HACC SÛRESİ

Bu sûre Mekke'de nâzil olmuştur; 78 ayettir.

1

Ey insanlar, Rabbinizden korkun. Çünkü kıyamet vakinin depremi müthiş bir şeydir.

Âdemoğullarına takva ile emretti. Sonra da onun, onlar üzerine gerekliliğini kıyameti zikrederek ve onu en korkunç bir sıfatla vasfederek açıkladı. Kıyamet vaktinin depremi büyük bir şeydir. Basiret gözleriyle şu vasfa bir baksınlar ve onu akıUanyla düşünsünler. Ta ki nefislerine acı smlar. Rablerinin kendilerine emrettiğine uyarak nefislerini bu tehlikeden koruyacak takva elbisesini giysinler ve bu günün şiddetine karşı nefislerine merhamet etsinler. Deprem, şiddetli sallama ve yerinden kopanp atma demektir. Depremin kıyamete muzaf kılınması, mastann failine muzaf kılınmasıdır. Sanki mecazı hükmi olarak yeryüzünü sallayan odur. Ya da zarfa muzaf kılınmıştır. Çünkü o, “Bilâkis gece ve gündüzün dönüşü... âyetinde olduğu gibi onda meydana gelmektedir. Onun vakti, kıyamet gününde olur. Ya da güneşin batıdan doğuşu esnasında. Burada delil yoktur. Çünkü bu onun var olduğu esnadaki ismidir.

2

Onu gördüğünüz gün, her emzikli kadm emzirdiğinden vazgeçer. Her gebe kadın çocuğunu düşürür. İnsanları da sarhoş bir hâlde görürsün. Halbuki onlar sarhoş değildirler. Fakat Allah'ın azâbı çok dehşetlidir.

(.......) , (.......) fiiliyle mensûb olmuştur. O depremi ya da kıyameti gördüğünüz gün, her emzikli kadm emzirmeyi ya da emzirdiği çocuğu unutur.

(.......) gaflet demektir. Bu korkunç olayı meydana geldiğinde çocuğun kadının memesini emdiği ve karşılaştığı olayın dehşetinden dolayı kadının, memesini çocuğun ağzından çekip çıkardığı anlaşılsın diye (.......) (emziren kadm) şeklinde ifade edildi. Çünkü emziren kadm, emzirme esnasında çocuğun, memesini ağzına aldığı kadındır. (.......) ise, vasfedildiği esnada emzirrhese de emzikli kadındır. Her gebe kadın da vakti gelmeden önce çocuğunu düşürür.

Rivâyet olunduğuna göre Hasen şöyle demiştir: “Emziren kadın, ço cuğundan, çocuğu doğmadan gâfil kalır. Hamile kadın da karnındakini tamamen olmadan düşürür” Ey bakan kişi, insanları, teşbih üzere, ululuk örtüsüyle, yücelik saltanatını ve büyüklük sarayını gördüklerinden dolayı sarhoş bir hâlde görürsün. Hatta peygamber bile bu zamanda nefsî nefsî derler. Gerçekte onlar sarhoş değildirler. Fakat Allah'ın azâbı çok şiddetlidir. Onların akıllanın gideren, temyiz kabiliyetlerini uçuran ve onları, kendi aklıyla sarhoşluğa giden kimsenin haline döndüren Allah'ın azâbının korkusudur. Rivâyet edildiğine göre Hasen şöyle demiştir: “İnsanları korkudan dolayı sarhoş bir hâlde görürsün. Onlar içmekten dolayı sarhoş olmamışlardır.” Hamza ve Ali'ye göre her iki (.......) imale iledir. O, (.......) daki (.......) gibidir. Rivâyet olunduğuna göre bu iki âyet, Beni Muşta lik Savaşı gecesinde nâzil olmuştur. Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) o ikisini okudu da bu geceden daha çok ağlayan görülmedi.

3

İnsanlardan, bilgisi olmaksızın Allah hakkında tartışmaya giren ve her inatçı şeytana uyan bir takım kimseler vardır.

İnsanlardan, bilgisi olmadığı hâlde Allah'ın dini hususunda tartışma ya giren ve bu hususta her inatçı şeytana uyan bir takım kimseler vardır.

(.......) Hâldir. Bu âyet, Nadr b. Haris hakkında inmiştir. O, tartışarak, melekler Allah'ın kızlarıdır, Kur'ân geçmişlerin hikâyeleridir, Allah çürümüş kimseleri diriltmeye kâdir değildir, gibi sözler sarfediyordu. Ya da bu, din hususunda hevasıyla mücadele eden herkese şamildir.

(.......) kötülük hususunda devamlı olarak haddi aşandır. (.......) den sonra vakıf yoktur. Çünkü ondan sonrası onun sıfatıdır.

4

O (şeytan) hakkında şöyle yazılmıştır. Kim ona boyun eğerse muhakkak ki bu (şeytan) onu saptıracak ve alevli ateşin azâbına sürükleyecektir.

Şeytan hakkında şöyle hükmedilmiştir: “Kim onu takip ederse onu, doğru yoldan saptırır ve onu ateş azâbına götürür” Zeccâc şöyle demiştir: (.......) daki (.......) atıf içindir. (.......) tekit için tekrarlanmıştır. Ebû Ali bunu kabul etmemiş ve şöyle demiştir. Eğer (.......) şart içinse (.......) şartın cezâsı için gelmiştir. (.......) manasına ise (.......) mübtedanın haberi üzerine gelmiştir.

Takdiri ise “İş onun onu saptırmasıdır” şeklindedir. Atıf ve tekit birincisinin bitmesinden sonra- olur” Mana şöyledir: “Şeytan hakkında, ona tabi olanları saptırması ve onları ateşe götürmesi yazıldı” Daha sonra dirilişi inkâr edene karşı delil getirdi, şöyle dedi:

5

Ey insanlar! Eğer yeniden dirilmekten, şüphede iseniz, şunu bilin ki, biz, sizi, topraktan, sonra nutfeden, sonra alakadan, sonra hilkati belli belirsiz bir lokma et parçasındah yarattık. Sonra (kudretimizi) açıkça gösterelim diye dilediğimizi bir süreye kadar rahîmlerde bekletiriz. Sonra sizi bir bebek olarak dışarı çıkarırız. Sonra güçlü çağınıza ulaşmanız için (sizi büyütürüz) içinizden İtimi vefat eder. Yine içinizden kimi de ömrünün en verimsiz çapma kadar götürülür. Ta ki her şeyi bilen bir kimse olduktan sonra bir şey bilmez hale gelsin. Sen, yeryüzünü de kupkuru ve ölü bir hâlde görürsün. Fakat biz, üzerine yağmur indirdiğimizde o, kıpırdar, kabarır ve her çeşitten iç açıcı bitkiler verir.

Ey insanlar, eğer diriliş hususunda şüphedeyseniz kendi yaratılışını za bakmanız şüphenizi giderecektir. Başlarıgıçta toprak ve su idiniz. Dirilişi inkâr etmenizin sebebi de ancak mahlûkatın toprağa ve suya dönüşmesidir. Sizin babanızı topraktan yarattık. Sonra sizi spermden, sonra embriyodan, sonra da biçimlenmiş ve biçimlenmemiş bir çiğnem et parçasından yarattık. Biçimlenmiş, noksandan ve ayıptan uzak pürüzsüz olandır. Sanki Allah'u Teâlâ bir çiğnem et parçasını farklı farklı yaratıyor. Onlardan bir kısminin yaratılışı tam ve ayıplardan salimdir. Bir kısmı da bunun tam tersidir. Bu farklılık sonucu, insanların, yaratılışları, şekilleri, uzunlukları, kısalıkları kusurlu ya da kusursuz oluşları değişmektedir. Biz, gücümüzün ve hikmetimizin üstünlüğünü gösterelim diye, sizi hâlde hale, yaratılıştan yaratılışa naklettik. Çünkü insanı, önce topraktan, sonra spremden yaratmaya güç getiren -ki toprak ile su arasında hiçbir münasebet yoktur - sonra spermi embriyoya, embriyoyu çiğnemlik et parçasına, kemiğe çeviren, onu, tekrar baştan yaratmaya kâdirdir.

Mufaddal'ın dışındakilere göre (.......) vakıftan sonra başlarıgıç cümlesi olmak üzere merfûdur.

Yani “Biz tutarız, bekletiriz” demektir. Dilediğimizi belirli doğum süresine kadar rahîmlerde tutarız. Dilemediğimizi de rahîmler düşürür. Sonra sizi rahîmden bebek olarak çıkarırız.

(.......) hâldir. Bununla cins kastedilmiştir. Bu sebeple çoğul kılınmamıştır. Ya da bununla “sonra sizden her birini bebek olarak çıkarmışız” manası kastedilmiştir. Sonra gücünüze ve aklî olgunluğunuza erişme niz için sizi terbiye ederiz (.......) tekili kullanılmayan çoğul lafızlardandır.

Sizden kimileri güç ve olgunluğa ulaştığında veya ondan önce veya ondan sonra vefat eder. Kimileri de ömrün en kötü çağına, ihtiyarlığa ve bunama devresine kadar götürülür. Ta ki bildikten sonra hiçbirşey bilmez hale gelsin. Ya da ilimden istifade edemesin ve bildiği şeyleri unutsun. Daha sonra diriliş hakkında başka bir delil zikretti ve şöyle dedi: yeri, ölü ve kuru bir hâlde görürsün.

Onun üzerine suyu indirdiğimizde nebatla harekete geçer ve kabarır (.......) şeklinde okuduğunda “artar, yükselir” manasına gelmektedir. Ve her çeşitten, bakanlara mutluluk veren güzel bir bitkiler bitirir.

6

Bu böyledir. Çünkü Allah hakkın ta kendisidir. O, ölüleri diriltir. Yine o her şeye hakkıyla kâdirdir.

(.......) mübtedadır. Haberi (.......) dur.

Yani Âdem oğlunun yaratılması, yeryüzünün diriltilmesi ve bu dirilişin kendi içinde barındırdığı çeşitli hikmetlerle ilgili zikrettiklerimiz, onunla meydana gelmiştir. O da varlığı sabit olan Allah'tır. O, yeryüzünü dirilttiği gibi ölüleri de diriltir. O, herşeye gücü yetendir.

7

Kendisinde şüphe olmayan kıyamet vakti de gelecek. Allah, kabirlerdeki kimseleri diriltip kaldıracaktır.

O, hikmet sâhibidir. Verdiği sözden caymaz. O kıyameti ve dirilişi vaad etmiştir. Vaad ettiği şeyi elbette yerine getirecektir.

8

İnsanlardan kimi, bilmeden, ne bir yol göstereni, ne de aydınlatıcı bir kitabı olmadan Allah hakkmda tartışır.

İnsanlardan bir kısmı, zaruri bilgiye, doğru bilgiye ulaştıracak aklî düşünceye ve aydınlatıcı vahye sahip olmadan Allah'ın sıfatları, hususun da tartışırlar. Onu olduğu gibi değil, başka bir şekilde vasfederler. İlim, insana bu üç yoldan biriyle gelmektedir. Bu âyet Ebû Cehil hakkmda inmiştir.

9

Allah'ın yolundan şaşırtmak için boynunu öteye döndürecek (kabara kabara tartışmasını sürdürür) dünyada onun için bir kepaze lik vardır. Kıyamet günü de ona yaygın azâbını tattıracağız.

(.......) hâldir.

Yani Allaha itaatten boynunu kibirle çevirerek” demektir. Hasen'dan (.......) şeklinde rivâyet edilmiştir.

Yani “başkasına karşı iyiliğini meneden” demektir. (.......) (saptırmak için) mücadelenin sebebidir. Mekkî ve Ebû Amra göre (.......) şeklindedir.

10

İşte bu, iki elinle yapıp gönderdiklerinden (dünyada işlediklerin yüzündendir) denilir. Elbette Allah, kullarına haksızlık edici değildir.

