İSRA SÛRESİ

Bu sûre Mekke'de nâzil olmuştur. 111 âyettir.

1

Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Harâm'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir.

Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye Muhammed kulunu Mescid-i Harâm'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir;”

Âyetin başında yer alan, (.......) kelimesi, Allah'ı kötülüklerden ve eksiklikten beri kılmak, uzak tutmaktır. Bu kelime, nasıl ki, Osman ismi, adam için bir özel isim ise bu da teşbih için yani, “sübhânellah” demek anlamında bir özel ifadedir. Mensûb olması ise, izharı metruk olan yani ortaya çıkmasına, söylenmesine gerek duyulmayan muzmer bir fiil iledir.

Takdiri de: (.......) şeklindedir. Daha sonra, (.......) kelimesi fiil yerine indirildi ve bu onun yerine geçmiş oldu ve bu, en açık ve en net şekilde tenzih manasına delalet eder. Diğer taraftan, (.......) ve (.......) aynı anlamda iki kelimedirler.

(.......) zarf olarak mensûbtur. Burada özellikle, “gece” kaydının konulmuş olması, İsrâ' denen olay geceleyin yapılan yürüyüş ve yolculuk anlamında olduğundan bu da konuyu tekit için gelmiştir. Yahut da kelimenin nekre olarak gelmiş olması ile İsrâ' denen olayın süresinin çok az bir müddet içinde geçtiğine delalet etmek ve göstermek içindir. Çünkü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) gecenin az bir bölümünde Mekke ile Şam-Sûriye toprakları kırk günlük bir yol uzaklığında iken, Mekke'den yani Mescid-i Harâm'dan geceleyin yürütülüp götürülmüştür.

Rivâyete göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) geceleyin amcası Ebû Talib'in kızı Ümmü Hânî'nin evinden geceleyin alınıp götürülmüştür. Burada Mescid-i Harâm'dan murat, Harem-i şeriftir. Çünkü Mescid-i Harâm da, Harem sınırları içinde bulundurmaktadır. Bu açıdan bu şekilde zikredilmiştir. Dolayısıyla birbirleriyle bu anlamda özdeşleşmişlerdir.

Abdullah ibn Abbâs -Allah kendisinden râzı olsun- 'tan gelen rivâyete göre; “Harem'in bütünü Mesciddir.” Bir diğer anlatıma göre de bu, “Mescid-i Harâm'ın kendisidir.” Sahih olan görüş de budur.

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlardır: “Ben, Mescid-i Harâm'da, Beyt'in yanında Hicr denilen yerde uyku ile uyanıklık arasında bulunuyor idim. Ben bu hâlde iken Cebrâîl bir Burak ile bana geldi ve o gece beni semâya yükseltti, çıkardı.” Buhârî,3207. Müslim,164. Ahmed İbn Hambel, Müsned;4/208-209

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in miraca çıkışı, Beyt-i Makdis'ten yani Kudüs'ten başladı. Kureyş tarafından yalanlanınca, onlara kervanlarının gelişini ve nerede olduklarını, kaç develerinin bulunduğunu, durumlarını bildirdi. Ayrıca Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) semada gördüğü şaşkınlık ve hayret uyandıran olayları da onlar haber verdi. Orada peygamberlerle -Allah’ın selâmı üzerlerine olsun- karşılaşmasını, Beyt-i Mamur'a ve Sidre-i Münteha'ya vardığını anlattı. İsrâ' olayı Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in hicretinden bir yıl önce meydana gelmişti ve bu olay uyanık hâlde gerçekleşmiştir.

Hazret-i Âişe (radıyallahü anha) annemizden rivâyete göre o, şöyle demiştir: Allah’a yemin ederim ki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in bedeni kaybolmadı. Ancak O (sallallahü aleyhi ve sellem) ruhuyla mi'râc yaptı.”

Muâviye'den de benzeri bir rivâyet gelmiştir. Ancak Cumhûr ilk görüşü benimsemiştir. Çünkü rüya görene bir değer izafe olunamaz ve uyuyan kimsenin gördüklerinin de bir meziyeti olamaz.

Evet, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mescid-i Harâm'dan Mescid-i Aksa'ya geceleyin götürüldü. Burası Beytu'l-Makdis yani Kudüs'tür. Çünkü o zaman ondan başka Mescid bulunmuyordu, “çevresini mübarek-bereketli kıldığımız” Bu ifadeyle burada anlatılmak istenen şey, din ve dünya ile ilgili bereket ve mübarek oluşudur. Çünkü burası, bütün peygamberlerin -Allah'ın selâmı üzerlerine olsun- ibâdet merkezidir, vahyin indiği yerdir. Akar sular ve ırmaklarla, meyve veren türlü ağaçlarla çevrelenmiş bir yerdir.

Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’e, bizim birliğimize, onun da peygamberliğinin doğruluğuna delalet eden âyetlerimizi gösterelim için., çünkü gökleri ve oradaki âyetleri görmekle bu gerçeği daha huzurlu olarak anlamış olacaktır.

O, gerçekten -söylenen sözleri- işitendir, -işlenen fiilleri de- görendir.”

Görüldüğü gibi bu âyette şöyle bir yol izlenmiştir. Çünkü cümlede gelen fiil ya da kelime gaip yani üçüncü şahıs kipi, bundan sonra da mütekellim yani birinci şahıs kipi getirilmiştir.

Yani cümlede böyle bir yol izlenmiştir. Böylece önce, (.......) denildi, bundan sonra, (.......) kavli getirildi ve bundan sonra da, (.......) kavli getirildi. İşte bu şekilde izlenen bir cümle kuruluşunda belâgat ile alâkalı yollardan biri olan iltifat yolu ya da metodudur.

1 ﴿