260(Şunu da hatırla:) Hani İbrâhîm Rabbine demişti ki: “Rabbim! Ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster.” Rabbi de ona: “Yoksa îman etmedin mi?” diye söyledi. İbrâhîm dedi ki: “Elbette îman ettim. Ancak kalbim huzur bulsun istedim.” İşte bunun üzerine Rabbi ona: “O hâlde dört adet kuş yakala ve onları kendine iyice alıştır. Sonra da onları kesip parçalara ayır ve her bir dağın başına da o parçalardan birini bırak. Daha sonra onları sana gelmeleri için çağır, (hepsi de) koşarak sana geleceklerdir. İyi bilmelisin ki; Allah, Azîzdir, Hakîmdir.” buyurdu. “(Şunu da hatırla:) Hani İbrâhîm Rabbine demişti ki: Rabbim! Ölüleri, nasıl dirilttiğini bana göster.” Burada, (.......) kelimesi, (.......) fiiliyle nasb mahallindedir. “Rabbi de ona: Yoksa îman etmedin mi? diye söyledi. İbrâhîm de dedi ki: “Yüce Allah, Hazret-i İbrâhîm (aleyhi’s-selâm)’in insanlar içinde en sağlam ve güçlü bir îmana sahip olduğunu bilmesine rağmen, “Yoksa îman etmedin mi?” diye buyurması, ondan almak istediği cevabı alsın diyedir. Çünkü; bunda dinleyenler açısından önemli faydalar bulunmaktadır. (.......) kelimesi olumsuzluktan sonra manayı olumlu hale çevirmek içindir. Bunu manası, “Elbette inandım. “demektir. Ancak bu, zorunlu olarak bilinmesi gereken şeye bir de delile dayalı bilgi eklenirse dolayısıyla bunun insan kalbi üzerindeki etkisi daha fazla olur ve da bir huzur sağlar. Uzağı görmede, basiret sâhibi olmada tesiri görülür. Çünkü; delillerin açıktan açığa gösterilmesi gönülleri daha sükun ve rahata kavuşturmasını yanında basiretin da artırır, ilerisini çok daha rahat olarak görebilir. Delile dayalı ilimlerde kimi zaman kuşkular doğurabilir ve fakat kesin ve zaruri manada bilinen gerçeklerde ise herhangi bir kuşkuya yer yoktur. (.......) kelimesindeki (.......) harfi, mahzûf olan bir ifadeye taallûk etmektedir. O da: “Fakat benim bunu sormuş olmam, kalbimin huzur bulma (tatmin) isteğindendir.” “İşte bunun üzerine Rabbi ona: O hâlde -kuşlardan tavus, horoz, karga ve güvercin olmak üzere- dört adet kuş yakala ve onları -meylettirerek, yanma alarak- kendine iyice alıştır.” (.......) kelimesini kırâat imâmlarından Hamza (.......) harfinin esresiyle, (.......) olarak okumuştur. “Sonra da onları kesip parçalara ayır ve her bir dağın başına da o parçalardan birini bırak.” Sonra onları parçalara ayır, daha sonra da ayırmış olduğun parçaları da çevrende ve senin bulunduğun topraklar üzerinde yer alan dağlardan her birinin üzerine bir parçasını bırak. Rivâyete göre bunlar dört ya da yedi dağ idi. Kırâat imâmlarından, Ebû Bekir, (.......) kelimesini, iki ötre ve hemzeli olarak (.......) diye kırâat etmişlerdir. “Daha sonra onları sana gelmeleri için -Allah'ın izniyle gelin diye- çağır, hepsi de koşarak sana gelecekler.” (.......) kelimesi, hâl yerinde mastardır. Yani, “uçuşlarında hızlıca hareket ederek” veya “yürüyerek gelişlerinde süratli olarak gelmek suretiyle” demektir. Âyette, Hazret-i İbrâhîm (aleyhi’s-selâm) a yakaladığı kuşları kendisine iyice alıştırmasının istenmesinin emredilme sebebi şundandır: Hazret-i İbrâhîm (aleyhi’s-selâm) onları yakaladıktan sonra onları iyice tanısın, şekillerini, renk ve süslerini, durumlarını iyice öğrensin ki; kuşlar çağmldığı zaman yanma geldiklerinde o kuşların kendisinin yakalayıp bıraktığı kuşlar olduğunu ve bu kuşların başka kuşlar olmadığını iyice tanısın, bir kanşıklık ve bir şüphe gönlünde meydana gelmesin diyedir. Rivâyete göre Hazret-i İbrâhîm (aleyhi’s-selâm) yakaladığı kuşları kesme emrini aldıktan sonra, kuşların tüylerini yolması, onları kesip parçalanası, parçalarının her birinin bir dağa bırakılması, tüylerini, kan ve etlerini birbirine kanştınp yoğurması emredilir. Bütün bu kanşımları dağların başına bırakılması ve kuşların kafalarının da yanında bırakılması emredilir. Dolayısıyla Hazret-i İbrâhîm (aleyhi’s-selâm) emredileni yapar ve her bir kuşun dörtte bir parçasını bir dağa bırakır. Daha sonra onlara: “Yüce Allah’ın izniyle bana gelin.” diye seslenir. Dolayısıyla her bir parça diğer parçasının yanma gider ve böylece tam şekillerini alarak, Hazret-i İbrâhîm (aleyhi’s-selâm)’in yanında bulunan kafalarını kendilerine eklemek üzere gelirler. Her bir cüsse kendi kafasının bulunduğu yere konar ve kafasını kendine ekler. “İyi bilmelisin ki; Allah, Azîz'dir -hiçbir güç kendisinin murat ettiği şeyin önüne geçip engel olamaz-, Hakîm'dir -tedbirini yüklendiği şeyde hikmet sâhibidir ve Allah içinde hikmet bulunmayan bir şeyi işlemez- diye buyurdu.” Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in hayret ve dikkatini çekmek ve onu teselli etmek üzere, ilâhlık ve rab olduğu iddiasına kalkışan Nemrût ile onunla bu konuda mücadele ede Hazret-i İbrâhîm (aleyhi’s-selâm)’in durumunu gelecek âyette bir gönül rahatlatıcı olarak göreceğiz. Rabbimiz şöyle buyuruyor: |
﴾ 260 ﴿