Dünya ve âhiretteki azâbın sebebi, nefsinin inkârı ve yalanlamasıdır. Nefis yerine el zikredildi. Çünkü el, işleme aletidir. Şüphesiz ki Allah, kullara zulmedici değildir. Hiçkimseyi suçsuz yere ya da başkasının suçundan dolayı cezâlarıdırmaz.

(.......) , (.......) üzerine atıftır.

Yani (.......) demektir.

(.......) kelimesini, çoğul bir kelimeyle birlikte olduğundan dolayı -ki o da (.......) dir -mübalağa sigasıyla zikretti. Çünkü onun çirkinliğini bildiği ve ona muhtaç olmadığı hâlde ondan az bir zulmün meydana gelmesi bizdeki çok gibidir.

11

İnsanlardan kimi, Allaha yalnız bir yönden ibâdet eder. Şöyle ki kendisine bir iyilik dokunursa buna pek memnun olur, bir de musibete uğrartsa çehresi değişir (dini kötüleyerek ondan yüz çevirir) o, dünyada da âhirette de ziyana uğramıştır. İşte bu apaçık ziyanın ta kendisidir.

İnsanlardan kimi, dinin ortasından ya da kalbinden değil, kenarından köşesinden ibâdet eder. Bu, onların dinleri hususunda huzur ve sükûnet içersinde değil, endişe ve ıstırap içersinde olduklarını ifade etmektedir.

(.......) hâldir. Istırap içersinde olduğu hâlde, demektir.

Vücûdu sağlıklı ve geçimi de rahat olursa, ona isabet eden bu hayırlı ya da dinle huzura kavuşur ve Allah'a ibâdet eder. Ve eğer vücûdu hastalanır geçimi de zorlaşırsa yüzüstü döner. Dinini bırakır, küfre döner. Bu bir yönden savaşan şu asker gibidir. Zaferi ve ganimeti hissettiğinde sebat eder, dayanır. Değilse kaçar, gider.

Dediler ki: “Bu âyet Medine'ye muhacir olarak gelen bedeviler hakkında inmiştir. Onlardan biri vücûdu sağlam olduğunda, atı sıhhatli bir tay doğurduğunda, karısı sıhhatli bir erkek çocuk doğurduğunda, mal ve hayvanları arttığında: ben, bu dine girdiğimden beri hayırdan başka bir şey görmedim'der ve bu dinde karar kılar. Şayet iş bunun tam tersi olursa o zaman da: kötülükten başka bir şey görmedim'der ve dininden döner.

(.......) haldi. Başına (.......)takdir olunmuştur- Delili de ruhun ve Zeyd'in (.......) şeklinde kırâatleridir.

Hüsran: dünyada, öldürülmekle, âhirette ise, ebedî olarak cehenneme girmekle olur. Dünya ve amretin kaybı hiç kimseye kapalı kalmayan apaçık bir ziyandır.

12

O Allah'ı bırakıp kendisine ne faydası, ne de zararı dokunacak şeylere yalvarır. Bu (haktan) uzak olan sapıkliğin ta kendisidir.

Allah'tan başka putlara yalvanr. O dinden döndükten sonra böyle yapar. Ona ibâdet etmezse kendisine zarar vermez, ibâdet etse fayda vermez. Doğrudan uzak olan sapma budur.

13

O, zararı, faydasından daha yakın olana yalvarır. O ne kötü bir yardımcı ve ne kötü bir dosttur.

Burada bir sorun var. O da; Allah'u Teâlâ bu âyetten önce putlardan fayda ve zarar gelmeyeceğini bildirmişti. Burada ise, onların fayda ve zararı olacağım bildirmektedir? Cevap, mana tam olarak anlaşılırsa bu vehmin gideceği şeklindedir. Çünkü Allah'u Teâlâ, kâfiri, fayda ve zarar vermeyen cansız bir şeye, kendisine fayda vereceğini inanarak ibâdet etmesinden dolayı akılsızlıkla niteledi. Kıyamet gününde kâfir, putlardan dolayı hak ettiği zararı gördüğünde ve onların şefâat hakkının olmadığını gördüğünce yalvararak ve bağırarak şöyle der: “Zararı faydasından daha yakın olan ne kötü bir yardımcı ve ne kötü bir arkadaştır.”

(.......) kelimesini tekrarladı. Sanki o, önce “O, Allah'tan başkası na, fayda ve zarar vermeyene dua ediyor, yalvarıyor” diyor. Sonra da: “Ma'bût olması yönüyle, zararı şefâatçi olması yönüyle faydasından daha yakındır” diyor.

14

Muhakkakki Allah, îman edip iyi davranışta bulunan kimse leri, zemininden ırmaklar akan cennetlere kabul eder. Şüphesiz ki Allah, istediği şeyi yapar.

Bu vaad, her haliyle Allah'a ibâdet edenler içindir. Bazı hallerde ibâdet edenler için değildir.

15

Kim Allah'ın dünyada ve âhirette kendisine yardım etmeyeceğini sanıyorsa öfkesini gidermek için göğe bir sebeple uzansın. Sonra (ayaklarını yerden) kessin de baksın, bu çaresi, öfkelendiği şeyi giderebilecek mi?

Şüphesiz ki Allah, dünya ve âhirette Resûlünün yardımcısıdır. Onunla hasımlarından kim, bundan başkasına inanırsa evinin tavanına bir ip uzatsın, sonra da onunla boğulsun. îhtinak, kesmek olarak adlarıdırılmıştır. Çünkü boğuları, nefes borusunu tutmak suretiyle, nefesini kesiyor.

Basrî ve Şamî'ye göre (.......) şeklindedir. Bu çaresi, o öfkelendiği kişiyi giderebilecek mi? Ya da (.......) mastariyyedir. “öfkesini” demek tir.

Yani düşünsün bakalım, eğer o bunu yaparsa Allah'ın yardımı o öfkelendiği kişiyi giderebilecek mi? Onun fiili, alay olsun diye, (.......) tuzak olarak adlarıdırılmıştrr. Çünkü o, onunla haset ettiğine tuzak kurmadı, kendi nefsine kurdu. Murat şudur, onun elinde olan ancak öfkelendiğini götürememektir.

16

İşte böylece biz, o Kur'ân'ı* açık seçik âyetler hâlinde indirdik. Gerçek şu ki Allah, dilediği kimseyi doğru yola sevkeder.

İşte bütün Kur'ân bu şekilde, açık açık âyetler hâlinde indirildi. Şüphesiz ki Allah, dilediğine hidâyet eder. Çünkü Allah, onunla îman edeceklerini bildiklerine hidâyet eder. Ya da îman edenleri sabit kadem kılar ve onların hidâyetlerini artırır. Aynı şekilde onu beyan edilmiş olarak indirdi.

17

Mü’minlere, Yahûdîler, sabitler, hıristiyanlar, mecusiler ve müşrik olanlara gelince, muhakkak ki Allah, bunlar arasında kıyamet gününde hükmünü verir. Çünkü Allah, herşeyi hakkıyla bilendir.

Denildiki: “Dinler beş tanedir. Dördü şeytan için, biri rahmân içindir Sâbiîler, Hıristiyanların bir çeşididir. Altıncı grubu teşkil etmezler kıyamet gününde Allah, aralarında, hallerine ve konumlarına göre hükm eder. Onları tek bir cezâyla cezâlarıdırmaz. Ve onları tek bir yerde toplamaz. “

(.......) nun haberi (.......) dur. Senin “Zeyd, babası ayakta olandır” sözünde olduğu gibi.

Muhakkak ki Allah, herşeyi bilen ve muhafaza edendir. Artık herkes inancına, sözüne ve filine bir baksın. Bu, en çok bir tehdittir.

18

Görmedin mi ki, göklerde olanlar ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah'a secde ediyor. Birçoğunun üzerinde de azap hak olmuştur. Allah, kimi, hor ve hakir kılarsa, artık onda ikramda bulunacak bir kimse yoktur. Şüphesiz Allah dilediğini yapar.

Ey Resûlüm Muhammed, gözle görmeye eş değer de olan bir ilimle bilmedin mi ki, göklerde olanlar, yerde olanlar, güneş ve a, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların çoğu Allah'a secde ediyorlar. Denildiki: “Hepsi ona secde eder. Fakat biz onların teşbihlerine vakıf olamadığımız gibi buna da vakıf olamıyoruz.” Zira Allah'u Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Hiçbir şey yoktur ki onu hamdıyla tesbih etmesin. Fakat siz, onların teşbihini anlamazsınız. Denildiki: “Mükellef olmayanlarda Allah'ın fiilleri ve planlaması meydana geldiği için bu, mükellef olanların ona karşı boyun eğerek yaptıkları secdeye benzetilmiştir. İnsanların çoğu, ona taat ve ibâdet secdesi yaparlar.”

Ya da (.......) başlarıgıç olmak üzere merfûdur. (.......) onun sıfatıdır. Haberi ise hazfedilmiştir. O da “sevaba nail olmuşlardır” şeklin dedir. Buna (.......) sözü delalet etmektedir.

Yani bir çoğunun üzerine küfründen ve secde etmekten kaçınmasından dolayı azap hak olmuştur.

Allah kimi bedbaht kılarak alçaltursa ona saadeti vererek ikramda bulunacak kimse yoktur. Şüphesiz ki Allah, ikram, tahkir ve sair hususlarda dilediğini yapar. Bu âyetin ve ondan öncesinin zahiri, Mu'tezile'nin sözünü yalanlamaktadır. O, “dilediğini yapar” dediği hâlde onlar “O eşyayı diledi ama yapmadı” demektedirler.

19

Şu iki grup, Rableri hakkında çekişen iki hasımdır. İmdi, inkâr edenler için ateşten bir elbise biçilmiştir. Onların başlarının üstünden kaynar su dökülecektir.

Yani şu iki grup hasım demektir. (.......) sıfattır. Onunla grup kelimesi sıfatlanmıştır. (.......) mana içindir. (.......) ise lafız içindir.

Bununla kastolunanlar mü'minler ve kâfirlerdir.

İbni Abbâs (radıyallahü anh) şöyle demiştir: “Bu, zikri geçen dinlerin mensuplarına döner. Mü’minler bir hasım, diğer beşi de diğer hasımdır. Şu iki grup Rablerinin dini ve sıfatları hususunda çekişen iki hasımdır. Sonra her hasmın cezâsını ve mükafatını beyan etti. İnkâr edenlere ateşten bir elbise biçilmiştir. Bu da “Şüphesiz ki Allah, kıyamet gününde onların arasını ayırır” sözüyle ifade edilen mana düşmanliğinın ayrılmasını ifade etmektedir. Sanki Allah, elbiselik kumaşırı biçildiği gibi, onların cüsse lerini örtecek uygun ateşleri onlar için takdir etmiştir. Burada geçmiş zaman lâfzı seçilmiştir. Çünkü bu, olacak bir şeydir, kaçışı yoktur. Dolayısıyla tahakkuk etmiş, sabit olmuş demektir, başlarının üzerinden kaynar sular dökülecektir.”

Basrî'ye göre (.......) deki (.......) ve (.......) kesrelidir. Hamza Ali ve Halefe göre dammelidir. Diğerlerine göre ise (.......) kesreli, (.......) dam melidir. (.......) , kaynar su demektir. İbni Abbâs (radıyallahü anh) tan rivâyet edildiğine göre şöyle demiştir: “Eğer ondan dünya dağları üzerine bir damla düşseydi, onları eritirdi.”

20

Bununla, kannlarının içindeki (organlar) ve derileri eritilecektir.

Bu kaynar su onların bağırsaklarını ve iç organlarını, derilerini erittiği gibi eritir. Hülasa vücûdun dışına da içine de tesir eder.

21

(Ayrıca) onlar için demir kamçılar da vardır.

Bu kamçılar, onlara mahsustur. Onlarla dövülürler.

