MÜ'MİNÛN SÛRESİBu sûre Mekke'de nâzil olmuştur 118 ayettir. 1Gerçekten mü’minler kurtuluşa ermiştir. (.......) olması beklenen bir şeyin varhğım ve yokluğunu ispat eden şeyin zıddıdır. Mü’minler böyle bir müjdeyi bekliyorlardı. O da, kendileri için kurtuluşun var olduğunu bildirilmesiydi. Bekledikleri şeyin varlığına delalet eden şeyle hitap olundular. (.......) istenileni kazanmak ve korkudan kurtulmaktır. Yani onlar, istediklerini kazandılar. Korktuklarından da kurtuldular, demektir. Îman; lügatte tasdik etmek, demektir, mü’min ise, tasdik eden kişidir. Şerî'atta ise; kelime-i şehadeti kalben inanarak söyleyen herkes mü'mindir. Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Allah, cenneti yarattı ve ona “konuş” dedi. O da üç defa “gerçekten mü'minler kurtuluşa ermiştir dedikten sonra” “Ben her cimri ve riyakara haram kılındım” dedi. Çünkü riya ile bedenî ibâdetler iptal olur. Onun malî ibâdeti de yoktur. 2Onlar ki, namazlarında huşu içindedirler. Kalpleri korku içindedir, azaları da sakindi. Denildiki: “Namazda ki huşu, bütün fikri namaza vermek, ondan başka şeylerden yüz çevirmek, gözünü namaz kıldığı yerden ayırmamak, başka şeylerle ilgilenmemek, oynamamak, sağa dola meyletmemek, parmakları çıtlatmamak, taşlarla oynamamak ve benzeri şeylerdir.” Ebû Derda'dan rivâyet edildiğine göre “O, sözün samimiyeti, makamın büyüklüğü, yakinin tamlıği've dikkatin toplanmasıdır” Namaz kıları, namazdan istifade ettiği için, namaz, kendisi için kılman (Allah'a) değil de namaz kılanlara izafe olunmuştur. Çünkü o, onun hazırliği ve azığıdır. Kendisi için namaz kılman (Allah) ise bundan müstağnidir. 3Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler. Lağv: yalan, küfür ve alay gibi kadri düşüren sözlerdir. Yani, onlarda kendilerini, saçmâliklardan uzaklaştıran ciddiyet vardır. Onları, namaz larında huşu sâhibi olmakla vasfetti. Sonra da saçmâliklardan uzak olmak la vasfetti. Bunu, nefislere zorluk veren ve teklif binasının iki direği olan yapmayı ve terk etmeyi onlarda bir araya getirmek için yaptı. 4Onlar ki, zekât (vazifelerim) yerine getirler. (.......) kelimesi, “Eda ederler” kelimesinin hilafına devamlılığa delalet eder. Denildiki: “Zekât, müşterek bir isimdir. Ayrı için kullanılır. O, zekât verenin nisabından çıkarıp fakire verdiği miktardır. Mana için kullanılur. O da zekât verenin fiilidir ki o, temizliktir” Buradaki maksat da budur. Zekât verenleri, onu yapanlar niteledi. Çünkü fiil lâfzı, vurmak, öldürmek ve sair bütün fiilleri içine almaktadır. (.......) (fiil) ve “yapan” aynı kökten gelmektedir. Vuran, öldüren ve zekât veren için dövme, öldürme ve temizleme işini yaptı dersin. Zekât kelimesiyle aynın kastedilmesi de câizdir. O zaman da burada mahzûf bir muzaf takdir olunur. O da “eda” kelimesidir. (.......) meranın öne geçmesinden dolayı gelmiştir. İsm-i fâil amel etmemiştir. Çünkü sen “Bu, Zeydi dövendir” dersin de “Zeyd'i dövdü” demezsin. 5Ve onlar ki, iffetlerim korurlar. Fere; erkek ve kadının avret yerleridir. 6Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (cariyeleri) hariç, (bunlarla ilişkiden dolayı) kmanmış değillerdir. (.......) hâl makamındadır. Yani, eşlerine hükmettikleri ve baktıkları halleri müstesna, demektir, senin “Zeyd Basra'ya hükmediyordu” sözünde olduğu gibi. Mana “Onlar evlilik ve cariyelik hâli haricindeki bütün hallerde ırzlarını korurlar” demektir. Ya da (.......) “kınanmazlar” sözünün delalet ettiği mahzûf bir kelimeye taallûk etmektedir. Sanki eşleri hariç kınanırlar, denilmiştir. Yani, kendilerine serbest bırakılanın dışındaki bütün ilişkiler için kınanırlar, demektir, çünkü onlar serbest bırakıları için kınanmazlar. Ferrâ' şöyle demiştir: “Ancak eşlerinden korumazlar” ellerinin sahip oldukları, cariyelerdir. (.......) demedi. Çünkü köleler, akılsızların gördüğü muameleye tabi dirler. Bu sebepten onlar, hayvanların satılışı gibi satılırlar. Eğer onlar, ha nımlarına ve cariyelerine karşı avret yerlerini korumazlarsa, onlara kınama yoktur. 7Şu hâlde, kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar, haddi aşan kimselerdir. Bu ikisinden başka yerde şehvetini gidermek isteyenler, haddi aşma da dört dörtlüktürler. Bunda, şehveti gidermek için yapılan mut'a nikâhının ve mastürbasyonun haram olduğuna delil vardır. 8Ve onlar (mü’minler) emanetlerine ve ahitlerine özen gösterirler. Mekkî ve Sehl'e göre (.......) şeklindedir. Korunmak için bırakıları şeyi emanet; üzerinde anlaşıları şeyi de ahit olarak isimlendirdi. Şu âyet-i kerime'de “Şüphesiz ki Allah size emanetleri ehline vermenizi emrediyor” şüphesiz ki aymlar verilir, manalar değil. Bununla kastedilen, genel olarak emanete konu olabilen ve Allah tarafından ve mahlûkat tarafından anlaşma yapılan her şeydir. “Çoban” korumak ve ıslah etmek için bir şeyin başında duran. Koyun çobanı gibi. 9Ve onlar ki namazlarına devam ederler. Ebû Bekir'in dışındaki Kûfelilere göre (.......) şeklindedir. Namazlarına vakitlerinde devam ederler. Namazın tekrar edilmesi öneminden dolayıdır. Ve ondaki HUŞU da ona devam etmek değildir. Ya da o namaz, birincisinde, huşûun, namaz cinsinde olduğunu ifade etmek için tekil kılındı. Sonuncusunda ise namazdaki farz, vâcib, sünnnet ve Nâfilelerin her birinin korunduğunu ifade etmek için çoğul kılındı. 10İşte, varis olacak onlardır. Bu vasıfları cem ederler. Varisler olarak adlarıdmlmaya hak kazanmışlardır. Onlara düşmanlık yapanlar değil. Sonra (.......) kelimesini şu sözüyle açıklıyor. 11Firdevse varis olan bu kimseler, orada ebedî kalırlar. Onlar, kâfirlere mirasçı olurlar. Hadis-i Şerifte: “Sizden hiç kimse yoktur ki, onun iki meskeni olmasın. Meskenin biri cennette, diğeri de cehennemdedir. Eğer ölür ve cennete girerse cehennemliktir onun meskenine varis olur. Eğer ölür ve cehenneme girerse cennetlikler olnun yerine varis olur. Firdevs; çeşitli mahsulleri içinde bulunduran geniş bostandır. Kutrub şöyle demiştir: “O cennetlerin en üstünüdür.” Firdevsi, cennet (.......) tefsiruyla müennes kıldı. 12Andolsun ki biz, insanı çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık. insandan maksat Âdem (aleyhisselâm) dir. (.......) deki (.......) başlarıgıç içindir. (.......) ise öz demektir, çünkü o, bularıık şeyin arasından süzülmüşrür. Denildiki: “Âdem'in yaratıldığı toprak “sülale” olarak adlarıdırılmıştır. Çünkü o, bütün topraklardan süzülmüştür. (.......) deki (.......) beyan içindir. (.......) (putlardan) sözünde olduğu gibi. 13Sonra onu emin ve sağlam bir karargahta (rahîmde) nutfe hâlinde yerleştirdik. Ondan maksat, onun neslidir. Muzaf hazfedilmiştir ve muzâfun ileyh, onun yerine getirilmiştir. Çünkü Âdem (aleyhisselâm) nufte (sprem) haline gelmedi. Bu şu Âyetteki gibidir. “însonı yaratmaya topraktan başladı. Sonra da onun neslini, kıyametsiz bu suyun özünden yarattı” denildiki: “İnsan, Âdemoğullarıdır, öz ise, nutfedir.” Araplar nutfeye (.......) öz de derler, insanı bir özden yani topraktan süzülmüş nutfeden yarattık, demektir, yani, topraktan olan bir mah lukatan yarattık, demektir ki o da Âdem (aleyhisselâm) dir. 14Sonra nutfeyi alakaya (embriyoya) çevirdik. Alakayı (embriyoyu) bir çiğnemlik ete çevirdik. Bir çiğnemlik eti kemiklere çevirdik. Kemiklere et giydirdik. Sonra onu başka bir yaratılışla insan haline getirdik. Yaratanların en güzeli olan Allah ne yücedir. Sonra o spremi, embriyoya dönüştürdük. İki mefûl alması (.......) nın dönüştürdük manasına