NUR SÛRESİBu sûre Medine'de nâzil olmuştur; 64 âyettir.. 1Bu indirdiğimiz ve (hükümlerinin uygulanmasını) farz kıldığımız bir sûredir. Düşünüp öğüt almanız için onda açık seçik âyetler indirdik. (.......) Mahfuz bir mübtedanın haberidir. Yani, “Bu bir suredir” demektir. “onu indirdik” (.......) un sıfatıdır. Talha “Zeydi dövdüm” ya da “Sûreyi oku” şeklinde düşünerek (.......) şeklinde okumuştur. Sûrenin başından sonuna kadar bütün âyetleri Medine'de inmiştir. “Onda bulunan hükümleri farz kıldık.” (.......) kelimesinin aslı, “kesmek, ayırmak” demektir. Yani o hükümleri onda kesilmiş biçilmiş olarak kıldık, demektir. Mekkî ve Ebû Amr, müsbetliğini ve onun te'kidini mübalağa için ya da onda farklı farklı kılınanların çokluğunu ifade için (.......) şeklinde şeddeli oku muşlardır. Öğüt almanız için onda açık deliller indirdik. Hamza, Ali, Halef ve Hafs'a göre (.......) şeklindedir. Sonra hükümleri tekrar açıkladı. Şöyle buyurdu: 2Zina eden kadın ve zina eden erkekten herbirine yüz sopa vurun. Allaha ve âhiret gününe inanıyorsanız, Allah’ın dini (ni) tatbik hususunda sizi sakın acıma duygusu kaplamasın. Mü’minlerden bir grup da onlara uygularıan cezâya şâhit olsun. (.......) Mübteda olarak merfûdur, haber hazfedilmiştir. Yani, üzerinize farz kılman hususta zinâkar kadım ve zinâkar erkeği sopalayın. Ya da haber (.......) (sopalayın) kelimesidir. (.......) manasına olduğu ve şart manasını içerdiği için (.......) gelmiştir. Takdiri, zina eden kadını ve zina eden erkeği sopalayın” şeklindedir. Senin “kim zina etmiş onu sopalayın” sözünde olduğu gibi. “İffetli kâdirılara iftira atan sonra da dört şâhit getiremeyen kişileri sopalayın” âyetinde olduğu gibi. Îsa b. Ömer, zahirin açıkladığı gizli bir fiilin varlığı üzere (.......) şeklinde mensûb okumuştur. Bu, emir için olan fiilden dolayı (.......) şeklinde okunmasından daha iyidir. Celd; Tene vurmaktır. Bunda, acının ete ulaşması için mübalağa edilmemesi gerektiğine işaret vardır. Hitap, devlet başkanlarınadır. Hadlerin uygulanması dindendir. Onların sorumluluğu herkesin üzerinedir. Ancak onların hepsinin bir araya gelmesi mümkün değildir. Bu işe onların adına imâm bakar. Bu, özgür ve evlenmemiş olanın hükmü dür. Evlenmiş olanın hükmü ise, taşlarıarak öldürülmektir. Taşlarıarak öldürülmenin şartları şunlardır: hürriyet, akıl, baliğ, islâm ve sağlam bir nikâhla evlendiği kâdirıla başbaşa kalıp ilişkiye girmektir. Bu, sürgünün meşru olmadığına dair delildir. Çünkü (.......) cezâya dahil olur. Sürgün ile ilgili rivâyet edilen hadis “O kadınları evlerde hapsedin” ve “o ikisine eza verin” ayetlerindeki hapis ve işkencenin nesh edildiği gibi neshedilmiştir. Mekki kelimesini, (.......) şeklinde okumuştur. Bu, ayrı bir kelimedir. Denildiki: “Re'fet (acıma) kötülüklerin giderilmesinde kullanılır. Rahmet ise, “sevgiliye ulaştırmakta” mana, mü’minlere gere ken Allah'ın dini hususunda şart olup dayatmaktır. Hadlerin uygulanmasında gevşeklik göstermemektir. Değilse hadleri kaldınrlar ya da hafifletirler. Allahm dininden maksat, ona ya da hükmüne boyun eğmektir. “Allaha ve âhiret gününe inanıyorsanız” sözü tahrik babındadır. Allah ve dini için gazap ateşini yakmayı hedeflemektedir. Şartın cevabı gizlidir. Yani, sopalarıanlardan bir gurup hazır olsun. Bunun “azap” olarak isimlendirilmesi cezâ olduğuna dair delildir. Grubun, ibret almak için had uygularıacak yerde halka çevirmiş ve had uygularıacak kişinin azarlanması câizdir. Grup en az üç ya da dört kişi olmalıdır. Bu, galip bir sıfattır ve sanki o üç dört kişi, bir şeyin etrafını çevirmiş grup gibidir. İbni Abbâs (aleyhisselâm) dan rivâyet edildiğine göre, dört ila kırk adam olmalıdır. 3Zina eden erkek, zina eden müşrik olan kadından başkasıy la evlenemez; Zina eden kadm da veya müşrik olan erkekten başkasıyla evlenemez. Böyleleriyle evlenmek mü’minlere haram kılınmıştır. Zina alışkanliği olan murdar kişi, sâlih'a kâdirılarla evlenmeye rağbet etmez. Kendisi gibi murdarlara ya da müşriklere rağbet eder. Aynı şekilde sâlih erkekler de o murdar kâdirılarla evlenmeye rağbet etmez. O kadınlara, kendileri gibi fâsık ve müşrik olanlar rağbet eder. Âyet, haddi aşanlarla evlenmekten uzaklaştırmaktadır. Çünkü zina çirkinlikte şirkin eşidir. Îman ise iffet ve namusun eşidir. Bu âyet “Pis kadınlar, pis erkekler içindir” âyetinin bir benzeridir. Denildiki: “İslam'ın başlarıgıcında zinakar kâdirılarla evlenmek yasaktı. Daha sonra bu “sizden olan dullarla evlenin” ayetiyle neshedildi. Denildiki “Nikahtan maksat, ilişkidir. Çünkü zinâkardan başkadı, zinakar kadını iğrenir, ona karşı şehvet duymaz.” Bu doğrudur ye seni şu söze götürür. “Zinakar erkek, ancak zinakar kâdirıla, zinakar kadın da ancak zinakar erkekle zina eder.” Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) den bir kâdirıla zina eden sonra da onunla evlenen kişinin durumu soruldu, “Başı zina, sonu nikâhtır” buyurdu. Birinci cümlenin durumu zinakar erkeğin özelliği, iffetli kâdirılara değilde günahkâr kâdirılara rağbet etmesidir. İkincisinin manası ise, zinakar kadının özelliği, ona, namuslu kişilerin değil, zinakar kişilerin rağbet etmesidir. Bu ikisi farklı iki manadır. Birincisinde, zinakar kadın, zinakar erkekten önce zikredilmiştir. İkincisinde ise, erkek kadından önce zikredilmiştir. Çünkü bu âyet, işledikleri kötülükten dolayı cezâlarıdırılmaları için indirilmiştir. Kadın, bu kötülüğün kendisinden kaynaklandığı unsurdur. Çünkü o, erkeği arzulamasaydı, ona kapı açıp imkân vermeseydi, erkek onu arzulamaz ve ona sahip olamazdı. Bu hususta, kadın asıl olunca zikriyle başladı. İkincisi ise nikâhtan bahsetmektir. Bunda asıl olan ise erkektir. Çünkü isteyen odur ve talep ondan gelmektedir. (.......) nehiy olarak (.......) şeklinde de okunmuştur. Aynı şekilde merfû' hâlinde de nehiy manası vardır. Ve o daha beliğ ve daha te'kitlidir. Onun o ikisinin adetlerinin bu şekilde olduğu manasına haber olması da câizdir. Mü’mine gereken nefsini bu tip alışkan lıklara bulaştırmamak ve korumaktır. Zina yapmak ya da zina yoluyla para kazanması maksadıyla fahişelerle evlenmek haram kılınmıştır. Ya da bunda, fâsıklara benzeyiş, töhmet altında kalmak, kötü söze, gıybete ve kötülerle oturmaya sebep olmak gibi kötülükler olduğu için haram kılınmıştır. O meclislerde günaha kapı açan nice taşmlıklar yapılır. Ya da zinâkarların ve kahpelerin bir araya gelmesiyle neler olur? Bir düşünün. 