MÂ'ÛN SÛRESİRahmân ve Rahîm Allah'ın İsmi ile Atâ ve Câbir'in görüşüne göre Mekke'de inmiştir. İbn Abbâs'ın iki görüşünden birisine göre Mekke'de, diğer görüşüne göre ise Medine'de inmiştir. Katade ve diğerlerinin görüşü de budur. Yedi âyettir. 1Dini yalanlayanı gördün mü? Bu âyetlere dair açıklamalarımızı altı başlık halinde sunacağız: 1- Dini Yalanlayıp, Yetime Kötü Davrananlar: "Dini" yani amellerin karşılığının görülmesini ve âhirette hesaba çekilmeyi "yalanlayanı gördün mü?" Buna dair açıklamalar daha önceden el-Fâtiha Sûresi'nde geçmiş bulunmaktadır. "Gördün mü?" hıfzında ikinci hemze sabittir. Zira bunun yerine; denilemez. Fakat soru hemzesi teshil Teshil: Hemze'yi kendisi ile yine kendi harekesinden olan harfin mahreci arasına koymaktır. fYr<l. Doç. Dr Nihar Temel, Kıraat ve Tecvid Istılahları, İstanbul 1997, s. 133) ile okunmuştur. Bunu ez-Zeccâc zikretmektedir. (........) İfadede hazfedilmiş lâfızlar vardır, anlam şöyledir: Dini yalanlayanı gördün mü? O (böyle yapmakla) isabet mi ediyor, yoksa hata mı ediyor? Bu âyetin kimin hakkında indiği hususunda görüş ayrılığı vardır. Ebû Salih'in, İbn Abbâs'tan naklettiğine göre o şöyle demiştir: Sûre el-As b. Vâil es-Sehmî hakkında inmiştir, el-Kelbi ve Mukâtil de böyle demiştir. ed-Dahhak'ın rivâyetine göre (İbn Abbâs) şöyle demiştir: Sûre münafıklardan bir kişi hakkında inmiştir. es-Süddi dedi ki: el-Velid b. el-Muğire hakkında inmiştir. Ebû Cehil hakkında indiği de söylenmiştir. ed-Dahhâk: Amr b. Aiz hakkında inmiştir, demiştir. İbn Cüreyc: Ebû Süfyan hakkında inmiştir. O her hafta bir deve boğazlardı. Bir yetim ondan bir şeyler istedi, asasıyla ona vurdu. Bunun üzerine yüce Allah bu sûreyi indirdi. 2İşte o, yetimi şiddet ve sitemle itendir. " Şiddet ve sitemle İten"; iten ve kakan demektir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Cehennem ateşine doğru şiddetle sürülecekleri gün" (el-Tur, 52/13) Bu lâfza dair açıklamalar daha önceden (el-Tur, 52/13. tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. ed-Dahhâk, İbn Abbâs'tan şöyle dediğini nakletmektedir: "İşte o, yetimi şiddet ve sitemle itendir." Yani hakettiğini ona vermeyerek itendir. Katade: Ona kahredip, zulmedendir, diye açıklamıştır. Anlamlar birbirine yakındır. Daha önce en-Nisa Sûresi'nde (4/7, âyet, 1. başlıkta) Arapların (İslâm'dan önce) kadınlara ve küçük çocuklara miras hakkı tanımadıklarını ve malın ancak ok ve mızrak kullanan, kılıç sallayan kimselere verilebileceğini söyledikleri geçmiş bulunmaktadır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: "Her kim ihtiyaçtan kurtuluncaya kadar müslümanlardan bir yetimi (baktığı çocuklarının arasına) katarsa, o kimseye cennet vacib olur." Müsned, IV, 344; Tayalisi. Müsned, I, 187; Taberânî, Kebir, XIX, 300; Münzîri, Terğ'ıb, Bu anlamdaki açıklamalar daha önceden bir kaç, yerde (mesela, el-Bakara, 2/3 âyet, 5. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır, 3Yoksulu doyurmaya teşvik etmeyendir. 