TEBBET SÛRESİ

Rahmân ve Rahîm Allah'ın İsmi ile

Mekke'de indiği hususunda görüş birliği vardır. Beş âyet-i kerimedir.

1

Ebû Leheb'in iki eli kurusun. (Kendisi de) helâk oldu zaten.

Bu âyete dair açıklamalarımızı üç başlık halinde sunacağız:

1- Nüzul Sebebi ve Ayetin Anlamı:

"Ebû Leheb'in iki eli kurusun..." âyeti hakkında -lâfız Müslim'e ait olmak üzere- Buharî ve Müslim ile başka eserlerde İbn Abbâs'ın şöyle dediği rivâyet edilmektedir:

"Yakın akrabanı uyar. " (eş-Şuara, 26/214);

"Ve aralarından ihlâsa erdirilmiş taraftarlarını" Nevevi diyor ki: 'İbarenin zahirinden anlaşıldığına göre "ihlâsa erdirilmiş taraftarlarını" ifadesi, indirilmiş Kur'ân’ı bir ifade iken sonradan nesh edilmiştir." (Şerhu Müslim, 111, «2; ayrıca bk. İbn Hacer, Fethu'l-Bâri, VI», 502 ve 737) âyeti nazil olunca, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) evinden çıktı ve Safâ'nın üzerine çıktı. (Savaş ve baskın tehlikesini haber vermek üzere kullanılan): "Ya sabâhâh" (sabah baskınına uğradık)! diye seslendi. Onlar: Bu seslenen kim? dediler. Muhammed diye cevap verdiler. Onun etrafında toplandılar. Şöyle buyurdu: "Ey filanoğulları, ey filanoğulları, ey filan oğulları. Ey Abd-i Menafoğulları, ey Abdu'l-Muttaliboğulları!" Hepsi de onun etrafında toplandılar. Bunun üzerine şöyle dedi: "Bu dağın arka tarafında karsınıza çıkmak üzere bir grub süvarinin bulunduğunu size haber verecek olsaydım, ne dersiniz? Benim bu verdiğim haberi tasdik eder miydiniz?" Onlar: Biz şimdiye kadar senin yalan söylediğini tesbit etmedik, dediler. Peygamber: "İşte ben şüphesiz son derece çetin bir azâbın önünde sizin için bir uyarıp korkutanım." dedi. Bunun üzerine Ebû Leheb: Helâk olasıca! Sadece bunun için mi bizi topladın' dedi. Sonra kalkıp gitti. Bu sefer şu:

"Ebû Leheb’in iki eli kurusun. Helâk oldu zaten" diye başlayan bu sûre nazil oldu. (Hadisi) böylece (rivâyet eden) el-A'meş, sûreyi sonuna kadar okudu. Buhârî, IV, 1902; Müslim, I, 193.

el-Humeydi ve başkaları şunu eklemektedir: Ebû Leheb'in karısı kendisi ve kocası hakkında Kur'ân'dan nazil olan buyrukları işitince beraberinde Ebû Bekir (radıyallahü anh) ile Kabe'nin yakınında Mescid-i Haramda oturmakta olan Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanına gitti. Elinde avuç dolusu taş da vardı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanıbaşında durduğu halde Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı görmesin diye Allah gözlerini perdeledi. Ebû Bekir'den başkasını görmüyordu. Ey Ebû Bekir, dedi. Bana ulaştığına göre senin arkadaşın beni hicvediyormuş. Allah'a yemin olsun onu bulacak olursam, bu taşları onun ağzına atarım. Allah'a yemin ederim ben şair bir kadınım:

"Çok yerilen birisine karşı geldik.

Onun emrinden yüz çevirdik

Ve onun dinini terkettik."

dedi ve çekip gitti.

Ebû Bekir: Ey Allah'ın Rasûlü ne dersin? Seni görmedi mi? diye sordu. Peygamber: "Hayır, beni görmedi. Allah, beni görmesin diye onun gözünü perdeledi" diye buyurdu. Humeydi, Müsned, I, 153-154; Hâkim, Müstedrek, II, 393; Ebû Yala, Müsned, I, H3

Kureyşliler Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı "yerilen (müzemmem)" diye adlandırıyor ve böylece ona hakaret etmek istiyorlardı. Peygamber de şöyle buyurdu: "Allah'ın Kureyş'in vermek istediği eziyetleri benden nasıl çevirdiğine hiç hayret etmiyor musunuz? Onlar "müzemmem" diye birisini hicvedip ona sövüp sayıyorlar. Ben ise Muhammed (çokça övülen)'im." Buhârî, III, 1299; Müsned, II. 30>9.

