TEKÂSÜR SÛRESİRahmân ve Rahîm Allah'ın İsmi ile Bütün müfessirlerrin görüşüne göre Mekke'de inmiştir. Buhârî Medine'de indiğini rivâyet etmiştir. Sekiz âyettir. 1Çoklukla övünüş sîzi o kadar oyaladı ki, Bu âyete dair açıklamalarımızı beş başlık halinde sunacağız: 1. Çoklukla Övünüşün Oyalaması Ve Nüzul Sebebi: "Çoklukla övünüş sizi o kadar oyaladı ki..." âyetindeki "sizi oyaladı" sizi uğraştırdı, meşgul etti, demeklir. Şair şöyle demiştir: "Ve ben o kadını, muakalı ve henüz süt emen (çocuğundan) oyaladım (benimle meşgul oldu da onunla ilgilenemedi.)" Yani mal çokluğu ile sayıca çoklukla övünülünüz, sizi Allah'a itaatten alıkoydu ve bu, siz ölünceye, kabirlere defnedilinceye kadar sürüp gitti. "Sîzi... oyaladı" size unutturdu; "çoklukla övünüş" mal ve evlat çokluğuyla övünmek diye de açıklanmıştır. Bu açıklamayı İbn Abbâs ve el-Hasen yapmıştır. Katade dedi ki: Kabile ve aşiretlerle öğünüş, demektir. ed-Dahhâk: Geçim ve'ticaretle uğraşmanız sizi oyalamıştır, demektir, Bir şeyi unutup, onu hatırlaınayıp, ondan yüz çevirmeyi anlatmak üzere: " Onu unutup, başka şeyle oyalandım, oyalanıyorum, oyalanmak" denilir. "Onu meşgul etti, oyaladı" anlamındadır. "Onu onunla oyaladı, (bir çeşit teselli elti)" demektir "Tekâsür: Çoklukla öğünüş" karşılıklı olarak çokluğu ileri sürüp, öğünmek demektir. Mukâtil , Katade ve başkaları şöyle demişlerdir: Yahudiler: Biz filan oğullarından daha çokuz. Filan oğulları ise filan oğullarından daha çoktur, deyip de bu durum onların sonunda sapık olarak ölümleri ile neliceleninceye kadar oyalanmaları hakkında inmiştir. İbn Zeyd dedi ki: Bu ensarın bir boyu hakkında inmiştir. İbn Abbâs, Mukâtil ve el-Kelbi dedi ki: Bu Kureyş'e bağlı iki kol olan Abd-i Menafoğulları ile Sehmoğulları hakkında inmiştir. Bunlar İslâm geldikten sonra ileri gelenler ve eşraflarının çokluğu ile karşılıklı olarak öğündüler ve bunları sayıp dökmeye koyuldular, Herbir kol bizim efendilerimiz daha çoktur, bizim güçlülerimiz daha güçlüdür, bizim sayılarımız daha büyüktür, bizim koruyucularımız daha çoktur, dedi. Ancak Abd-i Menaf oğullarının pay itibariyle daha çok oldukları ortaya çıktı. Daha sonra ölülerini ileri sürerek çokluk yarışına giriştiler. Sehmoğullarının Abd-i Menafoğulkınndan daha çok oldukları ortaya çıktı. Bunun üzerine; sizin hayatta olanlarınızla "çoklukla öğünüş"ünüz "sizi o kadar oyaladı ki sonunda" onlarla yetinmeyerek ölmüşlerle öğünüp "kabirleri ziyaret ettiniz" buyrukları indi. Said'in rivâyetine göre, Katade şöyle demiştir: Biz filan oğullarından daha çoğuz, biz filan oğullarından sayıca daha fazlayız diyorlardı. Fakat her gün onların sonuncusuna varıncaya kadar biri ardına düşüp gidiyorlardı. Allah'a yemin olsun ki hepsi kabirlerde ölü olarak gömülünceye kadar bu halleri devam edip gitti. Amr b. Dinar'dan rivâyete göre, o: Bu sûre tüccarlar hakkında inmiştir, diye yemin etmiştir. Şeyban'dan, onun da Kacacle'den rivâyetine göre Katade: Bu sûre kitab ehli hakkında inmiştir, demiştir. Derim ki: Âyet-i kerîme sözü edilen bütün bu hususları ve bankalarını da kapsayacak genelliktedir. Müslim'in Sahih'inde Mutarrifden gelen rivâyete göre, o babasından şöyle dediğini nakletmiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a: "Çoklukla öğünüş sizi o kadar oyaladı ki..." âyetini okurken vardım, şöyle buyurdu: "Âdemoğlu malım malım der. Ey Âdemoğlu senin malından yiyip de tükettiğin, giyinip de çürüttüğün yahut tasadduk edip de önünden gönderdiğin şeyden başka sana ait bir şey var mıdır? Müslim, IV. Tirmizi, IV, 572, V, Müsned, IV. Bunun dışında ne varsa hepsi gidicidir ve onu diğer insanlara terkedeceksin Buhârî’nin, İbn Şihab'dan rivâyetine göre o söyle demiştir: Bana Enes b. Malik'in haber verdiğine göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Eğer Âdemoğlunun bir vadi dolusu altını bulunsa iki tane vadisi olsun isler. Onun ağzını ancak toprak doldurur ve Allah tevbe edenin tevbesini kabul eder." Buhârî, V, 2365; Müsned, V, 218 -Ebû Vakid el-Leysiden-; Heysemi, Mecma’ VIII. Sabit, Enes'den, o Ubeyy'den şöyle dediğini nakletmiştir: Biz bunu "Çoklukla öğünüş sizi o kadar oyaladı ki" âyeti nazil oluncaya kadar Kur'ân'dan biliyorduk. İbnu'l-Arabi dedi ki: Bu sahih ve güzel bir nasstır. Tefsir ehlinin dikkatini çekmemiştir. Bundan dolayı bunu bilmedikleri gibi başkalarını da bilgisizliğe sürüklemişlerdir, bilme imkanı verdiğinden ötürü Allah'a hamdolsun. İbn Abbâs dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Çoklukla övünüş sîzi o kadar oyaladı ki..." âyetlerini okudu ve şöyle dedi: "Malları çoğaltmak, onu hak olmayan yerden toplamak, hak olan yere vermemek ve kaplarda onu bağlamak (biriktirmek)dir," 2Sonunda kabirleri ziyaret ettiniz. 