4Namuslu kâdirılara zina isnadında bulunup sonra da dört şâhit getiremeyenlere seksener sopa vurun. Ve artık onların şâhitliğini hiçbir zaman kabul etmeyin. Onlar yoldan çıkmış kimselerdir. Ali'ye göre (.......) şeklindedir. Yani müslüman, mükellef, iffetli ve hür kâdirılara zina isnadında bulunanlar, demektir. Kazif (isnatta bulunmak) zina ve başka hususlarda olur. Buradaki, zina isnadıdır. Bunu, zinakârlardan hemen sonra namuslu kâdirıların zikredilmesiyle ve dört şâhit getirilmesinin şart koşulmasıyla anlıyoruz. Sonra da zinaya tanıklık eden dört şâhit getiremezse ve eğer isnatta bulunan hürse, ona, seksen sopa vurun. Zinanın dışındaki “ey fâsık, ey faiz yeyici” gibi ifadelerle atıları kaziflerde iki şâhit yeterlidir. Cezâsı da tazirdir. Kazif atıları kişide bulunması gereken şartlar şunlardır. Hürriyet, akıl, bulûğ, islâm ve iffet, kazif cezâsının gerekliliği hususunda erkek de kadın gibidir. Yani erkeğe atıları isnadda kadında olduğu gibi cezâlarıdırır. (.......) kelimesi, mastarların naspedilişi gibi naspedilmiştir. Bize göre onun, hadlerle ilgili şâhitliği reddedilir. Ayrıca haddin tamaminin ya da bir kısminin bilindiği şekil üzere uygulanmasına taallûk etmektedir. Yani had uygulanmazsa şâhitlik reddedilmez. Şâfiîye göre ise onun şehadetinin reddolunması kazifin kendisine taallûk eder. Haddin uygulanmasıyla bir ilgisi yoktur. Bize göre kazif olan şartın cezâsı, sopanın vurulmasıdır. Şehadetleri ebedî olarak yani yaşadıkları müddetçe kabul edilmez. Onlar, yoldan çıkmış kimselerdir. Bu, başlarıgıç cümlesidir. Şartın cezâsına dahil değildir. Sanki bu, şart cümlesi bittikten sonra,'kazif atanla nn Allah katındaki hâlinin hikâyesidir. 5Ancak bundan sonra tevbe edip ıslah olanlar müstesnadır. Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir. Zina isnadında bulunduktan sonra tevbe edip hallerini düzeltenler müstesnadır. Bunlar, fâsıklardah istisna edilmişlerdir. Buna “Allah, çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir.” Sözü delalet etmektedir. Yani; onların günahlarını bağışlar ve onlara merhamet eder, demektir. Bize göre istisnanın hakkı mensûb olmaktır. Çünkü o olumlu cümledendir. İstisnayı ikinci cümleye tealluk ettirenlere göre ise deki (.......) dan bedel olmak üzere, meerur olmaktır. Yabancı kadınlara zina isnadında bulunmanın hükmünü zikrettikten sonra, eşlere zina isnadında bulunmanın hükmünü açıkladı. Şöyle buyurdu: 6Eşlerine zina isnadında bulunup da kendilerinden başka şâhitleri olmayanlara gelince, onların herbirinin şâhitliği, kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ederek şâhitlik etmesi, 7Beşinci defa da, eğer yalan söyleyenlerden ise Allah'ın lânetinin kendi üzerine olmasını dilemesidir. Hanımlarına zina isnadında bulunup da kendilerinden başka sözlerini tasdik edecek şâhitleri olmayanlara gelince, onların herbirinin şâhitliği, kendisinin,-bu zma isnadında doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ederek şâhitlik etmesi, beşinci şâhitlikte de, bu zina isnadında eğer yalan söyleyenlerden ise Allah'ın lânetinin kendi üzerine olmasını dilemesidir. (.......) kelimesinden bedel olmak üzere merfûdur. (.......) Ebubekir'in dışındaki Kûfe'lilere göre haber olmak üzere merfûdur. Mübteda (.......) dir. Diğerlerine göre ise mensubtur. Çünkü o, mastara muzaf kılınmasıyla mastar hükmünü almıştır. Ondaki amil, mastardır. O da (.......) dir. Buna göre haberi hazfedilmiştir. Takdiri ise “Onların herbirinin şâhitliği vâcibtir” şeklindedir. Buradaki. (.......) kelimesinin merfû' olduğu hususunda bilindiği kadarıyla ihtilaf yoktur. (.......) mübteda, (.......) haberdir. 8Kadının, kocasının yalan söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ile şâhitlik etmesi, 9Beşinci defa da, eğer (Kocasi) doğru söyleyenlerden ise Allah'ın gazâbının kendi üzerine olmasını dilemesi kendisinden cezâyı kaldırır. Ondan azâbı yani cezâyı kaldırır, (.......) fiilinin faili, (.......) cümlesidir. Hafs, (.......) kelimesini (.......) üzerine atfederek mensup kılmıştır. Diğerleri ise başlarıgıç olarak merfû' kılmışlardır. (.......) onun haberidir. Nâfi, (.......) ve (.......) deki (.......) leri (.......) olarak okumuştur. Ayrıca (.......) nin (.......) mı esreli okumuştur. Her iki (.......) de (.......) hükmündedir. Sehl, Ya'kûb ve Hafsa göre (.......) şeklindedir. Gazap kelimesini, kadırıla yanyana kıldı. Çünkü kâdirılar, hadiste de geçtiği üzere lâneti çok kullanırlar. Dilleri alıştığı ve kalpleri önemsediği için yalan yere lânete cüret ederler diye onun yanında “gazap” kelimesini zikretti. Bunu men edici olması için yaptı, bize göre liân (larıetleşme), lânet kelimesiyle birlikte kullanılan yeminlerle kuvvetlendirilmiş şâhitliklerdir. Erkek hakkında kazif cezâsının yerine geçer. Kadın hakkında ise, zina cezâsının yerine geçer. Çünkü Allah'u Teala onu, şehadet olarak isimlendirmiştir. Kan ve koca şehadet ehli olup, koca kansına zina isnadında bulunursa aralarında liân yapılır. Nehir kitabında da açıklandığı gibi birbirleriyle lânetleştiklerinde, kadı aralarını ayınncaya kadar, aralarında aynlık meydana gelmez. Allah ona rahmet etsin Züfer'e göre aynlık, lânetleşmeleriyle meydana gelir. Aynlık, bain olarak boşatmaktır. Ebû Yûsuf, Züfer ve Şafiî'ye göre artık ebedî haramlık sözkonusudur. Liân âyeti, Hilâl b. Ûmeyye yada Uveymir hakkında indi. O “Karım Havle'niri üzerinde Şüreyk b. Semhan'ı gördüm” demiş, karısı da onu yalanlamıştı. Bunun üzerine Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara liân yaptırmıştı. 10Ya Allah'ın size bol lûtfû ve merhameti olmasaydı ve Allah, tevbeleri kabul eden hüküm ve hikmet sâhibi olmasaydı (hâliniz nice olurdu)? Yani, Allah'ın, size ihsanı ve nimeti olmasaydı, demektir. (.......) nin cevabı, hazfedilmiştir. Takdiri ise, “sizi utandırırdı” yada “size biran önce azap ederdi” şeklindedir. 11Bu ağır iftirayı uyduranlar şüphesiz sizin içinizden bir gruptur. Bunu kendiniz için bir kötülük sanmayın. Aksine o, sizin için bir iyiliktir, onlardan herbir kişiye, günah olarak ne işlemişse (onun karşılığı cezâ) vardır. Bu günahın büyüğünü yüklenen kimse içinde çok büyük bir azap vardır. İfk sözü, yalan ve iftiradan oluşan mananın en beliğidir. Aslı (.......) dur. Değiştirmek ve çevirmek demektir. Çünkü o, anlamı değiştirilmiş bir sözdür. Burada kastedilen Âişe (radıyallahü anh) nin üzerine atıları iftiradır. Âişe anlatıyor: “Beni Mustalık gazasında gerdanliğimı kaybettim. Bu sebepten geri kaldım. Hafifliğimden dolayı hevdecin boş olduğu anlaşılmadı. Onlar gittiklerine Safvan b. Muattal (geldi) devesini çöktürdü. (Deveye bindim) ve onu şevketti. Onlar konakladıktan sonra onlara yetiştik. Benim hakkımda helâk olan olmuştur. Bir ay hastalandım. Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) “Nasılsın?” diye soruyordu. Önceleri gördüğüm lütfü ondan göremiyordum. Babamın teyzesi Ümmü Mıstah (bize gelmişti, yürürken) tökezleyince “kahrolası Mıstah” dedi. Bu sözüne karşı çıktım, o da bana iftira olayım haber verdi. Bunu işitince hastaliğim arttı. Ana-babamın (evine gittim) orada geceledim. Gözyaşım dinmiyordu, uyuyamıyordum. O ikisi (anam babam) ciğerimin parçalandığım zannettiler. Sonunda Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) “Ey Humeyra, müjdeler olsun sana. Şüphesiz ki Allah beraatini indirdi” buyurdu. “Allaha hamdolsun, sana teşekkür yok” dedim. (.......) Ondan kırka kadar, bir araya gelmiş kişiden oluşmuş bir topluluktur. Onlar; münâfıkların başı Abdullah b. Ubey, Zeyd b. Rifaa, Hassan b. Sabit, Mistah b. Esare, Hamne binti Cahş ve onların yardımcılarıdır. Bu içinizden, müslüman cemaatinden bir gruptur. Onlar, iftiranın mü’minlerden değil de kâfirlerden meydana geldiğini zannetmişlerdi. Bu iftirayı Allah katında şer olarak hesap etmeyin. Aksine o sizin için hayırlıdır. Çünkü Allah size o belâyı isabet ettirdi sonra da onsekiz ayetlik beraati indirdi. Hitap, Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e, Ebû Bekir’e, Âişe'ye Safvan'a ve bu hususta ona kötülük yapan mü’minleredir. O topluluktan herbiri için, günahı, bu işe daldığı kadar olan bir cezâ vardır. Çünkü bir kısmı gülmüş, bir kısmı konuşmuş ve bir kısmı da susmuştu. O topluluktan günahın büyüğünü yüklenen Abdullah b. Ubey içinde büyük bir azap, yani cehennem vardır. Anlatıldığına göre Safvan, Âişe'nin hevdeciyle oun yanından geçti. O kavminden olan bazı kimselerle birlikteydi, “Bu kimdir?” dedi. “Âişe'dir” dediler. Bu cevap üzerine o “Vallahi, ö ondan, o da ondan kurtulmamıştır” dedi. Bundan sonra Allah bu işe dalanları azarlamıştır. Şöyle buyurmuştur: 12Erkek ve kadın mü’minlerin, bu iftirayı işittiklerinde kendi vicdanları ile hüsnü zanda bulunup da “Bu, apaçık bir iftiradır” demeleri gerekmez iniydi? Erkek ve kadın mü’minlerin, bu İftirayı işittiklerinde, kendilerinden olan kimselere karşı hüsnü zanda bulunup onların iffetli ve sâlih kimseler olduklarını düşünmesi gerekmez miydi? Çünkü mü'minler tek bir can gibidir. Bu “Birbirinizi ayıplamayın” âyetinde olduğu gibidir. Rivâyet edildiğine göre Ömer (radıyallahü anh) Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e “Ben münâfıkların yalanını keserim. Çünkü Allah, seni tenine sinek konmasından bile korumuştur. Çünkü o, necasetlere konar, onlara bulaşır. Allah seni, bu kadarlık bir pislikten bile korurken, bu tip çirkinliklere bulaşmış kişilerin (münâfıkların) arkadaşliğindan niye korumuyor?” dedi. Osman: “Şüphesiz ki Allah, üzerine hiç kimse başınasın diye senin gölgeni yaratmadı. Senin gölgene başınak hiç kimseye nasip olmuyorsa, eşinin namusunu kirletmesi nasıl oluyor?” dedi. Aynı şekilde Ali (radıyallahü anh): “Cebrâîl, ayakkabılarının üzerinde pisliğin olduğunu sana bildirdi ve pislik bulaştı diye ayakkabılarını çıkarmanı sana emretti. Kendisine fuhuştan bir parça bulaştığı takdirine göre, sana onu boşamayı niçin emretmiyor?” dedi. Yine rivâyet olduğuna göre, Ebû Eyyub el-Ensarî, hanımına şöyle dedi: “Denilenleri duydun mu?” kansı “Safvanın yerinde sen olsaydın, Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in haremine karşı bir kötülük düşünürmüydün?” dedi. O “Hayır” dedi. Hanımı: “Eğer ben Âişe'nin yerinde olsaydım, Resulullah'a ihanet etmezdim. Âişe benden daha hayırlıdır, Safvan'da senden daha hayırlıdır.” Muhatap sığasından gaib sığasına, zamîrden zahire geçildi. “Birbiriniz hakkında hayır düşünmeli ve bu açık bir iftiradır demeliydiniz” demedi. Muhataptan gaibe geçişiyle yüz çevirmek manasına azarlamada mübalağa yapmıştır. Îman lafzının açık ifadesiyle de, o konudaki birliktelikten dolayı hiçbir mü'minin, kardeşi aleyhine olan ayıplayıcı yada kötüleyici sözleri kabul etmemesini ifade etmiştir. Bu edeptendir. Buna dikkat eden, uygulayan ne kadar da azaldı. Keşke sen işittiğini konuşmayan, kardeşleri hakkında duyduğunu yaymayan kişileri bulabilsen. Onların hak etmediği apaçık bir yalandır. 13Bu iftirayı ortaya atanların da bu konuda dört şâhit getir meleri gerekmez miydi? Madem ki şâhit getirip isbat edemediler, öyle ise onlar, Allah nezdinde yalancıların ta kendileridir. Eğer doğru sözlü iseler, kazifleri husasunda dört şâhit getirmeleri gerekmez miydi? Madem ki dört şâhit getiremediler, öyleyse onlar, Allah'ın hüküm ve şerî'atına göre yalan yere zina isnadında bulunanlardır. Çünkü Allah'u Teala, isnadı doğru olanla, isnadı yalan olanın arasım ayırmak için dört şâhitin şehadette bulunup bulunmamasını, ölçü olarak koymuştur. Âişe (radıyallahü anh) ya iftira atanların, sözlerini destekleyecek delilleri yoktu, onlar yalancılardı. 14Eğer dünyada ve âhirette Allah'ın lütuf ve merhameti olmasaydı, içine daldığınız yaygarada size mutlaka büyük bir azap dokunurdu. (.......) Geçmişin aksine, bir şeyin, başka bir şeyin varlığından dolayı mümkün olmaması için kullanılır. Yani, ben, size, dünyada iken nimet vererek -ki tevbe için mühlet vermek de bu cümledendir- ihsanda bulunmaya ve âhirette de af ve mağfiretle merhamet etmeye hükmetmeseydim, o yaygarasını kopardığınız iftira dolu sözlerinizden dolayı sizi azapla derhal yakalardım, (.......) kelimesiyle ilgili olarak “söze daldı, söze girişti” denir. 15Çünkü siz, bu iftirayı, gelişi güzel olarak birbirinizin ağzından alıyor ve hakkında bilgi sâhibi olmadığınız (bu uydurma haberi) ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Halbuki bu Allah katında çok büyük (suç) tur. .(.......) yada (.......)için zarftır. Onu bir kısmınız bir kısmınızdan aldı. “Sözü ağızdan aldı ve ezberledi” denir. Bir kısmınız bir kısmınıza “Sana Âişe'nin haberi ulaştı mı?” diye soruyordu. Sonunda bu, onlar arasında yayıldı ve bunun konuşulmadığı ne bir ev, ne de bir meclis kaldı. “Hakkın da bilgi sâhibi olmadığınız bu şeyi ağızlarınızda geveleyip duruyordunuz” sözler, ancak ağızla söylendiği hâlde “ağızlarınızla” kelimesini kullandı. Çünkü bilinen bir şeyin bilgisi kalpte olur. Sonra dil onu ifade eder. Bu iftirada ise, kalpteki bir bilgiden kaynaklanmayan, sadece dillerde dolaşan bir sözdür. “Kalplerinde olmayan şeyi ağızlarıyla söylüyorlar” âyetinde olduğu gibi. Âişe (radıyallahü anh) hakkında konuşmanızı küçük bir şey zannediyorsunuz. Halbuki o, Allah katında büyük günahtır, onlardan biri ölümü esnasında üzüntülüydü. Ona bunun sebebi soruldu da o: “kasıtlı olarak işlemediğim bir günahtan korkuyorum. O da Allah katında büyüktür” dedi. 16Onu duyduğunuz da, “Bunu konuşup yaymamız bize yakışmaz. Haşa! Bu büyük bir iftiradır” demeli değilmiydiniz? ile (.......) arasını zarfla ayırdı. Çünkü zarfların bir durumu vardır. O da, eşyada vaki oldukları için, eşyadan kendi menzilesine düşmeleridir. Çünkü onlar, eşyadan ayrılmaz. Bu sebeplen başkasında genişlemeyen onda genişler. Zarfın öne alınmasının faydası, onlara vâcib olan, bu iftirayı ilk duyduklarında kendilerini konuşmaktan men etmeleriydi, manasını vermesidir. Vaktin zikredilmesi önemli olunca onu öne aldı. Mana, bu iftirayı duyduğunuzda “Bunu konuşmamız uygun olmaz” demeli değilmiydiniz, demektir. (.......) olayın büyüklüğüne karşı şaşkınlık ifadesi için gelmiştir. Teşbih kelimesinde şaşkınlık manasının olması şuradan gelmek tedir. Biri, Allah'u Teala'nın yarattıklarından acaip bir şey gördüğünde Allah'ı tesbih etti. Daha sonraları bu, her acaip iş karşısında kullanılmaya başlandı. Ada bu kelime de, peygamberinin hanıminin sapık biri olmasından Allah'a tenzih vardır. Peygamberinin hanıminin Nûh ve Lût (aleyhisselâm) ın hanımları gibi kafir olması câizdir. Ama sapık biri olması câiz değildir. Çünkü peygamber, kâfirleri İslam'a davet için göndermiştir. Dolayısıyla onunla birlikte, onları kendisinden nefret ettirecek hiçbir şey olmamalıdır. Küfür ise onlar için nefret ettirici bir şey değildir. Ama fuhşa ses çıkarmamak, nefret ettirici sebeplerin en büyüklerindendir. Bu, işitenin apışıp kaldığı büyük bir yalandır. Yukanda “Bu apaçık bir iftiradır” denildi. Burada da “Bu büyük bir bühtandır” denildi. Hazret-i Âişe'nin iffeti hususunda mübalağa için onların, bu ikisiyle emrolunmaları da câizdir. 