Bir diğer açıklamaya göre; sûrenin nüzul sebebi Abdurrahman b. Zeyd'in naklettiği üzere şöyledir Ebû Leheb Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gelip: Ey Muhammed! Sana îman edecek olursam, bana ne verilecek? dedi Peygamber: "Diğer müslümanlara verilenlerin gibisi" diye buyurdu. Ebû Leheb: Benim onlara bir üstünlüğüm olmayacak mı? dedi. Peygamber: "Nasıl bir şey istiyorsun?" diye sordu. Ebû Leheb: Böyle bir din olmaz olsun. Ben bunlarla birlikte eşit mi olacağım, dedi. Bunun üzerine onun hakkında yüce Allah:

"Ebû Leheb'in iki eli kurusun. Helâk oldu zaten" âyetlerini indirdi.

Abdurrahman b. Keysan'ın naklettiği üçüncü bir görüş: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanına bir heyet gelecek olursa, Ebû Leheb onların yanına giderdi. Onlar da Ebû Lebeb'e Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında soru soruyorlar. Ona: Sen onu bizden daha iyi tanırsın, diyorlardı. Ebû Leheb onlara şöyle diyordu: O çok yalancı bir sihirbazdır. Bunun üzerine Peygamberin yanına gitmiyor, geri dönüyor ve onunla karşılaşmıyorlardı. Yine bir heyet gelmişti. Ebû Leheb aynı şeyleri onlara da yaptı. Onlar: Hayır onu görüp de, sözlerini dinlemedikçe geri gitmeyeceğiz, dediler. Bu sefer Ebû Leheb onlara şöyle dedi: Biz hala onu tedavi edip duruyoruz. O helâk olsun, o yok olsun. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a bu durum haber verilince bundan dolayı çokça üzüldü. Yüce Allah, bu sebeble: "Ebû Leheb'in iki eli kurusun..." sûresini indirdi.

Bir diğer görüşe göre Ebû Leheb, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a bir taş atmak istedi. Yüce Allah onun bu isteğine engel oldu ve onun bu haline engel olunması dolayısıyla da yüce Allah:

"Ebû Leheb'in iki eli kurusun, helâk oldu zaten" âyetlerini indirdi.

" (îki eli) kurusun" âyeti hüsrana uğrasın, demektir. Bu açıklamayı Katade yapmıştır. Ziyana uğrasın, anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu açıklamayı İbn Abbâs yapmıştır.

Sapıttı, diye de açıklanmıştır ki, bu da Atâ'nın açıklamasıdır.

Helâk olsun, anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu da İbn Cübeyrin açıklamasıdır. Yemen b. Riab dedi ki: Hiçbir hayır elde etmesin demektir.

el-Esmai, Ebû Amr b. el-Ala'dan naklettiğine göre; Osman -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- öldürülünce insanlar sahibini gömleksizin birisinin şöyle seslendiğini işittiler:

"Yemin olsun seni yalnız bırakıp geri gittiler

Ne geriye baktılar, ne de döndüler.

Adaklarının gereğini yerine getirmediler

O yaptıkları sebebiyle helâk olasıcalar."

Özellikle "ellerin kurumasından sözedilmesi, çoğu işlerin ellerle yapılmasından dolayıdır. Yani o eller de hüsrana uğrasın, kendisi de hüsrana uğrasın. "Eller" ile bizzat kendisinin kastedildiği de söylenmiştir. Çünkü bazan kişinin kendisinden "elleri" diye sözedilebilir. Nitekim yüce Allah:

"Bu senin ellerinin önden gönderdiği sebebiyledir." (el-Hac, 22/10) diye buyurmaktadır. Bundan maksat, bizZat kendinin ... demektir.

İşte Arapçanın üslubu, yolu yordamı budur. Bazan bir şeyin bir kısmını zikreder ve onun tamamını kasteder. Nitekim: " O kimseye zamanın eli, musibetlerin ve ölümlerin eli isabet etti" denilirken "bütün bunlar o kimseye isabet etti" demek olur. Şair de şöyle demiştir:

"Musibetlerin eli onun üzerine çullanınca,

Yok mu himaye edip koruyacak olan kimse? diye seslendi."

"(Kendisi de) helâk oldu zaten" âyeti hakkında el-Ferrâ' dedi ki: Birinci "teb (ellerin kuruması, helâk oluş)" (bed)duadır. İkincisi ise haberdir. Nitekim: Allah onu helâk etsin, zaten de helâk oldu, demek gibidir. Abdullah b. Ubey'in kıraatinde ise: "Zaten helâk olmuştur" şeklindedir.

Ebû Leheb'in ismi Abdu'l-Uzza'dır. Abdu'l-Muttalib'in oğlu olup, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın amcasıdır. Karısı el-Avra Um Cemil ise, Ebû Süfyan b. Harbin kızkardeşidir. Her ikisi de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a aşırı derecede düşman idi.