2- Ölene Kadar Lüzumsuz Şeylerle Oyalananlar: "Sonunda kabirleri ziyaret ettiniz." Sonunda ölüm size geldi ve; siz kabirlerin ziyaretçileri oldunuz. O kabirlerden artık ziyaretçinin kendi konağı olan cennet yahut cehennem ateşindeki yerine dönüsü gibi dönüyorsunuz. Ölen kimse hakkında: "Kabrini ziyaret etti" denilir. Şöyle de açıklanmıştır: -Önceden de geçtiği üzere- sizler ölüleri dahi sayıncaya kadar çoklukla övünüp durdunuz. Bunun bir tehdit olduğu da söylenmiştir. Yani sizler (ölüp) kabirleri ziyaret ederek size gelecek olan Allah'ın azabım görünceye kadar, dünyadaki övünç kaynaklarıyla uğraşıp durdunuz, "Kabirler (anlamındaki: mekabir)" lâfzı: ile 'nin çoğuludur. "Kabirler" şekli ise; "Kabr"in çoğuludur. Şair şöyle demiştir: "Ben saray sahiplerinin öldükleri vakit Kabirler üzerinde kayalar inşa ettiklerini görüyorum. Onlar öğünmekten ve gösterişten başkasına kabul etmediler Fakirlere karşı; hatta kabirlerde bile." Şiirde "makber: kabir" kelimesi de kullanılmıştır. Şair şöyle demiştir: "Bütün insanların avlularında bir makberleri vardır, Onlar eksilirken kabirler artmaktadır." "el-Makburî" ile "el-Makberî" Ebû Said'in nisbetidir. O makberlerde kalırdı. " Ölüyü kabre koydum koyarım, onu defnettim, ederim" demektir. " Kabre konulmasını emrettim" demektir. Buna dair açıklamalar daha önce Abese Sûresi'nde (80/21. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Allah'a hamdolsısn. 4- Kabir Ziyareti ve Faydaları: Yüce Rabbimizden indirilen Kitapta kabirlerden sadece bu sûrede sözedilmektedir. Kabirleri ziyaret, katı kalbin en büyük ilaçlarındandır. Çünkü kabirler olümü ve âhireti hatırlatır. Bu ise insanın emelini kısa tutmasına, dünyaya karşı zahid olmasına (dünyaya rağbetinin azalmasına), dünyaya rağbeti terketmesine sebeptir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Ben size daha önceden kabirleri ziyareti yasaklamıştım. Artık onları ziyaret edebilirsiniz. Çünkü onlar dünyaya karşı zahid olmayı sağlar, âhireti hatırlatır." İbn Mâce, I, 501 Bu hadisi İbn Mes’ûd rivâyet etmiş olup, İbn Mace, Sünen'inde zikretmiş bulunmaktadır. Müslim'in Sahih'inde Ebû Hüreyre'den: "Çünkü o kabirler(i ziyaret) ölümü hatırlatır" şeklindedir. Müslim, II, 671; Müsned, II, 441 Tirmizi'de, Bureyde'den gelen rivâyet: "Çünkü o kabirler(i ziyaret) âhireti hatırlatır" şeklindedir. Tirmizi dedi ki: Bu hasen, sahih bir hadistir. Tirmizi, III, 370; Nesâî, Vli, 234, VIII, 310; Müsned, V, 355. Yine Tirmizi'de Ebû Hüreyre'den gelen rivâyete göre, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), kabirleri çokça ziyaret eden kadınlara lanet okumuştur. (Tirmizi) dedi ki: Bu hususta İbn Abbâs ve Hassan b. Sabit'ten de gelmiş, rivâyetler vardır. Ebû Îsa (et-Tirmizi) dedi ki: Bu hasen, sahih bir hadistir. Tirmizi, 111, 371; İbn Mace, I, 502; Müsned, II, 337. 356. Bazı İlim ehlinin görüsüne göre bu (kadınlara kabir ziyaretinin yasağı) Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kabir ziyaretine müsaade etmeden önce idi. Kabir ziyaretine müsaade edince, onun bu müsaadesine erkekler de, kadınlar da girdi. Kimileri de şöyle demiştir: Kadınların kabir ziyaretinin mekruh görülmesi, sabırlarının azlığı ve tahammülsüzlüklerinden ötürüdür. Tirmizi,III,371. Derim ki: Erkeklerin kabir ziyareti (yapabileceği) ilim adamları tarafından ittifakla kabul edilmiş, fakat kadınlar hakkında görüş ayrılığı vardır. Genç kadınların (bu maksatla) dışarı çıkmaları haramdır. Ancak yaşlanmış hanımların kabir ziyaretine gitmeleri mubahtır, bununla birlikte hep birlikte ziyaret etmeleri caizdir. Bu hüküm kabir ziyaretine çıkışları esnasında erkeklerin onlarla birlikte gitmemeleri halindedir. Bu hususta yüce Allah'ın izniyle görüş ayrılığı yoktur. Bu duruma göre Peygamber efendimizin "kabirleri ziyaret ediniz" âyeti umumi olur. Ancak erkek ve kadınların biraraya gelmelerinden ötürü fitneden korkulacak bir zaman ya da bir mekan sözkonusu olursa, o vakit bu ziyaret helal da olmaz, câiz de olmaz. Çünkü böyle bir durumda erkek ibret almak için kabir ziyaretine çıkmışken gözü bir kadına isabet eder, fitneye düşer. Aksi de sözkonusu olabilir. Bu sefer erkek ve kadının herbiri ecir kazanmaksızın vebal almış olarak geri döner. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 5- Ölümü, Ölüm Hallerini Hatırlamak ve Kabir Ziyareti: İlim adamları dedi ki; Kalbini tedavi etmek ve Rabbine itaate zorlayan zincirlere bağlı kalmak isteyen kimsenin, lezzetleri ortadan bölen, cemaatleri dağıtan, erkek ve kızları yetim bırakan, olumu çokça hatırlaması, ölüm döşeğinde olanları görmeye, müslüman ölülerin kabirlerini ziyaret etmeye çokça dikkat etmesi ve yapması gerekir. Kalbi kalıtaşıp, günahlardan yakasını kurtaramayan kimsenin hastalığını bunlarla tedavi etmeye çalışması, şeytanın fitnelerine ve onun yardımcılarına karşı bunları imdada çağırması gerekir. Eğer ölümü çokça hatırlamanın faydasını görür ve bununla kalbinin kanlığı giderse mesele yok. Şayet kalbinin kararması aleyhine olarak genişlemiş, günaha iten hususlar kalbinde sağlam yer etmiş ise, o takdirde ölüm döşeğinde olanları görmek ve müslümanların kabirlerini ziyarel etmek, birincisinin yapamadığı derecede bu halleri kendisinden uzaklaştırmaya yardımcı olur. Çünkü ölümü hatırlamak kalbe sonunda nereye varılacağını haber verir ve onu korkutup, sakındırma konumunda olur. Ölüm döşeğinde bulunanları görüp, müslümanların kabillerini ziyaret etmek ise, doğrudan doğruyu gözle görmek ve müşahede etmektir. Bundan dokıyı bunlar birincisinden daha etkileyicidir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de: "Haber vermek gözle görmek gibi değildir" Müstedrek, II. 351: Müsned, 1. 215. diye buyurmuştur. Bunu İbn Abbâs rivâyet etmiştir. Ölüm döşeğinde bulunanların hallerinden ibret almak, her zaman mümkün olmayabilir. Herhangi bir vakit kalbini tedavi etmek isteyen böyle bir olaya denk gelmeyebilir, ama kabirleri ziyaret etmek daha kolay gerçekleştirilebilir. Bu ziyaretle yararlanmak daha layık ve daha uygundur. O halde kabir ziyaret etmeyi kararlaştıran bir kimsenin bu husustaki edeblere riayet etmesi, bunun için kalbini onlara gitmeye hazırlaması ve kabir ziyaretinden elde edeceği payın sadece mezarları dolaşıp gelmekten ibaret kalmaması gerekir. Çünkü böyle bir hal, onun ile herhangi bir hayvan -arasında da ortak bir payda olarak görülebilir. Bundan Allah'a sığınırız. Aksine böyle birisi yapacağı bu ziyaret ile yüce Allah'ın rızasını, kalbinin bozukluğunu ıslah etmeyi yahutta ölünün yanında okuyacağı Kur'ân ve yapacağı dualarla ölüyü faydalandı rinayı niyet etmeli, kabirler üzerinde yürümekten, onlar üzerinde oturmaktan uzak durmalıdır. Kabristana girdiği vakit selam vermelidir. Tanıdığı ölünün kabrine ulaşınca yine selam vermeli ve ona yüzünün karşı cephesinden varmalıdır. Çünkü kabirde ölüyü ziyaret, tıpkı hayattayken ona hitab etmek gibidir. Eğer hayattayken onunla konuşsaydı edeb onun yüzünün karcısında olmasını gerektirirdi. İşte burada da böyle olmalıdır. Daha sonra toprağın altına giren, ailesinden ve sevdiklerinden ayrılıp kopan bu kimselerin hallerinden ibret almalıdır. Bun kır daha önce ordulara, askerlere kumandanlık ederler, arkadaşlarıyla, aşiretleriyle yarışırlar, mal mülk toplayıp dururlarken ummadıkları bir zamanda ölüm gelip onları bulmuş, ummadıkları bir dehşetle karsı karşıya kalmışlardır. Kabir ziyaretini yapan kimsenin kendisinden önce geçip gitmiş, kendi dengi olup emellerine ulaşmış, mallar yığıp biriktirmiş fakat geçip gitmiş bu kimselerin bir yerde emellerinin nasıl kesildiğini, mallarının kendilerine nasıl fayda sağlamadığını, toprağın yüzlerinin güzelliklerini alıp götürdüğünü, kabirlerde cesetlerinin darmadağın olduğunu, arkalarından hanımlarının dul kaldığını, yetimliğin zilletinin çocuklarını bürüdüğünü, başkalarının onların geriye bıraktıkları mal ve mülklerini paylaştırdıklarını düşünmelidir. Maksatlarını