KEVSER SÛRESİRahmân ve Rahîm Allah'ın İsmi ile İbn Abbâs, el-Kelbî ve Mukatiî'in görüşüne göre Mekke'de inmiştir. el-Hasen, İkrime, Mücahid ve Katade'nin görüşüne göre ise Medine'de inmiştir.- Üç âyettir. 1Şüphe yok ki Biz sana Kevser'i verdik. Bu âyete dair açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız: "Şüphe yok ki Biz sana Kevserİ verdik" âyetinde genel okuyuş: " Şüphe yok ki Biz sana ... verdik." şeklinde "ayn" iledir. el-Hasen ve Talha b. Mûsarrif ise "nun" ile, diye okumuşlardır. Ummu Seleme bu okuyuşu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den de rivâyet etmiştir. Bu; "Vermek, veriş" de bir söyleyiş tarzıdır. "ile Ona verdim" demektir. "Kevser" ise kesret; çoklukdan "fev'al" vezninde bir kelimedir. "NefTden "nevfel" ile "cehr"den "cevher" gibi. Araplar sayıca miktar ve ehemmiyet itibariyle pekçok olan herşeye "kevser" derler. Süfyan dedi ki: Çocuğu seferden dönmüş yaşlıca bir kadına: "Oğlun ne ile geri döndü?" diye soruldu da kadın: "Kevser" ile cevabını verdi, ki pek çok mal ile (geri döndü), demektir. Erkekler arasından "kevser" diye nitelendirilen kimse ise hayırı pek çok olan efendi, demektir. el-Kümeyt dedi ki: "Ey Mervan'ın oğlu! Sen çoksun ve pek hoşsun Şerefli kadınların oğlu olan senin baban da kevser (hayrı pek çok) kimse idi." Kevser, pekçok arkadaş ve taraflar demektir. Toz hakkında "kevser" yine çokluk anlamını ifade eder. Bir şeyin çoğaldığını anlatmak için; denilir. Şair de şöyle demiştir: "Ve ölümün tozu alabildiğine çoğalıncaya kadar yükseldi." 2- Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a Verilen Kevser’in Mahiyeti: Te'vil âlimleri, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a verilen Kevser'in mahiyeti hususunda onaltı farklı görüş ortaya koymuşlardır. 1- Kevser, cennette bir ırmaktır. Bunu Buhârî, Enes'ten rivâyet ettiği gibi Tirmizi de ondan rivâyet etmiştir. Buhârî, IV, 78, Cennette olduğu belirtilmeden; Müslim, 1, 300; Tirmizi, IV, 45, Ebû Davud, 1, 20H, IV, 237; Nesâî, II, 133; Müsned, III, 102, 236; ayrıca Bk İbn Hacer, Fethu'l-Bari, VIII, 732 ve XI, -166. Biz bu hadisi "et-Tezkire" adlı eserimizde zikretmiş bükmüyoruz. Yine Tirmizi, İbn Ömer'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Kevser, cennette bir ırmaktır. Her iki kıyısı altındandır. Bu ırmak inci ve yakut üzerinden akar. Toprağı miskten daha hoştur. Suyu baldan tatlı, kardan daha beyazdır." Bu hasen, sahih bir hadistir. Tirmizi, V, 449; İbn Mace, II, 1450; Müsned, II, 67. 1W. 2- Kevser, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Mevkıf (hesab için durulacak yer)deki Havz'ının adıdır. Bunu da Atâ söylemiştir. Müslim'in Sahih'inde Enes'den şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Biz Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın huzurunda bulunuyor iken Peygamber kısa bir süre uyuyuverdi. Daha sonra gülümseyerek başını kaldırdı. Bizler: Ey Allah'ın Rasûlü! Gülmenize sebeb nedir? dedik. Şöyle buyurdu: "Az önce bana bir sûre indirildi" deyip, "Bismillahirrahmanirrahim. Şüphe yok ki Biz sana kevseri verdik. O halde Rabbin için namaz kıl ve kurban kes. Şüphesiz ki asıl soyu kesik olan sana buğz edenin kendisidir." sûreyi okudu. Sonra: "Kevser nedir? bilir misiniz?" diye sordu. Bizler: Allah ve Rasûlü daha iyi bilir dedik. Şöyle buyurdu: "O aziz ve celil olan Rabbimin bana vaadettiği bir ırmaktır. Onun üzerinde pek çok hayır vardır. O kıyâmet gününde ümmetimin su içmek için geleceği bir havuzdur. (Etrafındaki) kapları yıldızların sayısıncadır. Onlardan birisi oraya gelmekten alıkonulur, çekilip alınır. Ben: O benim ümmetimdendir, derim. Senden sonra (dinde olmayan) neler ihdas ettiğini sen bilmezsin, denilir..." Müslim,I,300;Nesâî,II,133. