NASR SÛRESİ

Rahmân ve Rahîm Allah'ın İsmi ile

Medine'de indiği hususunda görüş birliği vardır. "Tevdi' (uğurlama, vedalaşma)" sûresi diye de adlandırılır. Üç âyettir.

Toptan inen en son sûredir, Müslim'in Sahih'inde belirtildiğine göre bunu İbn Abbâs ifade etmiştir. Müslim, IV, 2318; İbn Ebi Şeybe, Mûsannef, VII, 260; Taberânî, Evsat, VII, 199

1

Allah'ın yardımı ve fetih geldiğinde,

"Nasr" yardım demektir. Bu, Arapların; -kuraklığından ötürü bitki yeşertmek için yere olan yardımı dolayısıyla-: "Yağmur yere yardım etti" tabirlerinden alınmıştır. Şair de şöyle demiştir:

"(Ey bulut)! Haram ay çıktı mı artık vedalaş

Temim diyarı ile; buna karşılık Amir diyarına yardım et (yağmur yağdır.)!"

Şöyle de rivâyet edilmektedir:

"Artık haram ay girdi mi bırakıp git

Temim diyarını ve Âmir diyarına yardımcı ol!"

" Düşmanına karşı ona yardım etti, ona yardım eder" …denilir. İsmi: "Nusret, yardım" ...diye gelir.

"Düşmanına karşı ondan yardım istedi" demektir. "Birbirlerine yardım ettiler" anlamındadır.

Şöyle açıklanmıştır: Bu yardımdan kasıt yüce Allah'ın, Rasûlüne Kureyş'e karşı yardımıdır. Bu açıklamayı Taberî yapmıştır,

Kâfirlerden onunla savaşan herkese karşı ona yaptığı yardımıdır, diye de açıklanmıştır. Çünkü yardımın güzel sonucu, onun lehine olmuştu.

"Fetih" ile kastedilen ise, el-Hasen, Mücahid ve başkalarından nakledildiğine göre Mekke'nin fethidir.

İbn Abbâs ve Said b. Cübeyr dedi ki: Maksat, Medain'in ve sarayların fethedilmesidir.

Diğer ülkelerin fethidir, diye de açıklanmıştır. Ona ihsan edilen ilimler olduğu da söylenmiştir.

"diğinde" lâfzı; "mistir" anlamındadır. Yani Allah'ın yardımı gelmiştir. Çünkü bu sûre fetihten sonra inmiştir. Anlamının: "Sana geleceği vakit" şeklinde olması da mümkündür.

2

İnsanların bölük bölük Allah'ın dinine girdiklerini gördüğünde;

"İnsanların" Arapların ve başkalarının

"bölük bölük" yani kalabalıklar halinde, biri diğerinin ardında topluluklar olarak

"girdiklerini gördüğünde."

Şöyle ki, Mekke fethedil diğinde Araplar dedi ki: Allah kendilerini Fil sahiblerine karşı korumuşken Muhammed; Harem ahalisine karşı zafer kazandığına göre, artık sizin ona karşı koyacak gücünüz yok demektir. Bundan dolayı onlar ümmet be ümmet müslüman oluyorlardı. ed-Dahhak dedi ki: "Ümmet" kırk kişidir.

İkrime ve Mukâtil dedi ki:

"İnsanlar"la Yemenlileri kastetmiştir. Çünkü Yemen'den mü’min ve itaatkâr olarak yedi yüz kişi gelmişti.

Kimisi ezan okuyor, kimisi Kur'ân okuyor, kimisi lâ ilahe illallah diyerek tehlil getiriyordu. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buna çok sevindi. Ömer ve İbn Abbâs da adamışlardı.

İkrime'nin, İbn Abbâs'tan rivâyetine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

"Allah'ın yardımı ve fetih geldiğinde" (1. âyet) âyetini okudu ve bu arada Yemen ahalisi yufka yürekli, yumuşak tabiatlı, cömert kalbli, büyük haşyetti halde geldiler ve Allah'ın dinine topluluklar halinde girdiler," Ebû Yala, Müsned, IV, 384 (az farkla); Taberânî, Müsnedu'ş-Şâmiyyîn, I, 283.

Müslim'in Sahih'inde Ebû Hüreyre'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasülullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Size Yemen ahalisi gelmiş bulunuyor. Onlar kalpleri pek zayıf, yüreklen pek yufkadır. Fıkıh (derinliğine din bilgisi) Yemenlidir, hikmet de Yemenlidir." Müslim, I, 72; Buhâri, IV, 1594, 195; Tirmizi, V, 726; Müsned, II, 252, 267, 380. .

Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğu da rivâyet edilmiştir: "Ben hiç şüphesiz Rabbinizin nefesini Yemen tarafından alıyorum." Müsned, 11, 541, Taberânî, Evsat, V, 57, Heysemî, Mecma', X, 5

Bu hususta iki tevil (yorum) yapılmıştır:

1- Bundan maksat, kurtuluştur. Çünkü onların İslâm'a girişleri kalabalıklar, cemaatler halinde ardı arkasına gerçekleşmişti.

2- Yani şanı yüce Allah, Yemenlilerle Peygamberinin sıkıntılarını gidermiştir ki, ensar onlardır.t4)

Câbir b. Abdullah'ın şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Ben Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinledim: "Şüphesiz insanlar Allah'ın dinine bölük bölük girdiler ve pek yakında ondan bölük bölük çıkacaklardır." Müsned, III, 343; Heysemî, Mecmâ', VII. 281 -hadisi Cabir (radıyallahü anh)dan rivâyet eden komşusu.slııiu tanımadığını, ancak diğer ravilmnin sahih rical olduğu kaydıyla-; ayrıca: Hâkim, Müstedrek, IV, 541'de, Ebû Hüreyre'den. Bu hadisi el-Maverdi zikretmiştir. Maverdî, Nüket, VI, 3Ğ0.

es-Sa'lebî'nin lâfzı ise şöyledir: Ebû Ammar dedi ki: Bana Câbir, Tercemeye esas aldığımız nüshada ve matbu diğer nüshalarda: "Haddesenî, Cabirun li Cabir" şeklindedir. Ancak Müsned, Mecma've hadisi zikreden diğer kaynaklarda bu ifade:."haddesenî cârun li Cîhir" yani "Câbir'in bir kn$usıiMi bana anlam" şeklindedir. Doğrusu da budur. Yanlışlıkla X3r" kelimesi Tâbir" diye yazılmış veya okunmuştur Câbir'e ait olan şu rivâyeti nakletti, dedi ki: Cabir bana insanların durumu hakkında suru sordu. Ben de onlara ihtilâfları ve ayrılıkları halini ona haber verdim. Ağlayarak şöyle demeye başladı: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinledim: "Şüphesiz insanlar Allah'ın dinine bölük bölük girdiler, Yakında yine Allah'ın dîninden bölük bölük çıkacaklardır." Müsned, III. 3*3; Heysemî, Mecma', VII, 2B1; ayrıca bk Süyutî, ed-Durru'l-Mensur, VIII, 664.

3

Hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve Ondan mağfiret dile! Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.

"Hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve Ondan mağfiret dile!" Namaz kıldığın vakit, bunları çokça yap, demektir, Bir açıklamaya göre: "(.......): Tesbih et": Namaz kıl, demektir. Bu açıklama İbn Abbâs'tan nakledilmiştir.

"Rabbini hamd ile" yani sana ihsan etmiş olduğu zafer ve fetih dolayısıyla ona hamdederek

"ve O'ndan mağfiret dile!" Allah'tan sana mağfiret etmesini (günahlarım bağışlamasını) iste!

Bir başka açıklamaya göre

"tesbih et" âyetinden kasıt, tenzih etmektir. Yani sen; kendisi hakkında câiz olmayan (düşünülmesi imkansız olan) hususlardan O'nu -O'na şükretmekle birlikte- tenzih et

"ve O'ndan mağfiret dile!" Yani sürekli zikir ile birlikte Allah'tan bağışlanma dile!

Ancak birinci açıklama daha kuvvetlidir.

Hadis İmâmları -lâfız Buhârî'nin olmak üzere- Âişe (radıyallahü anha)'dan şöyle dediğini rivâyet etmişlerdir:

"Allah'ın yardımı ve fetih geldiğinde" (1. âyet) Sûresi Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a nazil olduktan sonra kıldığı herbir namazda mutlaka; " Rabbim, Seni tenzih ederiz ve Seni hamdinle (zikrederiz). Allah'ım, bana mağfiret buyur" derdi. Buhârî. IV, 1900; Müslim, I, 350, 351; Nesâî, ti, 190: Müsned, VI, 190.

Yine ondan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) rükûunda ve sücûdunda: "Allah'ım, Rabbimiz, Seni tenzih eder ve hamdinle Seni anarız. Allah'ım, bana mağfiret buyur" der (ve bu hususta) Kur'ân'ı tevil ederdi yani Kur'ân'ın bu husustaki emirlerine göre bunu yapardı. Buhârî, I, 274, 281, IV, 1562, 1901; Ebû Dâvûd, I, 232; Nesâî, II, 219, 220; Müsned, VI, 43, 49, 100.

