NESEFÎ TEFSİRİ:

MEDÂRİKÜ’T-TENZÎL

VE

HAKÂİKÛ’T-TE’VÎL

Ebu’l-Berakât

Abdullah ibn Ahmed ibn Mahmûd en-Nesefî

Hanefî (ö. 710/1310)

FATİHA SÛRESİ

Mekke'de veya Medine'de nâzil olmuştur 7 ayetten müteşekkildir.

Bu sûre Mekke'de veya Medine'de nâzil olmuştur. Ancak en doğru görüşe göre bu sûrenin hem Mekke ve hem Medine'de nâzil olduğudur. Namaz farz kılındığı zaman Mekke'de ve kıble Kudüs'deki Mescid-i Aksa'dan Mekke'deki Kâ'be'ye çevrildiğinde de Medine'de nâzil olmuştur.

Fâtiha Sûresinin İsimleri.

Ümmü'l-Kur'ân : Kur'ân'ın temeli, aslı, anası. Çünkü, bir hadiste Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlar:

“Namazda Ümmül-Kur'ân'ı -Fâtiha Sûresini- okumayanın namazı yoktur.” Müslim, Salat, 394-36.

Bu ismin verilmesi Kur'ân'ın içindeki tüm manaları kapsam olarak taşımasındandır. Nitekim, bu manada olmak üzere, “el-Vafiye - el-Kâfiye” isimleri de bu nedenle verilmiştir.

El-Kenz: Bu sûreye bu adın verilmesi de Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yüce Allah'tan hikâye ettiği kudsî bir hadise dayanmaktadır. Yüce Allah şöyle buyurmuş:

“Fâtihatü'l-Kitâb (Fâtiha Sûresi), Arşımın hazinelerinden bir hazine/ kenzdir.” Feydul Kâdir, 4/420. İbn Rahuye rivâyet etmiştir.

Eş-Şifa ve Eş-Şâfiye: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in:

“Ölüm dışında Fâtihatü'l-Kitâb her derde şifadır.”

Ayrıca her namazda ve her namazın tüm rek'atlarında tekrarlanması sebebiyle de, “Sûretu'l-Müsenna” ismi verilmiştir. Yine yapılan rivâyetler çerçevesinde buna “Sûretü's-Salât” yani, namaz sûresi diye de isim verilmiştir. Çünkü, bunun namazda okunması kimilerine göre farz, kimilerine göre de vacip olduğu belirtilmiştir. Aynı zamanda Kur'ân'ın temeli olması ile de, “El-Esas” ve “Hamd Sûresi” olarak da isim verilmiştir.

Fâtiha Sûresi (ittifakla) yedi âyetten ibârettir. Allah en iyisini bilir.

1

“Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle”

Medine, Basra ve Şam kırâat imâmlarına ve fakihlerine göre Besmele ne Fâtiha'dan ve ne de başka sûrelerin herhangi birinden bir âyet değildir. Ancak ilk defa okumaya başlarken teberrük/bereketlenmek ve bir de sûrelerin arasını ayırmak için yazılmıştır. Bu İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe ile ona bağlı olanların -Allah hepsine de rahmet eylesin- görüşü budur. İşte bu açıdan bu mezhep bağlılarına göre Besmele namazlarda açıktan okunmaz. birinden

Ancak Mekke ve Kûfe kırâat imâmlarına göre Besmele hem Fâtiha Sûresinden ve hem de diğer her bir sûreden bir âyettir. İmâm-ı Şâfiî ve arkadaşları -Allah hepsine rahmet eylesin- da bu görüştedirler. İşte onlar da bu açıdan namazlarda Besmeleyi açıktan okurlar.

Namazlarda Besmele açıktan okunur diyenlerin görüşleri şöyledir:

a - “Kur'ân'dan olmayan hiçbir şeyi Kur'ân'a asla yazmayın.” emrine rağmen selef, Besmele'yi Kur'ân'a yazmıştır. İşte onların Besmele'yi her sûrenin başına yazmış olmaları, bunun Kur'ân'ın her sûresinden bir âyet olduğunu gösterir.

b - Nitekim Abdullah b. Abbâs (radıyallahü anh) tan rivâyete göre demiştir ki: “Kim sûrelerin başındaki besmeleyi terk ederse, Allah'ın Kitabından (.......) âyeti terk etmiş olur.”

