5

Rabbimiz! Ancak Sana kulluk (ibâdet) eder, yalnız senden medet (yardım) bekleriz.

Bu âyetteki, (.......) kelimesi Halîl b. Ahmed ve İmâm-ı Sîbeveyh göre muzmer (zamîrleşmiş) bir isimdir.

(.......) kef harfi ise İmâm-ı Sîbeveyh'e göre hitap (sesleniş) harfidir. İraptan mahalli yoktur. Halîl b. Ahmed'e göre bu, muzmer (zamîr) olan bir isimdir. Dolayısıyla (.......) kelimesi buna izafe kılınmıştır. Çünkü bu kelimenin fiil ve faile takaddüm etmesi (onlardan önce gelmiş olması) bakımından zamîrden çok zahir bir isme (gerçek isme), benzemektedir.

Fakat Kufe nahiv (dil) okuluna göre, (.......) kelimesini bir bütün hâlinde isim olarak kabul etmektedirler. Bu takdirde mana şöyle olur:

“Kulluk ve ibâdeti sadece Sana tahsis ederiz.” Bu ise kulluğun ve ibâdet etmenin Allah'ın önünde eğilme, Hûdu ve tezellülün, yani baş eğmenin ve küçülmenin en zirve noktasıdır.

Yani “Senden başkasının önünde asla ve hiçbir zaman eğilmeyiz, aynı şekilde Senden dileriz yardımı, isteğimizi Sana tahsis ederiz, asla başkasından dilenmeyiz.”

Bir de bu âyette kimi edebî sanatlara da yer verilmiştir. “Gâib” -ten, yani hazırda olmayandan hitaba (muhataba) iltifat yani dönüş yapılmıştır. Buna dikkat ve ilgi çekilmiştir. Bu kimi zaman gaibten hitaba, hitaptan gaibe ve gaibten mütekellime (birinci şahıslara) olabilir. Bu noktalara dikkat çekilebilir. Nitekim, yüce Rabbimizin şu kavillerinde (âyetlerinde) bunu görmekteyiz. Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“....Hatta siz gemide iken de. Nitekim gemi tatlı bir rüzgârla içindekileri götürür.” Yûnus, 22.

Dikkat edilince görülecektir ki bu âyette hitaptan (muhataptan) gaibe (o anda orada bulunmayanlara) yöneliş ve dikkat çekme vardır. Çünkü önce âyette, “siz” diye hitap ifadesine yer veriliyor, muhatap kipi kullanılıyor Sonra da, “İçindekileri” ifadesiyle gaib kipi kullanılıyor ve muhatap kipi bırakılıyor.

Yâni burada, “sizi götürür” denilmiyor, “İçindekileri” denmekle sanki, “onları, gaib olanları, yanlarında hazır olmayanları” der gibi bir ifadeye yer veriliyor, yani iltifat sanatı gerçekleşmiş oluyor, kısaca dikkat çekiliyor.

Bir diğer âyette de Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“Rüzgârı gönderip de bulutu harekete geçiren Allah'tır. Böylece Biz onu ölü bir beldeye sevk ederiz...” Fâtır ,9.

Dikkat edildiği takdirde bu âyette de gaibten hitaba geçiş vardır. Çünkü, “Rüzgarı gönderip de bulutu harekete geçiren Allah'tır.” diye buyurduktan sonra, yani gaib ifadesinden sonra, “Biz sevk ederiz.” Buyurmakla da hitaba geçiyor, yani iltifat yapılıyor, dikkatimiz buna çekiliyor.

İşte câhiliye dönemi ünlü şairlerinden Imrulkays’ın da bu örnekte bir şiiri bulunuyor. İmrulkays bu şiirinde diyor ki:

Esmüd mevkiinde senin gecen uzayıp durdu.

Gamsız uyudu kaldı, gözlerin, hiç kapanmadı.

Geceledi ama gecesi de geceledi

Tıpkı sancıyan ağrılı gözlerle geceleyen gibt

Bunun sebebi aldığım bir haber idi

Bu, bana gelen babam Ebû'l-Esved'in ölüm haberi idt

Şimdi burada sunulan bu üç beyitte iltifat sanatı vardır. Bunun ilki, “senin gecen” ifadesidir. Halbuki burada birinci tekil şahsın kullanılması gerekirdi.