gerçekleştirmek için nasıl gidip geldiklerini, isteklerini elde etmek için ne derece tutkun olduklarını, sebeplerin istediklerine uygun şekilde gerçekleşmesine nasıl aldanıp, sağlık ve gençliklerine kandıklarını da hatırlamalıdır. Bilsin ki; onun oyun ve eğlencelere meyli tıpkı onlarınki gibidir. Önündeki dehşetli ölümden, çabucak gelecek olan helâk oluştan yana gafleti, onların da (bir zaman karşı karşıya bulundukları) gafletleri gibidir. Kendisi de hiç şüphesiz onların akıbeti ile karşılaşacaktır. Kendisinin gözettiği hedefleri gerçekleştirmek için gidip gelen kimseleri ve sonunda bunların ayaklarının nasıl kendilerini taşıyamaz olduğunu hatırından uzak tutmamalıdır. Önceleri kendisine verilen imkanlara bakmaktan zevk alırken, şimdi gözlerinin akıp gittiğini, beliğ konuşmasıyla etrafını etkilerken kurtçukların, dilini yediklerini, talihinin yaver gitmesinden ötürü gülüyorken şimdi toprağın, dişlerini çürüttüğünü hatırından uzak tutmasın ve kesinlikle bilsin ki, bir zamanlar bu arkadaşının durumu kendisinin şimdiki hali gibi idi. Kendisinin de varacağı akıbet, işte bunun akıbeti gibi olacaktır. İşte bu şekilde öğüt ve ibret alırsa, o vakit bütün dünyevî ağyar ondan uzaklaşır, uhrevi amellere yünelir, dünyasına karşı zuhid olur, mevlâsına itaate yönelir, kalbi yumuşar, azaları huşu' bulur. 3Sakının! Yakında bileceksiniz. “Sakının!" lâfzı hakkında el-Ferrâ'' dedi ki: Yani durum sizin övünmek, çoklukla karşılıklı böbürlenmek şeklindeki bu halleriniz gibi değildir. Buna göre ifade "sakının! Yakında bileceksiniz" âyetinde tamam olmaktadır ki, yakında bu halinizin akıbetini bileceksiniz, demektir. 4Evet, sakının! İleride bileceksiniz. "Evet, sakının! İleride bileceksiniz" âyeti da tehditten sonra bir diğer tehdittir. Bu açıklamayı Mücahid yapmıştır. Tekid ve durumun daha vahim olduğunu anlatmak maksadıyla tekrar edilmiş olma ihtimali de vardır. Bu da el-Fena'nın görüşüdür. İbn Abbâs dedi ki: "Sakının! Yakında" Kabirde size ne gibi bir azâb geleceğini "bileceksiniz. Evet, sakının! İleride" âhiretle azâb başınıza geleceği vakit "bileceksiniz". Buna göre birincisi kabir hakkında, ikincisi âhiret hakkındadır. Dolayısıyla tekrar her iki hal için sözkonusudur. "Sakının, yakında bileceksiniz." Yani azâbı göreceğiniz vakit, benim sizi kendisine davet ettiğim şeyin hak olduğunu bileceksiniz. "Evet, sakının! İleride" ölümden sonra diriliş esnasında, size vaadettiğimin doğru olduğunu "bileceksiniz"; diye de açıklanmıştır. Zirr b. Hubeyş, Ali (radıyallahü anh)'dan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Bizler bu sûre nazil oluncaya kadar kabir azâbı hakkında şüphe ediyorduk. Bununla yüce Allah'ın: "Sakının, yakında" kabirlerde "bileceksiniz" âyetine işaret etmektedir. Bir diğer açıklamaya göre: "Sakının! Yakında" ölüm gelip sizi bulduğunda ve elçiler canlarınızı almak üzere geldiğinde "bileceksiniz. Evet, sakının! İleride" kabirlerinize girip, Münker ve Nekir gelip, kabir sorusu dehşeti sizi çepeçevre kuşatıp ve cevab vermek imkanını bulamadığınız vakit "bileceksiniz." Derim ki: Buna göre sûre, kabir azabının varlığını da ihtiva etmektedir. Bizler "et-Tezkire" adlı eserimizde kabir azabına îman etmenin vacib olduğunu, onu tasdikin gerekli olduğunu zikretmiş bulunuyoruz. Bu da doğru sözlünün haber verdiğine uygun olandır. Yüce Allah, mükellef olan kulunu tekrar ona hayatı geri çevirmek suretiyle kabrinde diriltecek ve ona hayatta iken sahih olduğu nitelikteki bir aklı verecektir. Böylece kendisine sorulacak soruyu anlayacak ve ne cevab vereceğini bilecek, Rabbinden geleni kavrayacak, kabrinde kendisine hazırlanmış olan lütuf ya da aşağılatıcı halleri anlayabilecektir. Ehl-i sünnet'in kabul ettiği görüş ile, bu din mensublarının büyük cemaatinin benimsediği kanaat budur. Biz bütün bu hususları yeterli açıklamalarıyla orada zikretmiş bulunuyoruz. Allah'a hamdolsun. "Sakının! Yakında" ölümden sonra diriltileceğiniz vakit diriltilmiş olacağınızı "bileceksiniz. Evet, sakının! Yakında" kıyâmet gününde azaba uğratılacağınızı "bileceksiniz" diye de açıklanmıştır. Bu açıklamaya göre, sûre ölümden sonra diriliş, haşr, soru, amellerin arzedilmesi ve buna benzer kıyâmetin dehşetli ve korkutucu hallerini de ihtiva etmektedir. Tıpkı "et-Tezkire bi Ahvali'l-Mevta ve Umuri't-Ahira" adlı eserimizde zikrettiğimiz gibi. ed-Dahhâk dedi ki: "Sakının! Yakında bileceksiniz" âyeti ile kâfirleri kastetmektedir. "Evet, sakının! İlerde bileceksiniz" âyeti da mü’minler hakkındadır. O (ed-Dahhâk) sûreyi böyle okuyordu. Bu âyetlerin ilkini "te" ile (Ey kâfirler! Siz bileceksiniz anlamında), ikincisini ise "e" ile (o mü’minler bilecekler, anlamında) okuyordu. 