26(Ey Rasûlüm!) De ki: “Ey mülkün (ve hakimiyetin) sâhibi Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve dilediğinden de çekip alırsın. Dilediğini yüceltirsin, dilediğini de alçaltırsın. Çünkü; her iyilik Senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye kâdirsin. “(Ey Rasûlüm!) De ki: Ey mülkün ve hakimiyetin sâhibi Allah'ım!” Bu âyetin başmda yer alan, (.......) kavlindeki, (.......) harfi, ünlem harfi olan ve ey manasına gelen (.......) harfine karşılıktır. İşte bu bakımdan bu ikisi aynı kelimede bir araya gelemezler. Yani, (.......) denemez. Zaten bu, bu değerli ismin bazı hususiyetlerindendir. Nitekim; yemin manasında aynı durumu (.......) harfinde de görmekteyiz, bu özellik orada da vardır. Yine nida (ünlem) harfinin buna dahil olması, kendisinde lâm-ı tarif denilen belirtme harfinin bulunması da bunun özelliklerindendir. Aynı şekilde başına gelen hemzenin kat'î hemze olması da böyledir. Yani, (.......) denir ve fakat bu manada, (.......) denemez. Aynı zamanda tefhim ile okunur. (.......) kavli ise, mülkün cinsine, kendisine sahip olan, tıpkı varlık sahiplerinin kendi mal varlıklarında diledikleri gibi nasıl tasarrufta bulunuyorlarsa Allah da öylece kendi mülkünde dilediği ve istediği gibi tasarrufta bulunur. O'na asla kimse müdahale etmez, edemez. İşte âyetin bu kısmı da ikinci bir ünlemdir, nidadır. Yani bu, “Ey mülkün Mâliki ve sâhibi!” demektir. “Sen mülkü dilediğine verirsin.” Sen mülkünde kime ne kadarlık bi'r pay ve nasip ayırmış isen o kadar verirsin. “ve dilediklerinden de çekip alırsın.” Yani onu da ondan çeker alırsın. İlk geçen, “mülk” ifadesi genel yani amm'dır. Daha sonra geçen iki “mülk” ifadeleri ise genel olandan yani tümden cüz (tikel/kısmî) olandır. Bu manada hastırlar. Rivâyete göre Hz Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'yi fethedince, ümmetine Fars yani Acem dediğimiz İran ile Rum/Bizans mülkünü ümmetine vadetmiştir. Bunun üzerine Yahûdîler ile iki yüzlü kimseler olarak tanımlarıan münâfıklar bunun karşısında şöyle alay eder oldular. “Heyhat! heyhat! Şu zavallılara bakın hele!?.. İran ve Bizans mülkünü Muhammedmi alacakmış, bu nasıl olacak ki? Mekke ve Medine Muhammed'in nesine yetmiyor ki, her hâlde Muhammed hayal görüyor.” gibisinden havalara girmişlerdi. Çünkü; ismi geçen bu iki toplum da hem güçlü ve hem de engelleyici varlığa sahipler, diyorlardı. İşte bunu üzerine biraz sonra gelecek âyetin şu kısmı nâzil olmuştur: Bk. Vahidi, Esbabu'l- Nüzul, s. 63. (.......) Çünkü mülkünde kimine varlık vererek “dilediklerini yüceltirsin,” “dilediklerini de -elinde ve avucunda ne varlıpı varsa onlardan alarak- alçaltırsın.” “Çünkü her iyilik Senin elindedir.” Yani; iyilik de kötülük de senin elindedir. Dolayısıyla yüce Allah burada birbiri olan iyiliği zikretmekle yetindi diğeri de anlaşılacağından ondan, yani şer denen kötülükten söz etmedi. Ya da buradaki ifade ile söylenmek istenen şey; kâfirlerin kabul etmeyip inkâr ettikleri ve mü'minlerin ise yöneldikleri hayır olan şeylerle ilgili hususlardır. İşte bunu için, (.......) diye buyurdu. Mademki hayır ve iyilik senin elindedir. Sen onu, düşmanlarına rağmen velilerine, dostlarına, dinini hakim kılmak için çalışanlara verirsin. “Şüphesiz Sen her şeye kâdirsin.” Senin kendilerine güç vermemen durumunda hiçbir kimse hiçbir şeye asla güç yetiremez. Çünkü; Senden başka güç ve iktidar sâhibi olan asla yoktur. Bir tefsire göre ise, (.......) kavlinden maksat, afiyet ve sağlıkla alâkalı olan mülktür. Ya da kanaatkarlıkla alâkalı olan mülk demektir. Nitekim; Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlardır: “Ümmetimden cennet (melikleri), günlük rızıklarıyla yetinen kanaat sâhibi olan kimselerdir.” Ya da burada geçen, “mülk” kavlinden kasıt geceleyin kalkıp ibâdet etmek demektir. İmâm Şiblî’ de şöyle der: “Kainatı ver edenle yetinip dünya ve âhireti düşünmemek, sadece onları var eden ile yetinmek gerekir. Yani; ma'rifet yoluyla, kişinin Rabbini tanımasıyla insan yücelir. Ya da sadece kainatı var edenle yetinmekle Azîz olur veya kanaat sâhibi olmakla yücelir. İnsan bunların zıddı olan şeylerle de zelil olup alçalır.” Daha sonra da Rabbimizin yüce kudretini zikretmeye, gece ve gündüz arasındaki münasebeti, mevsimler çerçevesinde uzayıp kısalmalarını, birbiri ardı sıra hep geldiklerini, ölüden diriyi ve diriden ölüyü çıkarma olayını ele almaya başladı ve bunu için de Rabbimiz bundan sonraki ayetiyle bu gerçekleri dile getirdi. Bunların hemen ardından geniş ve bol rızık verdiğini bu gerçeklere bağlı olarak bildirdi. |
﴾ 26 ﴿