TÂ-HÂ SÛRESİ

Bu sûre Mekke'de nâzil olmuştur; 135 âyettir.

1

Ta- Ha.

Ebû Amr, tedrici olarak yükseldiği için (.......) yı kıları (.......) yı imale ile okudu. Hamza, Âli, Halef ve Ebû Bekir, her ikisini de imale ile okudular. Diğerleri ise, aslı üzere ikisini de kâim okudular. Mücahid, Hasen, Dehhak, Ata ve daha başka kimselerden rivâyet edildiğine göre manası, “Ey adam!” demektir. Eğer bu rivâyet sağlamsa bu açıktır. Değilse gerçek, Bakara Sûresinde zikrolunandır.

2-3

Biz Kur'anı sana, güçlük çekesin diye değil, ancak Allah -tan korkanlara bir öğüt olsun diye indirdik.

(.......) yı Esmâ-i Huruftan sayarsan sözün başı bu olur, sûrenin ismi kılarsan onun haberi olma ihtimali taşır. Çünkü o (.......) mübteda mevkiindedir. Kur'ân'ı gizli olarak değil açık olarak ifade etti. Çünkü o (.......) Kur'ân'dır. Yemin olan (.......) ya cevap olması da muhtemeldir.

Onlara ve inkârlarına karşı aşırı üzülesin ve îman etmelerini şiddetle arzulayasm da yomlasın diye değil. Ya da gece namazlarıyla güçlük çekesin diye değil. Zira rivâyet edildiğine göre Resûlüllah (aleyhisselâm) ayakları şişinceye kadar geceleri namaz kılardı. Cebrâîl ona: “Nefsine merhamet et. Çünkü onun senin üzerinde hakkı vardır” dedi.

Yani, nefsini ibâdetle mecalsiz bırakman için onu sana indirmedik ve şen ancak müsamahakâr islam diniyle gönderildin.

(.......) istisnai munkatıdır.

Yani “Onu sana ancak öğüt olsun diye indirdik” demektir. Ya da hâldir, “korkanlar için” yani Allahtan Korkanlar için ya da işini korkuya havale edenler için, demektir.

4

(Kur'ân) yeri ve yüce gökleri yaratan Allah tarafından peyderpey indirilmiştir.

(.......) den bedeldir. Hâl kılımrsa gizli bir (.......) ile mensûb kılınması câizdir. Ya da medih üzere mensûb olur. Ya da (.......) ya Mef’ûl olur.

Yani Allah onu, Allah'ın indirmesinden korkanlara öğüt olarak indirilmiştir” demektir. (.......) e taallûk eder.

(.......) onun sılasıdır. (.......) , (.......) nın müennesi olan (.......) çoğuludur. Gökleri yücelikle vasıflarıdırması, onu yaratanın kudretinin büyüklüğünü gösteren açık bir delildir.

5

Rahmân arşa istiva etmiştir.

Medih üzere merfûdur.

Yani “O Rahmân” demektir. (.......) mahzûf birmübtedanın haberidir.

İstiva; istila etti, hükmü altına aldı, üstün geldi manalarına gelmektedir.

Zeccâc'dan rivâyet edildiğine göre “Arşın zikriyle, onun kendisinden başka diğer bütün mahlûkâtın en büyüğü olduğu ifade edilmiştir” Denildi ki: “Sultanın tahtı olan arşın üzrine istiva, mülkü gerektirir. Onu mülkten kinaye yapar. “Faları tahta geçti, oturdu “denir.

Yani ona sahip oldu demektir. Ona oturmasa da böyle denir. Senin “Falanın eli uzundur” yani cömerttir sözünde olduğu gibi. Onun eli olmasa bile bunu böyle kullanırsın. Mezhebimiz, Ali (radıyallahü anh) nm şu sözüdür “İstiva meçhul değildir, keyfiyet akıl dışıdır. Ona îman vâcibtir, o konuda soru sormak bidattir. Çünkü Allah vardı mekân yoktur. O mekânı yaratmadan önceki hâli üzeredir, değişmedi.”

6

Göklerde, yerde ve ikisi arasında bulunan şeyler ile toprağın altında olanlar hep onundur.

(.......) haberdir. (.......) mübteda ve ma'tûftur. Göklerde, yerde ve ikisi arasında bulunan herşey onun ümlküdür. Yedi kat yerin altındakiler ya da yedinci kat yerin altındaki taşırı altındakiler de onun mülküdür.

7

Eğer sen, sözü açıkken söylersen, bilesin ki o, gizliyi de gizlinin gizlisini de bilir.

Eğer sesini yükseksen onu bilir. Başkasına gizlediklerini de bilir. Hatta ondan daha gizlisini, düşündüklerini bile bilir. Ya da nefsinde gizle diklerini ve gizleyeceklerini de bilir.

8

Allah kendisinden başka ilâh olmayandır. En güzel isimler sırf ona mahsustur.

Onun sıfatlarının ibâreleri farklı olsa da o, zatında birdir. Bu, olann Allah'u Teâlâ'nm isimlerini işittiklerinde “Sen ilâhlara dua ediyorsun” şeklindeki sözlerine cevaptır. (.......) , (.......) kelimesinin müennesidir.

9

Mûsa'nın haberi sana ulaştı mı?

Yani “Sana Mûsa'nın haberi ulaştı” kötülüklere karşı peygamberliğin zorluklarını sabırla yüklenmesi hususunda onu örnek olsun diye ve Mûsa gibi üstün derecelere ulaşsın diye bunu, Mûsa'nın kıssası takip etti.

10

Hani o bir ateş görmüş ve ailesine “Bekleyin, eminim ki bir ateş gördüm. Belki ondan size bir parça kor getiririm Veya ateşin yanında bir rehber bulurum” demişti.

(.......) gizli bir zamîr için olan zarftır.

Yani “gördüğünde” demek fut tir. Hani, şöyle şöyle bir ateş gördüğünde, demektir. Ya da “hatırla, zikret” için mef'ûlu bihtir.

Rivâyet edildiğine göre Mûsa, (aleyhisselâm) Şuayb (aleyhisselâm) dan annesinin yanma gitmek için izin istedi. Ailesiyle birlikte yola çıktı. Yolda, karlı ve karanlık bir gecede bir oğlu doğdu. Çakmak taşım kullandı. Fakat yanma dı. Bu arada ışık olduğunu zannettiği bir ateş gördü. Ailesine “Yerinizde durun. Ben bir ateş gördüm. Belki ondan size bir parça kor getiririm. Ya da ateşin yanında doğruyu gösteren, ya da yolu gösteren bir kavim bulurum” dedi.

Birşeyi görmek ve ona alışmak” demektir. Mûsa (aleyhisselâm) işi yapıp yapmayacağını kestiremediği için söz vermekten kaçındı ve bunu, ümit sözüyle ifade etti. (.......) deki (.......) ateş sahiplerinin o ateşe yakın yerleri kapladıklarını ifade etmektedir.

11

Oraya vardığında kendisine “Ey Mûsa” diye seslendik.

Ateşin yanma geldiğinde, yeşil bir ağaçta alttan yukarı doğru yanan beyaz bir ateş gördü. Ağaç, misvak ağacı, ya da Mûsa dikeni idi. Orada kimseyi bulamadı. Rivâyet edildiğine göre, Mûsa ona yaklaştığında o, uzaklaşıyor, uzaklaştığında ise yakmlaşıyordu. İşte o esnada Mûsa'ya “Ya Mûsa!” diye nida olundu.

12

“Muhakkak ki ben, evet ben senin Rabbinim! Hemen nalınlarını çıkar. Çünkü sen, kutsal vâdi Tuvâ'dasın.”

(.......) Mübteda ya da tekit ya da fasıldır. zamîri, tanınmayı gerçekleştirmek ve şüpheyi ortadan kaldırmak için tekrar etti.

Rivâyet edildiğine göre “Ya Mûsadiye nida edildiğinde Mûsa: “Konuşun kim?” dedi. Bunun üzerine Allah (c.c.) şöyle buyurdu: “Ben, senin Rabbinim” Onun Allah'ın kelâmı olduğunu bildi. Çünkü onu altı yönden bütün azalarıyla duymuştu. “Nalınlarını çıkar ki ayakların mukaddes vadinin bereketine değsin” ya da “Onun nalınları tabaklanmamış ölü eşek derisinden yapılmıştı” ya da yalın ayaklı,olmak, Allah'a karşı tevazudur. Bu sebebten selefimiz, Kâ'be'yi yalın ayak tavaf etmişlerdir. Kur'ân bunun o yer için bir hürmet ve bir tazim olduğuna delalet ediyor. Nalınlarını çıkardı ve vâdînin arka tarafına attı. “Sen kutsal vâdi Tuvâ'dasın”

Kutsal; temizlenmiş ya da mübarek kılınmış, demektir.

(.......) kelimesi, Şâmî ve Kûfî'ye göre, tenvinlidir. Çünkü o, vâdi'ye alem olan bir isimdir. O isim ondan bedeldir. Diğerlerine göre ise, tenvinsizdir. Bunu, yer parçası te'viline sokarak söylemişlerdir. Ebû Zeyd, (.......) yı kesre ile sonunu da tenvinsiz okumuştur.

13

“Ben seni seçtim, şimdi vahyedilene kulak ver.”

Ben seni peygamber olarak seçtim. Hamza'ya göre “Biz seni seçtik” tir. Sana vahyedene ya da vahye kulak ver. (.......) , “e yada (.......) ye taallûk” eder.

14

“Muhakkak ki ben (evet) Ben Allah'ın. Benden başka ilâh yoktur. Öyle ise bana kulluk et. Beni anmak için namaz kıl.”

Sadece bana ibâdet ve itâat et. Beni onda zikretmek için namaz kıl.

Çünkü namaz zikirleri içine almaktadır. Ya da kitaplar da zikrettiğim ve emrettiğim için, ya da benim, senin medhu sena ile zikretmem için, ya da başkalannı karıştırmaksızın özellikle beni zikretmen için, ya da beni unutanlardan değil zikredenlerden olman için, ya da zikredildiğim vakitler için ki, o vakitler namaz vakitleridir.

Âyeti kerime de: “Şüphesiz ki namaz mü'minler üzerine vakitleri belli bir farzdır” Duyurulmaktadır. Unuttuktan sonra hatırlama işi namaza hamledilmiştir. Bu sebeple muzafın hazfı takdirine gidilmesi doğru olmaktadır.

Yani, bana namazın kılınması için demektir. Bu, Kelime-i Şehâdetten sonra ondan daha büyük bir farz olmadığına dair delildir.

15

Kıyamet zamanı mutlaka gelecektir. Herkes peşine koştuğu şeyin karşılığını bulsun diye, neredeyse onu açıklayacağım.”

(.......) Ahfeş'ten yapılan rivâyete göre “İstiyorum” demektir. Sıla.

olduğunu diyenler oldu. (.......) nm iki zıt manaya gelen kelimelerden olduğu söylendi.

Yani “Onu kullara açıklayacağım ya da gizleyeceğim” demektir. Onu açıklama isteğimden dolayı o gelecektir demiyorum. Kopma zamanını bilmedikleri için her zaman korku içinde olacakları, hikmetine bina vaktinin bilinmemesiyle birlikte haberlerde onun kopacağı bildirilmeseydi bunu haber vermezdim.

(.......) , (.......) a taallûk etmektedir. Herkes peşine koştuğu hayır ya da şer olan şeyin karşılığını bulsun diye.

16

“Ona inanmayan ve nefsinin arzularına uyan kimseler sakın seni ondan (kıyamete inanmaktan) alıkoymasınlar. Sonra helâk olursun.”

Seni, kıyamet günü için amel etmekten ya da namaz kılmaktan ya da kıyamete inanmaktan alıkoymasınlar. Hitap Mûsa (aleyhisselâm) yadır. Bununla kastedilen ise ümmetidir.

17

“Sağ elindeki nedir, ey Mûsa?”

(.......) mübtedadır. (.......) onun haberidir. “Bu” manasınadır. (.......) hâldir. (.......) onda amel etmiştir.

Yani “Elinde bulunan ya da elinde tuttuğun” demektir. Ya da (.......)ismi mevsuldur. (.......) onun sılasıdır.

Konuşmadan sonra mu'cize onunla gerçekleşeceği için ya da onun yılarıa dönüşmesi korku yermemesi için yada konuşmak için ünsiyet peydah etmek ve korkuyu kaldırmak için asayla ilgili bir soru uyan içindir.

18

“O benim âsamdır. Ona dayanırım. Onunla davarlanma yaprak silkerim. Benim ona başkaca ihtiyaçlarınıda vardır” dedi.

Yorulduğunda ya da sürünün başında durduğumda ya da sıçradığım da ona dayanırım ve yemesi için ağaç yapraklarını davarlarınıın üzerine onunla silkerim.

Hafs’a göre (.......) dir. (.......) kelimesi (.......) nin çoğuludur. Üç harekeyle de olur. İhtiyaç manasınadır. (.......) kıyasa göre (.......) olmalıydı. Cemaati ret için (.......) denmiştir. Ya da âyet sonları uyuşsun diye bu şekilde gelmiştir. (.......) da böyledir.

Bir kısmını şükür için saydı, uzatmaktan haya ettiği için de diğerlerini söylemedi. Ya da onu, herşeyi bilen mülk sâhibi Allah sorsun, da, bu sayede ikramda artış meydana gelsin diye söylemedi. Diğer ihtiyaçlar şu şekilde sıralarıabilir: onunla yürümesi, onunla hareket etmesi, düşman ve yırtıcı hayvanlara karşı onunla savunma yapması, kuyularda ip yerine kullanması, ondan kova yapılması, geceleyin yakıldığında meşale haline gelmesi, yiyeceğin onunla taşırıması, ekildiğinde iştah, çeken meyveler vermesi, toprağa dikildiğinde suyu çıkarması, çekildiğinde çekilmesi ve toprağın onu korumasıdır. Nimetleri sayarak cevabı uzatması şükretmek içindir. Ya da o başka bir sualin cevâbıdır. Çünkü o'“O, benim asamdır” dedi. Ona “Onunla neyapyorsun?” denildi. O da onun faydalarını sayma ya başladı.