geldiğine delalet etmektedir. Yaratmak fiili ise tek mefûl alır. Manası, beyaz spermi, kırmızı embriyoya dönüştürdük, de mektir. Embriyoyu, çiğnenilecek miktardaki bir ete dönüştürdük. Bu eti, kemiklere dönüştürdük. Kemiklerin üzerinden et bitirdik de ona elbise gibi oldu. Şamî ve Ebubekir'e göre (.......) ve (.......) şeklinde Ya'kûb'tan rivâyetle Zeyd'e göre (.......) ve (.......) şeklinde, Ebû Zeyd'ten yapılan rivâyete göre (.......) ve (.......) şeklindedir. Ebû Zeyd şöyle demiştir: “Çoğul yerine tekil olarak zikredilmesi etle kaplanmadığı döneme âittir. Çünkü normal insan birçok kemiğe sahiptir.” “onu yaptık” daki zamîr, insana ya da zikredilene döner. Sonra onu, ilk haline benzemeyen bir şekilde yarattık. O, cansız bir varlıktı. Onu, konuşan, işiten ve gören bir canlı haline getirdi. Bu sıfatlar onda yoktu. Bunun için dedik ki: “Biri, bir yumurta çalsa ve o yumurtadan civciv çıksa, o yumurtayı öder, civcivi geri vermez. Çünkü o, yumurtadan ayrı başka bir mahlûktur. Allah'ın, kudretine ve- ilmine dair işi yüce oldu.” (.......) bedel ya da muzaf bir mübtedanın haberidir. Sıfat değildir. Çünkü muzaf kılınsa da nekradır. (.......) takdir edenler, demektir. yani takdir edicilerin en güzelidir, demektir. (.......) kelimesinin dela letinde dolayı temyizi zikretmedi. Denildiki: “Abdullah b. Ebi Serh, Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) nin kâtibiydi. Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) ona yazdırmada önce o, bu sözü söyledi. Resûlüllâh (sallallahü aleyhi ve sellem) da ona: “Yaz, o bu şekilde indi” buyurdu. Bu sebepten dolayı Abdullah “Eğer Muhammed kendisine vahyolunan bir peygamberse, ben de kendisini vahyolunan bir peygamberim” dedi ve dinden döndü. Sonra da Mekke'ye gitti. Daha sonra Mekke'nin fethi günü tekrar müslüman oldu. Denildiki: “Bu hikâye doğru değildir. Çünkü onun dinden dönmesi Medine'de oldu. Bu sûre ise Mekke'de nâzil olmuştur.” Bu sözü söyleyenin Ömer ya da Muaz (radıyallahü anh) olduğu da söylenmiştir. 15Sonra siz, bunun ardındın öleceksiniz. Zikrettiğimiz bu durumunuzdan sonra eceliniz geldiğinde öleceksiniz. 16Sonra da sizler, kıyamet gününde tekrar diriltileceksiniz. Cezâ ve mükâfat görmek için diriltileceksiniz. 17Andolsun ki biz, sizin üstünüzde yedi yol yarattık. Biz yaratmaktan gâfil değiliz. (.......) , “Yol” kelimesinin çoğuludur. Onlar da gökler dir. Çünkü gökler meleklerin yolları ve dolaştıkları yerlerdir. “yaratmak” kelimesiyle gökleri kastetti. Sanki o şöyle dedi: “Onlar, üzerinizde yarattık. Ve biz, onları korumaktan gâfil değiliz” ya da insanları kastetti. Rızık ve bereketleri insanlara, göklerden indirmek için gökleri yarattık. O onlardan ve onlara fayda veren şeylerden gâfil değildir. 18Gökten belli miktarda yağmur indirip onu yerde durdurduk. Bizim onu gidermeye de elbet gücümüz yeter. Onunla zarardan korunmalarını ve ma'rifete ulaşmalarını takdir ederek yağmur indirdik. Ya da ihtiyaçlarına yetecek miktarda indirdik, demektir. “Onu yerde durdurduk” “Onu yeryüzündeki kaynaklara soktu” âyetindeki gibidir. Denildiki: “Onu yeryüzündeki sabit kıldık. Ayrıca yeryüzünün bütün suyu göktendir” daha soma “bizim onu gidermeye de gücümüz yeter” sözüyle şükürlerini yerine getirmelerini istedi. Yani, gücümüz onu indirmeye yettiği gibi, gidermeye de yeter. Bu nimeti, şükürle elde tutun, demektir. 19Böylece onun (yağmurun) sayesinde sizin yararınıza hurma bahçeleri ve üzüm bağları meydana getirdik ki, bunlarda sizin için birçok meyveler vardır. Ve siz onlardan yersiniz. Onlarda sizin için hurma ve üzümden başka birçok meyveler vardır. Siz o bahçelerin meyvelerinden yersiniz. Bunun, onların “faları, çalıştığı meslekten ve yaptığı sanattan yer” sözleri gibi olması câizdir. Yani o meslek onu yedirdi. Rızkı ondan geliyor demektir, sanki şöyle demiştir: “Bu bahçeler, rızıklarınızın ve yaşamınızın sebebidir. Onlar sayesinde rızıklarııyor ve onlar sayesinde yaşıyorsunuz.” 20Yine onunla Tûr-i Sina'da yetişen ağaç meydana getirdi. Bu ağaç, hem yağ hemde yiyenlerin ekmeğine katık edecekleri (zeytin) verir. (.......) kelimesi (.......) üzerine atıftır. Ve o zeytin ağacıdır. Tûr-i seyna ve Tûr-i Sînîn. Ya tur kelimesi, bulunduğu bölgenin ismine (Sînâ ve Sînûn) izafe olunmuştur. Ya da bir ağın muzaf ve muzâfun ileyhten oluşan ismidir. Îmru'l-Kays gibi. O Filistin dağıdır. “Seyna” herhâlde gayn Munsarıftır. Hicazî ve Ebû Amr'a göre ma'rife ve yabancı kelime olduğu için (.......) kelimesinin (.......) i kesrehdır. Ya da diğerlerinin kırâatine göre fethalıdır. Çünkü elif (.......) kelimesinde olduğu gibi müenneslik içindir. Zeccâc (.......) deki (.......) nin hâl için olduğunu söylemiştir. Yani kendisiyle birlikte yağ olduğu hâlde yetişir, demektir. Mekki ve Ebû Amr'a göre (.......) şeklindedir. “Ta ki sebze gelişti” sözünde olduğu gibi. (.......) “Bitti, gelişti” manasınadır. Ya da mefulu hazfedilmiştir. Yani, içinde yağ olan zeytinini bitirir, demektir. Mukâtil şöyle dermştir: “Allah, bunda kıtık ve yağ yaratmıştır. Katık, zeytindir, yağ ise zeytinyağıdır” denildiki: “O tufandan sonra biten ilk ağaçtır. Bu üç hususu kendisinde toplamıştır. Çünkü o, ağaçların en şereflisi, en üstünü ve eri faydalısıdır.” 21Hayvanlarda da sizin için ibretler vardır. Kannlarındakinden size içiliyoruz. Onlarda sizin, için bir takım faydalar daha vardır. Ayrıca on lardan yersiniz. (.......) kelimesinin çoğuludur. Deve, sığır ve koyun için ! kullanılır. Şamî, Nafî ve Ebubekir'e göre (.......) şeklindedir. (.......) ve (.......)iki ayrı kelimedir. Sizin için, onların karnından içimi kolay süt çıkannz. Onlarda sütten başka, daha birçok faydalar vardır. Ö da, onların yününden, kılından ve tüyünden istidafe etmenizdir. Ayrıca onların etlerinden de yersiniz. 22O (hayvanların) üzerinde ve gemilerde taşırıırsınız. Kara seferlerinizde hayvanlar üzerinde, deniz seferlerinde de gemiler üzerinde taşırıırsınız. Bu âyet (.......) kelimesiyle kastedilenin deve olduğuna işaret etmektedir. Çünkü normalde üzerine binilen odur. Bu sebebten onu gemilerle birlikte zikretti. Çünkü o, kara gemisidir. Zurrumme: “Kara gemisinin dizginleri yanağımın altındadır” demiş ve bununla devesini kastetmiştir. 23Andolsun ki biz Nûh'u kavmine göderdik. “Ey kavmim, Allah'a kulluk edin. Ondan başka tanrınız yoktur. Hâla sakınmaz mısınız?” dedi. Allah'a ibâdet edin. Onu birleyin (.......) mahallen ötre ile, lafzen esre iledir. Cümle başlagınç cümlesidir. İbadetle emretmenin sebebi yerine geçmiştir. Hiçbir konuda, ibâdet edilmeye müstehak olmayan varlıklara ibâdet ettiğinde, rabbiniz ve yaratıcınız olan Allah'ın azâbından kork muyor musunuz? 24Bunun üzerine kavminin içinden ileri gelen inkârcı ile grup (şöyle) dedi: “Bu da sizin gibi insandan başka bir şey değildir. Size üstün gelmek istiyor. Eğer Allah (elçi göndermek) dileseydi, melekleri indirirdi. Biz ilk babalarınıızdan böyle bir şey işitmedik.” Bu sözü kavminin eşrafı, kavminin avam tabakasına söylüyor. Bu da sizin gibi yiyor, içiyor. İnsandan başka bir şey değil o. Eğer Allah elçi ler göndermeyi dileseydi melekleri gönderirdi. İnsanların elçi olarak gönderildiğini ya da bize emrettiğini şu tevhidi ve tanrılarınıızı kötülemeyi ilk babalarınıızdan işitmedik. Onlar şaşılacak insanlar şüphesiz. Taşırı tanrıliğinı kabul ediyorlar da insanın elçiliğini kabul etmiyorlar. 