KÂRİA SÛRESİRahmân ve Rahîm Allah'ın İsmi ile Mekke'de indiği hususunda görüş birliği vardır. Onbir âyet-i kerimedir. 1Şiddetlice çalan! "Şiddetlice çalan! Nedir o şiddetlice çalan?" Kıyâmet ve kıyâmetin kopması (Saat) demektir. Genel olarak müfessirler böyle demişlerdir. Çünkü kıyâmet dehşetli ve korkulu halleriyle yaratılmışlar için bir Kariadır. Dilciler diyor ki: Araplar bir topluluğun başına korkunç bir iş gelip, çattığı zaman: " Kâria gelip onları buldu ve fâkira onların bellerini kırdı" derler, İbn Ahmer şöyle demiştir: "Ve günlerden dolayı gelen bir karia, ki olmasaydı eğer Onların yolları bir süre senden uzakta dururdu." Bir başka şair de şöyle demiştir: "Ne zaman çakmak taşınıza vurulursa, biz de size hoşunuza gitmeyecek bir şey yaparız, Ve tencere(nin altın)de bizim için ateş yakılmaz olur," Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır: "O kâfirlerin başına işledikleri yüzünden ya ansızın büyük bir musibet (karia) gelip çatacak..."(er-Rad, 13/31) Karia, zamanın zorlu ve sıkıntılı musibetlerinden herbirisîne verilen isimdir. 2Nedir o şiddetlice çalan? Âyetin tefsiri için bak:3 3O şiddetlice çalanın ne olduğunu sana ne bildirdi? Yüce Allah'ın: "Nedir o şiddetlice çalan" âyeti bir soru (istifham)dır. Yani karianın mahiyeti nasıl bir şeydir? Aynı şekilde; "O şiddetlice çalanın ne olduğunu sana ne bildirdi" âyeti da onun halinin azametini ve önemini anlatmak üzere soru mahiyetindedir. Yüce Allah'ın -daha önceden - "Gerçekleşmesi muhakkak olan (el-Hakka). Nedir o gerçekleşmesi muhakkak olan? Ve gerçekleşmesi muhakkak olanın ne olduğunu sana ne bildirdi?" (el-Hakka, 69/1-3) âyetinde geçtiği üzere. 4O gün, İnsanlar darmadağın pervaneler gibi olacak. " O gün" lâfzı zarf olarak mansubtur. İfadenin takdiri şöyledir: O şiddetlice çalan (Karia) insanların etrafa dağılmış pervaneler gibi olacağı günde gerçekleşecektir. Katade dedi ki: Pervaneler (el-ferâş) areşe ve kandillerin üzerine düşen, uçan canlı mahluklardır. Tekili "ferâşe" ...diye gelir. Ebû Ubeyde de böyle açıklamıştır. el-Ferrâ' dedi ki: Bu, sivrisinek ve buna benzer küçük uçan varlıklardır, çekirgeler de bu türdendir. Deyim olarak "O, bir feraşeden (pervaneden) bile daha akılsızdır" denilir. Şair şöyle demiştir: "Çok kıt akıllı, akılsız bir topluluktandır, O uçan bir pervaneden bile daha kıt akıllıdır." Bir başkası da şöyle demiştir: "Birtakım kimseler vardı ki, kalblerini sen geri çevirdin onlara Oysa cahillikten ötürü tıpkı pervane gibi idiler." Müslim'in Sahih'inde Cabir'den şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Benim durumum ile sizin durumunuz, bir ateş yakıp da çekirgelerin, kelebeklerin (feraş) gelip içine düştüğü, kendisi de onları düşmesin diye Önlemeye çalıştığı bir kimsenin durumuna benzer. Ben sizlerin ateşe düşmemeniz için bellerinizden yakalayıp (çekmeye ve ateşe) düşmenizi önlemeye çalışıyorum, siz ise benim elimden kurtulup kaçıyorsunuz," Müslim, IV, 1790; Müsned, III, 361, 392; Tayalisi, Müsned, I, 246. Bu hususta Ebû Hüreyre'den de gelmiş bir rivâyet de vardır. Müslim. IV. 1789; Tirmizî, V, 154; Taberânî, Evsat, 111, 318. " Darmadağın" demektir. Bir başka yerde de yüce Allah: "Darmadağın çekirgeler gibi" (el-Kamer, 54/7) diye buyurmakladır. İlk halleri pervaneler (radıyallahü anhstgele uçuşan) kelebekler gibi olacaklardır. Belli bir istikametleri yoktur, Rastgele her tarafa şaşkınca giderler. Sonra çekirgeler gibi olacaklardır. Çünkü çekirgelerin özel olarak gözettikleri bir yönleri olur. "Darmadağın" etrafa dağılmış ve yayılmış olan demektir. Bu lâfzın müzekker olarak gelmesi (pervaneler anlamındaki "el-feraş") lâfzının müzekker oluşundan ötürüdür. Yüce Allah'ın: " Kökünden kopmuş hurma kütükleri" (el-Kamer, 54/20) âyetinde olduğu gibi. Eğer yüce Allah bu lâfzı diye zikretmiş olsaydı (müennes olarak zikretmiş olduğu bu lâfız bu yönüyle) yüce Allah'ın: "İçleri boşalmış hurma kütükleri" (el-Hakka, 69/7) âyetine benzemiş olacaktı. İbn Abbâs ve el-Ferrâ' dedi ki: "Darmadağın pervaneler gibi" âyeti,biri diğerinin üstüne çıkmış çekirgelerin, karman çorman hali gibi demektir. İşte insanlar da ölümden sonra diriltilecekleri vakit, birbirlerine böylece gireceklerdir. 