17Eğer Allah bir daha buna benzer tutumu tekrarlamaktan sizi sakındırıp uyarır. Biri, mükellef olduğunuz müddetçe büyük bir yalan sözü isnad etmeyi yada ona kulak vermeyi tekrarlamayınız. Bunda, öğüt almaya teşvik vardır. Yine bunda, tekrann terkini gerektiren şeyi -ki o, bütün kötülüklerden uzaklaştıran imandır- hatırlatmak vardır. 18Ve Allah, âyetlerini size açıklıyor. Allah, çok iyi bilir, tam bir hüküm ve hikmet sâhibidir. Allah, size açık delilleri, şer'i hükümleri ve güzel adabı açıklıyor. Allah sizi ve amellerinizi bilir. Ve size amellerinize göre karşılık verir. Ya da O, amellerdeki ihlas ve samimiyeti bilir ve ona göre beraatiyle hükmeder. 19İnananlar arasında kötü söz ve davranışın yayılmasını arzulayan kimseler için dünyada ve âhirette çetin bir azap vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz. (.......) Çirkin görülen şey, demektir. Mana, çirkin görülen şeyleri isteyerek severek yayıyorlar, demektir. Onlar için dünyada had cezâsı vardır. Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem), Abdullah b. Ubey'e, Hassan'a ve Mistah'a had cezâsını tatbik etmiştir. Âhirette de tevbe etmedikleri taktirde vad olundukları ateş azâbı vardır. Allah, işlerin arka plarıım ve kalplerin gizlediklerini bilir. Siz ise bilmezsiniz. O, kötülüğü yaymayı sevenin sevgisini bilir ve onu, ona göre cezâlandım. 20Ya sizin üstünüze Allah'ın lütuf ve merhameti olmasaydı; Allah çok şefkatli ve merhametli olmasaydı (hâliniz nice olurdu) Allah'ın size lütuf ve merhameti olmasaydı azâbı derhal getirirdi. Allah, azâbın derhal verilmemesi ihsanını tekrar etti. Onlara olan ihsan ve azarlamasında mübalağa olsun diye, bunu cevabı hazfederek yaptı. Allah şefkatlidir, kendisine zina isnad edilenin beraatini ortaya koymuş ve ona sevap vermiştir. Merhametlidir, tevbe ettiğinde, zina isnadında bulunanın da suçunu affetmiştir. 21Ey îman edenler! şeytanın adımlarını takip etmeyin. Kim şeytanın adımlarını takip ederse, şunu bilsin ki, o edepsizlikleri ve kötülükleri emreder. Eğer Allah'ın lütuf ve merhameti üzerine olmasaydı, içinizden hiçbir kimse temize çıkamazdı. Fakat Allah, dilediğini arındırır. Allah işitir ve bilir. İftiraya kulak asmak ve o hususta konuşmak suretiyle şeytanın izlerine ve vesveselerine tabi olmayın. Çünkü o, çirkinliği son haddine varmış şeyleri ve nefislerin kabul etmediği, nefret ettiği ve râzı olmadığı şeyleri emreder. Eğer Allah size samimi tevbeyi nasip etmeseydi, sizden hiç kimse, sonsuza kadar bu iftiranın pisliğinden temizlenemez di. Fakat Allah, samimi olduklarında, tevbelerini kabul ederek tevbe kârları temizler, Allah, onların sözlerini işitir. Kalplerindekini ve sami miyetlerini bilir. 22İçinizden faziletli ve servet sâhibi kimseler, akrabaya, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere bir şey vermemeye yemin etmesinler. Affetsinler, hoşgörsünler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah bağışlayandır, merhamet edendir. (.......) Yemin etmesin, demektir. (.......) mastarının iftiâl babmdan (.......) dan gelmektedir. Ya da (.......) mastanndandır. O zaman da mana, vermekte kusur etmesin, demektir. Sizden din de fazilet ve dünyada servet sâhibi kimseler, işledikleri suçtan dolayı aralarında düşmanlık olsa bile, ihsana hak kazanmış kimselere iyilik etmeyeceklerine dair yemin etmesinler. Yada onlara iyilik etmede kusur etmesinler. “Affetsinler” örtünsünler, kapansınlar, demektir. “Hoş görsünler; bıraksınlar, vazgeçsinler demektir. Yani, eza ve cefa vermekten vazgeçsinler, yüz çevirsinler, demektir. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Öyleyse onlara, hatalarının çokluğuna rağmen Rablerinin kendilerine yapmasını arzuladıkları şeyi yapsınlar. Allah bağışlayandır, merhamet edendir. Öyleyse Allah'ın edebiyle edeplenin. Bağışlayın ve merhamet edin. Bu âyet, Ebubekir (radıyallahü anh)’in durumuyla ilgili olarak inmiştir. O, Âişe (radıyallahü anh) ya iftirada ileri giden teyzesinin oğlu Mistaha yardım etmeyeceğine dair yemin etmişti. Mistâh, hicret etmiş, Bedir'e kâtilmış fakir biriydi. Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyeti Ebubekir'e okuduğunda o “Elbette Allah'ın beni bağışlamasını severim” demiş ve Mistah'a nafakasını vermiştir. 23-24Namuslu, kötülükten habersiz mü’min kadınlara zina isnadında bulunanlar, dünya ve âhirette larıetlenmişlerdir. Dilleri, elleri ve ayaklarının, yapmış olduklarından dolayı aleyhlerinde şâhitlik edeceği birgünde onlar için çok büyük bir azap vardır. “Kötülükten habersiz mü'min kâdirılar” ; imanın gerektiği şeylere inanan, hile hurdadan habersiz, kalbi ve düşüncesi temiz, saf kadınlardır. Çünkü onlar hayati tecrübelere sahip değildirler. İbni Abbâs (radıyallahü anh) dan rivâyet edildiğine göre “Onlar, Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem)’in zevceleridir. Denildi ki: “Onlar, inanan bütün kadınlardır, çünkü lafzın genel olmasına bakılmalı, sebebin özel olmasına değil” Yine denilene göre “Sadece Âişe (radıyallahü anh) a kastedilmiştir. Çoğul olarak kullanılması, peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in hanımlarından birine bile zina isnadında bulunulması, hepsine bulunulması ile eşdeğer olduğundandır.” Zina isnadında bulunanlar, eğer tevbe etmezlerse dünya ve âhirette larıetlenmişlerdir. Âhirette de büyük bir azapla tehdit edilmişlerdir. (.......) deki amil, (.......) (azap edilirler) fiilidir. Hamza ve Ali'ye göre (.......) iledir. Onların dilleri, elleri ve ayakları, attıkları iftira yada bühtandan dolayı aleyhlerine şâhitlik ederler. 