ENBİYÂ SÛRESİ1İnsanların hesap günleri yaklaştı. Hâl böyle iken onlar, gaflet içinde yüz çevirmekteler. (.......) dedi (.......) nin sılasıdır. İbn-i Abbâs'tan rivâyet edildiğine göre insanlardan maksat müşriklerdir. Çünkü onu takip eden şeyler müşriklerin sıfatıdır. Onların hesabı yaklaştı. Yani Allah'ın, onları muhasebee çekme ve amellerine göre cezâ larıduma vakti, yani, kıyamet günü yaklaştı, demektir. Kalan müddetin geçen müddete göre azliğindan dolayı, onu yaklaşmakla vasfetti. Zira her gelen yakındır. Hâl böyle iken onlar, hesaba çekileceklerinde ve kendilerine yapılacaklardan yana gaflet içindedirler. Ve onlar o gün için hazırlık yapmaktan da yüz çevirmektedirler. Kıyametin yaklaşması geneldir. Gaflet ve yüz çevirmek ise, mükelleflerin sayısınca farklılık arzetmektedir. Niceleri dünyaya daldığı ve Mevlâsından yüz çevirdiği için hesaptan gafildir. Bunlar ancak Mevlâsından yüzçevirdiği için gafildir. Niceleri de Mevlâsında fena bulduğu ve dünyasından yüz çevirdiği için hesaptan gafildir. Bunlar ancak Mevlâlarını yüz çevirdiği için gafildir. Birinciler ise, ölüm anında uyanırlar. Sana gereken muhasebe olmazdan evvel nefsini muhasebe etmek, gafillerden yüz çevirmek ve âlemlerin Rabbine kavuşmak için bütün mahrukatı yaratanı zikirle meşgul olmaktır. 2Kendilerine Rablerinden gelen her yeni uyarıyı mutlaka eğlenerek dinlerler. Kendilerine Rablerinden yeni gelen, Kur'ân'a âit herşeyi, okuyanı peygamber ya da bir başkası her kim olursa olsun, mutlaka alaya alarak dinlerler. “Yeni uyarı” sözü inişi, okunmaya başlanması ve dinlenilmeye başlanması yeni demektir. Bununla kastedilen manzum harflerdir. Onların da hadis (sonradan olma) olduğunda ihtilaf yoktur. 3Kalpleri eğlencededir. O zulmedenler, aralarında şu konuşmayı gizlediler. “Bu (Muhammed) da sizin gibi bir insan değil mi? Şimdi siz göz göre göre büyüye mi kapılacaksınız?” (.......) daki zamîrden hâldir. Ya da (.......) ve (.......) daki zamîrden hâldirler. (.......) şeklinde merfû' okuyanlar, onu (.......)için ikinci haber yapmış olurlar. (.......) ile merfûdur. (.......) kelimesi “Ondan yüz çevirdi” den gelmektedir. Terk edildiği ya da gaflet edildiğinde kullanılır. Mana: “Onların kalpleri, onunla ne kastedildiğinden gafildir” demektir. Ebubekir Verrak şöyle demiştir: “Gâfil kalp, dünya ziynetiyle ve şatafatıyla meşgul olan ve âhiret hallerinden de gâfil olan kalptir.” “Fısıltı” “Fısıldaşmak” tan gelen bir isimdir. Daha sonra onların o gizledikleri şeyde zülüm ile vasıflarıdırdıklarını açıklayarak (.......) yi (.......) daki (.......) dan bedel kıldı. Ya da “Beni pireler yedi” diyenlerin lügatine göre gelmiştir. Ya da o, sıfat ya da (.......) dan bedel olmak üzere mahallen mec rurdur. Ya da zam üzere mahallen mensûbtur. Ya da o mübtedadır. Haberi de takdim'edilmiş (.......)dır. Yani “Zulmedenler konuşmayı gizlediler” demektir. (.......) başlayıp (.......) de biten cümlenin tamamı mahallen mensuptur. (.......) dan bedeldir. Yani bu sözü gizlediler, demektir. Gizli bir (.......)ye taallûk etmesi de câizdir. Mana şudur: “Onlar Resûlün ancak melek olacağını, insanlar arasında çıkarak peygamberlik iddia eden ve mu'cize gösteren herkesin sihirbaz, mu'cizesinin de sihir olacağını zannettiler.” İşte bu sebebten inkâr yoluyla: “Sihir mi yapıyorsunuz? Gördünüz ve şâhit olduğunuz gibi o bir sihirdir” dediler. 4Dedi ki: “Rabbim yerde ve gökte (söylenmiş) her sözü bilir. O hakkıyla işiten ve bilendir.” Hamza, Ali ve Hafs'a göre (.......) dir. Yani “Muhammed dedi” de mektir. Diğerlerine göre ise (.......) dir. Yani “Ey Resûlüm Muhammed gizli konuşmayı gizleyenlere deki” “Ey Resûlüm Muhammed gizli konuşmayı gizleyenlere deki” demektir. O, yerde ya da gökte bulunan her konuşmayı gizli ya da açık sözünü bilir. O, onların sözlerini işiticidir ve kalplerinde olanı biricidir. 5“Hayır, (bunlar) saçma sapan rüyalardır. Bilâkis onu kendisi uydurmuştur. Belki de o, şairdir. Eğer öyle değilse bize hemen, öncekilere gönderilenin benzeri bir âyet getirsin” dediler. “O sihirdir” Sözünden “uykusunda gördüğü saçma sapan rüyalardır. Onların Allah'tan kendisine indirilmiş vahiy olduğunu vehmediyor” sözüne ondan “O kendisi tarafından uydurulmuş sözlerdir” sözüne, ondan da “O, bir şâir sözüdür” sözüne intikal ettiler. İşte bâtıl bu. Geveler, iptal eder, döner ve bir söz üzerinde sebat edemez. Sonra da şöyle dediler: “İş onun dediği gibi değil ama, eğer davasında sâdık ise bize öncekilere gönderilenin bir benzeri mu'cize getirsin” Ondan öncekilere beyaz el, asa, körlerin iyileştirilmesi ve ölülerin diriltilmesi gibi mu'cizeler verilmişti. (.......) sözündeki teşbihinin doğruluğu, manamni öncekilere verilen mu'cizelerde olduğu gibi anlaşılmasıyladır. Çünkü peygamberlerin gönderilmesi mu'cizelerin getirilmesini de içerir. Görmüyor muşun senin “Muhammed gönderildi” sözünle “Muhammed mu'cize ile geldi” sözünün arasında hiçbir fark yok. Allah'u Teâlâ onların sözünü şu sözüyle reddetti. 6Bunlardan önce, helâk ettiğimiz hiçbir belde îman etmemişti de şimdi bunlar mı îman edecekler? (.......) ın sıfatıdır. Onlardan önce helâk ettiğimiz hiçbir belde halkı, istedikleri mu'cizelerin gelişinde îman etmediler. Çünkü onlar, o mu'cizeleri inatlarından istemişlerdi. Onlar kendilerine geldiğinde de inanmamışlardı. Şimdi bu ne dediğini bilmezler mi, istediklerini kendilerine de verdiğimiz de inana caklar. Halbuki onlar bundan daha anlayışlılardı. Mana şudur: “Belde halkı, peygamberlerinden mu'cizeler istediler ve onu gördüklerinde inanacaklarına söz verdiler. Mu'cizeler gelince de sözlerinden döndüler ve muhalif davrandılar. Allah da onları helâk etti. Eğer bunlara da istediklerini verseydik aynı şekilde sözlerinden döneceklerdi.” 7Biz, senden önce de ancak kendilerine vahiy verdiğimiz erkekleri elçi olarak gönderdik. Eğer bilmiyorsanız ilim ehline sorunuz. Bu, onların “Bu ancak sizin gibi bir beşerdir” sözüne cevaptır. Hafs'a göre (.......) şeklindedir. Eğer bunu bilmiyorsanız ehli kitabın alimlerine sorun. Çünkü onlar, kendilerine vahyedilen peygamberlerin beşer olduklarını, elek olmadıklarını biliyorlardı. Mekke halkı da onların sözlerine itimad ediyordu. Sonra onun, ondan önce geçen peygamberler gibi biri olduğunu şu sözüyle beyan etmiştir. 8Biz onları (peygamberleri), yemek yemez birer ceset olarak yaratmadık. Onlar (bu dünyada) ebedî de değillerdir. (.......) kelimesini, cins kastederek tekil getirdi. “Yemekyemez” (.......) in sıfatıdır. Yani ondan önceki peygamberleri yemek yemez cesetlerin sahipleri kılmadık, demektir. Onlar ebedî de değiller. Sanki onlar “O yemeyen ve ebedî olan bir melek olmalı değil mi?” dediler. Bu, ya meleklerin ölümsüz olduğuna inanmalarından ya da onların uzun yaşayışını “ebedî” diye adlarıdırmalarındandır. 9Sonra onlara (verdiğimiz) vaadi yerine getirdik. Böylece hem onları hem de dilediğimiz (başka) kimseleri kurtuluşa erdirdik. Müsrifleri de helâk ettik. Sonra onları kurtararak verdiğimiz sözü yerine getirdik. (.......) deki asıl (.......) da olduğu gibidir. Yani (.......) şeklindedir. Kavimlerine inen şeyden onları ve dilediğimiz mü’minleri kurtardık. İnkâr ederek haddi aşan müsrifleri helâk ettik. Bu ihbar verme müsriflerin helâkinin onlardan başka dilediğimiz kişiler üzerine olduğuna delalet eder. 10Andolsun size öyle bir kitap indirdik ki, şan ve şerefiniz ondadır. Halâ akıllanmaz mısınız? Ey Kureyş topluluğu! size öyle bir kitap indirdik ki şerefiniz ondadır. Eğer onunla amel ederseniz ya da o, sizin dilinizdedir. Ya da sizin öğüdünüz ondadır. Ya da dininizin, dünyanızın ve cümlenin zikri ondadır. (.......) in sıfatıdır. Hâlâ sizi, sizden başkalanna üstün kıldığımı akledip inanmaz mısınız? 11Zâlim olan nice beldeyi kırıp geçirdik. Arkasından da başka nice topluluklar vücûda getirdik. (.......) ife mensûbtur. Kâfir olan nice belde ahalisini helâk ettik. (.......) kelimesi, şiddetli bir gazap ve büyük bir öfke söz konusu olduğunda gelir. Çünkü (.......) kırıp dökmektir. Bu kırış, paramparça olmayı ifade ediyor. Ama (.......) böyle değildir. O, parçasız kırılmalıdır. Arkasından da onların meskenlerinde yerleşen başka nice topluluklar yarattık. 12Azâbımızı hissettiklerinde onlar, bakarsm ki oralardan kaçarlar. Helâk edilecekler, azâbımızı hissettiklerinde ya da gördüklerinde bakarsın ki beldeden süratle kaçıyorlar. (.......) Mufacee içindir. (.......) mübteda, (.......) haberdir. “Hayvana ayakla vurmak” demektir. Azâbın başlarıgıcı onlara ulaştığında hayvanlarına binmeleri, onları tekmelemeleri ve beldelerinden kaçmaya çalışmaları mümkündür. Ya da burada ata binen ve onu kaçış için tekmeleyen düşmanın ayaklarınm hızlı liğina teşbih vardır. Onlara denir ki: 13“Kaçmayın. İçinde bulunduğunuz refaha ve yurtlarınıza dönün. Çünkü sorguya çekileceksiniz.” Bazı melekler şöyle derler: “Kaçmayın. Dünya nimetlerine ve rahat yaşayışa geri dönün.” Halîl şöyle demiştir: “Mûtref; geçimi bol olandır. Onda az olan ise kederdir.” Onlara, onlarla alay edilerek şöyle denir: “Haydi nimetlerinize ve evlerinize geri dönün. Çünkü yarın sizin ve malınızın başına gelenlerden sorguya çekileceksiniz de sorana bilerek ve görerek cevap vereceksiniz.” Ya da dönün meclislerinizde oturduğunuz gibi oturun. Taki köleniz ve emir ve yasaklarınızın ulaştığı kimseler size nimetlenen ve hizmet edilenler de adet olduğu gibi sorsalar, deseler ki “Ne emredersiniz? Ne yapalım, ne yapmayalım?” Ya da toplarıtı yerlerinde insanlar size işlerinizin akıbetini sorsalar. Ya da bir kısmı diğer kısmına: “Kaçmayın. Evlerinize ve mallarınıza geri dönün. Çünkü sizden mal ve haraç alınacak da öldürülmeyeceksiniz” Gökten “Ey peygamberleri öldürenler ve kılıçtan geçirenler” diye nida edilir. 