25Bu, yalnızca kendisinde delilik bulunan bir kimsedir. Öyle ise, süreye kadar ona katlarııp (durumu) gözetleyin bakalım. Onun işi açığa çıkıncaya kadar bekleyin ve sabredin. Deliliğinden ayılırsa ayılır. Değilse onu öldürürsünüz. 26Nûh: “Rabbim, beni yalanlamaları karşısında bana yardım et” dedi. Onların imanlarından ümidi kestiğinde, Allah'a onlardan intikam alması için dua etti. Mana “Onları beni yalanlamaları sebebiyle helâk et” demektir. Çünkü Allah'ın yardımı helâk edilmesi demektir. Ya da “Bana yardım et” cümlesi “yalanlamalarına karşı” cümlesine karşılıktır. Senin “Bu sanadır” yani “şuna karşılıktır” sözünde olduğu gibi. Mana “Onların yalanlamasının getirdiği gamı, onlara karşı kazanılan zaferin tesellisine çevir” demektir. 27Bunun üzerine ona şöyle vahyettik: “Gözlerimizin önünde ve bildirdiğimiz şekilde o gemiyi yap. Bizim emrimiz gelip de tandır kaynayınca, her cinsten iki çift ve aileni de alıp ona bindir. Yalnız onlar içinde aleyhinde söz geçmiş (azâbımıza uğrama hükmü giymiş) olanları bırak. Zulmedenler hakkmda bana yalvarma. Zira onlar kesinlikle boğulacaklardır. Onun duasına icabet ettik. Ve gemiyi gözlerimizin önünde yapmasını ona vahyetti. Yani sen Allah'ın seni koruduğuna ve gördüğüne inanarak onu yap. Ya da onu, bizim korumamız ve gözetimimiz altında yap, demektir, sanki senin yanında, sana saldırılmasm ve yaptığın işi tahrip edilmesin diye Allah'tan gelen ve seni gözleriyle takip edem muhafızlar vardır. “Onun üzerine ilâhi, koruyucu bir göz vardır” sözü de bunun gibidir. “Vahyimizle” sözü, onu yapmasını emretmemiz ve öğretmemizle, demektir. Rivâyete göre ona, gemiyi, kuş göğsü şeklinde yapması vahy edilmiştir. Azapla ilgili emrimiz geldiğinde ve tandır kaynadığında, deve ve at gibi her sınıftan dişi-erkek çiftleri ve Allah tarafından helâk edilmelerine hükmedilmiş olanlar dışındaki hanımlarını ve çocuklarını gemiye bindir, “İki çift” sözü, at ve kısrakta olduğu gibi bir erkek bir dişiden meydana gelen tek çift manasına gelmektedir. “İki” kelimesi tekit içindir. Ve bir artı açıklamadır. Rivâyet edildiğine göre gemide ancak memeliler ve yumurtlayanlar taşırımıştır. Sinek, sivrisinek ve kurtçuk gibi hayvanlar taşırımamıştır. Allah tarafından heâak edilmelerine hükmemlmiş aile halkı ise, oğlu ve iki kamından birisidir. Zararlı olanın zikrinden sonra (.......) harfi cerri kullanıldı. Faydalı olanın zikrinden sonra (.......) harfi ceri kullanıldığı gibi “Elbette ki hükmümüz elçi kullarınıızın lehine gerçekleşti” ve “Kazandığı iyilik kendi lehine, kazandığı kötülük de kendi aleyhinedir” ayetlerinde olduğu gibi. İnkâr edenlerin kurtarılmasım benden isteme. Çünkü ben, onları boğacağım. 28Sen yanmdakilerle birlikte gemiye yerleştiğinde “bizi zalimler topluluğundan kurtaran Allah'a hamdolsun” de. Kâfirler helâk edildiği ve onlardan kurtuldukları için hamd etmelerini emretti, “sen, yanmdakilerle birlikte gemiye yerleştiğinde” sözü “yer leştiğinde” manasında olsa da “de” dedi. Çünkü o, onların peygamberi ve imâmıdır. Onun sözü, onların sözüdür. Ayrıca burada peygamberliğin üstünlüğüne işaret vardır. 29Ve de ki: “Beni bereketli bir yere indir. Sen konuklatanların en hayırlısısın.” Gemiye bindiğinde ya da indiğinde de “Rabbim, beni mübarek bir inişle indir. Ya da mübarek bir yere indir” de. Ebubekir'e göre (.......) şeklindedir. Mekân manasına gelir. Sen konuklatanların en hayırlısısın. Gemi de bereket ve kurtuluşu, ondan çıktıktan sonra da nesil bolluğunu ve hayırların devamını lütfet. 30Şüphesiz ki bunda sizin için bir takım ibretler vardır. Çünkü biz, böyle denemîşizdir. Nûh'a ve kavmine yapılan bu işte nice ibretler ve nice öğütler vardır. (.......) den hafıfletilmiştir. (.......) deki (.......) olumsuz (.......) olmadığını gösteren (.......) dır. Mana: “Nûh, kavmini büyük bir belâ ve şiddetli bir azap ile bu şekilde cezâlarıdırdı. Ya da kullarınıızı, kimler ibret alıp düşünecek diyepu şekilde denedik” demektir. “Onu ibret olarak bıraktık ibret alan yok mu?” âyetinde olduğu gibi. 31Sonra onların ardından bir başka nesil getirdik. Nûh'un kavminden sonra Hûd'un kavmi Âd'ı yarattık. Buna, Hûd'un “hatırlayın sizi Nûh'un kavminden sonra halef kılmıştık ya” sözü ve A'râf, Hûd ve Şuârâ Sûrelerinde Hûd kıssasının, Nûh kıssasının sonra gelmesi şehadet etmektedir; 32Bunun üzerine, aralarından kendilerine “Allah'a kulluk edin, çünkü sizin ondan başka bir tanrınız yoktur. Hâla Allah'tan korkmaz mısınız? (mesajını ileten) bir elçi gönderdik.” (.......) fiili (.......) harfi cerri ile müteaddi olur. (.......) harfi cerri ile müteaddi olmaz. “Seni ümmet içinde gönderdik” “bir kentte ğöndermedik” gibi âyetlerde ve burada ümmet kelimesi ve kent kelimesi, gönde rilme yeri kılınmışlardır. Rumenin: “Düşüncesizce saldıran Mûsab'ı orada gönderdim” sözünde olduğu gibi. Gönderilen elçi Hûd (aleyhisselâm) dır. (.......) yı açıklamak için gelmiştir. Yani, onlara, elçi lisanıyla “Allaha ibâdet edin” dedik. 33Onun kavminden, kâfir olup âhirete ulaşmayı inkâr eden ve dünya hayatında kendilerine refah verdiğimiz varlıklı kişiler, “Bu sadece sizin gibi bir insandır. Sizin yediğinizden yiyor, sizin içtiğinizden içiyor” dediler. Â'raf ve Hûd sûrelerinde Hûd kavminin cevabını “vav” sız zikretti. Çünkü bu, “onun kavmi ne dedi?” şeklinde soruları bir sorunun takdirine göredir. Ona “şöyle şöyle dediler” denir. Burada ise “vav” la zikredilmiştir. Çünkü burada onların sözü, elçinin sözüne atıftır. Manası, netice de hak da bâtıl da zikredilmiştir. Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem)’in sözüne bitişik bir cevap değildir. (.......) sız gelmiştir. Nûh (aleyhisselâm) ın kıssasında (.......) ile gelmiştir. Çünkü o, onun sözüne cevap olarak ardından söylenmiştir. (.......) , (.......) kelimesinin ya da (.......) kelimesinin sıfatıdır. “Âhirette ulaşmayı yalanladılar” yani, ondaki hesap, sevap, azap ve diğer şeyleri yalanladılar, demektir, onların nimetlendirilmesi de mal ve evlat çokluğuyladır. (.......) den sonra, bir öncesinin delaletinde dolayı (.......) kelimesi hazfedilmiştir. Yani, sizden gibi biri, Allah'ın elçiliğini nereden iddia ediyor, demektir. 34Eğer sizin gibi bir insana itâat ederseniz o taktirde siz, mutlaka ziyana uğrayanlar olursunuz. Emrettiği ve yasakladığı hususlarda sizin gibi bir insana itâat ederseniz o taktirde size, kendi benzerinize uymakla hüsrana uğrayanlardan olursunuz. (.......) kelimesi, şartın cezâsında gelmiştir. Ve kavimlerinden elçiler le mücadele edenler için cevaptır. Onlar, benzerlerine tabi olanların baba sidir. Hatta onlardan daha âciz olanlara bile ibâdet etmektedirler. Bu da onların ahmakhklarındandır. 35Size, öldüğünüz, toprak ve kemik yığını haline geldiğiniz zaman yemden hayata çıkardacağınızı mı vaad ediyor? Nafî, Hamza, Ali ve Hafs'a göre (.......) diğerlerine göre (.......) şeklindedir. Size, sual, hesap, sevap ve azap için diriltileceğinizi mi vaad ediyor. (.......) u tekit için iki defa zikretti. Bunu, birinci (.......) ile haberi arası zarf ile aynldığı için yaptı. (.......) birinci (.......) un haberidir. Takdiri ise “size, öldüğü nüz, toprak ve kemik haline geldiğiniz zaman diriltileceğinizi mi vaad ediyor?” şeklindedir. 36Heyhat. Size vaad edilen o şey ne kadar tuzak! Yezid'e göre (.......)nin kesresiyledir. Ondan her ikisinde de kesreli ye tenvinli şekilde rivâyet edildi. Kisâî (.......) ile vakfe yapıyor, diğerleri ise (.......)ile vakfe yapıyor. O isim fiildir. Faili gizli olan (.......) fiilinin yerine gelmiştir. Yani, size vaad edilen azâbın tasdiki ya da meydana gelmesi ne kadar uzak. Ya da onun faili (.......) dir. (.......) zaittir. Yani, vaad olunduğunuz diriliş ne uzak oldu, demektir. 