2- Yoksulu Doyurmaya Teşvik: "Yoksulu doyurmaya teşvik etmeyendir." Yani cimriliğinden, amellerin karşılığının görülmesini (cezayı) yalanladığından ötürü bu işi emretmez. Bu, el-Hâkka Sûresinde yer alan yüce Allah'ın: "Yoksulu yedirmeye de teşvik etmezdi. "(el-Hâkka, 69/34) âyetini andırmaktadır. Buna dair açıklamalar da daha önceden (sözü gecen âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Bu husustaki yergi, gücü yetişemediği için bunu terkeden kimseleri de kapsayacak şekilde umumi değildir. Ancak onlar bir taraftan cimrilik ediyorlar, diğer taraftan kendileri için mazeret bulmaya kalkışıyor ve: "Allah dilese idi kendilerini yedirebileceği kimseleri mi yedirelim?" (Yasin, 36/47) diyorlardı. İşte bunun üzerine bu âyet-i kerîme, boyleleri hakkında nazil oldu ve onlar bu tutumları dolayısıyla yerildiler. Buna göre ifadenin anlamı şöyle olur: Onlar güç yetirdikleri vakit, bu işi (yoksulu yedirme işini) yapmazlar, güçleri yetmeyecek otursa da bu işi teşvik etmezler. 4İşte (böyle) namaz kılanların vay haline ki, 3- Namaza Gereken Dikkati Göstermek; "İşte (böyle) namaz kılanların vay haline!" Yani onlar için bir azâb vardır. Buna ("veyl; vay haline" lâfzına) dair açıklamalar daha önce birkaç yerde (mesela, el-Bakara, 2/79. âyet, 1. başlıkla) geçmiş bulunmaktadır. 5Onlar namazlarından gaflet içindedirler. "Onlar namazlarından gaflet İçindedirler." ed-Dahhâk, İbn Abbâs'tan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Bu namaz kıldığı vakit sevab alacağını ümit etmeyen, terketmesi halinde de bundan ötürü cezalandırılmaktan korkmayan kimsedir. Yine ondan gelen rivâyete göre bunlar, namazları vakitlerinden sonraya bırakıp geciktirenlerdir. el-Muğire de İbrahim'den böylece rivâyet etmiştir, o şöyle demiştir: Onlar (namaz) vakti(ni kaçırarak) kaybetmek suretiyle gaflet içerisinde olanlardır. Ebû'l-Aliye'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Namazı kendine mahsus vakitlerinde kılmazlar. Rükû' ve sücudlarını tam yapmazlar. Derim ki: Buna daha önce Meryem (selam ona) Sûresi'nde (19/59-63- âyetler, 1 ve 2. başlıkta) geçtiği üzere yüce Allah'ın: "Bunlardan sonra ise namazı terkeden, arzularına uyan bir kavim geldi." (Meryem, 19/59) âyeti da buna delildir. Yine İbrahim'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Burada sözü edilen kişi, secde ettiği vakit sağına soluna bakacak şekilde başını kaldıran kimsedir. Kutrub dedi ki: Bu, namazında Kur'ân okumayan, Allah'ı zikretmeyen kişidir. Abdullah (b. Mesud)'un kıraatinde: " Onlar namazlarında (gaflet içinde) oyalanırlar" şeklindedir. Sa'd b. Ebi Vakkas dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) yüce Allah'ın: "İşte (böyle) namaz kılanların vay haline ki! Onlar namazlarından gaflet İçindedirler."