22

Istırapdan dolayı oradan çıkma gayretlerinin her defasına, oraya geri döndürülürler ve (onlara) “Tadın bu azâbı” denir.

(.......) Harf-i cerrin tekran sebebiyle (.......) dan bedeli iştimaldir. Ya da (.......) niyetin başlarıgıcı içindir. İkincisi ise “den dolayı, sebebinden” manasınadır.

Yani karşılaştıkları ısti'rabtan dolayı ateşten çıkışı her istediklerinde çıkarlar ve kamçılarla oraya geri döndürülürler.

Hasen'a göre çıkışın manası şudur: “Ateş, onlara alevleriyle vurur. Onları en üstlere çıkarır. Sonra da kamçılarla vurulurlar da onun içinde yetmiş yıl aşağı düşerler.” Burada kastolunan onların ateşin merkezine döndürülmeleridir. Onlara yangın azâbını tadın denir. Yangın ateşi; yok etme gücü büyük, yayılmış kaba bir ateştir. Sonra diğer hasmın mükafatını zikretti, şöyle dedi:

23

Muhakkak ki Allah, îman edip iyi davranışta bulunanları, zeminiden ırmaklar akan cennetlere kabul eder. Bunlar orada, altın bileziklerle ve incilerle bezenirler. Orada giyecekleri ise ipektir.

(.......) (bilezikler) kelimesi (.......) ın çoğulu (.......) kelimeşinin çoğuludur. (.......) Medenî, Âsim ve Ali'e göre mensûbtur. incilerle bezenirler, demektir. Diğerleri (.......) e atfen mecrûr okumuş lardır. Ebû Bekir ve Hammad da.(.......) kelimesini, Kur'ân’ın her yerin de birinci hemzenin terkiyle okumuşlardır.

24

Sözün en güzeline ve çok çok övülenin (Allah'ın) yoluna iletilmişlerdir.

Onlar, dünyada kelime-i tevhide ve Allah'ın yoluna yani İslam'a yönlenchnlrmşlerdir. Ya da Allah onları âhirette yönlendirir. Ve “Vaadini doğrulayan Allaha hamdolsun” demelerini onlara ilham eder. Ve onları cennet yoluna iletir. Hamid, her lisanla övülen Allah'tır.

25

İnkâr edenler, Allah'ın yolundan ve gerek yerli, gerek dışarıdan gelen bütün insanlar için ibâdet yeri yaptığımız Mescid-i Harâm” dan (insanları) alıkoymaya kalkanlar (bilsinler ki) kim orada (böyle) zulüm ile haktan sapmak isterse, ona acı azâbı tattırırız.

Allah’ın yolundan alıkoyanlar” İslam’a girmekten menedenler demektir. (.......) nün failinden hâldir.

Yani alıkoydukları hâlde demektir.

Onların alıkoyması, devamlı olarak kesintisizdir, demektir. “Falarıca fakirlere iyilik yapar” sözünde olduğu gibi. Bu sözle onun iyiliklerinin şimdiki ve gelecekteki devamlıliği kastedilmektedir. Gerek yerli, gerekse dışarıdan gelen bütün insanlar için eşit seviye de ayırmadan ibâdet yeri yaptığımız Mescidi Haram'dan ve ona girmekten menediyorlar. Mescid-i Harâm'la Mekke kastediliyorsa bunda Mekke arazisinin satılma yacağma dair delil vardır. Eğer bununla Kâ'be kastediliyorsa o zaman mana “Onun bütün insanların kıblesi olduğu” şeklinde olacaktır.

(.......) Hafs'a göre mensûbtur. (.......) nun ikinci mefuludur.

Yani onu eşit seviyede kıldık demektir. (.......) Mekke'de ikamet etmeyenlerdir. Mekkî'ye göre (.......) iledir. Ebû Amr ona vasıl hâlinde iştirak etmiştir. Diğerlerine göre haber olarak merfûdur. Mübteda sonradan gelmiştir.

Yani yerlilerle, dışarıdan gelenler eşittir, demektir.

(.......) cümlesi ikinci mefuldur. (.......) hâldir. Kim o Mescid-i Harâm'da zulüm ile haktan sapmak isterse ona, âhirette acı azâbı tattıracağız. (.......) aynı manaya gelen iki hâldirler. (.......) in mefulu, düşünülebilecek bütün manaları kapsaması için terk edilmiştir. Sanki o, kim orada doğru yoldan uzak zâlim bir istekte bulunursa” demiştir. (.......) doğru yoldan sapmak demektir.

(.......) in haberi, şartın cevabının ona delaletinden dolayı hazfedilmiştir. Takdiri ise, “İnkâr edenlere ve Mescid-i Harâm'dan alıkoyanlara acı azâbı tattıracağız., onlardan kim orada günah işlerse o da aynı şekilde cezâlarıdırılacaktır” demektir.

26

Bir zamanlar İbrâhîm'e Beytullah’ın yerini hazırlamış ve (ona şöyle demiştik): “Bana hiçbir şeyi eş tutma. Tavaf edenler, ayakta ibâdet edenler, rükû ve secdeye varanlar için evimi temiz tut.

“Ya Muhammed! Kâ'be'nin yerini, İbrâhîm'e, binayı kurmak ve ibâdet yapmak için merkez kıldığımızı bir hatırla” Kâ'be kırmızı yakuttandı ve tufan günlerinde gökyüzüne kaldırıldı. Allah'u Teâlâ onun yerini gönderdiği bir rüzgâr ile bildirdi. O rüzgar gelmiş ve Kâ'be'nin yerini süpürmüştü. Onu, eski temeli üzerine kurdu.

Ona diyerek” mukadder sözünü açıklamak için gelmiştir. Bana hiçbirşeyi ortak koşma, evimi, tavaf edenler, Mekke'de ikamet edenler ve namaz kılanlar için putlardan ve pisliklerden temizle.

(.......) deki (.......) Medenî ve Hafs'a göre fetha iledir.

(.......) kelimeleri (.......) (rükû eden) ve (.......) (secde eden) kelimelerinin çoğuludur.

27

İnsanlar içinde haccı ilân et. Yaya olarak veya uzak yollardan gelen yorgun develer üzerinde sana gelsinler.

Hac kuvvetli bir maksada yönelik derin bir niyyettir. Rivâyet edildiğine göre o Ebû Kubeys Tepesine çıkmış ve: “Ey insanlar! Rabbinizin evini haccediniz” diye nida etmiştir. Hac edecekleri takdir olunan sulblerdeki ve rahîmlerdeki her bir kişi için onun bu çağrışma: “Lebbeyk Allahumme lebbeyk” (Buyur Allahım buyur, emret) diye cevap vermişlerdir. Hasen'dan rivâyet edildiğine göre o: “Bu, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) a hitaptır. Bunu ona, Veda haccında yapmasını emretti” demiştir, birincisi daha sağlamdır. Emrin cevabı ise “Sana yaya olarak ve yorgun develer üzerinde gelsinler” dir.

(.......) (yaya) nm çoğuludur. (.......) (ayakta duran) ve (.......) da olduğu gibi. (.......) hâldir. (.......) üzerine atıftır. Sanki o yaya ve süvari olarak demiştir. (.......) zayıf deve demektir.

Hadisi şerifler de varit olduğu üzere yayanın faziletini göstermek için yayayı süvariden önce zikretmiştir. (.......) nin sıfatıdır. Çünkü o, cemi' manasındadır. Abdullah, yaya ve süvarilere sıfat olarak (.......) şeklinde okumuştur.

Muhammed b. Yasin anlatıyor: “Tavaf esnasında bir ihtiyar bana: “Nerelisin?” diye sordu. “Horosanlıyım” dedim. “Sizinle Kâ'be arasında ne kadar mesafe var?” diye sordu, “İki ya da üç aylık mesafe” dedim. “Siz Kâ'be'nin komşularısınız” dedi. “Ya sen nereden geldin?” diye sordum. “Beş yıllık mesafeden” dedi. çıktım. Gençtim. Koku süründüm ve “vallahi güzel taat ve gerçek muhabbet budur” dedim. Bunun üzerine şöyle dedi:

“Dilediğini ziyaret et, uzak olsa da

Önüne engeller, manialar çıksa da

Elbette ki engeller seni menetmez

Çünkü seven sevdiğini çok çok ziyaret eder.”

28

Ki kendileri için bir takım faydalara tanık olsunlar ve (Allah'ın) kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine belli günlerde (onları kurban ederken) Allah'ın ismini ansınlar. Onlardan yeyin, sıkıntı içinde bulunan fakirlere de yedirin.

(.......) daki (.......) e ya da (.......) ye taallûk etmektedir. “Tanık olsunlar diye” demektir. (.......) kelimesini nekra kıldı.

Çünkü burada, başka ibâdetlerde bulunmayan ve sadece bu ibâdete mahsus olan dini ve dünyevi faydaları kastetti. Çünkü namaz ve oruç gibi ibâdetler, bedene yönelik olarak, zekât gibi ibâdetler mala yönelik olarak meşru kılındı. Hac ise her ikisini de içine almaktadır. Çünkü onda yük taşımak, korku çekmek, sebepleri dışlamak, arkadaşlardan uzaklaşmak, vatanı terketmek, çocuklardan ve dostlardan aynlmak vardır. Ayrıca onda seni dünyadan beka alemine göçtüğünde karşılaşacağı şeylere telmih vardır. Çünkü hacı bir sahraya girdiğinde orada ancak ihtiyacı kadar kalır. Ancak kendi azığından yer. Aynı şekilde kişi, hayat kıyısından ölüm denizine dalsa ona ancak dünya hayatında iken âhireti için hazırladığı şeyler fayda verir. Yalnızlığa ancak devam ettiği virtler sayesinde alışır.

İhrama girenin yıkanması, hazırlanması, dikişsiz elbise giymesi ve koku sürünmesi, onu yıkamak, teçhiz etmek, kafurla kokulamak ve dikişsiz kefen sarmak için teneşire uzatacak kişinin gelişi için bir aynadır. Sonra ihramlı saçı başı dağınık, şaşkın bir hâlde olur. Aynı şekilde haşır günü, kabirden, kalbi yanık, ümitsiz, şaşkın bir şekilde çıkar. Hacıların arafattaki ümit ve korku içindeki vakfeleri, korkarak ve umarak yaptıkla-n niyazları, aralarında kabul görenlerin ve görmeyenlerin oluşu, Arasat meydanını andırmaktadır. Onun izni olmaksızın hiç kimse konuşmaz.

Onlardan bir kısmı bedbaht, diğer bir kısmı da hoşbahttır. Akşam vakti Müzdelife'ye iniş ise, Mahkeme-i Kübra'da davaların görülmesi için gidiş gibidir. Mina, günahkann, şefâatçilerin şefâati için durdurulduk ları yer gibidir. Başırı traş edilmesi ve temizlenme, ilâhi rahmet sayesinde günahlardan annma gibidir. İçine girenin eziyet edilmekten ve öldürülmekten emin olduğu Beytü'l-Haram, içine girenin ölümden ve yok olmaktan salim olduğu cennetin bir örneğidir. Ayrıca Kâ'be, çöl tehlikeleriyle kuşatıldığı gibi, cennett nefsin hoşuna gitmeyen şeylerle kuşatılmıştır.

Haşir günü, kavuşmayı arzulayarak çöl tehlikelerine geçenlere merhaba, Allah'ın, kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belli günlerde Allah'ın ismini ansınlar. Belli günler, Allah'ın rahmeti üzerine olsun. Ebû Hanîfe'ye göre Zilhiccenin on günüdür. Sonuncusu günde kurban, günüdür. Bu, İbni Abbâs (radıyallahü anh)’in sözüdür. Müfessirlerin çoğunluğuna ve Ebû Hanîfe'nin iki talebesine göre ise o günler, kurban günleridir. Bu da, İbn Ömer (radıyallahü anh)’in sözüdür. Âyetin zahiri ikinci görüşü teyit etmektedir.