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Mevkıfteki havz'ına dair haberler pek çoktur. Biz bunları "et-Tezkire" adlı kitabımızda zikretmiş bulunuyoruz. Bu havuzun dört köşesinde dört Raşid halife bulunacaktır. Allah hepsinden razı olsun. Şüphesiz ki onlardan birisine buğzeden bir kimseye diğeri su vermeyecektir. Orada havuzdan uzaklaştırılıp, koyulacakların kimler olduklarını da zikretmiş bulunuyoruz. Bunu öğrenmek isteyen bu hususu oradan izlesin. Diğer taraftan bu ırmak yahut havuza Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ümmetinden olup orada gelip içeceklerin çokluğu dolayısıyla "Kevser" adının verilmiş olması da mümkündür. Yine buraya içindeki pekçok hayır ve pekçok sudan dolayı bu ismin verilmiş olması da mümkündür. 3- Kevser peygamberlik ve kitaptır. Bu açıklamayı İkrime yapmıslır. 4- Kur'ân-ı Kerîm'dir. Bu görüş de el-Hasen'in görüşüdür. 5- İslâm'dır. Bu görüşü el-Muğîre nakletmiştir. 6- Kur'ân-ı Kerîm'in kolaylaştırılması ve şer'î hükümlerin hafifletilmesidir, Bu açıklama el-Huseyn b. el-Fadl'a aittir. 7- Ashabının, ümmetinin ve taraftarlarının çokluğudur. Bu açıklamayı Ebû Bekr b. Ayyaş ile Yemân b. Riâb yapmıştır, 8- Bu başkasına üstün tutmaktır. Bu açıklamayı İbn Keysan yapmıştır. 9- Bu şanın yüceltilmesidir. Bunu el-Maverdı nakletmiştir. 10- O senin kalbinde bulunup, sana bana giden yolu gösteren benim, dışımdakilerle ilişkilerini kopartan bir nurdur. 11- Yine ondan Görüldüğü gibi buradaki "o" zamirinin kime ait olduğu belli değildir. Bunun İbn Atiyye Tefsir'indeki şu ifadelerden hareketle Cafer es-Sadık olduğunu anlaşılıyor. nakledildiğine göre Kevser şefaat demektir. İşte bu da onbirinci görüştür, 12- Rabbin, senin davetini kabul eden kimseleri kendileri vasıtasıyla hidayete ilettiği mucizelerdir, diye de açıklanmıştır ki bu açıklamayı es-Sa'lebi nakletmiş otup, bu da onikinci görüştür. 13- Hilal b. Yesaf dedi ki: Kevser, la ilahe illallah Muhammedu'r-Rasûlullahdır. 14- Dinde fıkıh (bilgi sahibi olmak)tır diye de açıklanmıştır. 15- Kevser, beş vakit namazdır. Bunlar (bu ve önceki) da öndün ve onbeşinci görüştür. 16- İbrl İshak dedi ki: Kevser pek büyük bir is demektir. Daha sonra Lebid'in şu beyitini zikretmektedir: "Melhub (diye bilinen suyun) sahibini kaybetmekle bir musibete duçar olduk Ve Reda (suyunun) yanında pek büyük (kevser) bir başka ev..." Derim ki: Bu görüşlerin en sahih olanları birinci ve ikincisidir. Çünkü bunlar Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan Kevser hakkında sabil olmuş birer nastır. Enes bir topluluğun Havz hakkında konuştuklarını duyunca şöyle demiştir: Ben sizin gibi Havz hakkında tartışan kimseleri görünceye kadar yaşıyacağım kanaatinde değildim. Ben geride öyle yaşlı kadınlar terkettim ki, onlardan namaz kılan herbirisi-muhakkak yüce Allah'tan Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Havzından kendisine su içirmesini de duasında istemektedir. İbnu’l-Mübarek. Zühd. a, 560. Peygamber efendimizin havzı hakkında şair şöyle demektedir: "Ey Havz'ın sahibi! Kim seninle boy ölçüşebilir ki? Ve sen gerçekten seni yaratanın sevgilisisin." Arlık bunun dışında kevserin tefsirine dair her ne söylenmese hepsi de havzından ayrı olarak Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a verilmiş şeylerdir. Allah'ın ona pek çok salat ve selamı olsun. 