177Asıl iyilik yüzlerinizi (soyut manada) doğu ve batı tarafına çevirmek değildir. Fakat gerçek iyilik yapan kimse Allah'a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere îman eder, mala olan sevgisine rağmen onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelerin hürriyetine harcar, namazı doğru bir şekilde kılar, zekâtı verir. Söz verdikleri zaman verdikleri sözleri yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte imanlarında asıl doğru ve samimi olanlar bu özellikleri taşıyanlardır. Allah'ın emirlerine bağlılık gösteren ve yasaklarından uzak duran gerçek takva sahipleri de işte bunlardır. “Asıl iyilik yüzlerinizi (soyut manada) doğu ve batı tarafina çevirmek değildir.” Bu hitap aslında kitap ehli denilen Yahûdî ve'Hırıstiyanlaradır. Çünkü Hırıstiyanlar kıble olarak Beyt-i Makdis'in doğusunu kullanırlarken, Yahûdîler de bunun batışım kıble olarak kabul ediyorlar. Dolayısıyla iki gruptan her biri asü iyiliğin kendi kıblelerine dönmekte olduğunu ileri sürmektedirler. İşte burada bunlara, kıble olarak iddia ettikleri yönlerin kıble olmadığım bildiriyor ve onların bu husustaki inançlarını reddediyor. Çünkü onların kıbleleri mensuhtur, yani artık bir hükmü kalmamıştır, yürürlülükleri kaldırılmıştır. “Fakat gerçek iyilik yapan kimse Allah'a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere îman eder.” Yani asıl iyilik, şöyle şöyle yapanların iyiliğidir veya asıl iyilik sâhibi, .... olanlardır. Bu her iki tefsir de muzafın (tamlarıanın) hazfedilmiş (gizlenmiş) olduğu varsayımına göredir. Ancak bu iki tefsirdan en doğru ve şık olanı ilk tefsirdur. Birr: Hayır ve iyiliğe ad olan bir kelime olup hoşnut kalınan her iyi ve güzel şey manasındadır. Anlatıldığına göre Müslümanlar kıble konusunda aralarında hayli tartışmalara giriştiler. Denilmiştir ki; asıl büyük ve gerçek birr yani iyilik, diğer iyilik çeşitleri içinde önem verilmesi gerekli olan ve diğerlerini bir kenara bırakıp sadece kıble meselesini ele almak ve iyiliğin bu olduğunu ileri sürmek değildir. Fakat asıl ye gerçek birr yani iyilik, ihtimâm ve önem verilmesi gereken iyilik, îman edenlerin ve buna bağlı olarak da yapılması gereken amelleri yapanların yaptığı iyiliktir. (........) kelimesinin haberidir. İsmi de, (........) kelimesidir. Bu tarz okuyuş ise kırâat imâmlarından Hamza ile Hafs’ın okuyuşudur. Ancak kırâat imâmlarından Nâfi ve İbn Âmir ise, (........) ibâresindeki (........) kelimesinde (........) harfini şeddesiz olarak tahfif haliyle olmak üzere (........) şeklinde merfû' okumuşlardır. Ancak Müberred’den gelen bir rivâyete göre demiştir ki: “Eğer ben Kur'ân okuyanlardan:.(kırâat imâmlarından) olsaydım, mutlaka, (........) olarak da okunmuştur. Âhiret gününden kasıt, öldükten sonra dirilme günüdür. Kitaptan kasıt cins manasında olması sebebiyle bütün ilâhi kitaplar veya sadece Kur'ân olabilir. “Mala olan sevgisine rağmen onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelerin hürriyetine harcar,” Burada, (........) farklı olarak tefsir edilmiştir. Meselâ, “Allah'ın sevgisine dayanarak, mal sevgisine rağmen veya verme sevgisi, harcama isteği... “ gibi. Hep o malı vermek ister. Ve verirken de içten isteyerek bir sıkıntı duymaksızın verir. Âyette yardım ve verme sırlamasında öncelik yakınlara verilmiştir. Çünkü bunun sebebi, akrabanın yardım olunmaya çok daha lâyık ve hak sâhibi olmalarındandır. Nitekim, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadişlerinde şöyle