30Hani, Rabbin meleklere: “Ben yeryüzünde bir halîfe yaratacağım.” demişti. Melekler de: “Bizler devamlı sana hamd ile Seni takdis ve tenzih edip durduğumuz hâlde, yeryüzünde anarşi doğuracak ve dünyayı kana bulayacak bir varlık mı yaratıp halîfe kılacaksın?” dediler. Allah da: “Şüphesiz sizin bilmediğiniz her şeyi herhâlde ben bilirim.” dedi. Yüce Allah yeryüzünü (dünyayı) yaratınca buraya cinleri ve semâya da (göğe de) melekleri yerleştirdi. Ancak cinler yeryüzünde bozgunculuk ve anarşi meydana getirdiler. İşte bunun üzerine yüce Allah onların üzerine bir kısık melek gönderdi ve onlar bu cinleri denizlerdeki adalara ve dağların tepelerine sürdüler ve kendileri onların yerlerine yerleştiler veya onları yeni yerlerinde ikamet ettirdiler. Yüce Peygamberi Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)e onların bu kıssalarını anlatmasını emretti de şöyle buyurdu: “Hani, Rabbin meleklere demeti ki:” Bu âyetin başında bulunan, (.......) harfi, gizli (var sayıları), (.......) fiiliyle mensûbtur. (.......) kelimesi de , “mel'ek” kelimesinin çoğuludur. Tıpkı (.......) kelimesinin, (.......) kelimesinin çoğulu olduğu gibi. “melâike” kelimesinin sonuna, dişilik (müennesallallahü aleyhi ve sellem) (.......) sının getirilmesi ise, Arapça da çoğul olan kelimelerin müennes (dişi) kabul edilmeleri bakımındandır. “Ben yaratacağım.” Bu kelime iki mef'ûl alan, (.......) fiilinden alınmadır. Bu iki mef'ûl de, “Yeryüzünde bir halîfe.” Halîfe: Yerine başkasını görevlendiren, halef atayan, demektir. Halîfe kelimesi, (.......) ölçüsünde bir kelime olup, (.......) manasındadır. Yani, (.......) demektir. Sonuna bir (.......) harfinin yani yuvarlak (.......) harfinin eklenmesi mübalağa içindir. Manâsı da, “sizden olan bir halîfe” demektir. Çünkü yeryüzünde yerleştirilenler insanlardır. Yüce Allah yeryüzüne Hazret-i Âdem'i ve soyunu halîfe olarak görevlendirmiştir. Bu âyette Rabbimiz, (.......) veya (.......) ifadesini kullanmadı. Çünkü burada, (.......) ifadesiyle murad olunan kimse bizzat Hazret-i Âdem (aleyhi’s-selâm)’in kendisidir. Böylece Hazret-i Âdem (aleyhi’s-selâm) den bahisle soyundan ayrıca söz etmeye gerek duymadı. Meselâ; Mudar ve Haşim denilerek sadece kabile liderinin ya da atasının adının zikredilmesiyle nasıl ki, tüm o kabileden söz edilmiş gibi olunuyorsa, bu da öyledir. Veya bununla, “Size, yerinize halef olabilecek veya sizin adınıza hareket edecek bir halef manası murad olunmuştur. İşte bu bakımdan kelime müfret (tekil) olarak zikredilmiş olabilir. Yahut da, “Benden, Benim tarafımdan bir halîfe” demektir. Çünkü Hazret-i Âdem (aleyhi’s-selâm), Allah (celle celâlühü) ın arzında O'nun halîfesidir. Nitekim, her peygamber bu manada böyledir. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Ey Dâvud! Biz seni yeryüzünde halîfe yaptık.” Sad, 26. Ancak yüce Rabbimizin, meleklerin kendisine sordukları gibi bir soru sormaları ve verdikleri cevap türünden bir cevap alması için onlara bunu haber vermiştir. Böylece onlar henüz yaratılmazdan önce Allah'ın onları halîfe kılmasındaki hikmeti bilsinler, tanısınlar istemiştir. Yahut da, kullarının önüne herhangi bir konuya ilişkin olarak bir mesele gelmezden önce o konuda tartışıp birbirleriyle istişarede bulunmalarını öğretmek istemesindendir. Gerçi yüce Allah üstün ilim ve hikmetiyle böyle bir istişareden müstağni (danışma ihtiyacı olmayan) ise de böyle bir şeye muhtaç değilse de gaye kullarının öğretip eğitmektir. “Melekler de, (.......) dediler.” Taat ehli kimseler yerine isyan edebilecek kimselerin geçmesine bir hayret ve şaşkınlık ifadesi burada yatınaktadır. Ancak, asla kendisi için bilgisizlik söz konusu olmayan, Hakîmdir. Meleklerin böyle bir durumdan bilgi sâhibi olmaları ya yüce Allah tarafından bunun kendilerine haber verilmesindendir veya bunu Levh-i Mahfûz kanalıyla öğrenmiş olabileceklerindendir. Yahut da iki insanı da cinlerle mukayese etmeleri sonucu böyle bir durum olabilmiştir. “Ve dünyayı kana bulayacak...” “Bizler devamlı sana hamd ile seni takdis ve tenzih edip durduğumuz hâlde...” Burada, (.......) fiilinin başında yer alan (.......) harfi hâl içindir. Bu tıpkı şu cümleye benzer bir ifadedir: “öen ona nazaran daha çok ihsana (iyiliğe) lâyık iken sen ona mı iyilikte bulunuyorsun?” (.......) kelimesi de hâl yerinde gelmiştir. Yani, “Sana hamd ederek seni teşbih ve tenzih ediyoruz, eksikliklerden beri kılıyoruz. Sena hamd etmekle meşgulüz.” Tıpkı yüce Allah'ın şu kavli gibi: “Yanınıza kâfir olarak girdikleri hâlde...” Mâide, 61. Âyette geçen, (.......) içimizi, nefsimizi senin için arındırır, temizleriz. Bir başka tefsire göre “teşbih” ve “takdis” Yüce Allah'ı kötülüklerden beri kılmak, ırak etmektir. Dolayısıyla, yeryüzünde teşbih ve takdis eden, demek oradan gitmek ve uzaklaşmak demektir. “Allah da, şüphesiz sizin bilmediğiniz her şeyi herhâlde ben bilirim, dedi.” Yani, bundaki hikmetleri, size gizli kalan noktaları ben bilirim. Yani Rabbimiz burada şunu demek istiyor; onların içlerinden peygamberler, Allah'ın sevgili kulları ve alimler çıkaçaktır. Buradaki, (.......) ise, (.......) manasındadır. Ve (.......) fiilinin mef'ûlüdür. Âid (yani zamîr) mahzûftur. Ve bu, (.......) demektir. Kırâat imâmlarından İbn Kesîr ve Ebû Amr, (.......) kelimesini, (.......) olarak okumuşlardır. |
﴾ 30 ﴿