14“Vay başımıza gelenlere. Gerçekten biz zâlim insanlarınışız” dediler. “Vay başımıza gelenlere. Gerçekten biz zâlim insanlarınışız” dediler. İtirafın fayda vermediği bir anda bu şekilde itiraf ettiler. 15Biz kendilerini, kurumuş hâldeki biçilmiş ekine çevirinceye kadar bu feryatları sürüp gider. (.......) , (.......) ya işarettir ve (.......) in ismi olmak üzere merfûdur. (.......) haberdir. Aksi de câizdir. (.......). “Hasat edilmiş ekin” demektir. Mukadder çoğul kılmmadığı için çoğul kılınmamıştır. (.......) ölmüş ateşin alevleri sönmüş demektir. (.......) nin ikinci mefuludur. Yani, onları, hasat edilmiş bir ekin ve sönmüş bir ateş vaziyetine getirdi demektir. Bu, senin “Onu, hazma uygun tatlı kıldım.” sözündeki gibidir. Yani “ki yemeğin özelliğini bir araya getirdim” demektir. 16“Biz göğü, yeri ve bunlar arasındakileri eğlence için yaratmadık.” (.......) Sabit olmayan ve kendisinden önceki manayı derinleştiren bir fiildir. (.......) fiilinin failinden hâldir. Mana: “Bu yükseltilmiş tavanı, bu döşenmiş yeri ve bunlar arasındaki çeşitli mahlûkatı oyun ve eğlence için yaratmadık. Bunları, bunları yaratanın kudretine delalet etsin diye ve iyiye ve kötüye hikmetimize uygun şekilde mükâfat ve cezâ verelim diye yarattık.” Daha sonra Allah'u Teâlâ şu sözüyle, kendi zâtını noksan sıfatlardan tenzih etmiştir. 17Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, onu kendi tarafımızdan edinirdik. Biz (bunu) yapanlar (dan) değiliz. Eğer çocuk ve kadın edinmek isteseydik, onu, tarafımızdan vildanlar ya da huriler şeklinde edinirdik. Bunu yapanlardan olmadır. Çünkü bu, bizim hakkımızda mümkün olmayan bir şeydir. Burada “Îsa, Allah’ın oğludur. Meryem, onun karısıdır” diyenlere ret vardır. 18Bilâkis biz, hakkı batılın tepesine atarız da, o batılın işini bitirir. Bir de bakarsınız ki bâtıl yok olup gitmiştir. (Allah'a) yakıştırdığınız sıfatlardan dolayı yazıklar olsun size. (.......) kelimesi, eğlence edinmekten kaçış ve ondan zâtını tenzih içindir. Sanki “Eğlence edinemkten kendimizi tenzih ederiz. Bilâkis bizim sünnetimiz, Kur'ân'ı şeytan üzerine ya da İslam'ı şirk üzerine ya da ciddiyeti eğlence üzerine atmamız ve ona musallat etmemizdir” demiştir. Onu kırar, parçalar ve hak, batılı çürütür ve yok eder. Bu latif bir isitaredir. Çünkü atma ve parçalananın asıl kullanış yeri cisimlerdir. Daha sonra “atmak” hakkın bâtıla karşı gönderildiğini “parçalanak” da onu, yok ettiğini ifade etmek için istiâre olarak kullanılmıştır. Kendisinde istiâre olunan somuttur. Kendisi için istiâre olunan ise soyuttur. Sanki şöyle demiştir: “Kuvvetli bir cisme benzeyen. Hakkı, zayıf cisme benzeyen ba tıl üzerine atarız da onu, kuvvetli cismin zayıf cismi yok ettiği gibi yok eder. Allah'a yakıştırdığınız çocuk edinme ve benzeri vasıflardan dolayı yazıklar olsun size.” 19Göklerde ve yerde kim varsa onundur. Onun huzurunda bulunanlar, O'na ibâdet hususunda kibirlenmezler ve yorulmazlar. Yerde ve gökte kim varsa onun mahlûkudur ve onun mülkiyetindedir. Hâl böyleyken nasıl olur da ona benzemeyen ve yeryüzünde yaşamaya mahkum edilmiş bir mahlûk onun çocuğu olabilir? Onun huzurunda bulunanlar meleklerdir. Ve bu huzurda bulunuş mekân yönüyle değil, makam ve itibar yönüyledir. 20Onlar, bıkıp usanmaksızın gece gündüz (Allah'ı) teşbih ederler. (.......) , (.......) deki failden hâldir. Yani, onların teşbihi kesintisiz bir şekilde devam eder. Ona ne bir boşluk girer ve ne de başka bir iş mani olur. Kısaca onların teşbihi bizim nefeslerimiz gibidir. Sonra inkâr ederek ve kımyarak müşriklere yönelmiştir. (.......) Bilâkis ve hemze “mı mi?” manasına (.......)i kullanmıştır. 21Yoksa (o müşrikler) yerden bir takım tannları edindiler de (ölüleri) onlar mı çürütecekler? (.......) nun sıfatıdır. Çünkü tanrılar, yeryüzüne âit altın, gümüş ve taş cinsinden olan mücevherlerden yapılmışlardı. Ya da “dünyadaki ibâdet edilen” demektir ki bundan'dolayı ona nispet olunmuşlardır. Senin şehirli biri için “Faları şehirdendir” sözünde olduğu gibi. Ya da (.......) ya taallûk eder. O zaman da bu ilâh edinmenin gayet açık olduğu beyan olunmuş olur. Her ne kadar müşrikler, tanrılarının ölüleri dirilteceğini iddia etmemişlerse de “Onlar mı (ölüleri) diriltecekler?” sözüyle kınamanın dozu arünlmıştır. Ölülerin ölüleri diriltmesi iddiası ne büyük saçmâliklardan biri iken bu ilâhhğı nasıl iddia ediyorlar. Çünkü ilâhlık câiz olmaz. Zira bu isme ancak her güç getirilene güç getiren müstehaktır. Diriltme de güç getirilenler cümlesindendir. Hasen (.......) ın fethasıyla (.......) şeklinde okumuştur. Bu ikisi, iki ayrı kelimedir. İki haliyle de “diriltmek” manasına gelmektedir. 22Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka tanrdar bulunsaydı, yer ve gök, (buhların nizamı) kesinlikle bozulup gitmişti. Demek ki Arşın Rabbi olan Allah onların yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir. (.......)ile sıfatlandığı gibi (.......)ile de sıfatlanmıştır. (.......) denilseydi, bedel olmak üzere ref’i câiz olmazdı. Çünkü (.......) olumlu sözdeki (.......) gibidir. Bedel ise ancak olumsuz sözde'olur. “Karından başka sizden hiçbiri geri kalmasın” âyetinde olduğu gibi. İstisna olarak nasbi da câiz değildir. Çünkü muhakkik alimlere göre çoğul, eğer nekra ise istisna ondan câiz olmaz. Çünkü onun için, eğer istisna olmazsa istisnayı içine alabilecek bir genellik yoktur. Mana, “Eğer göklerin ve yerin işlerini o ikisini yaratan biri dışındaki farklı farklı ilâhlar yürütseydi, elbette harap olup gitmişlerdi” demektir. Çünkü onların arzuları bir noktada çatışacak ve karşı karşıya gelecektir. Bunu usûlünü kelâmda izah ettik. Daha sonra zâtını tenzih ederek “Arşın Rabbi olan Allah onların yakıştırdıkları çocuk edinmek ve ortaklara sahip olmak gibi sıfatlardan münezzehtir” demiştir. 23Allah yaptıklarından sorumlu tutulmaz. Onlar ise sorguya çekilecektir. O yaptıklarından sual olunmaz, çünkü gerçekte mülk sâhibi odur. Kölelerinden biri sultana karşı gelse, aynı cinsten olmalarına, ona karşı hata yapmasının mümkün olmasına ve mülkün gerçek” sâhibi olmamasına rağmen o, bunu çirkin görür ve ahmaklık olarak kabul eder. Ya sultanlar sultam, Rablerin Rabbi. Onun bütün işleri doğrudur. Bu sebeple de itiraz olunmamaya daha layıktır. Onlar sual olunurlar. Çünkü mülk altında olanlar ve hata edenler onlardır. Yaptıkları her konuda “Niçin yaptınız” diye sorulur. Denildiki: “Onlar nasıl ilâh oldukları sorulur” demektir. Halbuki ilâhlık cinsiyeti ve sorumluluğu ortadan kaldınr. 24“Yoksa ondan başka bir takım tanrılar mı edindiler” Deki: “Haydi delillerinizi getirin. İşte benimle beraber olanların kitabı ve benden öncekilerin kitabı. Hayır, onların çoğu hakkı bilmezler. Bu yüzdende yüz çevirirler. Faydayı artırmak için “Ondan başka bir takım tanrılar mı edindiler?” sözünü tekrar etmiştir. Birincisi, akıl yönünden inkâr için germiştir. İkincisi ise, nakil yönünden geldi. Yani “Allah'ı ortağı var diye vasfettiniz, öyleyse delilinizi getirin de” diye Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’e denildi. Onlar, geçtiği üzere aklî yoldan cevap vermekten âciz kılarlar. Naklî yoldan da -ki o vahiydir- cevap veremezler. Zira siz, semavî kitapların hiçbirinde tevhidden ve eş hususunda tenzihten başka bir şey bulamazsınız. İşte bu, benimle birlikte olan ümmetimin kitabı ve benden önceki peygamberlerin ümmetlerinin kitabı, o kitaplar, Allah'ın birliği ve onun ortaklardan beri oluşuyla gelmişlerdir. Hafs'a göre (.......) dir. Küfürlerinden geri durmadıklarında onlardan yüz çevirdi ve şöyle dedi: “Hayır, onların çoğu hakkı (Kur'anı) bilmezler” (.......) kelimesi mensûbtur. “O haktır” manâsına (.......) şeklinde de okundu. Bu sebepten (câhillikleri sebebiyle) onlar, üzerlerine düşen hususta düşünmekten yüz çevirirler. 25Senden önce hiçbir rasûl göndermedik ki ona: “Benden başka ilâh yoktur, şu hâlde bana kulluk edin” diye vahyetmiş olmayalım.” Ebû Bekir ve Hammad'ın dışındaki Kufeliler (.......) şeklinde okumuşlardır. Şu hâlde bana kulluk edin, beni birleyin. Bu âyet, tevhit ile ilgili geçen ayetlerin tekidi mahiyetindedir. Meali 26“Rahmân (olan Allah, melekleri) evlat edindi” dediler. Haşa, O, bundan münezzehtir. Bilâkis (melekler) ikrama mazhar olmuş kullardır. Bu âyet Huzaa kabilesi hakkında indi. Dediler ki: “Melekler Allah'ın kızlarıdır” Allah ise bundan zâtını tenzih etti ve sonra onlara “Bilâkis onlar ikrama mazhar olmuş kullardır” sözüyle onların kullar olduğunu haber verdi. Yani onlar ikram olunmuş, şereflenmiş ve yakmlaştınlmış kullardır, çocuklar değildir. Zira kulluk, (Allah'a) evlat olmayı ortadan kaldırır. 27Ondan (emir almazdan) önce konuşmazlar. Onlar, sadece onun emriyle hareket ederler. (.......) sözündeki (.......) izafet yerine gelmiştir. Mana: Onlar, onlar sözüne tabi olurlar. Onların sözü, onun sözünü geçmez ve onlar sözleriyle, onun sözünün önüne geçmezler” demektir. Onlar sadece onun emriyle hareket ederler. Yani “Onların sözü onun sözüne tabi olduğu gibi işleri de, onun emrine aynı şekilde tâbidir. Emrolun madıkları işi işlemezler” demektir. 28Allah onların önlerindekini de arkalanndakini de (yaptıklarını da yapacaklarını da) bilir. Allah rızasına ulaşmış olanlardan başkasına şefâat etmezler. Onlar Allah korkusundan titrerler. Ancak Allah'ın kendilerinden râzı olduğu kimselere ve Allah'tan başka ilâh yoktur diyenlere şefâat ederler. 