19

“Yere at onu, ey Mûsa!” dedi.

O asanı korkman için at. Ve ancak bizimle sükûnete er. Onunla birçok ihtiyacın karşılandığım görüyorsun ve isteklerde de bize güveniyorsun.

20

Onu hemen yere attı. Bir de ne görsün, hızla sürünen bir yıları oldu.

Hızla giden bir yılarıa dönüştü. Denildi ki: Taşları ve ağaçları yutan bir canavara dönüşmüş ve Mûsa da onu görünce korkmuştu. Burada “yıları” kelimesi ile ifade edildi. Başka âyetlerde ise “büyük yıları” ve “diğerlerine göre ince yıları” kelimeleri ile ifade edildi. Çünkü “yıları” lâfzı, erkek dişi, küçük büyük bütün yılardan içeren cins isimdir. Önce ince san yılarıa dönüşmesi ve sonra da bileşerek kocaman bir yıları haline gelmesi mümkündür. Böyle olunca (.......) la ilk hâli (.......) la son hâli kastedilmiş olur. Ya da onun iriliği (.......) gibi, çabukluğu ise (.......) gibiydi demektir. Onun iki çenesi arası kırk zira idi” diyenler de olmuştur.

21

(Allah) “Al onu! Korkma! Biz onu şimdi ilk haline sokacağız” dedi.

Rabbi ona: “Onu al korkma.” dedi. Onun korkusu gidince artık elini yılanın ağzına bile sokabilmiş ve iki çenesinden tutabilmiştir.

(.......)İlk” kelimesininmüennesidir. Siret: İnsanın yaratılıştan ve sonradan kazanarak sahip olduğu özelHkleridir. Bu aslında maştan bina-i nevi'dir. (.......) den gelmiştir. (.......) nin (.......) dan geldiği gibi.

Daha sonra durum ve yol manalarına kullanılmıştır. Zarf üzere mensûbtur.

Yani, onu ilk yoluna sokacağız, asa olduğu hâle çevireceğiz, demektir. Bu, Fir'avun'un yanında yılarıa dönüştüğünde ondan korkmama sı için, konuşma esnasında Mûsa'ya gösterildi. Sonra Allah başka bir mu'cizeye işaret etti. Ve şöyle dedi:

22

“Bir de elini koltuğunun altına sok kî bîr başka mu'cize olmak üzere, o, kusursuz ve lekesiz bir beyazlıkta çıksın.”

İnsanın kanadı, iki yanıdır. Bunun aslı “Kuşun ikin kanadı” dır. On dan müsteardır (.......) diye adlarıdırılmasının sebebi, uçuş esnasında meylettirildikleri içindir. Mana “Elini pozunun (koltuğunun) altına sok” demektir. O elin güneş ışığı gibi gözleri kamaştıran bir ışığı vardı ve on da baras hastaliği da yoktur. Peygamberliğin için bir başka mu'cize olmak üzere kusursuz ve bembeyaz olarak çıksın.

(.......) ve (.......) birlikte hâldirler. (.......) , (.......) nin sılasıdır. Senin “kusursuz bembeyaz oldu” sözünde olduğu gibi. (.......) kelimesinin, işin kendisine taallûk etti mahzûf bir fiille mensûb olması da mümkündür.

23

“Ta ki sana, en büyük âyetlerimizden birini gösterelim.”

Yani, asanın yılarıa dönüşmesinden sonra biri kısım büyük mu'cizelerimizi daha bu iki mu'cizeyle birlikte sana göstermemiz için bu mu'cizeyi de al. Ya da bu ikisiyle mu'cizelerimizin en büyüğünü gösterelim. Ya da bunu, en büyük mu'cizelerimizi göstermek için yaptık, demektir.

24

“Fir'avuna git. Çünkü o, iyice azdı.”

O kulluk sınırını aşıp Rablık iddiasında bulunmaya başladı. Allah, Fir'avun'a gitmesini Mûsa (aleyhisselâm) ya emrettiğinde ve Mûsa geniş yürekliliği gerektiren büyük bir işle görevlendirildiğini anladığında.

25

“Rabbim, benim göğsümü aç (risâlet görevini yüklenebilemesi için yüreğimi genişlet) dedi.

26

“Bana işimi kolaylaştır.”

Fir'avun'a karşı bana emrettiğin dini tebliğ işinde bana kolaylık ver, göğsümü genişlet. (.......) yı teyit etmektedir. Çünkü aynı mana, iki yolla, özet ve açıklamalı yolla tekrar edilmiştir. Çünkü o “Benim için genişlet” ve “Benim için kolaylaştır” diyor. Burada genişletilen ve kolaylaştınları bir şeyin olduğu biliniyor. Sonra bu belirsizliği, göğsümü ve işimi diyerek kaldırıyor.

27

“Dilimin bağını çöz.”

Küçüklüğünde dili üzerine koyduğu ateş parçasından dolayı dilinde pelteklik vardı. Bu olay şöyle olmuştu. Mûsa, Fir'avun'un sakalını tutmuş ve ona şiddetli bir tokat atmışü. Fir'avun onu öldürmek istemiş, fakat Asiye “Ey melik o aklı kesmeyen küçük bir çocuktur” diyerek onu kurtarmıştı. Bu seferde leğenin içine ateş ve yakut konularak Mûsa'nın önüne konulmuş, Mûsa yakuta yöneldiyse de Fir'avun onun elini ateşe yöneltmişti. O da ateş parçasını almış, dili üzerine koymuş ve dili yanmıştı. Bu sebeple dilinde pelteklik oluşmuştu.

Rivâyet edildiğine göre eli yandığında Fir'avun onu tedavi etmeye uğraşmış, fakat iyileştirememişti. Onu dine davet ettiğinde, Fir'avun “Beni hangi Rabbe davet ediyorsun?” diye sormuştu da o “Senin iyileştirmekten âciz kaldığın eli iyileştirene davet ediyorum” diye cevap vermişti.

(.......) in sıfatıdır. Sanki “Dilimin bağlarından birini çöz” demişti. Bu ifade, peltekliğin tamamen zail olmadığım hisettirmektedir. Ulemanın çoğunluğu ise tamamen zail olduğu görüşündedir.

28

“Ki sözümü anlasınlar.”

Risâleti tebliğ esnasında.

29-30

“Bir de bana ailemden vezir ver. Kardeşim Harun'u.

Bana kendisine dayanacağım bir yardımcı ver. (.......) den gelirse ağırlık demektir, çünkü o sultanın yükünü ve sıkıntısını üzerine alır. (.......) den gelirse sığmak demektir. Çünkü sultan onun görüşüyle korunur ve işlerinde ona sığınır. Ya da (.......) den gelir ki “yardımcı” manasınadır.

(.......) ın birinci mef'ûludur. İkincisi ise (.......) dir. Ya da (.......) ve (.......) onun iki mef'ûludur.

(.......) , (.......) için atfı beyandır. (.......) bedel ya da diğer bir atfı beyandır. (.......) ve (.......) onun iki mef'ûludur, ikincisi vezirlik işinin ehemmiyetine binaen birincisi üzerine takdim edilmiştir.

31

“Onunla arkamı kuvvetlendir.”

(.......) in kuvvet manasına geldiği de söylenmiştir. O zaman mana, “Onunla kuvvetimi artır” olur.

32

“Ve ona işime ortak kıl.”

Onu bu risâlet işimde ortağım kıl. (.......) ve (.......) lafızları Şâmî'ye göere cevap mahiyetinde nefsin söylentisidir. Diğerlerine göre ise dua ve istektir.

33

“Böylece seni bol bol teşbih edelim.”

Senin için namaz kılalım ve seni noksan sıfatlardan tenzih edelim.

34

“Ve seni bol bol analım.”

Namaz içinde ve namaz dışında.

35

“Şüphesiz sen bizi görmektesin.”

Halimizi biliyorsun Bu duadan sonra Allah'u Teâlâ ona şu karşılığı verdi.

36

“Ey Mûsa istediğin sana verildi” dedi.

(.......) ismi mefûl manasınadır. “İstenilen şey, istek” demektir. (.......) un (.......) manasına kullanılması da bunun gibidir. Ebü Amr'a göre hemzesiz olarak (.......) şeklinde okunur.

37

“Andolsun ki, biz sana bir defa daha lütufta bulunmuştuk.”

Diyor, sonra da onu şöyle açıyor.

38

“Bir zaman, annene vahyedilecek bir şeyi şöyle vahyetmiştik.”

Ona vahyedilmesi, ilham yoluyla ya da rüya yoluyladır. Doğduğun da Fir'avun senin emsallerini öldürüyordu. (.......) , (.......) için zarftır. Sonra vahyedilen şeyi şöyle açıkhyor.

39

Mûsa'yı sandığa koy, suya at, su onu sahile bıraksın, onu benim de düşmanım, onun da düşmanı olan biri alacaktır. Gözümün önünde yetiştirilmen için senin üzerine benden bir sevgi koydum.”

(.......) i müfessiredir. Çünkü vahiy, söz manasınadır. Onu Nil'in suyuna at. Sahil, kıyı demektir. Su kıyıyı aşırıdırdığı için kıyıya sahil denmiştir. “Su onu sahile bıraksın” cümlesinde “bıraksın” lâfzı, yukarıya uyum sağlasın diye emir sığasında gelmiştir. Maksat, suyun onu sahile atacağım haber vennektir. “Onu benimde düşmanım onun da düşmanı olan Fir'avun alacaktır” Ondan kasıt Mûsa (aleyhisselâm) dır. Ya da “Onu” lafzıyla kastedilen sandıktır. “Onun” lafzıyla kastedilen Mûsa (aleyhisselâm) dır. Ama bu ikincisi ibâreyi parçalıyor, bütünlüğü bozuyor. Denize atıları ve sahile bırakıları sandık da olsa, gerçekte atıları sandığın içindeki Mûsa (aleyhisselâm) dır.

Rivâyet edildiğine göre, Mûsa'nın annesi sandığı ziftledi ve suya attı. Oradan Fir'avun'un tarlasına bağ-bahçesi doğru büyük bir nehir gidiyordu. Fir'avun, Asiye ile beraber bir havuzun başında oturuyordu. Birden sandık çıkageldi. Fir'avun onu getirmelerini emretti. Getirdiler. Kapağım açtı. Bir de baktı ki içinde insanlar güzeli küçük bir çocuk var. Onu çok sevdi. İşte Allah'u Teâlâ'nın “Senin üzerine benden bir sevgi koydum” sözü bu şekilde tecelli etti.

Yani “Ben seni sevdim. Allah kimi severse, kalpler de onu sever. Onu gören herkes sevdi” dedi. Mûsa'nın iki gözünde ayrı bir güzellik vardır. Onu gören herkes sevdi” dedi.

(.......) , (.......)ya taallûk eder. Mahzûf bir fiil üzerine atfedilmiştir. Takdiri ise “Senin üzerine sevilesin ve yetiştiritesin diye bir sevgi koydum” demektir. (.......) biniciliği iyi yapmaktan gelir.

Yani, atm üzerinde güzel duruştan. Buradaki mana şudur: “Bir adamın önem verdiği şeyi gözettiği gibi, bende seni görüp gözetiyorum” Yezid'e göre emirdir. Bunun için (.......) daki (.......) sakindir. Kelimenin sonu da meczumdur.

40

Hani, kız kardeşin gelip: “Ona bakacak birini size bulayım mı?” diyordu. Bu yüzden seni, gözü gönlü mutluluk dolsun ve üzülmesin diye annene geri verdik. Ve sen, birini öldürdün seni endişenden kurtardık. Seni iyiden iyiye denemeden geçirdik. Bu yüzden Medyen halkı arasında yıllarca kaldın, sonra sen, takdire göre (bu makama) geldin ey Mûsa.”

(.......) , (.......) dan bedeldir. Çünkü kız kardeşinin yürümesi Mûsa'ya bir lütuftur.

Rivâyet edildiğine göre kız kardeşi Meryem, onun haberini araştırmak için gelmiş ve onunla karşılaşmıştı. Memesini kabul edeceği bir süt anası arıyorlardı. Mûsa hiçbir kadının memesini kabul etmemişti. Onlara şöyle dedi: “Size onu bağrına basacak ve onu terbiye edecek birini göstereyim mi?” Bununla annesini kastetmişti. Fiili müzekker gelmesi (.......) lâfzından kaynaklanmaktadır. Ona “Evet” dediler. O, annesini getirdi. Çocuk onun memesini kabul etti. “Onu sana iade edeceğiz” sözüyle vaad ettiğimiz gibi seni annene geri iade ettik. Hani Kâfir Kiptiyi öldürmüştün de seni kısastan kurtarmıştık.

(.......) Kureyş lügatine göre “öldürülmektir” denildi. Öldürme sebebiyle Allah'ın azâbından ve Fir'avun'un kısas etmesinden korkarak endişeye düştü. İstiğfar ettiği için Allah onu bağışladı. Dedi ki: “Rabbim! Şüphesiz ki ben, nefsime zulmettim, beni bağışla.” Ve Allah onu Mısır'dan Medyen'e götürmekle Fir'avun'dan kurtardı. Seni zorluklara sokarak ve onlardan kurtararak denemeden geçirdik.

(.......) , (.......) da olduğu gibi mastardır. Ya da (.......) kelimesininin çoğuludur.

Yani “Seni zorluklar vurarak denedik” demektir.