25O gün, Allah onlara gerçek cezâlarını tastamam verecek ve onlar Allah'ın bir gerçek olduğunu anlayacaklar. (.......) Mensuptur. Cezâ manasındaki (.......) kelimesinin sıfatıdır. Hak ettikleri sabit cezâ, demektir. Mücâhid (.......) kelimesini, (.......) lafzına sıfat olarak merfû' okumuştur. Ubey'in, (.......) kelimesinin (.......) lafzına medih olarak sıfat olması mümkündür. İşte o zaman, onlar şüpheler kalktığı ve zaruri ilim meydana geldiği için Allah'ın bir gerçek olduğunu anlayacaklar. Allah'u Teala, Kur'anı Kerîm'de, günahlardan hiçbiri hususun da Âişe (radıyallahü anh) ya atıları iftira da olduğu kadar sert ve katı davranmamışır. Bu hususta ifadeyi kısa tuttu, geniş tuttu, açıkladı, özetledi, yineledi ve tekrarladı. Bütün bunları bir iş için yaptı. İbni Abbâs (radıyallahü anh) dan rivâyet edildiğine göre, “Kim bir günah işler sonra da tevbe eerse tevbesini kabul ederim. Ancak Âişe'nin işi hususunda söz edenlerden müstesna” Bu iftira ile ilgili Allah'ın tazimi ve mübalağasıdır. Allah'u Teala, dört kişiyi dört şeyle temize çıkartmıştır. Yûsuf (aleyhisselâm) ı, kadının ailesinden olan bir şâhitle, Mûsa (aleyhisselâm) ı Yahûdîlerin kendisi hakkındaki sözlerinden, elbisesini götüren taşla, Meryem (radıyallahü anh) yı, çocuğunun konuşturulmasıyla ve Âişe (radıyallahü anh) yı da kıyamete ka dar bu mübalağalarla okunacak olan mu'cize kitabındaki bu büyük ayetlerle temize çıkarmıştır. Bir bak bakalım onunla diğerleri arasındaki fark ne kadar büyük. Bu, ancak peygamberinin derecesini göstermek ve onun ve ailesinin konumunun yüceliğini artırmak içindir. 26Kötü kâdirılar kötü erkeklere, kötü erkekler kötü kâdirıla ra, temiz kâdirılar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara yaraşır. Bu (sonuncular, iftiracıların) söylediklerinden uzaktırlar. Bunlara, bağışlama ve güzel bir rızık vardır. (.......) Lâfzı iyileri işaret etmektedir. Onlar, kötü olanların dedikleri kötü sözlerden beridirler, kötü sözler; Hazret-i Âişe hakkında söylenmiş çirkin sözlerdir ve onun iffet ve temizlikle ilgili hâline uymayan iftiralardır. (.......) nin ehli beyti de işaret etmesi mümkündür. Çünkü onlar, iftiracıların dediklerinden beridirler. (.......) kelimesiyle, kötü erkeklerle evlenen kötü kadmların kastedilmesi de mümkündür. Kötü erkekler de kötü kâdirılarda evlenirler, iyiler de böyledir. (.......) Başlarıgıç cümlesidir. Ya da haberden sonra haberdir. Onlar için cennette güzel bir rızık vardır, İbni Abbâs (radıyallahü anh) hastaliğinda Âişe (radıyallahü anh) nin yanma geldi. O, Allah'ın huzuruna varmaktan korkuyordu. İbni Abbâs (radıyallahü anh) “Korkma, çünkü sen ancak bağışlanmış ve güzel bir rızıkla rızıklanmış olarak Allaha varacaksın” dedi ve bu âyeti okudu. Bunu duyan Hazret-i Âişe sevincinden bayıldı. Hazret-i Âişe (radıyallahü anh) şöyle demiştir: “Bana hiçbir kadına verilmeyen dokuz şey verilmiştir. Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in benimle evlenmesi emredildiğinde Cebrâîl kendi, elbisesiyle benim suretimde indi. Resulullah beni, bakire olarak aldı. Benden başka hiçbir bakireyle evlenmedi. Başı benim kucağımdayken vefat etti. Kabri evimin içindedir. Ben onun yorganı altındayken ona (sallallahü aleyhi ve sellem) vahiy geldi. Ben onun halîfesi ve dostunun kızıyım. Benim özrüm gökten indi. İyi olanın yanında iyi yaratıldım. Ve bağışlanma ve güzel rızıkla vadolundum.” Hassan onun hakkında özür dileyerek şöyle demiştir: İffetlidir, vakurdur, zan altında bırakılmaz, Gâfil kadınlar ve saldıran açlar çok konuştular. Din ve makamca insanların en hayırlısının eşidir. Hidayet peygamberi, güzelliklerin ve üstünlüklerin peygamberinin eşidir. Ve onu bütün pisliklerden ve batıldan temizledi. 27Ey Îman edenler! kendi evinizden başka evlere, izin alıp halkına selâm vermeden girmeyin. Eğer düşünürseniz bu sizin için daha iyidir. Sahip olmadığınız ve oturmadığınız evlere izin almadan ve selâm vermeden girmeyin. Rivâyete göre İbni Abbâs (radıyallahü anh) (.......) kelimesini (.......) şeklinde okumuştur. (.......) , (.......) fiili istifğal babındandır. Bir şeyi öğrenmek istemek demektir. Mana, size izin verilip verilmeyeceğini sorup öğreninceye kadar, demektir. Bu da, (.......) demekle, tekbir getirmekle, hamdetmekle yada öksürmekle olur. Selâm vermek, üç defa “Girebilir miyim” demektir. İzin verilirse ine ala, değilse geri döner. Denildiki “eğer karşılaşırlarsa selâm verir, değilse önce izin ister” Bu izin isteme ve selâm verme, sizin için câhili ye halkından biri, başkasının evine gittiğinde “Sabahınız hayrola” “Akşamınız hayrola” der sonrada girerdi. Ancak baban ev sâhibini karısıyla yatarken bulurdu. Bu, düşünüp ibret alasınız ve izin istemek hususunda ne ile emrolunduğunuzu bilesiniz diye size söylendi. 28Orada kimseyi bulamazsanız, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Eğer size “Geri dönün” denirse hemen dönün. Çünkü bu, sizin için daha temizdir. Allah, yaptıklarınızı bilir. Evlerde izin verecek kimseyi bulamazsanız, size izin verecek birini buluncaya kadar oraya girmeyin. Ya da, o ev halkından birini bula mazsanız, ihtiyacınız olsa bile, ev halkından izinsiz oraya girmeyin. Çünkü başkasının mülkünü kullanmak ancak sâhibinin rızasıyla olur. Eğer evdeki birileri size “geri dönün” derse, geri dönün. İzin koparmak için, kapının açılması için ısrar etmeyin, dayatmayın, kapılarda beklemeyin. Çünkü bu çirkinliğe sebep olan işlerdendir.. Menedildiğinde ise artık kapıyı çalmak ve ev sâhibine seslenmek gibi çirkinliğe yol açan sebeplerden uzak durulmalıdır. Ebû Ubeyd “Kapıda dıurduğumu bilen hiç kimsenin kapısını tıklatmadım” demiştir. Geri dönüş, sizin için daha temiz ve daha güzeldir. Çünkü bu sayede kalpler ve duygular incinmez, zan ve töhmet altında kalmaktan da uzaklaşılır. Ya da geri dönüş, sizin için daha faydalı ve daha bereketlidir. Yani o, hitap edildiklerinizden, yaptıklarınızı ve yapmadıklarınızı bilir ve onun cezâsını da ona göre verir, demektir. 29İçinizde kendinize âit şeylerin bulunduğu oturulmayan bir eve girmenizde herhangi bir sakınca yoktur. Allah sizin açığa vurduklarınızı da gizlediklerinizi de bilir. Hanlar, tekkeler ve ticaret yerleri gibi meskun olmayan yerleri, girişi için izin alınması gereken evlerden istisna etti. Bu evlerde sizin için, içinde sıcak ve soğuktan korunmak, hayvanları ve malları koymak ve alışverişi yapmak gibi bir takım menfaatler vardır. Denildiki: “Tuvalet ihtiyacı için çıkıları harabelerdir.” (.......) ise tuvalete çıkmak demektir.” “Allah sizin gizledikleri nizi de açığa vurduklarınızı da bilir” sözü, harebelere ve boş evlere giren töhmet altındaki kişiler için bir tehdittir. 30Mü’min erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzla rmı da korumalarını söyle. Çünkü bu kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır. (.......) deki (.......) tebyiz içindir. Yani bakışların tümü için değil, bir kısmı içindir. Burada kastolu nan, bakışların helâle çevrilip harama çevrilmemesidir. Irzlarını da zinadan korusunlar. İkisini birbirinden ayırarak zikretti. Çünkü, zinaya hiçbir şekilde ruhsat yoktur. Ama yabancı kadının yüzüne, ellerine ve bir rivâyete göre de ayaklarına bakılabilir. Mahrem olanların ise başına, göğsüne dizden aşağısına ve pazularına bakabilin Gözü sakınmak ve ırzı korumak, sizin için günah kirinden daha temizdir. Allah onların yapmakta olduklarından haberdardır. Burada hem teşvik hem de korkutma vardır. Yani o, onların hallerini, işlerini ve nasıl baktıklarını bilir. Gözlerin hain bakışım ve kalplerin gizlediklerini de bilir. Bunu bildikten sonra onlara düşen, bütün hareketlerinde dikkat ve takva üzere olmaktır. 