18

Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bundan dolayı onlar hakka ve hidâyete dönmezler.

“Onlar sağırdırlar, dikizdirler, kördürler.”

Yani onlar sağırdırlar. Ancak onların duyu organları sağlıklı iken, kulaklarını hakkı dinlemeye kapatmaları, dilleriyle hakkı ve gerçeği konuşup söylememeleri, gözleriyle hakka bakıp onu görmemeleri bakımından tamamen duyularını ve hislerini yitirmişlerdir. Böylece kulakları sağır, dilleri lâl ve gözleri de kör olmuştur.

Beyan alimlerince bunun ele alınmasındaki metod ya da üslup âdeta şunun gibi bir üsluptur:

Onlar dövüşe (savaşa) hazır arslanlardır ve denizler misali cömertdirler.”

Ancak burada âyetteki ifadeler sıfatlar ile alâkalı iken, verdiğimiz örnekte ise isimlerle alâkalıdır. En sahih olan görüş açısından âyetteki durum beliğ bir teşbihtir, istiâre değildir. Çünkü, musteârun leh, yani müsebbeb olan (benzetilen) zaten burada zikredilmiş bulunuyor, ki bu da münâfıklardır. İstiare ancak musteârun lehi, yani Müşebbehun bihi (kendisine benzetileni) de beraberinde bulundurarak mutlak manada olur. Bunun bir sonucu olarak da cümle (kelâm) musteârun lehten hâli (boş) olmuş olur. Böylece bununla hem “menkûlün anh” ın ve “hem menkûlün ileyh” İn yani, hem hakiki ve hem mecâzî mananın murad olunmasına uygun düşer.

Eğer halin delâleti ya da, “Bundan dolayı onlar hakka ve hidâyete dönmezler” cümlesinin anlatmak istediği gerçek olmamış olsaydı hidâyeti sattıktan sonra artık bir daha ona dönmezlerdi veya dalâleti satın aldıktan sonra ondan dönmezlerdi.

Yani, bir şeye dönüşün ve bir şeyden geri dönmenin çeşitlilik göstermesi sebebiyle...

Ya da burada belirtilmek istenen şey, “Onların “yani münâfıkların şaşkınliğidır. Dolayısıyla onlar oldukları yerlerinde kalakalırlar ve artık geriye dönüş yapamazlar yani ileri mi gitsinler yoksa geri mi dönsünler noktasında şaşkındırlar, bunun için de oldukları yerlerinde tereddütlü bir hâlde kalakalırlar.

18 ﴿