Tarık b. Abdullah el-Muharibi dedi ki: bizler Zü’l-mecaz panayırında iken bir kimsenin şunları söylemekte olduğunu duydum: "Ey insanlar! Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur deyiniz, kurtuluşa ereceksiniz." Bir de baktım ki, arkasından bir adam ona taş atıyor. Bacaklarını ve topuklarını kanatmış olduğu halde şöyle diyordu: Ey insanlar! Bu bir yalancıdır, bunu tasdik etmeyiniz. Ben: Bu kim? dedim. Muhammed, dediler, peygamber olduğunu ileri sürüyor. Bu da amcası Ebû Leheb'dir, o da onun yalancı olduğunu söylüyor.

Atâ, İbn Abbâs'dan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Ebû Leheb dedi ki: Muhammed sizi büyüledi. Çünkü bizden herhangi bir kimse bir yaşını bitirmiş bir kuzuyu yiyor ve büyükçe bir kova süt içiyor yine doymuyor. Oysa Muhammed sizi bir koyun bacağı ile doyurdu, bir miktar süt içirerek susuzluğunuzu giderdi.

2- Ebû Leheb'e Bu İsmin Veriliş Sebebi:

Yüce Allah'ın:

"Ebû Leheb" âyeti ile ilgili olarak şöyle denilmiştir: Ona Leheb (alev) adının verilişi güzelliğinden ve yüzünün parlaklığından dolayıdır. Bazıları bunun müşriğe künye verilebileceğine delil olduğunu zannetmişlerse de bu kanaat batıldır. Çünkü ilim adamlarına göre yüce Allah'ın ona

"Ebû Leheb (alevin babası)" künyesini verişinin dört sebebi vardır:

1- Onun ismi Abdu’l-Uzza (Uzza'nın kulu) idi. Uzza ise bir puttur. Yüce Allah, Kitabında hiçbir puta kulluk izafe etmiş değildir.

2- O isminden çok künyesi ile meşhur olmuştu. Ondan dolayı açıkça künyesi zikredilmiştir.

3- İsim, künyeden daha şereflidir. Bu bakımdan yüce Allah, onu daha şerefli olandan daha aşağı mertebeye indirmiştir. Zira ondan haber vermek kaçınılmaz bir şeydi. İşte bundan dolayıdır ki yüce Allah, peygamberlere isimleri ile seslenmiş, onlardan herhangi bir kimseden künyesi ile sözetmemiştir.

İsmin künyeden daha şerefli olduğunu gösteren hususlardan birisi de şudur: Yüce Allah'a isim verilir ama künye verilmez. Her ne kadar bu çok açık ve belli olmakla; künye taşımaktan yüce ve mukaddes olduğundan ötürü künyenin ona nisbeti imkansız olmakla birlikte böyledir.

4- Yüce Allah onu cehenneme sokmakla onun mensub olduğu künyenin (manasını) gerçekleştirmeyi murad etmiştir. Onun nisbetini gerçekleştirmek kendisi adına seçtiği, uğur kabul ettiği hususu yerine getirmek için o, o ateşin babası (yani o ateşe atılan) kimse olmasını dilemiştir.

İsmi ile künyesinin aynı şey olduğu da söylenmiştir. Onun yakınları ona -yüzünün alev gibi parlaması ve güzelliğinden ötürü- Ebû Leheb ismini veriyorlardı. Onların sevilen ve hoşlanılmayan hakkında ortak olarak kullanılabilen "Ebû'n-Nûr, Ebû'z-Ziya (nurun babası, aydınlığın babası, nurlu aydınlıklı)" demelerini engellemiş ve sadece hoşlanılmayan ve yerilen kimselere mahsus olan "Leheb (ateş alevi)"e izafe etmelerini sağlamıştır ki, Leheb (alev) ateşin kendisidir. Daha sonra da ateşi onun karar kılıp yerleşeceği yer kılmak sureti ile de bunu gerçekleştirmiş olacaktır.

Mücahid, Humeyd, İbn ,Kesir ve İbn Muhaysın "Ebû Leheb" lâfzının "he"sini sakin olarak; (........) diye okumuşlar; fakat, "Alevli" lâfzının "he" harfinin üstün olduğu hususunda da (kıraat âlimleri) ihtilaf etmemişlerdir. Çünkü onlar bu hususta âyetlerin sonlarını gözönünde bulundurmuşlardır

3- Meydana Gelen Olaylar ve Kader:

İbn Abbâs dedi ki: Yüce Allah, Kalemi yaratınca una: Olacak şeyleri yaz dedi. Onun yazdığı şeyler arasında

"Ebû Leheb'in iki eli kurusun" da vardı.