Behime; Karada ve denizde yşayan dört ayaklı hayvanlarla ilgili belirsiz bir kelimedir. Onu En'am kelimesiyle açıkladı. Onlar da deve, sığır, koyun ve keçidir. Onların etlerinden yiyin, sıkıntıya düşmüş fakirlere de yedirin. Emir, ibahe içindir.

Yani onların etlerinden yiyebilirsiniz demektir. Nâfile olan kurbandan, temettü ve kıran haccının kurbanından yemek câizdir. Çünkü hac kurbanı, normal kurbana benzer. Ama diğer hediye kurbanlarından (kesenin) yemesi câiz değildir.

29

Sonra kirlerini gidersinler, adaklarını yerine getirsinler ve o eski evi (Kâ'be'yi) tavaf etsinler.

Sonra kirlerini izale etsinler. Nıfteveyh'de bunu demiştir, denildiki “Kirlerin giderilmesinde maksat, bıyıkların kesilmesi, tırnakların kesilmesi, koltukaltı ve kasıkların temizlenmesidir.”

(.......) pislik demektir, burada kastolunan, pisliğin giderilmesidir.

İbn Ömer ve İbn Abbâs (radıyallahü anh) “Kaza-i tefs, bütün hacc mensaikidir” demişlerdir.

“Adaklarını yerine getirsinler” Yâni haccm gereklerini yerine getirsinler, demektir. Çünkü Araplar, üzerlerine gerekli olan bir işi yapanlar için o işi adamasa da “adağını yerine getirdi” derler. Ya da mana, hacları esnasında yapacaklarını adadıkları iyi işleri yerine getirsinler, demektir.

(.......) de (.......) sakindir. Ebû Bekir'e göre şeddeli olarak (.......) şeklindedir.

Tavafı ziyaret yapsınlar. Çünkü o, haccm rüknüdür, ihramdan çıkmak onunla tamamlanır. İbni Ayaş ve Ebû Amr dışındakilere göre fiillerin başındaki üç lam sakindir. Atik, eski demektir, çünkü o, insanlar için kurulmuş ilk evdir. Onu, Âdem (aleyhisselâm) bina etti, sonra da İbrâhîm (aleyhisselâm) yeniledi. Ya da atik, şerefli demektir. Ya da kurtulmak, âzat olmak demektir. Nitekim bağlarından kurtulduğunda “at kurtuldu” denir. Kölelik zilletinden çıkıp hürriyet şerefine ulaştığında köle için de “kurtuldu, âzat oldu” denir. Ya da o batmaktan kurtarılmıştır. Çünkü o, tufan zamanı, göklere yükseltilmişti. Ya da zalimlerin tasallutuna düşmekten kurtarılmıştır.

Nice zahiriler, onu yıkmak için harekete geçtiler. Ancak, Allah onları menetti. Ya da mülk edinilmekten kurtarılmıştır. Çünkü o, hiçbir zaman mülk haline gelmedi. Hüzün ve istek kapladığında onu arzulayan, mesafeler, merhaleler kateder. Kendine, ölüm yollarını, yurt eyler. Kâ'be'yi gördüğünde ise teselli değil, ancak iştiyakı artar. Hacerü'l-Esved'i selâmlamakla gönlünün ateşi soğumaz sadece artar. Üzüntüsü onu, kalbi yanığa döndürür. Ve onu, onun etrafında döndürür de döndürür.

Ziyaret tavafı, haccm üç farzının sonuncusudur. Birincisi ihramdır. İhram giymek, hac vâciblerinin sorumluluğunu yüklenmek demektir. Bu, onda, yapılması sakıncalı olan şeyleri yapmakla terkedilmesi yönüyle İslam'ın ipine sanlmaya benziyor. İslâm akdi, günah çokluğuyla bozulma dığı gibi, binlerce günah da bir tevbeyle kalkar. İkincisi, arafatta gözyaşları içinde Allaha niyaz edip yalvararak ayrıca ameller ve hallere güveni samimiyetle terk ederek yapılan vakfedir.

30

İşte böyle. Her kim, Allah'ın emir ve yasaklarına saygı gösterirse, bu Rabbinin katında kendisi için daha hayırlıdır. (Dinde haram olduğu) size okunanların dışında kalan hayvanlar size helâl kılındı. O hâlde, pislikten, putlardan sakının. Yalan sözden sakının.

(.......) Haberdir. Mübteda hazfedilmiştir.

Yani “İş böyledir” demektir. Ya da takdiri “Bunu yapsınlar” şeklindedir.

Hurumât; çiğnenmesi helâl olmayan şeylerdir. Ayrıca Allah'ın hac menâsiki ve diğerleri gibi farz kıldığı şeylerdir. Bütün bu tekliflerin, umumi olma ihtimali olduğu gibi, sadece hacca taallûk eden hususlara mahsus olması ihtimali de vardır. Denildiki: Allah'ın hurumâtı, Bey tu'l-Haram, Meşari'l-Haram, haram ay, haram belde ve Mecsid-i Haramdır. O saygı, Rabbi katında kendisi için daha hayırlıdır. Saygının manası, dik kate alınmasının, korunmasının ve gereklerinin yapılmasının vâcib olduğunun bilinmesidir. Size, âyet olarak haram olduğu okunanların dışında kalan bütün hayvanlar helâl kılındı. Bu da “size leş... haram kılındı” aye tidir.”

Mana şudur: “Muhakkak ki Allah'u Teâlâ, size, kitabında beyan ettiklerinin dışındaki bütün hayvanları helâl kılmıştır. Onun sınırlarını muhafaza edin. Bazılarının behire1 ve benzerlerini haram kıldıkları gibi helâl kılınan bir şeyi haram kılmayın. Boynuzlanmış ve kendi kendine ölmüş hayvanı yemeyi helâl kıldıkları gibi haram kılınan şeyleri de helâl kılmayın. Allah, hurumatına saygı gösterilmesine teşvik ettikten sonra putlardan ve yalan sözden kaçınılmasını “o pis putlardan ve yalan söz? den kaçının” sözüyle emretmiştir. Çünkü onlar, haramların en büyükleri ve en tehlikelileridir.”

“Putlardan” sözü “pis (pislik)kelimesini açıklamak için gelmiştir. Çünkü pislik bir çok manayı içine alan kapalı bir kelimedir. Sanki şöyle denildi: “Putların ta kendisi olan pislikten sakın” Putlar, teşbih yoluyla pislik olarak adlarıdırılmışlardır.

Yani, -siz tabiatınız gereği pislikten nefret ettiğiniz gibi, onlardan da nefret edin, demektir. Şirk ile yalan sözü bir araya getirdi.

(.......) (Yalan söz) yalan söylemek, iftira etmek ya da yalancı şâhitlik yapmaktır. (.......) sapmak, meyletmek demektir. Şirk de onun bir şubesidir. Çünkü müşrik, putların ibâdet edilmeye layık olduğuna inanır.

31

Allaha ortak koşmadan, halis olarak onu birleyenler olun. Kim Allaha ortak koşarsa sanki o, gökten düşüp parçalanmışta kendisini kuşlar kapmış, yahut rüzgar, onu, uzak bir yere sürüklemiş gibidir.

(.......) , (.......) gibi hâldir. Kim Allaha şirk koşarsa, sanki o, gökten yere düşmüş de kuşlar kendisini süratle kapmış ya da rüzgar onu, aşağı doğru uzak bir yere sürüklemiş gibidir. Medeni'ye göre (.......) , (.......) şeklindedir. Bunun, mürekkep bir teşbih olması da muvaffak bir teşbih olması da câizdir.

Mürekkep bir teşbih olursa sanki şöyle demiş olur: “Kim Allah'a şirk koşarsa nefsini öyle helâk etmiştir ki başkasının o şekilde tasvir edilmesi mümkün değildir” O da “Sanki o gökten düşmüş de onu kuşlar kapmış, kuşların kursaklarında parçalara ayrılmıştır. Ya da o, rüzgârın şiddetle esip tehlikeli mekânlara sürüklediği biridir” Mufarrak bir teşbih olursa, o zaman da imâm, yüksekliği hususunda göğe, Allah'a şirk koşanı, gökten düşene, helâk edici arzuları, kapıcı kuşlara, delalete düşüren şeytanı, tehlikeli bölgelere doğru eserek sürükleyen rüzgâra benzetmiştir.

32

İşte böyle. Kim Allah’ın nişanlarına saygı gösterirse, bu, kalplerin takvasındandır.

İş böyledir. Nişanlar, kurbanlardır. Çünkü onlar, haccm alâmetidirler. Nişanlara saygı ise, onların cüsseli, güzel, besili ve pahalı olanlarından seçmektedir. Onlara saygı göstermek, takva sahiplerinin işlerindendir. İzafetler hazfedildi. Yalnızca kalpler zikredildi. Çünkü onlar, takvanın merkezidir.

33

Onlarda sizin için belli bir süreye kadar bir takım faydalar vardır. Sonra varacakları yer, eski ev (Kâ'be) ye kadardır, (orada kurban edilirler)

Onlarda sizin için onları boğazlaymcaya kadar, ihtiyaç esnasında binmek ve zaruret hâlinde sütünden içmek gibi bir takım faydalar vardı. Sonra onların kesiminin vâcib vakti, Kâ'be'ye varma vaktidir. Burada kastedilen, Kâ'be hükmünde olan haram bölgede kesilmedir. Zira haram bölge, Kâ'be'nin çevresidir. Onun genişlikteki misali, senin “Şehre vardım” sözündeki gibidir. Halbuki sen ancak onun smınna varmışsın. Denildiki: “Nişanlar, menâsikin bütünüdür. Onlara saygı, o menâsiki tamamlamaktır. Onların vakti ise Kâ'be'ye geldikleri andır.”

34

Biz her ümmete hayvan cinsinden kendilerine rızık olarak verdilerimiz üzerine Allah'ın ismini ansınlar diye kurban kesmeyi gerekli laldık. İmdi ilâhınız, bir tek ilâhtır. Öyle ise ona teslim olun.

Sizden önceki inanan her topluluğa, hayvan cinsinden kendilerine rızık olarak verdiğimiz üzerine, kesim esnasında başkalannın ismini değil, Allah'ın ismini ansınlar diye kurban kesmeyi gerekli kıldık.

Ali ve Hamza'ya göre (.......) deki (.......) kesrelidir. Kurban yeri manasına gelir. Diğerlerine göre mastar olarak fethalıdır. Kan akıtmak ve kurbanları boğazlamak manasına gelir.

İlâhınız bir tek ilâhtır.

Yani kesim üzerine sadece Allah'ın ismini anın. Çünkü ilâhınız bir tek ilâhtır. Bunda, Allah'ın admm zikredilmesinin kesim şartı olduğuna dair delil vardır.

Yani, Allah her ümmete kendisi için kurban kesmelerini emretmiştir.

Yani, yaklaşma niyetiyle onun için boğazlamalarını emretmiştir. Bunda illeti, onun isminin zikredilmesi olarak kıldı. Onun isimleri, kurbanları pak kılmış, temizlemiştir. Ona teslim olun.

Yani zikri, özellikle ona yapın. Onu, şirk koşmak suretiyle kirletmeksizin tertemiz bir şekilde ona âit kılın. Allah'ın zikriyle tatmin olanları ya da saygıyla tevazu gösterenleri müjdele.

(.......) kelimesinden gelmektedir. Bir yere yerleşmek, orayı vatan eylemek demektir, rivâyete göre İbn Abbâs (radıyallahü anh) “Onlar zulmetmezler, zulme uğrasalar mağlup olmazlar” demiştir. Denildiki: “Onun tefsiri, bir sonrasıdır.”

35

Onlar öyle kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer, başlarına gelene sabrederler, namazı kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden (Allah için) harcarlar.