Ancak bu görüşlere karşı bizim delillerimiz şudur:

Ebû Hureyre (radıyallahü anh) diyor ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) den şöyle buyurduğunu işittim:

Yüce Allah şöyle buyurdu: ……….

“Müslim, Salat, 38/395.Tirmizî, Fâtiha sûresi tefsiri, H. No. 2953. İbn Mâce, Edeb, H. No. 3784. Ebû Dâvud, Salat, H. No. 821.

Bu kudsî hadisin, Fâtiha Sûresinin ilk âyeti olan, “Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.” cümlesiyle başlaması, Besmele'nin Fâtiha'dan bir âyet olmadığının delilidir. Eğer Besmele, Fâtiha'dan bir âyet değilse, icma ile bu, diğer sûrelerden de bir âyet değildir.

Nitekim yukarıda sunduğumuz hadis Ebû Muhammed Hüseyin b. Ferrâ' el-Beğavi’ nin, “Sahihu'l-Mesabih” ya da “Mesâbihu's-Sünne” adlı eserinde—ki içinde yaklaşık 4719 hadis bulunmaktadır- geçmektedir.

Diğer taraftan aleyhimize delil olarak sundukları ve Besmele'nin her sûreden bir âyet olduğuna âit kanıtlar bizim için herhangi bir sakınca oluşturmaz. Çünkü, Besmele zaten Kur'ân'dan bir âyettir. Biz bunu inkâr etmiyoruz. Bize göre Besmele bir âyet olmasının yanında kendisiyle Kur’ân okumaya başlamak, bunun bereketinden yararlanmak ve bir de sûrelerin arasım birbirinden ayırmak içindir. Biz bu görüşteyiz. Muhaliflerin itirazı, biz onu Kur'ân'dan bir âyet kabul etmeseydik geçerli olabilirdi. Kaldı ki, Fahru'l-İslâm Ali b. Muhammed Pezdevi bunu, “Mebsut” adlı eserinde zikretmiştir. Diğer taraftan bu konuya ilişkin daha detay bilgiler, “el-Kâfi” adlı eserde izah olunmuştur.

(.......) Cer edatı.

Şimdi de Besmele'nin başında bulunan, (.......) harfi ile ilgili görüşleri ele alalım. Buradaki cer edatı olan (.......) harfi; mahzûf olan ve var sayıları bir fiile taallûk etmektedir. Bu ise şu şekilde var sayılmıştır:

 (.......)

Yani, “Allah’ın ismiyle okurum.” veya “Allah'ın ismiyle tilâvet ederim.” demektir. Kısaca buraya, “Okurum. “veya “Tilâvet ederim.” fiillerinden biri âyette yer almamasına rağmen takdir olunur. İşte (.......) cer edatı da bu fiillere bağlanır, taallûkun manası budur. Çünkü herhangi bir şekilde Besmele çeken kimse -ki bu, okumak için olabileceği gibi, herhangi bir başka şey için de olabilir- eğer okumak amacıyla çekmiş ise, dolayısıyla bu, “Allah’ın ismiyle tilâvet ediyorum. “olur.

Nitekim, herhangi bir kimse bir yolculuğa çıkarken yol güzergâhında bir mola yerine girerken ya da oradan ayrılırken, (.......) ve (.......) Bu şu demektir:

“Ben Allah'ın ismi ve izniyle bu konaklama yerine giriyor ve yine Allah'ın ismiyle bu konaklama yerinden ayrılıyorum.” Hatta kurban veya bir hayvan kesen kimsenin bu kesim sırasında sadece, “Bismillah” demesi, şu manaya gelir:

Allah'ın ismiyle bu kurbanı ya da hayvanı kesiyorum”

İşte çekilen Besmele yapılan işe göre değerlendirilir ve o anlamda bir mana yüklenmiş olur.