37Dünya hayalından başka gerçek yoktur. Ölürüz, yaşarız, bir daha diriltilecek değiliz. (.......) zamîrdir. Bununla ne kastedildiği ancak açıklanmasıyla anlaşılır. Aslı “hayat değildir” şeklindedir. (.......) yi, hayat yerine koydu. Çünkü haber ona delalet etmektedir ve onû açıklamaktadır. Mana: “İçin de bulunduğumuz ve beraber olduğumz bu hayattan başka hayat yok” şeklindedir. Çünkü olumsuz (.......) cinse delalet eden “hayat” manasında ki(.......) nin başına gelmiştir. Ve ona olumsuzlamiştır. Böylece cinsi olumsuzlayan (.......) ya eşit olmuştur. Kimimiz ölür, İriımmiz doğar, bir asır gider, diğeri gelir. Ya da bunda takdim ve tehir vardır. Yani, yaşanz ve ölürüz, demektir. Nitekim bu, Ubey ve İbni Mesud (radıyallahü anh) un kırâatidir. Ve biz öldükten sonra diriltilecek değiliz. 38Bu adam, sadece Allah hakkmda yalan uyduran bir kimsedir. Biz ona inanmıyoruz. O, peygamber olduğuna dair iddasında ve dirilişe dair vaadinde ancak Allah'a iftira atan biridir. Biz onu tasdik etmiyoruz. 39(O peygamber) “Rabbim beni yalanlamalarına karşılık bana yardım et” dedi. Allah, elçisinin duasına şu sözüyle icabet etti. 40(Allah) : “Az sonra onlar pişman olacaklar” dedi. “az” kelimesi zaman için sıfattır. “Onu ne eskiden ne de yakında görmedim” sözündeki “eskiden” ve “yakında” kelimelerinde olduğu gibi. (.......) kelimesi yakında manasındadır. (.......) zaittir. Ya da “şey” manasınadır. Ya da zamandır ve (.......) de ondan bedeldir. Hazf edilmiş yeminin cevabı “kendilerine olanı gördüklerinde pişman olacaklardır''sözüdür. 41Derken korkunç ses onları hak ile yakaladı da onları sel süprüntüsü haline getirdik. Zalimler topluluğunun can cehenneme. Onları, Cebrâîl'i sesi adaletle yakaladı. O, onlara karşı kuvvetle bağırdı ve onları helâk etti. Faları hak ile yani adaletle hükmeder denir. Onları, helâk edilişlerinde çerçöpe benzetti. O çerçöp selin taşıdığı eskimiş ve kararmış yapraklar ve odunlardır. (.......) helâk olsun, demektir. (.......) ya da (.......) yani helâk oldu, denir. O açık olarak kullanılmayan fiillerin mensûb mâstarlarındandır. (.......) kelimesiyle aleyhine beddua edilen kişileri açıklamaktadır. “Beri gel” gibi. 42Sonra onların ardmdan başka nesiller yetiştirdik. Sâlih'in, Lût'un, Şuayb’ın ve diğerlerinin kavmini. 43Hiçbir ümmet ecelini ne öne alabilir ne de erteleyebilir. (.......) sıladır. Hiçbir ümmet kendisi için yazılmış ecelini ve ölümü için tayin edilmiş vakti ne öne alabilir ne de geri bırakabilir. 44Sonra biz peygamberlerimizi peyderpey gönderdik. Hangi ümmete peygamberi geldiyse onlar onu yalanladdar. Biz de onları ardı ardma devirdik ve hepsim birer efsane yaptık. Artık îman etmeyen kavmin cam cehennem. (.......) veznindedir. Elif (.......) da olduğu gibi müen neslik içindir. Çünkü “peygamberler” kelimesi çoğuldur. Bu sebepten tenvinlenmez. Çünkü o, gayrı Munsarıftır. Mekkî, Ebû Amr ve Yezid'e göre (.......) elifin (.......) da olduğu gibi ilhak için olması üzerine tenvinlidir. Her iki kırâatte de hâl olarak mensûbtur. Yani, üzerine tenvinlidir. Her iki kırâatte de hâl olarak mensûbtur. Yani, peşpeşe, birbiri ardınca, demektir. Onun (.......) si (.......) dan bedeldir. Aslı (.......) dır. Vitirden gelmektedir. O da tek demektir. (.......) da olduğu gibi (.......) ye kalb oldu. Peygamber, gönderenle, kendilerine gönderilenler arasındaki ilişkiyi kurar. İzafet bu ilişkiyle olur. Ayrıca onun her ikisine de izafeti sahihtir. Ümmetler ve asırlar yok olarak birbirlerini kovaladılar. Onları, işitilen ve hayrette bırakan efsaneler haline getirdik. (.......) , (.......) kelimesinin çoğul ismidir. “peygamberin hadisleri” buradan gelmektedir. Ayrıca (.......) kelimesinin de çoğuludur. O da insanların kendisiyle eğlenmek ve hayrete düşmek için birbirine anlattıkları şeydir. Buradaki maksat da budur. 45Sonra Mûsa'yı ve kardeşi Harun'u âyetlerimizle ve apaçık bir delille gönderdik. (.......) dan bedeldir. Âyetlerimiz kelimesinden maksat dokuz mu'cizedir. 46Fir'avun'a ve ileri gelen adamlarına. Bunun üzerine onlar büyüklük tasladılar ve böbürlenen bir topluluk oldular. Böbürlenerek ve kibirlenerek îmanı kabulden kaçındılar. 47Bu yüzden dediler ki: “Kavimleri bize kötülük ederken, bizim benzeriniiz olan bu iki adama mı inancağız.” “Beşer” kelimesi tekil olarak da çoğul olarak da kullanılır. (.......) ve (.......) keümeleri ile de tesniye, cemi', müzekker ve müennes olanlar, sıfatlanırlar. O ikisinin kavmi, İsrâ'iloğullarıdır. (.......) kelimesi, boyun eğerler, itâat edenler manasındadır. Sultana boyun eğen kişiler için Araplar: “O, ona tapandır, boyun eğendir” derler. 48Onları yalanladılar ve helâk edilenlerden oldular. Boğularak helâk edildiler. 49Doğru yolu bulsunlar diye Mûsa'ya kitabı verdik. Mûsa'nın kavmine, şerî'atıyla amel ederler ve öğütlerini dinlerler diye Tevrât'ı verdik. 50Meryem oğlunu ve annesini de (kudretimize) bir alâmet kıldık. Onları, yerleşmeye elverişli, sulu bir tepeye yerleştirdi. Meryem oğlu ve annesini de, kudretimizin dilediğimiz şeye yeteceğini göstermek için bir alâmet kıldık. Çünkü o, spermsiz yaratıldı. “alâmet” kelimesini tekil olarak getirdi. Çünkü ikisinde meydana gelen harikulade olay tektir. Ya da kastolunan mana, Meryemoğlunu bir alâmet, annesini de bir alâmet kıldı, şeklindedir. Ancak ikinci “alâmet” birinciye delalet ettiği için birincisi hazfedildi. Şamî ve Âsım'a göre (.......) diğerlerine göre (.......) şeklindedir. Yüksek bir yer demektir, orası, Beytü'l-Makdis, Şam, Remle ya da Mısır dır. “Yerleşmeye elverişli” düzgün bir şekilde yayılmış yerdir. Ya da mahsulü ve suyu olan bir yerdir. Yani, oranın halkı oraya mahsulü için yerleşirler, demektir. (.......) ise, yer üzerinde akan, görünen bir sudur. Mefuldur. Yani ortaya çıkmasıyla beraber gözle görülendir. Gözle görüldüğünde kullanıy Oy ları (.......) fiilinden gelmektedir. Ya da (.......) vezninde faildir. Çünkü o ortaya çıkışıyla ve akışıyla fayda vermektedir. Menfaat manasına olan (.......) kelimesinden türemiştir. 51Ey peygamberler, temiz ve helâl olan şeylerden yiyin. Güzel amel ve hareketlerde bulunun. Çünkü ben sizin yaptıklarınızı bilirim. Bu nida ve hitap, zahiri üzere değildir. Çünkü peygamberler, muhte lif zamanlarda ayrı ayrı gönderilmişlerdir. Mana: Her peygambere kendi zamanında bu şekilde nida olunduğunu ve bununla emredildiğini bildirmektir. Bunun faydası, işiten kişiyi, bunun, bütü peygamberlere nida edilip emredilmiş, bağlamlması ve amel edilmesi gereken önemli bir iş oldu ğuna inandırmaktadır. Ya da bu, faziletinden dolayı Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’e hitaptır. Çünkü o ganimetlerden yiyordu. Ya da yukanda zikredilen Îsa (aleyhisselâm) ya hitaptır. Çünkü o annesinin eğirdiği ipin gelirinden yiyordu. O, temizlerin en ternizidir. Temizden maksat helâl olandır. Buna göre emir gereklilik içindir. Ya da temiz ve lezzetli olandır. Buna göre de emir, tavsiye ve serbestlik içindir. Şerî'ata uygun ameller işleyin. Çünkü ben, sizin yaptıklarını bilirim. Ve sizi amellerinize göre mükafatlarıdırır ya da cezâlandınnm. 