Onlar öyle kimselerdir ki Allah'ın ismi anıldığında kalpleri korkarak titrer, başlarına gelen zorluk ve musibetlere karşı sabrederler, namazı vaktinde kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden tasadduk ederler.

36

Biz, büyük baş hayvanları da sizin için Allah'ın (dininin) işaretlerinden kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Şu hâlde onlar, ayakları üzerine dururken üzerlerine Allah'ın ismini anınız (ve kurban ediniz) Yan üstü yere düştüklerinde ise, artık (canı çıkmış olacağından) onlardan hem kendiniz yiyin, hem de ihtiyacını gizleyen-gizlemeyen fakirlere yedirin. İşte bu hayvanları biz, şükredesiniz diye sizin istifadenize verdik.

(.......) nın çoğuludur. Cüssesinin büyüklüğünden dolayı bu şekilde isimlendirilmiştir. Şerî'at ıstılahında deve ve sığın içine alır.

Merfû' olarak da okunmuştur. İfade şekli (.......) âyetinde olduğu gibidir.

Büyük baş hayvanları sizin için Allah'ın vazettiği şerî'atın alâmetlerinden kıldı. Onların isminin Allah'ın ismine izafe edilmesi, onları yüceltmek içindir.

(.......) nin ikinci mefuludur. Onlarda sizin için hayır vardır. Dünyada iken onlardan istifade edersiniz, âhirette de sevaba nail olursunuz. Ön ve arka ayaklarını şıra hâlinde yere basmış durumda oldukları hâlde onları keserken üzerlerine Allah'ın ismini anın.

(.......) den hâldir. (.......) yere düşmesidir.

(.......) (duvar öyle bir yıkıldı ki) sözünde gelmektedir.

Manası, kesildikten sonra yanları üzerine düştüklerinde ve hareketleri sükûnete erdiğinde dilerseniz onlardan yiyin, demektir.

Boyun eğerek ve kısmetine râzı olarak isteyendir.”

Ona boyun eğdi, râzı oldu” dan gelmektedir. (.......) ise sana nefsini gösteren, ama ona mani olup istemeyendir. Denildiki: (.......) yamndaki şeylere ve istemeden verilenlere râzı olandır.

kanaat etti” den gelmektedir. (.......)ise iste yendir.

İşte bu şekilde onları, onları kesmenizi mrettiğimiz gibi size boyun eğdirdik. Ya da o “Böyledir, kim Allah'ın hükümlerine saygı gösterirse” âyetinde olduğu gibidir. Sonra baştan aldı ve “Onları, size boyun eğdirdik” dedi.

Yani kuvvetli olmalarına ve cüsselerinin büyüklüğüne rağmen kesebilmeniz için onları, size, boyun eğdirdik, demektir. Bunu, Allah'ın size olan ihsanlarına karşı şükredesiniz diye yaptık.

37

Onların ne etleri ne de kanları Allah'a ulaşır. Fakat ona sadece sizin takvanız ulaşır. Sizi hidâyete erdirdiğinden dolayı Allah'ı büyük tanımanız için o, bu hayvanları böylece sizin istifadenize verdi. (Ey Resûlüm Muhammed) güzel davrananları müjdele!

Allah, etleri ve kanları kabul etmez. Takvayı kabul eder. Ya da tasadduk edilen etler ve boğazlamak suretiyle akıtıları kan elbette Allah'ın nzasma ulaştırmaz. Kastolunan etlerin ve kanın sahipleridir. Mana, kurban kesenler ve infak edenler, Rablerini, ancak niyet ve ihlasa dikkat ederek, takvanın da şartlarını yerine getirerek râzı ederler. Denildi ki “câhiliyye halkı, deveyi kestiklerinde kanı, Kâ'be'nin etrafına serperler ve onu kanla pisletirlerdi. Müslümanlar, haccettiklerinde bunu yapmak istediler” İşte o sırada bu âyet indi. Sizi, kendisine irşat ettiğimizden dolayı kesim anında Allah'ı anmanız ya da Allah'a tazim göstermeniz için büyükbaş hayvanları, size, bu şekilde boyun eğdirdik. Emirlerine bağlananları sevapla müjdele.

38

Allah îman edenleri korur. Şu da muhakkak ki Allah, hain ve nankörleri sevmez.

Mekki ve Basri'ye göre (.......) diğerlerine göre (.......) şeklinde dir.

Yani onları savunmada son derece hassas davranır demektir.

Müşriklerin kötülüklerini, mü’minlerden uzaklaştım. Bunun bir benzeri “muhakkak ki biz, elçilerimize ve îman edenlere yardım ederiz” ayetidir. Sonra bunun sebebim şu sözüyle açıkladı: “Muhakkak ki Allah emanetine hıyanet eden ve nimetlerini inkâr eden hiç kimseyi sevmez”

Yani o, mü’minlerin zıddı olanları sevmez. Onlar da Allah'a, Resûlüne ve emanetlere karşı ihanet içerisinde olanlar, Allah'ın verdiği nimetleri inkâr edenler ve onlar için şükretmeyenlerdir.

39

Kendileriyle savaşdanlara (mü’minlere) zulme uğramış olmaları sebebiyle (karşı koyma) izni verildi. Şüphe yok ki Allah, onlara yardım etmeye kâdirdir.

(.......) Medenî,-Basrî ve Âsım'a göredir. (.......) Medenî, Şamî ve Hafs'a göredir. Mana, savaşma hususunda onlara zulme uğramaları sebebiyle izin verildi, demektir, izin verilenler “kendileriyle savaşılanlar” lafzının delaletinden dolayı hazfedilmiştir.

Onlar, Resûlüllâh (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ashâbıdır. Mekke müşrikleri, onlara, feci bir şekilde zulmediyordu. Onlar, Resûlüllâh (sallallahü aleyhi ve sellem) a dövülmüş ve kafaları yanlmış bir vaziyette geliyorlar ve ona şikayette bulunuyorlardı. O da onlara “Sabredin, ben savaşmakla emrolunmadım” diyordu. Hicret ettikten sonra bu âyet indi. Bu, savaşmayı yasaklayan yetmiş küsur ayetten sonra ona izin veren ilk ayettir. “Şüphe yok ki Allah, mü’minlere yardım etmeye kâdirdir” Bu zafer müjdesidir. Bu “muhakkak ki Allah, îman edenleri savunur” âyetinin bir benzeridir.

40

Onlar sırf “Rabbimiz Allah'tır” dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah bir kısım insanları, diğer bir kısmı ile defetmeseydi, mutlak surette, içlerinde Allah'ın ismi bol bol amları manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yıkılır giderdi. Allah, kendisine yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Şüphesiz ki Allah güçlüdür, galiptir.

(.......) den bedel olmak üzere mahallen mecrûrdur. Ya da gizli “onları” zamîri ile merfûdur. Onlar, başka bir sebepten de ğil “Rabbimiz Allah'tır” deyip onu birledikleri için haksız yere Mekke'den çıkanldılar. Halbuki Allah'ı birlemeleri orada kalmalarını gerektiriyordu, çıkanlmalarını değil. Bunun bir benzeri “bizden sadece Allah'a inandığımız için mi intikam alıyorsunuz” ayetidir.

(.......) den bedel olmak üzere mahallen mecrûrdur. Mana “yurtlarından ancak sözleri sebebiyle çıkarıldılar” demektir.

(.......) kelimesi, Medenî ve Ya'kûb'a göre (.......) şeklindedir.

Hicazî'ye göre (.......) şeddesizdir.

Allah, müslümanları, kâfirler üzerine musallat kılıp galip getirmeseydi, müşrikler, yaşadıkları devirlerdeki farklı milletleri ve onları ibâdet hanelerini istila ederler ve o ibâdethaneleri yıkarlardı. Ne Hıristiyanlar için kiliseler ve ruhbanlar için manastırlar, ne Yahûdîler için havralar ve ne de müslümanlar için mescitler bırakırlardı.

Yahûdî havrası, orada namaz kılındığı için (.......) (namaz) diye isimlendirilmiştir. Ya da mana, Ümmet-i Muhammed içindeki müşrikler, müslümanlara ve onların zimmetinde bulunan ehl-i kitapa galip gelirler ve her iki grubunda ibâdethanelerini yıkarlardı, demektir.

Mescitler, zaman itibariyle sonradan oldukları ya da yıkılmaya en uzak oldukları için en son zikredilmitşir. Allah'ın isminin bol bol zikredil diği yerler, mescitler ve diğer zikri geçen yerlerdir. Allah, dine yardım edenlere ve dostlarına elbette yardım eder. Şüphesiz ki Allah, dostlarına yardıma güç getirir, düşmanlarından intikam almaya da kâdirdir.

41

O (Allah’ın dinine yardım eden) leri yeryüzünde iktidara getir diğimiz takdirde, namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emrederler ve kötülükten menederler. İşlerin sonu Allah'a varır.

(.......) den bedel olmak üzere mensûbtur. Ya da (.......) ya tabi olarak mecrûrdur.

Burada Allah, muhacirlerin, yeryüzünde iktidara gelirlerse ve dünyaya açılırlarsa dini emirlerine nasıl uyacaklarını bildiraıektedir. Burada, Raşit halîfelerin işlerinin doğruluğunda dair delil vardır. Çünkü Allah (c.c.) onlara, iktidan ve adaletle iş görmeyi bahsetmiştir. Hasen dan yapılan rivâyete göre: “Onlar, Ümme't-i muhammed dir. İşlerin döneceği yer onun hükmü ve takdiridir. Burada Allah, dostlarına galip getireceğine ve dinini yücelteceğine dair vaadim yinelemektedir.

42

Eğer seni yalanlıyorlarsa (bilki) onlardan önce Nûh, ad ve Semûd kavmi de yalanlamıştı.

Bu, Mekke halkının onu yalanlamasından dolayı Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’e verilmiş bir tesellidir.

Yani, yalanlama hususunda yalnız değilsin, demektir. Senin kavminden önce Nûh kavmi Nûh'u, Âd kavmi Hûd'u ve Semûd kavmi de Sâlih'i yalanlamıştı.

43

İbrâhîm kavmi ve Lût kavmi de (yalanlamıştı)

İbrâhîm'in kavmi İbrâhîm'i, Lût'un kavmi de Lût'u yalanlamıştı.

44

Medyen halkı da (yalanlamıştı.) Mûsa da yalanlanmıştı. Ben de kâfirlere bir süre vermiş, sonra onları yakalanıştım. Benim inkârım (cezâlarıdırmama bir bak) nasd oldu.

Medyen halkı da Şuayb'ı yalanlamıştı. Mûsa'yı da Fir'avun ve Kıptî ler yalanlamıştı. Mûsa'nın kavmi” demedi. Çünkü Mûsa'yı kavmi İsrâ'il oğulları yalanlamadı. Onu kavminin dışındakiler yalanladı. Bütün peygamberlerin kendi kavimleri tarafından yalanlânmasının zikrinden sonra sanki şöyle demiştir: “Delil ve mu'cizelerin açıkliğina rağmen Mûsa bile yalanlanmıştı, ondan başkası haydi haydi yalanlanır. Kâfirlere mühlet verdim ve onların azâbını geciktirdim. Sonra da ecelleri onları kâfir olarak yakaladı. Benim inkârım ve değiştirmem şöyledir. Onlardaki nimeti azâba, hayatı ölüme, abâtliği virana çeviririm.”

Ya'kûb'a göre (.......) ve vakıf hâlinde (.......)iledir.

45

Nice şehirler vardır ki (halkı) zulmetmekte iken biz onları helâk ettik. Şimdi o ülkelerde duvarlar, (çökmüş) tavanların üzerine yıkılmıştır. Nice kullanılmaz hale gelmiş kuyular ve (ıssız kalmış) ulu saraylar vardır.

Basrî'ye göre (.......) şeklindedir. (.......) hâldir.

Yani, halkı müşrik oldukları hâlde, demektir. (.......) düşen, demektir.

