak gönderilinceye kadar terketmeyecek (değiştirmeyecek)lerdi. Peygamber olarak gönderilince onu kıskandılar, onu terkedip, inkar ettiler. O halde bu, yüce Allah'ın: "İşte o tanıdıkları (peygamber) kendilerine gelince onu inkar ettiler" (el-Bakara, 2/89) âyetine benzemektedir. Bundan dolayı (daha sonra): "Ama kendilerine kitab verilenler ancak ... sonra ayrılığa düştüler" (4. âyet) diye buyurmuştur. Buna göre yüce Allah'ın: "Müşriklerden" âyeti şu demektir: Onlar, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) peygamber olarak gönderilinceye kadar, onun hakkında kütü söz söylemediler. Ona el-Emin ismini vermişlerdi. Onun dili üzere kendilerine apaçık deliller gelip, onlara peygamber olarak gönderilince; işçe o vakit, ona düşmanlık ettiler. Bazı dilciler de buradaki "ayrılmayacaklardı" lâfzı "helâk olmayacaklardı" anlamındadır demişlerdir, ki bu da Arapların: "Doğum esnasında kadının leğen kemiği çözüldü" tabirlerinden alınmıştır. Bu da bu kemiğin çatlaması ve bir daha kaynamayıp, sonunda ölmesi anlamını ifade eder. Buna göre mana şöyle olur: Onlar rasûllerin gönderilip, kitapların indirilmesi ile kendilerine karşı delil ortaya konulmadıkça azâb edilmeyecekler, helâk edilmeyeceklerdi. Bazıları da; müşrikler hakkında şöyle demiştir; Onlar da kitab ehlindendir. Çünkü yahudilerden kimisi Uzeyr Allah'ın oğludur, hristiyanlardan kimisi de Îsa Allah'ın kendisidir, kimileri de o Allah'ın oğludur, kimileri üçün üçüncüsüdür demişlerdir (ve böylece bunlar da müşrik olmuşlardır.) Bir başka açıklamaya göre; kitab ehli, önce mü’min idiler, peygamberlerinden sonra kâfir oldular. Müşrikler de fıtrat üzere doğdular, ergenlik yaşına ulaşınca kâfir oldular. İşte bundan dolayı yüce Allah; "Ve müşriklerden" diye buyurmuştur. Bir başka açıklamaya göre "müşrikler" de aynı zamanda "kitab ehli"nin niteliğidir. Çünkü onlar kendilerine gönderilen kitaptan yararlanmadıkları gibi tevhidi de terkettiler. Hristiyanlar teslisçidirler, yahudiler de genel olarak müşebbihecidirler. Hepsi de şirktir. Bu bir kimsenin: "Akıllılar ile zarif kimseler bana geldi" deyip, muayyen birtakım kimseleri kastederek, onları her iki özellik ile nitelendirmesini andırmaktadır. O halde anlam şöyledir: Kitab ehlinden (ve) müşrik olanlar... Bir diğer açıklamaya göre, burada sözü geçen "küfür", Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in inkar edilmesidir. Yani Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın peygamberliğini inkar eden ve aynı zamanda kitab ehli olan yahudilerle hristıyanlar ile Araplardan olsun, başkalarından olsun -ki bunlar kitabı olmayanlardır- puta tapan müşrikler ayrılmayacaklardı, demektir. el-Kuşeyrî dedi ki: Ancak böyle bir açıklamanın doğru olma ihtimali uzaktır. Çünkü yüce Allah'ın: "Kendilerine apaçık delil gelinceye kadar... Allah tarafından gönderilmiş bir Rasûldür" âyetinin zahirinden anlaşılan bu rasûlün, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) olduğudur. Dolayısı ile Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın peygamberliğini inkar eden kâfirler, Muhammed kendilerine gelinceye kadar... ayrılmayacaklardı, denilmiş olma. ihtimali uzaktır. Ancak: Şu anda Muhammed'i inkâr edenler -her ne kadar önceden unu tazim eden kimseler ise de- Allah, Muhammed'i kendilerine peygamber olarak gönderip, onlara âyetleri apaçık bildirinceye kadar, bu küfürden vazgeçmeyeceklerdir. İşle