29Onlardan her kim “Tanrı o değil, benim” derse biz onu cehennemle cezâlarıdırırız. İşte biz, zalimlere böyle cezâ veririz. O meleklerden her kim “Ben Allah'tan başka bir tanrıyım derse onu cehennemle cezâlarıdırırız.” Medenî ve Ebû Amr'a göre (.......) şeklindedir. (.......) mübtedadır. (.......) onun haberidir. Ayrıca şartın cevabıdır. İlâhliği asıl yerinin dışına koyan kâfirleri bu şekilde cezâlarıdırırız. O meleklerin günahsız oldukları sabit olduğundan dolayı bu, farz-ı misal olarak söyleniş bir sözdür. İbn Abbâs (radıyallahü anh) Katâde ve Dahhak şöyle demişlerdir: “Bu tehdit iblis hakkındadır. Çünkü o nefsi için ilâhtık iddiasın da bulundu ve nefsine taate ve ona ibâdette çağırdı.” 30İnkâr edenler, göklerde yer bitişik bir hâlde iken bizim onları birbirinden kopardığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı? Mekki’ye göre (.......) şeklindedir. Gökler ve yer, gökler topluluğu ve yer topluluğu şeklinde idi. Bu sebepten dolayı çoğul şeklinde (.......) demedi. (.......) mefûl manasınadır. Bitiştirilmiş demektir. Mastardır. Bu sebepten dolayı mefûl yerine kullanılmaya uygun düşmüştür. O ikisini birbirinden ayırdık. (.......) Fetk: iki şey arasım ayırmak demektir. (.......) Retk ise, fetkin zıddıdır. “O ikisini ne zaman bitişik gördüler de bu şekilde olduğu, beyan edildi?” denirse deriz ki: “O mu'cize olan Kur'ân'da geçmektedir. O da şâhitin görmesi gibidir. Çünkü görme ilim manasınadır. Yerin ve göklerin bitişik olması ve ayrılışı da aklen mümkün olan şeylerdir” Bitişikliği değil de özellikle ayrılışı zikretti. Çünkü onun için bir ayırıcı gereklidir. O da ezeli olan Hz! Allah'tır. Sonra şöyle denildi: “Gökler yerle bitişikti. Aralarında boşluk yoktu. O ikisini ayırdık. Yani ikisi arasını havayla ayırdık.” Yine şöyle denildi: “Gökler tek bir tabaka hâlinde bitişti. Om Allah'u Teâlâ ayırdı. Ve yedi kat (gök) haline getirdi. Yer de tek tabaka hâlinde bitişikti. Onu da yedi kat yer haline getirdi.” Şöyle de denildi: “Gök bitişikti, yağmur yağdırmıyordu. Yer bitişikti bitki bitirmiyördu. Gök yağmurla, yer de bitkiyle ayrıldı.” Bütün canlıları sudan yarattık. “Allah her canlıyı sudan yarattı” Âyet-i Kerîmesinde ya da “Hakikaten onu sudan yarattık” âyet-i kerimesinde olduğu gibi. Bu, onun suya olan” ihtiyacının fazlalılığmdan, onu sevmesinden ve ona karşı sabrının azliğindandır. Bu da “İnsan aceleci olarak yaratılmıştır” âyetinde olduğu gibidir. Halâ gördüklerine inamp tasdik etmezler mi? 31Onları sarsmasm diye yeryüzünde bir takım dağlar diktik. Orada geniş geniş yollar açık, ta ki maksatlarına ulaşsmlar. Onları sarsmasın diye yeryüzünde sabit dağlar yarattık,(.......) “Dağın kökü yerde sabit olmak” dan gelmektedir. (.......) de illet lamı ve nâfiye (.......) sı hazfedilmiştir. (.......) nin hazfi, karışıklığa meydan vermemek için câiz görülmüştür. Aynı sebebten ilâve edilmesi de câizdir. “Ehli kitap bilsin diye” âyetinde olduğu gibi. Orada geniş yollar açtık. (.......)in çoğuludur. O da geniş yol demektir. (.......)in önüne geçmiştir. Ondan hâl olmak üzere mensûb olmuştur. Eğer “Allah'u Teâlâ'nin: “Ondaki geniş yollardan işlememiz için.” Ayetiyle bu âyet arasında ne fark var?” dersen, derim ki: “Birincisi öğretmek içindir. O da oraya geniş caddelerin konulmasıdır. İkincisi ise, bir şeyi açıklamak içindir. O da, onları yarattığında vasıflar da yarattığını beyandır.” Yani bu kapalı bir şeyi açıklamaktır. Orada kastedilen beldelere onlar vasıtasıyla varmaları için geniş yollar yarattık. 32Biz gökyüzünü sağlam bir tavan gibi yaptık. Onlar ise, gökyüzünün ayetlerinden yüz çevirirler. Göğü düşmekten korunmuş bir tavan yaptık. “Göğü izni olmaksızın yere düşmekten koruyor” âyetinde olduğu gibi. Ya da parlak yıldızlarla şeytanlardan korunmuş demektir. “Onu her taşlarıan şeytandan koruduk” âyetinde olduğu gibi. O kâfirler, ondaki güneş, ay ve yıldızlar gibi delillerden yüz çevirirler ve onlar üzerinde düşünmezler ki îman etsinler. 33O geceyi, gündük, güneşi, ayı yaratandır. Her biri bir yörünge de yüzmektedirler. O, onda sükûnete ermeniz için geceyi, işlemeniz için gündüzü, gündüzün lambası olsun diye güneşi ve gecenin lambası olsun diye ayı yaratandır. (.......) daki tenvîn muzâfun ileyhin yerine gelmiştir. Yani, onların hepsi demektir. “Onları” zamîri ise güneş ve ay içindir. Bu ikisinden murad ise, (güneş ay ve yıldız gibi) doğan şeylerin cinsidir. Onları akılların çoğul yapıldığı gibi çoğul yaptı. Çünkü onlar, akılların fiilleriyle yani yüzmeyle vasıflanmışlardır. İbn Abbâs (radıyallahü anh) tan rivâyet edildiğine göre, “Felek, gökyüzüdür. Bilinen ise feleğin göğün altında, güneşin, ayın ve yıldızların akıp gittiği kör bir dalga olduğudur.” (.......) mübtedadır. Haberi ise (.......) dir. (.......) cümlesi, cümle olarak güneşten ve aydan hâl olmak üzere mahallen mensûbtur. 34Biz senden önce de hiçbir beşere ebedilik vermedik. Şimdi sen ölürsen, sanki onlar ebedî mi kalacaklar? » Medeni ve Ebû Bekir'in haricindeki Kufelilere göre (.......)in esresiyledir. (.......) deki (.......) cümleyi cümleye atfetmek için gelmiştir. (.......) deki (.......) şartının cezâsı içindir. Onlar onun öleceğini konuşuyorlardı. Allah bununla, onların sevinçlerini ortadan kaldırdı. Yani Allah, dünyada hiçbir şeyin ebedî olarak yaşamayacağına hükmetti ve “Eğer sen ölürsen onlar, bâkî mi kalacaklar?” demiştir. 35Her canlı ölümü tadacaktır. Biz deneme olarak sizi hayırla da şerle de imtihan ederiz. Ye siz, ancak bize döndürüleceksiniz. Her ne kadar Allah, olmadan önce kişilerin yapacakları fiilleri bilse de onu “deneme” olarak adlarıdırılmıştır. Çünkü fakirlik ve zararla, zenginlik ve menfaatle deneme imtihan şeklindedir. (.......) u başka bir lafızla tekit eden mastardır. Bize döndürüleceksiniz de size, gösterdiğiniz sabnn ve şükrün derecesine göre karşılıkta bulunacağız. İbn Zevkan'dan rivâyet edildiğine göre (.......) dir. 36(Rasûlüm) kâfirler seni gördükleri zaman “sizin ilâhlarınızı diline dolayan adam bu mu?” diyerek sana, alaydan başka bir şeyle davranmazlar. Halbuki onlar, çok merhamet edici Allah'ın kitabını inkâr edenlerdir. Bu âyet Ebû Cehil hakkında indi. Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) ona uğramıştı da o, gülmüş ve “Bu Abdumenaf oğullarının peygamberidir” demişti. (.......) ikinci mefuldur. Bir şeyi zikretmek, hayırla da olur, şerle de. Eğer zikirden ve onun vahdaniyet gibi gerekli sıfatlarını asla tasdik etmezler. Sana mukabil onlar, alaya alınmaya daha layıktırlar. Çünkü sen hakkı ortaya koyansın, onlarsa bunu iptal edenlerdir. Denildiki: “Rahmânın zikri, sana Kur'ân'dan indirilendir.” (.......) cümlesi, hâl makamındadır. Yani, Allah'ı inkâr etmeleri sebebiyle asıl onlar alay konusu oldukları hâlde, seni alaya alırlar. “İnkârcılar” sözünü tekit için tekrarlamıştır. Ya da sıla, onunla haber arasına girmiştir de mübteda tekrarlanmıştır. 37İnsan aceleci (bir tabiatta) yaratılmıştır. Size âyetlerimi göstereceğim. Benden acele istemeyin. (.......) İnsan cinsiyle tefsîr edilmiştir. Denildi ki: “Bu âyet Nadr b. Haris'in azâbın inmesi için acele ettiği vakit indi.” (.......) ve (.......)ikisi de mastardır. Acele, bir şeyi vaktinden önceye almak demektir. Zahire göre, burada murat insan cinsidir. Çünkü onun tabiatında acelelecilik vardır. Sanki o aceleden yaratılmıştır. Bunun gibi, Araplar, iyiliği çok olan kişiler için de “İyilikten yaratılmıştır” derler. Önce insanı, aşırı aceleciliğinden dolayı aşağılamıştır. Çünkü o, insanın tabiatında vardır. Sonra da onu bundan menetmiştir. Sanki o şöyle demiştir: “onun aceleci olması yeni bir şey değildir. O buna sevkedilmiştir. Bu onun tabiatı ve karakteridir. Bu onun doğasına katıştırılmıştır.” Denildiki: “Acel, Himyer kabilesinin diline göre çamur demektir.” Onların şairi: “Hurma su ile çamur arasında biter” demiştir. Tabiatında olduğu hâlde acelecilikten men dildi. Doğasında bulunan şehvetini dizginlemesi emredildiği gibi. Çünkü ona şehvetini dizginleyeceği ve aceleciliği terk edeceği kuvveti de vermiştir. (.......) hâldir. Aceleci olduğu hâlde demektir. Size âyetlerimi yani azâbımı göstereceğim. Onu getirmem hususunda acele etmeyin. Ya'kûb'a göre (.......) şeklinde (.......) iledir. Vasıl hâlinde ona Sehl ve Ayaş da iştirak etmiştir. 38“Eğer doğru iseniz, ne zaman (gerçekleşecek) bu vaad?” diyorlar. “Eğer doğru iseniz, azâbın gelişi ya da kıyamet ne zaman?” derler. Denildiki: “Bu onların aceleciliğinin iki yönünden biridir.” 39İnkâr edenler, yüzlerinden ve sırtlarından (saran) ateşi sayamayacakları, kendilerine yardım dahi edilmeyeceği zaman bir bilselerdi. (.......) in cevabı hazfedilmiştir. (.......) nin mefulun bihidir. Yani onlar “Bu vaad ne zaman?” sözleriyle acele ettikleri vaktin, kendilerini arkalanndan ve önlerinden ateşin kuşattığı, onu kendilerinden defetmeye güç getiremedikleri ve kendilerine hiçbir yardımcı bulamayacakları vakit olduğunu bilselerdi, bu şekilde inkâr etmezler, alaya almazlar ve aceleci davranmazlardı. Fakat onların bu husustaki cehaleti, onu, hafife almalarınm yegane sebebidir. 40Bilâkis kendilerine bu ateş, öyle ani gelir ki, onları şaşırtır. Artık ne reddedebilirler onu, ne de kendilerine mühlet verilir. Bilâkis o saat kendilerine öyle ani gelir ki onları şaşırtır. Yani onu durduramazlar. Onlara ani bir şekilde gelir ve mahveder. Onu defetmeye ve geri çevirmeye güçleri yetmez. Onlara mühlette verilmez. 41Andolsun senden önceki peygamberler de alay edildi. Ama onları alaya alanları, o alay ettikleri şey kuşatıverdi. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’i kendisiyle alay ettikleri için teselli etmiştir. Peygamberlerde onun için bir örnek vardır. Ve diğer peygamberleri alaya alanların yaptıkları için kendilerim kuşattığı gibi, ona yaptıkları da onları kuşatacaktır. 42Deki: “Allah'a karşı sizi, gece ve gündüz kim koruyacak?” Öyle iken onlar Allah'ı anmaktan yüz çevirirler. Yani, onun azâbı size gece ya da gündüz gelse, sizi ondan kim koru yacak? Bilâkis onlar, onun zikrinden yüz çevirirler. Değil azâbından korkmak onu, kalplerine bile getirmiyorlar. Ondan korunsalardı, koruyucuyu tanırlar ve ondan isteyerek ıslah olurlardı. Mana şudur: “Allah, peygamberine onların koruyucundan istemelerini emretmiştir. Sonra da onların kendilerine koruyanın zikrinden yüz çevirmek suretiyle işlerini düzeltmediklerini beyan etmiştir.” Daha sonra da başka bir konuya geçmiş ve şöyle demiştir: 43Yoksa kendilerini bize karşı savunacak bir takım ilâhları mı var? (O ilâh dedikleri şeyi) kendilerine bile yardım edecek güçte değildirler. Onlar bizden de alaka ve destek görmezler. (.......) ve (.......) (Bilâkisallallahü aleyhi ve sellem) manası olduğundan “Yoksa onların kendilerini azâbtan koruyacak, korumaları korumamızı aşacak başka ilâhları mı var?” demiştir. Sonra da şu sözüyle yeni bir başlarıgıç yapmıştır. “Onlar, kendilerine bile yardım edecek güçte değillerdir.” Bu sözüyle, kendi nefsine bile yardım edemeyen ve ondan azâbı def edemeyen, ayrıca Allah'tan yardım ve destek görmeyenlerin başkalanna nasıl yardım edeceklerini ve onları nasıl koruyacaklarını sormuştur. 44Evet onları da atalarını da barındırdı. Nihayet ömür, kendilerinde (hiç bitmeyecek kadar) uzun geldi. Halbuki onlar, bizim gelip (kâfirlere âit) araziyi çevresinden eksilteceğimizi görmezler mi? Şu hâlde üstün gelen onlar mı? Yani onların korunup gözetilmesi bizdendir. Yoksa onları bizim yok etmemize karşı koruyan bir maniden değil. Onları ve geçmiş babalarını, onlardan başka kâfirleri faydalarıdırdığımız gibi dünya hayatıyla faydalarıdırmak ve mühlet vermek için muhafaza ettik. Onlara mühlet verdik de bu süre onlara uzun geldi ve kalpleri katılaştı. Onlar, kendilerinin daima bu şekilde kalacaklarını zannettiler ki bu da kuruntunun ta kendisidir. Onlar bizim kâfirlerin arazilerini etrafından eksilttiğimizi görmezler mi? Etrafım, müslümanları musallat ederek, onları orada galip getirerek ve o toprakları İslâm topraklarına katarak eksiltiyoruz. (.......) (geliriz) şeklinde çoğul olarak zikredilmesi, Allah'u Teâlânın bu işi müslümanların eliyle yaptığına, müslüman askerlerin müşrik topraklarında savaştığına ve etrafım ilhak ederek galebe çaldığına işaret etmektedir. “Galip gelen onlar mı?” Yani topraklanın etrafından eksiltişimizden sonra onlar mı üstün gelmiş oldular? Böyle değil elbette. Bilâkis Allah'ın Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashâbı bizim yardımımızla onlara üstün geldiler, demektir. 45De ki: “Ben sadece vahiy ile sizi ikaz ediyorum. Fakat sağır olanlar, ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar. Sizi azâbtan Kur'ân ile korkutuyorum. (.......) daki (.......) ve (.......) fethalıdır. (.......) sonu ötrelidir. Sami'ye göre Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) ye hitaben “Sağırlara duyuramazsın” şeklindedir. Fakat sağır olanlar ikaz edildikleri, korkutuldukları zaman bu çağnyı duymazlar. (.......) daki (.......) ahd içindir. O da, bu ikaz edilenlere işarettir. Bunun aslı “İkaz edildiklerinde duymazlar” şeklindedir. Fakat sağır olanlar ikaz edildikleri, korkutuldukları zaman bu çağrıyı kapalı olanın yerine koydu. 46Andolsun, onlara Rabbinin azâbından ufak bir esinti dokunsa, hiç şüphesiz “Eyvah, bize hakikaten biz zâlim kimseler inişiz” derler. Onlara, bu kendisiyle korkutuldukları şeyden en ufak bir parça dokununca zelil olurlar. Ve “Yazıklar olsun bize” diyerek'nefislerinin aleyhine dönerler. Ayrıca sağırlık gösterip yüz çevirdikleri vakit de nefislerine zulmettiklerini inkâr ederler. (.......) un sıfatıdır. “dokunma” “esinti” kelimelerinin zikredilmesinde mübalağa olundu. Çünkü “Ona az bir bağışta bulundu” denir. Binası, bir defaya mahsus olan bina-i merra içindir. (.......)ve (.......) de üç tane mübalağa vardır. Çünkü (.......) azlık manasınadır. “Haşarat onu keskin tırnağıyla (iğnesiyle) vurdu” denir. O da küçük bir silahtır. Ona az bir bağışta bulundu. Bu da bina-i merre içindir. 47Biz, kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Artık, kimseye hiçbir şekilde haksızlık edilmez, (yapılan iş) bir hardal tanesi kadar dahi olsa, (onu) adalet terazisine getiririz. Hesap gören olarak biz herkese yeteriz. (.......) ın çoğuludur. Bir şeyin kendisiyle tartıldğı ve miktarının anlaşıldığı şeydir. Hasen'dan rivâyet olunduğuna göre o “İki kefesi ve bir dili (göstergesi) bulunan bir terazidir.” Terazinin, çoğul olarak getirilmesi “Ey peygamberler” âyetinde olduğu gibi, onun şerefini yüceltmek içindir. Tartı, amel defterleri içindir. (.......) kelimesi, (.......) ile sıfatlandı. O da mübalağa ile adalet demektir. Sanki, kendi başına bir adalettir. Ya da muzaf, yani “sâhibi” kelimesi hazfedilmiştir. Kıyamet günü halkı için adalet terazileri kurarız da kimseye hiçbir şekilde zulmedilmez. Medenî'ye göre (.......) Lokman Sûresinde olduğu gibi (.......)nin tam fiil olması üzerine (.......) şeklinde ötrelidir. (.......) in sıfatıdır. (.......) nin zamîrini (.......) e muzaf olduğu için müennes getirdi. “Parmaklarının bir kısmı gitti” sö zünde olduğu gibi. Hesap görücü, bilici ve koruyucu olarak herkese yeteriz. İbn Abbâs (radıyallahü anh) tan rivâyet edildiğine göre “Kim bir şeyi korursa onu sayar ve onu bilir” demiştir. 48Andolsun ki biz, Mûsa ve Harun'a takva sahipleri için bir ışık ve öğüt olan Furkân'ı verdik. Furkân, ziya ve zikirin Tevrât olduğu söylenmiştir. O Furkân'dır. Hak ile batılın arasım ayırır. Ziyadır, kendisiyle aydınlarıılır ve kurtuluş yoluna onunla varılır. Zikirdir, yani şeref ya da ikazdır. Ya da insani arın dini yönden ihtiyaç duydukları şeyleri hatırlatır. Vav (.......) âyetinde olduğu gibi sıfatlar üzerine gelmiştir. Mesela sen “Kerem sâhibi, alim ve sâlih (bir zât) olan Zeyd'e uğradım” dersin. Bununla muttakiler faydalandığı için onları (.......) sözüyle teşvik etti. 49(O takva sâhibleri ki) Onlar, tenha da Rablerine candan saygı gösterirler. Yine onlar, kıyametten korkan kimselerdir. (.......) Sıfat olarak mahallen mecrûrdur. Ya da medih olarak mahallen mensup ya da merfûdur. (.......) hâldir. Yani “Tehnada ondan kırkarlar” demektir. Onlar, kıyametten ve kıyamet ahvalinden de korkarlar. 50İşte bu (Kur'ân)da bizim indirdiğimiz hayırlı ve faydalı bir öğüttür. Şimdi onu inkâr mı ediyorsunuz? Bu Kur'ân, Muhammed'e indirdiğimiz hayrı ve faydası çok olan bir öpttür. “Onu inkâr mı ediyorsunuz?” sorusu, azarlama sorusudur. Yani “Onun Allah katından indirildiğini inkâr mı ediyorsunuz?” demektir. 51Andolsun biz, daha önce İbrâhîm'e rüşdünü vermiştik. Biz onu iyi tanırdık. Andolsun ki biz, Mûsa ve Harun'dan ya da Muhammed'den daha önce İbrâhîm'e de hidâyet vermiştik. Biz o İbrâhîm'i ya da onun hidâyetini bilirdik. Yani “Onun, ona verdiğimize ehil olduğunu bilirdik” demektir. 52O babasına ve kavmine “Şu karşısına geçip tapmakta olduğunuz heykeller nedir böyle?” demişti. (.......) ya (.......) ya da (.......) ya taallûk etmektedir. Hani babasına ve kavmine: “Yırtıcı hayvan suretinde, kuş suretinde ve insan suretinde tasvir edilmiş bu putlar nedir?” diye sormuştu. Bunda onları tanimâmak ve onların ilâhlarını aşağılamak vardır. Çünkü o, onların, o putları ululadıklarını çok iyi biliyordu. Bu soruya sağlam bir cevap vermemekten âciz kaldıklarında. 53Dediler ki: “Biz, babalarınıızı bunlara tapar kimseler olarak bulduk.” Ve biz de onları taklit ettik. 54(İbrâhîm): “Şüphesiz siz ve babalarınız açık bir sapıklık içindeymişsiniz” dedi. Burada taklit edenlerin de edilenlerinde, her akıl sâhibinin anlayacağı gibi düşüncesizce sapkınlık yoluna daldıklarını ifade etmiştir. Atıfa gerçekleşmesi için (.......) u kullarıarak tekit etmiştir. Çünkü fıillerdeki zamîre atıf yapmak mümkün değildir. 55Dediler ki: “Bize gerçeği mi getirdin, yoksa sen şakacılardan birimisin?” Onlar, onun bu inkânnı büyük gördüklerinden ve kendilerinin de dalalette olduklarını kabul etmediklerinde dolayı “Bu söylediklerinde ciddi misin yoksa şaka mı yapıyorsun?” demişlerdir. İşte orada İbrâhîm onlara dediklerinde ciddi olduğunu, şaka yapmadığını, herşeyin sâhibi ve herşeyi bilen Allah'ın gerçek rab olduğunu, putların da sonradan yaratılmış varlıklar olduğunu ispat ederek haber vermiştir. 56“Hayır, sizin Rabbiniz, göklerin ve yerin Rabbidir ki bunları o yaratmıştır. Ve ben şehadet edenlerdenim” dedi. Sizin Rabbiniz, göklerin ve yerin Rabbi, o putlar yaratmıştır. Buna rağmen nasıl oluyorda yaratıcı terk ediliyor ve yaratılanlara ibâdet ediliyor? Ben tevhidle ilgili zikredilenlere şehadet edenlerdenim. 57“Allah'a yemin ederim ki, siz ayrılıp gittikten sonra putlarınıza bir oyun oynayacağım.” (.......) nin aslı (.......) dir. Nemrût'un sultasının gücünden dolayı bütün zorluğuna ve imkansızliğina rağmen onun eliyle kolay bir tuzak kuracağı için (.......) de taaccüb manası vardır. Putlarınıza bir tuzak kuracağım. Siz aynlıp bayramınıza gittikten sonra onları parçalayacağım. Bunu kavminden gizli olarak söylemişti. Ama onu bir adam işitti. “Ben hastayım” sözüyle kinaye yaptı. Yani bu sözü, geri kalmak ve puthaneye geri dönmek için “Hasta olacağım “manasına kullandı. 