Mansur dedi ki: el-Hasene yüce Allah'ın;

"Ebû Leheb'in iki eli kurusun"

âyeti hakkında soru soruldu: Acaba bu da Ummu'l-Kitab'ta var mıydı diye ve acaba Ebû Leheb, cehennem ateşini isteseydi boylanmayabilir miydi? el-Hasen şöyle dedi: Allah'a yemin ederim, orayı isteği ile boylayamaması onun gücünde olan bir şey değildir. Şüphesiz ki o, Ebû Leheb de, onun anne ve babası da yaratılmadan önce Allah'ın Kitabında böyle idi. bunu Mûsa'nın, Âdem'e söylediği: "Sen Allah'ın eliyle yarattığı, kendisine ruhundan üflediği, cennetine yerleştirdiği, kendisine meleklerini secde ettirdiği Âdem'sin. İnsanları zarara uğrattın, onları cennetten çıkardın" sözüne karşılık Âdem'in söylediği şu sözler de desteklemektedir: Sen de Allah'ın kelamı İle (kendisi ile konuşmakla) seçtiği Mûsa'sın. Sana Tevrat'ı verdi. Sen yüce Allah'ın benim hakkımda gökleri ve yeri yaratmasından önce yazmış olduğu bir durumdan ölürü mü beni kınıyorsun? Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Âdem getirdiği delil ile Mûsa'ya galib geldi." Buharî, III, 1251, IV, 1764, VI, 2439, 2730; Müslim, IV, 2042, 2043, 2044; Tirmizi, IV, 444; Ebû Davud, IV, 226; İbn Mace, I, 31; Muvatta’, II, H98; Müsned, II, 164. 2H7, 392, 398... Bu (rivâyet) daha önceden (Ta-Ha, 20/121. âyet, 3. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

Hemmâm'ın, Ebû Hüreyre'den naklettiği hadiste Âdem, Mûsa'ya şöyle demiş: "Sen Allah'ın beni yaratmadan önce Tevrat'ı ne kadar bir süre önce yazdığını biliyor musun!'" Mûsa: "İkibin yıl önce" dedi. Âdem şöyle dedi: "Peki sen Tevrat'ta

"Âdem Rabbinin emrine karşı geldi de şaşırdı" (Taha, 20/121) âyetini da gördün mü?" Mûsa: "Evet" dedi. Bu sefer Âdem şöyle dedi: "Allah'ın benim hakkımda işlemeyi ben yaratılmadan ikibin yıl önce yazıp takdir etmiş olduğu bir işten ötürü beni nasıl kılarsın?" Böylece Âdem getirdiği delil ile Mûsa'yı yenik düşürdü. Müslim, IV, 2044'te Hemmâm'ın daha önce zikrediltrnleıiııki gibi rivâyet ettiğini kaydetmekte olup Kurtubî'nin bundan sonra değindiği rivuyete atıfla bulunmaktadır.

Tavus, İbn Hürmüz ve el-Arec'in Ebû Hüreyre'den rivâyetlerinde "...kırk yıl süre ünce,.." şeklindedir. Müslim, IV, 2043.

2

Malı da, kazandığı da kendisine fayda vermedi.

Onun topladığı mal, kazandığı makam ve mevki, Allah'ın azabını kendisinden uzaklaştırmadı. Mücahid dedi ki: Sahih olduğu evlat (da bir işe yaramadı.) Çünkü kişinin evlatları da kendi kazançları arasındadır.

el-Ameş,

"Kazandığı" anlamındaki âyeti; diye okumuş ve bunu İbn Mes’ûd'dan rivâyet etmiştir.

Ebû't-Tufayl dedi ki: Ebû Leheb'in oğulları gelip İbn Abbâs'ın huzurunda davalaşlılar. Sonra da birbirleriyle döğüştüler. Onlara engel olmak için kalktı, onlardan birisi onu itti ve yatağın üzerine düştü. İbn Abbâs -çocuklarını kastederek-: Şu kötü kazancı huzurumdan çıkartınız, dedi.

Âişe (radıyallahü anha)'dan rivâyete göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) söyle buyurmuştur; "Kişinin yediği en hoş şey, onun kazancından yedikleridir ve elbetteki onun evlatları da kazanılan cümlesindendir." Bu hadisi Ebû Dâvûd rivâyet etmiştir. Ebû Davud, III, 2HH; Nesâi, VII, 240, 241; İbn Mace, II, 723; Müsned, VI, 31, M, 127, 191

İbn Abbâs dedi ki: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) yakın akrabalarını cehennem ateşi ile korkutup uyarınca Ebû Leheb: Şayet kardeşimin oğlunun dediği gerçek ise malımı ve çocuklarımı fidye vererek kendimi kurtarırım, dedi. Bunun üzerine,

"Malı da, kazandığı da kendisine fayda vermedi" âyeti nazil oldu.

"Fayda vermedi" âyetindeki; ...me" edatının nefy olması da mümkündür. (Mealde olduğu gibi); soru olması da mümkündür. Yani bunun kendisine ne faydası oldu ki?