Besmele ile herhangi bir işe başlayan bir kimse, yani fâil, aslında yapacağı şeyi belirten fiili, Besmele'yi çekerken söylemez. Zaten kendisi o fiili ya da işi gönlünde ve kafasında bulundurmakta ve böylece o fiil var sayılmaktadır. Fakat burada mahzûf olan, yani var sayıları fiilin mamulünden sonraya bırakılması yani müteahhir olması şundandır; fiil ve muteallikun bih (taallûk eden) açısından önemli olan mutallakun bihdir (kendisine taallûkta bulunulandır), bağlarııları ve alâka kurulan şeydir.

Bilindiği gibi müşrikler herhangi bir işe başlarlarken o işi önemsemeleri sebebiyle ilâhlarının adlarını hep öne çıkarırlardı. Bunun için de şöyle derlerdi: “Lât adına” ve “Uzza adına.”

İşte bu bakımdan tevhid ehli, yani Allah'ın birliği inancına bağlı bir kimsenin de özellikle azîz ve celîl olan yüce Allah'ın adma öncelik vermesi, en başta onu gaye edinmesi gerekir. Bunun sağlanması da ancak, en başta Allah'ın ismini anmak ve yapılması gereken işi de bundan sonra belirtmekle, yani fiilin ertelenmesiyle mümkün olur.

Öyle ise, “Oku, Rabbinin ismiyle” Alak, 1. âyetinde fiil Allah adından önce zikredilmiştir. Şimdi buna ne diyeceksiniz? Burada bunun bu şekilde gelme sebebi, okuma işinin önemini belirtip anlatmak gerektiğinden ve bu manada bu sûre de bir kavle göre ilk inen sûre olduğu içindir. Gerçi bir mü'min için Allah'ın ismi her zaman her şeyden önce gelir ama, burada önemle üzerinde durulan ve dikkat çekilmesi istenen husus okumanın önemidir. Bunu emretme işidir. En önemli meselenin bu olması bakımından fiilin burada mamulüne takdimi, ondan önce gelmesi daha etkindir.

Bir başka tefsire göre de, (.......) yani, “Oku” emrinin (fiilinin), “Okuma işini yap ve onu gerçekleştir.” Anlamında değerlendirilmesi de câizdir. Bu şekilde değerlendirilmesi, “Faları kimse hem verir, hem vermez.” ifadesine benzer bir ifadedir. Dolayısıyla mesele, Makruun bihe (okunması istenen şeyle) hiç ilişkilendirilmeksizin teaddi yapmadan yani müteaddi (geçişli) alınmaksızın değerlendirilmiş olabilir.

Bu şekilde değerlendirilmesi durumunda, “Rabbinin ismiyle...” ifadesi, kendisinden sonra gelen, “Oku” fiilinin mef'ûlü (tümleci) olmuş olur. Bu itibarla da, “Allah'ın ismi” da kırâat yani okuma işine taallûk eder, onunla bağlarıtılarıdırılır. Bu âdeta:

“Bu ağaç yağ bitirir (verir).” Mü’minun, 20. âyetinde geçtiği gibidir. Halbuki bitki misali yetiştirilen yağ değildir. Esasen yetişen ağacın bünyesinde ve onunla birlikte ondaki yağ ile beraber yetişir, manasındadır. Dolayısıyla bunun kırâate yani okumaya taallûk etmesi, onunla ilişkilendirilmesi tıpkı yağın ağaç ile bağlarıtılarıdırılması gibidir.

İşte mesele bu açıdan değerlendirildiği zaman mana; “O'nun adından bereketlenmek ve faydalanmak için Allah’ın ismiyle okuyorum.” olur. Bir diğer husus ise, kulları, yüce Rablerinin adından nasıl yararlanacaklar, nasıl bir bereket ve sevap beklemeliler ve Allah'a karşı nasıl tazim-saygıda bulunmaları gerektiği gerçeği de burada ele alınmış ve öğretilmiş bulunuyor.

(.......) harfi esre ile mebni/sonu değişmez kılman bir harftir. Bunun nedeni de, bu harfin hep harf olarak kalmış olması ve cer edatı oluşmadandır. Esre olmasının sebebi de, başında yer aldığı kelimenin “mamulünün” son harfinin harekesini esreli kılması bakımından ona benzerlik göstersin, ilişkilendirilmesi gibidir.