5Sakının! Gerçekten kesin bir bilgi ile bilseydiniz. "Sakının! Gerçekten kesin bir bilgi ile bilseydiniz" âyetinde "sakının" (anlamındaki) lâfzı yine tekrarlamıştır ki; bu da bir azar ve bir uyarıdır. Çünkü bunların herbirisinden sonra bir başka şeyi zikretmiş olmaktadır. Şöyle buyurmuş gibidir: Yapmayınız, çünkü siz pişman olacaksınız. (Evet) yapmayınız! Çünkü sizler (böylelikle) cezalandırılmanızı gerektiren işler yapıyorsunuz. İlmin, "yakîn (kesin bilgi)"ye izafe edilmesi yüce Allah'ın: "Şüphesiz ki bu kesin bilgi veren hakkın ta kendisidir" (el-Vâkıa, 56/95) âyetine benzemektedir. Burada sözü geçen "yakîn (kesin bilgi)"nin ölüm olduğu da söylenmiştir ki, bu görüş Katade'ye aittir. Yine ondan, bunun ölümden sonra diriliş (Ba's) olduğunu söylediği de nakledilmiştir. Çünkü ölümden sonra diriliş geldi mi artık şüpheler ortadan kalkacaktır. Keşke sizler ölümden sonra dirilişin bilgisini bilseydiniz, demektir. "se"nin cevabı hazfedilin iştir. Yani Sûra üfürüleceği vakit, cesetleriniz üzerinden kabirlerin varılacağa vakit, ölümden sonra dirilişe dair bileceğiniz ve haşrinizin nasıl olacağını öğreneceğiniz vakit elde edeceğiniz bilgileri bugün bilmiş olsaydınız, hiç şüphesiz bu bilgileriniz sizleri dünyada çoklukla övünüşten alıkoyacaktı, Şöyle de açıklanmıştır: "Sakının! Gerçekten kesin bir bilgi ile bilseydiniz." Yani amel defterlerinin (sahiblerini bulmak üzere) uçuşup da kiminin mutlu, kiminin bedbaht olacağını kesin olarak bilmiş olsaydınız... Şöyle de açıklanmıştır: Bu üç yerde de: "Sakının!" anlamındaki lâfız; "Dikkat edin, haberiniz olsun" anlamındadır. Bu açıklamayı İbn Ebi Halim yapmıştır. el-Ferrâ'' dedi ki: Bu: " Gerçekten" anlamındadır. Buna dair yeterli açıklamalar daha önceden (Meryem, 19/79. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmakladır. 6Yemin olsun siz Cahimi göreceksinizdir. "Yemin olsun! Siz Cahimi göreceksinizdir" âyeti bir başka tehdittir. Âyette yeminin hazfedilmiş olduğu kabul edilir. Yani: "Yemin olsun ki âhirette Cahîmi göreceksinizdir." Ilitab cehenneme girmeleri vacib olmuş kâfirleredir. Umumî olduğu da söylenmiştir. Yüce Allah'ın: "Şüphe yok ki aranızda oraya uğramayacak hiç kimse yoktur." (Meryem, 19/71) âyeti gibi. Orası kâfirler için kalınacak bir yurt, mü’minler için de bir geçit olarak hazırlanmıştır. Sahih'te de şöyle buyurulmuştur: "Onların ilkleri şimşek gibi geçecektir, sonrakiler rüzgar gibi, sonrakiler kuş gibi..." Müslim, 1, JH7: ayrıca bk. Hfıkıın. Müstedrek, II, 407, IV. Î42, 631, 641 Yine bu husus Meryem Sûresi'nde (19/71. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. el-Kisai ve İbn Amr; "Yemin olsun... göreceksinizdir" anlamındaki âyeti "te': harfini ötreli olarak; "(..........): Yemin olsun size gösterilecektir" diye okumuşlardır ki, sizler oraya haşredilecek ve size gösterilecektir, demektir. "Te" harfi üstün olarak cemaatin kıraati olup, yemin olsun uzaktan gözlerinizle cehennemi göreceksiniz, demektir, 7Yine yemin olsun onu ayne'l-yakîn göreceksinizdir. "Yine yemin olsun onu ayne'l-yakîn" yani müşahede ederek "göreceksinizdir." Bu âyetin (kâfirlerin) cehennemde sürekli kalacaklarını haber verdiği söylenmiştir. Yani onların bu görüşleri kesintisiz ve sürekli bir görüştür. Bu açıklamaya göre hitab kâfirleredir. Bir diğer açıklamaya göre âyetin anlamı şudur: "Gerçekten kesin bir bilgi ile bilseydiniz." Yani sizler bugün dünyada iken size ileride göreceğinizi anlattığım hususları kesin olarak bilseydiniz "yemin olsun siz Cahîmi" kalb gözlerinizle "göreceksinizdir." Çünkü yakîn ilim, insanın cehennemi "kalb gözüyle görmesini sağlar. Bu da kıyâmet hallerini, ve onun mesafelerinin katedilmesinin, kişinin gözleri önünde canlanmasıyla olur. "Yine yemin olsun onu ayne'l yakîn göreceksinizdir." Yani baş gözüyle görmek sırasında cehennem kesin olarak görülecektir, insanın gözü önünden kaybolmayacaktır. "Sonra yemin olsun, o günde nimetlerden elbette sorulacaksınızdır." Bu da sorgulanmak ve amellerin arzedilmesi için Mevkıfte bulunulacağı zaman olacaktır. 