58Sonunda İbrâhîm onları paramparça etti. Yalnız onların büyüğünü bıraktı. Belki ona müracaat ederler diye. (.......) kınk parçalar demektir. (.......) ve (.......) da olduğu gibi (.......) un çoğuludur. Ali'ye göre (.......) şeklinde kesre iledir. (.......) ve (.......) da olduğu gibi (.......) un çoğuludur. Yani “Parçalanmış” demektir. Hepsini elindeki baltayla kırdı. Ancak o putların ya da kafirlerin büyüğünü bıraktı. Baltayı onun boynuna astı. Bunu, belki ona dönerler ve kıranın kim olduğunu ona sorarlar da bu şekilde onlara onun acizliği görünür diye yaptı. Ya da delil getirmesi için İbrâhîm'e dönerler diye. Yada ilâhlarının acizliğini gördüklerinde Allaha dönerler diye yaptı. 59“Bunu tanrılarınııza kim yaptı? Muhakkak o, zalimlerden biridir” dediler. Kâfirler, bayramlarından döndüklerinde ve durumu gördüklerinde “Bunu tanrılarınııza kim yaptı? Hakkiaten o zalimlerdendir” dediler. Yani onlara göre tazim ve gürmete layık bu hakiki ilâhlara karşı bu- kırma faaliyetini yapan ve bu cüreti gösteren kişi şiddetli bir zulüm işlemiştir. 60“Bunları diline dolayan bir genç duyduk, kendisine İbrâhîm denilirmiş” dediler. (.......) ve (.......) cümleleri (.......) in sıfatıdırlar. Ancak birincisi (.......) için gereklidir. Çünkü sen “Zeyd'i işittim” deyip susmazsın. Ondan sonra duyduğun şeyi de zikredersin. Ama ikincisi bunun gibi değildir. (.......) nun merfû' olması fâil olduğundandır. Burada kasıt isimdir. İsimlenen yani, kendisine bu ismin verildiği kişi değildir. 61“O hâlde onu hemen insanların gözü önüne getirin. Belki şâhitlik ederler” dediler. Nemrût ve kavminin eşrafı: “İbrâhîm'i insanların gözü önüne getirin. Belki onları işittikleri ya da gördükleri hususlarda onun aleyhine şâhitlik ederler” dediler. Sanki onu, delilsiz olarak cezâlarıdırmayı çirkin görüyorlardı. Ya da “Onu cezâlarıdırmamızda hazır olurlar” demektir. (.......) hâl mahallindedir. Görülerek, şâhit olunarak demektir. Onu getirdiklerinde. 62-63“Bunu ilâhlarınııza sen mi yaptın ey İbrâhîm?” dediler. “Belki de bu işi şu büyükleri yapmıştır. Hadi onlara sorun, eğer konuşuyorlarsa” dedi. Kisâî'ye göre (.......) dan sonra vakfeder. Yani “Bunu yapan yapmıştır” manası çıkar. Burada fâil hazfedilmiştir. Bu ise câiz değildir. Failin (.......) da zikredilen (.......) ya da (.......) daki (.......) ya isnat edilmesi câizdir. (.......) Mübteda ve haberdir. Çoğunluğa göre ise (.......) dan sonra vakıf yoktur. Fâil de (.......) dur. (.......) sıfat ya da bedeldir. Fiili büyüklerine nisbet etti, çünkü onun kastı, kinaye yoluyla onları susturmak ve delillerle bağlayarak kendi lehine ikrar ve ispatı sağlamaktı. Çünkü onlar sağlam bir kafayla düşünseler onların büyüklerinin âciz olduğunu göreceklerdi. Böylece ilâh olmaya layık olmadığını da anlayacaklardı. Bu, düzenli ve güzel bir yazı yazdığında ümmi arkadaşırıın sana “Bunu sen mi yazdın?” sorusuna karşılık “Hayır, onu sen yazdın” cevabında olduğu gibidir. Senin bu cevapla kastın, onun kendine âit olduğunu, onu alaya alarak ifade etmektir. Yoksa onun sana âit olmadığını, ümmiye âit olduğunu söylemek değildir. Çünkü iki kişiden biri tarafından yapılmış bir işin âciz olana isnat edilmesi, onunla alay etmek ve işi yapabilene isnat etmek demektir. Şöyle de denilebilir: “O putlar, onun seçkinliğini gördüklerinde ona karşı kinlenmişlerdi. Büyüklerinin kini ise, kendi sine gösterilen tazimin artmasından dolayı şiddetlenmişti. Bu sebeple fiil ona nisbet edildi. Mezhepleri câiz olmasını kabul edenlere göre hikâye olması câizdir. Sanki o, onlara şöyle dedi: “büyüklerinin yaptığını ne inkâr ediyorsunuz? İbadet edilenin ve ilâh olarak adlarıdırılanın şanı böyle şeylere güç getirebilmektir” Onun şöyle dediği de rivâyet edildi: “O, onların en büyüğü olduğu hâlde, kendisiyle birlikte şu küçüklere bir şarta taallûk etmektedir. O da putların konuşmasıdır.” Yani “Eğer konuşurlarsa onu büyükleri yapmıştır” demektir. Onlara sorun sözü rettir. Denildiki: “Büyükleri sözü ile kendisini kastetmiştir.” O da huzurda onlarla birlikte olduğu için kendisini onlara izafe etmiştir. Onlar konuşurlarsa -ki onların bundan âciz olduğunu biliyorsunuz- öyleyse onlar kendi durumlarını haydi bir soran. 64Bunun üzerine kendi vicdanlarına dönüp (kendi kendilerine) “zâlim sizlersiniz sizler” dediler. Vicdanlarına başvurdular ve düşündüler. Sonrada kendileri için, “Hakikaten sizler zalimlersiniz” dediler. Sizin “Bunu ilâhlarınııza kim yapmış, hakikaten o zalimlerdendir” dediğiniz de zulmettiğin kişi değil, Bilâkis konuşmayanlara ibâdet etmekle sizler zulmettiniz. Çünkü başından baltayı defedemeyen biri, ona ibâdet edene inen belayı nasıl defeder. 65Sonra tekrar eski tartışmalarına döndüler: “Sen bunların konuşmadığım pekâlâ biliyorsun” dediler. Tefsîr alimleri demişlerdirki: “Allah'u Teâlâ, hakkı birinci sözde onlara söyletti. Sonra da onlara bedbahtlık ulaştı” Yani nefisleri aleyhine zulmü ikrar ettikten sonra tekrar küfre döndürüldüler. (.......) onu çevirdim, altım üstüne getirdim, denir. Yani vicdan larına döndüklerinde istikametleri düzeldi ve dürüst bir düşünceye sahip oldular. Sonra da bu durumdan döndüler, batılla ve kibirle mücadeleye başladılar. “Bunların konuşmadığını pekâlâ biliyorsun” dediler. “Öyleyse onlara sormayı bize nasıl emredersin “dediler. (.......) cümlesi (.......) nin iki mefulû yerine kâimdir. Mana: “Onların konuşmaktan âciz olduğunu pekâlâ biliyorsun. Öyleyse onlara nasıl soralım” demektir. 66(İbrâhîm) “Öyleyse, Allah'ı bırakıp da hiçbir şekilde size ne fayda ne de zarar verebilen bir şeye hâlâ tapacak mısınız?” dedi. Bunu onlara karşı delil mahiyetinde söyledi. (.......) fayda manasına olan mastar yerindedir. İbrâhîm, onlara “Eğer kendisine ibâdet etmezseniz, size, ne fayda ve ne de zarar eriştiremeyecek olana mı Allah'ı bırakıp da ibâdet ediyorsunuz” dedi. 67“Size de, Allah'ı bırakıp tapmakta olduğunuz şeylere de yuh olsun. Siz akıllanmaz mısınız?” (.......) sâhibinin bıkıp usandığını bildiren bir sestir. Özürleri kalktıktan ve hakkın açığa çıkışından sonra, onların, putlara karşı ibâdetlerindeki sebatını görünce baktı ve “yuh olsun size” dedi. (.......) ve (.......) daki (.......) 1ar yuhalarıanı beyan içindir. Yani “Bu yuh size ve sizin ilâhlarınıza olsun” demektir/Medenî ve Hafs'a göre (.......) şeklinde, Mekkî ve Sami'ye göre (.......) şeklinde, diğerlerine göre ise (.......) şeklindedir. Sıfatı bu olanın ilâh olması mümkün değildir. Onlara delil gerektiğinde de cevap vermekten âciz kalmışlardır. 68Aralarından bir kısmı “Eğer iş yapacaksanız, yakın onu da tanrılarınıza yardım edin” dediler. Onu ateşte yakın. Çünkü o, kendisiyle cezâlarıdmlanların en korkuncu ve en kötüsüdür. Ondan intikam almak suretiyle ilâhlarınıza yardım edin. Eğer ilâhlarınıza yardım edecekseniz, onun için cezâların en korkuncunu seçin. O da ateşle yakmaktır. Değilse onlara yardım etmekten saptınız demektin Onu yakmayı söyleyen Nemrût ya da İran kürtle-rinden bir adamdı. Denildiğine göre onlar, onu yakmak istediklerinde önce hapsettiler, sonra onun için ağıl gibi bir bina yaptılar. Bir ay boyunca hemen her tür odun topladılar. Sonra da büyük bir ateş yaktılar. Neredeyse sıcaklığından havadaki kuşlar yanıyordu. Sonra onu mancınığa bağladılar ve onunla ateşe attılar. O, “Allah bana yeter, O ne güzel vekildir” diyordu. Cebrâîl onu “bir ihtiyacın var mı?” diye sordu. O, “Sana yok” diye cevap verdi. O, “Öyleyse Rabbinden iste” dedi. O, “Onun halimi bilmesi bana yeter” dedi. Ateş ancak onun iplerini yaktı. İbni Abbâs (radıyallahü anh) tan rivâyet edildiğine göre o, “Allah bana yeter. O ne güzel vekildir” sözüyle kurtuldu. 69“Ey ateş, İbrâhîm için serinlik ve esenlik ol” dedik. Sanki ateşin kendisi soğuk ve esenlikmiş gibi bunda mübalağa edildi. Soğuk ol ki İbrâhîm senden selâmette kalsın. İbn Abbâs (radıyallahü anh) tan rivâyet edildiğine göre o “Eğer bunu demeseydi, soğukluğuyla onu helâk ederdi” demiştir. Mana şudur: “Şüphesiz ki Allah'u Teala her şeye kâdir olduğu gibi, onun sıcaklık ve yakmak gibi tabii özelliklerini çekip aldı. Onda sadece ışık verme ve parlama özelliklerini bıraktı.” 70Böylece ona bir tuzak kurmak istediler. Fakat biz onları, daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna soktuk. Allah, Nemrût ve kavmi üzerine sivri sinekleri gönderdi. Onlar, onların etlerini yediler, kanlarını içtiler. Bir sivrisinek de Nemrût'un beynine girdi ve onu öldürdü. 71Biz onu Lût'u kurtararak, içinde cümle âleme bereketler verdiğimiz ülkeye ulaştırdık. İbrâhîm'i ve Irak'taki kardeşi Hara'nm oğlu Lût'u kurtararak Şam topraklarına ve bereketlerine ulaştırdık. Peygamberlerin çoğunluğu oradandır. Ve dini eserleri oradan yeryüzüne yaymışlardır. Yeşilliği bol bir yerdir. Orada zenginin de fakirinde yaşaması güzeldir. Denildiki: “Yeryüzünde hiçbir tatlı su yoktur ki onun aslı Kudüs'teki Sahra (taş) dan kaynamasın” Rivâyet edildiğine göre o Filistin'e, Lût da Mu'tefike'ye yerleşti. Aralarında bir gün bir gecelik mesafe vardı. Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Hicretten sonra bir hicret daha olacak, insanların en hayırlısı, İbrâhîm'in göç ettiği yere gidenlerdir.” 