o vakit onlardım bir kısmı îman edecektir. el-Ameş ve İbrahim, "müşriklerden" anlamındaki lâfzı merfu olarak; diye ve: "...olanlar" lâfzına atf ile okumuştur. Ancak birinci kıraat daha açık anlaşılır. Çünkü ref’ ile okunması halinde her iki sınıf kitab ehlinden başkaları imiş gibi, iki ayrı sınıf olur. Ubeyy'in kıraatinde: " Kitab ehlinden kâfir olanlar ile müşrikler... ayrılmayacaklardı" şeklindedir, İbn Mes’ûd'un mushafında ise: " Müşrikler ve kitab ehli... ayrılmayacaklardı" şeklindedir. Daha önce (sûrenin tefsirinin başında) geçmiş bulunmaktadır. "Kendilerine apaçık delil gelinceye kadar" onlara apaçık delil gelinceye kadar, diye açıklanmıştır. Apaçık delil de Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'dır. "Allah tarafından gönderilmiş bir rasûldür." Yani o, yüce Allah tarafından peygamber olarak gönderilmiştir. ez-Zeccâc dedi ki: "Bir Rasûldür" anlamındaki lâfız "apaçık delil" lâfzından bedel olarak merfû'dur. el-Ferrâ' dedi ki: Bu " O (apaçık delil) Allah tarafından gönderilmiş bir rasûldür" yahutta: "(peygamber) Allah Larafından gönderilmiş bir rasûldür" demektedir. Çünkü "Beyyine: Apaçık delil" bazan müzekker kabul edilebilir ve: "Benim beyyinem (acık delilim) filandır" denilebilir. Ubeyy ve İbn Mes’ûd'un kıraatinde; diye kat" üzere (bedel yapmayarak) nasb ile okumuşlardır. "Okuyup duran, okuyan" demektir ki (bu fiil): "Okudu, okur, okumak" diye kullanılır. "Sahifeler" lâfzı "sahife"nin çoğulu olup, üzerinde yazı yazılan sev demektir. "Tertemiz" lâfzı hakkında İbn Abbâs şöyle demiştir: Yalandan, şüpheden, iki yüzlülükten ve sapıklıktan arınmış demektir. Katide batıldan yana (temiz) diye açıkladığı gibi, yalandan, şüphelerden, küfürden tertemiz edilmiş diye de açıklanmıştır. Hepsinin anlamı birdir. Yani. sahifelerin vazıh olarak ihtiva ettiği şeyleri okur. Buna (bu açıklamaya) onun yazılı bir kitaptan değil de ezberinden okuduğu delil teşkil etmektedir. Çünkü Peygamber ümmi idi, okuması yazması yoktu. "Tertemiz" lâfzı "sahifelefın sıfatıdır. Bu da yüce Allah'ın: "Çok şerefli, son derece yüksek ve tertemiz sahifelerdedir" (Abese, 80/13-14) âyetini andırmaktadır. Buna göre "tertemiz" lâfzı zahiren sahifelerin şifalıdır. Gerçekte ise sahifderde yazılı bulunan Kur'ân'ın sıfatıdır. "Tertemizin şu anlama geldiği de söylenmiştir: Onlara tertemiz olanlardan başkası dokunmamalıdır. Daha önceden açıklandığı üzere el-Vakıa Süresî'nde (56/75-80. âyetler, 5. başlıkta) buyurduğu gibi. Tertemiz sahifelerin, yüce Allah'ın nezdinde peygamberlere indirilmiş kitabların kendisinden istinsah edildiği Ummu'l-Kitabtaki sahifeler olduğu da söylenmiştir. Yüce Allah'ın: "Daha doğrusu o çok şerefli bir Kur'ândır, Levh-ı mahfuzdadır."(el-Buruc, 85/21-22) âyetinde olduğu gibi. el-Hasen dedi ki: Semadaki tertemiz sahifeler kastedilmektedir. "İçinde dosdoğru hükümlerin yazılı olduğu..." Dosdoğru, eğriliği büğrülüğü olmayan ve muhkem demektir. Arapların bir şey dosdoğru ve sahih olduğu vakit kullandıkları; (.........) fiilinden gelmektedir. Kimi ilim adamı şöyle demiştir: Sahifeler kitaplarla aynı şeydir, o halde nasıl olur da; içinde kitapların bulunduğu sahifderde, demiş olabilir (diye sorulursa) şu cevab verilir: Burada "kitaplar" lâfzı hükümler anlamındadır Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Allah... galibgeleceğim diye yazmıştır." (el-Mücadele, 58/21) âyetinde "yazdı" hükmetti