Fime, zorluk demektir. Allah'ın, kulunu kendisiyle denediği her şey fitnedir. “Sizi, imtihan olarak hayır ve şerle deneriz” medyen, Şuayb (aleyhisselâm) ın beldesidir. Mısır'dan sekiz konak mesafe uzaklıktadır. Vehbî: Mûsa (aleyhisselâm) Şuayb (aleyhisselâm) ın yanında yirmi sekiz sene kaldı. Safura'nın mehri içindi. Onun yanında çocukları oluncaya kadar on sekiz sene daha kaldı” dedi. Sonra sen belirlediğimiz bir vakitti, kırk yaşında bize geldin Ey Mûsa!.

41

“Seni kendim için seçtim.”

Seni benim irâdem ve sevgim üzerine tasarruf edesin diye vahyim ve risâletim için seçtim ve yetiştirdim. Zeccâc şöyle demiştir: “Seni emrim için seçtim, delilimi gösteren kıldım. Benimle mahlûkâtım arasında muhatab kıldım. Sanki delili onlara ben getirdim ve onlarla ben konuştum.”

42

“Sen ve kardeşin birlikte âyetlerimi götürün. Beni anmayı ihmal etmeyin.”

Sen ve kardeşin mu'cizelerimi götürün. Beni anmada ihmal ve kusur etmeyin.

(.......) dan gelmektedir. O da gevşeklik ve taksirde bulunmak demektir.

Yani, benim zikrimi kendisiyle uçtuğunuz iki kanat edininiz. Ya da zikirle kastedilen risâletin tebliğidir. Çünkü zikir, diğer ibâdetlerde de bulunur. Risâleti tebliğ ise bunların en büyüklerindendir.

43

“Fir'avuna gidin. Çünkü o, iyiden iyiye azdı.”

“Gidin” emrini tekrar etti. Çünkü birincisi mutlak olarak geldi, ikincisi mukayyet olarak geldi. Rablık iddiasıyla o, haddi tecavüz etti ve iyiden iyiye azdı.

44

“Ona tatlı dille konuşun. Belki o, aklını başına alır veya korkar.”

Ona karşı lütufkâr bir ifade kullanın. Bu şekilde emredilmesi, onun Mûsa (aleyhisselâm) üzerinde terbiye hakkı olduğundandır, denildi. Onun üç künyesi vardı. Ebû'l Abbâs, Ebû'l Velid ve Ebû Murre. Ona bu künyelerden biriyle hitap ettiler. Ya da onu, ihtiyarliğin kendisine uğramadığı bir genç olarak ve saltanatını ölünceye kadar kaybetmeyecek bir sultan olarak vasıflarıdırdılar. Ya da ona “Arınmaya gönlün var mı?” Seni Rabbinin yoluna ileteyim de ondan korkasın” dediler. Umulur ki öğüt alır, düşünür de Hakka boyun eğer. Ya da işin onların dediği gibi olacağım ve inkârının kendisini helâkâ götüreceğini anlayarak korkar. Aklını başına almayacağını bildiği hâlde “Umulur ki düşünür” dedi. Çünkü bu “umulur ki” sözü o ikisi içindir.

Yani, ümit ederek hevesle gidin, işte bu şekilde girişin. Onun inanmayacağım bildiği hâlde, Allah'ın, o ikisini göndermesinin faydası ise, onların aleyhine delil olması ve mazeret göstermemeleri içindir. Denildi ki: “Onun manası, umulur ki düşünen düşünür ya da korkan korkar” demektir. Çünkü insanlardan bir çoğu böyledir” Yine denildiğine göre: “Umulur ki lafzının Allah tarafından kullanılması, o işin gerçekleşmesini gerekli kılar. Fir'avun da düşündü. Fakt düşünmesi ona fayda vermedi.” Şöyle denildi: “Fir'avun düşündü ve korktu. Mûsa (aleyhisselâm) a tabi olmak istedi. Fakat Hâman onu bundan vazgeçirdi. Fir'avun onsuz hiçbir işe karar vermezdi. Yahya b. Muaz'ıri yanında bu âyet okundu da o ağladı ve şöyle dedi: “Bu, senin “Ben ilahım” diye kimseye karşı yumuşakliğin. Ya “sen ilahsın” diyen kimseye karşı yumuşakliğin nasıl olur. Bu senin “Ben sizin en yüce Rabbinizim” diyen kimseye karşı yumuşakliğin. Ya “en yüce Rabbimi noksan sıfatlardan tenzih ederim” diyen kimseye karşı yumuşakliğin nasıl olur?

45

Dediler ki: “Rabbimiz, şüphesiz biz, onun bize aşırı derecede kö tü davranmasından yahut iyice azmasından endişe ediyoruz.”

Bizi cezâlarıdırmasından korkuyoruz. “Öne geçen” kelimesi (.......) dan gelmektedir. “Ona aceleyle eza etti.”

Denir. Yahut kötülük hususunda bize karşı haddi aşmasından korkuyoruz.

46

Buyurdu ki: “Korkmayın, çünkü ben sizinle beraberim. İşitir ve görürüm.”

Ben sizin koruyucunuz ve yardımcınızın!. Sözlerinizi de işitiyorum. Yaptıklarınızı da görüyorum. İbn Abbâs (radıyallahü anh) şöyle demiştir: “Duanızı işitiyorum ve ona icabet ediyorum. Size yapılmak isteneni görüyorum ve onu boşa çıkariyorum. Sizden gâfil değilim. Öyleyse bunu önemsemeyin.”

47

“Haydi, gidin de ona deyin ki: “Biz senin Rabbinin elçileriyiz. İsrâ'il oğullarını hemen bizimle birlikte bırak. Onlara eziyet etme. Biz, sana Rabbinden bir âyet getirdik. Kurtuluş hidâyete uyanlarındır.”

O Fir'avun'a gidin, deyin ki: “Biz Rabbinin sana gönderdiği elçileriz. İsrâ'il oğullarını kullaştırmayı ve köleleştirmeyi bırak da bizimle gönder. Onlara zor tekliflerle azap etme. Sana, Rabbinden, bu iddia ettiğimiz şeyin doğru olduğuna dair delil getirdik.” Bu cümle “Biz Rabbinin elçileriyiz” cümlesinin yerine geçmiş, onu açıklamış, tefsîr etmiş ve tafsilatlarıdırmıştır. Çünkü elçilik davası, ancak delillerle sabit olur. O da mu'cizeleri getirmektir. Fir'avun “O nedir?” dedi. Mûsa (aleyhisselâm) elini çıkardı. Onun ışığı güneş ışığı gibiydi. Azaptan kurtuluş hidâyete tabi olanlarındır.

(.......)Sulha girmek, sulh yapmak” den gelmektedir.

Selâmlama manasına gelen “Selâm” değildir. Cennetin bekçisi olan meleklerin, hidâyete tabi olanlara verdiği selâmdır da denilmiştir.

48

Hakikaten bize vahyolundu ki: “Azap (peygamberleri) yalanlayan ve yüz çevirenlerin üstünedir.”

Dünya ve âhiretteki azap, peygamberleri yalanlayan ve îmandan yüz çevirenlerin üzerinedir. Bu Kur'ân âyetlerinin en korkulusudur. Çünkü selâm cinsini mü'minlere, azap cinsini de yalanlayıcılara hasretti. Cinr sin dışında ise hiçbir şey yoktur. Ona gidin ve elçilik görevini yerine getirin. Ona kendisiyle emrolundukları şeyi söylediler.

49

(Fir'avun): “Rabbiniz de kimmiş ey Mûsa?” dedi.

Önce kendisine birden hitap etti. Sonra da birine karşı söylendi. Çünkü peygamberlikteki asıl kişi Mûsa (aleyhisselâm) dı. Hârûn (aleyhisselâm) ise, onun takipçisiydi.

50

O da: “Bizim Rabbimiz, herşeye hilkatini veren, sonra da hidâyete yöneltendir” dedi.

Herşeye hilkatini, yani ihtiyaç duydukları ve faydalandıkları şeyleri verdi. Ya da ikinci mef'ûludur. O zaman da mana: “Herşeye, faydasına uygun sureti ve şekli verdi” demektir. Mesela, göze görmeye uygun şekli, kulağa, işitmeye müsait şekli vermiştir. Aynı şekilde burun, ayak ve elin de her biri kendisiyle ilgili faydaya uygundurlar.

Yani herşeye, kendisine uygun olanı verdi, demektir. “Sonra da hidâyete yöneltendir” diyerek verilen şeylerle dünyada geçim için, âhirette de saadet için nasıl istifade edileceğini tarif etti.

51

“Öyle ise, önceki milletlerin hâli ne olacak?” dedi.

“Öyleyse geçip giden ve kemikleri dahi çürüyen önceki nesillerin hâli ne olacak?” dedi. Ona geçmiş nesillerin hâlini ve kötülük yapanların kötü durumunu, iyilik yapanların da iyi durumunu sordu.

52

(Mûsa): “Onların bilgisi Rabbimin yamnda bir Kitaptadır. Rabbim şaşmaz ve unutmaz” dedi.

Mûsa (aleyhisselâm) cevap olarak, onların bilgisi Rabbimin katında ki Levh-i Mahfûzdadır, dedi.

Yani, bu Allah'ın kendisine âit kıldığı gâyb ile ilgili bir sualdir. Onu ondan başka kimse bilemez. Ben de ancak senin gibi bir kulum. Ve bana, gaybleri bilen zatin verdiği şeyler dışında, ondan hiçbir şey bilmiyorum. Önceki nesillerin halleriyle ilgili ilim Allah katındaki Levh-i Mahfûz'da yazılıdır. Rabbim hiçbir şeyi şaşırmaz. Bir şeyin nerede olduğunu unutup bulamadığın zaman “Şu şeyi unuttum” dersin.

Yani “O, insanların, âhir etteki mutluluğu ve bedbahtliği hususunda hata etmez” demektir. Onların sevabını da, cezâsını da unutmaz. Denildi ki: “Kitap, onu unuttuğu için değil, mahlûkâtın yaptıklarının onun bilgisine uygunluğunu melekler bilsin diye zikrediyor.”

53

O, yeri sizin için beşik yapan ve onda size yolar açan, gökten de su indirendir. Onunla biz çeşitli bitkilerden çiftler çıkardık.

(.......) , (.......) kerimesine sıfat olarak merfûdur. Ya da mahzûf bir mübtedanın haberidir. Ya da medih üzere mensûbtur. Kufelilere göre (.......) diğerlerine göre ise (.......) dir. Bunlar yayıları ve serilen şeyler için kullanılan iki kelimedir.

Yeryüzünü size beşik yaptı, ona size yollar açtı, gökten yağmur indirdi. Biz de o suyla çift çift bitkiler çıkardık. Çeşitli sözler söylemek için sözü, gaip sıgasınfan mütekellim sığasına nakletti. Denildi ki: “Burada, Mûsa'nın sözü tamamlandı sonra da Allah'u Teâlâ kendisinden bahisle “onu çıkardık” buyurdu. Yine “Bu, Mûsa (aleyhisselâm) nin sözüdür.

Yani biz onu çiftçilik yaparak ve ekerek çıkardı, demektir” denildi.

(.......) kelimesi mastardır. Yerden biten şeyler bununla adlarıdırıl mıştır. Tekit için de çoğul içinde kullanılır. (.......) , (.......) ya da (.......) kelimesinin sıfatıdır. “Farklı” kelimesinin çoğuludur. “hastalar” kelimesinin (.......) kelimesinin çoğulu oldu ğu gibi.

Yani, türü, rengi, kokusu ve şekli değişik olan bu nebatın bir kısmı insanlar için yaratılmıştır. Bir kısmı da hayvanlar için yaratılmıştır.

Rızıklarınıızm hayvanların çalışması ile hasıl olması Allah'ın nimetlerindendir. Allah'u Teâlâ onların yediği alafı, ihtiyacımızın fazlasın dan ve yemeye güç getiremediğimiz şeylerden kılmıştır.

54

Yiyiniz; hayvanlarınızı otlatınız. Şüphesiz bunda akıl sahihleri için (Allah'ın kudretine delâlet eden) alâmetler vardır.

(.......) , (.......) deki zamîrden hâldir. Mana, faydalanmanıza müsaade ederek, yani bir kısmını yemenize ve bir kısmını da alaf haüne getirmenize müsaade ederek çeşitli bitkileri bitirdik. Zikrettiğimiz bu hususta, akıl sahipleri için deliller vardır. Çünkü o akıl, insanı mahzurlu şeylerden sakındırıyor. Ya da işler gelip ona dayanıyor.

55

Sizi ondan (topraktan) yarattık, yine oraya döneceksiniz ve bir kez daha sizi ondan çıkaracağız.

Babanız Âdem (aleyhisselâm) i ondan yarattık. Denildi ki: “Her nutfe defnedileceği topraktan yoğrulur. Toprak ve nutfeyle birlikte yaratılır” Ya da nutfe gıdalardan oluşmuştur. Gıdalar da topraktan, öldüğünüz de toprağa defnedileceksiniz. Ve diriliş esnasında sizi oradan tekrar çıkarırız. Çıkarmaktan murat, parçalanmış ve toprağa karışmış olan parçaların bir araya getirilmesi ve eski hallerine dönüştürülecek mahşere sevkedilmeleridir.

Onlar üzerindeki adetullah, istifadeleri yönünden toprağa bağımlı olmalarıdır. Şöyle ki, onu, onlar için üzerinde gezdikleri bir sergi, bir döşek haline getirdi. Onlar için onda istedikleri gibi gidip gelebilecekleri yollar, geçitler var etti. Onda çeşit çeşit bitkiler bitirdi. Kendi yiyecekleri ve hayvanlarının alafı ondan bitkiler. O, onların aslıdır/Ondan var oldular. O, kendisinden doğdukları analarıdır. Öldükleri zaman da onlara kavuşur.