İkinci nin; anlamında (ism-i mevsul) olması da mümkündür. Fiille beraber mastar manasını vermesi de mümkündür. Onun malı ve kazandıkları kendisine bir fayda vermedi, demek olur. (Birinci soru edatı kabul elidilirse: Onun malının ve kazandıklarının kendisine faydası nedir, demek olur.)

3

Alevli bir ateşi boylayacaktır o.

Alev alev yanan ateş demektir.

Buna dair açıklamalar daha Önceden el-Murselat Sûresi'nde (77/31- âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

"Boylayacaktır o" anlamındaki: âyeti genel olarak "ye" harfi üstün olarak okunmuştur.

Ebû Reca ve el-A'meş ise "ye" harfini ötreli okumuşlardır. Bu kıraati ayrıca Mahbub, İsmail'den, o İbn Kesîr'den; Hüseyn, Ebû Bekir'den, o Âsım'dan da rivâyet ettiği gibi el-Hasen'den de rivâyet edilmiştir. (Ateşe atılacaktır, demek olur".)

Eşheb el-Ukayli, Ebû's-Semmal el-Adevi ve Muhammed b. es-Sümeyka' ise "ye"yi ötreli "sad"ı üstün ve "lam" harfini şeddeli olarak okumuşlardır. (Bu) okuyuş Allah, onu oraya atacaktır demek olup yüce Allah'ın:

"Ve cehenneme bir atılış" (el-Vakıa, 56/94) âyetinden (hareketle böyle okunmuş)dur. Diğeri ise; "Başkasını atmak"tan gelmektedir ki; Allah onu atacaktır, demektir.

Yüce Allah'ın:

"Biz onu ateşe sokacağız." (en-Nisa, 4/30) âyetinden dolayı böyle okumuşlardır. Ancak tercih edilen İlk okuyuştur. Çünkü insanlar onun üzerinde icma (ittifak) etmişlerdir. Buna da yüce Allah'ın;

"Kendisi cehenneme girecek olan müstesna" (es-Saffat, 37/163) âyeti gerekçe gösterilmiştir.

4

Karısı da; odun taşıyıcısı olarak,

"Karısı" Ummu Cemil

"da..."

İbnu’l-Arabi dedi ki: Um Kabih el-Avra'dır. Cemil" güzel, "Kehih" çirkin, "Avra" tek gözü kor katlın demektir O tek gözü kör bir kadın idi.

"Odun taşıyıcısı olarak" âyeti hakkında İbn Abbâs, Mücahid, Katade ve es-Süddi şöyle demişlerdir: Bu kadın, insanlar arasında laf götürür getirirdi. Araplar birisi diğerinin aleyhine başkalarını kışkırtacak olursa; Filan kişi filanın aleyhine udun taşır" derler. Şair de şöyle demiştir:

"Şüphesiz el-Edremoğulları odun taşıyanlardır

Onlar hem hoşnutluk zamanında, hem kızgınlık halinde laf alıp götürenlerdir.

Lanet olsun üzerlerine onların ve beş parasız, çırılçıplak kalsınlar ortada."

Bir başka şair de şöyle demiştir:

"Bir binek sırtında (binilerek) avlanılmamış beyazlardandır o,

Kabile arasında yaş odun götürüp getirmemiştir."

Şair bununla laf götürüp getirmediğini kastetmektedir. "Yaş odurTdan sözetmesi ise daha kötü bir şekilde yanan aşırı duman çıkarttığına işaret etmek içindir.

Eksem b. Sayfi çocuklarına şöyle demiştir: Laf götürüp getirmekten okça sakınınız. O yangın çıkartan bir ateştir. Şüphesiz laf taşıyıcının bir saatte yaptığını, bir sihirbaz bir ayda yapamaz. Bir şair bu anlamdan hareketle şöyle demiştir:

"Şüphesiz laf taşıyıcılık bir ateştir, sakın ondan hem yakıcıdır

Ondan kaç alabildiğince ve bu işi yapandan uzak dur."

Bundan dolayı: Kin ateşi sönmez denilmiştir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'den da: "Laf alıp götüren kimse cennete girmez" Müslim, 1. 101; Müsned, V, 391, 396. 399, 406. dediği sabit olmuştur. Yine o şöyle buyurmuştur: "İki yüzlü kimse Allah nezdinde değerli birisi olamaz." Yine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İnsanların en kötülerinden birisine bir yüzle, diğerlerine bir başka yüzle giden iki yüzlü kişidir." Buhârî, VI, 2626; Müslim, 2011; Muvatta’, II, 99 il Müsned, 11. 307,