31Mü’min kadınlara da söyle: gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar. Namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere zinetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini, yakalannın üzerine örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mü’min kadınlar) ellerinin altında bulunan (aileleri) erkeklerden, kadına ihtiyacı kalmamış (cinsi güçten düşmüş) hizmetCinler, yahut henüz kadınların kâdirılık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına zinetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü’minler! Hep birden Allaha tevbe ediniz ki, kurtuluşa eresiniz. Kadınlar da gözlerini sakınmakla emrolundular. Kadınların, yabancı birinin göbekle diz kapağı arasına bakması helâl değildir. Eğer şehvete gelirse diğer yerlerine de bakamaz. Kâdirılara bakması da böyledir. Aslen yabancı erkeklere hiç bakmaması daha evladır. Gözlerin sakınılması, ırzların korunmasından önce zikredildi. Çünkü bakış, zinanın habercisi ve kötülüğün casusudur. Hevanın tohumu, gözün bakmasıdır. “Zinetlerini teşhir etmesinler” Zinet; Kadının kendisiyle süslendiği, takı, sürme ve kına gibi şeylerdir. Mana; zinet yerlerini göstermesinler, demektir. Bu sebeple burada kastolunan, onların yerleridir. Ya da mana, onları, yerlerinde oldukları hâlde iken, kendilerini değil de yerlerini göstermek için göstermektir. Onların yerleri, baş, kulak, boyun, göğüs, pazular, dirsek ve ayaktır. Takılar ise, taç şeklinde örülmüş baş bağı, küpe, gerdanlık, kayış, pazubant, bilezik ve halhâldir. Âdete ve yaratılışa göre görünenler kapanmaktan istisna edilmiştir. Onlar da, yüz eller ve ayaklardır. Çünkü bunların örtülmesinde açık bir zorluk vardır. Zira kadın, eşyayı, elleriyle kullanmak mecburiyetindedir. Özellikle şâhitlik, yargı ve nikâh gibi hususlarda yüzünü açmaya muhtaçtır. Fakir kâdirılar başta olmak üzere yollarda yürümek ve ayakları da açıkta olmak durumundadırlar. “Başörtülerini üzerine örtsünler” (.......) lâfzı, ellerini duvar üzerine koyduğunda dediğin (.......) sözünden gelmek tedir. (.......) , (.......) un çoğuludur. (.......) kelimesi, Medenî, Basri ve Âsıma göre, “cim” İn ötresiyledir. Onların yakalan genişti. Oradan göğüsleri ve göğüslerinin ertafı görülüyordu. Örtülerini arkadan sarkıtıyorlardı. Ön taraflar ise açık kalıyordu. Bu sebepten onları örtecek şekilde ön taraftan sarkıtmakla emrolundular. Göğüs, dizden aşağısı, baş ve benzeri gizli zinet yerlerini, kocaları, babaları, dedeleri, kocalarının sonradan mahremi olmuş babaları, kendi oğulları, torunları, kocalarının sonradan mahrem olmuş oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerin oğulları, erkek kardeşlerinin torunları, kızkardeşlerin oğulları, kız kardeşlerin torunları, amcaları, dayıları, hür olan müslüman kadmları, ellerinin altında bulunan köle kadmları, kadına ihtiyacı kalmamış erkek hizmetCinler ve henüz kendilerinde şehvet olmadığı için kadmların mahrem yerlerinin farkında olmayan çocuklar dışında kimseye göstermesinler. (.......) çoğuludur. Erkek kölenin kadının avret yerlerine bakması helâl değildir. Kölenin iğdiş edilmiş olması cinsel ilişkide bulunmasına mani hastaliğinın olması ya da dölü alınmış olması hükmü değiştirmez. Said b. Müseyyeb şöyle demiştir: “Nûr sûresi sizi aldatmasın. O, köle kâdirılar hakkındadır. Erkekler hakkında değildir. “ Rivâyet edildiğine göre Hazret-i Âişe (radıyallahü anh) kölesinin kadına bakmasını mubah görmüştür. (.......) kelimesi, Şamî, Yezid ve Ebubekir'e göre bedel yada sıfat olmak üzere mecrûrdur. (.......) kadınlara ihtiyacı olmayan kimselerdir. Denildiki: “Onlar, yiyeceğinizin artanından yemek için sizden ayrılmayan kişilerdir.” Onların kâdirılara ihtiyacı olmaz. Çünkü onlar, durumlarını anlayamayacak kadar saftırlar. Ya da bunlar yaşlı sâlih kimselerdir. Ya da cinsel yönden iktidan olmayanlardır. Ya da iğdiş edilmiş kimselerdir. Ya da kadınsı davranışlar sergileyen ve kadınsı yönleri ağırbaşan kimselerdir. Rivâyete göre onlar hadım olanlardır. Şüphesiz birincisidir. (.......) hâldir. (.......) (küçük çocuk) cinsi ifade etmektedir. Bununla çoğulun kasdedilmesi uygundur, “kadmların mahrem yerlerinin farkına varmayan çocuklar” yani, şehvetleri olmadığı için farkına varmayanlar, demektir. (.......)(.......) dan geçmektedir. Bir şeye baktığında ve ona vakit olduğunda kullanılır. Ya da bulûğ çağma ermemiş çocuklar demektir. Ya da cinsel ilişkiye kudreti olmayan çocuklar demektir, (.......) den gelmektedir. Birine karşı galip geldiğinde kullanılır. Kâdirılar, halhal sesini duysunlar ve onun halhal sâhibi olduğunu bilsinler diye yürürken ayaklarını yere vururlardı. Bundan mendildiler. Zira zinetin sesini işittirmek, onu güttürmek gibidir. Takıların vesvas (vesvese veren şeytan) olarak adlarıdmlması da bundandır. (.......) kelimesi, Şamî'ye göre, iki sakin harf biraraya geldiği için elifin hazfinden sonra kendinden önceki harfin harekesi damme olduğundan (.......) şeklini almıştır. Diğerlerine göre ise (.......) fethalıdır. Çünkü taktirde ondan sonrası eliftir. Ey mü’minler! Hep birden Allaha tevazu ediniz ki kurtuluşa eresiniz. Kul, emir ve yasaklar hususunda çok çalışsa da hata ve tevbe ettiklerinden sonra da kurtuluş ümidi beslemeleri tavsiye edilmiştir. Denildiki: “Tevbeye en çok muhtaç olan, kendisinin tevbeye ihtiyacı olmadığını zanneden kişidir.” Âyetin zahiri, günah işlemenin îmana zarar vermeyeceğine delalet etmektedir. 32Aranızdaki bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden.sâlih leri evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfü ile onları zenginleştirir. Allah (lütfü) geniş olan ve (herşeyi) bilendir. (.......) , (.......) in çoğuludur. Eşi olmayan bekar ya da dul olan erkek ya da kadındır. Aslı (.......) dir. (.......) şekline kalbedilmiştir, dönüştürülmüştür. “Sâlih olanlar” hayırlı olanlar ya da mü’min olanlardır. Mana, sizden olan özgür -kadın, erkek- bekârları ve kadın-erkek sâlih köleleri evlendirin, demektir. Emir teşvik içindir. Çünkü nikah yapmak menduptur. Eğer malca fakirlerse Allah, onları yeterli miktar malla ve kanaatla zenginleştirir. Ya da iki nzkı biraraya getirmekle rızıklarıdmr. Nitekim hadis-i şerifte “Rızkı nikâhla arayın” buyurulmuştur. Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) den de buna benzer bir söz nakl edilmiştir. Allah zengindir. Genişlik sâhibidir. Mahlûkatı zenginleştirmesi ondan hiçbir şeyi eksiltmez. O, nzkı dilediğine verir ve dilediği için takdir eder. Denildiki “Bu âyet, köleleri ve cariyeleri evlendirmenin, efendiler üzerine olduğuna delâlet ettiği gibi, kadmların ve bekârların da evlendirilmesinin veliler üzerine olduğuna delalet eder.” Dedik ki, “Dul erkeğe ve kadına izinleri olmadan hiçkimse veli olamaz. Çünkü bu işi dul kendisi düzenler.” 33Evlenme imkânını bulamayanlar ise, Allah lütfü ile kendilerini varlıklı kılıncaya kadar iffetlerini korusunlar. Ellerinizin altında bulunanlardan (köle ve cariyelerden) mükatebe yapmak isteyenlere, eğer kendilerinde (hürriyete kavuşmalarında kendileri için) bir iyilik görüyorsanız, hemen mükatebe yapın. Allah’ın size vermiş olduğu malından sizde onlara verin. Dünya hayatının geçici menfaatlerim elde edeceksiniz diye, namuslu kalmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları zor altında bırakırsa, bilinmelidir ki zorlanmalarından sonra Allah (onlar için) çok bağışlayıcı ve merhametlidir. Mehir ve nafaka gibi yükümlülüklerini yerine getiremedikleri için evlenme imkânı bulamayanlar, Allah kendilerini lütfûndan zengin edip mehir ve nafakaya güç yetirinceye kadar iffetlerini korusunlar. İffetleri korumaya gayret göstersinler. Sanki (.......) kendi nefsinden korunmayı isteyen kişidir. Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Ey Gençler topluluğu! Sizden kim imkân bulursa evlensin. Çünkü o, gözü harama bakmaktan, avret yerini de zinaya düşmekten korur. Gücü yetmeyen ise oruç tutsun. Çünkü o, onun şehvetini keser.” Bak şu emirleri nasıl tertip etti. Önce fitneden koruyan ve günah töhmeti altında kalmaktan uzaklaştıran şeyi, yani bakmamayı emretti. Sonra haramdan uzak bir dini hayat için koruyucu nikâhı emretti. Sonrada evlenmekten âciz kalanların evleninceye kadar, nefsi emmarelerini dizginleştirmeye ve iffet sâhibi olmaya çalışmalarını nretti, eğer kendilerinde çalışıp kazanabilecekleri gücü görüyorsanız ya da kendile rinde güvenilirlik ve dindarlık görüyorsanız mükatebe yapmak isteyen kölelere mükatebe anlaşması yapın. (.......) ve (.......) kelimeleri, (.......) ve (.......) kelimeleri gibidirler. Mükatebe: Efendinin, kölesine “seninle ben bin dirheme mükate be yaptım” dedikten sonra, o kölenin bin derhemi ödediğinde azad olmasıdır. Bunun manası, “şu kadar malı getirdiğinde benden azad olmanı üzerime gerekli kıldım. O malı, bana ödemeni de senin üzerine gerekli kıldım” demektir. Yada “Sana, malı ödeyerek vefa göstermeni, bana da azad etmeyi gerekli kıldım” demektir. Mutlak olara kullanıldığından dolayı malın derhal ya da daha sonra, peşin ya da taksitle olması mümkündür. (.......) kelimesi başlarıgıç olarak merfûdur. Ya da (.......) lafzının açıkladığı bir fiille mensuptur. “Mükatebe yapın” emri müstehap yollu bir emirdir. (.......) deki (.......) şart manası içerdiği için gelmiştir. Mendup emir “Eğer kendilerinde bir iyilik görürseniz” şartına taallûk etmektedir. “Allahm size verdiği malından onlara da verin” Burada müslümanlara, mükatep kölelere yardım etmeleri ve onlara zekâttan para vermeleri için vâcib yollu emretti. Nitekim zekât âyetinde de “kölelik altında bulunanlara” lâfzı geçmektedir. Allah'ın rahmeti üzerine olsun Şafiî'ye göre bunun manası, anlaşma bedelinden dörtte bir kadar bir miktarı düşürmektir. Bize göre bu emfir müstehap yolludur. Birinci görüşün olması müşkildir. Çünkü vermek temlik etmektir. Borçtan düşürmeyi kapsamamaktadır. Bu âyet, efendisi Huveytıb'dan, kendisi için mükatebe anlaşması yapması nı isteyen ve efendisi de bundan kaçman Sabih ile ilgili olarak inmiştir. Sen bil ki köleler dörttür. Birincisi köle oğlu köledir. Hizmet için satın alınmıştır. İkincisi, ticaret yapmaya izinli olandır. Üçüncüsü, mükatep (anlaşmalı köle) dir. Dördüncüsü de kaçan köledir. Birincinin misali, halveti tercih ederek uzlete çekilen ve insanlarla muaşereti terkedenin misali gibidir. İkincisi, insanlarla muaşereti seçmiş, onlarla sırdaş olmuştur. Geçimini temin için insanlarla birlikte yaşar, onlara ibretle bakar ve ibretle emreder. O, Allah'ın hükmüyle hükmeden Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in halîfesidir. Allah için alır. Allah için verir. Allah'ı anlamaya çalışır. Onunla konuşur. Dünya onun ticaretinin pazarıdır. Akıl onun malıdır. Gazap ve Rıza hususundaki adaleti onun ölçüsüdür. Fakirlik ve zenginlik hususun daki ölçülülüğü onun adresidir. İzzet onun sığmağı ve menzilidir. Kur'ân, mevlasından gelen kitâbıdır. O, insanlar arasında dış görünüşüyle bulunmaktadır. Sırlarıy la onlardan uzaktır. İç dünyası itibarıyla, onları, kendi lehine, onların aleyhine olan hususlarda Allah için terketmiştir. Onların lehine olan hususlarda ise zahiri olarak onlarla birlikte olmuştur. O, onların arasında yaşamakla kaybolmuş değildir. Nitekim altın madeninin aslı da topraktır. Yediklerinden yer, içtiklerinden içer. Onun Allah'ın velisi olduğunu, göklerin ve yerin Allah'ın emriyle ayakta durduğunu müşahade ettiğini nereden bilecekler. Sanki onun hakkında şöyle denilmiştir. Aralarında olduğun hâlde anlasaydı insanlar Miskin, ceyları kanından bir parça olduğunu. Uzlet velisinin hâli, daha net ve daha tatlıdır. Muaşeret velisinin hâli ise daha uygun ve daha yüksektir. Allah katında, birincisinin derecesi, sultanın yanındaki hizmetçi mesabesindedir. İkincinin ki ise, vezir mesabesindedir. Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) ise, her iki tarafın en şereflisi idi, her iki madenin özü, her iki halin kendisinde toplandığı yer ve her iki hayat suyunun menba idi. Onun hallerinin batını, uzlet velisini hidâyete götürür. İşlerinin zahiri, muaşeret velisinin uyduklarıdır. Üçüncüsü, cihad eden, nefsini hesaba çeken, çalışkan ve görevlerini yerine getiren kişidir. Üzerine yüklenen günde beş vakit namazı yılda ikiyüz dirhemde beş dirhem vererek zekâtı, senede bir ay Ramazan orucu, ömürde bir defa kâbe ziyareti gibi ibâdetleri yapmaya çalışan kişidir. Sanki o, nefsini, zamana yayıları bu ibâdetlerle, rabbinden, satın almıştır. Ve o, cennet bahçelerine girmek ve o nimetlerden dilediği için de istifade edebilmek için kölelik boyunduruğu altında kalmaktan korkarak bütün arzusuyla hürriyet kapısını aralanaya çalışan kişidir. Dördüncü ise kaçan köledir. Onlar, ne kadar da çoktur. Hatta hırsızlar, zinakârlar ve gasıplar bir yana, birçok zâlim kadı, amel etmeyen alim, riyakar âbid ve dedikleriyle amel etmeyen lâf ebeliği yapan ve sözleri kendisine fayda vermeyen vaiz bunlardandır. Onlar hakkında Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ki Allah, bu dine âhirette hiçbir nasibi olmayan kişilerle de yardım eder.” Dünya hayatının geçici menfaatlerini, yani fuhşa zorlarıan cariyelerin ücretlerini ve çocuklarını elde etmek için, namuslu kılmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. İbni Ubey'in, Muaze, Mesike, Umeyme, Umare, Erva ve Kâtile adında altı tane cariyesi vardı. Onları fuhşa zorluyordu. Ve onları belli miktardaki bir parayla yükümlü tutmuştu. Onlardan ikisi durumu Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e şikayet etti ve bu sebepten dolayı bu âyet indi. (.......) ve (.......) (genç erkek ve genç kız) (.......) kelimesi ise (.......) kelimesinin maştandır. Zina demektir. Özellikle kadınlar için kullanılır. Bunu “Onlar zinadan korunmayı istiyorlarsa” şartıyla kayıt altına aldı. Çünkü, zorlama ancak korunmayı istemekle olur. İsteyen zina eden birine zina etmesini emreden kişi, zorlayıcı olarak adlarıdmlmaz. 