186

Kullarını sana benden sorduklarında, de ki onlara: “Ben onlara gerçekten çok yakınım. Bana dua edip çağırdığında dua edenin çağrısına cevap veririm. Öyle ise kullarını da benim davetime karşılık versinler ve bana îman etsinler ki, doğru yolu bulmuş olsunlar.

Kullarını sana beni sorduklarında de ki onlara: (........)” Allah'ın mekândan münezzeh olması itibariyle kullarına ilmiyle ve onların isteklerine icabetle çok daha yakındır.

Bana dua edip çağudığında, dua edenin çağrısına cevap veririm.” Kırâat imâmlarından Sehl b. Muhammed ile Ya'kûb b. İshak, (........) ve (........) kelimelerini, her iki hâlde de, (........) ve (........) olarak okumuşlardır. Nitekim, kırâat imâmlarından Kalun dışında vasl hâlinde Ebû Amr ile Nâfi de bu ikisine muvafakat etmişlerdir. Diğer kırâat imâmları ise her iki durumda da (........) harfi olmaksızın kırâat etmişlerdir.

Diğer taraftan, yapılan dualara icabet etmesi yüce Allah tarafından doğru olan bir vaaddir, söz vermedir ki, bu konuda Allah asla sözünden dönmez. Ancak duaya icabet bazan ihtiyacın giderilmesine muhalif olabilir.

Yani ihtiyacı dışında bir başka şekilde tezahür edebilir. Duaya icabet meselesine gelince kulun: “Rabbim!” demesi, Allah'ın da, “Buyur kulum!” diye buna bu şekilde cevap vermesidir. İşte bu, her mü'min için vaad olunan ve var olan bir gerçektir.

Kaza-i hacet denilen ihtiyacın karşılanmasına gelince, bu, istenenin verilmesi demektir. Bu ise bazen karşılarıabilir, yerine getirilir, bazen de istendikten bir müddet sonra olabilir, gerçekleşebilir. Bazen ise bu arzu âhirette karşılanır ya da bu, istekte bulunan, dua eden için kendisi adına daha hayırlı olabilecek bir şekilde bir başka türlü ortaya çıkar.

(........) Onların kendi ihtiyaçları için bana dua ettiklerinde benim onlara icabet ettiğim gibi, ben kendilerini bana îman etmeye ve itaate bulunmaya çağırdığımda “Öyle ise kullarını da benim davetime karşılık versinler ve” bana îman etsinler ki, “doğru yolu bulmuş olsunlar.”

Yani azgınlık ve sapkınlıktan kurtulup doğruyu umabilsinler.

Rüşd” kelimesi, “ğayy” kelimesinin zıddı, karşıtıdır. Burada, (........) ve (........) kelimelerindeki (........) harfi her ikisinde de emir manasınadır.

RAMAZAN AYINDA EŞİYLE BERABER OLMAK

İslâm'ın ilk zamanlarında adam akşam olup da iftar edince bu zamandan itibâren yatsı vaktine erişip namazım kılıncaya veya bundan önce yatıp uyumasına kadar yemesi, içmesi ve eşiyle cinsel ilişkide bulunması helâl idi. Bir yasaklama yoktu. Ancak yatsı namazını kıldıktan ya da yatıp uyuduktan sonra artık hiçbir şey yapmaksızın ertesi akşama kadar kendisine yeme, içme ve eşleriyle cinsel ilişkide bulunma haram kılınmıştı. Ancak bir gece Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) yatsıdan sonra eşiyle beraber oldu. Yıkanınca ağlamaya ve kendi, kendisini kınamaya başladı. Hemen Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e koşup geldi ve olup biteni ona anlattı. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de,

— Ben bu hususta bir şey diyebilecek ve yapabilecek bir güce-hakka sahip değilim, buyurdu. İşte bunun üzerine, (........) âyeti nâzil oldu.

Şimdi âyetin tefsirine geçebiliriz.

186 ﴿