(.......) (yıldız battı) sözünden gelmektedir (.......) nun irabta mahalli yoktur. Çünkü o (.......) üzey rine atfedilmiştir. Bu fiilin de irabta mahalli yoktur. (.......) kelimesini “Helâk ettiğimiz birçok şehir” takdiri üzerine mahallen mensup kıldığımıza göredir.

Kovasının, ipinin ve suyunun yokluğundan terk edilmiş nice kuyular var ya da o kuyular kullanışlıdır. Onlarda su da, sulama aletleri de vardır. Ancak halkı helâk edildiği için terk edilmişlerdir. Bu sebeple onlardan su çekilmez. Kireçle sıvanmış nice saraylar var, ya da binaları yüksek saraylar demektir.

Binayı yükseltti” sözünden gelmektedir.

Mana; helâk ettiğimiz nice şehirler, sulayıcılarından mahrum bırak tığımız nice kuyular ve sakinlerinden boşalttığımız nice yüksek saraylar vardır.

Yani, çöldekileri de şehirdekileri de hepsini yok ettik. Saraylar sahiplerinden, kuyular sarkıntıcılarında boşaldı, demektir, en şüphesiz kuyu ve saray sözlerinin umum için olmasıdır.

46

Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki orada olanları akledecek kalpleri işitecek kulakları olsun. Ama yalnız gözler kör olmaz. Fakat göğüsler de olan kalplerde körleşir.”

Bu sefere çıkmayı teşviktir. Bu teşvik Allah’ın küfürlerinden dolayı helâk ettiği kişilerin eserlerim görüp ibret alsınlar diye yapılmıştır. Eğer dolaşsalardı tevhit ve benzeri hususlarda düşünülmesi gereken şeyleri düşünürler vahiy gibi işitilmesi gereken şeyleri de işitirlerdi.

(.......) da ki zamîr kıssa zamîridir. Ya da “gözler” kelimesinin açıkladığı kapalı bir zamîrdir.

Yani görmeye mani olan onların gözleri değil ibret almaktan uzak duran kalpleridir. Her insanın dört yüzü vardır. İkisi başında diğer ikisi kalbindedir. Kalbinde olan görür de başında olan görmezse bu ona zarar vermez. Başında olan görür de kalbinde olan görmezse bu ona fayda vermez. “göğüsler” kelimesinin zikredilmesi ilk min yerinin kalp olduğunu açıklamak ve kalp kelimesiyle, kalp herşeyin özüdür” denildiği gibi bu organdan başkasının kastedildiği söylenmemesi içindir.

47

Senden başlarına acele azap getirmeni istiyorlar. Allah vadinden asla dönmez. Rabbinin katında birgün saydıklarınızdan bin yd gibidir.”

Alay ederek tez gelen azâbı istiyorlar. Allah vadinden asla dönmez” sözüyle Allah sanki şöyle buyurmuştur: “Bunu senden niçin acele istiyorlar ki? Sanki onlar onu kaçıracaklarını düşünüyorlar.” Bu halefi olan bir kişi için mümkündür. Allah vadinden asla dönmez. Onun vad ettiği -sonra da olsa- onlara isabet edecektir. Mekki ve Âsımın dışındaki Kufe'lilere göre âyet (.......) şeklindedir.

Yani sizin senelerinize göre bin sene uzunluğunda olan bir azap gününü acele ile nasıl istiyorlar? Zira zorlu günler uzundur demektir.

48

“Nice kasabalara, haksız oldukları hâlde mehil vermiştim, sonunda onları yakalayıverdim. Dönüş ancak Bana'dır.”

Nice şehir halkları var ki sizin gibi zalimdiler de onlara bir tamam mühlet verdim. Sonra da onları azapla yakaladım. Dönüş Banadır. Benden hiçbirşey kaçmaz. Birinci (.......) ile bu ise (.......) ile ma'tûftur. Çünkü birincisi (.......) den bedeldir. Bunun hükmü ise bundan önceki (.......) ile atfedilmiş iki cümlenin hükmü gibidir. O ikisi (.......) ve (.......) cümleleridir.

49

De ki: “Ey insanlar! Ben sizin için ancak apaçık bir uyarıcıyım.”

Bundan sonra iki gurubu da zikrettiği için müjdeleyici ve uyarıcı demedi. Çünkü bu söz müşriklere söylenmiştir. “Ey insanlar” sözü onlara hitap ediyor. Onlar kendileri hakkında “gezmediler ki” denilenler ve tez gelen azâbı istemekle vasfedilenlerdir. Onları gazâbı getirmek için mü’minleri ve sevaplarını öne aldı. Ya da bunun takdiri “apaçık uyancı ve müjdeci” şeklindedir. Önce müjdeledi şöyle buyurdu:

50

“Cömertçe verilmiş rızık ve mağfiret îman edip sâlih amel işleyenleredir.”

Onların günahları için bağışlanma ve güzel rızık vardır. Sonra uyardı ve şöyle buyurdu:

51

“Âyetlerimizi tartışarak bozmaya uğraşanlar işte onlar cehennemliklerdir.”

Çalışmasıyla onu mahvettiğinde (.......) denir.

(.......) hâldir. Mekke kırâat ekolüne ve Ebû Amra göre her yerde (.......) şeldindedir. (.......) onunla yanştı demektir. Sanki o iki guruptan her biri diğerinin yetişmesini boşa çıkarma arzusundadır. Onu geçtiğinde “onu âciz bıraktı” ve “onu alıykoydu” denir. Mana, onlar onun manasında bozukluk olduğu yalanım ortaya attılar. Ve onu sihir, şiir ve önceliklerin efsaneleri olarak adlarıdırdılar. Bunu da İslama karşı kurduktan tuzağı tamamlamak arzusu ile yaptılar. Onlar tutuşturulmuş ateşin dostlarıdırlar.

52

Senden önce gönderdiğimiz hiçbir rasul ve nebi yoktur ki birşeyi arzuladığı zaman şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun. Allah şeytanın karıştırdığını giderir. Sonra Allah kendi âyetlerini sağlamlaştırır. Allah herşeyi bilendir, hikmet sâhibidir.

(.......) deki (.......) gayenin başlarıgıcı içindir. (.......) deki (.......) olumsuzluğu tekit için gelmiştir. Bu âyet bazılarının “o ikisi aynı şeydir” demelerinin hilafına resul ve nebi kelimelerinin anlamlarının birbirinden farklı olduğuna açık delildir. Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem)’e nebiler hakkında soruldu da o şöyle cevap verdi:

“Yüzyirmi dört bindir” Onlardan kaçı resuldür? denildi. “Üç yüz on üçü” buyurdu. Aralarındaki fark şudur: Resul, mu'cize ile birlikte kendisine kitap indirilendir. Nebi, ise kendisine kitap indirilmeyen ancak kendisinden önceki peygamberlerin şerî'atına davet etmekle emrolunan dır. Denildi ki Resul şerî'at getiren nebi ise başkasının şerî'atına uyandır, okudu manasınadır. Nitekim şiirde:

İlk gece Allah'ın kitabını okudu.

Dâvud Zebûr'u rasullere okudu.

Dediler ki: Peygamber (aleyhisselâm) kavmine âit bir mecliste Necm Sûresini okuyordu. (.......) âyetine geldiğinde dilinden (.......) sözleri geçmiştir. O onu ismet sıfatıyla anladı ve farkına vardı. Denildi ki onu Cebrâîl uyardı. Onlara bunun şeytandan olduğu haberini verdi. Bu söz kabul edilir değildir. Çünkü buna göre Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) ya bunu kasten konuşmuş olacak ki bu câiz değildir. Çünkü bu küfürdür. Ve o putları övücü olarak değil, yerici olarak gönderilmiştir. Ya da şeytan bunu Nebi (aleyhisselâm)’in diline kaçınamayacağı bir şekilde cebri olarak söyletrniştir. Bu da mümkün değildir. Çünkü şeytan başkasının hakkında buna güç getiremez. Âyeti kerimede “şüphesiz ki senin kullarını üzerinde hiçbir hakimiyetin yoktur” buyurulmuştur. Onun hakkında ise hiçbir şekilde olamaz. Ya da bu onun dilinden yanlışlıkla gafletle dökülmüştür. Bu da aynı şekilde değerlendirilip reddolunmuştur. Çünkü vahyin tebliği esnasında onun üzerine böyle bir gafletin çökmesi câiz değildir. Eğer bu câiz olsaydı onun sözüne itimad bâtıl olurdu. Çünkü Allah'u Teala kendisine vayhedilenlerin sıfatları hususunda “bâtıl ona ne önünden ne de ortasından gelemez” ve “Kur'anı Biz indirdik ve onu Biz koruyacağız” demiştir. Bu görüşler bâtıl olunca ortada sadece bir görüş kalıyor o da peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) (.......) âyetinden son ra susmuştur ve bundan sonra şeytan peygamber (aleyhisselâm)’in okuyuşuna bitişik bir şekilde bu kelimeleri söylemiştir. İşte burada bazı kişiler bunu peygamber (aleyhisselâm) ın konuştuğunu zannetrnişlerdir. İşte bu sebeple bu Nebi (aleyhisselâm) ın okuyuşuna atılmış olmaktadır. Şeytan Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında konuşuyor du ve sözünü işitiyordu. Rivâyet olunduğuna göre o Uhûd günü “Agah olun ki Muhammed öldürülmüştür” diye yüksek sesle bağırmıştır. Bedir günü de “Bu gün insanlardan hiçbiri size galip gelemez. Ben de sizin yardımcınızım” demiştir. Allah şeytanın attığı şeyi giderir, iptal eder ve onun şeytandan olduğunu bildirir. Sonra da şeytanın yenilerini eklemesine karşı âyetlerini güçlendirir ve korur. Allah peygamberine neyi vahyettiğini bilir. Şeytanın kastını da bilir. O hikmet sâhibidir. Hikmeti hiçbir zaman terk etmez. Sonra bunun Allah'ın bir kavmi imtihana çektiği şey olduğu zikr edilmiştir.

53

Allah şeytanın karıştırdığını kalplerinde hastalık bulunan ve kalpleri kaskatı olan kimseleri smamaya vesile kılar. Zalimler şüphesiz derin bir ayrılık içindedirler.

Şeytanın attığım kalplerinde şüphe ve nifak hastaliği olanlar ve kalpleri kâtilaşan yalanlayıcı müşrikler için zorluk ve imtihan kıldık. Bununla onların şüphesi ve zulmü artmaktadır. Şüphesiz ki münâfıklar ve müşrikler hakka karşı derin bir muhalefet hâlindedirler.

54

Bu kendilerine, ilim verilenlerin Kur'ân’ın, senin Rabbinden bir gerçek olduğunu bilip de ona inanmaları ve gönüllerim bağlamaları içindir. Allah inananları şüphesiz doğru yola eriştirir.

Kendilerine Allah, Allah'ın dini ve âyetleri ile ilgili ilim verilenler, Kur'ân’ın rabbin tarafından gönderilmiş bir gerçek olduğunu bilsinler de ona inansınlar. Bu sayede kalpleri huzurla dolsun. Şüphesiz ki Allah îman edenleri dosdoğru yola iletir. Onlar dinde benzer olanları sağlam bir tefsirla tefsirluyorlar ve onda herhangi bir müşküle karşılaştıklarında kendilerinde şüphe ve şaşkınlık meydana gelmemesi için sağlam kuralların gerektirdiği noktalar ararlar.

55

İnkar edenler cezâ saati kendilerine ansızın gelene kadar veya kısır günün azâbı çatana kadar Kur'ân'dan şüphe etmekte devam ederler.