52“Ve işte sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. Öyleyse benden sakının” (dedik) (.......) Kûfi'ye göre başlarıgıçtır. Hicazı ve Basrî'ye göre (.......) manasınadır. “Benden korkun çünkü” demektir. Ya da kendinden öncesine atfedilmiştir. Yani “Ben sizin yaptıklarınızı ve sizin ümmetinizin tek ümmet olduğunu bilirim” “Ben sizin yaptıklarınızı ve sizin ümmetinizin tek ümmet olduğunu bilirim” demektir. Ya da “bilin ki bu sizin üm metiniz” şeklinde takdir edilir. “Ümmetimiz” kelimesi hâl olarak mensûb olmuştur. Din tek dindir, o da İslam'dır, “şüphesiz ki Allah katında din, İslam'dır” âyetinde olduğu gibi. Yalnızca ben sizin Rabbinizim. Öyleyse emrime muhalefet hususunda azâbımdan korkun. 53Ne var ki insanlar kendi aralarındaki işlerini parça parça böldüler. Her grup kendinde bulunan ile sevinip böbürlendi. (.......) parçaladı manasına gelmektedir. Yani, dini işlerini parçala dılar, demektir. (.......)(.......) kelimesinin çoğuludur. Kitaplar, demektir. Yani, dinlerini, çeşitli dinler haline getirdiler, demektir. Denildiki: “Dinlerinde grupla ayrıldılar. Ve her grup bir kitaba uydu” Hasen'dan rivâyet göre “Allah'ın kitabını parçalara ayırdılar ve onu tahrif ettiler” şeklindedir. “Parça” kelimesinin çoğulu olarak (.......) şeklinde de okun muştur. Dinlerim parçalayan bu farklı gruplardan her biri yanlarındaki kitaptan ve dinden ya da bu meyil ve görüşlerinden memnundurlar. Ve kendilerinin hak üzere olduklarına inanmaktadırlar. 54Bir süreye kadar onları, gafletleri ile başbaşa bırak. Onları öldürülmelerine ya da ölümlerine kadar cehaleti ve gafletleriyle başbaşa bırak. 55- 56Sanıyorlar mı ki, kendilerine verdiğimiz servet ve oğullar ile onlara faydalar sağlamak için koşuyoruz? Hayır, anlamıyorlar. (.......) daki (.......) manasınadır. (.......) nin haberidir. (.......)nin haberinden, ismine dönen zamîr hazfedilmiştir. Yani (.......) şeklindedir. Mana: Bu yardım, onlara ancak günahlarını artırmaları için yapılmaktadır. Halbuki onlar, onu, kendilerinin haynna olan bir koşturma ve yaptıkları güzel işlere karşı mükâfat olarak verilen bir sevap zannediyorlar. Bu âyet, aslâh meselesinde, Mu'tezile'ye karşı bir delildir. Çünkü onlar, “Allah, herkes için ancak kendisine dinen en faydalı olanı yaratır” Burada ise, bunun, onlar için dinen hayırlı ve faydalı olmadığı bildirildi. “Hayır” kelimesi “Zannediyorlar mı?” sözünü tamamlamak içindir. Yani onlar, hayvanlara benzerler. Şuurları yoktur ki bu konuda düşünsünler. Bunun onlara belli bîr zamana kadar verilmiş bir mühlet olduğunu ya da hayırda koşturma olduğunu anlasınlar. Daha sonra, Allah, dostlarının şanını beyan etti. 57Onlar ki Rablerine olan saygıdan dolayı titrerler. Korkarlar. 58Ve onlar ki Rablerinin âyetlerine inanırlar. Allah'ın bütün kitaplarına inanırlar. İşlerim aralarında parçalayan ehl-i kitabın yaptığı gibi kitaplar arasında fark gözetmezler. 59Ve onlar ki Rablerine ortak koşmazlar. Arap müşrikleri gibi. 60Verdiklerini, Rablerinin huzuruna dönecekleri düşüncesiyle kalpleri korkudan titreyerek verirler. Yani, zekât ve sadakalardan verdiklerini verirler. (.......) şeklinde de okumuştur. Yani “Yaptıklarını yaparlar” demektir, kalpleri de kusurlarından dolayı kendilerinden kabul edilmeyecek diye korkar. Cumhûr (.......) u (.......) şeklinde takdir etmiştir. 61İşte onlar, iyiliklere koşuşurlar ve iyilik için yansırlar. (.......) deki (.......) nin haberidir. Tâata rağbet ederler ve onlara koşuşurlar! hayır işler için cennetlere doğru yansırlar ya da hayır işler için insanları geride bırakırlar. 62Biz hiç kimseyi, gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. Nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır. Onlara asla haksızlık edilmez. Sâlihlerin vasfedildiği şeyler, güç ve tâatin üstüne çıkmazlar. Kullarını mükellef kıldığı bütün hususlar böyledir. Bu, güç getirilemeyeceğini söyleyenlere karşı bir cevaptır. Katımızda Levh-i Mahfûz ya da amel defterleri var. Kıyamet günün de ondan, ancak doğruyu ve adil olanı okuyacaklar. Onda ne bir fazlalık ne de bir noksanlık yoktur. Onlardan hiç kimse, fazla bir azapla ya da noksan bir sevapta zulme uğramaz. Ya da güç getiremeyeceği bir şeyi yapmakla emrolunmaz. 63Fakat onların kalpleri bu hususta cehalet içindedir. Ayrıca onların bundan öte bir takım kötü işleri vardır ki, onlar hep o işler için çalışırlar. Fakat kâfirlerden kalpleri gafler içindedir. Bu vasıflara sahip mü’minlerin üzerinde bulundukları durumdan habersizdirler. Onların, mü’min lerin vasfedildiği sıfatlardan başka, pis, mütecaviz ve saldırgan işleri vardır. O işler için çalışırlar. Onlar üzerinde dururlar. Allah, onları azapla yakalayıncaya kadar onları bırakmazlar. 64Nihayet varlıklarını azap ile yakaladığımızda, bakarsın ki, feryadı basarlar. Kendilerine nimet verilenleri, dünya azâbıyla yakaladığımız da bir de bakarsın ki yardım isteyerek feryat ediyorlar. (.......) yardıma çağırma, demektir. Bu, Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) nin müşriklere karşı yaptığı bedduadan sonra ortaya çıkan ve yedi yıl süren kuraklıktır. Ya da onların Bedir günü öldürülmeleridir. (.......) kendinden sonra sözün başladığı kelimedir. Buradaki söz de (.......)ile başlayan şart cümlesidir. 65Feryat etmeyin bugün. Zira bizden yardım göremeyeceksiniz. Feryat etmeyin. Çünkü feryat size fayda vermez. Bizden size yardım ulaşmaz. 66Âyetlerimiz size okunurdu da siz arkanızı dönerdiniz. Âyetlerden maksat Kur'ân'dır. (.......) arkaya bakmadan geri geri gitmek demektir. Bu en çirkin yürüyüştür. Çünkü bu şekilde, yürüyen, arkasını görememektedir. (.......) kelimesi çoğul için kullanılma hususunda (.......) gibidir. (.......) şeklinde de okundu. Ya da (.......) harfi cerri (.......) dir. (.......) şeklinde de okundu. (.......) , (.......) kelimesinden gelmektedir. Hezeyan savunmak demektir. Nafı'ye göre konuşmada fahiş sözler sarfedildiğinde kullanılan (.......) den gelmektedir. 67Âyetlerime karşı kibirlenerek geceleyin hezeyanlar savururdunuz. Müslümanlara karşı kibirleniyordunuz. (.......) , (.......) Kâ'be'de ya da haram bölgede, demektir, çünkü onlar “bize kimse galip gelemez. Çünkü biz haram bölgenin ahalisiyiz” derlerdi. Bu zamîrini, onların, Kâ'be ile övünmeleri bilindiği için Kâ'be'ye ya da ayetlere gitme ihtimali vardır. Çünkü bu âyetler, kitap manasınadır. Onların Kur'ân'a karşı büyüklenmeleri ise onu, büyüklenerek yalanlamalarıdır. “Büyüktendi” kelimesinin içinde “yalandı” manasını soktu da bu sebeple o, onun gibi müteaddi oldu. Ya da (.......) harfi cerri (.......) sözüne taallûk etmektedir. Gece sıhbetinizi Kur'ân’ın zikriyle ve ona atmakla geçiliyordunuz. Onlar, Kâ'be'nin etrafına toplanırlar, gece sohbeti yaparlardı. Sohbetlerinin geneli, Kur'ân’ın zikrine ve onun şiir ve sihir olarak adlarıdırılmasına dairdi. 68Onlar bu sözü (Kur'ân'ı) hiç düşünmediler mi? yoksa kendi lerine, daha önce geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi? Kur'ân’ın açık bir gerçek olduğunu bilmeleri ve onu ve onu getireni tasdik etmeleri için Kur'ân'ı düşünmediler mi? Yoksa onlara, önceki atalarına gelmeyen şey mi geldi de bu sebepten onu inkâr ediyorlar ve uzak görüyorlar. . 69Yoksa peygamberlerini henüz tanımaddar da bu yüzden mi onu inkâr ediyorlar? Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem), doğrulukla, güvenilirlikle, zekilikle, şerefli bir aileye mensubiyetle ve güzel ahlâkla tanımadılar mı? Evet, onu, bu sıfatlarla tamdılar. Ama onlar, onu, taşkmlıklarında ve hasetlerinden dolayı inkâr ediyorlar. 