ZİLZÂL SÛRESİRahmân Ve Rahîm Allah'ın İsmi ile İbn Abbâs ve Katade'nin görüşüne göre Medine'de inmiştir. İbn Mes’ûd, Atâ ve Cabir'in görüşüne göre ise Mekke'de inmiştir. Dokuz âyettir. Mushaflarda sekiz âyet olduğuna dair gfirüş tercih edilmiştir İlim adamları dedi ki: Bu sûrenin fazileti pek büyüktür. Pek büyük hususları ihtiva etmektedir. Tirmizî'nin, Enes b. Malik'ten rivâyetine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Her kim "izâ ziilzilet:yer... sarsıldığı zaman" Sûresi'ni okursa bu onun için Kur'ân'ın yarısına denk gelir. Kim de "Kul yâ eyyuhel kâfinin: De ki: Ey kâfirler (Kâfirun) Sûresi'ni okursa, bu onun için Kur'ân'ın dörtte birine denk gelir. Kim de: "Kul huvallahu Ehad (İhlas Sûresi)"ni okursa bu da onun için Kur'ân'ın üçte birine denk gelir," (Tirmizî) dedi ki: (Bu) garib bir hadistir. Bu hususta İbn Abbâs'tan gelmiş rivâyet de vardır Tirmizi, V, 165; ayrıca bk. İbn Kesîr, Tefsir, IV, 539; Beyhakî, Şuabu'l-lman, II, 497. Ali (radıyallahü anh)'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Kim "îzâ zülzilet" (Sûresi'n)i dört defa okursa Kur'ân'ı tamamen okumuş kimse gibi olur." Abdullah b. Amr b. el-Âs dedi ki: "îzâ zülzilet" inince Ebû Bekir ağladı, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Eğer sizler küçük ve büyük günah işleyip, Allah'ın da size mağfiret etmesi olmasaydı, (Allah) küçük, büyük günah işleyip, Allah'ın kendilerine mağfîret edeceği bir '"'namet yaratırdı elbette. Çünkü şüphesiz ki O, Gafûrdur, Rahîmdir." Ebû Eyyub'dan ve Zilzâl Sûresi ile ilgili Ebû Bekir'in ağlaması söz konusu edilmeden: Müslim, IV, 2105; Tirmizi, V, 548. 1Yer, kendine has bir sarsıntı ile sarsıldığı zaman, Kökünden hareket ettirildiği zaman, demektir. İkrime, İbn Abbâs'tan böylece rivâyet etmiştir. Şöyle dermiş: Birinci üfürüşte yeri sarsıntıya uğratacaktır. Mücahid de böyle demiştir. Çünkü yüce Allah: "O gün sarsan sarsacak, arkasından onu Radife izleyecek" (en-Naziat, 79/6-7) diye buyurmaktadır. Daha sonra ikinci defa sarsılacak içindeki ölüleri dışarı çıkartacaktır. "Ağırlıkları" (2. âyet) bunlardır. (Zilzâl) mastarın(ın) zikredilmesi tekid içindir, sonra bu mastar yere izafe edilmiştir. "(.......): Şüphesiz sana, sana ait olan bağışını vereceğim" demeye benzer ki, benim sana vereceğim bağışı vereceğim demektir. Böyle bir izafetin güzel görünmesi ise, bundan sonraki âyet sonlarının da buna benzemesidir. Bu kelime genel olarak "zilzafden gelen bir lâfız olarak "ze" harfi kesreli okunmuştur. el-Cahderî ve Îsa b. Ömer ise bunu (ze harfini) üstün okumuşlardır, bu da mastardır. Vesvas, kalkal ve cerca (vesvese vermek, hareket etmek, deve hançeresinde ses çıkarmak) kelimeleri gibidir. (Ze harfinin) kesreli okunuşunun mastar, üstün okunuşunun isim olduğu da söylenmiştir. 