5Dağlar da atılmış renkli yün gibi olacak. Elle açılmış yün gibi demektir. Yani dağlar bir toz gibi olacak ve yerlerinden kaybolacaklardır. Nitekim yüce Allah bir başka yerde: "Dağılmış toz haline gelecekler" (el-Vakıa, 56/6) diye buyurmaktadır. Dilciler diyor ki: " Boyanmış yün" demektir. Buna dair açıklamalar daha önceden "isteyen biri... istedi" (el-Meâric, 70/1) Sûresi'nde (70/9. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. 6İşte kimin tartıları ağır gelirse, Mizana dair açıklamalar daha önceden el-Araf (7/8-9. âyetlerin tefsirinde), el-Kehf (18/100-110. âyetler, 2. başlıkta) ve el-Enbiyâ (22/47. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Onun kefelerinin ve dinin bulunduğu, hasenat ve seyyiatın yazılı olduğu sahifelerin o mizanda tartılacağı orada açıklanmıştır. Şöyle de denilmiştir: Bu tek bir terazidir, Cebrâîlin elinde olacaktır, Âdemoğullarının amellerini tartacaktır. Ancak ondan çoğul lâfzı ile sözedilmiştir. Bunların pek çok terazi olduğu da söylenmiştir. Şairin: "Herbir olayın kendine has bir terazisi vardır." Dediği gibi, Biz bunu daha önceden (el-Enbiyâ, 21/47. âyetin tefsirinde) zikretmiş bulunuyoruz. Yine bunu "et-Tezkire "adlı eserimizde de zikretmiştik. Bir diğer görüşe göre teraziler (mevazin) belgeler ve delillerdir. Bu açıklamayı Abdu’l-Aziz b. Yahya yapmış olup, şairin şu beyitini de şahit olarak göstermiştir. "Ben sizinle karşılaşmadan önce güçlü, kuvvetli birisi idim Bende herbir hasma karşı getireceğim mizanı (delil ve belgesi) vardı." 7Artık o hoşnut (kalacağı) bir yaşayıştadır. Âyetin tefsiri için bak:8 8Fakat kimin de tartıları hafif gelirse, "Hoşnut bir yaşayış" kendisinden hoşnut kalınan, sahibinin hoşnut olacağı yaşayış demektir. "Hoşnut bir yaşayış" tabirinin, hoşnutluğu gerçekleştiren yaşayış anlamında olduğu da söylenmiştir ki, bu da yaşayışın sahiplerine yumuşak (radıyallahü anhhat ve kolay) olması ve onlara itaat etmesi demektir. O halde fiil yaşayışın kendisine aittir. Çünkü hoşnutluğu kendisinden veren odur (yaşayıştır). Bu da yaşayışın yumuşaklığı ve itaatkarlığıdır. O halde "yaşayış" cennetteki nimetleri toplayan bir sözdür. Rıza (hoşnutluk) işini gerçekleştiren odur. "Tıpkı yükseltilmiş döşekler' tabiri gibi. Bu döşeklerin yüksekliği yüz yıllık bir süre kadardır. Allah'ın dostu bunlara yaklaştı mı onlar üzerlerinde kurutabilsin diye azalacaklardır. Sonra eski hallerine yükseleceklerdir. Ağacın dais da ağaç gibidir. Aynı şekilde onlar da böyle yüksektirler. Allah'ın dostunun canı o ağacın meyvesini çekecek olursa, ağacın dalı ona sarkar ve Allah dostu ister oturarak, ister ayakta olsun, onu eliyle alıncaya kadar alçalır. İşte yüce Allah'ın: "Devşirilecek meyveleri yakındır" (el-Hakka, 69/23) âyeti bunu anlatmaktadır. Allah dostu nerede yürüse yahut bir yerden bir yere geçse, dilediği şekilde yukarıda ya da aşağıda onunla bir ırmak akar. Yüce Allah'ın: "Ve diledikleri gibi akıttıkları bir pınardır" (el-İnsan, 76/6) âyeti bunu anlatmaktadır. Haberde rivâyet edildiğine göre; "O elindeki çubukla işaret edecek ve yatağı olmaksızın köşklerinden yahut oturduğu meclislerden dilediği yerde o ırmak akacaktır." İşte bütün bunlar, kendilerine kendi hallerinden yana hoşnutluk verip kazandırmış bir yaşayıştır. Bunlar hoşnutluğu gerçekleştireceklerdir. Bu yaşayış karşılıksız bir bağış ve bir müsamahakarlık olmak üzere (sahiblerine) boyun eğdirilmiş ve itaatkâr hale getirilmiş olacaktır. 