72Ona (İbrâhîm) İshak'ı ve fazladan bir bağış olmak üzere Ya'kûb'u lütfettik. Her birini sâlih insanlar yaptık. Denildiki: (.......) , (.......) gibi mastardır. Ona benzer geçmiş bir fiil olmaksızın gelmiştir. Yani ona hibe olarak bağışlandık, demektir. Denildiki: “O Ya'kûb, onun oğlunun oğludur. O, oğul istemişti. Allah da ona verdi. Fazla olarak da istemeksizin Ya'kûb'u verdi.” (.......) kelimesi (.......) den hâldir. Onların her birini, yani İbrâhîm'i, İshak'ı, ve Ya'kûb'u dinde ve peygamberlikte sâlih insanlar kıldik. (.......) nm birinci mefuludur. (.......) ise ikinci mefulu dur. 73Onları emrimiz uyannca doğru yolu gösteren önderler yaptık ve kendilerine, hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik. Onlar, bize ibâdet eden kimselerdi. Onları, dinde kendilerine uyuları ve insanları vahyimizle hiadaye sevkeden imâmlar kıldık. Onlara bütün sâlih amelleri yapmayı vahyetti. Bunun aslı (.......) dir. Sonra (.......) olmuş, daha sonra da (.......) haline gelmiştir. Onlara namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyetti. Aslı (.......) dir. Ancak muzâfun ileyh (.......) dan bedel kılındı. Onlar putlara değil bize ibâdet eden kimselerdi. Ey Arap topluluğu, ey İbrâhîm'in çocukları, artık siz de bu hususta ona tabi olun. 74Lût'a gelince, ona da hüküm (hakimlik, peygamberlik, hüküm darlık) ve ilim verdik. Onu, çirkin işler yapmakta olan memleketten kurtardık. Zira onlar, gerçekten fena işler yapan kötü bir kavimdi. (.......) kelimesi (.......) nun açıkladığı bir fiille mensûb olmuştur. Ona hikmet ya da davalar arasını ayıracak hakimlik ya da peygamberlik ve ilim verdik. Hikmet; yapılması gereken iş demektir. Onu, homoseksüellik yapan, sesli yellenene ve yoldan geçenlere taşlarla ve daha başka şeylerle vuran Sodom halkından kurtardık. Çünkü onlar, Allah'a itaatten çıkmış, açıkça günah işleyen kötü bir kavimdi. 75Onu (Lût'u) rahmetimize kabul ettik. Çünkü o, sâlihlerden idi. Onu rahmetimize ehil olanlar arasına ya da cennete kabul ettik. Yani onun kavmini fesâdından dolayı helâk ettiğimiz gibi, kendisini de dürüstlüğünden dolayı rahmetimizle mükafatlarıdırdık. 76Daha önce Nûh da dua etmiş, biz onun duasmı kabul etmiştik. Böylece kendisini ve çevresini büyük sıkıntıdan kurtarmıştık. Bu zikredilenlerden önce kavminin helâki için dua eden Nûh'u hatır la. Onun duasına icabet etmiştik. Onu ve çocuklarından ve kavminden olan mü’minleri büyük sıkıntıdan, yani tufandan ve azgmların yalanlamasından kurtarmıştık. 77Onu, âyetlerimizi inkâr eden kavimden koruduk. Gerçekten onlar, fena bir kavim idi. Bu yüzden de topunu birden (suya) gark ettik. Onların ezasını ondan menettik. Küçük-büyük, kadın-erkek hepsini boğduk. 78Bir zaman Dâvud ve Süleyman, bir ekin konusunda hüküm veriyorlardı. Bir grup insanın koyun sürüsü, geceleyin başıboş bir vaziyette bu ekinin içine dağılıp ziyan vermişti. Biz onların hükmünü görüp bilmekte idik. (.......) Dâvud ve Süleyman'dan bedeldir. İkinci (.......) için zarftır. Hani Dâvud ve Süleyman ekin ya da üzüm hususunda hüküm veriyorlardı. Bir kavmin koyun sürüsü gece vakti girmiş, onları yemiş ifsat etmişti. (.......) Koyunların gece vakti çobansız yayılmaları, demektir. Biz onların hükmünü görüp bilmekte idik. “Onlar” la kastı, Dâvud (aleyhisselâm) Süleyman (aleyhisselâm) ve onlara davayı getirenlerdir. 79Böylece bunu (bu fetvayı) Süleyman'a biz anlatmıştık. Biz, onların herbirine hüküm (hükümdarlık, peygamberlik) ve ilim verdik. Teşbih eden dağları ve kuşları da Dâvud'a boyun eğdirdik. (Bunları) biz yaparız. Hükmü ya da fetvayı Süleyman'a bellettik. Bunda, doğrunun Süleyman (aleyhisselâm) ile olduğuna delil vardır. Kıssa şöyledir: “Koyun sürüsü, gece vakti, ekini, çobansız olarak otladı ve onu mahvetti. Bunun üzerine dava için Dâvud (aleyhisselâm) a müracaat ettiler. Dâvud, sürünün tarla sâhibine verilmesini hükmetti. Kıymetleri eşitti. Hatta sürünün kıymeti ekinin kıymetinden daha azdı. On bir yaşında olduğu haslde Süleyman (aleyhisselâm) “Bundan başka bir hüküm, iki grup içinde daha uygundur” dedi. Hükmetmesi için ona dönüldü: O “koyun sürüsünün tarla sahiplerine verilmesine ve onla rın o sürünün sütünden, yavrularından ve yününden faydalanmasına, tarlanın da sürü sahiplerine verilip sürünün telef ettiği günkü eski haline gelinceye kadar onu ıslah etmelerine ve sonra da onları birbirlerine geri vermelerine hükmetmiştir” Dâvud (aleyhisselâm) “Hüküm, senin hükmettiğindir” dedi ve bununla hükmedildi. Her iki hükümde onların içtihadı idi. Bu, onların şerî'atmdaydı. Bizim şerî'atımızda ise Ebû Hanîfe'ye ve ashâbına göre (Allah onlardan râzı olsun) gece olsun gündüz olsun, hayvanlarla on ları sevkeden biri olmadığı müddetçe tazmin gerekmez. Allah -kendisine rahmet etsin Şafiî'ye göre ise gece tazmin gereklidir. Cessas şöyle demiştir: “Tazmin ettiler, çünkü onları onlar gönderdi” Tazmin Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in şu hadisiyle nesh edilmiştir: “Hayvanın yaralanası hederdir” Mücahid şöyle demiştir “Bu sulh idi. Dâvudunki ise hüküm idi. Sulh ise daha hayırlıdır” Biz onların her birine yani Dâvud'a ve Süleyman'a peygamberlik ve onun gerektirdiği ma'rifet ilmini verdik. Dağları, teşbih eder oldukları hâlde Dâvud'a boyun eğdirdik. (.......) Hâldir. Teşbih eder oldukları hâlde demektir. Ya da yeni bir başlarıgıç cümlesidir. Sanki biri “Onların nasıl boyun eğdirdi?” diye sormuştur da ona, “Teşbih eder oldukları hâlde” diye cevap verilmiştir. (.......) üzerine atfedilmiştir. Ya da mefulu meahdır. Dağlar kuşlardan önce zikredilmiştir. Çünkü onların boyun eğdirilmesi ve teşbihi daha acaib ve daha garibitir. Ve bu mu'cizelerdendir. Çünkü o, cansız bir cisimdir. Rivâyet edildiğine göre, o teşbih ederek dağlara doğru gidiyordu. Onlar da ona karşılık veriyorlardı. “Her nereye giderse onunla gidiyorlardı” da denildi. Size göre acaib olsa da biz, peygamberlere bunun benzeri acaib işleri yapanz. 80Ona, savaş sıkıntılarınızdan sizi koruması için zırh yapmayı öğrettik. Artık şükredecek misiniz? (.......) Elbise demektir. Burada kastolunan ise zırhtır. Şamî ve Hafs'a göre (.......) dur. Yani zırh sanatım sizi koruması için öğrettik demektir. Ebû Bekir ve Hammad'a göre (.......) dur. Yani sizi korumamız için demektir. Diğerlerine göre ise (.......) dur. O zaman da mana koruması için demek olur ki bununla zırh da Allah'da anlaşılır. “Savaş sıkıntılarından” demek, düşmanınıza karşı yaptığınız savaşırı şiddetinden demektir. “Artık şükredecek misiniz?” Bu, emir manasına gelen sorudur. Yani “Bu hususta Allah'a şükredin” demektir. 81Süleyman'a da kasırga (gibi esen) rüzgârı (boyun eğdirdi) ki, Onun emriyle içinde bereketler yarattığımız yere doğru eserdi. Biz, her şeyi biliriz. (.......) hâldir. Yani şiddetle estiği hâlde demektir. Başka bir yerde “yumuşak esen, istediği gibi kolay esen” ile sıfatlamıştı. Çün kü o onun dilemesiyle esiyordu. Onun isteğine göre bazen sert, bazen de yumuşak bir şekilde esiyordu. Süleyman'ın emriyle nehirleri, ağaçları ve meyveleri bol olan bir yere, Şam'a doğru eserdi. Çünkü onun ikamet yeri burasıydı. Rüzgâr onu, dünyanın çeşitli yerlerinden oraya getiriyordu. Bizim ilmimiz her şeyi kuşatmıştır. Bu sebeple 3, bilgimizin gerektiği üzere bütün eşya üzerine esiyordu. 82Şeytanlar arasında da, onun için dalgıçlık eden ( ve inciler çıkaran) ve bundan başka işler görenler vardı. Biz onları gözetim altında tutuyorduk.” Şeytanlardan bir kısmını emrine verdik. Denizlerden inci ve daha başka şeyler çıkarmaları için onun emriyle onun adına dalıyorlardı. Dalmanın dışında da mihraplar ve saraylar bina ediyorlar, heykeller, tencereler ve kazanlar yapıyorlardı. Biz onları onun emrinden çıkmasmlar diye ya da onun emrini değiştirmesinler diye ya da boyun eğdirdikleri hususta herhangi bir fesâda meydan vermesinler diye gözetim altında tutuyorduk. 83Eyyûb'e gelince, o, Rabbine: “Başıma bu dert geldi. Sen merhametlilerin en merhametlisisin” diye niyaz etmişti. (.......) şekilde olursa “her şeyde zarar” demektir. (.......) şeklin de olursa “hastalık ve zayıflık gibi sadece bedende zarar” demektir. Duadaki en güzel şekilde budur. Önce rahmete muhtaç durumunu zikretti. İstediğim açık açık söylemedi. Sanki o şöyle demişti: “Sen merhamet etmeye ehilsin. Eyyub da merhamet olunmaya, ona merhamet et. Ondan ona dokunan zararı kaldır.” Enes (radıyallahü anh) ten rivâyet edildiğine göre: “O, namaza kalkamadığında zayıfliğindan haber vermiş, şikayet etmemişti. Kendisi hakkında'biz onu sabırlı bulduk. Ne iyi kuldur o” denilen kişi nasıl şikayet eder?” Denildiki “O, ona niyazın hazzından dolayı şikayette bulunmuştur. Zarar gördüğü için değil. Ona şikayet yakınlığın son haddidir. Ondan şikâyetin uzaklığın son haddi olduğu gibi.” 84Bunun üzerine biz, tarafımızdan bir rahmet ve kulluk edenler için bir hatıra olmak üzere onun davasını kabul ettik. Kendisinde dert ve sıkıntı olarak ne varsa giderdik ve ona aile efradını, ayrıca bunlarla birlikte bir mislini daha verdik. Rivâyet edildiğine göre Eyyub (aleyhisselâm) İbrâhîm (aleyhisselâm) ın oğlu İshak (aleyhisselâm) ın çocuklarındandı. Romalı idi. Yedi erkek, Yedi kız çocuğu vardı. Üç bin devesi, yedi bin koyunu ve beş yüz kölenin çalıştırdığı beş yüz çift öküzü vardı. Her kölenin bir kansı, bir çocuğu ve hurma ağacı vardı. Allah çocuklarını ve malını yok ederek, vücûduna da hastalık vererek onu imtihan etti. Bu on sekiz ya da on üç ya da on sene sürdü. Bir gün kansı ona “Azîz ve celil olan Allah'a dua etseydin?” dedi. O: “Bolluk ve refah içindeki hayatımız ne kadar sürmüştü?” diye sordu. Karısı: “Seksen yıl” diye cevap verdi. O: “Ben, musibet müddeti, bolluk ve refah müd detine ulaşmadıkça bu hususta Allah'tan İstemekten haya ederim” dedi Allah, ondan belayı kaldırdığında eski çocuklarını diriltti. Ve onlara bir o kadarını daha ekledi. (.......) mefulun lehtir. Bu olay, Eyyûb (aleyhisselâm) için bir rahmet, ibâdet edenler içinde bir öğüttür. Onun gibi sabretsinler de sevaba erdiği gibi sevaba ersinler. 