Ka'b el-Ahbar dedi ki: İsrailoğulları bir kıtlık musibeti ile karşılaştılar. Mûsa (aleyhisselâm) onları yanına alıp üç defa yağmur duasına çıktığı halde onlara yağmur yağdırılmadı. Mûsa: "İlâhi kullarındır (bunlar)" dedi. Yüce Allah ona: "Ben ne senin, ne de seninle" birlikte olanların duasını kabul ederim. Çünkü onlar arasında laf götürüp getiren birisi vardır ve o laf taşıyıcılığını ısrarla yapmaktadır." diye buyurdu. Mûsa dedi ki: " Rabbim kim o? (Bize söyle) ki onu aramızdan çıkartalım." Yüce Allah şöyle buyurdu: "Ey Mûsa! ben sana laf taşıyıcılığını yasaklarken kendim mi başkasını jurnalleyeyim?" (Ka'b) dedi ki: Hep birlikte tevbe ettiler ve bunun üzerine onlara yağmur yağdırıldı. (Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır).

Laf taşıyıcılık (nemime, koğuculuk) büyük günahlardandır. Bu hususta görüş ayrılığı yoktur. Öyle ki el-Fudayl b. İyad şöyle demiştir: Üç şey vardır ki salih ameli yıkar, oruçlunun orucunu bozar ve abdesti de bozarlar: Gıybet (çekiştirmek), nemime (koğuculuk) ve yalan.

Atâ b. es-Saib dedi ki: eş-Şa'bi'ye Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ın: "Kan döken, laf alıp götüren ve faiz alıp veren bir tacir cennete girmeyecektir." sözünü hatırlattım; şöyle dedi: Ey Ebû Amil Yüce Allah laf alıp götüreni katil ve Faiz yiyenle birlikte mi zikretti? diye sordum eş-Şa'bi: Acaba kanların dökülmesinin, malların talan edilmesinin, çok büyük kötü işlerin körüklenmesinin, laf alıp götürmekten başka bir sebebi mi var, dedi.

Katade ve başkaları şöyle dedi: (Um Cemil) Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı fakirliği dolayısıyla ayıplıyordu. Diğer taraftan mallarının çokluğuna rağmen sırtında odun taşırdı. Çünkü aşırı derecede cimri idi. Böylelikle cimriliği sebebiyle ayıplanmış olmaktadır.

İbn Zeyd ve ed-Dahhak dedi ki: O kadın dikenli çalı çırpıları taşır, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ve ashabının gidip geldiği yollara geceleyin bırakırdı. İbn Abbâs da böyle demiştir.

er-Rabî dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ipek üzerinden geçer gibi o dikenlerin üzerinden geçerdi.

Murre el-Hemdânî dedi ki: Um Cemil her gün koca bir demet diken getirir. Bunları müslümanların gidip geldikleri yollara bırakırdı. Bir gün yine bir demet taşırken bitkin düştü ve dinlenmek üzere bir taşın üzerine oturdu. Melek onu arkasından çekti ve öldü.

Said b. Cübeyr dedi ki: (Odun taşıyıcılığından maksat) büyük ve küçük günahları taşıyıcı olmasıdır. Arapların: Filan kişi sırlı üzerinde odun taşır" tabirlerinden alınmıştır. Bunun (bu açıklamanın) delili, yüce Allah'ın:

"Günahlarını sırtlarına yüklenerek..." (el-En'am, 6/31) âyetidir.

Âyetin, cehennemde odun taşıyıcısı olacaktır, anlamında olduğu da söylenmiştir. Ancak bu, uzak bir ihtimaldir.

"Taşıyıcısı" anlamındaki lâfız genel olarak; şeklinde merfû' olarak okunmuştur. Bu durumda; " Onun karısı" anlamındaki lâfız, mübtedadır.

"Boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu halde"(4. âyet) anlamındaki âyet da

"taşıyıcısı" lâfzındaki zamirden hal konumunda bir cümle yahutta ikinci bir haber olur. Meal, biraz sonra gelecek Âsım kıraatine daha uygundur. Bazı nüansları gözönünde bulundurmadan genelin kıraatine uygun olarak âyetlerin meali şöylece verilebilir: "Onun karısı ise -boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip bulunduğu halde- odun taşıyandır " Yahut

"odun taşıyıcısı" lâfzı

"karısı" lâfzının sıfatı olur. Haber de;

"boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu halde" (4. âyet) anlamındaki âyet olur. Buna göre

" Alevli" (3. âyet) lâfzı üzerinde vakıf yapılır.

"Karısı da" âyetinin,

"boylayacaktır o" anlamındaki zamirin üzerine atfedilmesi mümkündür. Bu durumda

"alevli" anlamındaki lâfız üzerinde vakıf yapılmaz. Buna karşılık

"karısı da" anlamındaki lâfız üzerinde vakıf yapılır.

"Odun taşıyıcısı olarak" anlamındaki lâfız hazfedilmiş bir mübtedanın haberi olur.

