21Ey insanlar! Hem sizi ve hem sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk ediniz ki, takva ile azâbından korunup rızasını kazanmış olasınız. “Ey insanlar!” : Tabiin'den Ebû Şibl Alkame b. Kays diyor ki, Kur'ân'da ne kadar, “Ey insanlar! “diye bir ifade var ise. Bu, Mekkelilere bir hitap ya da sesleniştir ve Kur'ân'da ne kadar, “Ey îman edenler!” olarak geçen bir hitap var ise bu da Medinelileredir. Buradaki hitap Mekke müşriklerinedir. Buradaki Ey anlamındaki (.......) bir harf (edat) olup uzağı ifade için kullanılır. Nitekim, Arapçadaki, “ey” edatı ile fetha harekeli olarak hemze harfi yakını işaret için kullanılan birer ünlem edatıdırlar. Daha sonra bu, gâfil ve unutkan, aymaz olan kimseleri uyarmak, onların dikkatlerini çekmek için kullanılır oldu. Hatta her ne kadar bu, uzak için kullanılan bir ünlem ise de böyle gâfil ve aymazlar yakınımızda da olsalar yine de bu ünlem edatı kullanılır. O yakında olanlar da tıpkı o uzaktakiler gibi değerlendirilir. Yani, bu harflerle ünlenirler. Çünkü onlar da diğerleri gibi aymazdırlar. Eğer bu ünlem edatlarıyla aklı başında, zeki ve uzağı görenler ünlenilirse, yani bunlara hitap olunursa bu takdirde bu edatlar seslenilen kişiyi daha çok dikkate çağırmak ya da onun dikkatini çekmek içindir. Yani, uyan ile anlatılacak şeyin oldukça önemli olduğunu ve buna itina gösterilmesi gerektiğini ifade içindir. Dua eden kişinin, “Ey benim Rabbim!” yakarmasına gelince -ki O, kendisine dua edene onun şah damanndan daha yakındır- diye seslenmesine gelince, kendi adına yakarmadır ve kendisine hasretmek içindir. Yani Allah'ı kendine yakın bulmadır. Ve nefsinden yakın mı değil mi gibi sakıncalı düşünceleri de uzaklaştırmak, nefsini kırmak içindir. Bu gerçeği nefsine aşırı bir şekilde kabul ettirmekle birlikte duasının kabul olunabileceği inancına da tüm varlığıyla inanması, âdeta bu inanç ve duygu içinde kendini kaybetmesidir. “Ey” kelimesi, kendisinde elif ve lam harfi bulunan bir nida aracıdır. Nitekim. (.......) ve kelimeleri de cins isimleri tanımada birer vesiledirler bir de ma'rife kelimeleri cümlelerle vasfetmek içindir. Bu aynı zamanda mübhem bir isimdir dolayısıyla kendisinden söz konusu mübhemliği (kapalılığı, anlaşılamazlıliği) giderecek bir şeye muhtaçtır. Buna mutlaka bir cins ismin eklenmesi gerekir. Ya da onun yerine geçip onu tanıtacak veya vasfedeck bir cins isme ihtiyacı vardır. Bu olmalı ki, nida (ünleme) ile neyin kasdolunduğu açıklanmış ya da bilinmiş olsun. Bunda amil olan (etkin rol oynayan) kelime de, (.......) ve (.......) kelimeleridir. Buna tabi olan ise onun sıfatıdır. Meselâ: (.......) gibi. Ancak, (.......) kelimesi kendi başına, (.......) kelimesinde olduğu gibi müstakil değildir, bu bakımdan sıfattan ayrı olarak gelemez. Bu arada, sıfat ile mevsûf, yani niteleyen ile nitelenen arasında fazladan yer alan tenbih (uyan) kelimesine gelince; bu, nida manasını te'kid etmek (pekiştirmek) içindir. İvaz (karşılık) için de hakkı ne ise o verilir. Yani, izafet sebebiyle gereken hakkı yerine getirilir. Kaldı ki, Kur'ân'da bu tarzda nida oldukça çok vardır. Çünkü yüce Allah'ın, emirleri olsun nehiyleri (yasakları) olsun, vaadleri ve yaidleri, yani ikaz ve tehditleri olsun oldukça önemli şeyler olduğundan. Kendisiyle kullarına seslendiği kelimeler de bu bakımdan dikkat çekici olmalıdır ve zaten de öyledir. İşte bu bakımdan bu değerde uyanlmaları gerekir. Dolayısıyla tüm kalpleriyle ona meyletmeliler Halbuki onlar daha önceden bundan gâfil idiler. İşte sırf bunun içindir ki daha güçlü ve daha abartılı (mübalağa içeren) bir ifade ile seslenilme gerekti. “Rabbinize kulluk (ibâdet) ediniz.” Yani, O'nu birleyiniz, tevhid inancına bağlanınız. İbn Abbâs (radıyallahü anh) : “Kur'ân'da yer alan ibâdet anlamındaki her kelime tevhidi, Allah'ın birliği manasım ifade eder. “Ki, O sizi yarattı.” Bu, açıklayıcı ve izah getirici bir sıfattır. Çünkü, bilindiği gibi Allah'a ortak koşanlar, İlâhlarını “Rabler/Erbâb” olarak isimlendiriyorlar. “Halk” kelimesi bir takdire ve düzene, ölçüye göre madum olanı, yani olmayanı var etmek, icadetmektir. Fakat Mu'tezile mezhebine göre; bir takdir (ölçü) ve düzene göre madum olanı değil, “şey” İ icad etmek, var etmektir. Çünkü Mu'tezile'nin görüşüne göre, “madum, yani olmayan” da “şey” dir inancından hareketle böyle demektedirler. Zira Mu'tezile açısından, “şey” , kendisi hakkında bilgi alıp verilmesi, haber getirilmesi doğru olandır. Ancak Ehl-i sünnet inancına, yani bizlere göre bu, mevcudun yani var olan şeyin adıdır. Hiç var olmamışın değil. Kırâat imâmlarından Ebû Amr; (.......) cümlesini, (.......) şeklinde idğam ile yani şeddeli olarak okumuştur. “Ve sizden öncekileri de yarattı.” Böylece yüce Allah'ın hem onların ve hem onlardan öncekilerin yaratıcısı olduğuna dair aleyhlerine bir hüccet ve kamt getirilmiş oldu. Çünkü, kendileri zaten bunu ikrar ediyorlar. Dolayısıyla onlara şöyle deniliyor: “Mademki O'nun sizin yaratanınız olarak ikrar edip kabul etmektesiniz, o hâlde O'na karşı olan kulluk ve ibâdet görevlerinizi yerine getirin. Artık bundan böyle putlara, putlaştırdıklarınıza kullukta bulunmayın.” “ki, takva ile azâbından korunup rızasını kazanmış olasınız.” Ümitvar olarak ve sakınarak Allah'a kullukta bulunup ibâdet edin ki, bu sayede azaptan kurtulursunuz. (.......) edatı, terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki, her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O'ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmâm-ı Sîbeveyh de bu görüştedir. Ancak Kutrub ise; (.......) kelimesi, “için” manasındadır, diyor. Yani, “Sakınıp korunmanız için.” |
﴾ 21 ﴿