2Yer içindeki ağırlıklarını dışarıya çıkardığı (zaman) Ebû Ubeyde ve el-Ahfeş dedi ki: Ölünün yerin içinde bulunması, yer için bir ağırlıktır. Eğer yerin üstünde ise yer üzerinde bir ağırlıktır. İbn Abbâs ve Mücahid; "Ağırlıklarını" âyeti hakkında şöyle demişlerdir: Maksat onun (içindeki) ölülerdir. Onları ikinci üfürüşte dışarıya çıkartacaktır. Cinlere ve insanlara (ağırlık demek olan "siki" kökünden) "es-sekalan"; denilmesi de buradan gelmektedir. el-Hansa şöyle demiştir: "eş-Şirrîd hanedanından İbn Amr'dan sonra mı? Yer kendine ait ağırlıklarını onunla çözdü!" Şair şunu söylemek istiyor Amr, defnedilince, şeref ve efendiliği dolayısıyla kabirlerinde olanların süsü olmuştur. Kimi ilim adamı şunu zikretmektedir: Araplar çok kan dökücü olan kimse hakkında: O yeryüzü üzerinde bir ağırlık idi, derler. Öldükleri sonra ise; Yer onun ağırlığını sırtı üzerinden indirdi, derler, "Ağırlıklarını" âyetinin, hazinelerini anlamında olduğu da söylenmiştir. Şu hadiste de bu anlamdadır: "Yer altın ve gümüşten direkler gibi kendi ciğer parelerini kusacaktır.., Müslim, II, 701; Tirmizi, IV, 493. 3Ve insan: "Buna ne oluyor?" dediği (zaman) "Ve insan" yani kâfir oları Âdemoğlu... "dediği(zaman)." ed-Dahhak'ın rivâyetine göre, İbn Abbâs şöyle demiştir: Burada kastedilen kişi, el-Esved b. Abdu'l-Esed'dir. Birinci üfürüşte mü’min olsun, kâfir olsun kıyâmetin kopacağı sırada bu olaya şahit olacak her insanın kastedildiği de söylenmiştir. Aynı zamanda bu, bu olayı dünyada kıyâmetin alametlerinden kabul edenlerin de görüşüdür. Çünkü işin başında bunun umumi olduğunu kesin olarak öğreninceye kadar, bu işin kıyâmet alametlerinden birisi olduğunu hepsi bilmeyecektir. Bundan dolayı birisi diğerine soracaktır. İnsandan maksat, özel olarak kâfir olan şahıstır, diyenlerin görüşüne göre ise bu "sarsıntı": Kıyâmetin sarsıntısıdır. Çünkü mü’min zaten bunu itiraf ve kabul eder. O bakımdan o kıyâmet hakkında soru sormaz. Kâfir ise onu inkar eder. Bundan dolayı onun hakkında soru soracaktır. "Buna ne oluyor?" âyeti, buna ne oluyor ki böyle sarsılıyor, demektir. Buna ne oluyor ki, ağırlıklarını çıkardı, anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu bir hayret ve taaccüb ifadesidir. Niçin böyle sarsıldı, demektir. Birinci üfürüşten sonra Allah'ın ölüleri diriltmesi, sonra da yeryüzünü harekete geçirerek ölüleri dışarıya çıkartması da mümkündür. Onlar bu halde sarsıntıyı -ve yeryüzünün yarılarak, ölülerin diri olarak çıkartılmalarını görmüş olacaklar ve dehşetten: Buna ne oluyor? diyeceklerdir. 4O gün (yer), bütün haberlerini anlatacaktır. Âyetin tefsiri için bak:6 5Çünkü Rabbin ona vahyetmiştir. Âyetin tefsiri için bak:6 6O günde, insanlar amelleri kendilerine gösterilmek için bölük bölük döneceklerdir. "O gün (yer) bütün haberlerini anlatacaktır" âyetindeki: O gün" âyeti yüce Allah'ın: "Sarsıldığı zaman" (1. âyet) (anlamındaki) âyeti ile nasbedilmiştir. "Bütün haberlerini anlatacaktır" âyeti ile nasbedildiği de söylenmiştir. Yeryüzü o gün üzerinde işlenmiş bulunan hayır ya da şer türünden her türlü ameli haber verecektir, demektir. Bunun; yüce Allah'ın sözü olarak zikredildiği söylendiği gibi, insanın söyleyeceği sözlerin bir kısmı olduğu da söylenmiştir. Yani insan hayret ederek: Bu yere ne oluyor ki haberlerini veriyor, diyecektir. Tirmizî'de, Ebû Hüreyre'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu: "O gün (yer) bütün haberlerini anlatacaktır" âyetini okuyup şöyle dedi: "Onun haberlerinin ne olduğunu biliyor musunuz?" Ashab: Allah ve Rasulü daha iyi bilir, dediler, Şöyle buyurdu: "Onun haberleri erkek yahut kadın herbir kul hakkında üzerinde İşlemiş olduğu amellere dair tanıklık etmesi ve filan günü şunu şunu işledi demesidir. İşte onun haberlerini bildirmesi budur" diye buyurdu. Tirmizî (dedi ki): Bu hasen, sahih bir hadistir Tirmizi, IV, 619, V, 446; Müsned, 31, 374 Maverdî dedi ki: Yüce Allah'ın: "O gün bütün haberlerini anlatacaktır" âyeti hakkında üç görüş vardır. 