Sahihin dışındaki eserlerde şöyle denilmektedir: Ummu Seleme dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) son zamanlarında ne kadar kalkar, oturur, gider ve gelirse mutlaka: "Allah'ı tenzih ederim ve O'na hamdederim. Allah'tan mağfiret diler ve O'na tevbe ederim" der ve şöyle buyururdu: "Çünkü ben bununla emrolundum." Sonra da:

"Allah'ın yardımı ve fetih geldiğinde" sûresini sonuna kadar okudu Taberi, Câmiu'l-Beyân, XXX, 335; İbn Kesîr, Tefsir, IV, 64 -Taberi tarafından rivâyet edildiği ve garîb olduğu kaydıyla.-

Ebû Hüreyre dedi ki: Bu sûrenin inişinden sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) daha çok ibadet etmeğe başladı. O kadar ki ayakları şisti, bedeni zayıfladı, daha az gülümser oldu, daha çok ağlamaya başladı

İkrime dedi ki: Bu sûrenin nüzulünden sonra âhiret ile ilgili hususlarda Peygamberin gösterdiği aşın gayreti asla başka zaman göstermiş değildir.

Mukâtil dedi ki; Bu sûre nazil olunca Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onu ashabına okudu. Aralarında Ebû Bekir, Ömer ve Sa'd b. Ebi Vakkas da vardı. Sevindiler ve bundan dolayı memnun da oldular. Abbas (radıyallahü anh) ise ağladı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: "Ne diye ağlıyorsun amcacığım?" dedi. Abbas: Sana vefatının yaklaştığı haberi verildi, dedi. Peygamber: "Şüphesiz ki durum senin dediğin gibidir" dedi. Ondan sonra da altmış gün yaşadı. Bu süre zarfında yüzünün güldüğü görülmedi.

Yine denildiğine göre; bu sûre teşrik günlerinden sonra Veda haccında Minâ'da nazil olmuştur. Ömer ve Abbas ağlayınca onlara: Şüphesiz bu bir sevinç günüdür, denildî. Onlar: Hayır, bu günde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın vefatı haber verilmektedir, dediler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Doğru söylediniz. Bana vefat edeceğim haberi verilmiş oldu." Diye buyurdu.

Buhârî'de ve başka eserlerde İbn Abbâs'tan şöyle dediği nakledilmektedir: Ömer b. el-Hattâb (huzuruna girmek üzere) Bedir'e katılanlara izin verirdi. Bana da onlarla birlikte izin verildi. (İbn Abbâs) dedi ki: Onlardan bazıları bu işlen rahatsız oldular ve şöyle dediler: Bizim çocuklarımız arasında onun gibi kimseler bulunduğu halde bu genç delikanlıya bizimle beraber huzuruna girmesi için izin veriyor. Ömer onlara; O sizin de (konumunu) bildiğiniz bir kimsedir. (İbn Abbâs devamla) dedi ki: Bir gün onlara (huzuruna girmeleri için) izin verdi. Bana da onlaria birlikte girme izni verdi. Kendilerine şu:

"Allah'ın yardımı ve fetih geldiğinde" (1. âyet) Sûresi hakkında soru sordu. Onlar: Yüce Allah, peygamberine -Allah'ın salât ve selâmı ona-fetih verdiği vakit, kendisinden mağfiret dileyip, kendisine tevbe edip dönmesini emretmektedir. Ömer: Ey İbn Abbâs ya sen ne dersin? diye sordu. Ben de: Hayır böyle değildir. Aksine yüce Allah peygamberine -Allah'ın salât ve selamı ona- ecelinin, yaklaştığını haber vermekte ve:

"Allah'ın yardımı ve fetih geldiğinde, insanların bölük bölük Allah'ın dinine girdiklerini gördüğünde, hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve O'ndan mağfiret dile! Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir." diye buyurdu, dedim. Bunun üzerine Ömer (radıyallahü anh) şöyle dedi: İşte siz, bunun için mi beni kınıyorsunuz. Buhârî, IV, 1563; Müsned, I, 337; ayrıca nisbeten muhtasar olarak: Buhârî, III, 1327, IV, 1901, 1611.

Buhârî'de ise şöyle denilmektedir: Ömer bunun üzerine: Ben de bu sûreden ancak senin dediğini biliyorum, diye cevab verdi. Buhârî bir önceki notta gösterilen yerler

Bunu Tirmizi de rivâyet etmiştir. (İbn Abbâs) dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ashabı ile birlikte Ömer bana da soru sorardı. Abdu'r-Rahmân b. Avf ona: Bizim onun dengi oğullarımız varken ona soru mu soruyorsun, dedi. Bu sefer ona Ömer: O bizim bildiğimiz bir sebepten dolayıdır, dedi. Ömer ona şu:

"Allah'ın yardımı ve fetih geldiğinde" âyeti hakkında sordu. Ben de şöyle dedim: Bu(radıyallahü anhda kastedilen) Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ecelidir. Ona (ecelinin yaklaştığını) bildirdim. Sonra sûreyi sonuna kadar okudu. Bunun üzerine Ömer: Allah'a yemin ederim. Ben de bu sûre hakkında senin bildiğinden başka bir şey bilmiyorum dedi. (Tirmizi) dedi ki; Bu hasen, sahih bir hadistir. Tirmizi, V, 450.