56

Andolsun biz ona (Fir'avun'a) delillerimizin hepsini gösterdik. Yine de yalanladı ve diretti.

O Fir'avun'a bütün delillerimizi gösterdik. Bu deliller, dokuz tanedir. Asa, el, denizin yarılması, taşırı yarılması, çekirgeler, haşereler, kurbağalar, kan ve dağın yukarı kaldırılmasıdır. Âyetleri yalanladı ve hakkı kabulden kaçındı.

57

Dedi ki: “Yaptığın büyük ile bize yurdumuzdan çıkarasm diye mi geldin bize ey Mûsa?”

Fir'avun dedi ki: “Sihrinle bizi yurdumuz Mısır'dan çıkarmaya mı geldin?” Bu âyette onun Mûsa (aleyhisselâm) dan şiddetle korktuğuna dair delil vardır. “Sihrinle” kelimesi için bahanesidir. Çünkü hangi sihirbaz herhan gi bir sultam yurdundan etmiştir.

58

Öyle ise muhakkak surette biz de sana, aynen onun gibi bir büyü getireceğiz. Şimdi sen, seninle bizim aramızda, ne senin, ne de bizim muhalefet etmeyeceğimiz uygun bir yerde buluşma zamanı ayarla.

Senin sihrine karşı biz de sihirle mukabele de bulunacağız. (.......) kelimesi mastardır. Vaad manasına gelmektedir. Buna bir muzaf takdir edilir.

Yani vaad yeri (buluşma yeri) tayin et, demektir.

(.......) daki zamîr (.......) e gider. Yezit, bunu emrin cevabı olarak cezimli okumuştur. Diğerleri ise (.......) kelimesinin sıfatı olarak merfû' okumuşlardır. (.......) kelimesi mahzûf (.......) dan bedeldir.

Burada muzaf takdirinin yapamaması da mümkündür. O zaman da mana: Bizimle senin aranda her iki tarafın da bozmayacağı bir söz var, demektir.

(.......) mastarla ya da mastara delalet eden bir fiille mensup oldu. (.......) kelimesi, Hicâzî, Ebû Amr ve Ali'ye göre kesre iledir. Diğerlerine göre ise damme iledir. O, (.......) kelimesinin sıfatıdır.

Yani

“Bizimle senin aranda eşit olan” demektir. (.......) (iki tarafa da eşit) kelimesinden gelmektedir. Çünkü iki tarafın ortasından alınan mesafe, iki tarafa da eşittir.

59

(Mûsa): “Buluşma zamanınız/bayram günü, kuşluk vaktin de insanların toplanması (zamanı) olsun” dedi.

(.......) mübteda, (.......)haberdir.

O, onların bayram günüdür ya da nevruz günü ya da aşure günüdür. Soru yer içindi, ama o zamanı söyledi. Birinci tefsire göre, cevabın bu şekilde olması, bayram günü onların toplandıkları yerin belli olmasındandır. Bu şekilde zamanın zikredilmesiyle mekân da bilinmiş olmaktadır. İkinci tefsire öre ise, vaadiniz, bayram günüdür, demektir.

(.......) ya da (.......) ye atıf olarak merfû' ya da mecrûr makammdadır. Şüpheden en uzak olduğu için, hakkın görülmesine en açık şekilde imkân verdiği için ve yerleşik olsun göçebe olsun halkın yayılmasına en müsait bir zaman olduğu için “Kuşluk vaktinde olsun” dedi.

60

Bunun üzerine Fir'avun dönüp gitti, hilesini tertipledikten sonra çok geçmeden geldi.

Fir'avun Mûsa (aleyhisselâm) bırakarak dönüp gitti, hilesini ve sihirbazlarını toparladı. Onlar yetmiş iki ya da dört yüz yada yetmiş bin kişi idiler. Sonra da buluşma yerine geldiler.

61

Mûsa onlara: “Yazık size, Allah hakkında yalan uydurmayın. Sonra o, bir azap ile kökünüzü keser, iftira eden muhakkak ki perişan olur” dedi.

Mûsa (aleyhisselâm) bunu, sihirbazlara söyledi.

Yani “Âyet ve mu'cizeleri sihir olarak adlarıdırmayın. Değilse büyük bir azapla Allah kökünüzü keser” dedi.

(.......) Kûfî’ye göredir. Diğerlerine göre ise (.......) nin (.......) nın fethiyledir. Ebû Bekir'in dışındakilere göre “Helâk eder” manasınadır. (.......) ve (.......) yok etmek manasınadır. Nehyin cevabı olmak üzere mensûb olmuştur. Allah'a yalan uyduranlar da perişan olmuştur.

62

Bunun üzerine onlar, durumlarını aralarında tartıştılar, gizli gizli fısıldaştılar.

O sihirbazlar aralarında ihtilafa düştüler. Bir kısmı “Bizim gibi sihir bazdır” dedi. Bir kısmı da Allah hakkında yalan uydurmayın” sözü sihirbaz sözü değildir, dedi. Aralarında gizlice istişarede bulundular. Dediler ki: “Eğer sihirbaz ise onu yeneriz. Ama eğer gökten gönderildiyse o bizi yener.”

(.......) mastar ve isim olur. Sonra da şu sözde karar kıldılar.

63

“Bu ikisi Muhakkak ki, sihirleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak ve sizin ideal yolunuzu ortadan kaldırmak isteyen iki sihirbazdüar sadece” dediler.

Ebû Amr (.......) şeklinde okudu. Bu zahirdir. Ancak bu okuyuş şekli, İmâm İbni Kesir'e, Hasf’a ve Halîl'e muhaliftir ki, Halîl nahvi en iyi bilendir. (.......) şeklindedir. Şeddesizdir. “Zeyd ayrıldı” sözünde olduğu gibi. (.......) , (.......) i nâfiye ile şeddeli (.......) den şeddesiz (.......) e dönüştürülmüş (.......) arasındaki farkı göstermektedir.

Denildiki: “O” (.......) manasınadır. (.......) da (.......) manasınadır.

Yani o ikisi ancak sihirbazdırlar, demektir. Bunun delili de Ubeydin (.......) şeklindeki kırâatidir.

Onlardan başkalan ise (.......) demişlerdir, denildi ki bu Bel Haris b. Kab, Hasen b. Kab, Has'am , Murat ve Kinanenin lügatidir. Onlardan tesniye nasb ve cer hâlinde de olsa asla (.......) ya dönüşmez. (.......) kelimesinde olduğu gibi.

Sadi şöyle demiştir:

Babası ve babasının babası izzet ve şerefte son noktaya vardılar”

Zeccâc (.......) nin “evvel” manasına olduğunu söylemiştir.

Şâir şöyle diyor:

“İhtiyarlık seni üsteledi, büyük olsun “dediler. Dedim ki: “Evet”

Sondaki (.......) duruş içindir. (.......) mübteda (.......) mahzûf bir mübtedanın haberidir. (.......) mahzûf mübteda üzerine gelmiştir. Takdiri ise.(.......) demektir. Böylece kendisi için olan yere, baş tarafa girmiş olur. Bazen (.......) mübtedanın başına geldiği gibi haberin başına da gelir. “Dayım sensin ve dayısı cerir olandır” sözünde olduğu gibi. Bunu Müberri'de arz ettim o da râzı oldu, demiştir. Ebû Ali ise bunu zayıf görmüştür. Muhakkak ki bu ikisi, sizi, sihirleriyle yurdunuz Mısır'dan çıkarmak ve sizin üstün dininizi ve ortadan kaldırmak istiyorlar. (.......) kelimesinin müennesidir.

“En üstün” demektir.

64

Öyle ise hilenizi kurun. Sonra sıra hâlinde gelin. Muhakkak ki bu gün, üstün gelen kurtulmuştur.

Yani, onu ihtilafa düşmeden onun aleyhine'işletin, demektir. Ebû Amr'a göre (.......) dur. O zaman da mana hilenizden terk ettiğiniz hiçbir şey bırakmayın, toplayın demektir.

Saf saf hâlinde dizilerek gelin. Çünkü o, görenlerin kalbine daha çok heybet verir. “Bugün galip gelen kurtulmuştur” bu söz Allah'a âit araya girmiş bir sözdür.

65

Dediler ki “Ey Mûsa! Ya sen at veya önce atan biz olahm.”

Sihirazlar: “Ey Mûsa! Ya sen at ya da biz, yanımızdaki şeyleri atarak ilk atan olalım” dediler.

Her iki (.......) ve sonrası gizli bir fiille mensûbtur. Ya da mahzûf bir mübtedanın haberidir. Manası, iki işten birini seç ya da iş, senin ya da bizim atmamızdır, demektir. Onların bu şekilde tercihi ona bırakmaları, ona karşı edeplerini göstermektedir. Sanki bunu onlara Allah ilham etmiştir. Tabii ki sonradan bunun bereketi onlara ulaştı. Mûsa “Siz atın” diyerek ilk önce onların atmasını kendilerine bildirmiştir.

66

“Hayır, siz atın” dedi. Bir de baktı ki, büyüleri sayesinde ipleri ve sopaları gerçekten koşuyor gibi görünüyor.

Sihirlerinden yapabildiklerini göstermeleri ve buna karşı Allah'ın gücünü göstererek Hakkı batılın üzerine atması ve onu paramparça etmesi, yine sihrin üzerine mu'cizesini musallat kılması ve bunu görenler nezrimde apaçık bir delil olması ve ibret alanlar için de bir ibret vesikası olması için Mûsa “Önce siz atın” dedi.

(.......) için bu izal-mufacee ve tahkik denir. (.......) vakit manasınadır, kendisine bir nasb eden ve muzaf kılındığı bir cümle ister, bazı yerler de nasb edeni mahsus bir fil olur. O da fiili mufacee ve cümlei ibtidaiyyedir. Başkası değildir. Takdiri ise Mûsa, onların iplerinin ve sopalarının koştuğunu sandığı hâlde vakitle karşılaştı” dır. Mana ise, onların iplerinin ve asalarınm ona koşuyor vehmini ani olarak vermesidir.

İbn Zekvân'a göre (.......) iledir. (.......) merfûdur.

(.......) da ki zamîrden bedeli istimaldir.

Yani atılanlar vehmettiriyor demektir. Rivâyet edildiğine göre onlar, onlara cıva kanştırmışlardır: Güneş ışmîan onlara vurunca kıpırdıyorlar ve hareket ediyorlardı.

67

Bu yüzden Mûsa içinde bir korku duydu.

Bu ani karşılaşmadan dolayı, insanliğin yaratılışı gereği kendisinde bulunan korkuyu hissetti. Ya da insanların bu işe şüphe sokup ona tabi olmayacakları korkusuna kapıldı.

68

“Korkma, üstün gelen olan kesinlikle sensin” dedik.

Galip gelecek ve kahredecek olan sensin, dedik. (.......) , (.......) harfi tarif ve açık bir galibiyet demek olan yücelikle ilgili (.......) lafzının zikredilmesinde apaçık bir mübalağa vardır.

69

Sağ elindekini at da, onların yaptıklarını yutsun. Yaptıkları, sadece bir büyücü hilesidir. Büyücü ise nereye varsa iflah olmaz.

Hafs'a göre (.......) ın ve (.......) nın sükunuyladır. (.......) da şeddesizdir. İbni Zevkan'a göre (.......) dur. Diğerlerine göre ise (.......) dir.

Sağ elindekini at da onların yaptığı bu uydurma şeyleri yutsun.

Yani asanı at ki onların asalarını ve iplerini yutsun. Burada asayı yüceltmek için “asanı” demedi.

Yani onların yaptıklarına aldırma, senin elindeki şey onlardan daha büyüktür, demektir. Ya da asayı tahkir için “asanı” dememiştir.

Yani, onların iplerinin ve asalarının çokluğu seni düşündürmesin. Elindeki o tek odun parçasını az da tek olmasına ve onların da çok olmasına rağmen kudretmizle hepsini yutsun.

Kûfî'ye göre (.......) dir. Âsım'ın dışındakiler (.......) demişlerdir. Bunu sihir sâhibi manasına kullanmışlardır. Ya da sihir işinde derinleştikleri için sanki kendileri sihir olup çıkmışlardır. (.......) iki kırâate göre de ret iledir. (.......) ismi mevsul ya da mastariyyedir.

(.......) Tekil olarak geldi, çünkü bununla cins kastedilmiştir. Sayı değil. Cemi' olsaydı, kastedilen adettir zannedilirdi.

Âyet'in devamını görmüyor musun “Sihirbaz nereye varsa iflah olmaz”

Yani sihirbaz cinsi demektir. Mûsa (aleyhisselâm) asasını attı. Asa da onların yaptıklarını yuttu. Gördükleri bu büyük delil karşısınd sihirbazlar secdeye kapandılar.

70

Bunun üzerine sihirbazlar secdeye kapandılar. “Harun'un ve Mûsa'nın Rabbine îman ettik” dediler.

Onların bu kadar hızlı bir şekilde secdeye kapanmaları hususunda Ahfeş şöyle demiştir: “Onlar sanki kendilerini attılar. İşleri ne kadar da şaşılacak bir şey, önce inkâr ve küfür için iplerini ve sopalatını attılar. Bir saat sonra da şükür ve secde için başlarını attılar. İki atış arasındaki fark ne kadar da büyük. “

Rivâyet edildiğine göre onlar, orada secde hâli.ide iken cenneti ve makamlarını gördüler, başlarını kaldırdılar ve “Harun'un ve Mûsa'nın Rabbine îman ettik” dediler. Burada Harun öne alındı, şuara Sûresi'nde ise geri bırakıldı. Bu kafiyeyi korumak için yapıldı. Çünkü (.......) harfi tertibi gerektirmemektedir.