âyeti hakkında şöyle buyurdu; "Bunlar namazı -ona gerektiği gibi önem vermeyip ve ona aldırış etmediklerinden ötürü- vaktinden sonraya tehir edenlerdir. İki (-) arasınadaki ara cümlesine tekabül eden kısmı dijincla: Ebû Yala, Müsned, II, 140; Beyhakî, es-Sünenu'l-Kübrâ, II, 214; Münzirî, Terğib, I, 217-219; Heysemî, Mecma', I, 325. Yine İbn Abbâs'tan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Bunlar gizli hallerde namazı terkeden fakat aleni olarak namazı kıldıkları görülen kimselerdir: "Namaza kalktıkları vakit de tembelce kalkarlar..." (en-Nisa, 4/142) Bu âyetin münafıklar hakkında indiğine delil yüce Allah'ın: "Onlar hem riyakarlık yapanların ta kendileridir" âyetidir. İbn Vehb de Malik'ten böyle dediğini rivâyet etmiştir. İbn Abbâs dedi ki: Şayet: "Namazlarında gaflet içindedirler" demiş olsaydı o vakit bu âyet, mü’minler hakkında olurdu. Atâ dedi ki: "Namazlarından" diye buyurup; "Namazlarında" diye buyurmayan Allah'a hamdolsun. ez-Zemahşerî dedi ki: Şayet: "Namazlarından" âyeti ile "namazlarında" ifadesi arasında nasıl bir fark vardır, diye soracak olursanız cevabımız şudur: "...dan" ifadesi onların namazı terkedecek ve ona çok az aldıracak şekilde namazdan gaflet içerisinde olduklarını anlatır. Bu ise münafıkların işidir. Yahutta müslümanlar arasından fasık ve murdar kimselerin işidir, "...da" ise; onlar namaz kılarken şeytan vesvesesi yahut içlerinden geçirdikleri bir düşünce sebebi ile bazan namazlarında gaflete düşerler, demektir. Bundan ise kurtulabilen bir müslüman hemen hemen yok gibidir, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın da -başkası şöyle dursun- namazda yanıldığı olurdu. Bundan dolayı fukaha yazdıkları eserlerinde "sehv secdesi" bahsini de yazmışlardır. İbnu'l-Arabi dedi ki: Çünkü (namazda) yanılmaktan kurtulmak imkansızdır. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) da, ashab-i kiram da namazlarında yanılmışlardır. Namazında yanılmayan herkes, aslında namazı üzerinde iyice düşünmeyen, namazında okuduklarını akledip kavramayan, bütün derdi namazlardaki sayılan tesbit elmek olan bir kimsedir. Böyle bir kimse ise, kabukları yiyip, özü atan bir adama benzer. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın namazında yanılmasının tek sebebi ise, namazdan daha büyük hususlar hakkında düşünmesidir. Ancak, şeytanın kendisine hatırına hiç gelmeyecek şeyleri getirmesi şunları şunları hatırla demesi sonucunda vesveseleri etkisi altında kalan bir kimse, namazında yanılabilir ve sonunda kaç rekat kıldığını şaşırabilir. 6Onlar hem riyakârlık yapanların ta kendileridir. 4- Namaz ve Riyakârlık: "Onlar hem riyakârlık yapanların ta kendileridir." Yani böyle bir kimse takiyye (namaz kılmamaktan ötürü karşı karşıya kalacağı zorluklardan kurtulmak) îçin namaz kıldığı halde, Allah'a ilaat olsun diye namaz kıldığını gösterir. Fasık gibi. Bu kimse aslında namaz kılan birisidir, denilsin diye namaz kılmakla birlikte, İbadet olmak üzere namaz kıldığı izlenimini vermeye çalışır. Riyakârlığın gerçek mahiyeti, ibadet yolu ile dünyalık elde etmek isteğidir. Bunun kökü de insanların kalblerinde yer edinmek arzusudur. Bunun ilk basamağı, kişinin din ve dünyada maksat ve gidişini güzelleştirmeye çalışmaktır. Aslında bu peygamberliğin cüzlerinden olmakla birlikte, riyakârca bu işi yapan kişi, böyle davranmakla mevki elde etmek ve öğünmek istemektedir. İkincisi, dünyada zâhidlik görüntüsü kazanmak