anlamındadır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da şöyle buyurmuştur: "Allah'a yemin ederim ki ben aranızda Allah'ın Kitabı ile hükmedeceğim" Buhârî, II, 959, 971, VI, 2446, 2502, 250H, 2510, 25H...: Müslim, II, 1325, Tirmisl, IV, 39: Ebû Dâvûd, IV, 153; Nesâî, VIII, 240, 241; ibn Mâce, II, 852, Muvatta’, II, H22; Müsned, IV, 115 dîye buyurmuş, sonra da recm hükmünü vermişti. Oysa recm Allah'ın Kitabında yapılı değildir. O halde burada, ben aranızda yüce Allah'ın hükmü gereğince hüküm vereceğim, demektir. Şair de şöyle demiştir: "Velâ (bağlılık) belâ ile değildir, siz (haktan) meyledip saptınız Yazdığı (hükmettiği) zaman Allah böyle buyurmamıştı." " Dosdoğru kitaplar" (mealde: Dosdoğru hükümlerin yazılı olduğu, diye verilmiştir). Kur'ân'ın kendisidir diye de açıklanmıştır. Böylelikle yüce Allah Kur'ân-ı Kerîm'den "kitablar" diye söz etmiştir. Çünkü o çeşitli, türlü açıklamaları kapsamaktadır. 4Ama kendilerine kitap verilenler, ancak kendilerine apaçık delil geldikten sonra ayrılığa düştüler. "Ama kendilerine kitap verilenler..." yahudilerle, hristiyanlar "...ayrılığa düştüler." Bu hususta kâfirler ile aynı düzeyde olmalarına rağmen, yüce Allah'ın ayrılığa düşmek hususunu başkalarını dışarıda tutarak sadece kitab ehli hakkında sözkonusu etmesi, onların bir bilgi sahibi olduklarının zannedilmesinden dolayıdır. Onlar ayrılığa düştüklerine göre, kitab sahibi olmayan, onların dışında bulunan kimseler hakkında bu nitelik, daha da öncelikli olarak sözkonusudur. "Ancak kendilerine apaçık delil geldikten sonra ayrılığa düştüler." "Apaçık delil" ile kastedilen Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'dır. Yani Kur'ân-ı Kerîm, ellerindeki Kitaplarda bulunan Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in niteliklerine uygun olarak gelmiş bulunuyordu. Onlar onun peygamber olacağını görüş birliği halinde kabul ediyorlardı. Fakat peygamber olarak gönderilince, peygamberliğini inkar ettiler ve ayrılığa düştüler. Kimisi kıskançlığından ötürü kâfir oldu, kimisi îman etti. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Onlar ancak ilim kendilerine geldikten sonra aralarındaki düşmanlık (veya ihtiras) sebebi ile ayrılığa düştüler." (eş-Şura, 42/14) "Apaçık delil"in onların kitaplarında bulunan Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğuna dair açıklama olduğu da söylenmiştir. İlim adamları dedi ki: Sûrenin başından yüce Allah'ın: "(........): Dosdoğru" âyetine kadar olan ifadelerin hükmü, kitab ehlinden ve müşriklerden îman eden kimseler hakkındadır. "Ayrılığa düştüler" âyeti da delillerin ortaya konulmasından sonra, kitap ehlinden îman etmeyen kimseler hakkındaki hükmünü İfade etmektedir. 5Halbuki onlar, O'nun dînînde ihlâs sahipleri ve Hanifler olarak Allah'a ibadet etmelerinden, namazı dosdoğru kılmalarından, zekâtı vermelerinden başkası ile emrolunmadılar. Dosdoğru din işte budur. Bu âyete dair açıklamalarımızı üç başlık halinde sunacağız: "Halbuki onlar O'nun dininde" yani ibadetlerinde "ihlâs sahipleri... olarak Allah'a ibadet etmelerinden" O'nu tevhid etmelerinden "...başkası ile emrolunmadılar." Yani bu kâfirlere, Tevrat ve İncil'de verilen emir sadece budur. " İbadet etmeleri" âyetindeki "lam" harfi (........)