85İsmâîl'i, İdrîs'i ve Zülkifi de (yad) et. Hepsi de sabreden kimselerdendi. İbrâhîm oğlu İsmai'i Âdem'in oğlu Şit'in oğlu İdrîs'i ve Zülkif de yad et. Zülkif Ilyas ya da Zekeriyya ya da Yuşa b. Nun'dur. Bununla isimlendi. Çünkü o, Allah tarafından bir paya sahipti. Kifl, pay demektir Bu zikredilenlerin her biri sabırla vasıflarıan kimselerdendi. 86Onları rahmetimize kabul ettik. Onlar, hakikaten iyi yaşayışlı kimselerdendi. Onlara peygamberliğimizi verdik. Ya da onları, âhirette nimete soktuk. Onlar sarihlerdendi. Yani onlar, dürüstlüklerine kötülük kirlerinin bulaşmadığı kimselerdendi. 87Zünnun (Yûnus'a) gelince, o, öfkeli bir hâlde geçip gitmişti. Bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihayet karan hklar içinde “Senden başka hiçbir tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum” diye niyaz etti. Balık sâhibini yad et. Nun, balık demektir. Ve ona izafe olunmuştur. (.......) hâldir. Yani kavimden ayrılarak demektir. Onlar üzerine azâbın inmesi korkusuyla onları terk etmesi onları kızdırdı. Rivâyet olunduğuna göre o, öğüt müddetinin uzun sürmesinden, onların öğüt almamasından ve küfürlerine devam etmelerinden dolayı kavminden usandı ve onları terk etti. Zannetti ki bü öfke ancak Allah için ve bu kin ancak küfür ve halkı için. Ona düşen sabretmek ve onları terketmekle ilgili izni Allahu Teâlâ'dan beklemekti. Bu sebepten dolayı baliğin karnına düşmek suretiyle musibete maruz kaldı. Bizim kendisini asla sıkıştırmayacağımızı mı sanmıştı. Rivâyet edildiğine göre İbn Abbâs (radıyallahü anh) bir gün Muâviye'nin yanına girdi. Muâviye: “Dün gece beni Kur'ân dalgaları dövdü, onlar arasında boğuldum, gittim. Kendim için senden başka da bir kurtarucu bulamadım” İbn Abbâs: “Nedir o Muâviye?” dedi. O da.âyeti okudu ve Allah'ın bir peygamberi, ona güç getirileceğinden şüpheye düşer mi? dedi. İbn Abbâs: “Bu kaderle ilgilidir, kudretle ilgili değil” dedi. Baliğin karnında şiddetli kesif bir karanlığın içerisinde niyaz etti. Bu “Allah onların nurunu giderdi. Onları karanlıklar içinde bıraktı” âyetinde olduğu gibidir. Ya da bu karanlıklar, gece karanlığı, deniz karanlığı ve baliğin karnının karanlığıdır. Gerçekten ben, bana izin vermeden önce kavmimden ayrılmakla nefsime zulmettim. Zalimlerden oldum. Hadis-i Şerifte: “Bu dua ile dua eden hiçbir kederli kimse yoktur ki onun duasına icabet olunmasın” buyurulmuştur. Rivâyete göre Hasen: “Vallahi, onu ancak nefsine karşı zulmettiği hususlardaki ikrarı kurtarmıştır” demiştir. 88Bunun üzerine onun davasmı kabul ettik ve onu kederden kurtardık. İşte biz, mü'minleri böyle kurtarırız. Onu zellenin verdiği kederden, korkudan ve yalnızlıktan kurtardı. Bize dua ettiklerinde ve bizden yardım dilediklerinde mü’minleri işte böyle kurtarırız. Şamî ve Ebû Bekir'e göre (.......) nunu cime idğamıyla (.......) şeklindedir. Bazılarına göre ise nun cime idğam olunmaz. Denildiki: “Bunun takdiri mü’minlerin kurtarılışı gibi kurtarırız” şeklindedir. (.......) yı hafifletmek için sakin kıldı. Fiili mastara isnat etti. Ve (.......) yi (.......)ile mensûb kıldı. Fakat orada, fâil yerine mefûl ile birlikte mastar getirilmiştir. Bu da câiz değildir. Çünkü bunda (.......) nin sakin kılınması ve onun babının zaruretten olması vardır.” Denildiki aslı (.......) dir. “kurtarma” dan gelmektedir. Bir araya gelen iki (.......) dan biri hazfedildiği gibi. (.......) da iki (.......) dan biri hazfedildiği gibi. 89Zekeriyya'yı da an. Hani o Rabbine şöyle niyaz etmişti: “Rabbim, beni yalnız bırakma. Sen varislerin en hayırhsısın.” Rabbinden kendisini, kendisine varis olarak bir çocukla rızıklarıdırmasmı ve kendisini tek olarak varissiz bırakmamasmı istemişti. Sonra da işini tam bir teslimiyetle Allah'a döndürdü. Ve sen varislerin en hayırlısısın, dedi. Yani “Beni, bana varis olacak biriyle nzMandırmazsan da buna aldırmam. Çünkü sen en hayırlı varissin, bakisin.” 90Biz onun da duasmı kabul ettik ve Yahya'yı verdik. Eşini de kendisi için (çocuk doğurmaya) elverişli kıldık. Onlar (bütün bu peygamberler) hayır işlerinde koşuşurlar, umarak ve korkarak bize yalvarırlardı. Onlar, bize derin daygı duyarlardı. Eşini de kısırlıktan sonra doğurmaya elverişli kıldık. Ya da onu güzel ahlâklı eyledik, demektir. Çünkü o kötü ahlâkü idi. Zikredilne bu pey garhberler hayır işlerinde koşuşurlardı. Yani onlar, hayır kapılarına koştuklarında ve o hayır işleri yapmaya koşuştuklarından dolayı dualarına icabet olunmaya hak kazandılar. Onlar bize umarak ve korkarak yalvanrlardı. “Âhiretten korkar ve Rabbînin rahmetini umar” âyetinde olduğu gibi. (.......) Hâl makamında mastardırlar. Ya da mefulun lehdirler. Yani “Bize rağbetlerinde ve bizden korkularından dolayı” demektir. Onlar bize karşı korkarak saygı duyarlardı. 91Irzını iffetle korumuş olan (Meryem'i de) an. Biz, ona ruhumuzdan üfledik. Onu ve oğlunu, cümle âlem için ibret kıldık. Irzım helâlden ve haramdan korumuş olan Meryem'i de an. Biz ona Mesih'in ruhunu üfledik. Ya da Cebrâîl'e emrettik de o, onun elbisesinin araliğindan üfürdü. Bu üfürme sebebiyle onun karnında Îsa'yı var ettik. Ruhun Allah'u Teâlâ'ya izafe edilmesi, Îsa (aleyhisselâm) nın şerefini artırmak içindir. Onu ve oğlunu cümle âleme ibret kıldık. (.......) ikinci mefuldur. Burada “İbret” dedi. “Geceyi ve gün düzü iki âyet kıldık” âyetinde olduğu gibi o ikisini (.......) şeklinde iki âyet, iki ayrı ibret kıldık, demedi. Çünkü o ikisinin hâli, birlikte tek bir ayettir, tek bir ibrettir. O da onun erkeksiz doğurmasıdır. Ve bu atfolunanın mefulu olur. (.......) şeklinde okuyanların kırâati de buna delalet etmektedir. 92Hakikaten bu, bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir. Ben de sizin Rabbinizim. Öyleyse bana kulluk edin. Ümmet; millet demektir. Bu, İslâm milletine işarettir. Bu, bütün peygamberlerin milletidir. (.......) hâldir. Yani tekleşmiş, parçalanmamış olarak demektir. Amile, ismi işaret delalet etmektedir. Yani İslâm milleti onlarla olmanız gereken millettir. Ondan ayrılmayın. Ona ihtilafa düşmemiş tek millet olarak işaret olunmuştur. Ben de sizin Rabbinizim. Sizi ihtiyarımla terbiye ettim. O hâlde şükür ve övgü için bana ibâdet edin. Burada hitap tüm insanlığadır. 93(İnsanlar) kendi aralarında (din ve hüküm) işlerinin birliğini bozdular. Halbuki hepsi bize döneceklerdir. Sözün aslı “bozdunuz” dur. Ancak iltifat yoluyla sözü gayba sarf etti. Mana “Aralarında dini işleri bozdular ve gruplar, hizipler haline geldiler” demektir. Sonra da onları “Bu muhalif grubların hepsi bize döneceklerde onları amellerine göre cezâlarıdıracağız” diyerek tehdit etti. 94Bu durumda her kim, mü’min olarak iyi davranışlar yaparsa, onun çabasını görmezlikten gelmek olmaz. Zira biz onu yazmaktayız. Her kim imanın gerektirdiği şeylere inananrak sâlih amellerden bir şey işlerse onun bu çabası reddedilmez, makbuldür, karşılık görecektir. Küfran; Sevabtan marum kalma manasında kullanılmıştır. Şükrün, sevabın verilmesi manasında kullanıldığı gibi. Daha belip olsun diye cinsin olumsuzluğunu olumsuzladı. Muhakkak ki biz, o çabayı yazmaktayız. Yani, onu, bizim emrimizle hafaza melekleri amel defterlerine yazmaktadırlar. Biz de onu onunla karşılayacağız. 95Helâk ettiğimiz bir beldeye, artık (iyi davranış ve makbul çaba) haramdır. Çünkü onlar tekrar (hayata) dönmezler. (.......) Hafs ve Halefin dışındaki Kufelilere göre (.......) şeklindedir. Bu ikisi, vezin itibanyla benzer, mana itibanyla zıt oldukları (.......) ve (.......) gibi iki ayrı lügattirler. Buradaki haramdan kasıt, var olması mümkün olmayan şeydir. Helâk edilenlerin dirilişle Allah'a dönmemeleri mümkün değildir. Ya da helâk edilmelerini takdir ettiğimiz ya da helâk edilmelerine hükmettiğimiz beldeye daha önce zikri geçen Âyetteki sâlih ameli ve reddedilmeyen, kabul olunan çabayı işlemek mümkün değildir. Çünkü onlar küfürden İslâm'a dönmezler. 96Nihayet Ye'cüc ve Me'cüc (setleri) açıldığı ve onlar her tepeden akın ettiği zaman. (.......) kendisinden sonra sözün hikâye edildiği kelimedir. Hikâye edilen söz de şart ve cezâdan oluşun cümledir. Ye'cüc ve Me'cüc'un şeddi açıldığında. Burada muzaf olan (.......) kelimesi hazfedilmiştir. Yukanda (.......) in muzafı hazfedildiği gibi, Şamî'ye göre (.......) şeklindedir. Ye'cüc ve Me'cüc, insan cinsinden olan iki kabiledir. Denildiğine göre insanların onda dokuzu Ye'cüc ve Me'cüc'dür. “Onlar” mah şere sevkedilen insanlardır. Set açıldığında dışan çıkan Ye'cüc ve Mecüc oldukları da söylendi. 97Ve gerçek vaad (ölüm, kıyamet) yaklaşırıca, birden, inkâr edenlerin gözleri donakalır. Yazıklar olsun, bize (derler) Gerçekten biz, bu durumdan habersizmişiz. Hatta biz zâlim kimselermişiz. (.......) , (.......) nin cevâbıdır. (.......) deki (.......) izaıi mûfâcee'dir. Cevap cümlelerinde bulunur. “Birden onların ümitleri kesilir” âyetinde olduğu gibi. (.......) yerine de geçer. (.......) onunla birlikte gelirse şartı cezâya bağlamak için yardımlaşırlar, tekit ederler. (.......) ya da “Birden o diler” denirse her ikisi de doğru olur. (.......) o “gözlerin” açıldığı ve tefsîr ettiği kapalı bir zamîrdi'- Birden inkâr edenlerin gözleri donakalır. Yani göz kapakları açılır. Bulundukları korkulu durumdan dolayı onları kırpamazlar. “Yazıklar olsun bize” sözü, hafzedilmiş bir fiille taallûk eder. Onun da takdiri (.......) derler dir. (.......) fiili de “İnkâr edenler” den hâldir. Gerçekten biz bugünden habersizdik. Meğer biz ibâdeti layık olmayanlara yaptığımızdan dolayı zalimlermişiz. 