5(Hem de) boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu halde. "Boynunda" demektir. Şair İmruu'l-Kays şöyle demiştir: "Ve bir boyun ki, apak ceylanların boynu gibi; hiç de çirkin değildir Onu kaldırıp uzattığında; üstelik zînetsiz de değildir," "Hurma lifinden bükülmüş bir ip" âyetindeki "mesed", lif demektir. Nabiğa şöyle demiştir: "Alabildiğine şişman, loplop etine dolgun Hurma lifinin çıkardığı gıcırtı gibi ses çıkartır." Bir başka şair de şöyle demiştir: "Ey hurma lifinin ipi, sığın başkasına benden Eğer sen yumuşak ve nazik birisi isen, şüphesiz ben istediğim şekilde saçına ak düşmüş, ama gücünü kaybetmemiş birisiyim ben." bu ip, hazan deve köselesinden yahut kıllarından da yapılabilir. Şair şöyle demiştir: "Ve dişi develer(in derisin)den iyice bükülmüş bir ip ki; Bu develer koca ve yaşlı develerden de değildir, derileri henüz sertleşmemiş dört yaşına girmiş develerden de değildir." Boyun, gerdan" lâfzının çoğulu " Hurma lifinden ip" lâfzının çoğulu da; ...diye gelir. Ebû Ubeyde dedi ki: Bu, yünden yapılan bir halattır. el-Hasen dedi ki: Bunlar Yemen'de yetişen ve el-mesed ismi verilen bir ağaçtan yapılan halatlardı. Bunlar bükülerek yapılırdı. ed-Dahhak ve başkaları da şöyle demiştir: Bu, dünyadaki bir durumdur. Çünkü Ebû Leheb'in karısı Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı fakirlikle ayıplıyor, kendisi ise boynuna liften taktığı bir halat ile odun taşıyordu. Yüce Allah, onu bu ipiyle boğdu ve onun canını aldı. Ahirette ise bu, cehennem ateşinden bir halat olacaktır, İbn Abbâs, Ebû Salih'in rivâyetine göre şöyle demiştir: "Boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu halde." Uzunluğu yetmiş arşın gelecek bir zincir bulunduğu halde, demektir. Mücahid ve Urve b. ez-Zübeyr de böyle demiştir: Bu zincir ağzından girecek, alt tarafından çıkacak ve geri kalan bölümleri de boynuna dolanacaktır. Katade dedi ki: "Hurma lifinden bükülmüş bir İp" denizden çıkan boncuklardan yapılmış irili, ufaklı boncuklardan bir gerdanlık demektir. Şair şöyle demiştir: "Aklı ise boncukları emen küçük bir çocuk aklı gibidir." Mısraın son kelimesinin çoğulu: ...diye gelir. el-Hasen dedi ki: Onun boynunda boncuklar vardı. Said b. el-Müseyyeb dedi ki: Boynunda mücevherden oldukça değerli bir gerdanlık vardı ve şöyle demişti: Lat ve Uzza'ya yemin ederim ki, bu gerdanlığı Muhammed'in düşmanlığı uğrunda harcıyacağım. Bu, kıyâmet gününde onun boynunda bir azâb olacaktır. Şöyle de açıklanmıştır: Bu onun ilahi yardıma mazhar olmayacağına bir işarettir. Yani o, hakkında geçmiş bedbahtlık hükmü sebebiyle îman etmekten alıkonulmuş ve bağlanmıştır. Tıpkı boynunda hurma lifinden bir ip bulunarak bağlanmış kimsenin hali gibi. "Bükmek" demektir. İpini, halatını iyice büktü' anlamındadır. Şair şöyle demiştir; "Onun üst tarafındaki (sırtındaki) etleri iyice birbirine geçirir ve pekiştirir." Şair şunu demek istiyor; O otlar bu eşeğin sırtını güçlendirip, pekiştirir. "Hilkati güçlü ve sağlam bir binek" tabiri yaratılışı itibariyle güçlü ve kuvvetli olan hayvan hakkında kullanılır. Şair şöyle demiştir: "O bir ip (halat) ki dişi develer(in köselesin)den bükülmüştür Pek beyaz olmayan fakat asil ve eti birbirine geçmiş develer Bunlar yaşlı da değildir, derisi güçlenmemiş dört yaşındaki develer de değildir." (İkinci mısra) şöyle de rivâyet edilmektedir; "Zayıf da değildir onlar, etleri birbirine geçmiştir." el-Ferrâ'' dedi