8Sonra yemin olsun o günde nimetlerden elbette sorulacaksınızdır. "Sonra yemin olsun o günde nimetlerden elbette sorulacaksınızdır." Müslim'in Sahih'inde rivâyet ettiğine göre Ebû Hüreyre şöyle demiştir: Rasûlullah bir gün ya da bir gece dışarı çıktı. Ebû Bekir ve Ömer'le karşılaştı. Onlara: "Şu vakit evden çıkmanıza sebeb nedir!" diye sordu. Açlık ey Allah'ın Rasûlü, dediler. Peygamber: "Nefsim elinde olana yemin ederim ki, gerçekten beni de dışarı çıkartan sebeb, sizi çıkartan sebebin aynısıdır. Haydi kalkın." İkisi de onunla birlikte kalktı, ensardan bir adama gitti(ler). Adam evinde değildi. Hanımı Peygamberi görünce, hoş safa geldiniz dedi. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: "Filan nerede?" diye sordu. Hanımı: Bize bir miktar tatlı su getirmeye gitti. Derken ensardan olan o şahıs da geldi. Rasûlullaha ve arkadaşlarına baktı. Sonra da: Allah'a hamdolsun dedi. Bugün hiç kimsenin benim kadar değerli misafiri yoktur. Ensardan olan o zat gidip taze, kuru ve yaş hurması bulunan büyükçe bir salkım getirdi, bundan yiyin dedi. Bıçağı aldı, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: "Sakın süt emziren bir davarı kesmeyesin" dedi. Onlara bir koyun kesti, koyundan ve o hurma salkımından yediler, içtiler. Doyup, içeceğe de kanınca Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekir ve Ömer'e dedi ki: "Nefsim elinde olana yemin ederim ki, kıyâmet gününde bugünün nimetleri hakkında size soru sorulacaktır. Açlık sebebiyle evlerinizden dışarıya çıktınız, sonra da bu nimetleri elde edip geri döndünüz. " Müslim, III, 1609. Bu hadisi, Tirmizi de rivâyet etmiştir. Onun rivâyetinde şöyle denilmektedir: "İşte bu nefsim elinde olana yemin olsun ki; kıyâmet gününde kendisinden sorgulanacağınız nimetlerdendir. Serin bir gölge, hoş taze hurma ve soğuk bir su." (Tirmizi) ensardan olan o şahsın künyesini de vermiş, adının Ebû'l-Heysem b. et-Teyyihan olduğunu söylemiş ve ondan sonra başından geçen bu olayı zikretmiştir. Tirmizi, IV, 583; Hâkim, Müstedrek, IV, 145. Derim ki: Ensardan olan bu şahsın ismi Malik b. et-Teyyihan'dır. Künyesi de Ebû'l-Heysem'dir. Bu olay ile ilgili olarak Abdullah b. Revâha, Ebû'l-Heysem b. et-Teyyihan'ı överek şöyle demiştir: "Hiçbir ümmet için İslâm gibi bir izzet kaynağı görmedim. Ve o misafirperverin misafirleri gibi bir topluluğu da. Bir peygamber, bir Sıddık ve bir ümmetin Faruk'u Ki bunlar hem dal, hem budak olarak Havvaoğullarının hayırlılarıdır. Belli bir vakit ve takdir olunmuş bir kaza gereği biraraya geldiler. Esasen Allah'ın kazası takdir olunmuş bir kaderdir. Şerefli bir adam ki cömertliğiyle yarışır, Kuşluk vakti güneşleriyle, cömertlik, şeref ve öğüncüyle Herbir baskında Allah'ın yarattıklarının şanlı suvarisidir o. Herkes sağlam çivilerle dokunmuş demir (zırh)ı giydiği vakit. Hoş ve güzel karşıladı, sevinçle selamladı, sonra cömertçe ağırladı onları. Onlara ziyafet olarak (etleri) paramparça edilmiş, semiz bir koyunu ikram eyledi." Hafız Ebû Nuaym, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın azadlısı Ebû Asib'den şöyle dediğini zikretmektedir: Bir gece Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanımıza çıkageldi. Ben de onun yanına gittim. Sonra Ebû Bekir'in yanına vardı, onu çağırdı, o da yanına çıkıp geldi. Daha sonra Ömer'e uğradı, onu da çağırdı, o da yanına geldi. Yola koyuldu, nihayet ensardan birisine ait bir bahçeden içeri girip, bahçenin sahibine: "Bize taze hurma getir de yiyelim." dedi. Ensardan olan o zat bir salkım hurma getirdi, yere koydu, onlar da ondan yediler. Daha sonra su istedi, suyu içti. Sonra da: "Yemin olsun ki kıyâmet gününde bunlardan size sorulacaktır" diye buyurdu. (Ebû Asib) dedi ki: Ömer salkımı aldı ve hurması Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yüzüne doğru dağılıncaya kadar yere vurdu. Ey Allah'ın Rasûlü dedi, biz kıyâmet gününde bundan da mı sorumlu tutulacağız? Peygamber şöyle buyurdu: "Evet, ancak üç şey müstesna (onlardan sorumlu tutulmak sözkonusu olmayacaktır.): Kendisiyle açlığını gidereceği bir parça ekmek yahut kendisiyle avretini örteceği bir elbise yahut sıcak ve soğuktan korunmak için içinde barınacağı bir delik." Ebû Nuaym, Hilye, II, 27-28; ayrıca bk. İbn Adiy, el-Kâmil, II, 440-441. Te'vil âlimleri kendisinden sorumluluğun sözkonusu olduğu nimetlerin mahiyeti hususunda on görüş belirtmişlerdir: 1- Güvenlik ve sağlıktır. Bu İbn Mes’ûd'un görüşüdür. 