9Artık onun anası (varacağı yer) Haviye'dîr. "Artık onun anası Haviye'dir" âyeti cehennemi kastetmektedir. Ona "ana" ismini vermesi kişinin annesine sığınması gibi ona sığınacağından dolayıdır. Bu açıklamayı İbn Zeyd yapmıştır. Ümeyye b. Ebi's-Salt'ın şu beyitinde de bu anlamdadır: "Yer bizim barındığımız yerdir, o bizim anamızdır Kabirlerimiz ondadır ve biz orada doğarız." Ateşe "Haviye" denilmesinin sebebi ise, alabildiğine derin olan dibine doğru yukarıdan aşağıya düşmesinden ötürüdür. Rivâyet edildiğine göre "Haviye" cehennem ateşinin en alt kapısının adıdır. Katade dedi ki: "Artık onun anası Hâviyedir." Yani varacağı yer cehennem ateşidir. İkrime dedi ki: Ona bu ismin veriliş sebebi (cehennemliklerin) oraya tepesi üzerine yuvarlanıp düşmesidir. el-Ahfeş dedi ki: "Onun anası" onun karar kılacağı yer, demektir. Manalar birbirine yakındır. Şair de şöyle demiştir: "Ey Amr! Eğer mızraklarımız sana ulaşacak olsaydı, Sen el-Hâviye'ye yuvarlanan kimse gibi olurdun." "Hâviye"; "Yuvarlanılan yer" demektir. "Anası onu kaybetti" denilir. Bu durumda olana da; ismi verilir. "(Yavrusunu) kaybetmiş ana" demektir. Ka'b b. Sa'd el-Ganevî dedi ki: "Anası kaybetti onu; sabah erkenden neyi gönderecektir? Ve gece geri döneceği vakit neyi edâ edecektir?" " İki dağın arasındaki (vadi)" ve buna benzer anlamlan vardır. " O kimseler uçuruma biri diğerinin ardınca düştü" anlamındadır. 10Onun ne olduğunu sana ne bildirdi? "Onun ne olduğunu sana ne bildirdi?" âyetindeki "Onun ne olduğu" lâfzının aslı; şeklindedir. Sonuna "he" sekt (susuş) için gelmiştir. Hamza, el-Kisai, Yakub ve İbn Muhaysın vasl halinde "he" getirmeksizin: "Onun ne olduğunu... ateştir" diye okumuşlar, fakat vakf yaptıklarında onunla (he-i sekt ile) vakıf yapmışlardır. Buna dair açıklamalar daha önce el-Hâkka Sûresi'nde (69/19-34. âyetlerin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. 11(O), çok sıcak bir ateştir. "(O), çok sıcak bir ateştir." Sıcaklığı çok ileri derecededir, Müslim'in Sahih'inde Ebû Hüreyre'den rivâyet edildiğine göre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Sizin şu Âdemoğlunun yaktığı ateş, cehennem sıcağının yetmişte biridir." Allah'a yemin olsun ki bu kadarı dahi yeterli idi ey Allah'ın Rasûlü, dediler. Peygamber şöyle buyurdu: "O (cehennem ateşi) buna altmışdokuz kat daha üstündür. Herbir katı(nın harareti) bunun gibidir." Buhârî, İM, 1191, IV, 21H4; Tirmizî, IV, 709; Muvatta’, II, 994; Müsrmd, II, 467, 478 Ebû Bekr (radıyallahü anh)'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Terazisi ağır gelecek olanların terazilerinin ağır basmasının sebebi, o terazilerine hakkı koymuş olmalarıdır. Kendisinde hakkın bulunduğu bir terazinin ağır gelmesi de gerçeğin bir gereğidir. Terazileri hafif gelenlerin hafif geliş sebebi ise, terazilerine batılı koymuş olmalarıdır. Kendisinde batılın konulmuş olduğu bir terazinin hafif gelmesi de gerçeğin bir gereğidir. Haberde Ebû Hüreyre'den nakledildiğine göre o, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğunu belirtmiştir: "Ölüler kendilerine gelen bir ölüye ondan önce ölmüş birisini sorarlar. O; O şahıs benden önce ölmüştü, size uğramadı mı, der. Onlar, Allah'a yemin olsun ki hayır, derler. Bu sefer: İnna lillah ve inna ileyhi râciûn. O anası Hâviye'ye götürüldü. O ne kötü bir anadır, ne kölü bir mürebbiyedir, der." Hakim, Müstedrek, 11, 581. Biz bu hadisi bütünüyle "et-Tezkire" adlı eserimizde zikretmiş bulunuyoruz. Hamd Allah'a mahsustur. (Kâriâ Sûresi burada sona ermektedir). |
﴾ 0 ﴿