2O halde,Rabbin için namaz kıl ve kurban kes. Bu âyete dair açıklamalarımızı beş başlık halinde sunacağız: 1- Namaz Kılmak ve Kurban Kesmek: "O halde ... namaz kıl." Sana farz olan namazı kıl, demektir. ed-Dahhâk, İbn Abbâs'tan bunu böylece rivâyet etmiştir. Katade, Atâ ve İkrime de şöyle demişlerdir: "O halde ... namaz kıl." Kurban bayramı günü bayram namazı kıl, "Kurban kes" de kurbanını kes demektir. Enen dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) önce kurban keser, sonra namaz kılardı. Fakat daha sonra önce namaz kılıp, sonradan kurban kesmesi emrolundu. Taberî, Câmiu-l-Beyan, XXX, 326. Said b. Cübeyr ise şöyle dedi: Rabbin için farz olan sabah namazını cem'de (yani Müzdelife'de) kıl ve Mina'da da kurbanlıklarını kes! Yine Said b. Cübeyr şöyle demiştir: Bu sûre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Beyte (Kabe'ye) ulaşması engellendiği vakit Hudeybiye'de nazil oldu. Bunun üzerine yüce Allah una namaz kılıp, kurbanlıklarını kesip geri dönmesini emretti, o da bunu yaptı. İbnu'l-Arabi dedi ki: Yüce Allah'ın: "O halde ... namaz kıl" âyetinden kastın, beş vakit namaz olduğunu söyleyenler, beş vakit namazın bütün ibadetlerin esası, İslâmın temeli ve dinin en büyük direği oluşundan dolayıdır Bundan maksat (kurban bayramı birinci gününün sabahı) Müzdelife'de kılınan sabah namazı olduğunu söyleyenler ise, bunun ile birlikte kurban kesiminin sözkonusu oluşundan dolayıdır. Kurban kesmesi o günde gerçekleşir ve o gün kurban kesmekten önce sabah namazı dışında (orada) kılınacak bir namaz yoktur. Kurban kesmekle birlikte ulusundan dolayı yüce Allah, bütün namazlar anısından onu özellikle zikretmiş olmaktadır. Derim ki: Bunun bayram namazı olduğunu söyleyenlerin görüsüne göre ise bu, Mekke'nin dışındaki yerler içindir. Zira Mekke'de İbn Ömer'in belirttiğine göre (kurban günü) bayram namazı kılınmayacağı icma' ile kabul edilmiştir. İbnu'l-Arabi dedi ki: Malik ise şöyle demiştir: Ben bu hususta bir şey işitmedim ama içimde yer eden kanaate göre bundan maksat; kurban bayramı günü kılınan namaz ile bu namazdan sonra kurban kesmektir. Ali (radıyallahü anh) ile Muhammed b. Ka'b şöyle demişlerdir; Yani namaz esnasında göğsünün hizasında sağ elini, sol elinin üzerine koy. Bu İbn Abbâs'tan da rivâyet edilmiştir. Yine Ali'den rivâyet edildiğine göre bundan maksat, tekbir esnasında ellerini göğsüne kadar kaldırmaktır. Cafer b. Ali de: "O halde Rabbin için namaz kıl ve kurban kes" âyeti hakkında dedi ki: Namaza başlamak için ifritah tekbiri aldığı vakit tilerini göğsünün hizasına kaldırır. Yine Ali (radıyallahü anh)'dan şöyle dediği nakledilmiştir: "O halde Rabbin için namaz kıl ve kurban kes" âyeti nazil olunca Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Cebrâîl'e; "Allah'ın bana emretmiş olduğu bu nahira (kesilmesi istenen kurban) nedir?" diye sormuş, Cebrâîl ona şöyle demiştir: "Bundan maksat kurbanlık değildir, ü, sana namaza başladığın vakit, basını rükû'dan kaldırdığında ve secdeye vardığında tekbir getirirken ellerini kaldırmanı emretmektedir. Bu