98Siz ve Allah'ın dışında taptığınız şeyler cehennem odunusunuz. Siz oraya gireceksiniz. Allah'tan başka taptığınız şeyler, putlardır, şeytandır ve yardımcılarıdır. Çünkü onların onlara tabi olup izlerini takip etmeleri ibâdet hükmündedir (.......) odun demektir. (.......) şeklinde de okunmuştur. Eğer onlar, birer tanrı olsalardı oraya (cehenneme) girmezlerdi. Halbuki hepsi (tapanlar da tapılanlar da) orada ebedî kalacaklardı. 99Eğer onlar zannettiğiniz gibi tanrı olsalardı, ateşe girmezlerdi. Tapan da tapıları da her biri ebedî olarak orada kalacaklar. Orada onlara inim inim inlemek düşer. Yine onlar orada (hiçbirşeyi haber) duymazlar. 100O kâfirler için orada inleme ve ağlama vardır. Onlar orada hiçbir şey işitmezler. Çünkü onlar sağır olmuşlardır. İşitmekte bir nevi ünsiyet vardır. Bu sebebten onlara verilmemiştir. 101Tarafımızdan kendilerine güzel akıbet takdir edilmiş olanlara gelince, işte bunlar cehennemden uzak tutulurlar. (.......) kelimesinin müennesidir. Mutluluk ya da sevapla müjdelemek ya da taat yapmaya muvaffak kılınmak demektir, güzellikteki en üstün haslettir. Bu âyet, İbn Zebarî'nin sözüne cevap olarak inmiştir. Resûlüllah (s.av.) Kureyş eşrafına: “Siz ve Allah'tan başka taptıklarınız cehenneme odunusunuz” âyetini okuduğunda o “Yahûdîler Üzeyr'e, Hıristiyanlar Îsa'ya ve Banı Melik de (müslümanları kastediyor) meleklere ibâdet etmiyorlar mı ? “demişti. Halbuki “İbadet ettikleri” sözü onları içine almıyordu. Çünkü (.......) akılsızlar için kullanılan bir kelimedir. Ancak onlar inatçı kimselerdi. Bu sebeple açıklama genişletildi. Ve “Onlar, yani Uzeyr, Îsa ve me lekler cehennemden uzaktırlar” denildi. Çünkü onlar hiçbir zaman kendilerine ibâdet edilmesine râzı olmadılar. Denildiki: “Tarafımızdan kendile tine güzellik takdir ve tayin edilmiş olanlar” sözüyle bütün mü’minler kastedilmiştir. Rivâyet edildiğine göre Ali (radıyallahü anh) bu âyeti okudu ve şöyle dedi “Ben onlardanım. Ebû Bekir, Ömer, Osman, Talha, Zübyer, Sad ve Abdurrahmân b. Avfda onlardandır” Allah'ın rahmet üzerine olsun Cüneyt şöyle demiştir: “Başlarıgıçta tarafımızdan kendilerine yardım takdir olundu. Sonuçta da onlarda velayet zuhur etti.” 102Onun uğultusunu duymazlar. Canlarınm çektiği (nimetler) içinde ebedî kalırlar. Helâk edici sesini duymazlar ve alevlerinin hareketini görmezler. Bu ifade onların, ondan son derece uzak olacaklarını bildirmektedir. Yani ona yaklaşmazlar. Hatta ne onun sesini ne de içinde bulunan kişilerin sesini işitmezler. Onlar, canlarının çektği nimetler içinde ebedî kalırlar. Şehvet, nefsin lezzeti istemesidir. 103En büyük dehşet dahi onları tasalarıdırmaz. Melekler kendilerini şöyle karşılar: “İşte bu, size vaad edilmiş olan (mutlu) gününüzdür.” Son üfürüş dahi onları tasalarıdırmaz. Melekler, onları cennet kapıla nnda tebrik ederek karşılar ve onlara “İşte bu, size vaad edilen gününüzdür” derler. Yani “Bu, dünyada iken Rabbinizin size vaad ettiği sevap vaktidir” derler. 104(Düşün o) günü ki, kitapların tomarlarını dürer gibi göğü toplayıp düreriz. Tıpkı ilk yaratmaya başladığımız zaman ki gibi onu yine iade ederiz. (Bu) üzerimize aldığımız bir vaad oldu. Biz, (vaad ettiğimizi) yaparız. (.......) nin amili (.......) yâ da (.......) dur. Yezid'e göre (.......)dir. Onun dürülmesi, yıldızlarının dürülmesi ve izlerinin yok edilmesidir. Ya da o yayılmanın zıddıdır. Onu toplarız ve kitapların sahifelerini dürer gibi düreriz. Hamza, Ali ve Hafs'a göre (.......) dir. Yazılanlar, yani içine birçok mananın yazıldığı şey demektir. Diğer lerine göre ise (.......) dir. Yani yazı için tomarların dürüldüğü gibi ya da İçine yazıları şey demektir. Çünkü (.......) gibi mastardır. Daha sonradan yazılanlar için kullanılmaya başlandı. Denildiki: “Sicil, Âdemoğlunun kitaplarını kendisine yükseltildiğinde düren melektir” Yine onun Resulullah (s.av.) in katibi olduğu da söylendi. Kitap ise, üzerine yazılı sayfadır. (.......) faile muzaftır. Birinci manaya göre mefulu muzaftır. (.......) deki (.......) gizli bir fiille mensûbtur, takdiri ise “onu iade ederiz” şeklinde (.......) ismi mevsuldur. Yani iadesine başladığımızda olduğu gibi onu iade ederiz, demektir. (.......) nm zarfıdır. Yani yaratılanların ilki demektir. Ya da lafızdan düşen ama mana da sabit olan ismi mevsulun zamîrinden hâldir. Yaratmanın başlarıgıcı, onun vücûda getirilmesidir. Yani onu ilk olarak var ettiği gibi ikinci olarak da tekrarlar, demektir. Kudret, her ikisine de eşit olarak şamil olduğundan , iadeyi başlarıgıca benzeterek yapar. (.......) kelimesinin belirsiz olarak kullanılması senin şu sözüne benzer “O bana gelen ilk adamdır” bununla “O bana gelen adamların ilkidir” manasını kasdediyörsun Fakat sen onları tek tek ayırmak için onu, tekil ve bilinmeyen biri olarak zikrettin. Aynı şekilde (.......) in manasT mahlûkatın ilkleri şeklindedir. Çünkü (.......) cemi' kılınmayan mastardır. (.......) tekit için bir mastarfi dır. Çünkü (.......) sözü iadeye hazırlıktır. Bu üzerimize aldığımız değişmez bir sözdür. Şüphesiz ki biz, bu vadi mutlaka gerçekleştireceğiz. Onun için ona hazırlanın. Ve korkulu durumlardan kurtulmak için sâlih ameller işleyin. 105Andolsun ki Zikir'den sonra Zebûr'da da “Yeryüzüne iyi kullarını varis olacaktır” diye yazmıştık. Zebûr, Dâvud, (aleyhisselâm) gönderilen kitaptır. Yeryüzünden masksat Şam'dır. Hamza'ya göre (.......) deki sakindir. Diğerlerine göre ise fetha iledir. Sâlih kullar, Ümmet-i Muhammed'dir. Zebûr, (.......) yazıları şey” yani peygamberlere kitaplardan indirilen şey demektir. Zikir ise, kitabın anasıdır. Yani Levh-i Mahfûzdur. Çünkü hepsi ondan alınmıştır. Delili de Hamza ve Halefin bunu, çoğul şekilde (.......) olarak okuma larıdır. Arz (yeryüzü) dan maksat cennet yurdudur. 106İşte bunda (bize) kulluk eden bir kavim için bir mesaj vardır. İşte bu Kur'anda ya da bu sûrelerde zikrolunan haberlerde, vaadler de, tehditlerde ve öğütlerde yeterli bir mesaj vardır. (.......) nin aslı, öncü askerlerin kendisiyle ulaştığı şeydir, kulluk eden kullar, muvahhitlerdir. Onlar da Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ümmetidirler. 107(Rasûlüm) Biz, seni, ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) “Muhakkak ki ben gönderilmiş bir rahmetim” buyurmuşlardır. O âlemlere gönderilmiş bir rahmettir. Çünkü o ona tabi olurlarsa kendilerini saadece ulaştıracak şeyi getirmiştir. Tabi olmayan ise ondaki nasihatini kendisi kaybetmiştir. Denildiki: “O, mü’minlere, dünya ve âhirette rahmetti. Kâfirlere ise azâbın geciktirilmesi şekliyle sadece dünyada rahmettir” Yine şöyle denildi: “O, azâbın geciktirilmesi suretlerin değiştirilmesi ve yere batini mak gibi cezâlarar karşı dünyada mü'min ve kâfirler için rahmettir.” 108Deki: Bana sadece, sizin ilâhınızın ancak bir tek Allah olduğu vahyedildi. Hâla müslüman olmayacak mısınız? (.......) hükmü, bir şey üzerine tahsis etmek ya da bir şeyi hüküm üzerine tahsis etmek içindir. Misal “Zeyd ayakta duruyor” (başka bir şey yapmıyor) ve “Zeyd ayakta duruyor” (başkası değil) (.......) ismi mevsul olur. Hâla müslüman olmayacak mısınız? cümlesindeki soru emir manasınadır. Yani “Müslüman olun” demektir. 109Eğer yüz çevirirlerse, artık deki: “Bana emrolunan eşitlik esasına dayanarak size açıkladım. Ben artık size bildinlen şeyin yalan mı yoksa uzak mı olduğunu bümiyorum.” Eğer İslâm'dan yüz çevirirlerse deki: “Emrolunduğum şeyi size bildirdim” (.......) Hâldir. Yani “Onun bildirilmesi hususunda hiçbirinize özel muamele yapmadım. Eşit bir şekilde açıkladım” demektir. Bunda Batıniye mezhebinin baül olduğuna dair delil vardır. Kıyamet gününü ne zaman olacağım bilmiyorum. Çnükü Allah'u Teâlâ, beni, ona muttali kılmadı. Ancak ben kesin olarak onun olacağını bilmiyorum. Ya da eğer îman etmezseniz azâbın size ne zaman ineceğini bilmiyorum, demektir. 110Şüphesiz ki o, sözün açığım da bilir, gizlediklerim de bilir. O herşeyi bilir. İslâmî hususlarda bana karşı gösterdiğiniz açık itirazları da bilir. Müslümanlara karşı kalpleriniz de sakladığınız kinleri de bilir. O sizi ona göre cezâlarıdıracaktır. 111Bilmiyorum, belki de o (azâbın ertelenmesi) sizi denemek ve bir zamana kadar sizi yaşatıp barmdırmak içindir. Bilmiyorum, belki de sizden dünyada iken azâbın geciktirilmesi nasıl amel edeceğinizin görülmesi içincür. Ve bu, sizi size karşı delil olsun diye ölüme kadar faydalarıdırmak içindir. 112(Allahın Resûlü) “Rabbim (aramızda) hak ile hükmet. Rabbimiz çok merhamet edendir. Sizin anlattıklarınıza karşı yardımı umularıdır” dedi. Ya Rabbi, bizimle Mekke halkı arasında adaletle hükmet. Ya da onlar, müstehak oldukları azap ile hükmet. Onları sevme ve onların işlerini zorlaştır. Onları, Mudan sıkıştırdığın gibi sıkıştır. Hafs'a göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in sözünün hikâyesi olarak (.......) şeklindedir. Yezid (.......) şeklinde okumuştur. Zeyd de Ya'kûb'un (.......) şeklinde rivâyet etmiştir. Rabbimiz, mahlûkatınâ karşı merhametlidir. Yardım ondan istenir. İbni Zevkan'dan rivâyet edildiğine göre (.......) iledir. Onlar, durumu, olduğundan başka bir şekilde nitelendiriyorlardı. Onlar, kuvvet ve zaferin kendilerine âit olmasını istiyorlardı. Ama Allah, onların bu arzusunu boşa çıkardı, emellerini sıfırladı. Resûlüllahne ve mü'minlere yardım etti. Kâfirleri başanz kıldı. O, nitelendirdiklerine karşı kendisinden yardım istenendir. |
﴾ 0 ﴿