(.......) Kelimesi

Bu kelime tıpkı, (.......) ve (.......) kelimeleri gibi baş taraftan sükun üzere mebni (değişmez) olan kelimelerdendir. Eğer cümle ya da söz başlarında bu kelimeler ile başlamak gerekirse, ortaya bir okunmama mazereti doğacağından bu gibi kelimeleri okuyabilmek için başlarına bir hemze eklenmiştir. Fakat bu gibi kelimeler şayet söz arasında gelirlerse bu gibi durumlarda ayrıca bu ve benzeri harflerin başlarına bir hemze harfinin eklenmesine gerek yoktur.

Ancak bazıları bu gibi kelimelerin başlarına bir hemze ilave etmeksizin sadece sakin yani baş tarafı harekesiz olan harfe bir hareke yani sesli harf vererek hemzeye gerek duymaksızın okumuşlardır. Bunların da gerekçeleri şöyledir:

(.......) kelimesi, (.......) ve (.......) olarak harekeli okunur. Çünkü bu ve benzen kelimeler, sonları eksik (güdük) olan, (.......) ve (.......) kelimeleri gibi değerlendirilmelidir. Çünkü (.......) kelimesi aslında, (.......) ve (.......) kelimesi de, (.......) dur. Buna göre (.......) kelimesinin aslı, (.......) dur. Bunun da gerekçesi:

Söz konusu (.......) kelimesinin, (.......) gibi çekimlerinin yapılır olmasıdır. Çünkü, (.......) çoğul, (.......) ismi tasgîr (küçültme) sıfatı ve (.......) de fiildir. Bu Basra okulunun görüşüdür.

(.......) kelimesi, (.......) kelimesinden türemedir. Bu yücelik mânâsındadır.'Çünkü isimlendirme bu manasıyla müsemmayı, yani o ismi alarıı zihinlerde yüceltmek, tazim de bulunmaktır ve her an onun üstünlüğünü haykınp yaymaktır.

Besmele'nin yazımında (.......) harfinden sonra (.......) harfi yazımdan kaldırılmıştır. Halbuki Alak Sûresinin ilk âyetinde yer alan (.......) kelimesinin başında bulunan (.......) harfinden sonra (.......) yazılmıştır. Ancak Besmele'nin çok söylenen (okunan ve yazıları) bir cümle olması bakımından her ne kadar, (.......) harfi lâfız itibariyle yazıdan bu gerekçeyle kaldırılmış ise de, yine de (.......) harfi var sayılır. İşte bunun için Besmele yazılırken, (.......) harfinin hattı (çizgisi) uzatılarak yazıya böyle geçirilmiştir ki, kaldırılan (.......) harfinin yerini almış olsun.

Nitekim halîfe Ömer b. AbdülAzîz, katibine Besmele'yi şöyle yazmasını buyurur:

“(.......) harfinin çizgisini uzat, (.......) harfinin dişlerini göster ve (.......) harfini de yuvarlak yaz.”

(.......) Allah Lâfza-i Celâli.

(.......) lâfza-i Celâli, (.......) kelimesinden türemedir. Bu tıpkı, (.......) kelimesi gibidir. Çünkü, bu kelime de asıl yani kök bakımından, (.......) kelimesinden türetilmedir. (Burada söz konusu kelimelerin başında yer alan hemze hazfedilmiş (kaldırılmış), bunun yerine harfi tarif denilen ve Türkçede belirtme takısı olarak ifade olunan takı getirilmiştir). Kaldı ki, “İlâh “ismi, Arapçada cins isimlerdendir.

Bu bakımdan ister hak, ister bâtıl olsun tüm tanrılara ad olarak verilen bir isimdir (kelimedir). Daha sonraları en çok Hak Mabud adına kullanılması sebebiyle yüce Allah için ve O'na özgü özel isim olarak kullanılagelmiştir. Nasıl ki, her gök cismine genel anlamıyla, “necm (yıldız)deniliyorsa işte bu da öyledir. Ancak daha sonraları bu “necm” kelimesi yani yıldız ismi geçtiğinde “Süreyya” yıldızı akla gelir olmuş, çünkü ona özel isim olarak kabul görmüştür. Artık nerede, “necm” kelimesi geçerse bundan böyle akla gelen Süreyya yıldızı olmuştur.