maksadı ile kısa ve kaba elbiseler giyinerek riyakarlık etmektir. Üçüncüsü, dünya ehline kızdığını, işleyemediği hayır ve itaatler dolayısıyla üzüntülerini ve öğüt verme halini izhar etmek suretiyle sözlü riyakârlıkta bulunmaktır. Dördüncüsü, namaz kılıp sadaka verdiğini göstermek yahutta insanlar görsün diye namazı güzelleştirmeye çalışmak suretiyle riyakârlık yapmaktır. Buna dair açıklamalar uzun sürer. Bu (hususlar) onun (riyakârlığın) göstergesidir. Bu açıklamayı İbnu'l-Arabi yapmıştır. Derim ki: Riya, hükümleri ve gerçek mahiyeti hakkında yeterli açıklamalar, bundan Önce en-Nisâ (4/36. âyet, 1. başlıkta), Hûd (11/15. âyet, 1. başlıkla) ve el-Kehf Sûresi (18/110. âyet) sonlarında geçmiş bulunmaktadır. 5- Farz Olan Salih Amellerin Açığa Vurulmasıyla Riyakârlık Sözkonusu Olmaz: Farz olması halinde, salih ameli açığa vurmakla kişi riyakarlık yapmış olmaz. Çünkü açıkça yapılmaları ve gizli saklı işlenmemeleri, farz amellerin haklarındandır. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Allah'ın farz kıldığı hususlarda gizlilik saklılık olmaz." İbmıl-Esir, en-Nihâye, III, 388. Çünkü bunlar İslimin alametleri ve dinin şiarlarıdır. Diğer taraftan bunları, terkeden bir kimse yerilmeyi ve gazaba uğramayı hak eder. O halde bunları açıkça işlemekle zan altında kalmaktan uzak durmak icab eder. Eğer işlenen amel nafile ise, o vakit bunun gizlenmesi gerekir. Zira bir kimse nafile ameli terkettiğinden dolayı kınanmaz, bundan dolayı da zan altında tutulmaz. Eğer kendisine uyulsun maksadı ile bu nafile ameli açıkça işleyecek olursa, bu güzel bir iş olur. Çünkü riyakarlık ancak amelini açıktan işlemekle, başkalarının görmesi ve böylelikle salih bir kimse olmakla ondan Övgüyle süzedilmek maksadının güdülmesi halinde sözkonusudur. Birilerinden rivâyet edildiğine göre; o mescidde şükür secdesine kapanıp o secdeyi uzatan bir kimse görmüş. Ona: Eğer sen bu işi evinde yapmış olsaydın, bu ne kadar güzel olurdu! Bu sözü ona söylemesinin sebebi, o kimsenin bu davranışıyla riyakârlık yaptığını ve başkalarının bunu görmesini istediğini sezmesinden dolayıdır. Bu anlamdaki açıklamalar, daha önce el-Bakara Sûresi'nde yüce Allah'ın: "Sadakalarınızı açıkça verirseniz o ne güzeldir!" (el-Bakara, 2/271) âyeti açıklanırken ve başka yerlerde geçmiş bulunmaktadır. Bundan dolayı da Allah'a hamdolsun. 7Hem mâûnu da engellerler. 6- Yardımlaşmaya Engel Olanlar: "Hem mâünu da engellerler." âyeti(nda geçen mâûn hakkı)nda oniki görüş vardır: 1- Maksat, mal Sarının zekâtıdır. ed-Dahhâk, İbn Abbâs'tan böyle rivâyet etmiştir. Ali (radıyallahü anh)'dan da bunun gibi bir görüş rivâyet edilmiştir. Malik de böyle demiştir. Bundan maksat ise, münafıkın zekâtı engellediğidir. Ebû Bekr b. Abdu'l-Aziz, Malikten şöyle dediğini rivâyet etmiştir, Bana yüce Allahın: "İşte (böyle) namaz kılanların vay haline ki! Onlar namazlarından gaflet içindedirler. Onlar hem riyakarlık yapanların ta kendileridir. Hem mâûnu da engellerler" âyeti hakkında şu açıklamalar ulaşmıştır: Münafık namaz kıldığı vakit riyakârlık olsun diye namaz kılar. Namazını geçirirse bundan dolayı pişmanlık duymaz. "Hem mâûnu" Allah'ın kendilerine farz kıldığı zekâtı "da engellerler" demektir. Zeyd b. Eslem dedi ki: Eğer zekâtı gizli saklı verebilme imkanı olduğu gibi, namazıda gizli saklı eda etme imkanı bulunsaydı hiçbir şekilde namaz kılmazlardı. 