Âsım;

"Odun taşıyıcısı olarak" anlamındaki lâfzı yergi olmak üzere nasb ile okumuştur. Sanki bu yönüyle meşhur olmuş gibidir. O bakımdan tahsis için değil, yerilmek için bu sıfatı zikredilmiş olur. Yüce Allah'ın:

"Lanete uğramışlar olarak. Nerede ele geçirilirlerse..."(el-Ahzab, 33/61) âyetinde olduğu gibi.

Bu lâfızları Ebû Kılabe: "Odun taşıyan olarak" diye okumuştur.

5

(Hem de) boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu halde.

"Boynunda" demektir. Şair İmruu'l-Kays şöyle demiştir:

"Ve bir boyun ki, apak ceylanların boynu gibi; hiç de çirkin değildir

Onu kaldırıp uzattığında; üstelik zînetsiz de değildir,"

"Hurma lifinden bükülmüş bir ip" âyetindeki

"mesed", lif demektir. Nabiğa şöyle demiştir:

"Alabildiğine şişman, loplop etine dolgun

Hurma lifinin çıkardığı gıcırtı gibi ses çıkartır."

Bir başka şair de şöyle demiştir:

"Ey hurma lifinin ipi, sığın başkasına benden

Eğer sen yumuşak ve nazik birisi isen, şüphesiz ben

istediğim şekilde saçına ak düşmüş, ama gücünü kaybetmemiş birisiyim ben."

bu ip, hazan deve köselesinden yahut kıllarından da yapılabilir. Şair şöyle demiştir:

"Ve dişi develer(in derisin)den iyice bükülmüş bir ip ki;

Bu develer koca ve yaşlı develerden de değildir,

derileri henüz sertleşmemiş dört yaşına girmiş develerden de değildir."

Boyun, gerdan" lâfzının çoğulu " Hurma lifinden ip" lâfzının çoğulu da; ...diye gelir.

Ebû Ubeyde dedi ki: Bu, yünden yapılan bir halattır. el-Hasen dedi ki: Bunlar Yemen'de yetişen ve el-mesed ismi verilen bir ağaçtan yapılan halatlardı. Bunlar bükülerek yapılırdı.

ed-Dahhak ve başkaları da şöyle demiştir: Bu, dünyadaki bir durumdur. Çünkü Ebû Leheb'in karısı Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı fakirlikle ayıplıyor, kendisi ise boynuna liften taktığı bir halat ile odun taşıyordu. Yüce Allah, onu bu ipiyle boğdu ve onun canını aldı. Ahirette ise bu, cehennem ateşinden bir halat olacaktır,

İbn Abbâs, Ebû Salih'in rivâyetine göre şöyle demiştir:

"Boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu halde." Uzunluğu yetmiş arşın gelecek bir zincir bulunduğu halde, demektir. Mücahid ve Urve b. ez-Zübeyr de böyle demiştir: Bu zincir ağzından girecek, alt tarafından çıkacak ve geri kalan bölümleri de boynuna dolanacaktır.

Katade dedi ki:

"Hurma lifinden bükülmüş bir İp" denizden çıkan boncuklardan yapılmış irili, ufaklı boncuklardan bir gerdanlık demektir. Şair şöyle demiştir:

"Aklı ise boncukları emen küçük bir çocuk aklı gibidir."

Mısraın son kelimesinin çoğulu: ...diye gelir.

el-Hasen dedi ki: Onun boynunda boncuklar vardı. Said b. el-Müseyyeb dedi ki: Boynunda mücevherden oldukça değerli bir gerdanlık vardı ve şöyle demişti: Lat ve Uzza'ya yemin ederim ki, bu gerdanlığı Muhammed'in düşmanlığı uğrunda harcıyacağım. Bu, kıyâmet gününde onun boynunda bir azâb olacaktır.

Şöyle de açıklanmıştır: Bu onun ilahi yardıma mazhar olmayacağına bir işarettir. Yani o, hakkında geçmiş bedbahtlık hükmü sebebiyle îman etmekten alıkonulmuş ve bağlanmıştır. Tıpkı boynunda hurma lifinden bir ip bulunarak bağlanmış kimsenin hali gibi.

"Bükmek" demektir. İpini, halatını iyice büktü' anlamındadır. Şair şöyle demiştir;

"Onun üst tarafındaki (sırtındaki) etleri iyice birbirine geçirir ve pekiştirir."

Şair şunu demek istiyor; O otlar bu eşeğin sırtını güçlendirip, pekiştirir.

"Hilkati güçlü ve sağlam bir binek" tabiri yaratılışı itibariyle güçlü ve kuvvetli olan hayvan hakkında kullanılır. Şair şöyle demiştir:

"O bir ip (halat) ki dişi develer(in köselesin)den bükülmüştür

Pek beyaz olmayan fakat asil ve eti birbirine geçmiş develer

Bunlar yaşlı da değildir, derisi güçlenmemiş dört yaşındaki develer de değildir."

