7Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerine de bir tür perde çekilmiştir. Onlar için pek şiddetli ve acıklı bir azap vardır. “Allah onların kalplerini,... mühürlemiştir.” İmâm Zeccâc bu hususta diyor ki: “hatm; örtmek, bürümek anlamındadır. Çünkü vesika olarak hazırlarıan bir şey mühürlenerek üstü kapatılır ki, içindeki şeylere ilgilisi dışında kimse vakıf olmasın istenir.” İbn Abbâs (radıyallahü anh) ise şöyle diyor: “Allah onların kalplerinin üzerini mühürleyip damgalanısür. Bu itibarla onlar hayrın ve iyiliğin ne olduğunu akletmez ve anlamazlar.” Yani Allah onların kalplerini damgalayıp mühürlemiştir. Öylene bir damgalanıştır ki, artık bundan böyle onda var olan küfür ondan çıkıp ya da ayrılıp gitmeyecektir. Aynı zamanda aslında kendisinde bulunmayan îman olayı da içine girmeyecektir. Yani îman denen olay onda yer etmeyecektir. Kısaca hatm ve tab', bize göre yani Ehl-i sünnet açısından kulun göğsünde (kalbinde) bir zulmetin, kararmışliğin ve darliğin, sıkıntının meydana gelmesidir. Kulun kalbinde zulmet denen bu karanlık var olduğu müddetçe o kimse îman etmez, edemez. Mu'tezile mezhebine göre, Melekler tarafından ancak bilinebilen ve tanınmalarını sağlayan ve kişilerin kalpleri üzerinde yer alan bir takım özel işaretler olup, böylece melekler onların kâfir olduklarını tanırlar ve onlara hep lânet okurlar, onlar için asla hayır duasında bulunmazlar. Kimi alimlere göre, mühürleme ve damgalana işinin Allah'a isnadı mecazîdir. Aslında mühürleyen veya damgalayan gerçek manasında kâfir olanlardır. Ancak bunu takdir etmesi ve böyle bir imkanı meydana getirmesi bakımından bu mühürleme ya da damgalana işi, yüce Allah'a isnad olunmuştur. Tıpkı fiilin sebebe isnadı gibi. Meselâ; emir (devlet başkanı ya da yetkili), şehri bina etti. Halbuki emilin kendisi bu işi yapmaz, ancak o yaptırır. İşte burada böyle bir mana bulunmaktadır. Çünkü fiilin değişik değerlendirilmeleri olabilir. Meselâ, faile, mef'ûlü bihe, masdara, zaman ve mekân isimlerine ve müsebbebun lehe isnadı gibi. Fiilin faile isnadı gerçek anlamdadır yani hakikattir. Ancak bazen adım saydığımız şeylere de mecâzî manada isnat olunabilir. Çünkü bazen fâil fiilin işini yüklenmekle ona benzerlik gösterebilir. Tıpkı adamm cesaret bakımından Aslarıa benzetilmesi gibi ki, bu onun müstear ismi olmuş olur. Ancak bu anlattığımız husus da “halku'l-ef'al” konusunun bir yönüne dahildir. “Ve kulaklarını da mühürlemiştir.” Âyetin aslında kulak, tekil olarak zikredilmiş, yani “kulaklar” değil, “kulak” ifadesi geçiyor. Tıpkı şu ifade gibi: “Midenizin bir kısmını doldurun ki afiyette olasınız.” Yani mide ifadesi çoğul olarak zikredilmemiştir. Çünkü meselenin birbirine karıştırılmaması istenmiştir. Zira, (.......) kelimesi aslında masdar, yani kök fiildir. Kelime, (.......). Dolayısıyla bir kelime cemilenemez, çoğul yapılamaz. Çünkü bu cins isimdir. Hem az ve hem çoğa kullanılır. Bu tür kelimelerin ayrıca tesniyesinin (ikil hâlinin) ve çoğulunun yapılmasına gerek yoktur. Böylece kelimenin aslına işaret etmiş oluyor. Diğer bir görüşe göre burada muzaf olan kelime mahzûftur. Bu da, (.......) işitme yerlerine (organlarına), demektir. Bir de bu, çoğul olarak, (.......) diye de okunmuştur. “Gözlerine de bir tür perde çekilmiştir.” Haber ve mübteda olmak üzere merfûdur. Basar: Gözdeki nur ve aydınlık, ışık demektir. Yani, görenlerin görme aracı ve vasıtasıdır. Nitekim, basiret de, kalbin nuru ve aydınliğidır, kalp gözüdür. Ki bu sayede insan uzağı görebilir ve düşünebilir. Her ikisi de yüce Allah'ın yarattığı iki lâtif cevher olup her ikisinin de görmek ve kalp gözüyle de uzağı görmek için iki aleti bulunmaktadır. (.......) kelimesi perde ve örtü manasındadır. (.......) kalıbında gelmiştir ve fiil olarak manası örtmek, kapatmak demektir. Bu kökten gelen kelimeler, Meselâ, (.......) veya (.......) gibi kelimeler bir şeyi tümüyle, örtmek, kapsamak, üzerine geçirmek anlamlarını kapsarlar. Kısaca, (.......) kalıbındaki kelimelerin hemen tümü böyledir. “Kulaklar” mühürlenme, damgalanma hükmüne tâbıdırler, yoksa gözlerde olduğu gibi perdelenme hükmüne değil. Çünkü bir başka âyette bunun böyle olduğu gerçeği açık olarak beyan edilmiştir. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Kulağını ve kalbini mühürledi, gözünün üstüne de perde çekmiştir.” Casiye, 23. Bir de kırâat esnasında vakfedilirken (yani durulduğunda) (.......) üzerinde değil de, (.......) kelimesi üzerinde vakfedilmektedir (yani durulmaktadır). Bu da, “kulaklar” ifadesinin bir öncesine yani mühürlenme manasına tabi olduğunu ve örtülü olma manasına tabi bulunmadığım gösterir. Burada (.......) kelimesini sadece mufaddal, bir (.......) fiilinin izmariyle (gizli) ve metinde yer almayan (.......) fiiliyle mensûb olarak okumuştur. Bir de, (.......) derken, cer edatı olan, (.......) harfinin tekrar edilmesi iki'yerde mühürlemenin şiddetinin delili olduğunu gösterir. Nitekim, Ebû Mansûr Muhammed b. Ali b. İbrâhîm Mâturîdî diyor ki: “Kâfirler hak olan sözü dinlememiş ve sonradan yaratıldıklarına dair var olan eserlere bakıp, gerek bizzat kendi üzerinden ve gerekse diğer yaratıklardan bir ibret bakışıyla bakmamış ve görmemiştir. Çünkü bu gözle bakıp görseydi ve hak sözü dinlemiş olsaydı, mutlaka bu kainatın bir ustasının, sanatkârının ya da yaratıcısının olduğunu bilirdi. Fakat o âdeta gözleri ve kulakları üzerine bir perde germiş gibidir. Gerçi hakikatte böyle bir perde var değil ama, o böyle davranıyor.” İmâm-ı Mâturîdî'nin bu ifadesinden yola çıkarak onun kulakları da tıpkı gözlerde olduğu gibi, “perdelenme” ile değerlendirmiştir. Bu âyet, en doğru olan ifadesiyle bizim yani Ehl-i sünnet'in lehine ve fakat Mu'tezile'nin ise aleyhine bir hüccet yani delildir.. Çünkü yüce Allah, “Onların kalplerini mühürlediğini bildirmiştir.” Hiç şüphesiz onların hatmi (yani mühürlenme olayını) terk etmeleri onlar adına çok daha yerindedir. “Onlar için pek şiddetli ve acıklı bir azap vardır. “Azap kelimesi tıpkı (.......) kelimesine benzer ki, hem bina yani temel fiillerinin temeli açısından ve hem mana bakımından denktirler. Nitekim, birini herhangi bir şeyden uzak tutunca, “Kişiyi o şeyden men etti ona onu yaptırtmadı. “denir ki, bu manadadır. İşte bu bakımdan,(.......) da aynı manayı taşır. (.......) ile (.......) arasındaki fark ise şöyledir: (.......) kelimesi, hakir ve aşağılık kelimesinin karşıtı ya da zıddıdır. (.......) ise, (.......) yani küçüğün karşıtıdır. Bu açıdan nasıl ki, hakir (aşağılık) kelimesi sağir (küçük) kelimesinden daha düşük ve alt bir anlam ifade ediyorsa, (.......) kelimesi de mana bakımından,;,(.......) kelimesinden manaca üstündür. Her iki kelime de hem bizzat cisim olan varlıklar için kullanılırlar ve hem mana açısından ayrıca değerlendirilirler. Kısaca hepsi için bu iki kelime kullanılmaktadır. Meselâ; (.......). “Büyük ve üstün bir adam.” Denilir ki, bu ifade ile ya o adamın iri cüsseli olduğunu demek istersin veya oldukça tehlikeli biri olduğunu anlatmak istersin. Yani, her iki manaya da tefsirlerıabilmektedir. Yine âyetteki (.......) kelimesiyle (.......) kelimelerinin nekra olarak gelmeleri şu bakımdandır. Onların gözleri üzerinde öyle bir perde çekilmiştir ki, insanlar onu bilemezler, o oldukça farklı bir perdedir. Bu, Allah'ın âyetlerini görmeme örtüşüdür ya da perdesidir. Yine bunlar için o, oldukça büyük elemler, acılar arasında öyle bir acıklı azap türü vardır ki, onun künhünü, ne olup olmadığım yüce Allah'tan başkası bilemez. |
﴾ 7 ﴿