71

(Fir'avun) şöyle dedi: “Ben size izin vermeden önce ona inandınız ha. Hakikat şu ki, o, size, sihir öğreten ulunuzdur. Şimdi elleriniz ile ayaklarını tereddüt etmeden çaprazlama keseceğim ve sizi hurma dallarına asacağım. Böylece, hangimizin azâbının daha şiddetli ve sürekli olduğunu iyice anlayacaksınız.”

(.......) Hafs'a göre medsizdir. Basrî, Şamî ve Hicazı'ye göre med li hemze iledir. Diğerlerine göre ise iki hemzeyledir. “Size izin vermeden önce Mûsa'ya inandınız ha” (.......) ve (.......) ona inandı manasına kullanılırlar.

“Ulunuzdur” büyüğünüzdür ya da mualliminizdir demektir. Mekke liler muallim için “Bana büyüğüm öğretti” derler. Çaprazlama kesilme olayı, sağ elin ve sol ayağın kesilmesidir. Çünkü iki uzuvdan herbiri diğe rine karşıttır. Biri el diğeri ayaktır. Biri sağ diğeri soldur.

(.......) gayenin başlarıgıcı içindir. Çünkü kesmek başlarıgıçtır.. Ve uzuvların karşıtliğindan kaynaklanmaktadır. (Sanki kesmeye uzuvların karşıtliğindan başlanmıştır) Car ve mecrûr, hâl üzere mahallen mensûbtur.

Yani onları karşıt oldukları hâlde keseceğim, demektir. Çünkü bir kısmi diğerine karşı olduğunda karşıtlıkla sıfatlanmışlardı. Hurma dalma asılarıı zarf içindeki mazrufa benzetti, ve bu sebeple “Sizi hurma dallarına asacağım.” dedi. Hurmayı, dalı uzun olduğu için özellikle zikretti. “Hangimizin azâbının daha şiddetli ve daha sürekli olduğunu anlayacaksınız” Bana imâm terk ettiğinizden dolayı benim mi, yoksa ona îmanı terk ettiğinizden dolayı Mûsa'nın Rabbinin mi?

Allah'ın lâneti üzerine olsun” Burada “Kendisini ve Mûsa (aleyhisselâm) kastediyor” denildi. Delil olarak da “Ona inandınız” lafzını ve Kur'ân'ı Kerîm'de Allah'tan başkalan için (.......) ile beraber kullanılan “îman” ı göstermişlerdir. “Allah’a inanır ve mü'minlere inanır.”

72

Dediler ki: “Seni, bize gelen açık açık mu'cizelere ve bizi yaratana tercih edemeyiz. Öyle ise yapacağını yap. Sen ancak bu dünya hayatında hükmünü geçirebilirsin.”

Mûsa'nın doğruluğuna dair bize gelen kesin delillere ve bizi yaratana karşı elbette seni seçmeyeceğiz.

(.......) , (.......) üzerine atıftır.

Yani, seni, bize gelene ve bizi yaratana tercih etmeyeceğiz, demektir. Ya da yemindir. Cevabı da yemin üzerine takdim edilmiş olan (.......) dir. Öyleyse öldürme ve asma cihetinden yapacağım yap. “O ikisinin işi üzerlerine işlenmiştir” sözünde oldğu gibi, yapılan iş manasına gelir ya da hükmedeceğin şeye hükmet, demektir. Bu dünya hayatında hükmünü geçirebilirsin.

(.......) zarf üzere mensûb olmuştur.

Yani, sen, yaşadığımız müddetçe bize hükmedebilirsin, demektir.

73

“Bize, hatalarınıızı ve senin bize zorla yaptırdığın büyüyü bağışlaması için Rabbimize îman ettik. Allah (mükafatı) en hayırh ve (cezâsı) en sürekli olandır.

(.......) ismi mevsuldur, (.......) üzerine atıf olduğu için mensûbtur. (.......) dan hâldir.

Rivâyet edildiğine göre onlar Fir'avun'a şöyle dediler: Mûsa'yı bize uyurken göster” o da gösterdi. Onu, asasının beklediğini gördüler ve “Bu sihirbazın sihri değildir. Çünkü sihirbaz uyuduğunda sihri bozulur” dediler ve perişan olma korkusuyla ona karşı gelmekten çekindiler. Fir'avun onları sihir yapmaya zorladı. Cehaleti Fir'avun'a zarar verdi. Onların sihri bilmesi ise onlara fayda verdi. Ya şeri ilimleri bilselerdi ne olurdu? Allah kendisine itâat edenlere en hayırlı sevapları ve kendisine isyan edenlere de sürekli azâbı verendir.

74

Şurası muhakkak ki, kim Rabbine günahkâr olarak varırsa, cehennem sırf onun içindir. O ise orada ne ölür, ne dirilir.

(.......) zamîri şandır. Günahkârdan kasıt, kâfirdir. Kâfir, orada ölmez ki istirahat etsin. Onun orada faydalarıacağı bir hayatı da yoktur:

75

Kim de iyi davranışlarda bulunmuş bir mü'min olarak ona varırsa, üstün dereceler işte sırf bunlar içindir.

Kim de îman üzere ölürse ve îmandan sonra sâlih ameller işlerse onlar için üstün dereceler vardır..(.......) , (.......) nin çoğuludur.

76

İçinde ebedî kalacakları, zenıininden ırmaklar akan Adri cennetleri, işte tertemiz arınanların mükâfatı budur.

(.......) , (.......) dan bedeldir, işte bu (.......) diyerek şirkten temizlenenlerin mükafaüdır. Bu üç âyet onların sözünü hikâye ediyor, denildi. Yine bu, Allah’ın bildirmesidir, hikâye değil, denildi. Bu görüş daha açıktır.

77

Andolsun ki Mûsa'ya “Kullarınıla birlikte geceleyin yola çık da (size) yetişilmesinden korkmaksızm ve (boğulmaktan) endişe etmeksizin onlara denizde kuru bir yol aç” diye vahyetmiştik.

Allah, Fir'avun'u ve kavmini helâk etmek istediğinde Mûsa'ya, onları gece vakti Mısır'dan çıkarması ve deniz yolunu takip etmesini emretti. Onlara denizde kuru bir yol aç.

(.......)Malından ona bir pay kıl dı” sözünden gelmektedir. (.......) mastardır.

(.......) ve (.......) denir. (.......) deki zamîrden hâldir.

Yani, onlara korkmaksızm yol aç, demektir. Hamza'ya göre cevap üzere “Korkma” dır.

(.......) İdrakten isimdir.

Yani Fir'avun ve askerleri sana ulaşamazlar, demektir. Haraza'nın kırâatine göre (.......) yeni bir cümledir.

Yani sen korkma demektir. Ya da elif (.......) âyetinde olduğu gibi itlak içindir.

Mûsa (aleyhisselâm) onları gecenin başında çıkardı. Yetmiş bin kişiydiler.

Süs eşyalannı borç almışIardı.Fir'avun altı yüz bin kişiyle onları takip ediyordu. .

78

Bunun üzerine o, askerleri ile birlikte onların peşine düştü, deniz onları öyle bir kapladı ki boğuverdi.

(.......) Hâldir.

Yani ordusu beraberinde olduğu hâlde peşlerine düştü, demektir. “Denizden onları örten örttü” âyeti, az lafızla çok mana ifade eden “Cevâmu'l-Kelim” dendir.

Yani, onları, hakikatini Allah azze ve celleden başka kimsenin bilmediği şey örttü, demektir.

79

Fir'avun, kavmini saptırdı, doğru yola sevketmedi.

Fir'avun, kavmini doğru yoldan saptırdı, ve onları hakka ve doğru yola irşat etmedi. Bu âyet, onun “Sizi ancak doğru yola irşat ediyorum” sözüne cevaptır. Bundan sonra, İsrâ'il oğullarını, denizden kurtardıktan ve Fir'avun ve kavmini helâk ettikten sonra onlara yaptığı lütfü zikretti.

80

Ey İsrâ'il oğulları! Sizi düşmanınızdan kurtardık. Tûr'un sağ tarafına (gelmeniz için) size vade tanıdık ve size, kudret helvası ile bıldırcın eti lütfettik.

Mûsa'ya “Kullarınıı yürüt” diye vahyettik. Ve ey İsrâ'il oğulları sizi düşmanınız Fir'avun'dah kurtardık. Size kitap vermeyi Tûr'un yanında vaad ettik. Bu Allah'u Teâlâ'nm, Tevrât'ın nüzülu için Mûsa'ya, bu mekâna gelmesi ve yetmiş adam seçip.onları da beraberinde getirmesi ile ilgili vaadidir Bu vaad onlara nispet edildi. Çünkü bu, onların peygamberleri ve seçkinleri içindi. Şerî'atlarının ve dinlerinin getirdiği faydalarda onlara dönüyordu.

(.......) mensûbtur. Çünkü o (.......) nin sıfatıdır. Civar manasına mecrûr olarak da okunmuştur. Size Tin Çölünde kudret helvası ve bıldırcın indirdik. Ve size şöyle dedik:

81

Size rızık olarak verdilerimizin temiz olanlarından yiyiniz, bu hususta taşkınlık ve nankörlük de etmeyiniz. Sonra size gazâbım çarpar.

Size verdiğimiz nzkın helallerinden yiyiniz. Âsım dışındaki Kûfe'liler (.......) ve (.......) şeklinde okumuşlardır.

Allah'ın bu hususta koyduğu hadleri, nimetleri inkâr ederek ve onları günah yolda harcayarak aşmayın. Ya da bazınız bazınıza zulmetmesin. Kimin üzerine gazâbım inerse, o, helâk olmuştur. Kalkışı olmayan bir yıkılışla yıkılıp gitmişti.

(.......) nin aslı, dağdan düşüp örmektir. Buradaki manası ise, îman şerefinden, cehennem çukurlarından birine yuvarlanmaktır. Ali (.......) ve (.......) şeklinde okumuştur. Diğerleri ise her ikisinin kesriyle okumuşlardır. Meksur olunca gereklilik manası ifade eder. Borcun edası gerektiğinde (.......) denir. Dammeli olunca nüzul manası ifade eder.

82

Şu da muhakkak ki ben, tevbe eden, inanan ve sâlih amel işleyen sonra (böylece) doğru olda giden kimseyi bağışlarını.

Şirkte tevbe eden, Allah'u Teâlâ'yı birleyip indirdiklerim tasdik eden, farzları eda eden ve sonra da zikredilen bu hidâyet üzerinde, yani tevbe, îman ve amel üzerinde istikamet sâhibi olan kimseyi bağışlanın.

83

“Seni acele ile kavminden ayrıl(ıp gelme) meye sevkeden nedir, ey Mûsa?”

Seni, seçtiğin yetmiş kişiden aynlarak gelmeye sevkeden şey nedir? Mûsa (aleyhisselâm) onlarla beraber vaad edilmiş yere, Tûr-u Sinaya gitti. Sonra da Rabbinin kelamına olan şevkinden dolayı öne geçti. Onlara kendisine tabi olmalarını emretti. İşte burada Allah'u Teâlâ “Seni acele ettiren şey nedir?” diye sordu.

Yani senin acele etmeni gerektiren şey nedir? Bu, inkâr sorusudur. (.......) Mübtedadır. (.......) Haberdir.

84

“İşte” dedi. “Onlar da benim peşimdeler. Ben, memnun olasın diye sana acele ile geldim Rabbim.”

Onlar arkamdalar. Bana yetişiyorlar. Benimle onlar arasında ancak az bir mesafe var dedi. Sonra da acele edişinin sebebim zikretti ve “Sana senin vaad ettiğin yere, bana karşı hoşnutluğun artsın diye acele geldim” dedi. Bu söz, içtihad etmenin câiz olsuğuna dair delildir.

85

(Allah) buyurdu: “Senden sonra biz, kavmini imtihan ettik ve Sâmirî onları yoldan çıkardı.”

Sen aralarından çıktıktan sonra kavmini fitneye soktuk. Kavim ile kastolunan Hârûn (aleyhisselâm) ile birlikte bıraktığı kimselerdi. Sâmirî onları, buzağıya ibaddete çağırarak saptırdı. Onlar da ona ibâdet ettiler. Sâmirî İsrâ'il oğullarından Sâmire denilen bir kabileye mensubtur. Kirman'a mensup iri yan biriydi de denildi. İsmi Mûsa b. Zafer idi. Münâfık biriydi.

86

Bunun üzerine Mûsa, öfkeli ve üzüntülü olarak kavmine döndü. “Ey kavmim!” dedi. “Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmamışmıydı. Şu hâlde size zaman mı çok uzun güzel, yoksa üstünüze Rabbinizin gazâbının inmesini mi istediniz ki bana olan vaadinizden döndünüz.”

Mûsa (aleyhisselâm) kavmine, Rabbinin münaatmdan son derece gazâblı ve son derece üzüntülü bir şekilde döndü. Ve “Ey Kavmim! Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmamışmıydı?” dedi. Allah onlara içinde nur ve hidâyet bulunan Tevrât'ı verdi. Bin sureden oluşmuştu. Her sûre de bin âyetti. Onun cüzlerini ancak yetmiş deve taşıyabiliyordu. Bundan daha güzel bir vaad olmaz.

“Ayrılış müddetim size uzun mu geldi?” Ayrılış sebebiyle zamanım uzadı” dedi.Yoksa üstünüze Rabbinizden bir gazâbın inmesini mi istiyorsunuz.

Yani, Rabbinizin gazâbım gerektiren bir fiili yapmayı mı istediniz ve vaadinizden döndünüz. Onlar, ermini yerine getireceklerine ve kendilerine bıraktığı âyetlere uyacaklarına dair söz vermişlerdi. Fakat buzağıyı tanrı edinmekle sözlerinden döndüler.