2- Sağlık ve boş vakittir. Bu da Said b. Cübeyr'in görüşüdür. Buhârî’de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan şöyle dediği zikredilmektedir: "İki nimet vardır ki insanların birçoğu o ikisi hakkında aldanış içerisindedirler: Sağlık ve boş vakit." Buhârî, V, 2357; Tirmizi, IV, 550; İbn Mace, II, 1396; Müsned, I, 344. 3- Görmek ve işitmek organları ile idrak edebilmektir. Bu görüş İbn Abbâs'ın görüşüdür. Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulmuştur: "Çünkü kulak, göz ve kalbin herbiri ondan sorumludur." (el-İsra, 17/36) Sahih'de Ebû Hüreyre ve Ebû Said'den şöyle dedikleri zikredilmektedir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Kıyâmet gününde kul getirilir, ona şöyle der: Ben sana işitecek kulak, görecek göz, mal ve evlat... vermedim mi?" Bu hadisi Tirmizi rivâyet etmiş olup, hakkında hadis hasen, sahihtir demiştir. Tirmizi, IV, 619. 4- Yenilen ve içilen şeylerin lezzetleridir. Bu da Cabir b. Abdullah el-Ensari'nin görüşüdür. Ebû Hüreyre'nin rivâyet ettiği hadis de buna delil teşkil eder. 5- Öğlen ve akşam yemekleridir. Bu da el-Hasen'in görüşüdür. 6- Bu Mekhul eş-Şami'nin görüşüdür: Bundan kasıt, midelerin doyması, soğuk içecekler, meskenlerin gölgesi, mutedil yaratılış ve uyku lezzetidir. Bunu ayrıca Zeyd b. Eslem babasından rivâyet etmiş ve şöyle dediğini nakletmiştir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Sonra yemin olsun o günde nimetlerden elbette sorulacaksınızdır" âyetini okudu. Yani midelerin doymasından (sorulacaksınız) ... diye buyurdu..." deyip hadisin geri kalan bölümlerini zikretti. İbn Kesîr, Tefsir, IV, 548; Süyutî, ed-Durru'l-Mensûr, VIII, 611. Bu hadisi el-Maverdi zikrettikten sonra şunları söylemiştir: Böyle bir sorgulama kâfiri de, mü’mini de kapsamına alır. Şu kadar var ki, mü’minin sorgulanması ona hem dünya, hem âhiret nimetlerinin verileceği müjdesini ihtiva eder. Kâfirin sorgulanması ise dünyadaki nimetlere küfür ve masiyet ile karşılık verdiği için bir azar mahiyetinde olacaktır. Maverdi, Nüket, VI. 332. 7- Bir kesimin görüşüne göre, bütün nimetleri kapsayan bu sorgulama, sadece kâfirler içindir. Çünkü rivâyet olunduğuna göre bu âyet-i kerîme nazil olunca Ebû Bekir şöyle demiş: Ey Allah'ın Rasûlü! Ebû’l-Heysem b. et-Teyyihan’ın evinden arpa ekmeği, el ve henüz yeni olgunlaşmaya başlamış taze hurma ve tatlı sudan ibaret seninle birlikte bir yemek yemiştik. Sence yemiş olduğumuz o yemek kendisinden sorguya çekileceğimiz nimetlerden midir? Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "O sorgulama kâfirler içindir." Daha sonra: "Zaten Biz, nankörlük edenlerden başkasını cezalandırır mıyız ki?" (Sebe, 34/17) âyetini okudu. Bunu el-Kuşeyri Ebû Nasr zikretmiştir. el-Hasen de: Nimetlerden sorumlu tutulacaklar, yalnızca cehennem ehlidir. el-Kuşeyri dedi ki: Bu hususta varid olmuş haberler bir arada şöylece açıklanabilir: Herkes sorumlu tutulacak, fakat kâfirlerin sorgulanmaları azar mahiyetinde olacaktır. Çünkü kâfirler şükrü terketmişlerdir. Mü’minlerin sorgulanması ise onların şereflerini yükseltmek mahiyetinde olacaktır. Çünkü mü’minler vaktiyle şükretmişlerdi. Kendilerinden sorumlu tutulacak nimetler ise her nimeti kapsar. Derim ki: Bu görüş güzel bir görüştür. Çünkü (âyetin) lâfzı gencidir, el-Firyabı şunu zikretmektedir: Bize Vcrkâ, İbn Ebi Necih'den yüce Allah'ın: "Sonra yemin olsun o günde nimetlerden elbette sorulacaksınızdır." âyeti hakkında dedi ki: Dünyada zevk veren herşeyden... Ebû'l-Ahvas, Abdullah (b. Mesud)'dan, o Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: "Şüphesiz yüce Allah kıyâmet gününde kulu üzerindeki nimetlerini tek tek sayacak, sonunda ona karşı şunu dahi sayacak: Benden seni filan kadın ile evlendirmemi istedin -ve bu arada o kadının ismini verecek- ben de seni onunla evlendirdim." Aynı anlamı da ihtiva eden uzunca ve Ebû Hüreyre'den gelen bîr hadis için bk. İbn Hibban, Sahih, X, 499, XVI, 3<V7. 