117

O göklerin ve yerin eşsiz yaratanıdır. Bir şey dilediği zaman ona yalnızca, “Ol!” der ve o da hemen oluverir.

“O göklerin ve yerin eşsiz yaratanıdır.” Gökleri de ve yeri de daha önce asla benzeri ve örneği görülmemiş bir şekilde icâdetmiş, var etmiştir. Yoksa bir örnekten yararlanma değil haşa! Nitekim daha önce hiçbir benzeri ve örneği görülmemiş olan her şeye, bunu ben icadettim, benim eserim, bedii olarak ortaya koyduğum şey, denir. Hatta bundan hareketle, Sünnet ve Cemaate muhalefet edenlere de mübtedi (bidatçi) denmiştir. Çünkü bu kimseler sahâbe ve tabiin (Allah hepsinden de râzı olsun) dönemlerinde hiç Meselâe rastlanmamış olan fikir ve düşünceleri, inançları İslâm'a sokmuşlardır. Bu anlamda kendilerine bidatçi denmiştir.

“Bir şey dilediği zaman” bir şeye hüküm verdiği, bir şeyi takdir buyurduğu zaman,

“Ona yalnızca (........) der ve o da hemen oluverir.”

Burada geçen, (........) kelimesi nakıs olan (........) fiili olmayıp tam olan fiil olarak görev yapmaktadır.

Yani, “Meydana gel, var ol, der. O şey de hemen meydana gelir, var olur” demektir. Bu ifade aslında yaratma olayının yani “ol” emrinin çok hızlı bir şekilde meydana geldiğini gösteren mecâzî bir ifadedir, bizim anlayabilmemiz için söylenen bir ifadedir. Kısaca bu bir temsildir, örneklemedir. Yoksa ortada bir söz ya da konuşma yoktur, sadece bir mecâz vardır burada. Ancak bunun manası şöyledir:

Yüce Allah herhangi bir şeye hükmettiğinde ya da onları takdir buyurduğunda, o şeyler derhal oluşur ve hepsi de bundan kaçınmaksızm, imtina etmeksizin ve asla beklemeksizin var oluş emri içinde gerçekleşir. Bu, âdeta şuna benzer: itaatkâr olan bir memur (emir alan kişi) hiç beklemeksizin ve verilen emirden kaçınmaksızm derhal o emri yerine getiriyorsa ve uzak durmaktan sakınıyorsa işte bu da öyledir.

İşte bu ifade ile Allah (celle celâlühü) çocuk edinmekten ya da doğurmaktan uzak olduğu gerçeğini bu manasıyla pekiştirmiş oluyor. Çünkü, bu manasıyla kudret sıfatına sahip olan bir zatın elbette ki tüm sıfatları cisimlerinkinden farklı olacak ve asla onların sıfatlarına benzemeyecektir. Öyleyse, ortada nasıl bir doğma ya da doğramaktan söz edilebilsin ki?

(........) kelimesinde asl olan merfû' olmasıdır. Çünkü bu, genel manada tüm kırâat imâmlarının okuyuş tarzıdır ki, bu da bunu yeni bir cümle (istinaf) olduğu esasına dayanır.

Yani, “O da oluverir. “demektir. Yahut da bu, (........) üzerine ma'tûf olarak merfûdur.

Ancak kırâat imâmlarından İbn Âmir ise, (........) kelimesini, (........) kelimesi üzerine atfederek bunu mensûb okumuştur. Çünkü, (........) kelimesi emir kipidir (fiildir). Bu itibarla, emrin cevabı da (........) ile olunca bunun mensûb olması gerekir.

Ancak biz de burada diyoruz ki, (........) kelimesi gerçek manada bir emir fiili, yani kipi değildir. Çünkü burada, (........) demekle, (........) demek arasında herhangi bir fark yoktur. Mademki, durum böyle ise bu takdirde kelimeyi mensûb okumanın bir anlamı da olmaz. Böyle bir durumun olması yani bunu emir kabul edilebilmesi için, bu takdirde bu emir kipiyle ya var olan bir muhataba bir emir olması gerekir. Halbuki mevcut yani var olana, zaten var olması bakımından tekrar ona, “Ol!” emri verilemez. Çünkü zaten var. Ya da, muhatap yoktur, madumdur. Yok yani madum olana da hitap olunmaz, seslenilmez.

117 ﴿