87

Dediler ki: “Biz, şana olan vaadimizden kendi kuvvet ve irâdemizle dönmedik. Fakat biz, o kavmin (Mısırlıların) ziynet eşyasından bir takım ağırlıklar yüklenmiş, sonra da onları atmıştık. Aynı şekilde Sâmirî de atmıştı.”

Medenî ve Âsim'a göre (.......) ın fethiyledir. Hamza ve Ali'ye göre (.......) dammeli, diğerlerine göre ise kesrelidir.

Yani, sana olan vaadimizden kendimize sahip olarak dönmedik. Eğer kendimize sahip olsaydı ve görseydik vaadimizden dönmezdik. Fakat biz Sâmirî ve hilesi tarafından alt edildik.

(.......) Hicazî, Şâmî ve Hafs'a göre dammeli ve şeddelidir. Diğerlerine göre ise (.......) ve (.......)in fethiylçdir, şeddesizdir.

Lakin biz, Kıptilerin ziynet eşyasından bir takım ağırlıklar yüklenmiştik. Ya da ağırlıklar; günahlar ve alışkanlıklar demektir. Onlar, Mısır’dan çıkış gecesi “Yarın bizim bayram günümüz” diyerek Kıptilerden süs eşyalannı ödünç almışlardı. Sâmirî: Mûsa, eşyalann haramliğindan dolayı hapsolundu” dedi. Çünkü onlar, Kıptilerin yanında Daru'l-Harpteki anlaşmalılar hükmündeydiler. Anlaşmalılar ise harbinin malını alanaz. Ayrıca o zaman ganimetler helâl değildi, yakılırdı. Sâmirî onları bir ateş çukuruna koydu, buzağı kalıbı çıkardı ve içi boş bir buzağı heykeli döktü. Buzağı, damarlara benzer boşluklardan rüzgar girince boğuluyordu. “Sâmirî, Fir'avun'un boğulduğu gün Cebrâîl (aleyhisselâm) in atının ayağının değdiği yerden bir toprak aldı da ona üfürdü. O at hayat atıydı. Heykel canlandı ve böğürmeye başladı. Onların yaratılışları altına meyletti de ona ibâdet ettiler” denildi. “Onları Sâmirî'nin çukurda yaktığı ateşe attık. Süs eşyalannı oraya atmamızı bize o emretti. Aynı şekilde Sâmirî de yanında bulunan süs eşyalannı ateşe atmıştı” Ya da o, yanında bulunan Cebrâîl (aleyhisselâm) in atının tırnağının değdiği yerden aldığı toprağı atmıştı.

88

Bu adam onlar için böğürme kabiliyeti olan bir buzağı icat etti. Bunun üzerine “İşte” dediler, “Bu sizin de Mûsa'nın da tanrısıdır” Fakat onu unuttu.

Samiri, onlar için çukurdan buzağıyı çıkardı. Allah, onu,;ateşin erittiği süs eşyasından imtihan için yarattı. Heykel hâlindeydi ve buzağıların böğürtüsü gibi böğürtüsü vardı. Samiri ve etbaı: “İşte bu, sizin de, Mûsa'nın da ilahıdır” dediler. On iki bin kişi hariç hepsi buna inandı. Mûsa, Rabbini burada unuttu da onu aramak için Tûr'a gitti ya da bu, Allah'u Teala'ya âit başlarıgıç sözüdür.

Yani, Sâmirî Rabbini unuttu ve sahip olduğu zahiri îmanı terk etti. Ya da Sâmirî buzağının ilâh olmayacağına dair verileri unuttu.

89

O şeyin, kendilerine hiçbir sözle mukabele edemeyeceğini, kendilerine ne bir zarar, ne de bir fayda vermek gücünde olmadığını görmezler mi?

(.......) , (.......) i muhaffefedir. (.......) den hafifletilmiştir. Onlar görmüyorlar mı ki o, onlara bir sözle cevap veremez. Onlara zarar ve fayda da veremez. Onu, konuştuktan, zarar ve fayda vermekten âciz olduğu hâlde nasıl ilâh ediniyorsunuz? Onun sadece bir defa böğürdüğü de söylendi.

90

Hakikaten Harun onlara daha önce “Ey kavmim! Siz bunun yüzünden sadece fitneye uğradınız. Sizin Rabbiniz, şüphesiz çok merhametli olan Allah'tır. Şu hâlde bana uyunuz ve emrime itâat ediniz” dedi.

Hârûn (aleyhisselâm), buzağıya tapanlara daha önce şöyle demişti: “Ey kavmim! Siz bu buzağıyla imtihana tabi tutuldunuz. Ona ibâdet etmeyin. Şüp hesiz ki Rabbiniz Rahmân'dır, buzağı değil. Bana tabi olun ve hak dinim üzere olun. Buzağıya ibâdeti terk etme hususundaki emrime itâat edin.”

91

“Biz, Mûsa aramıza dönünceye kadar buna tapmaktan asla vazgeçmeyeceğiz” dediler.

Mûsa, bize dönünceye kadar buzağıya ve ona ibâdete devamdan geri durmayacağız. Gelince de bakacağız, o da bizim gibi ona mı ibâdet edi yor, Sâmirî doğru mu yoksa yalan mı söyledi? Mûsa döndüğünde:

92-93

“Ey Harun! Sana ne engel oldu da, bunların dalalete düş tüklerini gördüpn vakit peşimden gelmedin? Emrime âsi mi oldun?” dedi.

(.......) Mekkî'ye göre vasıl ve vakıf hallerinde (.......) iledir. Ebû Amr ve Nâfi' vasıl hâlinde ona uydular. Diğerlerine göre ise her iki hâlde de (.......) sızdır.

“Ey Harun, onların saptıklarını gördüğünde seni bana tabi olmaya sevkeden ne idi?” Bu işi yapmaktan kaçmanla onu terke çağıran arasında bir bağlarıtı olduğundan böyle söyledi. Denildiki: “Fazlası değil, senin sözünü kabul etmediklerinde bana tabi olmaktan; bana gelmekten ve bana haber vermekten seni men eden neydi?” Îman edenlerle birlikte küfr edenlere karşı savaşamazmıydın? Sana ne oluyor da, işe benim gördüğümde girişemeceğim gibi girişmiyorsun? Onların menfaatlerini gözetmenle ilgili emrime âsi mi oldun? Daha sonra Mûsa (aleyhisselâm) sağ eliyle, Harun (a,s.) ın saçım, sol eliyle de sakalını gazapla yakaladı. Çünkü Allah için kıskançlık ona hâkim olmuştu.

94

(Harun): “Ey annemin oğlu! Saçımı başımı yolma. Ben senin “İsrâ'il oğullarının arasına ayrılık düşürdün; sözümü tutmadın” demenden korktum” dedi.

Şâmî ve Hafs’ın dışındaki Kûfe'lilere göre (.......) deki (.......) esrelidir.

Cumhûr’a göre Mûsa ve Harun, ana baba bir kardeştirler. Merhamet ve şefkati celbetmek için sadece anneyi zikretti. Saçımı başımı yolma dedikten sonra özrünü söyledi: “Eğer birbirleriyle dövüşmelerdi senin, “İsrâ'il oğullarının arasına ayrılık düşürdün” diyeceğinden korktum,” Ya da “Bir gurubun sana tabi olup benimle kalması, diğer gurubun Sâmirî'ye tabi olmasıyla onları ayırsaydım, bana İsrâ'il oğullarının arasını ayırdın diyeceğinden korktum” “Kavmim içinde bana halîfe ol ve ıslah et” , şeklindeki sözümü de tutmadın demenden korktum. Burada içtihadın yapılabileceğine delil vardır. Sonra Mûsa (aleyhisselâm) yaptıklarını inkâr ederek Sâmirî'ye yöneldi.

95

“Ya senin zorun nedir, ey Sâmirî?” dedi.

O konuştuğun iş nedir, ey Sâmirî?

96

O da “Ben onların görmediklerini gördüm. Zira, o elçinin izinden bir avuç (toprak) alıp onu (erimiş mücevharatın içine) attım. Bunu böyle bana nefsim hoş gösterdi” dedi.

(.......) Hamza ve Ali'ye göre (.......) iledir. Zeccâc şöyle demiştir: (.......) bildi (.......) baktı demektir.

Yani İsrâ'il oğullarınm bilmediği şeyi bildim, demektir. Mûsa (aleyhisselâm) “O nedir!” dedi. “Cebrâîl'i hayat atı üzerinde gördüm. Onun izinden almak içime doğdu. Onu ne üzerine attıysam onun, ruhu, eti ve kanı oluştu” dedi.

(.......) bir avuç demektir. Onun kastolunan şey için mutlak olarak kullanılması, mef'ûlun mastarla isimlendirilmesindendir.

Emir vurdu” da olduğu gibi. (.......) şeklindede okundu. (.......) ile olunca avucun tamamıyla (.......) ile olunca parmakların etrafıyla aldım demektir.

Elçinin atının izinden bir avuç aldım ve onu buzağının iç boşluğuna attım. Nefsim, bunu bana bu şekilde yapmamı güzel gösterdi. Bende nefsime uyarak onu yaptım. Bu, hatayı kabul etmek ve özür dilemektir.

97

Mûsa: “Defol! Artık hayatm boyunca sen: “Bana dokunmayın” diyeceksin. Ayrıca senin için, kurtulamayacağu bir cezâ günü var. Tapmakta olduğun tanrına da bak. Yemin ederim ki biz onu yakacağız. Sonra da onu parça parça edip denize atacağız” dedi.

Mûsa ona “Aramızdan kaçarak git. Artık yaşadığın müddetçe seni bilmeden sana yaklaşmak isteyenlere “Bana kimse dokunmasın” diyeceksin. Ona kimse dokunmadı ve o, insanlara kanşmaktan tamamen men edildi. Onunla görüşmek, konuşmak ve alışveriş yapmak insanlara haram kılındı. Birine dokunmak için anlaşsa dokunan ve dokunuları sıtmaya tutuluyordu. Yer yüzünde “Dokunmayın” diye bağırarak şaşkın şaşkın dolaşıyordu. Bu durum, şu ana kadar evladında da devam ediyor diyenler oluştur. Denildiki: “Mûsa (aleyhisselâm) onu öldürmek istedi. Ancak Allah'u Teâlâ cömertliğinden dolayı onu bundan menetti.” Senin için kuıtulamayacağm bir cezâ var.

Yani seni kaçırmayacağımız bir cezâ. Allah'ın yeryüzünde şirk ve fesat için vaad ettiği bir cezâ. Dünyada bu şekilde azap ettikten sonra âhiret'te de sana azap edecek.

Mekkî ve Ebû Amr'a göre (.......) dur. Bu “bir başkasını bulduğumda sözü değiştirdim” ifadesinden gelmektedir. (.......) nin aslı (.......) dir. Hafifletmek için birinci (.......) hazfedilmiştir.

Tapmakta olduğun tanrına bir bak. Onu ateşle yakacağız. Sonra da onu ufalayıp suya serpeceğiz. Onu yaktı ve denize serpti. Bazıları, onu sevdikleri için onun suyundan içtiler. Dudaklarınla alün sanliği belirdi.

98

Sizin ilahınızi yalnızca kendisinde başka ilâh olmayan Allah'tır. Onun ilmi herşeyi kuşatmıştır.

(.......) Temyizdir.

Yani, onun ilmi herşeyi kuşatmıştır, demektir.

99

İşte böylece geçmiştekilerin haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Şüphesiz ki, tarafımızdan sana bir zikir verdik.

(.......) deki (.......) in mahalli nasbtır.

Mûsa ve Fir'avun'un kıssasını sana hikâye ettiğimiz gibi geçmiş ümmetlerin de haberlerinden bir kısmını delillerini artırmak ve mu'cizelerini çoğaltmak için sana anlatıyoruz. Şüphesiz ki sana tarafımızdan Kur’ân'ı verdik. O, büyük bir zikirdir. O Kerîm olan Kur'ân'dır. Onda ona yönelenler için kurtuluş vardır. O, tefekkür ve ibrete sevkeden gerçek hikâyelere ve haberlere şâmildir.

100

Kim ondan yüz çevirirse, şüphesiz ki kıyamet gününde o, ağır bir günah yükünü yüklenecektir.

Kim bu zikirden, Kur'ân'dan yüz çevirir de ona îman etmezse, o artık kıyamet gününde ağır bir cezâ yüklenecektir. Cezâ çekene verdiği ağırlık hususunda ve bel büken, helâk eden ağır yüklerin taşırımasının zorluğu hususunda onu yüke benzetti ve yük olarak isimlendirdi. Ya da o, günahın cezâsıdır.

101

Bu kimseler, onda ebedî kalırlar. Onlar için, kıyamet gününde bu, ne kötü bir yüktür.

(.......) , (.......) daki zamîrden hâldir. Manaya göre çoğul kılınmıştır. (.......) da (.......) lâfzı üzerine hamledilerek tekil gelmiştir. O günahta, yani günahın cezâsında -ki o azaptır- ebedî kalırlar.

(.......) nin hükmündedir. Onda (.......) in açıkladığı kapalı bir zamîr vardır. (.......)temyizdir. (.......) daki (.......) de olduğu gibi beyan içindir. Kötülemek içindir. Bu, daha önce geçen günahı kelimesinin delâletinden dolayı anlaşılmaktadır. Takdiri ise, “Onların günahı, ne kötü bir yüktür” şeklindedir.

102

O günde sûr'â üflenir ve biz o zaman günahkarları, gözleri (korkudan) gömgök bir hâlde mahşerde toplarız.

(.......) dan bedeldir. Ebû Amr'a göre (.......) dur. Sur, boynuzdur ya da suretin çoğuludur.

Yani Ruhları suretlere üfürü rüz demektir. Bunun delili Kâtâde'nin kırâatidir. (.......) un çoğulu (.......) dur. (.......) hâldir.

Yani kör olarak demektir.