Ancak AllahLâfza-i Celâl'i hemzenin hazfı yle bundan böyle sadece ve sadece Hak Mabud olan yüce Rabbimize âit bir isim olmuştur. Allah'tan başka diğer tanrı ya da ilâhlara ad olmamıştır.

Bu isim, sıfat olmayan bir isimdir yani vasıf ya da niteleme değildir. Çünkü insanlar yüce Allah'ı bununla biliyor ve tanıyorlar. Ancak Allah'ı” herhangi bir şeye vasıf kılarak bununla O'nu tanıtamazsın. Meselâ nasıl ki, “adam olan şey” diyemiyorsan, “İlâh olan şey” da diyemezsin. Fakat, “Bir tek (Vahid)ya da “Samed” olan ilâh diye vasfederek tanıtabilirsin.

Çünkü, yalnızca yüce Allah'a has olan sıfatlar, mutlaka o şey ile bağlı bulunan bir isim üzerinde cereyan etmesi gerekir. Eğer isim dahil olmak üzere hepsini sıfat olarak değerlendirir ve kabul edersen ortada hepsi de sıfat olan ve fakat o sıfatlarla nitelenen herhangi bir isim üzerinde cereyan etmemiş olan birtakım sıfatlar ortaya çıkmış olur ki, bu da câiz olmaz.

Ayrıca Halîl b. Ahmed, Ebû İshak Zeccâc , Muhammed b. Hasen ve Hüseyin b. Fadl'a göre, Allahİsm-i Celil'i herhangi bir kelimeden türetilen bir isim değildir.

“İştikak” kelimesinin manası için denilmiştir ki; iki siganın (kipin) ya da daha çok sigaların veya kiplerin bir tek manayı kapsamalarıdır. Meselâ; “İlâh” isminin ya da kelimesinin sigası (kipi) ile yine başkalannın (.......) kipleri değerlendirildiklerinde burada bir tahayyür (şaşkınlık), dehşet ve tereddüt manası belirir. Dolayısıyla bu gibi bir durumla karşı karşıya kalanların zihinleri bulanır, Hak Mabudu tanımada bir sıkıntı meydana getirir. Zeki ve uzak görüşlü olanlar ise bundan ötürü dehşete kapılırlar. Nitekim, sırf bu yüzden de sapıklık artar ve bâtıl da yaygınlık kazanır. İşin sonunda doğru bakış açısına sahip olanların da sayıları azalır.

Farklı bir diğer görüş de şöyledir; denilmiştir ki bu kelime, (.......) den türetilmiştir. Bu ise ibâdet etmek anlamındadır. Bu durumda, “İlâh” kelimesi, “me'luh” yani ilâh edinilen manasında olmak üzere mabud anlamındadır. Nitekim, yüce Rabbimizin şu kavli buna bir örnektir:

“İşte bunlar Allah'ın halkı, (mahlûku), yaratığıdırlar.” Lokman, 11.

Şimdi bu âyette geçen, “Halk” kelimesi nasıl ki, “Mahlûk” manasında ise, “İlâh” kelimesi de “me'luh” yani mabud anlamındadır.

Allahİsm-i Celîli'nin öncesindeki kelimenin ya da harfin harekesinin fetha (üstün) veya damme (ötre) olması durumlarında, Lâfza-i Celâl'in (.......) harfi kâim olarak okunur. Eğer öncesindeki kelimenin ya da harfin harekesi kesre (esre) ise, (.......) harfi ince okunur. Ancak kimi kırâat imâmları da önceki harekeler nasıl olursa olsunlar, üstün, esre ve “ötre olmalarına bakmaksızın her halükârda hep ince okumuşlardır. Kimisi de her durumda hep kâim olarak okumuşlardır. Fakat cumhur (çoğunluk) ilk görüşü benimsemiştir.

(.......) ve (.......) İsimleri “rahmân” ismi, (.......) kalıbında olup, (.......) fiilinden türetilmiştir. Mana bakımından, “Rahmet ve merhameti, acıması ve şefkati her varlığı kuşatan” demektir. Tıpkı (.......) fiilinden alınan (.......) kelimesi gibi. Bunun da anlamı, “gazap ve öfke ile dopdolu” demektir.