- ...me" anlamındadır. Yüce Allah'ın: " Allah size açıklamak ister." (en-Nisa, 4/26); " Onlar Allah'ın nurunu söndürmek isterler." (es-Saf, 61/8); " Âlemlerin Rabbi (Allah)'o teslim olmakla emrolunduk" (el-En'âm, 6/71) âyetinde olduğu gibi. Abdullah (b. Mesud)'ın kıraatinde de; " Halbuki onlar... Allah'a ibadet etmelerinden... başkası ile emrolunmadılar" şeklindedir, "De ki: Ben, Allah'a dini yalnız O'na halis kılarak ibadet etmekle emrolundum" (ez-Zümer, 39/11) âyeti da bu (âyetlerin) anlamı(nı) ihtiva etmektedir. İşte bu âyet, ibadetlerde niyetin vacib olduğunun delilidir. Çünkü ihlâs, kalbin amelleri arasındadır. Ondan başkasının değil de yalnızca Allah'ın rızası ancak kalb ile istenir. "Hanifler olarak"; bütün dinleri bir kenara bırakarak, İslâm dinine yönelerek... demektir. İbn Abbâs şöyle diyordu: Hanifler, İbrahim (aleyhisselâm)'ın dini üzere olanlar, demektir. Hanif'in; sünnet olan ve hacceden kimsenin ismi olduğu da söylenmiştir ki bu açıklamayı Said b. Cübeyr yapmıştır. Dilciler de şöyle demiştir: Bu lâfzın aslı "İslâm'a yöneldi" demek olan; " İslâm'a hanif uldu (yöneldi)" ifadesinden gelmektedir. 3- Dosdoğru Din; Namaz Kılmayı ve Zekat Vermeyi Emreder: "Namazı dosdoğru" belirlenmiş vakitlerinde, belirlenmiş surette "kılmalarından, zekatı vermelerinden" onu yerli yerince ödemelerinden "başkası ile emrolunmadılar. Dosdoğru din işte budur." Yani gereklerini yerine getirmekle emrolundukları bu din, dosdoğru dindir. ez-Zeccâc dedi ki: İşte dosdoğru yolda giden ümmetin dini bu dindir. "Dosdoğru" lâfzı hazfedilmiş bir mevsufun sıfatıdır. Yahutta hakkı dimdik ayakta tutan, yani hakkı yerine getiren ümmetin dini diye de açıklanabilir. Abdullah (b. Mesud)'ın kıraatinde; "İşte dosdoğru din budur" şeklindedir. el-Halil dedi ki: "Dosdoğrular" lâfzı; Dosdoğru" lâfzının çoğuludur. Bu ile aynı şeydir. el-Ferrâ' dedi ki: Yüce Allah burada "din"i aynı zamanda sıfatı da olan: “ Dosdoğru" lâfzına izafe etmiştir. Çünkü bunlar farklı Lâfızlardır. Yine ondan nakledildiğine göre bu, bir şeyin bizzat kendi kendisine izafe edilmesi kabilindendir. Sondaki "ne (yuvarlak te)" ise övgü ve mübalağa için gelmiştir. Sondaki "he (yuvarlak te)"nin "millet (din)" yahut şeriata raci olduğu da söylenmiştir. Bu durumda anlam şöyle olur: işte bu dosdoğru milimin (ümmetin) dini, yahutta: doğru şeriatın dini budur. Muhammed b. el-Eş'as et-Talakani dedi ki: "Dosdoğru" burada, sözü geçen kitaplara raci olup "din" onu izafe edilmiştir. İste dosdoğru olan kitapların dini budur, demek olur. 6Gerçek şu ki; ister kitab ehlinden olsun, İster müşriklerden olsun o kâfir olanlar, cehennem ateşindedirler. Orada ebedi kalıcıdırlar. Yaratılanların en kötüleri de işte bunlardır. Âyetin tefsiri için bak:7 7îman edip, salih amel işleyenler ise; işte bunlar, yaratılanların en hayırlılarıdır. "Gerçek şu ki; İster kitab ehlinden olsun, ister müşriklerden olsun o kâfirler" âyetin da ki "müşrikler" daha önce geçen "kâfirler" (lâfzında geçen ve "ler"in anlamını veren); üzerine alfedilmiştir. Yahutta: Ehlinden" lâfzına atfedilmiş bir mecrur olabilir. Birincisine göre anlam şöyle verilebilir: Şüphesiz ki müşrikler ile kitab ehlinden kâfir olanlar... İkincisine göre anlam: Muhakkak, ki kitab ehlinden ve müşriklerden kâfir olanlar... "Cehennem ateşindedirler. Orada ebedi kalıcıdırlar. Yaratılanların en kötüleri de işte bunlardır." "Yaratılanlar" lâfzını Nafî ve İbn Zekvan her iki yerde de (yani altı ve yedinci âyetlerde de) asla uygun olarak hemzeli okumuştur. (Berie