Yani, “Benim gecem” demesi gerekirken, bunu yerine hitabı seçiyor ve, “senin gecen “diyor. İşte bu, birinci iltifat sanatıdır.

İkincisi de, “geceledi” ifadesidir. Halbuki burada da, “geceledin, geceyi geçirdin” denmeliydi. Bu da ikinci iltifattır. Burada da hitaptan gaibe geçiş olmuştur.

Üçüncüsü de; “bana geldi (gelen)ifadesidir. Halbuki burada söylenmesi gereken ifade, “Sana geldi” olmalıydı.

Araplar bu türden sanatları oldukça fazla kullanırlar. Onlar açısından bu manada sanatlar kullanmanın, söz söylemenin, yani bir sözden diğerine geçmek, iltifat yapmak dinleyenler üzerinde daha etkindir. Dinleyenlerin pür dikkat kesilmelerini sağlar, insanların kulak kesilmelerine neden olur.

Aslında bunun birçok yararları, etkileri ve güzellikleri bulunmaktadır. Ancak bu işin Erbâbı ve gerçek ustası olanlar, bu alarıda otorite olan ilim adamları bilebilirler ve bu sanatı kullarıabilirler. Bunların sayıları da oldukça azdır.

Burada konumuzla alâkalı olan husus şudur: Gerçek manada hamd olunmaya, sena ve övgüye değer olan Allah'tır. O tümüyle bu sayıları üstün niteliklerin yegâne sâhibidir. Şam yüce olan Rabbimizin bu yönünün bilinmesini ilim gerekli kılmaktadır. Senaya, yani övgüye, önünde eğilmeye, secdeye kapanmaya, her işte O'ndan yardım beklemeye gerçek anlamda lâyık olan O'dur. Mademki bu böyledir, işte bu bakımdan söz konusu niteliklere sahip olan ve onlarla seçkinliği bulunan ve bilinen bu vasıflarla seslenildi ve dendi ki:

“Ey bütün bu ismi geçen özelliklerin ve vasıfların sâhibi olan Allah'ım! Ancak Sana kulluk ederiz ve yalnız Senden yardım dileriz. Senden başkasından ise asla değil.”

Âyette, “kulluk” ifadesi, “yardım dileme, isteme” ifadesine takdim olunmuştur, buna öncelik verilmiştir. Bu, şundan dolayıdır; eğer bir kimse birinden herhangi bir istek ya da talepte bulunacaksa her şeyden önce bir vesileye, vasıtaya yani aracıya öncelik verilir. Böyle bir aracı olmasının ihtiyacı karşılamada büyük ve olumlu tesiri vardır. İşte bu bakımdan önce kulluk hatırlarııp öne sürülüyor ve ardından da istekte bulunuluyor.

Veya bu takdim-tehir (yani öncelik ve sonralık) durumu, âyetlerin nazmı, yani düzen ve dizimi bakımından olmuş olabilir. Tıpkı, “rahmân” isminin “rahîm” isminden önce gelmesi ya da takdimi gibi. Halbuki mübalağa manası taşıyan bir kelimenin takdimi değil tehiri (sonraya bırakılması) daha uygun iken burada da bu hususiyetler nazım-dizim gereği böyle olmuştur.

İstianenin (yardım talebinin) ifade olarak mutlak gelmiş olması, istenen yardımın her çeşidini kapsasm diyedir.

Allah'tan yardım istenmesinin asıl amacı, yüce Allah'ın kullarını kendisine karşı ibâdet ve kulluk görevlerini yerine getirmeye muvaffak kılması anlamında değerlendirilmesi de mümkündür. Dolayısıyla, bundan sonra gelecek olan âyette, “bizi yönelt” ifadesi de söz konusu istenen yardımın bununla alâkalı bulunduğunu açıklamak için de olabilir. Sanki âyetin içinde şöyle gizü bir soru var gibi:

“Size nasıl yardım edeyim? Söyler misiniz?” İşte Rabbimizin bu sorusuna karşı kulların da cevabı şöyle oluyor:

5 ﴿