Nitekim, “rahîm” de böyledir. Ve bu da, (.......) kalıbında ya da ölçüsünde gelmiştir. Tıpkı, “hastalandı” kökünden alınan, “hasta” kelimesi gibi. Kısaca her ikisi de aynı vezin ya da kalıp ölçüsünde gelmişlerdir.

“Rahmân” kelimesi mana ve kapsam bakımından, “rahîm” kelimesinin taşıdığı manadan çok daha geniş kapsamlı bir manayı içerir. Kısaca “rahmân” kelimesinin taşıdığı mana, “rahîm” kelimesinde yoktur. Çünkü “rahîm” kelimesinde bir tek ziyade (ek) var iken -ki bu, harfidir-, Halbuki “rahmân” kelimesinde iki ziyade (ek) harf vardır, -ki bunlar da, (.......) ve (.......) harfleridir-. Kelimenin bünyesinde yer alan ziyadelik aynı zamanda manayı da etkiler ve daha kapsamlı bir mana ifade eder.

İşte bu bakımdan yapılan dualarda, “Ey dünyada rahmân sıfatıyla tecelli eden Rabbim!” diye dua edilir. Çünkü “rahmân” kelimesi inanan ve inanmayan herkesi kapsamaktadır, “rahîm” kelimesinde bu mana yoktur. Yüce Allah “rahmân” ismiyle ya da sıfatıyla yaratmış olduğu kulları arasında inanan ve inanmayan ayırımını bu dünyada yapmaksızın hepsine inam, ikram ve ihsanda bulunan Allah'ım! demektir.

Ayrıca, “Ey yalnızca dünyada iken inanıp da bu îman üzere ölenlere âhiret hayatında cennet ve cemaliyle ikramda bulunacak olan Rabbim!” demektir. İşte bu “rahîm” isim/sıfatıyla Allah, kıyamet gününde sadece mü'minlere merhamette bulunacak, kâfirler ve inançsızlar içinse merhamet ve acıma söz konusu değildir.

Yine farklı bir görüş olarak denir ki: “Rahmân” kelimesi isim olarak özel bir isimdir. Bu itibarla yüce Allah'tan başkasına bu kelime isim olarak verilemeyeceği gibi, O'ndan başkası bu isimle nitelenemez.

Ancak yukarıda açıkladığımız gibi mana bakımından geneldir. Halbuki, “rahîm” kelimesi ya da ismi, “rahmân” isminin aksine, bir başka kimseye vasıf olarak verilebilir. Kısaca Allah'tan başkası da “rahîm” diye nitelendinlebilir ve bu, sadece mü'minlere has (özgü) bir isimdir. İşte bu bakımdan “rahmân” ismi her ne kadar taşımakta olduğu mana açısından “rahîm” isminden daha çok ve geniş kapsamlı ise de, yine de, “rahîm” kelimesinden önce zikredilmiştir. Rahmân ismi rahîm ismine takdim olunmuştur.

Halbuki genel kural açısından bir şeyin asttan üste, azdan çoğa, aşağıdan yukarıya gidiş esas iken, burada buna dikkat edilmemiştir. Ancak bir başka açıdan ve gerekçeyle “rahmân” ismi, “rahîm” ismine takdim olunmuştur. Bu da, rahîm isminin Allah'tan başkasına isim olarak verildiği, bunun olabildiğidir. Halbuki “rahmân” ismi Allahtan başkasına ad olarak verilemez, doğru değildir.

Nitekim “Faları kimse büyük bir bilgindir.” manasında, (.......) vezninde olmaması, yani bu şartı taşimâması sebebiyle, bu kelimeyi gayri munsarıf (cer ve tenvîn kabul etmeyen) bir kelime olduğunu ileri sürmüşlerdir.

Bazıları da, asıl şart burada, (.......) ölçüsüdür, eğer bu vezin (ölçü) var olsaydı kelime munsarıf (cer ve tenvîn kabul eden bir kelime) olurdu. Halbuki “rahmân” kelimesinde bu, (.......) vezni ya da kalıbı geçerli değildir. Bu şart olmadığından kelimenin munsarıf bir kelime olması da düşünülemez, demişlerdir. Ancak burada doğru olan ilk görüştür.

1 ﴿