şeklinde) Bu da Arapların; " Allah mahlukatı yarattı, O, yoktan var edendir, yaratandır" şeklindeki kullanımlarından gelmektedir. Yüce Allah da: "Bizim onu yaratmamızdan önce" (el-Hadid, 57/22) diye buyurmaktadır. (Kelimenin kökünün hemzeli olduğuna işaret etmektedir). Diğerleri ise, hemzesiz ve onun yerine "ye" harfini şeddeli olarak (beriyye şeklinde) okumuşlardır. el-Ferrâ' dedi ki: Eğer "beriyye" lâfzı toprak anlamına gelen; o dan alınmış ise bunun aslı hemzesizdir. Bu kökten olmak üzere: " Allah onu yarattı, yaratır, yaratmak" denilir. el-Kuşeyrî dedi ki: Her kim "beriyye' nin "toprak" demek olan "el-bera"den geldiğini söylüyor ise, melekler bu lâfzın kapsamına girmez, görüşünde demektir. "el-Beriyye" lâfzının: "Kalemi traş ettim': ifadesinden geldiği de söylenmiştir. O vakit melekler de bunun kapsamına girer. Ancak bu zayıf bir görüştür. Çünkü bu durumda bu lâfzı "hemzeli" okuyanların bu okuyuşlarının hatalı olduğunu söylemek icab edecektir. Yüce Allah'ın: "Yaratılanların en kötüleri" âyeti, yaratılmışların en kötüleri demektir. Bunun umum(genellik) ifade etme ihtimali olduğu da söylenmiştir. Bazıları da onlar Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın döneminde bulunan yaratıkların kötüleridir. Yüce Allah'ın: "Ve sizi âlemler üzerine gerçekten üstün kıldığımı hatırlayın". (el-Bakara, 2/47) âyetinde olduğu gibi; ki çağdaşınız olan âlemlerin üzerine... demektir. Çünkü bundan önceki ümmetlerin kâfirleri arasında onlardan daha da kötü kimselerin olması uzak bir ihtimal değildir. Fir'avun ve Salih (aleyhisselâm)'ın dişi devesini kesen kişi gibi. Aynı şekilde "bunlar yaratılanların en hayırlılarıdır" âyetinin da ya umumi anlamda olması sözkonusudur yahutta kendi dönemlerindeki yaratılmışların en hayırlıları olmaları sözkonusudur. Âdemoğullarının meleklerden üstün olduğunu kabul edenler bu lâfzın hemze'li okuyuşunu delil göstermişlerdir. Buna dair açıklamalar daha önceden el-Bakara Sûresi'nde (2/33. âyet, 3. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) dedi ki: Mü’min, aziz ve celil Allah nezdinde, kendi yanında bulunan bazı meleklerden daha değerli ve üstündür. 8Onların, Rabblerinin yanındaki mükâfatları, altından ırmaklar akan Adn cennetleridir. Onlar orada ebedi kalıcıdırlar. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Ondan hoşnut olmuşlardır. İşte bu, Rabbinden korkan kimseler içindir. "Onların" yaratıcıları ve mutlak sahipleri olan "Rabblerinin yanındaki mükâfatları" sevablan "altından ırmaklar akan" orada ikamet edip kalacakları "Adn cennetleridir." Müfessirler derler ki: "Adn cennetleri" cennetin iç, orta ve güzel taraflarıdır. "(..........): Bir yerde ikamet etti, ikamet eder, ikamet etmek" demektir. Bir şeyin ma'dini (madeni) onun merkezi ve karar kıldığı yer demektir. Şair el-A'şâ şöyle demiştir "Eğer onlar onun hükmüne gidecek olurlarsa, Ağır basan ve merkezinde karar kılmışa izafe olurlar." "Onlar orada ebedi kalıcıdırlar." Ne oradan başka bir yere göç ederler, ne ölürler. "Allah onlardan razı olmuştur." Yani amellerinden razı olmuştur. İbn Abbâsi böyle açıklamıştır. "Onlar da Ondan hoşnut olmuşlardır." Kendileri de yüce Allah'ın sevab ve mükâfatından hoşnut olmuşlardır, "İşte bu" cennet "Rabbinden korkan" Rabbinden korkarak mahiyetlerden kendisini uzak tutan "kimseler İçindir." (Beyyine Sûresi burada sona ermektedir. Allah'a hamd olsun). |
﴾ 0 ﴿