7

Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yoluna ilet, gazâba uğramışların ve sapmışların yoluna değil!

Bu âyette geçen, “sırat” kelimesi, bir önceki âyette geçen “sırat” kelimesinden bedeldir. Bu ise, amilin tekrarı hükmündedir. Bunun yararına gelince; “sırat-ı müstakim” denilen “doğru yoldan” kasıt, bu yolun Müslümanlara âit bir yol olduğunu açıklayıp bildirmek ve bu gerçeği ortaya koymak, bunu pekiştirmek içindir. Böylece en açık ve en kesin bir ifadeyle, Müslümanların yolunun bu olduğuna doğrulukla tanıklık etmektir. Bu yoldakiler de mü'minlerdir veya peygamberlerdir.

Yani genelde mü'minler ve özelde de peygamberlerdir (salât ve selâm onlara olsun).

Ya da henüz asıl durumları değişmeden ve asıl olması gereken hâlde bulunan Hazret-i Mûsa'nın kavmi olabilir..

gazâba uğramışların ve sapmışların yoluna değil.”

Bu âyet de, bir önceki âyette geçen, (.......) cümlesinin bedelidir.

Yani, “Kendilerine nimet verilip ikramda bulunulanlar, yüce Allah'ın gazâbından ve bir de sapıtmaktan, sapıklıktan kurtulanlardır.” demektir.

Ya da bu, (.......) nin sıfatıdır. Bu da şu demektir:

“Bu kimseler mutlak manadaki nimet (ki bu îman nimetidir) ile, Allah'ın gazâbından ve sapıklıktan kurtuluş nimetidir.”

Bunun (.......) ye sıfat olarak gelmesi câiz görülmüştür. Çünkü bu, ma'rife (yani belirli) bir kelimedir. Halbuki (.......) kelimesi, izafet yoluyla ma'rifelik kazanmaz. Ancak bu kelime birbiriyle zıt manada bulunan iki kelime arasında gelir ve bu her iki kelime de ma'rife yani belirli olurlarsa, işte böyle bir durumda bu kelime ma'rifelik kazanır.

Meselâ: (.......)

Yani “Sakinliğin (hareketsizliğin) dışında hareketliliğe şaşırdım.”

Bu ibârede bizim için önemli olan mana değil, burada yer alan, (.......) kelimesinin durumudur. Burada dikkat edilirse, birbirine zıt iki kelime yer alıyor. Bunlarda biri, “hareket” diğeri de, “sükun” yani hareketsizliktir. Her iki kelime de, (.......) ve (.......) şeklinde ma'rife (yani belirli) olarak gelmişlerdir. İşte, (.......) da bu ikisi arasında yer almıştır. Şimdi buna göre bu âyeti ele alalım:

a - “Kendilerine nimet verilenler”

b - “Gazâba uğrayanlar ve sapmış olanlar”

Dikkat edilirse bunun her ikisi de birbirine zıttırlar. Fakat böyle olmakla birlikte bizzat herhangi bir toplum yani şu toplum, diye işaret olunmamıştır. İşte her ikisi de bu yönleri sebebiyle nekraya (yani belirsizliğe) daha yakındır.

Halbuki, (.......) cümlesi ise ma'rifeliğe yani (belirliliğe) daha yakındır. Çünkü, izafet yani tamlama yoluyla kendisinde bir tahsis ortaya çıkmış bulunmaktadır. Dolayısıyla bunun her ikisi de bir yönleriyle yani mana bakımından mübhem (kapalı), anlaşılamaz durumda, diğer bir yönüyle de yani ilgi zamîrinin lâfzına ve “gayr” kelimesinin de muzaaf (tamlarıan) oluşuna baktığımızda ihtisas (yani ma'rifelik) kazanmış oluyor ki, bu şekliyle de her ikisi de eşitlenmiş duruma gelmiş oluyorlar.

Buna göre ilk, (.......) zamîri mef'ûl olarak mahallen mensûbtur. İkincisi ise, fâil olarak mahallen merfûdur.

“Allah'ın gazâbı” demek; “Allah'ın kendisine, hükümlerine ve peygamberlerine” karşı gelerek onları yalanlayanlardan yüce Allah'ın intikam almayı murad etmesi, onları cezâlarıdırmayı dilemesidir. Tıpkı her kralın ya da hükümdarın hükümranlığı altında bulunanlara kızıp haklarında gerekeni yaptığı gibi yüce Allah'ın da kendi emir ve hükümleri karşısında böyle davranan kullarını cezâlarıdırmasıdır.

Bir görüşe göre, “gazâba uğramış olanlar” , Yahûdîlerdir. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

“Allah'ın larıetlediği ve gazap ettiği...” Mâide, 60.

Sapıtanlar yani (.......) maksat ise Hıristiyanlardır, denmiştir. Çünkü Kur'ân'da şöyle buyurulmuştur:

“Daha önceden sapan... “Mâide, 77.

(.......) Bu kelimenin başında yer alan, (.......) harfi, Basra okuluna göre manayı pekiştirmek için gelen zâid bir harftir. Ancak Kûfe okuluna göre bu harf, (.......) kelimesi manasındadır.

Amin” .

Bu, bir sesleniştir ki, bunun için bir fiil (kelime) uygun bulunup meydana getirilmiştir. Bu kelime de, “icabet eyle, kabul buyur” manasındaki, (.......) kelimesidir. Nitekim (.......) kelimesi de tıpkı bunun gibidir. Bu da, “Bekle, yavaş ol, süre tanı” kelimesi yerine kullanılan isim/kelimedir.

Abdullah b. Abbâs (radıyallahü anh) diyor ki; “Rasûlulah (sallallahü aleyhi ve sellem) den, “âmin” kelimesinin manasını sordum. O da şu cevabı verdi:

Bu, (.......) yani, “yap/eyle” manasındadır. Kurtubî, Tefsîr; 1/128. Bu, Kelbî tarafından rivâyet olunmuştur

“Âmin” kelimesi mebni (yani sonu değişmeyen) bir kelimedir. Bu kelime iki şekilde okunmuştur:

1- İlk okuyuşa göre baştaki hemze harfi uzatılarak okunmuştur.

2- Bu ikincisinde de baştaki hemze harfi uzatılmaksızm olan okuyuştur.

Yani, hemze harfinin kısa tutulmasıyla olan bir okuyuş. Asıl olması gereken de budur.

Yani, “Emîîîn” gibi. Eğer med ile yani uzatarak okunursa, mutlaka hemzenin tok bir ses ile gür bir şekilde uzatılarak gösterilmesi gerekir.

Yani, “Aaaamiiin” gibi. Şâir şöyle seslenir:

Rabbim! O sevgilinin sevgisini alma benden

Allah rahmet etsin buna “ââmiin” diyen kuldan

İşte bu şiirde “aaaamiiin” uzatılmış ve bu şiir buna örnek getirilmiştir. Başka bir şâir de şöyle diyor:

Futhul uzaklaştı benden istedim devesini diye

Emiiin, Allah onu benden uzak kılsın istemem deve.

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Fâtihatul-Kitabı (Fâtiha Sûresini) okumam esnasında, sonunda “Âmin” dememi Cebrâîl bana telkin etti.” Beyhâkî ve başkalan tarafından rivâyet olunmuştur.

Bir başka rivâyette de Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Amin demek, tıpkı mektuba (yazıya) mühür başınak gibidir.”

“Amin” kelimesinin mushaflara yazılmamış olması, bunun Kur'ân’dan olmadığının bir delili olarak kabul edilmiştir.

7 ﴿