1- "O gün bütün haberlerini anlatacaktır." Yani sırtında kulların işledikleri amelleri bildirecektir. Bu görüş Ebû Hüreyre'nin görüşü olup, o bunu (Peygamber efendimize ait) merfû' bir hadis olarak da rivâyet etmiştir. Sözü geçen sarsıntının; kıyâmet sarsıntısı olduğunu benimseyenlerin görüşü de budur. 2- O, dışa çıkaracağı ağırlıkları ile haberlerini bildirmiş olacaktır. Bu açıklamayı Yahya b. Sellâm yapmıştır. Sarsıntının; kıyâmetin alametlerinden olan sarsıntı olduğunu kabul edenlerin görüşü budur. Derim ki: Abdullah b. Mesud'un, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan rivâyet ettiği hadis de bu manadadır. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Bir kulun eceli bir yerde ise ihtiyacı onu oraya gitmesini sağlar. Nihayet ulaşacağı en ileri noktaya vardı mı Allah onun ruhunu kabzeder. Yer kıyâmet gününde: Rabbiin, işle Senin bana emanet olarak bıraktığın budur, diyecektir." Bu hadisi İbn Mace İbn Mace, II, 1424 Sünen'inde rivâyet etmiş olup, daha önceden de Lukman (31/34. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. 3- İnsan "buna ne oluyor" diye soracağı zaman, kıyâmetin kopacağını haber verecektir. Bu açıklamayı da İbn Mes’ûd yapmıştır. O, dünyanın işinin artık bittiğini, âhiretin artık gelmiş olduğunu haber verecektir. Böylelikle yer onların soru sormalarına karşılık bu sözüyle cevab vermiş olacaktır. Bu kâfirler için bir tehdit, mü’minler için korkulma ve uyarıdır. Yerin haberlerini söylemesi hususunda da üç görüş vardır: 1- Yüce Allah, yeri konuşan bir canlıya dönüştürecektir. O da bunu söyleyecektir. 2- Yüce Allah, yerde konuşmayı halkedecektir. 3- Yerde, konuşmanın yerini tutacak şekilde bir açıklama olacaktır. Taberi dedi ki: Zelzele ile sarsılmak ile ve ölüleri dışarıya çıkartmakla haberlerini açıklayacaktır. "Çünkü Rabbin ona vahyetmiştir." Yani yer, yüce Allah'ın ona vahyi neticesinde haberlerini bildirecektir. Onu"; (burada:) "Ona" demektir. Araplar bazan -"burada olduğu gibi"- (sıfat lam)'ını,'ın yerine de kullanırlar. el-Accac yeri nitelendirirken şöyle demiştir: "Ona karar bulmayı vahyetti, o da karar kıldı Muazzam ve sapasağlam kazıklarla (dağlarla) onu bağladı (çalkalanmasını önledi, sağlamlaştırdı.)" Bu, Ebû Ubeyde'nin görüşüdür. Buna göre; "Onun"; "Ona" demektir. "Ona vahyetti" âyetinin, ona emir verdi anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu açıklamayı Mücahid yapmıştır. es-Süddi de: "Ona vahyetti" ona dedi demektir, diye açıklamıştır. Onu müsahhar kıldı (emre itaatkar kıldı) diye de açıklanmıştır. Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Sarsıntının olacağı ve yeryüzünün ağırlıklarını çıkaracağı gün, yer haberlerini söyleyecek, üzerindeki itaat ve mahiyetleri, üzerinde işlenmiş olan hayır ve şerri bildirecektir. Bu açıklama es-Sevrî ve başkasından rivâyet edilmiştir. "O günde insanlar ... bölük bölük döneceklerdir." âyetindeki: "Bölük bölük" fırkalar, grublar halinde demek olup; 'ın çoğuludur. Hesab için durulan yerden (mevkıftan) döneceklerdir, diye de açıklanmıştır. Bir kesim cennete gitmek üzere sağa, bir diğer kesim ise cehennem ateşine gitmek üzere sol tarafa gidecektir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: "İşte o günde ayrılıp, dağılırlar." (er-Rum, 30/14); "İnsanların da bölük bölük ayrılacağı bir gün..." (er-Rum, 30/43) Hesaplarının bitişinden sonra hesabtan dönecekler, diye de açıklanmıştır. "Bölük bölük" fırkalar halinde grub grub demektir. "Amelleri kendilerine gösterilmek için" amellerinin mükâfatı kendilerine verilmek için demektir. Bu da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan söylediği rivâyet edilen şu âyete benzemektedir: "Kıyâmet gününde kendisini kınamayacak hiçbir kimse olmayacaktır. Eğer kişi iyilik yapan birisi ise: Ben niye daha çok iyilik işlemedim diyecek, eğer bu türden olmayan birisi ise: Neden masiyetlerden uzak durmadım, diyecektir. " Bu ise mükâfat ve cezanın gözle görüleceği vakit olacaktır. İbn Abbâs şöyle dermiş: "Bölük bölük" amellerine göre fırkalara bölünmüşler olarak demektir. Îman ehli belli bir yerde ve herbir din ehli belli bir halde bulunacaktır. Bu dönüşün, amel defterlerinin verileceği vakit olacağı da söylenmiştir. İnsanlar, fırkalar halinde defterleri tide amelleri kendilerine gösterilsin yahutta amellerinin karşılıkları kendilerine gösterilsin diye, hesaba çekilecekleri yere götürülmek üzere kabirlerinden çıkacaklar. Sanki onlar, önce kabirlere döndürülüp orada defnedilmiş, sonra oradan tekrar geri gelmiş gibidirler. Çünkü "vârid: gelen" demektir. (Âyet-i kerimedeki kökle aynı olan): "Sadır" ise dönen anlamındadır. "Bölük bölük" olarak, yeryüzünün çeşitli yerlerinden diriltileceklerdir, demektir. Birinci görüşe göre ,ifadede takdim ve tehir vardır ve bunun takdiri de şöyledir: Yer Rabbin kendisine vahyetmiş olduğundan ötürü haberlerini bildirecektir ki onlara amelleri gösterilsin diye. "O günde insanlar ... bölük bölük döneceklerdir" hesablarının görülmesi için durdukları yerden (mevkıflen) dağınık halde döneceklerdir, âyeti da arada zikredilmiştir. "Kendilerine gösterilmek için" anlamındaki; (............) lâfzının "ye" harfi genel olarak ötreli okunmuştur ki; "Allah'ın onlara amellerini göstermesi için..." demektir, el-Hasen, ez-Zühri, Katade, el-A'rec, Nasr b. Âsım ve Talha ise "ye" harfini üstün okumuşlardır. (Kendileri amellerini görmek için... anlamına gelir). Bu okuyuş Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan da rivâyet edilmiştir. 7Kim zerre ağırlığınca bir hayır yaparsa, onu görecektir. Âyetin tefsiri için bak:8 8Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük yapıyorsa ,onu görecektir. Bu âyete dair açıklamalarımızı üç başlık halinde yunacağız: 1- Hayır da, Şer de Karşılıksız Değildir: "Kim zerre ağırlığınca bir hayır yaparsa, onu görecektir" âyeti ile ilgili olarak İbn Abbâs şöyle dermiş: Kâfirlerden zerre ağırlığınca, bir hayır işleyen bir kimse, onu dünyada görecektir. Âhirette ona karşılık sevabı yoktur. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işleyecek olursa, şirkin cezası ile birlikte âhirette de o kötülüğü dolayısıyla cezalandırılacaktır. Mü’minler arasından zerre ağırlığınca kötülük işleyen bir kimse o kötülüğü dünyada görür, ölümden sonra âhirette ondan dolayı cezalandırılmaz, af edilir. Zerre ağırlığınca hayır işleyecek olursa, onun bu hayrı kabul edilir ve âhirette onun için kat kat arttırılır. Bir hadiste; "Zerrenin ağırlığı yoktur" İbn Hacer, Fethu'l-Bari, VIII, 250de: "Denildiğine yöre zerrenin ağırlığı yoktur" şeklinde ve hadis olduğuna dair herhangi bir işarette bulunmadan. denilmektedir. Bu, yüce Allah'ın Âdemoğlunun küçük olsun, büyük olsun yaptığı hiçbir amelden gafil olmadığına dair verdiği bir örnektir. Bu da yüce Allah'ın şu âyetine benzemektedir: "Allah, şüphesiz zerre ağırlığı kadardaki zulmetmez." (en-Nısa, 4/40) Orada (bu âyet açıklanırken) zerre ve onun ağırlığının bulunmadığına dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. Bazı dilbilginleri, kişinin eliyle yere vurup, una yapışan topraklara "zerre" denildiğini zikretmektedirler. İbn Abbâs da böyle demiştir: Elini yerin üzerine koyup kaldırdığın vakit, ona yapışan herbir toprak tanesine "zerre" denilir, Muhammed b. Ka'b el-Kurazi dedi ki: Herhangi bir kâfir zerre ağırlığınca hayır işleyecek olursa, onun mükâfatını dünya hayatında, kendi canında, malında, hanımında ve çocuklarında görür. Öyle ki dünyadan ayrılacağı vakit, Allah nezdinde karşılığını görecek hiçbir hayrı kalmamış olur. Mü’min olup zerre ağırlığınca şer işleyen kimse de bunun cezasını dünya hayatında, malında, canında, çocuklarında ve hanımında görür. Öyle ki dünyadan Allah'ın nezdinde (cezasını çekeceği) bir şer bulunmaksızın dünyadan ayrılır. Bunun delili güvenilir ilim adamlarının rivâyet ettikleri Enes yoluyla gelen Hadîs-i şerîftir. Buna göre bu âyet-i kerîme Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a indiği sırada Ebû Bekir yemek yiyormuş. Hemen durup: Ey Allah'ın Rasûlü bizlere işlediğimiz hayır ve şer türünden bütün ameller(in karşılıkları) gösterilecek mi? Peygamber şöyle buyurdu: "Senin görüp hoşlanmadığın şeyler kötülüğün zerrelerinin ağırlığındır. İşlediğiniz zerre ağırlıklarınca olan hayırlar ise sizin için saklanır. Nihayet kıyâmet gününde onun (o zerrelerin) karşılıkları size verilir." Taberânî, Evsat, VIII, 204; Beyhaki, Şuabu'l-iman, VII, 152 Ebû İdris dedi ki: Yüce Allah'ın Kitabında bunu tasdik eden âyet şudur: "Size isabet eden her musibet ellerinizle kazandıklarınız sebebi iledir, çoğunu da affeder," (eş-Şura, 42/30) Mukâtil dedi ki; Bu âyet iki kişi hakkında inmiştir. Şöyle ki; Yüce Allah'ın: "Yemeğe olan sevgilerine rağmen... yemek yedirirler." (el-İnsan, 76/8) âyeti nazil olunca, onlardan herhangi birisine dilenci gelip de ona bir hurma, bir ekmek parçası yahut bir ceviz vermeyi az görürdü. Bir diğeri ise bir defa yalan söylemek, gıybet etmek (harama) bakmak gibi küçük günahları önemsemez ve: Allah cehennem tehdidini büyük günahlar için yapmıştır, derdi. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nazil olarak az miktardaki hayrı (malı) vermeye onları teşvik etti. Çünkü böylelikle çoğalabilir. Diğer taraftan küçük günahlardan onları sakındırdı. Zira böylelikle onlar da çoğalabilir. Said b. Cübeyr de böyle demiştir. Kişinin gözünde küçük görülen günahlar, kıyâmet gününde dağlardan daha büyük olacaktır ve onun bütün iyilikleri de onun gözünde herşeyden daha az görülür. 2- "Onu Görecektir" Anlamındaki Âyetin Okunması: " Onu görecektir" âyeti genel olarak her iki yerde de "ye" harfi üstün olarak okunmuştur. el-Cahderi, es-Sülemi, Îsa b. Ömer ve Âsım'dan rivâyetle Eban, "ye" harfini ötreli olarak okumuşlardır. Allah ona o amelini gösterecektir, demektir. Tercihe değer olan birincisidir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmuştur; "O gün herkes iyilik türünden ne işlediyse, onu hazırlanmış bulacak."(Âl-i İmrân, 3/30) "Onu görecektir" (anlamındaki) âyetindeki "ne" lâfzını Hişam her iki yerde de sakin okumuştur. el-Kisai aynı şekilde bunu Ebû Bekr, Ebû Hay ve ve el-Muğîre'den rivâyet etmiştir. Yakub, ez-Zühri, el-Cahderi ve Şeybe ise (ötreyi) belli belirsiz çıkartmışlar, diğerleri ise açıkça ötreyi okumuşlardır. "Onu görecektir" âyetinin, karşılığını görecektir, anlamında olduğu söylenmiştir. Çünkü onun yaptığı amel geçip gitmiştir, yok olmuştur, görünmesi sözkonusu değildir. Şu beyitler zikredilmiştir: "Haddi aşıp günah kazanan; Zerre ağırlığınca dahi olsa görecektir onu Kötülük yaptığı için kötülük görecek Yaptığı iyilikler karşılığında ise ona iyilik verilecek Böyledir şanı yüce Rahibimin âyeti Zülzilet Sûresi’nde; bütün yüce övgüler O'na." İbn Abbâs dedi ki: Kur'ân'da en muhkem âyet budur. Doğru da söylemiştir. Çünkü ilim adamları bu âyetin umumi olduğunu -umumu kabul edenler de, etmeyenler de- ittifakla kabul etmişlerdir. Ka'b el-Ahbar'ın şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Allah, Muhammed'e iki âyet indirmiştir ki, bunlar Tevrat'ta, İncil'de, Zebur'da ve Sahifelerde bulunanların hepsini kapsamıştır: "Kim zerre ağırlığınca bir hayır yaparsa onu görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük yaparsa onu görecektir." Şeyh Ebû Medyen yüce Allah'ın: "Kim zerre ağırlığınca bir hayır yaparsa onu görecektir." âyetini: Nihai akıbetten önce şimdiki halinde görecektir, diye açıklamıştır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyet-i kerimeye "el-âyatü'l-camiatu'l-fâzzetu": (eşsiz ve kapsamlı ayet) ismini verirdi, Nitekim Sahih'de belirtildiğine göre-, kendisine eşekler hakkında soru sorulup, katırlar hakkında bir şey söylememiştir. Halbuki her ikisi hakkında verilecek cevab aynıdır. Zira katırlar ve eşeklerin her ikisinde de ileri hücum da, kaçmak da sözkonusu olmaz. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) adar hakkındaki sürekli mükâfatı ve kesintisiz sevabı sözkonusu edince birisi eşşekler hakkında soru sormuştur. Çünkü o gün onların yanında katır yoktu. Hicaz'a da sadece Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a Mukavkıs’ın kendisine hediye ettiği "düldül" adındaki katırdan başka bir katır girmemişti, Peygamber ona âyetin umumi manasından hareketle eşekler hakkında fetva vermiş idi ve esasen eşekte pek çok zerre ağırlığı(na tekabül edecek ağırlık) bulunur. Bu açıklamayı İbnu'l-Arabi yapmıştır. Muvatta’'da da şöyle denilmektedir: Bir yoksul mü’minlerin annesi Âişe'den yiyecek birşeyler istedi. Önünde bir miktar üzüm vardı. Birisine: Bir tane al ve bunu ona ver dedi. Bu kişi ona hayretle bakmaya koyuldu, şöyle dedi: Hayret mi ediyorsun! Senin görüşüne göre bu bir tanede kaç tane zerre ağırlığı vardır. Muvatta’, II, 997; Beyhakî, Şuabu'l-Îman, III, 254; Miinzırî, Terğib, II. 9. Sa'd b. Ebi Vakkas'dan rivâyet edildiğine göre o, iki hurma tanesini sadaka olarak verdi. Dilenci elini kapattı, dilenciye şöyle dedi: Allah bizden zerrelerin ağırlığını dahi kabul eder. İki hurma tanesinde ise pekçok zerre ağırlığı vardır. el-Muttalib b. Hantab'ın rivâyet ettiğine göre; bir bedevi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın bu âyeti okuduğunu dinlemiş ve: Ey Allah'ın Rasûlü demiş, zerre ağırlığı kadar mı? Peygamber: "Evet" deyince, bedevi şöyle demiş; Vay benim kusurlarım demiş ve bu sözlerini defalarca tekrarlayıp, durduktan sonra onu (âyeti) tekrarlayarak kalkmış. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Îman bu bedevi arabın kalbine girmiş bulunuyor" diye buyurmuş. Suyuti, ed-Durru'l-Mensur, VIII, 595. el-Hasen dedi ki: Ferezdak'ın amcası Sa'saa, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın huzuruna gelmiş. "Kim zerre ağırlığınca... yaparsa" âyetlerini işitince şöyle demiş: Kur'ân'dan başka hiçbir şey işitmesem gam yemem. Bu kadarı bana yeter. Çünkü bundan daha ileri hiçbir öğüt olamaz. Bunu es-Salebi zikretmiştir, el-Maverdî'nin lâfzıyla şöyledir: Rivâyet edildiğine göre Ferezdak'ın dedesi olan Sa'saa b. Nacîye, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gelerek ondan (kendisine) Kur'ân okumasını istemiş, Peygamber ona bu âyeti okumuş. Sa'saa: Bana bu kadarı yeter, bana bu kadarı yeter, demiş. Eğer ben zerre ağırlığı kadar bir kötülük işleyecek olursam, onu göreceğim. Ma'mer'in, Zeyd b. Eslem'den rivâyetine göre bir adam Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gelerek şöyle demiş: Allah'ın sana öğrettiğinden sen de bana öğret. Peygamber onu, ona bir şeyler öğretmek üzere bir kişiye havale etmiş, o kişi de ona: "Yer kendine has bir sarsıntı ile sarsıldığı zaman" (1. âyet) Sûresi "ni öğretmeye koyulmuş. Nihayet: "Kim zerre ağırlığınca bir hayır yaparsa, onu görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük yaparsa onu görecektir" buyruklarına gelince bu adam: Bu kadar bana yeter, demiş. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a haber verince Peygamber: "Onu bırakın. Çünkü gerçekten o artık fıkhetmiş oldu" diye buyurmuş. Maverdî, Nüket, VI, 321-322; el-İsâbe, 111, 347. (4) Süyûtî, ed-Durru'l-Mensûr, VIII, 597 Nakledildiğine göre bedevi bir arap; "Kim... bir hayır yapıyorsa" âyetini sonraya bırakarak okumuş ona: Sen âyetler arasında takdim ve tehir yaptın denilince, şu cevabı vermiş: "Sizler ister Herşâ'nın iç tarafından gidiniz, ister arka tarafından gidiniz; şüphesiz ki Herşâ'nın her iki tarafı da oraya giden bir yoldur." (Zilzâl Sûresi burada sona ermektedir. Allah'a hamd olsun). |
﴾ 0 ﴿