buyurmuşlardır: “Senin yoksullara yaptığın bir iyilik (verdiğin bir sadaka, bir tek sadaka) sevaptır. Halbuki senin yakın - uzak akrabanayaptığın bir iyilik - verdiğin bir sadaka ise vuslattır (akrabalık bağını pekiştirmektir).” Yetimlerden kasıt ise, hem yakın ve uzak akraba içindeki yetimler ve hem genel manadaki yetimleri içerir. Ancak burada mutlak anlamda “yetimler” ifadesinin geçme nedeni herhangi bir karışıklığa meydan verilmemesi sebebiyledir. Miskin, yani yoksullardan kasıt, sürekli olarak insanların yardımlarına muhtaç olan demektir. Çünkü böyle kimselerin ellerinde ve avuçlarında hiçbir şeyleri yoktur. Bunlar âdeta hiç ayılmayan ve gece gündüz sarhoş gezenler gibidirler. Bir türlü iki yakalan bir araya germez. Yol oğlu, yani yolcu: Yani yolda kalmak suretiyle ulaşabilmesi gereken yerlerle bağı kopmuş olan kimse demektir ki, elinde avucünda buseyi de kalmamış olan kimse demektir. Her ne kadar lâfız olarak tekil ise de cins manası taşıdığından bütün yolcular demektir. Yol oğlu yani “İbn sebil” denmesinin nedeni de yola bağlı kalması ve bu yolculuğun kendisi için gerekli olması yüzündendir. Veyahut doğrudan doğruya misafir demektir. Dilenenlerden kasıt ise, yiyecek vb. gibi şeyleri isteme ihtiyacını duyanlardır. (........) Fi'r-rikab: Boyunduruk altında bulunanlar, köleler. Bunlar efendileriyle özgürlüklerine kavuşmak kaydıyla antlaşma ya da sözleşme yapan kölelerdir, ki bunlara mükâteb ismi verilir. Bunlara da gereken yardımın yapılması icab eder, ki bu sayede özgürlüklerini kazanabilsinler ve boyunduruk altından çıkıp kurtulabilsinler. Ya da esaret altında bulunanlara yardım ederek onların kurtulmasını ve özgürlüklerini kazanmalarını sağlamaktır. (........) Farz olan “namazı doğru bir şekilde kılar -yine farz kılınmış olan- zekâtı verir:” Bir tefsire göre bu, birinciyi teyit ve te'kit içindir. Yine denildiğine göre birinciden murat da; sadakalann Nâfile olanları ve yapılan iyiliklerdir. (........)Allah'a veya insanlara “Söz verdikleri zaman verdikleri sözü yerine getirir.” Bu cümleler de yine “îman edenler” ifadesi üzerine ma'tûftur. (........) fakirlik ve yoksulluk manasında “sıkıntı, -kronik ve müzmin manada- haslalık ve savaş zamanlarında -savaş alanlarında- sabreder.” (........) kelimesi medih ve ihtisas üzere mensûbtur. Bu da şiddet ve sıkıntı anlarında sabrın değerini ve üstünlüğünü ortaya koymaktır. Diğer ameller arasında savaş meydanlarında ve şiddet anlarında sabrederek göğüs germenini değerini ve üstünlüğünü ortaya koymak içindir. “İşte imanlarında asd doğru ve samimi olanlar bu özellikleri taşıyanlardır.” Bu niteliklere sahip olan kimseler gerçekte dinde doğru söyleyen ve sadakat gösterenlerdir. “Allah'ın emirlerine bağlılık gösteren ve yasaklarından uzak duran gerçek takva sahipleri de işte bunlardır.” Rivâyete göre câhiliye döneminde iki Arap kabilesi arasında kan davası varmış. Ancak bu kabilelerden biri diğerine göre daha bir üstün ve değerli bir kabile imiş. Bunlar, yani üstünlük iddiasını taşıyanlar şöyle bir yemin ederler: “Eğer sizden herhangi biri bizden bir köle öldürürse biz de buna karşılık öldürülen kölemizin yerine sizden hür olan birini, bir kadınımızı öldürmeniz hâlinde yerine bir erkeğinizi, bir hür adamımızı öldürmeniz durumunda da iki hür adamınızı öldüreceğiz.” Ancak İslâm'ın gelmesi üzerine bunlar meselelerini Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ne götürdüler. İşte bunun üzerine aşağıdaki âyetler nâzil olmuştur. |
﴾ 177 ﴿