70Yoksa onda bir delilik olduğunu söylüyorlar? Aksine o, kendilerine hakkı getirmiştir. Halbuki onlar, haktan hoşlanmamaktadırlar. Öyle olmadığı hâlde onda delilik olduğunu mu söylüyorlar? Halbuki onlar, onun akılca en olgunları, fikirce de en isabetlileri olduğunu biliyorlar. Hayır, kendilerine apaçık hakkı, dosdoğru yolu, şehvetlerine ve hevalarına ters düşen şeyi, yani, tevhidi ve İslam'ı getirmiştir. Ona verecek cevap ve mazeret bulamadılarda onu, deliliğe nisbet ettiler. Onların çoğu haktan hoşlarınııyorlar da onu, deliliğe nisbet ettiler. Bunda, onların azının hakkı çirkin görmediklerine dair delil vardır. Onlar, ona îman etmeyi, küçük düşürten ve kavimlerinin azarlamasından çekindiklerinden dolayı terk etmişlerdir. Ebû Talip gibi, onların “Sabiî oldu ve babalarının dininden döndü” demelerinden korkmuşlardır. 71Eğer bak, onların isteklerine uysaydı, gökler ve yer ile bunlarda bulunan kimseler bozulur giderdi. Hayır, biz onlara zikirlerini getirdik. Fakat onlar zikirlerinden yüz çeviriyorlar. Eğer Allah onların tannlarla ilgili inançlarına uysaydı, gökler ve yer fesâda giderdi. Bu âyet “O ikisinde Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, muhakkak ki fesâda giderlerdi” âyetinin bir benzeridir. Onlar da bulunan kimseler de fesâda giderdi. Burada akıllılar zikretti. Çünkü diğerleri onlara tabiidirler. Biz onlara kendi öğütleri ya da kendi şerefli olan kitabı getirdik. Çünkü peygamber onlardandır. Kur'ân onların diriyledir. Ya da azarladıkları ve “keşke yanımızda öncelilerin delili olsaydı” dedikleri delili getirdik, demektir. Fakat onlar, kötü seçimleriyle şan ve şereflerinden yüz çevirdiler. 72Yoksa sen onlardan bir vergi mi istiyorsun? Rabbinin vergisi daha hayırlıdır. O, rızık verenlerin en hayırhsıdır. Hicazı, Basrî ve Âsım'a göre (.......) ve (.......) şeklinde Sami'ye göre (.......) ve (.......) şeklinde, Ali ve Hamza'ya göre ise (.......) ve (.......) şeklindedir. Haraç; Devlete, arazinin zekâtından verdiğin ve işçiye de ücret olarak verdiğin şeydir. (.......) , (.......) dan daha özeldir. Sen, köyün haracı derken (.......) kelimesini, Kûfe'nin haracı derken (.......) kelime sini kullanırsın. Lafızdaki harf çokluğu mana genişliği demektir, bu sebebten birinci okuyuş daha güzeldir. Mana, sen, onları doğruya hidâyet ettiğin için onlardan mahlûkatın vergisi olarak az bir şey mi istiyorsun. Halbuki yaratıcının verdiği çok daha hayırlıdır. O verenlerin en üstünüdür. 73Muhakkakki sen onları doğru bir yola çağırıyorsun. O da İslâm dinidir. Bunun için onların sana icabet etmeleri gerekmektedir. 74Âhirete inanmayanlar ise, ısrarla yoldan çıkmaktadırlar. Zikredilen bu yoldan, “Sırat-ı Müskatim” den sapmaktadırlar. 75Eğer onlara acıyıp da içinde bulundukları sıkıntıyı giderseydik, yine azgınlıklarında bocalanaya devam ederlerdi. Allah onları kuraklıkla yakalayınca Alhez Kanla deve yünü karıştırılarak yapılan yemektir. yemeye başladılar. Sonunda Ebû Süfyan Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) a geldi ve “Allah ve merhameti adına sana soruyorum. Sen âlemlere rahmet olarak gönderildiğine inanan değil misin?” dedi. Resûlüllah (aleyhisselâm) “Elbette inaniyorum” buyurdu. Bunun üzerine Ebû Süfyan: “Babaları kılıçla, çocukları da açlıkla öldürdün” dedi. Bu söz üzerine bu âyet indi. Mana: Allah onlardan, kendilerine isabet eden bu kurakliği rahmetiyle kaldırsaydı yine o eski böbürlenmelerine ve Resûlüllahne ve mü’minlere karşı düşmanlıklarına geri dönecekler ve onun huzurundaki bu yaltaklanmalarını unutacaklardı. 76Andolsun ki, biz onları sıkıntıya düşürdük de yine Rablerine boyun eğmediler, tazarru ve niyaz da bulunmuyorlar. “Biz onları ilk önce kılıçla ve Bedir günü liderlerinin öldürülmesi ve esir alınması şeklinde aleyhlerine cereyan eden olaylarla yakaladık sözleri, buna delil olarak getirilmiştir. Bu hâlde siz, onlardan hiçbirinin, ne boyun eğdiğini ve ne de yalvardığını göremezsin. “Niyazda bulunmu yorlar” sözü, onların bu hâlinin devamını göstermektedir. Yani, onlar, bundan sonra bile, bu hâl üzere devam etmektedirler. Bundan dolayı “niyazda bulunmadılar” şeklinde söylemedi. (.......) kelimesi (.......) babmdandır. (.......) kelimesinden türemiştir. Bu hâlde diğer hale dönüştü, demektir (.......) kelimesi gibi. 77Nihayet üzerlerine azâbı şiddetli bir kapı açtığımız zaman, bir de bakarsm ki onlar, orada şaşkın ve ümitsiz kalmışlardır. Yezid'e göre (.......) şeklindedir. Azâbı şiddetli kapıdan aksat, esaretten de ölümden de daha kötü olan açlık kapısıdır. Onlar, şaşkına dönmüşler ve bütün hayırlardan ümitlerini kesmişlerdir. Onların, inat hususunda cesareti en fazla olanı ve en azılısı, sana şefkat dilenmek için geldi, ya da, biz, onları, ölüm ve açlık gibi sıkıntılar la denedik de onlarda, bu hâl oldukları hâlde bile yumuşaklık ve itâat görülmedi. Ta ki, cehennem azâbıyla azap edilinceye kadar. İşte o zaman şaşkına dönerler ve ümidi keserler, “kıyamet koptuğu gün günahkârlar, ümidi keserler” âyetinde olduğu gibi. 78O, sizin için kulağı, gözleri ve gönülleri inşa etti. Ne de az şükrediyorsunuz. Özelliklere bunları zikretti. Çünkü dini ve dünyevi faydalarla ilgili olan şeyler, başkasına değil, bunlara dayanır. Çok az zikrediyorsunuz. (.......) tekit içindir “gerçekten” manasınadır. Mana: Siz bu nimetlerin büyüklüğünü anlayamadınız ve onları asıl maksatlarınm dışında kullandınız. Bu sebepten gözleriniz ve kulaklarınız, Allah'ın âyetleri ve işleri hususunda iş görmedi. Dolayısıyla, kalplerinizle de düşünemediniz ve nimet verem tanıyamadınız. O'na hiç şükürde bulunmadınız. 79Ve o sizi yeryüzünde yaratıp yaydı. O'na götürüleceksiniz. O, sizi yeryüzünde yaratan ve nesiller vererek yayandır. Dağılıp gittikten sonra kıyamet gününde onun huzurunda toplarıacaksınız. 80Ve o, yaşatan ve öldürendir. Gecenin ve gündüzün değişmesi onun eseridir. Aklınızı kularınııyor musunuz? Canhları yaratarak diriltir, yok ederek öldürür. Gece ve gündüzün değişmesi onun eseridir. Birinin diğeri ardından gelmesi ve karanlık ve aydınlıktaki ya da uzayıp kısalmadaki değişimleri onun eseridir. Bu ona mahsustur. Ondan başkası onların taarrufuna güç getiremez. Aklınızı kullarınııyor musunuz? Kullanın da diriltme hususndaki kudretimizi anlayın. Ya da yapılanla yapana yol bulun da îmana gelin. 81Hayır, onlar da öncekilerin dedikleri gibi dediler. Mekke ahalisi, kendilerinden önceki kâfirlerin dedikleri gibi dediler, sonra onların ne dediklerini şu sözüyle açıkladı. 82Dediler ki: “Öldüğümüz, toprak ve kemik haline geldiğimiz zaman diriltileceğiz, öyle mi?” Nafî, Hamza, Ali ve Hafs'a göre (.......) şeklindedir. 83Andolsun ki bu tehdit, biz de bizden önce atalarınııza da yapıldı. Bu öncelilerin masallarından başka bir şey depdir. Bu diriltme tehdidi Muhammed'in gelişinden önce de yapıldı. (.......) , (.......) kelimesinin çoğulu (.......) kelimesinin çoğuludur. O, öncekilerin yazdığı gerçek dışı şeydir. (.......) kelimesinin çoğulu olması da uygundur. Sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ine müşriklere karşı şu sözüyle delil getirmesini emretti. 84-85Deki: Şayet biliyorsanız dünya ve içinde bulunanlar kimindir?” “Allah'ındır” diyecekler. “O hâlde düşünmüyor musunuz?” de. Onlar, onun yaratıcı olduğunu kabul ediyorlar. Ama ancak düşündüklerinde, yeryüzünü ve içindekileri yaratanın, onları, tekrar yaratmaya kâdir olduğunu ve Rablik hususunda, yaratılmışların bir kısminin, ona eş koşulmamasım gerektiğini bilecekler. Hamza, Ali ve Hafs'a göre (.......) şeklinde, diğerlerine göre (.......) şeklindedir. 