Onlar Kur'ân yada dosdoğru yol hakkında şüphe içindedirler. Kısır gün, bedir günüdür -ki o günde kâfirler için hiçbir ferahlık ya da rahatlık yoktur. Hayır getirmeyen ve nesli yok eden rüzgar gibidir. Ya da kendisinde hiçbir rahmetin olmadığı şiddetli bir gün demektir. Ya da onda melekler savaştığı için işinin büyüklüğü hususunda benzeri olmayan gün, demektir.

Dahhak'tan rivâyet edildiğine göre, “o kıyamet günüdür. Saatle kast olunan da onun başlarıgıcıdır.” Demektir.

56

İşte o gün mülk Allah'ındır. O aralarında hükmeder. Îman edip sâlih amel işleyenler Naim cennetlerindedirler.

O günden kasıt kıyamet günüdür. (.......) deki teruvin cümlenin yerine gelmiştir.

Yani inandıkları gün ya da şüphelerinin ortadan kalktığı gün, demektir. Kıyamet gününde mülk Allah'ındır. Bu hususta onunla kimse tartışamaz. Onların aralarında hükmeder. Sonra onlar hakkındaki hükmünü şu sözüyle açıkladı: Îman edip sâlih amel işleyenler Naim cennetlerindedirler.”

57

İnkar edenler âyetlerimizi yalanlayan kimseler, işte onlar için alçaltıcı bir azap vardır.

Daha sonra birinci gurubun faziletini zikretti. Şöyle buyurdu:

58

Allah yolunda hicret edenlere, sonra öldürülen veya ölenlere Allah, elbette onlara güzel rızık verecektir. Rızık verenlerin en hayırlısı yalnız Allah'tır.

Vatanlarından cihad ederek çıktıktan sonra cihad esnasında öldürülen yahut kendi başına ölenleri elbetteki Allah güzel bir rızıkla rızıklarıdıracaktır.

Şam kırâatine göre, (.......) şeklindedir. Denildi ki: Güzel rızık ebedî olarak kesilmeyen rızıktır. Şüphesiz ki Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır. Çünkü o, mahlûkat için emsalsiz olarak yaratır. Ve bıkmadan rızka kefil olur.

59

Andolsun ki, onları hoşnud olacakları bir yere koyar. Şüphesiz ki Allah herşeyi bilendir, halimdir.

Medine kırâatine göre (.......) kelimesi (.......) şeklindedir. Kast olunan cennettir. Onları râzı olacaktan cennete girdirecektir. Çünkü orada nefislerin çektiği ve gözlerin lezzet aldığı şeyler vardır. Şüphesiz ki Allah Mücâhid olarak ölenlerin hallerini ve verdikleri sözü yerine getirmeyi bekle yerek ölenlerin amellerini bilir. İnatçı bir şekilde onlara karşı savaşanlara 1 da mühlet vererek yavaş davranır. Rivâyet edildiğine göre Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ashâbından bir gurup “Ya Resulallah, bu öldürülenlere Allah'ın hayır yönüyle ne vereceğini biliyoruz. Onların savaştığı gibi biz de seninle birlikte savaşıyoruz. Biz seninle birlikte iken ölürsek bize ne var?” diye sordular. Bunun üzerine Allah bu iki âyeti indirdi:

60

Bu böyledir. Kim kendisine verilen kadar cezâ verirse ve kendisine yine de saldırılırsa, Allah ona -andolsun ki- yardım edecektir. Allah şüphesiz affeder ve bağışlar.

Birbirleriyle ilişkili olduklarından karşılık vermeyi cezâ olarak adlarıdırmıştır. Çünkü biri sebeptir, diğeri de sebebin kendisi için olduğu şeydir. Kim kendisine yapılan zulme karşı benzeri bir şekilde lcarşılık verir de bundan sonra tekrar zulme uğrarsa ona yardım etmek Allah üzerine sabit olmuştur. Şüphesiz ki günahların orada zikredilmesi âyetin devamıyla ilgilidir. Çünkü cezâlarıdıran kişi tarafından “Kim bağışlar ve ıslah ederse onun ecri Allah üzerinedir” ve “bağışlamanız takvaya en yakın olanıdır” sözleriyle affetmeye ve cezâyı terketmeye teşvik edilmektedir. Bu teşvikten etkilenmeyen ve vezalarıdırrna yoluna giden Mşi efdal olanı terk etmiştir. Atfetmese ve haddi aşandan intikam alsa da Allah ona ikinci defasında yardım etmeye kefil olmuştur. Bununla beraber bu iki sıfatın zikredilmesiyle affın daha evla olduğu da bilindi. Ya da af ve mağfiretin zikredilmesi onun cezâlarıdırmaya kâdir olduğuna delalet etmektedir. Zira affetmekle ancak cezâlarıdırmaya güç getiren biri vasıflanır. “Affetmek kudret anında olur” denildiği gibi.

61

Çünkü Allah geceyi gündüze katar, gündüzü de geceye katar. Ve Allah şüphesiz işitir ve görür.

Allah'ın mazlumlara yardımı dilediğini yapmaya kâdir olması sebebiyledir. Geceyi gündüze, gündüzü de geceye sokması onun kudretinin deüllerindendir.

Yani, birinden kısaltıyor diğerine ekliyor, diğerinden kısaltıyor öncekine ekliyor, demektir. Ya da gecenin gündüzün ve onların devredişinin yaratıcısı olması sebebiyle kulların işlediği hayır, şer, taşkınlık ve adalet gibi onlarda meydana gelen işler ona gizli kalmaz. O, onların dediklerini bilendir, işitendir. Farklı diller konuşulsa da birini işitmesi diğerini işitmesine mani olmaz. Yapüklarını görendir. Karanlıklar sürse de geceleri ondan hiçbirşey başka bir şeyle gizlenemez.

62

Keza hak yalnız Allah'tır. Onu bırakıp taptıkları sadece batddır. Şüphesiz Allah yücedir, büyüktür.

Ebubekir'in dışında Irak'hlara göre (.......) şeklindedir. Geceyi gündüzü yaratması, onlarda cereyan eden hadiseleri kuşatması, onların gözlerini ve fiillerini idrak etmesi Allah'ın ilahliğinm kesin ve gerçek olması sebebiyledir. Ondan başka ilâh diye adlarıdırılanların hepsi bâtıl bir davadır. Konumu ondan daha yüce ve saltanatı ondan daha büyük olan hiçbirşey yoktur.

63

Allah'ın gökten indirdiği su ile yerin yemyeşil olduğunu görmez misin? Şüphesiz Allah latiftir herşeyden haberdardır.

Yer kupkuru simsiyah olduktan sonra otlarla yeşeriyor. Burada yağmurun eserinin zaman zaman devam ettiğini ifade etmek için geniş zaman kipi kullarıarak “yeşeriyor” dedi. “Yeşerdi” demedi. Senin “faları bana ihsanda bulundu. Ben de ona akşam sabah teşekkür ediyorum.” sözünde olduğu gibi. “Akşam sabah teşekkür ettim” deseydin bu onun yerini tutmazdı. (.......) merfû' kılınmıştır. Sorunun cevabı olarak man sup kılınmamıştır. Çünkü onun manası yeşillenmenin ispatıdır. Nasb ile olsa yeşilliğin olmamasına dönüşür. Arkadaşına “görmedin mi sana ihsan da bulundum. Bu sebeple şükrediyorsun” demen gibidir. Onu mensûb kılarsan onun şükrünü nefyetmiş vermen o hususta gevşek davrandığını şikayet etmiş olursun. Merfû' okunduğunda ise onun şükrünü ispat etmiş olursun. Şüphesiz ki Allah işini ya da fazlını herşeye ulaştırandır. Mahlûkalm faydalanın bilendir ya da latif, ince tedbire mahsustur. Habir ise, az olsun çok olsun herşeyi kuşatandır.

64

Gökler de olanlar yerde olanlar onundur. Şüphesiz Allah müstağnidir. Övülmeye layık olandır.

Göklerde ve yerde ne varsa hepsinin mülkü ve tasarrufu O'na âittir. Göklerde ve yerde olanların yok oluşundan sonra da kudretinin kemaliyle müstağnidir. Göklerde ve yerde olanların övgüsünden önce de nimetleriy le hamd edilendir.

65

Allah'ın yerde olanları ve emriyle denizlerde yürüyen gemileri buyruğunuz altına vermiş olduğunu, buyruğu olmaksızın yere düşmemesi için göğü onun tuttuğunu görmez misin? Şüphesiz Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametli olandır.

Allah sizin kara da binmeniz için hayvanları boyun eğdirmiştir. Deniz de akıp giden gemileri emrinize vermiştir. (.......) kelimesi (.......) üzerine atıf olarak mensûb kıhnmıştır. (.......) ondan hâldir.

Yani, akıp gittiği hâlde gemileri sizin emrinize vermiştir. Göğü de yer yüzüne düşmekten muhafaza eder. Ancak gök onun emriyle ya da dilemesiyle düşer. Şüphesiz ki Allah yeryüzündekileri insanın emrine vermekle onlara karşı şefkatlidir. Yerin üzerine düşmesin diye göğü tutmasıyla da merhametlidir. Nimetlerinin sayısı isimlerine yakındır. Bu nimetlerinden dolayı ona şükretmeleri ve isimleriyle onu zikretmeleri içindir.

Rivâyete göre Ebû Hanîfe (radıyallahü anh) şöyle demiştir: “İsmi Azam bu sekiz ayettedir ki onları okuyanın duasına elbette icabet olunur.”

66

Sizi dirilten, sonra öldürecek, sonra yine diriltecek olan Odur. İnsan gerçekten pek nankördür.

İnsan çeşitli nimetlerin üzerine akıtıldığım ve çeşitli belaların kendisinden uzaklaştmldığmı inkâr eder ya da varlığı var eden yaratma nime tini, vaad olunana yaklaştıran yok etmeyi ve maksuda ulaştıran tekrar dirilmeyi tanımaz.

67

Biz her ümmete, uydukları bir mensek (ibâdet yöntemi) yap tık. Bu işte seninle asla çekişmesinler. Sen Rabbine çağır. Şüphesiz ki sen doğru bir yol üzerindesin.

Bu âyetin açıklaması daha önce geçmişti. O da: bunun “kurban Allah'ın şerî'atında yoktur” diyenlerin sözüne cevap olduğudur. Çünkü o bütün ümmetlerin şeriaünda vardır, seninle asla kurban ya da diğer dini mevzularda mücadele etmesinler. Mana; onların sözüne iltifat etme ve onların seninle mücadele etmelerine imkan tanıma, demektir. Bu âyet müşriklerin müslümanlara “Size ne oluyor ki kendi öldürdüklerinizi yiyor sunuz da Allah’ın öldürdüklerini yani, leşleri yemiyorsunuz?” diye sordukların da inmiştir. “İnsanları Rabbine ibâdet etmeye çağır. Şüphesiz ki sen sağlam bir yol üzerindesin.”

(.......) kelimesinde öncekilerin aksine (.......) zikretmemiştir.

Çünkü bu kendisine uygun ayetlerle gelmiştir. Bu sebeple benzerleri üze rine atfedilmiştir. Bu ise mana itibariyle kendisinden çok azâb olanlarla birlikte gelmiştir. Atfolunacak bir şey bulamamıştır.

68

Eğer seninle mücadele ederlerse “Allah yaptıklarınızı daha iyi bilir” de.

Onlarla senin aranda tartışma ve mücadele olmasın diye gösterdiğin gayretten soma aşağılık kimselerin yaptığı gibi seninle inatla mücadele ederlerse onlara Allah yaptıklarınızı daha iyi bilir” de.

Yani onlarla müca dele etme. Bu sözle onları sav. Mana; şüphesiz ki Allah sizin işlerinizi ve hak kazandığınız cezâyı daha iyi bilir. Merhamette, yumuşaklıkla ve edep öğreterek gelmiştir. Her inatçıya bu şekilde cevap verilir.

69

Allah kıyamet günü ayrılığa düştüğünüz hususlarda aranızda hükmedecektir.

Bu, Allahm mü’minlere ve kafirlere hitâbıdır.

