17Bu münâfıkların durumu geceleyin bir ateş yakan kimsenin haline benzer. O ateş yanıp da çevresini aydınlattığı anda, Allah hemen onların aydınliğim yok eder ve onları karanlıklar içerisinde bırakır. Artık hiçbir şeyi göremezler. “Bu münâfıkların durumu geceleyin bir ateş yakarıkimsenin haline benzer.” Yüce Allah münâfıklara âit onların gerçek özelliklerini anlattıktan sonra, bu defa durumlarının daha iyi bir şekilde ortaya konabilmesi için onların hallerini örneklerle sunuyor. Konu çok iyi anlaşılsın ve açıklarısın istiyor. Kaldı ki, gerçeklerin çok iyi olarak anlaşılabilmesi, üstü kapalı şeylerin açıklanması ve gizli manaların gizli olarak kalmaması için örneklerle açıklânmasinda etki bakımından önemi oldukça büyüktür. Nitekim, bu türden örneklere semavî kitaplarda çok fazla rastlarıılır. Hatta İncîl'in içinde yer alan sûrelerden birinin ismi da, “Emsal/Darbı meseller (örnekler)” sûresi ismini taşır. Arap dilinde bu kelime, “Misl” olarak geçer. Bu da, “Eşit, benzer ve denk” manalarındadır. Meselâ; “Misl, Mesel ve Misil” gibi-ki bu tıpkı, “Şibh, Şebeh ve Şebih “kelimelerine benzer. Daha sonradan atasözlerine de bu şekilde “mesel” denilir olmuştur. Ancak kendisinden bir ders çıkarılamayan bir söz olmadıkça bu şekilde değerlendirilmemiştir. İşte sırf bu maksatla bu kalıplara dokunulmamış ve bu örnekler aynen korunmuştur. Bu âyette âdeta şöyle denir gibidir: “Bunların gerçekten şaşılacak durumları, âdeta geceleyin bir ateş yakan kimsenin haline benzemektedir.” Nitekim Rabbimizin şu kavli de bunun bir başka Meselâi oluşturmaktadır: Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Takva sahiplerine vaad olunan cennetin özelliği şudur:” Rad, 35. Yani cennetin hayret uyandıran şaşırtıcı özellikleri hakkında sana anlattığımız şeyler. Daha sonra yüce Rabbimiz cennetin bu şaşırtıcı ve hayret uyandıran özelliklerini bir bir açıklıyor. Yine Rabbimiz şöyle buyuruyor: “En yüce örnekler (sıfatlar) Allah'a âittir.” Nahl, 60. Bu âyette de Rabbimiz şöyle demek istiyor: “Azamet (yücelik) ve kibriya (büyüklük) vasıfları kendisinin olan Allah,...” Âyette geçen (.......) her ne kadar müfret (tekil) ise de burada çoğul manasındadır; yani (.......) demektir ki, bu durum tıpkı şu âyette yer alan (.......) gibidir: “Bâtıla dalanlar gibi siz de daldınız.” Tevbe, 69. Halbuki çoğuf olan münâfıklar müfret (tekil) olan (.......) ile temsili doğru değildir. Ancak burada mesele münâfıklar meselesi değil, asl olan bunun ateşe yakana benzetilmesidir, ki bu da müfrettir (tekildir). Evet bu ya böyledir veya bununla bizzat ateş yakan kimselerin kendileri demek istenmiş olabilir. Veya bununla ateş yakan grup kastedilmiş olunabilir. Kaldı ki, burada bizzat münâfıkların kendileri aynen ateş yakanların kendilerine, yani şahıslarına benzetilmiş değildir. Böyle olmadığı için de cemaatin tek kişiye veya çoğulun tekile benzetildiğinden söz edilemez. Burada yapılan şey, müNâfikların kıssaları ya da hikâyeleri benzerlik bakımından ateş yakan veya yakanların kıssasına benzetilmiştir ve durum da bundan ibârettir. (.......) fiilinin manası, (.......) demek olup bu da “Tutuşturmak, ateşe vermek ve yakmak” manalarındadır. “Ateşin yanması” demek, parlaması ve ışıldaması demektir. Ateş: Işık yayan, aydınlatan, ısı veren ve yakıcı olan latif bir cevherdir. Kelime Arapça'da, (.......) — (.......) kökünden türetilmiştir. Bu da, parlamak manasındadır. Çünkü ateşte bir hareket, bir yayılma ve kanşıklık vardır. “O ateş yanıp da çevresini aydınlattığında...” Burada, (.......) kelimesi, fazla ve aşırı ışık yaymak ve aydınlatmak demektir. Nitekim bunun bu manada doğruluğunu da şu âyet onaylamaktadır: “Güneşi ışıklı ve ayı da parlak kıları O'dur.” Yûnus, 5. Bu âyette yer alan bu kelime, müteaddidir. (Ancak müteaddi olmaması ihtimali de vardır.) Dolayısıyla kelime, (.......) ifadesine isnad olunmaktadır. Bir de kelimenin müennes (dişi) olması ise, mana göz önünde tutulduğundandu:. Çünkü çevreleri aydınlarıan şeyler; yerler ve eşyadır. (.......) kelimesinin cevabı ise, “Allah hemen onların aydınliğinı yok eder.” cümlesidir ve bu cümle de zaman zarfıdır. Bunun amili de, (.......) gibi bunun cevabıdır. (.......) harfi de mevsûledir (ilgi zamîridir). (.......) ise zarf olarak mensûbtur. Ya da nekra-ı mevsûfedir. Buna göre cümlenin manası şöyle olmaktadır: “Sabit bir şey olarak çevresini aydınlatınca.” . Âyette zamîrin cemi' (çoğul) ve müfred (tekil) olarak gelmesi ise konunun bazen kepmenin lâfzı ye bazen da manası üzerine hamledilmesi sebebiyledir. (.......) ise, (.......) ın ışığıdır. Yani aydınlık, ateşin ışık yayması sonucu olan bir şeydir. Kısaca aydınlık veren, ışık yayan her şeyin adıdır. (.......) demek, “gidermek, yok etmek, ortadan kaldırmak” demektir. (.......) demek; götürmek, görüşünde ve beraberinde olmak demektir. Buna göre mana şöyle olur. “Allah onların aydınliğim yok etti, aldı ve tuttu.” Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor: “O'nun (Allah'ın) tuttuğunu O'ndan başka salıverecek de yoktur.” Fâtır, 2. İşte bu ifade, “götürmek” ifadesinden daha mübalağalı ve beliğdir. Allah bu âyetinde, “etrafını aydınlatınca” buyurduktan sonra “Allah onların ışığını giderdi, yok etti.” demedi. Bunun yerine, “Allah, onların nurunu yok etti.” buyurdu. Çünkü, “nâr” ifadesinin zikri daha mübalağalı bir ifadedir. Zira, (.......) kelimesinde fazlaca ışık vermek, aydınlık yapmak anlamı vardır. Eğer bu kelime geçseydi, ola ki bundan, ışığın azalması manası çıkabilirdi. Aydınliğin bütünüyle yok olmadığı manası anlaşılabilirdi. İşte burada (.......) kelimesinin zikredilmesi, yani nurun giderilmesi, yok edilmesi demek aydınliğin ve nurun tamamen yok olması ve eserinin kalmaması demektir. Şayet: (.......) denseydi, bundan ışığın gücü azaldı, fazla aydınlatmadı, anlamı çıkabilirdi, böyle bir vehim doğardı. Geriye az da bir aydınlık kalabilmiştir, diye bir düşünce ortaya çıkabilirdi. Görmez misin ki, Rabbimiz hemen bunun arkasından şöyle buyurmuştur: “Ve onları karanlıklar içerisinde bırakır. Artık hiçbir şeyi göremezler.” Eğer âyetin bu kısmına iyice dikkat edildiği zaman, bir defa burada (.......) kelimesi geçiyor ve bu, aydınlıkla aykırılık doğuran bir şeydir. Bir de burada, “karanlıklar” çoğul olarak gelmiş ve aynı zamanda nekradır. Bunun hemen ardından ışığın izinin dahi yer almadığı gerçeğini pekiştiren ifade geliyor. Bu ifade, “Artık hiçbir şeyi göremezler” ifadesidir. Yine bu âyetteki, (.......) fiili, (.......) yani “atmak, savurmak, savurup atmak” ve “fırlatmak ve bir de bırakmak” manalarındadır. Ancak bu manalarda olması için bir mef'ûl alması durumunda böyledir. Eğer iki mef'ûl alırsa bu takdirde, (.......) manasında olur. Böylece de “Ef’ali kulub” denen ve genelde mübteda ile haberin başına gelip bir mef'ûl ile yetinmeyen fiiller grubuna girer. Nitekim, (.......) da bundandır. Esasen bunun aslı, (.......) dir. Daha sonra bunun başına, (.......)fiili getirilmiştir ve böylece de her iki parçayı; da yani, (.......) ve (.......) cüzlerini nâsbetmiştir.Bir de, (.......) daki sakıt olan mef'ûle gelince bu, terk edilen ve atıları mef'ûl kabilindendir, yoksa takdir olunan, yani var sayıları ve insanın niyetinde var kabul edilen türden bir mef'ûl değildir. Sanki fiil esas bakımından müteaddi(geçişli olmayan) bir fiil imiş gibi. Ancak münâfıkların hâlinin burada ateş yakan bir kimsenin durumuna benzetilmesi, aydınlanmanın ya da parlamanın bir sonucu olup böylece hemen bunun ardından bir karanlığa ve şaşkınlığa düşmüş oldular. Evet münâfık olan bir kimse ebedî olarak küfür batakliğinda ve karanlıklarında hep yalpalayıp durur. Fakat, bu âyette belirtilmek istenen şey ve aydmlanmaktan murat, münâfıkların sırf dünyalık çıkarların için dilleriyle söyleyegeldikleri kelime sebebiyledir ve zaten bundan yararlanmaları da oldukça azdır, bu fani dünya için geçerlidir. Çünkü, söyledikleri bu kelimenin sayesindeki aydınlanmalartnin ötesinde nifak zulmeti ya da karanlığı vardır. Bu öyle bir karanlıktır ki, sonunda münâfıkları ebedî karanlığa götürüp oraya gömecektir. Ayrıca bu âyetin farklı bir tefsiri ya da tefsiru vardır ve bu da şöyledir: Münâfıklar hidâyeti verip bunun yerine dalâleti satın alanlar olarak tanıtıldıktan ve nitelendiklerinden sonra Rabbimiz hemen bunun peşinden daha iyi anlaşılması için bu örneği getirdi. Bununla münâfıkların hidâyeti bırakıp tıpkı geceleyin aydınlanmak için bir ateş yakarak aydınlanmaya çalışan kimse örneğiyle anlatıldı ki, böylece geçici bir aydınlanma için hidâyetini bu uğurda satanlara benzetiliyor. Nitekim, hidâyeti satanlar, bunun yerine Allah'ın nurlarını yok edip kaldırdığı dalâleti satın aldılar. Böylece yüce Allah münâfıkları karanlıklar içinde terk etmiş oldu.” “Ateş” kelimesinin nekra olarak zikredilmiş olması ise tazim içindir. |
﴾ 17 ﴿