86“Yedi kat göklerin Rabbi ve büyük arşm Rabbi kimdir?” Ondan korkmuyor musunuz? Korkun ki ona eş koşmayın. Ya da, bu eşyalan yaratmaya gücünün yettiğini itiraf etmenize rağmen yeniden diril teceğini inkâr etmekten korkmuyor musunuz? 87- 88“Biliyorsanız (söyleyin) herşeyin melekûtu (mülkü ve yönetimi) elinde olan, herşeyi koruyup kollayan, fakat kendisi korunup kollanmaya muhtaç olmayan kimdir?” de. Melekût, mülktür. (.......) ve (.......) mübalağa için gelmiştir. Mülkün azametinden haber vermektedir. Birine, bir başkasına karşı yardım ettiğinde ya da onu ondan men ettiğinden “falarıa karşı filarıa yardım ettim” dersin. Yani, dilediğine, dilediği kişi tarafından yardım eder, ona karşı, kimse kimseye yardım edemez. 89(Bunların hepsi) “Allah'ındır” diyecekler. “O hâlde nasıl olup da büyüleniyorsunuz?” de. Haktan ya da onun tevhidinden ve tâatmdan nasıl sapıyorsunuz? Saptıran şeytan ve boş arzulardır. Birinci (.......) icma iledir. Çünkü soru “kim içindir?” şeklindedir. İkinci ve üçüncü (.......) ise Basra'lıların dışındakilere göre mana yönüyle aynıdır. Çünkü sen “Bunun sâhibi kimdir?” dediğinde bunun manası “Bu kimdir?” demektir. Şâirin sözünde olduğu gibi: “Mezalifve köylerin sâhibi kimdir?” denildiğinde: “Ve kılı kısa atların sâhibi?” denildiki: “Halid'in” Yani “mezalif kimindir?” demektir. Mezalif: yeşillik ve sulak olan yerle çöl arasında bulunan köylere denir. Kim de onu, hazfıyla okursa, o zaman zahire göredir. Çünkü sen “Bunun sâhibi kimdir?” dediğinde, cevabı “falarıdır” şeklindedir. 90Şüphesiz biz onlara gerçeği getirdik. Şüphesiz ki onlar yalancılardır. O'na çocuk nisbeti abes, şirk koşmak batıldır. Onlar “Allah çocuk edindi” demelerinde ve ortak koşmalarında yalancıdırlar. Sonra şu sözüyle onların yalanlarını tekit etti. 91Allah çocuk edinmemiştir. O'nunla beraber hiçbir tanrı yoktur. Öyle olsaydı her tanrı kendi yarattığım sevk ve idare eder ve onlardan biri diğerine üstün gelmeye çalışırdı. Allah onların tammlamalarından uzaktır. O, tür ve cinsten münezzehtir. Adamın çocuğu onun cinsindendir. Uluhiyette ona ortak yoktur. Öyle olsaydı tannlardan herbiri yarattığına yönelir ve onunla baskı kurardı. Ayrıca onlardan her birinin mülkü diğerinden aynlırdı. Dünya sultanlarında olduğu gibi bir kısmı diğerlerine galebe çalardı. Memleketleri ayrı ve kendileri mücadele içinde olurlardı. Mülkün parçalanması ve mücadele ile ilgili hiçbir iz rastlayamazsınız. Bilin ki, o tek bir tanndır. Her şeyin mülkü, idaresi, onun elindedir. (.......) ancak cezâ ve cevap cümlesinin başına gelir denemez. Burada (.......) cezâ ve cevap olarak gelmiştir. Ayrıca onun başına ne şart ne de soru soranın sorusu gelmiştir. Çünkü şart hazfedilmiştir. Takdiri ise “onunla birlikte ilâh yoktur” âyetinin de delaletiyle “eğer onunla birlikte ilâhlar olsaydı” şeklindedir. Bu, onunla tartışan müşriklere verilmiş bir cevaptır. Allah'ı onların “ortakları vardır, çocuk edinmiştir” gibi vasıflarıdırmalarından tenzih ederiz. 92(O) görünmeyeni ve görüneni bilir. Onların ortak kostakları şeylerden yücedir. (.......) mecrûrdur. (.......)nin sıfatıdır. Medenî ve Hafs’ın dışındaki Kûfe'lilere göre merfûdur. Hazfedilmiş bir mübtedanın haberidir. O, gizliyi de aleniyi de bilir. Onların ortak koştukları put vs. şeylerden yücedir. 93- 94Deki: “Rabbim, eğer onlara yöneltilen tehdidi, mutlaka bana göstereceksen, Rabbim beni şu zâlim kavim içinde bırakma.” (.......) deki (.......) ve (.......)tekit içindir. Yani onların dünyada ya da âhirette karşılacakları tehdit edildikleri azâbı mutlaka bana göste receksen, demektir. Beni onlara arkadaş kılma. Bana, onların azâbıyla azap etme. Hasen (radıyallahü anh) dan rivâyete göre “Allah onun ümmetinin azapla karşılaşacağım haber vermiştir. Ama ne zaman olacağını bildirmemiştir. Ancak bu duayla dua etmesini ona emretmiştir. Masum olan Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem)’in, Rabbine karşı kulluğunu ve tevazusunu göstermek için, Rabbinin, yapacağım bildiği bir şeyi istemesi ya da yapmayacağını bildiği bir şeyden de ona sığınması câizdir. O, bir meclisten kalktığında yetmiş defa istiğfar yapardı. (.......) daki (.......) şartın cevabı içindir. (.......) ise, ikisi arasına tekit için gelmiş mutarizadır. 95Biz onlara yönelttiğimiz tehdidi sana göstermeye elbette ki kâdiriz. Onlar, kendilerine vaad olunan azâbı inkâr ediyorlar ve gülüyorlardı. Onlara denildiki: Şüphesiz ki Allah vaad ettiğini gerçekleştirmeye kâdirdir. Eğer düşünürseniz, bu inkânnıza yol bulamazsınız. 96Kötülüğü en güzel şeyle def et. Biz onların (seni) nasd vasıflarıdıracaklarını biliyoruz. Kötülüğü en güzel hasletle def et. Bu “kötülüğü iyilikle defet” sözünden daha beliğdir. Çünkü burada tadil sigası kullanılmıştır. Mana: Onların hatalarını affet ve onlara karşı mukabeleni mümkün olan en güzel yolla yap. İbni Abbâs (radıyallahü anh) tan yapılan rivâyete göre “O Allah'tan başka ilâh olmadığına şehadettir” Buradaki kötülük, selâm verirken ortaya konan şirk ve çirkin sözdür ya da kötülüğü öğütlemektir. “Bu, kılıç âyetiyle nesh edilmiştir” derülrmştir. “Muhkemdir. Dine zarar vermediği müddetçe teşvik edilmiştir” denilmiştir. Biz, onların nasıl şirk koştuklarını ya da seni nasıl vasıflarıdırdıklarını ve kötü konuşmalarını biliyoruz. Onları, bu hususta cezâlarıdıracağız. 97Ve dedi ki: “Rabbim, şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım.” Onların vesveselerinden ve dürtülerinden sana sığımnm. (.......) dürtmek demektir. (.......) un çoğuludur. At yetiştiricisinin mahmuzu (.......) buradan gelmektedir. Mana: “At yetiştiricilerinin, hayvanlarını yürütmek için mahmuzlaması gibi, şeytanlar, insanları günaha teşvik ederler” demektir. 98“Onların yanımda bulunmalarından da sana sığınırım.” Hemen her zaman ya da Kur'ân okunurken ya da elbise çıkanldığı esnada şeytanların hazır olmalarına ve dürtmelerine karşı Rabbe yalvararak nida edilmesini ve ona sığınılmasını, nidayı ve sığınmayı tekrarlayarak emretmiştir. 99Nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında “Rabbim, beni geri gönderiniz” der. (.......) fiiline taallûk etmektedir. Yani onlar, ölüm vakti gelinceye kadar şirk koşmaya devam ederler. Ya da bu vakte kadar kötü hâl üzere devam ederler, demektir, bundan önceki iki âyet mutarıza ve tekit olarak gelmiştir. Tekit, aklım çalmaya uğraşan ve intikam almaya sevkeden şeytana karşı Allah'tan yardım dileyerek onların görmezden gelinmesi içindir. Rabbim, beni dünyaya geri döndürünüz, der. Allah'a sultanlara hitap edildiği gibi tazim için çoğul bir lafızla hitap etti. 100“Ta ki boşa geçirdiğim dünyada iyi iş yapayım” Hayır onun söylediği bu söz (boş) laftan ibârettir. Onların gerisinde ise, yeniden dinlecek güne kadar (süren) bir berzah vardır. Terk ettiğim yerde yani dünyada hayırlı bir iş yapayım. Çünkü o, dünyayı terk edip âhirete gitti. Katâde şöyle demiştir: “Bunu ancak kaçırdığı tahsil için istedi. Ailesine ve aşiretine dönmek için değil.” Kûfî, Sehl, ve Ya'kûba göre (.......) deki (.......) sakindir, “hayır” sözü, dönüş talebim, azarlamakta, kabul etmemekte ve imkânsız görmektedir. (.......) sözünden maksat, düzgün kurulmuş bir cümledir. O da “Rabbim beni geri gönderiniz. Tdki boşa geçirdiğim dünyada iyi iş yapayım” sözüdür. Bu, onun, hasret ve pişmanliğin istilasından dolayı susmaksızm söylediği bir sözdür, “gerisinde” sözü, önünde, manasınadır. (.......) deki, zamîr topluluk içindir. Berzah; onlarla dünyaya dönüş arasındaki engeldir. “Yeniden dinlecekleri güne kadar” dedi. “Diriliş günü dönecekler” şeklinde demedi. Bu, umudu, tam olarak kırmaktadır. Çünkü, bu dirilişten sonra ancak âhirete dönüş olacağını bildirmektedir. 