478. Tirmizi'de, Ebû Hüreyre'den şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Şu: "Sonra yemin olsun o günde nimetlerden elbette sorulacaksınızdır." âyeti nazil olunca insanlar: Ey Allah'ın Rasülü! Bize hangi nimetlerden sorulacak, dediler. Çünkü nihayet bizim sahib olduğumuz iki kara şeydir. (Hurma ve suyu kastediyorlar.) Düşman da yanıbaşımızda, kılıçlarımız omuzlarımızda (bekliyoruz). Peygamber: "Şüphesiz ki bu olacaktır" diye buyurdu. Tirmizi, V, 44H; Müsned, V, 42y. Yine ondan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Kıyâmet gününde kula ilk sorulacak şey: Biz sana sağlıklı bir beden vermedik mi? Biz sana doyasıya soğuk su içirmedik mi? sorusu olacaktır. Tirmizi, V, 448; Hâkim, Müstedrek, EV, 153. Dedi ki: İbn Ömer'in hadisi de şöyledir: Ben Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinledim: "Kıyâmet günü olunca yüce Allah kullarından birisini çağıracak, onu önünde durduracak ve ona malı hakkında nasıl soru sorduysa, makam ve mevkileri hakkında da soracaktır." Taberâni, Evsat, I, 142. Makam ve mevki (cah) hiç şüphesiz dünya nimetlerindendir. Malik -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- dedi ki: Bundan kasıt beden sağlığı ile gönül hoşluğudur. İşte bu yedinci bir görüştür. 8- Bunun güvenlik ve afiyet ile birlikte uyku olduğu da söylenmiştir. 9- Süfyan b. Uyeyne dedi ki: Açlıktan kurtaran ve avreti örten, kaba yiyecek ve içeceklerden ötürü kıyâmet gününde kişi sorumlu tutulmayacaktır. Kişi ancak (daha ileri) nimetlerden sorumlu tutulacaktır. (Süfyan) dedi ki: Buna delil de yüce Allah'ın Âdem'i cennette yerleştirdikten sonra ona: "Çünkü orada sen aç da kalmazsın, çıplak da ve sen onda susuz da kalmazsın, güneş sıcağını da çekmezsin" (Ta-Ha, 20/118-119) diye buyurmuştur. Buna göre bu dört şey -yani açlığı gideren, susuzluğu gideren ve sıcağa karşı içinde barınılan ve kendisiyle avretini örtebildiği şey- Âdem (aleyhisselâm)'a mutlak olarak verilmişti. Bunlardan dolayı onun hesaba çekilmesi sözkonusu değildi. Çünkü bunlar onun için kaçınılmaz şeylerdi. Derim ki: Buna benzer bir görüşü el-Kuşeyri Ebû Nasr da zikretmiş ve şöyle demiştir: Şüphesiz ki, kulun kendisiyle avretini örteceği bir elbise, vücudunu ayakla tutabilecek kadar yiyecek ve sıcak ve soğuğa karşı kendisini koruyacak bir mekan kendilerinden sorgulanmayacağı şeyler arasındadır. Derim ki: Bu görüş, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şu âyetinden çıkartılmıştır: "Bu hususlar dışında Âdemoğlunun bir hakkı yoktur: İçinde barınacağı bir meskeni, avretini Örten bir elbisesi ve katıksız ekmek ile su." Bu hadisi Tirmizî rivâyet etmiştir. Tirmizi, IV, 571 (Şumeylin açıklamasını hadisin akabinde zikretmiştir): Tirmizi hadisin hasen-sahih" olduğunu belirtmektedir. en-Nadr b. Şumeyl dedi ki: (Hadiste geçen) " Cilful-hubz" beraberinde katık bulunmayan ekmek demektir. 10- Muhammed b. Ka'b da şöyle demiştir: Naim (nimetler) yüce Allah'ın bize Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı göndermekle ihsan etmiş olduğu nimettir. Kur'ân-ı Kerîm'de de şöyle buyurulmuştur "Yemin olsun ki Allah mü’minlere içlerinde kendilerinden âyetlerini okuyan... bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur." (Âl-i İmrân, 3/164) 11- Yine el-Hasen ve el-Mufaddal dedi ki: Bu şeriatlerin hafifletilmesi, Kur'ân-ı Kerîm'in kolaylaştırılmasıdır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Dinde size güçlük vermedi." (el-Hac, 22/78) Yine yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Yemin olsun ki Biz Kur'ân'ı düşünmek için kolaylaştırdık. O halde var mı ibret alıp düşünen?" (el-Kamer, "34/17) Derim ki: Bütün bu sayılanlar (ayrı ayrı, başlı başına) nimettir ve: kula bunlara karşı şükür mü etti, yoksa nankörlük mü etti diye soru sorulacaktır. Baş taraftaki görüşler daha kuvvetlidir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. (Tekâsür Sûresi burada sona ermektedir. Allah'a hamd olsun). |
﴾ 0 ﴿