“Kıyamet gününde onları yüzleri üzerine kör olarak hasrederiz” dediği gibi. “O gün günahkarları kör olarak hasrederiz” demiştir. Bu böyledir çünkü göz nuru gidenin böz bebeği mavileşir.

103

Aralarında birbirlerine gizli gizli şöyle derler: “Dünyada sadece on gün kaldınız.”

O günün dehşetinden dolayı birbirlerine fısıldaşırlar ve dünyadaki ya da kabirdeki kalış müddetlerini kısaltarak “Ancak on gün kaldınız” derler. Ni'met ve sevinç günlerini hatırlatan şiddetli günleri gördükleri için eseflenirler ve onları kısaltırlar. Çünkü sevinç günleri kısadır. Ya da âhireti uzun bulmalarındandır. Çünkü dünya hayatı, onun yanında kisa kalır. Âhirette kalışlarına kıyasla orada kalışlarını az kabul ederler. Allah'u Teâlâ, onlardan en az sayanın sözünü tercih etmiştir. Şu sözü de bunu göstermektedir.

104

Aralarında konuştukları konuyu biz daha iyi biliriz. Onların en olgun ve akıllı olanı o zaman “Bir günden fazla kalmadınız” der.

Onların sözce en adil olanı “Bir günden fazla kalmadınız” der. Bu, “Dediler ki, bir gün ya da bir günün bir kısmı kadar kaldık. Sayanlara sorun “âyetindeki gibidir.

105

Sana dağlar hakkında sorarlar. De ki: Rabbim onları ufala yıp savuracak.

Nebi (aleyhisselâm) e: “Kıyamet gününde dağlar ne olacak?” diye sormuşlardı. Denildi ki: “Böyle bir soru sorulmadı” Takdiri ise “Eğer sana sorulursa” demektir. Bu sebebten dolayı “De ki emri (.......) ile gelmiştir.

Diğer sorularda böyle değildir. Mesela: “Sana hayızdan soruyorlar? Deki o bir ezadır” “Sana yetimlerden soruyorlar? Deki onların durumlarını düzeltmek hayırdır” “Sana içki ve kumardan soruyorlar? Deki o ikisinde büyük bir günah vardır” “Sana kıyamet saatinden, onun ne zaman gelip çatacağından soruyorlar? Deki onun ilmi ancak Rabbimin katındadır” “Sana ruhtan soruyorlar? Deki ruh rabbimin işlerindendir.” “Sana Zülkarneyn'den soruyorlar? Deki size ondan bir hatıra okuyacağım” Bunlar sorulmuş sorular olduğu için cevapları, kendisinde şart manası olmadığı hâlde gelmiştir.

Dolayısıyla (.......) zikredilmemiştir. Rabbim onları kum gibi yapar, Sonra da üzerlerine rüzgar gönderir. Yiyeceğin dağıldığı gibi dağılır, giderler. Halîl “Onları (dağları) söker atar” demiştir.

106

Böylece yerlerini dümdüz, bomboş bırakacaktır.

Onun yerini dümdüz, bomboş bırakınz. Ya da zamîr “Onun üzerinde hiçbir şey bırakmadı” âyetinde olduğu gibi yeryüzü içindir.

107

Orada ne bir iniş ne de bir çıkış görebileceksin.

Fethalı olan (.......) somut varlıklarda kullanıldığı gibi, kesrelı olan (.......) de manalarda kullanılır.

Yeryüzü somut bir varlıktır. Lâkin burada mana yerinde kullanılmıştır. Yer dümdüz olduğunda maharetini ne kadar kullanırsan kulları, ne kadar şeffaf olursan ol, yine de orada hiçbir şekilde hiçbir eğrilik bulamazsın.

108

O gün insanlar, kendisine muhalefet etmeksizin davetçiye uyacaklar. Artık çok merhamet edici Allah hürmetine sesler kısılmıştır. Bu yüzden, fısıltıdan başka bir ses işitemezsin.

Günü, dağların savrulduğu vakte izafe etti.

Yani dağların savrulduğu günde, demektir. (.......) ye ikinci bedel olması da câizdir.

O gün mahşere davet eden davetçiye tabi olurlar.

Yani, davetçinin sesine tabi olurlar, demektir. Davetçi, İsrâ'fil (aleyhisselâm) dır. Beytü'l Makdis'teki Kubbetü's-Sahra üzerinden “Ey çürümüş kemikler parçalanmış tenler, ayrılmış etler, haydi rahmânın huzuruna” diye nida eder. Ve her taraftan ona doğru yönelirler. Ondan dışan çıkamazlar. Çağınlanlardan hiçbiri ona muhalefet edemez. Bilâkis onun sesine tabi olarak sağa sola sapmadan ona doğru giderler. Sesler, Rahmânın heybet ve celâlinden dolayı sükûnete ermiştir. Bu yüzden fısıltıdan başka bir ses işitilmez. Fısılü: dudakların kıpırdatılmasından dolayı çıkan hafif sestir. Denildi ki: “O devenin ayak sesinden alınmıştır. O, yürüdüğünde ayaklarının çıkardığı ses tir.”

Yani “Sen ancak ayak seslerini duyarsın” demektir.

109

O gün Rahmân'ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığının dışındakilere şefâat fayda vermez.

(.......) muzâfun hazfinin takdiriyle (.......) den bedel olmak üzere mahallen merfûdur.

Yani, Rahmân'ın kendisine izin verdiklerinin şefâati müstesna, şefâat fayda vermez. Kendisine şefâat edilen kişinin Müslüman olması kaydıyla şefâat edenin onun hakkındaki sözüne Rahmân'ın râzı olduğu kişi de müstesna. Ya da (.......) nun mef'ûlu olmak üzere mensûbtur.

110

O, insanların geçmişlerini de geleceklerini de bilir. Onların ilmi ise bunu kapsayamaz.

Geçmiş ve gelecek hallerini bilir. Allah'ın ilmnini ihata ettiğini onlar kavrayamazlar. (.......) deki zamîr (.......) ya ya da (.......) a râcidir.

Çünkü Allah'u Teâlâ tam olarak kesinlikle kavranamaz.

111

Bütün yüzler, diri ve herşeye hakim olan Allah için eğilip boyun bükmüştür. Zâlim yüklenen ise, gerçekten perişan olmuştur.

(.......) boyun eğdi, zelil oldu demektir. Esir için (.......) denmesi de buradan gelmektedir.

Hay: Ölmeyen demektir. Ölümün takip ettiği her hayat yok hükmündedir.

Kayyum: Her nefse kazandıklarıyla hakim olan ya da mahlûkatın işlerini idare eden, demektir. Kıyamet durağına şirki yüklenerek gelen Allah'ın rahmetinden ümidini kesmiştir. Çünkü zulüm bir şey yerinden başka bir yere koymak demektir. Yaratılarıı yaratana ortak koşmakan daha büyük bir zulüm yoktur.

112

Her kim mü'min olarak iyi olan işlerden yaparsa artık o ne zulümden ne de hakkının çiğnenmesinden korkar.

Muhammed (aleyhisselâm) in getirdiklerine inanarak sâlih ameller işleyenler, günahlarınm artmasından da, iyiliklerinin azalmasından da korkmazlar. Bu âyet, sâlih amel işlenilmese dahi, îman sâhibi olunacağına dair delildir. Çünkü îman, amellerin kabul edilmesi için şarttır.

113

Biz onu böylece Arapça bir Kur'ân olarak indirdik ve onda ikazları tekrar tekrar açıkladık. Umulur ki onlar (günahtan) korunurlar. Yahut da o Kur'ân kendileri için bir ibret ortaya koyar.

(.......) üzerine atıftır.

Yani bu inzalin bir benzeri, demektir.

Aynı şekilde biz onu Arab'ın lisanıyla Arapça Kur'ân olarak indirdik. Ve onda tehditleri tekrar tekrar açıkladık ki şirkten kaçınsınlar ve korunsunlar. Ya da bu tehdit veya Kur'ân onlara bir hatırlatma yapsın. Ya da ona imanlarıyla şeref kazandırsın. (.......) in vav manasına olduğu da söylendi.

114

Gerçek yönetici olan Allah, yücedir. Sana onun vahyi tamamlanmazdan önce Kur'ân'ı (okumakta) acele etme ve “Rabbim benim ilmimi artır” de.

Zan çeşitlerinden ve anlayış vehimlerinden yücedir. İnsanlara ve cisimlere benzemekten münezzehtir. Sultanların kendisine muhtaç olduğu sultandır. Uluhiyete hak sâhibi olandır. Kur'ân ve onun indirilişinden bahsederken konuyu değiştiriyor ve Cebrâîl sana Kur'ân'dan vahyolunanı telkin ederken, sana işittirinceye ve öğretihceye kadar teenni üzere ol. Cebrâîl, bu telkin işini bitirmedikçe Kur'ân'ı okumakta acele etme. Ve ey Rabbim, Kur'ân'la ve imaı larıyla benim ilmimi artır, de. Denildiğine göre, Allah'u Teâlâ peygamberine, ilimden başka hiçbir şeyde ziyadeyi istemesini emretmemiştir.

115

Andolsun ki biz, daha önce de Âdem'e ahit (emir ye vahiy) vermiştik. Ne var ki o, (ahdi) unuttu. Biz onda bir azim bulmadık.

Âdem'e ağaçtan yememesini vahyetmiştik. Sultanların emir ve tavsiyeleri ile ilgili olarak (.......) ve “Sultan falarıa emir ve tavsiyede bulundu” cümleleri kul larıılır.

Mana ise “Andolsun ki biz, daha onlar var olmadan önce, onların babaları Âdem'e ağaca yaklaşmamasını emir ve tavsiye etmiştik” demektir. O, nehyedildiği şeye, onların muhalefet ettikleri gibi, muhalefet etti, demektir. Âdemoğluna verilen emrin esası budur. O ahdi, yani nehyi unuttu. Peygamber kendilerine emredilen şeyleri unutmaları sebebiyle de muaheze edilirler. Biz onda muhalif davranmaya yönelik bir kasıt bulmadık. Ya da Âdem, azim sâhibi peygamberlerden değildi. Bulmak, bilmek manasınadır.

(.......) fiilinin iki mef'ûlu (.......) ve (.......) dir. Ya da yokluğun kaldırılması manasına, biz ona sabn vaad ettik, demektir. (.......) e taallûk etmektedir.

116

Bir zaman meleklere “Âdem'e secde edin” demiştik. Onlar hemen secde ettiler. İblîs hariç. O diretti.

(.......) , (.......) ile mensûbtur.

Denildiki: “O secde boyun eğme ve itâat etme sözlerini içeren sözlü bir secdeydi.” Ya da Âdem üstünlüğünün vurgulanması için kıble durumundaydı. İblîs hariç secde ettiler.

İbn Abbâs (r. a.) dan rivâyet edildiğine göre: “İblîs, istisna edildiği meleklerden biriydi.”

Hasen şöyle demiştir: “Melekler, canlı mahlûkatın özüdür ve nesil vermezler. İblîs ise gözeneklere işleyen ateştendir. Onun, onlardan istisna edilmesi doğrudur. Çünkü o, onlara arkadaşlık ediyor ve onlarla birlikte Allah'a ibâdet ediyordu.”

“Diretti” başlarıgıç cümlesidir ve sanki o “O, niçin secde etmedi?” diyen kişiye verilmiş bir cevaptır. Ona “secde” diye bir Mef’ûl takdir etmemelidir. Bunun delili ise “secde ettiler” sözüdür. Manası ise, son derece kaçındı, diretti, olmalıdır.

117

Bunun üzerine “Ey Âdem” dedik. “Bu, senin ve eşinin düşmanıdır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra yorulur, sıkıntı çekersiniz.

Bu, senin ve eşinin düşmanıdır. Çünkü, bu, sana secde etmedi ve senin üstünlüğünü görmedi. Sakın ikinizin cennetten çıkarılmasına sebep olmasın. Yoksa yiyecek talebinde yorulur, sıkıntı çekersin.

Âyetin başlarıgıcına riayet ederek “Sıkıntı çekersin “dedi. “Sıkıntı çekersiniz” demedi. Ya da tabi olarak girmiştir. Ya da erkek, kadın nafakasını yüklendiği için bu şekilde gelmiştir.

Rivâyet edildiğine göre Âdem (aleyhisselâm) a kırmızı bir öküz gönderildi. Onunla tarlayı sürüyor ve alnındaki terleri siliyordu.

118

Şimdi burada senin için ne acıkmak vardır, ne de çıplak kalmak.

Cennette ne acıkmak ve ne de elbiselerden hâli kalmak vardır. Çünkü onlar, orada ebedî olarak hazırlanmışlardır.

119

Yine burada sen, susuzluk çekmeyecek ve sıcaklığın sıkıntı sını duymayacaksın.

Nafî ve Ebû Bekir'e göre (.......) birinci (.......) ye atfen kesriyledir. Diğerlerine göre ise (.......) atfen fetha iledir. (.......) İle mahallen mensûbtur. “Bildiğime göre oturuyorsun” sözünde olduğu gibi fasl için olması da câizdir.

Orada sen içeceklerin varlığından dolayı susamayacaksın. Yine sana güneşin sıcaklığı da değmeyecek. Çünkü orada güneş yoktur. Oranın ahalisi, uzatılmış gölgelerdedirler.

120

Sonunda şeytan onun aklını karıştırıp: “Ey Âdem, sana ebedilik ağacını ve eskimeyen bir saltanatı göstereyim mi?” dedi.

Şeytan ona vesvesesini ulaştırdı ve sana ebedilik ağacını ve yok olmayan saltanatı göstereyim mi dedi. Ebediliği ağaca izafe etti. Çünkü onun zannına göre ondan yiyen ebedileşir ve ölmez.