Yani aranızda sevap ve azap la hükmeder, demektir. Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlardan gördüğü şeylerden dolayı teselli etmektedir.

70

Gökte ve yerde olanı Allah'ın bildiğini bilmez misin? Bunlar hiç şüphesiz kitaptadır ve şüphesiz bunlar Allah'a kolaydır.

Sizin yaptıklarınız ona nasıl gizli kalır? Onun göklerde ve yerde meydana gelen herşeyi bildiğini Allah'ı bilenler bilir. O ikisinde mevcut olanlar Levh-i Mahfûz'dadırlar. Bütün bunları bilmesi Allah için çok kolaydır. Sonra şu sözüyle ibâdete müstehak olmayanlara ibâdet etmelerinden dolayı kafirlerin cehaletine işaret etmiştir.

71

Onlar Allah'ı bırakıp da O'nun haklarında hiçbir delil indirmediği kendisinde de bir bilgi olmayan şeylere taparlar. Zulmedenlerin yardımcısı olmaz.

Mekke kırâatma göre ve Basra kırâatına göre (.......) şeklindedir. Onlara ibâdet etmeleri hususunda vahiy yoluyla gelen semavi bir delile sahip değildirler. Onları bu işe akli bir delil de sevketmedi. Bu tip zulmü işleyen kimselere yardım edecek ve onların görüşünü tasvip edecek hiç kimse yoktur.

72

Onlara âyetlerimiz apaçık olarak okunduğu zaman, inkâr, edenlerin yözlerinin inkarlarını anlarsın. Neredeyse kendilerine âyetlerimizi okuyanlara saldıracaklar. De ki: size bundan daha kötüsünü haber vereyim mi? Allah'ın inkarcdara vaad ettiği ateş! Ne kötü bir sonuçtur o!

Âyetlerden maksat Kur'ân'dır. Kafirlerin suratlarını asmalarından inkâr ettiklerini ve çirkin gördüklerim anlarsın. (.......) mastardır. (.......) atılmak ve yakalanak demektir. Neredeyse kendilerine âyetlerimizi okuyan peygamber (aleyhisselâm) ve ashâbının üzerine atılıp çullarıacaklar. “De ki: size Kur'ân okuyanlara karşı kininizden ve onlara saldırmanızdan ya da size okunan şey sebebiyle siz de beliren çirkinlik ve sıkılganlıktan daha kötüsünü haber vereyim mi?” Ateş” mahzûf bir mübtedanın haberidir. Sanki biri “o nedir?” diye sormuş da ona “ateştir” denilmiştir.

Yani o, ateştir. Allah onu kafirlere vaad etti” cümlesi söz başlarıgıcıdır. Ateş ne kötü vanş yeridir. Onların Allah'u Tealanın ortağı olduğuna dair iddiaları garip, garip olduğu kadar da meşhurdur.

73

Ey insanlar! Bir misal verilmektedir, şimdi onu dinleyin. Sizlerin Allahı bırakıp taptıklarınız bir araya gelseler bir sinek bile yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa onu kurtaramazlar. İsteyen de istenen de âciz.

Sehl ve Ya'kûb'a göre (.......) fiili (.......) şeldindedir. Allah tan başka yalvardığınız bâtıl ilâhlar bir sinek yaratmak için bir araya gelseler elbette bir sineği yaratamazlar. (.......) gelecekte ki olumsuzluğu tekid içindir. Bu radaki te'kidi, onların bir sineği bile yaratmalarının mümkün olmaya cağım göstermek içindir. Sanki “yaratmaları mümkün değildir” demiştir, sineğin seçilmesi hakir, zayıf ve pis olduğundandır. (.......) sinek olarak adlarıdırıldı. Çünkü o pis olduğu için uzaklaştmldığmda geri dönmektedir. (.......) cümlesi hâl olarak mahallen mensûbtur. Sanki onların sineği yaratmak için toplanmaları ve bu hususta yardırnlaşmaları şart koşulduğu hâlde bile onların sineği yaratmaları mümkün değildir, demlmiştir. Bu Kureyş'in cehleti ile ilgili indirilenlerin en beliğlerindendir. Şöyle ki, onlar güç getirebileceklerin tamamı üzerine iktidan ve sonuna kadar bütün yaraulmışların kuşatilmasmı (bilinip idare edilmesini) gerektiren ilahliği suretler ve heykeller olarak vasfettiler. Onlardan hiçbirinin, yine Allah'ın yarattığı en ufak ve zelil bir şeyi -hepsi bir araya gelseler bile- Tealanın yaratması mümkün değildir. (.......) kelimesi.(.......) fiilinin ikinci memludür. Bu küçük, zelil mahlûk onlardan bir şey kapsa -onlar da onu ondan kurtarmak için bir araya gelseler- buna güç yetiremezler. Rivâyete göre İbni Abbâs (radıyallahü anh) şöyle demiştir:

“Onlar, onları (putları) zaferanla sıvıyorlardı. Başlarına da bal sürüyorlardı. Sinek ondan bir şey aldığında putlar onu almaktan âciz kalıyordu. İsteyende acizdir, istenen de kendisinden istenen puttur. Put kendisinden alınan şeyi talepten acizdir, istenen de aldığıyla birlikte sinektir. Bu acizlikte onlarla sineği eşitlemek gibidir. Eğer incelersen isyetenin daha âciz olduğunu görürsün. Çünkü sinek hayvandır, diğer ise cansız bir varlıktır. Sinek galip, put ise mağluptur.

74

Allah'ı gereği gibi takdir edemediler. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, güçlüdür.

Onu gereği gibi tanıyamadılar da bu âciz putu ona ortak koştular. Şüphesiz ki Allah kâdir ve galiptir. Âciz ve mağlup olan nasıl ona benzetiliyor? Ya da o, dostlarına yardıma güç getirendir, düşmanlarından da intikam alarıdır.

75

Allah meleklerden ve insanlardan peygamberler seçer. Şüphesiz Allah herşeyi işitendir, görendir.

Meleklerden olan peygamberler Cebrâîl, Mikail,.İsrâ'fil ve diğerleridir. İnsanlardan olan peygamberler İbrâhîm, Mûsa, Îsa, Muhammed ve diğerleridir. -Allahm selâmı üzerlerine olsun- Bu insanlardan peygamber olacağını kabul etmeyenlere cevaptır. Ayrıca Allah'ın peygamberlerinin melek ve insan olarak iki kısım olduğunu açıklamaktadır. Denildi ki: “Bu âyet “Kur'ân aramızdan buna mı indirildi” dedikleri vakit indi. Şüphesiz ki Allah onların sözünü işitendir. Elçiliği için seçtiği kişiyi görendir. Ya da peygamberlerin, akılların kabul ettiği hususlardaki sözlerini işitendir, milletin red ve kabul hususundaki hallerini görendir.

76

O, geçmişlerini ve geleceklerini bilir. Bütün işler Allah'a döner.

Bütün işlerin mercii O'dur. Bu sıfatlara sahip olan yaptıklarında sual olunmaz. Hiç kimse de O'nun hükmüne, tedbirlerine ve peygamberlerini seçmesine itiraz edemez. Şam kırâat imâmları, Hamza ve Ali'ye göre (.......) şeklindedir.

77

Ey îman edenler! Rüku edin, secde edin ve Rabbinize kulluk edin. Hayır işleyin ki saadete erişesiniz.

Ey îman edenler! Namazlarınızda rûkü ve secde edin. İlk müslümanlar, namazlarını rukusuz ve secdesiz olarak kılıyorlardı. Daha sonra, namazlarını, rükûlu ve secdeli olarak kılmakla emrolundular. Bunda, amellerin îmandan olmadığına dair delil vardır. Bu secde, namaz içindir. Tilâvet secde için değildir. Rükû ve secdelerinizle Allah'ın nzasını arayın, putlarınınkini değil. Hayır işleyin ki başarasımz. Ya da bütün bunları, emin olarak değil, kurtuluşu umarak yapın.

Amellerinize güvenmeyin. Denildiki: “Zikir, diğer taatlara karşı üstün meziyetlere sahip olduğu için Allah, mü’minleri zikir için olan nam maza çağırdı. Nitekim âyet-i kerime de: “Zikrim için namaz M” buyurul muştur. Sonra namazın dışındaki oruç, hac ve sair ibâdetlere çağırdı. Son ra da teşviki, diğer bütün hayırlara teşmil etti.” Denildiki: “Bununla, sıla-ı rahîm ve güzel ahlâk kastedilmiştir.”

78

Allah yolunda gereği gibi cihad edin. O, sizi seçmiş, babanız İbrâhîm'in yolu olan dinde sizin için bir zorluk kılmamıştır. Daha önce ve Kur'ân'da, peygamberin size şâhit olması, sizin de insanlara şâhit olmanız için size müslüman ismini veren O'dur. Artık namaz kılın, zekât verin, Allah'a sarılın. O sizin sâhibinizdir. Ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır.

Savaş ya da cihad-ı ekber olan nefis mücadelesiyle emretti. Ya da o zâlim sultana karşı hak sözü söylemektir. “Ona yaraşacak şekilde Allah uğrunda kınayıcının kınamasından korkmamaktır” “O hakikaten alimdir, cidden alimdir” denir.

(.......) buradan gelmektedir. Kıyasa göre (.......) ya da (.......) şeklinde olmalıdır. Fakat izafet en düşük uygunlukla ve ihtisasla olur. Cihad (.......) ya da (.......) için mefûl olması yönüyle Allah'a mahsus olunca ona izafet kılınması sahih olur.

Zarfta genişletilmenin olması câizdir “Onu, sağ salim uzun ömürlü olarak gördüğümüz gün” sözünde olduğu gibi.

O,- sizi dini ve yardımı için seçmiştir. Din hususunda üzerinize hiç bir zorluk yüklemedi. Bilâkis, taharet, namaz, oruç, hac ve teyemmüm gibi mükellef kılman bütün hususlarda size, ima, kısaltma ve sefer, hastalık, yiyeceğin ve bineceğin olmaması sebeplerine binaen yemek yeme ruhsatı vermiştir. Babanız İbrâhîm'in dinine tabi olun. Ya da ihtisas olarak mensûbtur.

Yani, dinle, babanızın dinini kastediyorum, demektir. Onu, bütün ümmetin babası olmasa da baba olarak adlarıdırdı. Çünkü o, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in babasıdır. Bu sebeple onun ümmetinin de babasıdır. Çünkü peygamberin ümmeti, onun evladı hükmündedir. Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlardır:

“Şüphesiz ki ben sizin için babanızın bir benzeriyim” Nesai, 1/38; İbni Mace: 313; Ahmed b. Hanbel 2/250 Allah sizi geçmiş kitaplarda ve Kur'anda müslümanlar olarak adlarıdırmıştır. Bu tefsirun delili, Ubey'in Allah, sizi, müslümanlar olarak adlarıdırdı” şeklindeki kırâatidir.

Yani sizi, diğer ümmetlere karşı üstün kıldı ve sizi bu şerefli adla adlarıdırdı, demektir. Peygamber şâhittir. Çünkü, Rabbinizin davetini size tebliğ eden odur. Sizin insanlara şâhit olmanız ise, peygamberin, Allahm davetini, onlara tebliğ ettiğine şâhit olmanızdır. Zira Allah, bu şerefi size tahsis etti. Namazı, vâciblerine riayet ederek kılın. Zekâtı, şartlarına riayet ederek verin. Namaza ve zekâta değil, Allah'a tevekkül edin. O, sizin yardımcımzdır, işlerim üstlenendir. O, ne güzel mevlâdır. İsyanlarınız sebebiyle rızkınızı kesmiyor. O, ne güzel yardımcıdır. Taat işlemenize yardım ediyor. Mevlâsı ve yardımcısı o olan gerçekten kurtulmuştur. Doğruya ulaştıran Allah'tır.

0 ﴿