(İkinci mısra) şöyle de rivâyet edilmektedir;

"Zayıf da değildir onlar, etleri birbirine geçmiştir."

el-Ferrâ'' dedi ki; Bu (ikinci mısranın son lâfzı) merfûdur ve şiir mukfe'dir (kafiye kelimelerinin irabı farklıdır). Çünkü şair burada: " Aksine onların etleri birbirine geçmiştir" demek istemektedir. Mübteda olarak bu lâfzı merfû kabul etmiştir.

(Yine el-Ferrâ'') diyor ki: Şairin: "Onlar zayıf da değildirler, etleri birbirine de geçmiş değildir" demek istemiş olmasına imkan yoktur. Tıpkı: " Ben babası ayakta duran bir adamın yanından geçtim" derken (son kelimeyi) mecrur okumak câiz olmadığı gibi.

Başkası ise şöyle demiştir: Burada: "Giden" demektir. O şöyle demiş gibidir-: Onlar etleri zayıf kimseler de değildirler. Daha sonra "giden" lâfzını da zayıf kimselere atfetmiş (...ve gitmiyorlar da, demek istemiş)

Hilkati güçlü ve sağlam adam" demektir.

"Hilkati güçlü ve sağlam ve güzel cariye" demektir. "Fi'âl" vezninde; ise 'in bir söyleyiş şeklidir. Bu da yağ ve balın konulduğu tulum demektir. Bütün bu açıklamaları el-Cevherî yapmıştır.

Buna itiraz edilerek şöyle denilmiştir: Eğer onun odun taşıdığı ipi bu ise peki bu pasil ateşte kalacaktır. Bu itiraza şöyle cevab verilmiştir: Yandıkça onu tekrar yenilemeye aziz ve celil olan Allah elbetteki kadirdir. Ebû Leheb'in ve karısının ateşte kalıcılığı ise onların ölüm halleri de dahil olmak üzere küfür üzere kalmaları şartına bağlıdır. Her ikisi de kâfir olarak öldüklerinden ötürü onlar hakkında verilen haber doğru çıkmış olmaktadır. O halde bu, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) için bir mucizedir.

Yüce Allah, karısının ipi ile boğulmasını takdir etmiştir. Ebû Leheb'in de (mü’minlerin annesi Meymune'nin kızkardeşi olan) Um el-Fadl'ın kendisini yaralaması sonucu Bedir vakasından yedi gün sonra abese diye bilinen bir yara ile ölmesini sağlamıştır. Şöyle ki; el-Haysuman Mekke'ye Bedir'in sonucunu haber vermek üzere gelince, Ebû Leheb ona: Bana insanların durumunu bildir, dedi. el-Haysuman: Olur dedi. Allah'a yemin ederim. Bizler onlarla karşılaşır karşılaşmaz hemen onlara kollarımızı uzatıverdik, onlar da silahlarını istedikleri gibi indiriyorlardı. Bununla birlikte ben insanlara dokunamadım. Ablak atlar üzerinde beyaz birtakım adamlarla karşılaştık. Allah'a yemin ederim ki bizi hiç bırakmıyorlardı. -Hiçbir şey bırakmıyorlardı demek istiyor.- Ebû Rafı dedi ki: Ben Abbas'ın bir kölesi idim. Zemzem suffasında çömlek yontuyordum. Yanımda da Um el-Fadl oturuyordu. Gelen haber bizi sevindirmişti. Bunun için odanın örtüsünü kaldırıp, Allah'a yemin ederim İşte onlar meleklerdir, dedim. Ebû Leheb elini kaldırıp yüzüme oldukça şiddetli bir tokat indirdi. Ben de ona karşı geldim fakat zayıf birisi idim. Beni kaldırıp yere yıktı, göğsüme oturup beni döğmeğe başladı. Um el-Fadl ise odadan bir direk kapıp geldi ve: Efendisi yanında yok diye onu zayıf buldun öyle mi? diyor ve direkle başına vuruyordu. Başında büyükçe bir yara açtı.

Zelil bir şekilde ayaklarını sürüyerek kalkıp gitti. Sonra Allah onu adese hastalığına mübteda kıldı ve sonunda öldü. Üç gün defnedilmeksizin ortada kaldı, sonunda kokuştu. Daha sonra çocukları onu su ile yıkadılar, fakat adese mikrobu kendilerine bulaşır diye üzerine suyu uzaktan döküyorlardı. Kureyşliler taundan sakındıkları gibi bu hastalıktan yakınırlardı. Sonra onu Mekke'nin üst tarafına doğru taşıdılar. Bir duvara onu dayandırıp, üzerine taşlar dizip üstünü kapattılar.

(Tebbet Sûresi burada sona ermektedir. Allah'a hamd olsun).

0 ﴿