bizim ve yedi semadaki meleklerin namazıdır. Herşeyin bir zîneti vardır. Namazın zîneti de her tekbir esnasında elleri kaldırmaktır." Ebû Salih'ten rivâyete göre o, İbn Abbâs'tan şöyle dediğini rivâyet etmiştir: Göğsünü kıbleye çevir, demektir. el-Ferru, el-Kelbi ve Ebû'l-Ahvas da böyle demişlerdir, Şairin şu beyitinde de bu anlamdadır: "Ey Ebû Hakem! Sen Mücahid'in amcası değilsin Ve ona karşı dönük bulunan Abtah ahalisinin efendisi de değilsin." el-Ferrâ'' dedi ki: Ben bir arabi: "Bizim evlerimiz biri diğerine bakar" dediğini işittim. Bu, buna karşıdır, buna dönüktür" demektir. İbnu'l-A'rabi dedi ki: Maksat kişinin namaz esnasında mihraba karşı dönmesidir. Bu da Arapların; Onların evleri birbirine bakar" ifadelerinden alınmıştır. Atâ'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Yüce Allah, ona nahrı (göğsü) açıkça görününceye kadar iki secde arasında doğrulup oturmasını emretmektedir. Süleyman et-Teymi dedi ki: Dua İçin ellerini göğsünün hizasına kaldır demektir. "O halde ... namaz kıl" âyeti ibadet et demektir, diye de açıklanmıştır. Muhammed b. Ka'b el-Kurazi dedi ki: "Şüphe yok ki Biz, sana kevseri verdik. O halde Rabbin için namaz kıl ve kurban kes!" âyeti şu demektir: Birtakım insanlar Allah'tan başkası için namaz kılar, O'ndan başkası için kurban keserler. Bizler ise sana Kevser'i verdik. O halde senin namazın da, kurban kesmen de Allah'tan başkasına olmasın. İbnu'l-Arabî dedi ki: Benim kanaatime göre, yüce Allah şunu murad etmektedir: Rabbine ibadet et ve O'nun için kurban kes. Senin amelin, sana Kevser gibi bir özelliği verenden başkası için olmasın. Bütün amellerin dahi bu kevser özelliğine karşılık olması uygun bir şeydir. Çünkü Kevser, Allah'ın sana vermiş olduğu pek çok hayır yahutta çamuru misk, kupalarının sayısı semadaki yıldızlar kadar olan ırmaktır. Buna karşılık olarak kurban bayramı günü namaz kılınması, bir koç yahut bir inek ya da bir devenin kesilmesine gelince, bu (değeri) takdir edilemeyecek ve tesbit edilemeyecek kadar büyük bir iştir. İbadete karşı verilecek pek büyük bir sevabtır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Kurbanlık fazileti ve kesim zamanı ile ilgili açıklamalar daha önceden es-Sâffat Sûresi'nde (37/102-113- âyetler, 8. başlık ve devamında) geçtiğinden dolayı bunları tekrarlamanın anlamı yoktur. Yine el-Hac Sûresi'nde (22/28-29. âyetler, 3- başlık ve devamında) kurban kesmeye dair birtakım hükümleri sözkbnusu etmiş bulunuyoruz. İbnu'l-Arâbi der ki: Hayret edilecek hususlardan birisi de Şafii'nin şu göfüşüdür: (Kurban bayramı) namazından önce kurban kesenin kurban kesimi yeterlidir. Halbuki yüce Allah, Kitabında: "O halde Rabbin için namaz kü ve kurban kes" diye buyurmakta ve kurban kesiminden önce namaz kılmayı sözkonusu etmektedir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da -Buharî ve başka hadis kitablarında, el-Bera b. Azib'in rivâyetine göre- şöyle buyurmuştur: "Bu günümüzde İlk yaptığımız iş, namaz kılmaktır. Sonra döner kurban keseriz. Her kim (böyle) yaparsa o bizim ibadet şeklimizi isabet ettirmiş olur. Her kim (namazdan önce) kurban kesecek olursa, bu kendisinin aile halkına takdim ettiği bir et olur. Bunun kurban kesmekle hiçbir alakası yoktur." Buhârî, l, 32H, 329, 331, V, 2109, 2113; Müslim, 111, 1553; Müsned, IV, 2S1, 303. Onun mezhebine mensub ilim adamları ise bu (görüşü)nü kabul etmezler, (Sünnete) böyle bir muvafakat ne kadar güzel bir şeydir! 