101Sûr'a üflendiği zaman, artık o gün aralarında soy sop yoktur ve birbirlerine sormazlar. Bu üflemenin ikinci üfleme olduğu söylendi. Ebû Amr'a göre iki ayrı kelimede de olsa benzer iki harfin bir araya gelmesinden dolayı (.......)idğamla okunur. İdğam: Harfleri birbirine katarak okumaktır. Soylar arasında aynlık meydana gelir. Mükâfat görenler ve cezâ görenler diye iki kısma aynlırlar. Kendi aralarında soy sebebiyle buluşma meydana gelmez. Çünkü kişi, kardeşinden, anasından, babasından, kansından ve oğlundan kaçar. Aralarındaki buluşma amelleri sebebiyle olur. Dünyada iken istedikleri gibi, bir araya gelmeyi istemezler. Çünkü onlardan her biri kendi haline düşmüştür. Bununla “Onlardan bir kısmı, bir kısmına sorarak yöneldi” âyeti arasında tezat yoktur. Kıyamette çeşitli yerler vardır. Bir yerde, onlar üzerindeki korku artar da birbirlerine sormazlar. Başka bir yerde ise kendilerine gelirler ve sorarlar. 102Kimlerin tartdarı ağır gelirse, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. (.......) , (.......) kelimesinin çoğuludur. Tartıları sâlih ameller manasına gelmektedir onlar için Allah tarafından takdir olunmuş bir ağırlık manasına gelmelrtedir. Onlar için Allah tarafından takdir olunmuş bir ağırlık vardır. Nitekim âyet-i kerimede “Kıyamet gününde onlar için terazi kurmayız” buyurulmuştur. 103Kimleri de tartdan hafif gelirse, işte onlar kendilerini ziyana sokanlar, cehennem de ebedî kalanlardır. Kimlerin de tartıları günahlar yüzünden'hafıf gelirse, onlar, nefisleri ne zulmetmişlerdir. (.......) , (.......) dan bedeldir. Bu ikisinin i'rabta mahalli yoktur. Çünkü sılanın mahalli yoktur. Ya da (.......)için haberden sonraki haberdir. Ya da mahzûf bir mübtedanın haberidir. 104Onlar, orada, dişleri açıkta olduğu hâlde ateş yüzlerini yalar. Suratları asık olduğu hâlde ateş yüzlerini yakar. Onlara şöyle denir: 105Âyetlerim size okunurda siz, onları yalanlardınız, değil mi? Dünyada iken size Kur'ân okunur da siz, onları yalanlardınız ve onların Allah'tan olmadığına inanıyordunuz, değil mi? 106Derler ki: “Rabbimiz, azgınliğimız bizi altetti. Biz, sapık bir topluluk idik.” Hamza ve Ali'ye göre (.......) şeklindedir. (.......) ve (.......) nin ilcisi de mastardır. Yaptığımız kötü ameller sebebiyle bedbaht olduk. Tevil ehlinin “Bedbahtlıktan üzerimize yazıları şey bizi altetti” şeklindeki sözleri doğru değildir. Çünkü o, kulun yapacağı şeyi ve seçeceği bildiği şeyi yazar. Seçeceğini bildiğinden başkasını yazma emirleri hususunda gösterdikleri gevşekliğin bahanesi olarak söylüyor. Kendilerinin işleri ile ilgili hususlarda bahane bulmakta aceleci davranıyorlar. Biz hak tan ve doğrudan sapmış bir topluluk idik. 107“Rabbimiz, bizi buradan çıkar. Eğer bir daha dönersek, artık belli ki biz zâlim insanlarız.” Bizi ateşten çıkar. Küfre ve yalanlamaya bir daha dönersek, artık gerçekten nefislerimize zulmetmiş oluruz. 108Buyurur ki: “Alçaklıkça alçalın Orada! Bana bir şey söylemeyin.” Zelil ve aşağılık bir şekilde susun. Üzerinizden azâbın kaldırılması hususunda bana bir şey söylemeyin. Çünkü o ne kaldırılır, ne de hafifletilir. Denildiki “Bu onların konuştukları son sözdür. Bundan soınra onlardan sadece soluma ve inleme işitilir.” Ya'kûb'a göre (.......) , (.......) ve (.......) lafızları vasl hâlinde de vakf hâlindede (.......) ile okunurlar. Diğerlerine göre ise (.......) sız okunurlar. 109-110Zira kullarınıda bir grup: “Rabbimiz, biz îman ettik. Bizi bağışla. Bize acı. .Sen acıyanların en hayıriısısın” demişlerdi. Siz onları alaya aldınız. Sonun da bu davranışınız size beni yad etmeyi unutturdu. Çünkü siz onlara gülüyordunuz. (.......) ikinci mefuldur. Medenî, Hamza ve Ali'ye göre damme iledir. Her ikisi de (.......) gibi (.......) nin maştandır. Nispet (.......) sında mübalâğa vardır.” Denildiki: “O maskaraya alınanlar, ashâbı kiramdır” onların sadece Ashâb-ı Suffe oldukları da söylendi. Manası: Onları alaya aldınız ve onlarla dalga geçerek uğraştınız. Sizin bu şekilde onlarla uğraşmanız, beni zikretmeyi unutmanıza sebep oldu. Siz onlarla alay edip gülüyordunuz. 111Bu gün ben onlara, sabrettiklerinin karşılığını verdim. Onlar, hakikaten muratlarına ermişlerdir. (.......) cümlesinin ikinci mefûl olması câizdir. Yani onları kurtulup muratlarına ermeleriyle mükafatlarıdırdım. Çünkü (.......) fiili iki mefûl alır. “Onları sabretmelerine karşılık cennetle mükafatlarıdırdı” âyetinde olduğu gibi. (.......) Hamza ve Ali'ye göre başlarıgıç içindir. Yani, kurtuluşa erenler hakikaten onlardır, siz değilsiniz, demektir. 112(Allah inkârcılara): “Yeryüzünde kaç yıl kaldınız” diye sorar. Allah ya da onlara soru sormakla görevlendirilmiş melek şöyle der Mekki Hamza ve Ali'ye göre (.......) şeklindedir. Onlara sorulmak üzere sana verilmiş bir emirdir. (.......) , (.......) fiiliyle mensûb kılınmıştır. (.......)ise temyizdir. 113“Bir gün ya da günün bir kısmı kaldık, sayanlara sor” derler. Onlar, orada ebedî kalacaklarını düşünmelerinden ve azâb içerisinde olmalarından dolayı günaha kalış müddetlerini kısa gördüler. Çünkü sıkıntı çekene sıkıntılı günleri uzun gelir, sevinçli günleri kısa gelir. Hesap edenlere ya da kulların ömürlerini sayan meleklere sorun. (.......) Mekkî ve Ali'ye göre (.......) şeklinde hemzesizdir. 114“Sadece az bir süre kaldınız. Keşke bilseydiniz” der. Ancak az bir zaman ya da az kaldınız demektir. Allah'u Teâlâ, onların, dünyada kalış yılları ile ilgili sözlerini doğrulamakta ve önceki gafletlerinden dolayı onları azarlamaktadır. Hamza ve Ali'ye göre de (.......) şeklindedir. 115Bizim sizi boş yere yarattığımızı ve sizin bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sandınız? (.......) hâldir. Yani oyun ve eğlence edinerek demektir, ya da mefulun lehtir. Yani, boş yere demektir. Hamza ve Ali ve Ya'kûb'a göre (.......) , “dönüp gelmeyeceğinizi) şeklindedir. (.......) cümlesi (.......) üzerine ya da (.......) üzerine atfen Bilâkis sizi, sorumluluk yüklemek, sonra da sorum luluk dünyasından mükâfat ve cezâ dünyasına döndürmek, iyilere sevap vermek, kötüleri cezâlarıdırmak için yarattık. 116Mutlak hakim ve hak olan Allah, pek yücedir. O'ndan başka ilâh yoktur. O, bereketli arşın sâhibidir. Mutlak hakim ve hak olan Allah, boş bir şey yaratmaktan yücedir. Mülkün kendisine aidiyeti sabittir. Çünkü herşey ondandır, onadır. Ya da o kendisi ve mülkü yok olmadandır. O, bereketli arşın sâhibidir. Arşı kerem (bereket) sıfatıyla vasfetti. Çünkü rahmet ondan iner. Ya da onu keremlilerin en keremlisi olan Allah'a nisbetinden dolayı kerem sıfatıyla y''vasfetti. (.......) kelimesi, (.......) keümesine sıfat olmak üzere şaz bir şekilde merfû' olarak da okunmuştur. 117Kim Allah ile birlikte diğer bir tanrıya taparsa -ki bu hususla ilgili hiçbir delili yoktur- o kimsenin hesabı ancak Rabbinin nezdindedir. Şurası muhakkak ki kâfirler iflah olmaz. 118Resûlüm! Deki: Bağışla ve merhamet et Rabbim! Sen merhametlilerin iyisisin. Resûlüm! Deki: Bağışla ve merhamet et Rabbim! Sen merhametlilerin iyisisin. Zira Allah'ın rahmetine kavuşan kişi, başkasının rahmetine ihtiyaç duymaz. Fakat başkasının rahmeti, Allah'ı rahmetinden müstağni kılınmaz. |
﴾ 0 ﴿