121

Bunun üzerine ondan yediler. Böylece kendilerine kötü yerleri göründü. Üstlerini cennet yaprağı ile örtmeye çalıştılar. Âdem Rabbine asl olup şaşırdı.

Âdem ve Havva ondan yediler. Böylece onların avret yerleri kendilerine göründü.

(.......) , “Yapmaya başladı” nın bir benzeridir. Haberi fiili muzari olarak gelen (.......) gibidir. Ancak o, bir işe başlarıgıç içindir. (.......)ise ona yaklaşmak içindir.

İncir yapraklarını, avret yerlerini örtmek için yapıştırıyorlardı. Âdem, Rabbine âsi oldu da düşüncesini kaybetti, şaşırdı. İbni Îsa'dan rivâyet edildiğine göre o “Hüsrana uğradı” demiştir. Hülasa, isyan; bir fiilin, emrin ya da nehyin hilafına vaki olmasıdır. Bazen kasten olur, günah olur. Bazen de kasıtsız olur, zelle olur. Onun fiilini isyan olarak vasf ettiğinden fiili, doğdu bir fiil olmaktan çıkmıştır, yanlış bir fiil olmuştur. Yanlış da doğrunun zıddıdır.

Tasrihte (.......) Âyetiyle ilgili olarak şöyle denilmiştir: Allah'ın sözünden çıkışta ve Âdem'in zellesinde mükellefler için açık bir men ve yeterli bir öğüt vardır” Sanki burada onlara “Bakın ve ib ret alın” Yaptığı bu kaba işten ötürü Allah'ın sevgilisi masum bir peygamberin bile zellesi nasıl teşhir edildi. Öyleyse sizler, büyük günahlar bir tarafa sizden sâdır olabilecek küçük günahlarda bile gevşeklik göstermeyin.

122

Sonra Rabbi onu seçkin kıldı. Tevbesini kabul etti ve doğru yola yöneltti.

Onu kendisine yaklaştırdı ve seçti. (.......) şeklinde de okundu. Kelimenin aslı cem etmektir. “Bana şu kadar toplandı ve bende onu topladım” denir. Allah, onu tevbesinden önce bağışladı ve ona özür dilemeyi ve istiğfar etmeyi nasip etti.

123

Deki: Birbirinize düşman olarak oradan inin. Artık benden size hidâyet geldiğinde, kim benim hidâyetime uyarsa o sapmaz ve bedbaht olmaz.

Ey Âdem ve Havva, oradan inin. Ey Âdem'in hürriyeti, sizler, dünyevî hususlarda birbirinize haset ederek, dini hususlarda da ihtilafa düşerek birbirinize düşmansınız. Artık, benden size kitap ye şerî'at geldiğinde, kim benim hidâyetime uyarsa dünyada sapmaz, âhirette de bedbaht olmaz.

İbn Abbâs (r. a) şöyle demiştir: Allah, Kur'ân'a tabi olacağını garanti etmiştir”

Yani âhiretteki bedbahtlık, dünyada iken din yolundan sapanların cezâsıdır. Kim Kitaba tabi olur, onun emirlerine bağlanır, yasaklarından kaçarsa sapıtmaktan da azâbtan da kurtulur.

124

Kim de beni anmaktan yüz çevirirse şüphesiz onun için dar bir geçim vardır ve biz onu kıyamet günü kör olarak hasrederiz.

Kim de Kur'ân'dan yüz çevirirse, şüphesiz, ki onun için dar bir geçim vardır.

(.......) mastardır. Sıfat olduğunda müzekker ve müennes şekli birdir.

İbni Cübeyr (r. a.) den rivâyet edildiğine göre şöyle demiştir: “Ondan kanaat selbedilir de artık doymak bilmez. Dinle beraber selâmet, kanaat ve tevekkül oluşur. Hayatı da iyi ve güzel olur. Dinden.yüz çevirmekle hırs ve cimrilik oluşur. Hayatı da darlaşır. Hâli, zulmete maruz kalır. Bir kısım tasavvuf Erbâbının dediği gibi “Sizden biri Rabbinden yüz çevirirse onun vakti kararır ve o rızkı hakkında endişeye düşer” Kıyamet günün de onu delillerle karşı kör olarak hasrederiz.

İbni Abbâs'tan rivâyet edildiğine göre şöyle demiştir: “Gözün körlüğü Allah'ın şu âyetindeki gibidir. Kıyamet gününde onları yüzleri üzerine kör olarak hasrederiz. “

125

O, “Rabbim, beni niçin kör olarak hasrettin? Halbukin ben hakikaten görür idim” der.

Dünyada iken görüyordum.

126

Buyurur ki: “İşte böyle. Çünkü sana âyetlerimiz geldi, ama sen onları unuttun. Bu gün de aynı şekilde sen unutuluyorsun.”

Sen de böyle yapmıştın dedi ve sonra şöyle açıkladı: “Sana açık açık âyetlerimiz geldiği hâlde onlara muteber bir nazarla bakmadın, onları terk ettin. Ve onlara karşı kör davrandın. Aynı şekilde bugün de biz, seni, körlüğün üzerine terk ediyoruz ve senin gözlerinden örtüyü kaldırmıyoruz” de batmasından önce de Rabbini övgü ile tesbih et. Gecenin bir kısım saatleri ile gündüzün etrafında da tesbih et ki, Allah rızasına eresin.

127

Böylece israfa sapanı ve Rabbi'nin âyetlerine inanmayanı cezâlarıdırırız. Rabbi'nin azâbı, elbette daha şiddetli ve daha süreklidir.

Zikrinden yüz çevirene iki azâbı -ki dünyada dar bir geçim, âhirette de kör olarak haşredilmektir- vaad ettikten sonra tehdit âyetlerini, “Âhiret azâbı daha şiddetli ve daha süreklidir” sözüyle tamamlamıştır.

Yani haşirdeki körlük ebedî olarak gitmez ve o, geçici geçim darliğindan daha şiddetlidir, demektir.

128

Bizim, onlardan önce nice nesüleri helâk etmiş olmamız kendilerini yola getirmedi mi? Halbuki onların yurtlarında gezip dolaşırlar. Bunda, elbette ki akıl sahipleri için nice ibretler vardır.

Zeyd'in Ya'kûb yoluyla gelen kırâatinde (.......) nin (.......) la olması deliliyle mana Allah onları hidâyet etmedi mi?” şeklinde olur.

(.......) daki mecrûr zamîrden hâldir. “Onların yurtlarında gezip dolaşıyorlar” sözüyle, Âd, Semûd ve Lût kavminin yurtlarında gezen ve onların yok oluş izlerini gören Kureyş'i kastediyor. Bunda akıl sahipleri için düşündüklerinde onların küfür lerindeki sağlamlıklarını bilecekleri ve onların yaptıklarının bir benzerini yapmayacakları nice ibretler vardır.

129

Eğer Rabbinden, daha önce sadır olmuş bir söz ve tayin edilmiş bir vaade olsaydı (helâk olmak onlar için de) gerekli olurdu.

Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ümmetinden azâbın geciktirilmesi ile ilgili hüküm olsaydı, onların da helali gerekli olurdu.

(.......) nin kendisiyle vasfedildiği maştandır. Tayin edilmiş vade kıyamettir. (.......) üzerine atıftır.

130

Onların söylediklerine sabret. Güneşin doğmasından önce de batmasından önce de Rabbini övgü ile tesbih et. Gecenin bir kısım saatleri ile gündüzün etrafında da tesbih et ki, Allah nzasına eresin.

Onların senin hakkında söylediklerine sabret. Seni tesbih etmeye muvaffak kıldığı ve sana yardım etttiği için Rabbine hamd eder olduğun hâlde güneş doğmadan önce sabah namazını, batmadan önce de öğle ve ikindi namazını kıl. Öğle ve ikindi namazları, günün ikinci yansından sonra zevalle güneşin batışı arasında kılınırlar. Gece saatlerinde ve gündü zün etraflarında da namaza âit vakitler taahhüt et. Gece saatlerindeki teşbih, yatsı namazını, gündüz etraflarındaki ise, akşam namazını ve tekrar olarak sabah namazını içerir. Bazılarına göre “Orta namazı” sözünde tayin olduğu gibi burada da sabah namazını tayin vardır. Gündüzün iki ya nı olduğu hâlde karışıklığa meydan vermemek için “gündüzün etraflarında” diyerek etrafı çoğul getirmiştir.

(.......) üzerine atıftır. (.......) muhatab içindir.

Yani Allah, indinde, nefsini râzı kıları ve kalbini hoşnut eden şeylere nail olmak ümidiyle bu vakitlerde Allahı zikret. Ali ve Ebû Bekir'e göre (.......) dır.

Yani, Rabbin senden râzı olsun, demektir.

131

Sakın kendilerini denemek için onlardan bir kesimi faydalarıdırdığımız dünya hayatının süsüne gözlerini dikme. Rabbinin rızkı hem daha hayırlı, hem de daha süreklidir.

Gözlerini dikmek; uzun süreli bakmaktır. Baktığı şeyi gördüğünden ve o şey, onun hoşuna gittiğinden dolayı neredeyse ondan gözünü almayacaktı. Buna göre uzun süreli olmayan bakışın affedildiği anlaşılmaktadır. Bu da bir şeyin aniden görülmesi ve gözün derhal ondan çevrilmesidir. Muttakiler, zalimlerin binalarına ve fâsıkların elbise ve binit hususundaki adetlerine karşı gözü kısmanın vücubiyetinde şiddet göstermişlerdir. Hatta Hasen şöyle demiştir: “Fâsıkların at sırtındaki şaşaalı gidişlerine bakmayın. Bu ya da şu kimseden günah zilletinin nasıl çıktığına bakın. Çünkü onlar bu eşyalan bakan gözler için edinmişlerdir. Onlara bakan onların maksadını gerçekleştirmiş ve onları o tip şeyler edinmeye teşvik etmiştir.” Sakın kendilerini denemek için o kâfirlerden bir kesimi faydalarıdırdığımız dünya hayatının ziynetine ve parlakliğina gözünü dikme.

(.......) den hâl olması câizdir. Fiil (.......) üzerine vakidir. Sanki o “Kendisine faydalarıdırdığımız kişiler ya da insanlara gözünü dikme” demiştir. (.......) zem üzerine mensûbtur. Ya da (.......) den bedeldir. Ya da “Süs sahipleri” takdiri üzere (.......) den bedeldir.

132

Ailene namazı emret, kendin de ona sabır ile devam et. Biz, senden rızık istemiyoruz. Biz seni rızıklarıdırıyoruz. Güzel sonuç takva iledir.

Ümmetine ya da ev halkına namazı emret. Sende ona sabırla devam et. Senden, seni aileni rızıklarıdirmanı istemiyoruz. Seni ve onları biz rızıklandınyoruz. Rızık işini düşünme. Kalbini âhiret işlerine yönlendir. Çünkü kim Allah'ın işinde olursa Allah da onun işinde olur.

Rivâyet edildiğine göre Urve b. Zubeyr, sultanların yanındaki şeyleri görünce, (.......) âyetini okur ve Allah size rahmet etsin namaza, namaza diye nida ederdi.

Bekir b. Abdullah el-Müzenî de ailesine fakirlik isabet ettiğinde “Kalkın namaz kılın. Allah ve Resûlü bunu emretti” derdi. Mâlik b. Dinar'dan da benzeri şeyler nakledildi. Bazı müsnetlerde rivâyet edildiğine göre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) aile halkına bir zarar eriştiğinde onlara, namazı emreder ve bu âyeti okurdu. Güzel sonuç takva salıiplerinindir. Burada iki muzaf hazfıyle gelmiştir.

133

Onlar dediler ki: “(Muhammed) bize bir âyet (mu'cize) getirmeli değil iniydi?” Önceki kitaplardakinden kendilerine apaçık bir burhan gelmedi mi?

O Kâfirler Muhammed bize Rabbinden peygamberliğinin doğruluğunu gösteren mu'cizeler getiremez miydi?” dediler. Medenî, Hafs ve Basrî'ye göre (.......) , (.......) iledir.

Onlara önceki kitaplarda bulunan delil gelmedi mi?

Yani onlar adetleri üzere inatla peygamberlik üzerine düşünmeden delil istediler. O zaman da onlara “Size daha önce icaz babında delillerin anası ve en büyüğü olan Kur'ân gelmedi mi?” denilmiştir. Kur'ân, diğer indirilmiş kitap lardaki şeylerin sağlamliğinın delilidir. Çünkü o, mu'cizedir. Diğerleri ise mu'cize değildirler. Onlar, içindekilerin doğruluğu hususunda onun şehadetine muhtaçtırlar.

134

Eğer biz bundan önce onları helâk etseydik, muhakkak ki şöyle diyeceklerdi: “Ya Rabbi! Bize bir elçi gönderseydin de, şu aşağılığa ve rüsvaylığa düşmeden önce âyetlerine uysaydık.”

Eğer biz, peygamberden ya da Kur'ân'dan önce helâk etseydik şöyle diyeceklerdi. “Rabbimiz, bize bir elçi gönderseydin de azâbın inmesiyle zillete, âhirette de rüsvaylığa duçar olmazdan evvel âyetlerine uysaydık. “(.......) sorunun cevabı olmak üzere mensûbtur. (.......) ile gelmiştir.

135

Deki: “Herkes gözetlemektedir. Öyle ise siz de gözetleyin. Yakında anlayacaksınız, doğru düzgün yolun yolcuları kimmiş ve hidâyette olan kimmiş.”

Siz, biz, hepimiz, sonucu ve işlerimizin nereye gideceğini gözlemek teyiz. Gözetleyin, kıyamet vakti geldiğinde doğru yolun sahihleri ve gerçek nimetlere yol alanlar kimlermiş bileceksiniz.

(.......) da (.......) mübteda (.......) haberdir. İkisi birlikte mahallen mensûbturlar.

0 ﴿