3- Namazda Ellerin Birini Diğerinin Üstüne Koymak: Ali (selam ona)'den rivâyet olunan: "O halde Rabbin için namaz kıl ve kurban kes" âyeti, namaz esnasında sağ eli, sol elin üzerine koymak demektir seklindeki açıklamasını Dârakutnî rivâyet etmiştir, Darakutni. 1. 285, 2ü6. Bu hususta bizim (Mâliki mezhebimizin) ilim adamları üç ayrı görüş ortaya atmışlardır: 1- Farz olsun, nafile olsun eller üsıüste konulmaz. Çünkü bu bir çeşit (namazda başka şeye) dayanıp yaslanmak demektir. Böyle bir şey farzda câiz değildir, nafilede de müstehab değildir, 2- Farzda böyle bir işi yapmaz. Fakat nafilede yardım almak maksadıyla bunu yapabilir. Çünkü orası birtakım ruhsatların sözkonusu olduğu bir yerdir. 3- Farzda da, nafilede de bunu yapabilir. Sahih olan budur. Çünkü Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın sağ elini sol elinin üzerine koyduğuna dair rivâyet Vail b. Hucr ve başkaları tarafından nakledilen hadislerle sabit olmuştur. İbnu'l-Münzir dedi ki: Malik, Ahmed ve İshak da bu görüştedirler. Bu görüş, Şafii'den de nakledilmiştir. Rc'y ashabı da bunu müstehab kabul ederler. Bir topluluk da elleri yana salıvermeyi uygun görmüşlerdir. Bunu kendilerinden rivâyet ettiğimiz kimseler arasında İbnü’l-Munzir (bazı nüshalarda İbnu'z-Zübeyr'dir), Hasan-ı Basri ve İbrahim en-Nehaî de vardır. Derim ki: Bu aynı zamanda Malik'ten de rivâyet edilmiştir. İbn Abdi’l-Berr dedi ki: Gerek elleri yana salıvermek, gerek sağ eli sol elin üzerine koymak, namazın sünnetlerindendir. Elin üzerine konulacağı yerin neresi olduğu hususunda görüş ayrılığı vardır. Ali b. Ebî Tâlib'den rivâyet edildiğine göre, o ellerini göğsünün üzerine koymuştur. Said b. Cübeyr ve Ahmed b. Hanbel göbeğin Üzerine konur derler. Yineto (Ahmed b. Hanbel) göbeğin altında olmasında da bir sakınca yoktur, demiştir. Bir kesim de şöyle demiştir: El göbeğin altına konur. Bu Ali, Ebû Hüreyre, Nehai ve Ebû Miclez'den rivâyet edilmiştir. Süfyan es-Sevri ve İshak da böyle demişlerdir. 5- İftitah, Rükua Varırken, Rükû' ve Secdeden Kalkarken Tekbir Getirip Elleri Kaldırmak: İftitah esnasında, rükua giderken, rükû' ve secdeden kalkarken tekbirle birlikte elleri kaldırmak hususunda görüş ayrılığı vardır. Dârakutnî'nin rivâyet ettiği Humeyd'den gelen rivâyete göre Enes şöyle demiştir: "Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) namaza girdiğinde, rükua vardığında, rükûdan başını kaldırdığında ve secdeye vardığında ellerini kaldırırdı." Bu hadisi Humeyd'den merfu olarak Abdul-Vehhab es-Sakafi'den başkası rivâyet etmiş değildir. Ancak doğrusu bunun Enes'in uygulaması olduğudur. Darakutni, I, 291; İbn Mace, I, 2K1. Buhârî ve Müslim'de, İbn Ömer'den şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı namaza kalktığında, ellerini omuzlarının hizasına varıncaya kadar kaldırıp, sonra tekbir aldığını gördüm. Rükua gitmek için tekbir alınca bunu yaptığı gibi, rükûdan başını kaldırırken de bunu yapar ve "semiallahu limen hamide" derdi. Ancak başını secdeden kaldırdığında bunu yapmazdı. Buhârî, I, 25H; Müslim, I, 2y2; Nesâî, II, 121; Darakutni, 1, 2K7, 2H8. İbnu'l-Munzir dedi ki: Bu el-Leys b. Sa'd, Şafii, Ahmed, İshak ve Ebû Sevr'in de görüşüdür. İbn Vehb de bu görüşü Malikten nakletmiştir. Ben de bu görücü kabul etmekteyim. Çünkü Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan sabit olan budur. Bir kesim de şöyle demiştir: Namaz kılan kimse namaza başladığı vakit ellerini kaldırır, fakat bunun dışındaki hallerde kaldırmaz. Süfyan es-Sevri ile Re'y ashabının görüşü budur. Derim ki: İbn Mes’ûd'un rivâyet ettiği hadîs dolayısıyla Malik'in meşhur olan görüşü de budur. Bu hadisi Dârakulnî, İshak b. Ebi İsrail yoluyla rivâyet etmiştir. Dedi ki: Bize Muhammed b. Cabir, Hammâd 'dan anlattı, o İbrahim'den, o Alkameden, o Abdullah'tan dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Ebû Bekir ve Ömer (radıyallahü anhüma) ile birlikte namaz kıldım. Onlar ellerini sadece namaza başlamak için ilk tekbir getirdiklerinde kaldırıyorlardı. İshak dedi ki: Bütün namazlarda biz bu görüşü kabul ediyoruz. Dârakutnî dedi ki: Bu hadisi sadece Muhammed b. Cabir münferid olarak Hammâd 'dan, o İbrahim'den diye nakletmiştir, Hammâd 'dan başkaları ise bunu İbrahim'den mürsel olarak Abdullah'tan diye ve onun uygulaması şeklinde naklederler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a merfu olarak rivâyet etmezler. Doğrusu da budur. Dârakutnî, 1, 295. Yezid b. Ebi Ziyad, Abdu’l-Rahmân b. Ebi Leylâ'dan, o el-Bera'dan rivâyet edildiğine göre el-Berâ, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı namaza başladığında ellerini kulaklarının hizasına varıncaya kadar kaldırdığını, daha sonra ise namazı bitirinceye kadar böyle bir şeyi tekrarlamadığını görmüştür. Dârakutni, !, 293. Dârakutnî dedi ki: Ömrünün sonunda Yezid'e (başkaları tarafından): "Daha sonra tekrar bu işi yapmazdı" ifadesi telkin edildi, o da bunu (o telkinin etkisiyle) zikretti, O sırada da hafızası karışmış idi. Dârakutnî, i, 294 "Muhtasaru ma Leyse fi'l-Muhtasar" adlı eserde Malik'ten şöyle dediği nakledilmektedir: "Namazda hiçbir halde elleri kaldırmaz. İbnu'l-Kasım dedi ki: Ben Malik'i namaza başlarken bile ellerini kaldırırken görmedim. Dedi ki: Namaza başlarken elleri kaldırmamak benim daha çok sevdiğim bir şeydir." 3Şüphesiz ki asıl soyu kesik olan, sana buğzedenin kendisidir. Ona buğzeden kişi el-Âs b. Vâil'dir. Hem erkek, hem kız çocukları olup da sonradan erkek çocukları ölüp, kız çotukları kalan kimseye Araplar "'ebter (soyu kesik)" derlerdi. Denildiğine göre: As, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) İle ayakta durup onunla konuşmaya koyuldu. Kureyş'in ileri gelenlerinden bir topluluk ona: Sen kiminle birlikte ayakta durmuştun? diye sordular. O: Şu ebcer olan kişi ile, diye cevab vermişti. Bundan önce ise Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Hadice'den olma oğlu Abdullah vefat etmişti. Yüce Allah, Âs hakkında: "Şüphesiz ki asıl soyu kesik olan sana buğzedenin kendisidir." âyetini indirdi. Dünya ve âhiret hayırlarından yana anılmayıp, ardı arkası kesilen (odur), demektir. İkrime'nin rivâyetine göre İbn Abbâs şöyle demiştir: Cahiliye dönemi insanları bir kimsenin oğlu öldü mü: Filan kişi ebter oldu, derlerdi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın oğlu İbrahim vefat edince, Ebû Cehil arkadaşlarının yanına çıkarak: Muhammed ebter oldu, dedi. Şanı yüce Allah da: "Şüphesiz ki asıl soyu kesik olan, sana buğzedenin kendisidir" âyetini indirdi. Bununla da Ebû Cehil'i kastediyordu. Şemir b. Atiyye dedi ki: Burada kastedilen kişi Ukbe b. Ebi Muayt'dır. Denildiğine göre; Kureyşliler erkek çocukları ölen kimseye: Filan kişi ebter oldu, derlerdi. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Mekke'de oğlu Kasım, Medine'de de oğlu İbrahim vefat edince, Muhammed ebter oldu. Artık ondan sonra onun bu işini sürdürecek kimsesi kalmadı, dediler. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nazil oldu. Bu açıklamayı es-Süddİ ve İbn Zeyd yapmıştır. Bir diğer açıklamaya göre bu Kureyşliler Ka'b b. el-Eşref Mekke'ye geldiğinde: Bizler Sikaye, Sedâne, Hicâbe ve Liva'yı ellerinde tutan kimseleriz. Sen de Medinelilerin efendiyisin. Şimdi bize söyle! Acaba bu kavmi arasında sunburcuk ve ebtercik (merhum müfessir biraz sonra bunları açıklayacaktır) mi daha hayırlıdır? Yoksa bizler mi daha hayırlıyız? demeleri üzerine Kureyş'e cevab olmak üzere nazil olmuştur. Ka'b onlara: Hayır, siz daha hayırlısınız, demişti. Bunun üzerine Ka'b hakkında: "Şu kitabtan kendilerine biraz pay verilenlere bakmaz mısın? Cibte ve tağuta inanıyorlar..." (en-Nisa, 4/51) âyeti nazil oldu. Kureyşliler hakkında da: "Şüphesiz ki asıl soyu kesik olan sana buğzedenin kendisidir." âyeti nazil oldu. Bu açıklamayı yine İbn Abbâs ve İkrime yapmışlardır. Bir diğer görüşe göre yüce Allah, Rasûlüne vahyi bildirip, Kureyş’i îman etmeye davet edince onlar: Muhammed bizden ebter oldu, yani bize muhalefet etti ve bizimle ilişkilerini kesti, bizden uzaklaştı, dediler. Yüce Allah Rasûlüne asıl ebter olanların kendileri olduğunu bildirdi. Bu açıklamayı yine İkrime ve Şehr b. Havşeb yapmışlardır. Dilciler şöyle demişlerdir: "Ebter" oğlu olmayan erkekler ile kuyruğu olmayan hayvanlar hakkında kullanılır. Hayırdan izi kesilen herbir iş de ebterdir. "Betr" kesmek demektir. "O şeyi tamam olmadan önce kestim" demektir. "Kesilmek"; " Keskin kılıç"; " Kuyruğu kesik" demektir, İşte bu kökten olmak üzere; Kuyruğu kesildi, kesilir, kuyruğu kesilmek" denilir. Hadîs-i şerîfte de: "Bu büteyrâ da nedir?" denilmiştir. İbnul-Esir, en-Nihâye, I, 93 Ziyad da el-Betra diye anılan bir hutbe irad etmiştir. Çünkü o, bu hutbenin başında Allah'a hamdetmedi, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a da salavat getirmedi. İbnu's-Sikkit dedi ki: "İki ebter" binek ve küledir. Hayırlarının azlığı dolayısıyla onlara "iki ebter" ismi verilmiştir. " Allah onu ebter etti" demektir. " Akrabalık bağlarını kesen adam" denilir. Şair de şöyle demiştir; "Dişi bir maymunun burnuna çıktığı aşağılık bir heriftir Yakın akrabalık bağlarına riayet etmeyen o herifin, akrabalık bağını kesmesinden ötürü." el-Butriyye, Zeydilere mensub bir fırkadır. Lakabt Ebter olan el-Muğire b. Sa'd'a nisbet edilmişlerdir. "Sumbur"a gelince bu da müşterek bir lafızdır. Tek başına kalan ve alt tarafları incelip, kabukları soyulan hurma ağacı olduğu söylenmiştir. "Hurma ağacının alt tarafı incelip soyuldu" denilir. Bunun, oğlu ve kardeşi olmayan, tek başına kalan adam, anlamında olduğu söylendiği gibi özel olarak havuzun aktığı yer demek olduğu da söylenmiştir. Bu açıklamayı Ebû Ubeyd nakletmiş olup şu mısraı zikretmektedir: "Suyun aktığı yer ile döküldüğü yer arasında..." Sunbur, aynı zamanda matarada demir yahut kurşundan olup kendisinden su içilen emzik anlamına da gelir. Bütün bunları el-Cevherî -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- nakletmiştir. Şanı yüce Allah, doğruyu en iyi bilendir. (Kevser Sûresi burada sona ermektedir. Allah'a hamd olsun). |
﴾ 0 ﴿