EN'AM SÛRESİ

Bu sûre Mekke'de nâzil olmuştur; 165 âyetten müteşekkildir.

1

Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınliği var eden Allah'a âittir. Bunca âyet ve delillerden sonra bir de kâfirler kalkmışlar, bir takım varlıkları putlar edinerek Rablerine denk tutuyorlar.

İlk âyetin başında yer alan, “Hamd, yalnızca Allah'a âittir.” İfadesi, yüce Allah'ın bundan müstağni olmasına, ihtiyacı olmamasına rağmen zikredilmiş olması, sırf bunu hem lafız ve hem mana bakımından öğretmek içindir. Çünkü bu, “Siz O'na hamdetmeseniz de hamd ve övgü yine de ve her şeye rağmen Allah'ın hakkıdır.” demektir.

Gökleri ve yeri yaratan Allah'tır.”

Âyette, “Gök” kelimesinin tekil olarak değil de çoğul olarak, “gökler/se mavat” şeklinde gelmiş olması, göklerin üst üste tabakalar hâlinde olduğu gerçeğine işaret içindir. Halbuki yerin tekil olarak, “ard” diye gelmiş olması, her ne kadar yerlerin sayıları da yedi ise de, yer, gök gibi üst üste gelmiş tabakalar hâlinde değildir. Yerin bu yedi yer hâli birbirini izleyen tabakalar şeklindedir.

Karanlıkları ve aydınliği var eden.” diye geçen âyette yer alan, “var eden” kelimenin Arapçası (.......) dir.

Bu kelime kimi zaman bir mef'ûl alır. Böyle bir mefûl alabilmesi de kelimenin, “Ahdese” manasında yani “yaratmak, meydana getirmek, icadetmek vb. gibi” bir manada olması veya, (.......) Anlamında yani, “kurmak, tesis etmek, yetiştirmek, yaratmak” olması hâlinde söz konusu olabilir. Bu ilk âyette geçen, (.......) kelimesi burada tek mef'ûl alır.

Şayet, (.......) kelimesi ya da sözcüğü, “başka bir” konusu (.......) kelimesi bu doğrultuda olmak üzere iki mef'ûl almış

“durumuna dönüştürmek” anlamında kullanılırsa bu takdirde iki mef'ûl/nesne ya da tümleç alır. Nitekim aşağıda ki âyette öyle geçiyor:

“Onlar, Rahmân olan Allah'ın kulları olan melekleri de dişi saydılar.” Zuhruf,19

Âyette görüldüğü üzere erkeklik ve dişilikleri olmayan Allah'ın masum nuranî varlıklarını dişi sayıyorlar.

Bu âyette aynı zamanda Nur ve Zulmet tanrıları diye kadim iki tanrı inancının da ret edildiğine de işaret vardır.

(.......) Kelimesinin âyette müfret olarak gelmiş olması âyette cins murat olunmasından ötürüdür, Çünkü farklı aydınlıklar yoktur. Aydınlık bu manada tektir. Halbuki zulmet ise değişiktir, farklı farklı karanlıklar vardır. Bu bakımdan zulmet kelimesi çoğul şeklinde zulümât olarak gelmiştir. Çünkü her şeyin zulmeti/karanlığı o şeyin farklılığına bağlıdır. Meselâ gecenin karanlığı/denizin zulmeti, karanlık olan bir yerin zulmeti hep birbirlerinden ayrı ve farklı karanlıklardır, birinin zulmeti ya da karanlığı diğerine asla uymaz ve benzemez. Halbuki Nur bir tek özellik gösterir, zulmetlerin farklı karakterleri gibi herhangi bir farklılık göstermez.

Diğer taraftan âyette görüldüğü üzere (.......) kelimesinden önce Zulümât ifadesi yer almıştır. Bunun gerekçesini de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in aşağıya aldığımız şu hadisinde görüyoruz:

Allah, yaratıklarını zulmet içinde yarattı. Daha sonra Allah, kendi nurundan bir nur/ışık serpti. İşte bu nur ya da aydınlık kime isabet etmiş ise, o, hidâyeti bulmuştur. Kime de isabet etmemiş ise o da sapıtmıştır.” Tirmizî, Îman,18/2780. Ahmed bin Hanbel, Müsned;2/176,197

Bütün bu açıklamalardan sonra, “Bir de kâfirler kalkmışlar, bir takım varlıkları putlar edinerek Rablerine denk tutuyorlar.”

Meselâ, Arapça olarak, (.......) diye söylediğin zaman, bununla, “Onu bununla denk ve eş tuttum.” Demiş olursun. Çünkü Araplar bu manada putlarını ve putlaştırdıkları şeyleri Rablerine denk ve eşit tutuyorlardı.

Âyette yer alan, (.......) deki, (.......) cer edatı “kâfirler” ifadesinin değil, “Denk” tutma ifadesinin ilgi cümleciğidir. Veya “....bir de kâfirler Rablerinden yüz çevirirler.” Olarak mana verilmesi durumunda âyette yer alan, “bi” cer edatı küfr kelimesinin ilgi cümleciği olur.

Bu takdirde, (.......) fiilinin ilgi cümleciği mahzûf olan, “anhu O'ndan” ilgi cümleciği olmuş olur. Buna göre de, “Bir de kâfirler,..” cümlesi, âyetin baş tarafında yer alan, (.......) Hamd Allah'a âittir” cümlesine atfedilmiş olur.

Yani, Yüce Allah yaratmış olduğu varlıklar açısından hamd olunmaya, övülmeye layıktır. Övgü ancak Allah'ın hakkıdır.” Demektir. Çünkü yüce Allah, her ne yaratmış ise bir nimet olarak yaratmıştır. Bir de Allah'tan yüz çeviren kâfirler, bununla da kalmayarak kalkıp Allah'ın verdiği nimetlere karşı nankörlükte bulunuyorlar.

Ya da bu, “Göklerin yaratılması” ifadesi üzerine ma'tûftur. Buna göre mana: Yüce Allah'ın kendisinden başka hiçbir varlığın güç yetiremeyeceği, kâdir olamayacağı bu şeyleri yarattı.” Bir de bu kâfirler, Allah tarafından yaratılmış bulunan bu varlıkları tutup Allah'a denk tutuyorlar, putlar ediniyorlar. Halbuki o kâfirler bu yaratıları varlıkların hiç birisini hiçbir zaman ve asla yaratabilecek bir güç ve kudrete sahip değiller.

Âyette yer alan, (.......) edatı, burada bir şeyi yapabilecek bir güce sahip olmadıkları gerçeğini dillendiriyor.

Yani yüce Allah'ın kudretine ilişkin âyet ve deliller gayet açık bir şekilde ortada olduğu hâlde kafirlerin böyle bir gücünden asla söz edilemez. Çünkü bu manada bir kudretleri yoktur.

1 ﴿