2- "Mâûn", Kureyş lehçesinde mal demektir. Bu açıklamayı İbn Şihâb ve Said b. el-Müseyyeb yapmıştır. 3- Bu; balta, çömlek, ateş ve buna benzer evde kullanılan, birtakım ihtiyaç duyulan eşyanın hepsi hakkında kullanılan genel bir isimdir. Bu açıklamayı İbn Mes’ûd yapmıştır. İbn Abbâs'tan da bu görüş rivâyet edilmiştir, el-A'şâ dedi ki: "Onların semaları bulutlanmayacak olursa, Mâûnu (suyu ve yağmuru) ile (Fırat'ın suları) ondan daha cömert değildir." 4- ez-Zeccâc, Ebû Ubeyd ve el-Müberred'in naklettiklerine göre mâûn, cahiliye döneminde faydalı olan her şeydir. Balta, tencere, kova, çakmaktaşı ve az çok faydalı olan herbir şey demektir. Bunlar ayrıca el-A'şa'nın (yukarıdaki) beyitini zikretmişler ve şöyle demişlerdir: İslâm döneminde ise mâûn itaat ve zekâttır. Buna delil olarak da er-Râî'nin şu beyitlerini zikretmişlerdir: "Ey Rahmân'ın halifesi! Biz öyle bir topluluğuz ki Hanifleriz, sabah akşam secde ederiz, Öyle Araplarız ki, yüce Allah'ın bizim mallarımızda Zekât hakkının bulunduğunu indirilmiş bir hüküm olarak biliriz Biz hala İslâm üzereyiz, hiçbir zaman maunumuzu Engellemediğimiz gibi, tehlili (la ilahe illallah demeyi) de zayi etmedik." Bununla zekân kastetmektedir. 5- Mâûn, iğreti olarak verilen şeyler demektir. Bu açıklama da İbn Abbâs'tan rivâyet edilmiştir. 6- Maun, insanların kendi aralarında karşılıklı olarak yaptıkları hertürlü maruf (iyilik) demektir. Bu açıklamayı Muhammed b. Ka'b ve el-Kelbi yapmıştır. 7- Su ve ottur, 8 -Sadece sudur. el-Ferrâ'' dedi ki: Ben Araplardan birisini: Mâûn; su demektir, dediğini duydum ve bana bu hususta şu mısraı okudu: "Onun bulutu mâûnu (suyu) alabildiğince döker." 9- Maun: Hakkı engellemek demektir. Bu açıklamayı Abdullah b. Ömer yapmıştır. 10- Mallardan sağlanan faydaların kullanılmasıdır. Bu da az demek olan "el-ma'n"den alınmıştır. Bu açıklamayı et-Taberî ve İbn Abbâs yapmıştır. Kutrub dedi ki: "Mâûn"un asıl anlamı azlıktır. "Ma'n" az şey demektir. Araplar: " Onun az olsun, çok olsun hiçbir şeyi yoktur" derler. Yüce Allah'ın zekât, sadaka ve bunlara benzer iyilikleri "mâûn" diye adlandırması bunların çok arasından verilen az şeyler oluşundan dolayıdır. Kimileri de şöyle demiştir: "Mâûn"un aslı (yardımlaşmak anlamındaki): "Mâûnef'den gelmektedir. (Mim’den sonraki) "elif" (mâûnetin sonundaki) "he" (yuvarlak te)'den bedeldir. Bu açıklamayı el-Cevherî nakletmiştır. İbnu'l-Arabi dedi ki: "Mâûn" kelimesi: " Yardım etti, eder" fiilinden ism-i mef'ûldür. "Avn" ise güç, araçlar ve işi kolaylaştırıcı yollarla yardımcı olmak demektir. 