31Allah bütün isimleri Âdem'e öğretti. Ardından da onları önce meleklere arz ederek: “Eğer söylediklerinizde doğru iseniz, bana şunların isimlerini bildirin.” dedi. “Allah, Âdem'e öğretti.” “Âdem” ismi Arapça olmayan bir isimdir. Yani, munsarif bir isim değildir. Ancak olsa olsa belki yaklaşık bir ifade ile bu, tıpkı (.......) Azer isimi gibi, (.......) vezninde olabilir. Ancak dil bilginlerinin, bu kelimeyi yer yüzeyi manasında olan, (.......) kelimesinden veya, (.......) kelimesinden türemiş kabul etmelerine gelince, tıpkı Ya'kûb ismini, (.......) kelimesinden, İdrîs ismini, (.......) kelimesinden ve İblîs ismini da, (.......) kelimesinden türediğini ileri sürdükleri gibi bir görüştür. “Bütün isimleri,” Yani, varlıklara ad olan isimleri, hangi isim hangi şeye âittir veya hangi isimle çağrılır gibi. Burada muzâfun ileyh, yani tamlayan, belirten mahzûftur. Çünkü, “İsimler” ifadesinin geçmesiyle neye delâlet ettiği gerçeği artık bilinir olduğundan müsemmaların zikrine gerek duyulmamıştır. Çünkü isim müsemmasına, yani neyin veya ldmin ismi ise ona delâlet eder. İşte bundan dolayı da başına bir (.......) getirilmiştir. Bu tıpkı şu âyetteki gibidir. “Saçım, başım ağardu” Meryem, 4. İşte bu âyette de, “baş” kelimesi, aslında, “başım..” manasında iken, başına gelen, (.......) harf-i ta'rîfi bu izafetin (tamlamanın) yerine geçmiştir. İşte burada, “el-esma” kelimesi de böyledir. Dolayısıyla, muzâfın (tamlarıanın, belirtilenin) hazfı üzerine muzâfun ileyhin (tamlayanın) bunun yerine geçirilmesi ya da takdiri doğru değildir. Yani, “Âdem'e, müsemmaların (isim alan varlıkların) adlarını öğretti” demek sahih olmaz. Çünkü; burada öğretilen şey isimlerdir, o ismi alan varlıklar değil. Zira yüce Allah: “Bana şunların isimlerini bildirin.” ve “Bu varlıkların adlarını onlara anlat (öğret)!” Bu iki âyetde gördüğünüz gibi buyurmuş ve fakat, (.......) ve (.......) diye buyurmamıştır. Müsemmeyatın (varlıkların) adlarını öğretmek demek şu demektir: “Yüce Allah, Hazret-i Âdem (aleyhi’s-selâm) a, yaratacağı (yaratmış olduğu) varlıkların cisimlerini gösterdi ve ona; işte bunun ismi kısrak, bunun ismi deve ve şunun ismi da şudur ve şudur diye hepsini bir bir öğretti. Nitekim İbn Abbâs (radıyallahü anh) demiştir ki: “Allah, Hazret-i Âdem'e kazana ve kepçeye varana kadar her şeyin ismini bir bir öğretmiştir.” “Ardından da onları önce meleklere arzederek:” Yani, “adlarıdırılan varlıkları meleklere sunarak” . Çünkü müsemmeyat (yani adlarıdırılan varlıklar) içerisinde akıl sâhibi varlıkların olması sebebiyle Allah değerleri itibariyle onları öne çıkardı. Allah'ın meleklerden haber soruşturması, peygamberlerin onları acze düşüreceklerini bilmiş olması sebebiyle bir bakıma melekleri susturmak, uyarmak içindir. İşte bunu için Rabbimiz onlara: “Eğer söylediklerinizde doğru iseniz, bana şunların isimlerini bildirin (haber verin), dedi.” “Eğer iddia ettiğiniz ve ileri sürdüğünüz gibi ben yeryüzünde bozgunculuk yapacak, anarşi doğuracak ve dünyayı kana bulayacak bir halîfe yaratacaksam...” ifadesinde meleklere hem red cevabı bulunmaktadır ve hem de tüm faydalı şeylerin temellerini oluşturan ilmi esasların halîfe tayin edeceği kimseler tarafından nasıl bilindiğini ve onların buna nasıl ehil kimseler olduklarını açıklamak içindir. Çünkü ilmî bir ehliyeti hâiz olanlar ancak hilafete seçilme hakkını hâiz olabilirler. |
﴾ 31 ﴿