253

İşte böylece peygamberlerden kimini ötekilerine üstün kıldık. Allah onlardan kimisiyle konuşmuş ve kimilerini de derecelerle yükseltmiştir. Meryem oğlu Îsa'ya apaçık belgeler verdik ve onu Rûhu'l-Kudüs ile güçlendirdik. Eğer Allah dileseydi o peygamberlerden sonra gelen toplumlar, kendilerine gelen apaçık mu'cizelerden sonra savaşmazlardı. Ama onlar anlaşmazlığa düştüler. Dolayısıyla onlardan kimisi îman etti, kimisi de kâfir oldu. (Bütün bunlara rağmen) Allah dileseydi onlar savaşmazlardı. Fakat Allah dilediğini yapar.

“İşte böylece sözünü ettiğimiz peygamberlerden kimini ötekilerine üstün kıldık.” (.......) kavliyle burada bu surede söz konusu edilen peygamberlerden, Hazret-i Âdem (aleyhi’s-selâm) den tutun ta Hazret-i Dâvud (aleyhi’s-selâm) peygambere kadar haklarında bilgi verilen peygamberler ya da Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bilgisi dahilinde bulunan peygamberler söz konusu edilmektedirler.

(.......) Buna göre bunlar peygamberliklerinin ötesinde birtakım özelliklerle ve meziyetlerle üstün kılınmışlardır. Çünkü; bunların hepsi de tıpkı mü'minleri'n birbiriyle eşit olması gibi risâlet görevinde eşittirler.

Yani; mü'minler nasıl ki imâm açısından eşit iseler, peygamberler de risâlet görevinde eşittirler. Mü'minler nasıl ki îman dışında taatleri ve amelleri bakımından farklılık gösterebiliyorlarsa, işte peygamberler de böyledir. Nitekim Rabbimiz bu gerçeği şöyle açıklamaktadır:

Allah onlardan kimisiyle -Meselâ Hazret-i Mûsa ile, arada herhangi bir elçi olmaksızın doğrudan- konuşmuş ve kimilerini de derecelerle yükseltmiştir.” (.......) demek, (.......) takdirinde olup, Allah kendisiyle konuştu, manasınadır ve bu zât da Hazret-i Mûsa (aleyhi’s-selâm) dır. Burada ilgi cümleciğinden âit yani zamîr hazfedilmiştir. Buna göre mana şöyledir: “Onlardan öylesi de var ki, Allah aralarında bir elçi olmaksızın kendisiyle konuştu,” bu da Mûsa (aleyhi’s-selâm) dır.

(.......) kavli birinci mef'ûldür, (.......) kelimesi de ikinci mef'ûldür.

Yani, derecelerle veya derecelere .... demektir. Kısaca onlardan kimisini de diğer peygamberlerin üzerine derece bakımından yükseltti. Nitekim fazilet bakımından peygamberler aralarında birtakım farklılıklara sahip olmalarının yanında, onlardan derecelerle çok daha üst durumda olan da vardır ki, bu da Hazret-i Muhâmmed (sallallahü aleyhi ve sellem) dir. Çünkü Allah onu, evrensel olarak tüm insanlığa ve cinlere peygamber olarak göndermiştir. Öyle ki; Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimize binlerce denilebilecek manada çok mu'cizeler verilmiştir. Ondan önceki hiçbir peygambere bu manada mu'cize verilmiş değildir. Bu mu'cizelerin en büyüğü de Kur'ân'dır. Çünkü bu Kur'ân mu'cizesi dünya durdukça yeryüzünde var olacaktır.

Burada bu konunun açık ve net olarak değil de üstü kapalı bir ifadeyle anlatılmasındaki incelik ise, onun durum ve konumunu yüceltmektir. Bir de, ondan başka hiçbir peygamberde benzeri görülmeyen özel durumu sebebiyledir. Öyle bir farklılık ki; başka birisiyle asla karıştırılamayacak kadar net ve belirgin.

Farklı bir tefsire göre de bununla belirtilmek istenen Hazret-i Muhâmmed (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i İbrâhîm (aleyhi’s-selâm) ve bu ikisi dışındaki ulu'l-azm peygamberlerdir.

Meryem oğlu Îsa’ya -ölüleri diriltmek, anadan doğma körleri, alaca hastaliğina yakalananları ve buna benzer şeyleri iyileştirmek gibi- apaçık belgeler verdik ve onu Rûhul-Kudüs -Cebrâîl veya İncîl- ile güçlendirdik.”

“Eğer Allah dileseydi, o peygamberlerden sonra gelen toplumlar kendilerine gelen apaçık belgelerden sonra -ihtilâfa ve ayrılmazlığa düşerek- savaşmazlardı. “Çünkü savaşların nedeni anlaşmazlıklardır. “Ancak onlar -benim dilememle- anlaşmazlığa düştüler.” Daha sonra Rabbimiz anlaşmazlık nedenlerini açıklayarak şöyle buyuruyor:

Dolayısıyla onlardan kimisi îman etti, kimisi de kâfir oldu.” Hepsi de Benim dilememle oluyor. Yüce Allah şöyle buyuruyor:

“Tüm peygamberlerimin işlerini bu şekilde belirledim. Hepsi için aynı kanunu uyguladım. Hiçbir peygamberin ne sağliğinda ve ne de ölümlerinden sonra bütün ümmetinin ona uymakta bir araya geldikleri, anlaşmazlığa düşmedikleri olmamıştır. Aksine onun hakkında anlaşmazlığa düşmüşler, (.......)

Bütün bunlara rağmen Allah dileseydi onlar -anlaşmazlığa düşerek- savaşmazlardı.” Burada bunun tekrarı durumu pekiştirmek ve te'kit içindir.

Yani, “Ben onların savaşmamalarını dikseydim, savaşmazlardı. Çünkü mülkümde cereyan eden her olay ancak benim meşietime, yani dilememe bağlıdır.”

İşte işin bu noktası, Mu'tezile mezhebinin görüşünü geçersiz kılıyor. Çünkü Allah, “Eğer onların savaşmalarını dilemesem, onlar savaşmazlardı” diye bildirmektedir. Halbuki Mu'tezile mezhebi savunucuları diyorlar ki, Allah onların savaşmamalarını istedi ve fakat onlar buna rağmen savaştılar. “

“Fakat Allah dilediğini yapar.” Allah, âyetin bu ifadesiyle mutlak manada irâdenin kendi zâtına âit olduğunu, başkasına has olmadığını net olarak bildirmektedir. Nitekim Ehl-i sünnetin de mezhebi (görüşü) budur.

253 ﴿