11- Mâûn, itaat ve boyun eğmek demektir. el-Ahfeş fasih bedevi bir Araptan şöyle dediğini nakletmiştir: "Biz eğer konaklayacak olursak senin devene, sana "mâûnu" verecek bir iş yapacağım." Bundan kasıt ise, sana boyun eğip, itaat edecek (bir iş yapacağım)dir. Recez vezninde şair şöyle demiştir: "Sen onların burunlarına halka takıldığını görecek olursan; Onlar (sana) boyun eğer yahut sana mâûnu verirler (itaat ederler)." 12- Mâûn'un; su, tuz ve ateş gibi engellenmesi helal olmayan şeyler olduğu da söylenmiştir,. Çünkü Âişe (radıyallahü anha) şöyle demiştir: Ey Allah'ın Rasûlü dedim. Engellenmesi helal olmayan şey nedir? Şöyle buyurdu: "Su, ateş ve tuz." Ben: Ey Allah'ın Rasûlü, suyu anladım, ateş ve tuz da ne oluyor? dedim. Şöyle buyurdu: "Ey Âişe! Ateş veren kimse sanki bu ateş ile pişirilen her şeyi sadaka olarak vermiş gibidir. Tuz veren bir kimse de sanki bu tuz ile lezzeti yerine gelen pişirilmiş bütün yemeği tasadduk etmiş gibidir. Her kim de suyun bulunduğu bir yerde bir yudum su içirecek olursa, altmış canı hürriyetine kavuşturmuş gibidir ve her kim suyun bulunmadığı bir yerde bir yudum su İçirecek olursa, bir kişiye hayat vermiş gibidir. Bir kimseye hayat veren bir kimse ise, bütün insanları hayata kavuşturmuş gibidir, " Son cümle eksiğiyle: İbn Mace, II, «26; Taberanî, Evsat, VI, 349; Deylemî, Firdevs, V, 430. Bunu es-Sa'lebi Tefsirinde zikrettiği gibi, İbn Mace de Sünen'inde rivâyet etmiştir. Senedinde bir parça gevşeklik vardır. Bu da bu husustaki onikinci görüştür. el Maverdi dedi ki: Bunun işlemesi kolay fakat Allah'ın ağırlaştırdığı şeylerle mâûnet (yardımcı olmak) anlamına gelme ihtimali de vardır. el-Maverdî, en-Nüket, VI, 353"teki ifade şöyledir: "Yapılması ağır gelmeyen, ağırlığı da az olan hususlarda yardımcı olmak anlamına gelme ihtimali de vardır." Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. İbn Abbâs'ın azadlısı İkrime'ye: Herhangi bir eşyayı vermeyen kimseye veyl sözkonusu olur mu? diye soruldu. O: Hayır fakat bu üçünü bir arada yapana veyl olsun! Yani namazı terkedip, riyakarlık yapan ve mâûnu vermeyerek cimrilik gösteren. Derim ki: Sûrenin münafıklar hakkında olması daha uygun ve onlara daha yakışır. Çünkü bu üç niteliği kendilerinde toplamışlardır; Namazı terketmek, riyakârlık yapmak ve malda cimrilik göstermek. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Namaza kalktıkları vakit de tembelce kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah'ı ancak pek az anarlar." (en-Nisa, 4/142) Yine bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Namaza ancak üşene üşene gelirler. İnfaktarım da mutlaka isteksiz yaparlar." (et-Tevbe, 9/54) İşte bunlar, onların (münafıkların) halleridir. Bunların gerçek bir müslümanda bulunması uzak bir ihtimaldir. Eğer bir müslümanda bazıları bulunacak olursa, ona da azarın bir parçası ulaşmış olur. Bu da muayyen olarak Lesbit edilebilirse mâûnu men etmek halinde sözkonusudur, namazı terketme halinde sözkonusu olduğu gibi. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Zaruret hali dışında mâûnu engellemek, mürüvvet açısından çirkin bir iştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır, (Mâun Sûresi burada sona ermektedir. Allah'a hamd olsun). |
﴾ 0 ﴿