Şayet; Yüce Allah, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın hangi günahını bağışlayacak ki ona mağfiret dilemesini emretmektedir? diye sorulursa, ona şöyle cevab verilir; Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) duasında:

"Rabbim bana günahımı, cahilliğimi, bütün işlerimde aşırı gidişimi ve Senin benden daha iyi bildiğin herşeyi bana bağışla! Allah'ım, hatamı, kasten yaptıklarımı, bilgisizce yaptıklarımı, şakamı bana bağışla ve bütün bunlar bende var. Allah'ım, önden neyi gönderdim, geriye neyi bıraktımsa, neyi açığa vurdum, neyi gizledimse Sen bana bağışla! Sen öne alan, geriye bırakansın. Şüphesiz ki Sen herşeye gücü yetensin." Bıthâri, V, 2350; Müslim, IV, 2087; Müsned, IV, 417. Bu bakımdan Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Allah'ın kendisine ihsan etmiş olduğu nimetlerin büyüklüğü dolayısıyla, kendisinin kusurlu olduğunu görüyor ve bunların gereklerini yerine getirmekteki kusurunu da birtakım günahlar olarak değerlendiriyordu.

Âyetin şu anlamda olma ihtimali de vardır: Sen hep O'na bağlı kal, O'ndan istekte bulun, O'ndan umutla dileklerde bulun. Hakları gereği gibi yerine getirmek hususunda kusurlu olduğunu görerek yalvarıp yakar.

Böylelikle amelleriyle yetinmesin.

Şöyle de açıklanmıştır; Mağfiret dilemek, gerçekleşmesi gereken bir taabbüddür, yapılması gerekir. Günahların bağışlanması gerçekleşsin diye değil, aksine taabbüd olmak üzere yapılmalıdır.

Şöyle de açıklanmıştır: Amellerine güvenip, mağfireti terketmesinler diye ümmetinin dikkati çekilmektedir.

"Ondan mağfiret dile!" huyruğunun ümmetin için mağfiret dile, anlamında ulduğu da söylenmiştir.

"Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir." Teşbih edenlere, mağfiret dileyenlere, tevbe etmeyi nasib eder, onlara merhamet buyurur ve tevbeleri-nİ kabul eder. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) masum (günahtan korunmuş) olduğu halde, mağfiret dilemekle emrolunduğuna göre, ya başkası hakkında ne düşünülür!

Müslim, Âişe'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): " Allah'ı hamdi ile teşbih eder, Allah'tan mağfiret diler ve O'na tevbe ederim." sözlerini çokça söylerdi. (Âişe) dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü, dedim. Görüyorum ki sen: "Allah'ı hamdiyle teşbih ederim. Allah'tan mağfiret diler, O'na tevbe ederim," sözlerini çokça söylüyorsun, (sebebi nedir)? Şöyle buyurdu: "Rabbim bana ümmetimde bir alâmet göreceğimi haber vermişti. Bu alameti gördüğüm takdirde "Allah'ı hamdiyle teşbih ederim, Allah'tan mağfiret diler ve O'na tevbe ederim" sözlerini çokça söylememi buyurdu. İste ben bu alameti görmüş bulunuyorum.

"Allah'ın yardımı ve fetih geldiğinde" Mekke fethedildiğinde

"insanların bölük bölük Allah'ın dinine girdiklerini gördüğünde hemen Rabbini hamd ile teşbihet ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir" (âyetlerini okudu.)

İbn Ömer dedi ki: Bu sûre Veda Haccı sırasında Mina'da nazil oldu. Daha sonra:

"Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslamı beğenip seçtim." (el-Mâide, 5/3) âyeti nazil oldu. Bundan Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) seksen gün yaşadı. Daha sonra da Kelâle âyeti (aynı zamanda sûrenin son âyeti olan en-Nisa, 4/176. âyet) nazil oldu. Ondan sonra Peygamber elli gün yaşadı. Daha sonra:

"Yemin olsun ki içinizden size öyle bir peygamber geldi ki..." (et-Tevbe, 9/128) âyeti nazil oldu. Bundan sonra otuzbeş gün yaşadı.

Daha sonra:

"Bir de Allah'a döndürüleceğiniz bir günden korkunuz..." (el-Bakara, 2/281) âyeti nazil oldu. Bundan sonra da onbir gün yaşadı. Mukâtil yedi gün dedi. Daha önce: el-Bakara Sûresi'nde- (2/281. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunan daha başka açıklamalar da yapılmışın".

Yüce Allah'a hamdolsun. (Nasr Sûresi burada sona ermektedir).

0 ﴿