ki; Bu (ikinci mısranın son lâfzı) merfûdur ve şiir mukfe'dir (kafiye kelimelerinin irabı farklıdır). Çünkü şair burada: " Aksine onların etleri birbirine geçmiştir" demek istemektedir. Mübteda olarak bu lâfzı merfû kabul etmiştir. (Yine el-Ferrâ'') diyor ki: Şairin: "Onlar zayıf da değildirler, etleri birbirine de geçmiş değildir" demek istemiş olmasına imkan yoktur. Tıpkı: " Ben babası ayakta duran bir adamın yanından geçtim" derken (son kelimeyi) mecrur okumak câiz olmadığı gibi. Başkası ise şöyle demiştir: Burada: "Giden" demektir. O şöyle demiş gibidir-: Onlar etleri zayıf kimseler de değildirler. Daha sonra "giden" lâfzını da zayıf kimselere atfetmiş (...ve gitmiyorlar da, demek istemiş) Hilkati güçlü ve sağlam adam" demektir. "Hilkati güçlü ve sağlam ve güzel cariye" demektir. "Fi'âl" vezninde; ise 'in bir söyleyiş şeklidir. Bu da yağ ve balın konulduğu tulum demektir. Bütün bu açıklamaları el-Cevherî yapmıştır. Buna itiraz edilerek şöyle denilmiştir: Eğer onun odun taşıdığı ipi bu ise peki bu pasil ateşte kalacaktır. Bu itiraza şöyle cevab verilmiştir: Yandıkça onu tekrar yenilemeye aziz ve celil olan Allah elbetteki kadirdir. Ebû Leheb'in ve karısının ateşte kalıcılığı ise onların ölüm halleri de dahil olmak üzere küfür üzere kalmaları şartına bağlıdır. Her ikisi de kâfir olarak öldüklerinden ötürü onlar hakkında verilen haber doğru çıkmış olmaktadır. O halde bu, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) için bir mucizedir. Yüce Allah, karısının ipi ile boğulmasını takdir etmiştir. Ebû Leheb'in de (mü’minlerin annesi Meymune'nin kızkardeşi olan) Um el-Fadl'ın kendisini yaralaması sonucu Bedir vakasından yedi gün sonra abese diye bilinen bir yara ile ölmesini sağlamıştır. Şöyle ki; el-Haysuman Mekke'ye Bedir'in sonucunu haber vermek üzere gelince, Ebû Leheb ona: Bana insanların durumunu bildir, dedi. el-Haysuman: Olur dedi. Allah'a yemin ederim. Bizler onlarla karşılaşır karşılaşmaz hemen onlara kollarımızı uzatıverdik, onlar da silahlarını istedikleri gibi indiriyorlardı. Bununla birlikte ben insanlara dokunamadım. Ablak atlar üzerinde beyaz birtakım adamlarla karşılaştık. Allah'a yemin ederim ki bizi hiç bırakmıyorlardı. -Hiçbir şey bırakmıyorlardı demek istiyor.- Ebû Rafı dedi ki: Ben Abbas'ın bir kölesi idim. Zemzem suffasında çömlek yontuyordum. Yanımda da Um el-Fadl oturuyordu. Gelen haber bizi sevindirmişti. Bunun için odanın örtüsünü kaldırıp, Allah'a yemin ederim İşte onlar meleklerdir, dedim. Ebû Leheb elini kaldırıp yüzüme oldukça şiddetli bir tokat indirdi. Ben de ona karşı geldim fakat zayıf birisi idim. Beni kaldırıp yere yıktı, göğsüme oturup beni döğmeğe başladı. Um el-Fadl ise odadan bir direk kapıp geldi ve: Efendisi yanında yok diye onu zayıf buldun öyle mi? diyor ve direkle başına vuruyordu. Başında büyükçe bir yara açtı. Zelil bir şekilde ayaklarını sürüyerek kalkıp gitti. Sonra Allah onu adese hastalığına mübteda kıldı ve sonunda öldü. Üç gün defnedilmeksizin ortada kaldı, sonunda kokuştu. Daha sonra çocukları onu su ile yıkadılar, fakat adese mikrobu kendilerine bulaşır diye üzerine suyu uzaktan döküyorlardı. Kureyşliler taundan sakındıkları gibi bu hastalıktan yakınırlardı. Sonra onu Mekke'nin üst tarafına doğru taşıdılar. Bir duvara onu dayandırıp, üzerine taşlar dizip üstünü kapattılar. (Tebbet Sûresi burada sona ermektedir. Allah'a hamd olsun). |
﴾ 5 ﴿