34Andolsun ki biz size, açıklayıcı âyetler, sizden önce yaşayıp gitmiş olanlardan bir temsil ve takvaya bulaşmış kimseler için öğüt indirdi. Hicazî, Basrî, Ebubekir ve Hammad'a göre (.......) şeklindedir. (.......) nm harekesi üstündür. Murad, bu surede, hükümler ve hadlerle ilgili olarak beyan olunan, açıklarıan ayetlerdir. Aslının (.......) (orada açıklarıan) şeklinde olması da câizdir. Zarfta genişlik gösterdi. Yani onu mefulun bih makamında kullandı. (.......) (ona gördüğümüz gün) sözünde olduğu gibi. Diğerlerine göre ise (.......) şeklindedir. (.......) nm harekesi esredir. Yani hükümleri ve hadleri bu âyetler beyan etmiştir, demektir. Onun için fiili mecâz kılmıştır. Yada (.......) manasına gelen (.......) kelimesindendir. “Gözleri olan için sabah oldu” darb-ı meselide ondandır. Sizden öncekilerin temsillerine benzeyen bir temsil de indirdik. Yani Yûsuf ve Meryem kıssası gibi şaşkınlık veren bir kıssayı, yani Âişe (radıyallahü anh) nin kıssasını indirdik. “Takvaya ulaşmış kimseler için öğüt indirdik” Öğüt; âyetler ve deyimler vasıtasıyla nasihat olunan şeydir. “Allah'ın dini hususunda onlara karşı sizi merhamet tutmasın” “Allah'ın size olan nasihatini işittiğinizde bir daha bunun bir benzerine dönmemeli değil miydiniz?” misallerinde olduğu gibi. Muttakiler, bu öğütlerden faydalarıanlardır. Öğüt herkes için olsa da faydalarıanlar, muttakilerdir. 35Allah göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandil gibidir. O lamba cam içindedir. Cam, sanki inciden bir yıldız. Doğuya da batıya da nispet edilemeyen mübarek zeytin ağacından yakılır. Ki neredeyse ateş değmese de yağı ışık verir. Işığı parıl parıldır. Allah dilediği kimseyi nurunu iletir. Allah insanlara misaller verir. Allah herşeyi bilir. “Allah, göklerin ve yerin nurudur.” “Onun nurunun misali” ve “Allah dilediği kimseyi nuruna iletir” sözlerindeki mana; göklerin nurunun sâhibidir, şeklindedir. Senin “Zeyd kerem ve cömertlik sâhibi oldu. İnsanlar, onun kerem ve cömertliğiyle yaşıyorlar” sözünde olduğu gibi. “Göklerin ve yerin nuru, haktır.” Hakkı görünüşü ve açıkliği itibarıyla nur benzetti. “Allah îman edenlerin velisidir. Onları, karanlıklardan nura çıkarır” âyetinde olduğu gibi. Yani batıldan hakka çıkanr, demektir. Gökler ve yer aydınlarıacak kadar, aydınlatmasının genişliğine ve yaygınliğina delalet etsin diye, nuru göklere ve yere nisbet etti. Burada gök ve yer halkının da kastedilmesi mümkündür. Çünkü onunla onlar aydınlanmaktadır. Onun şaşkınlık veren nurunun aydınlatmadaki durumu, mişkatın durumu gibidir. Mişkat; pencereden başka duvar içindeki oyuktur. Onun içinde aydınlatıcı büyük bir lamba vardır. Lamba camdan olan bir kandil içindedir. Şamî'ye göre (.......) , (.......) şeklindedir. Cam sanki inciden bir yıldız, (.......) kelimesinde (.......) ötreli (.......) şeddelidir. Yani aydınlatmasınm ve berrakliğinın aşırılığmdan dolayı o, inciye nispet edildi. Amr ve Ali'ye göre (.......) esreli (.......) da hemze şeklindedir. Ve sanki o, ışığıyla karanlığı savmaktadır. Ebubekir ve Hamza'ya göre ise (.......) ötreli ve (.......) hemze şeklindedir. Bu şekilde o, parlakliği hususunda müşteri ve zühre gibi parlak yıldızlardan birine benzetilmiştir. (.......) kelimesi, Hamza, Ali ve Ebubekire göre (.......) şeklindedir. Yani, camın lambası yakılır, demektir. Şamî, Nafî ve Hafsa göre (.......) şeklindedir. Mekki ve Basriye göre ise (.......) şeklindedir. Yani, lamba yakılır demektir. Onun aydınlatması, zeytin ağacının yağından başlamaktadır. Yani o lambanın fitili o ağacın yağını emmiştir, demektir. (.......) faydası çok, demektir. Ya da o, alemler için mübarek kılınan bir yerde bittiği için bu şekilde denmiştir. Denildiki: “Orada mübarek kılınması için yetmiş peygamber dua etmiştir. İbrâhîm (aleyhisselâm) da onlardandır.” (.......) kelimesi, (.......) den bedeldir, onun sıfatıdır. Doğuya da batıya da nisbet edilemeyen zeytin ağacından yakılır. Yani onun yetiştiği yer Şam'dır. O, ne doğuya nede batıya âittir. İkisinin tam örtasındadır. Zeytinin en iyisi Şam'ın zeytinidir. Denildiki: “O güneşin sadece doğarken ya da batarken üzerine vurduğu bir yer değildir. Bilâkis sabah akşam her zaman üzerine vurduğu yerdir. Dolayısıyla 6, güneşin hem doğuşuna ve hem de batışına mazhardır,” demektir. Neredeyse yağı, ateş düşmese de ışık verir. Yağı, berraklık ve parlaklıkla vasfetti. Parlakliğindan dolayı neredeyse ateş olmadan ışık verir. Işığı parıl parıldar. Bu âyette, oyuk, cam, lamba ve yağ kelimeleri biribirini teyid etmektedir. Öyle ki, ışığı takviye edecek başka bir şey kalmamıştır. Çünkü lamba, oyuk gibi dar bir yerde olursa, ışığı daha çok olur. Geniş bir yer böyle değildir. Orada ışık dağılır. Kandil ise aydınlatmanın kuvvetli olmasına yardım eden en önemli şeydir. Yağ ve berrakliği da böyle. Darb-ı mesel bilinen somut şeylerle olur. Belli olmayan ve görülmeyen şeylerle değil. Ebû Temmam halîfe Memun hakkında şöyle demişti: “Amr'ı öne geçirmek, Hatem'in cömertliği Ahnef'in vakarı ve İyas'ın zekâsı hususunda” Ona, “Halîfe senin kendisine benzetmek istediklerinden daha üstündür” denildiğinde, irticalen şöyle dedi: “Ondan aşağı kimselerle ona misal vermemi yadırgamayın. Çiğden ve karıştırmaktan kaçmak içindir bu.” Allah, nuru için daha azım, oyuktan ve lambadan misal verdi. Allah, kullarından dilediğini bu parlak nuruna iletir. Yani kullarından dilediğim, kendisinden bir ilhamla ya da delile bakmasıyla Hakkı bulmaya muvaffak kılar. Allah, insanlara, ibret alıp îman etsinler diye anlayış seviyelerine göre misaller verir. Allah herşeyi bilir. Ve herşeyi bilinmesi mümkün olan şeyle açıklar. İbni Abbâs (radıyallahü anh) şöyle demiştir: “Onun nurundan maksat, Allah'ın nurudur ki onunla mü’mini hidâyet eder.” İbni Mesud (radıyallahü anh), âyeti: “Onun, mü’minin kalbindeki nurunun misali, oyuk gibidir.” Şeklinde okumuştur. Ubey ise “Mü'minin nurunun misali” şeklinde okumuştur. 36(Bu kandil) bir takım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin okunmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam onu teşbih ederler. (.......) , (.......) kelimesine taallûk etmektedir. Yani Allahm bazı evlerindeki, yani mecsidlerdeki oyuklar gibidir. Sanki şöyle denilmiştir: “Onun nurunun misali, mescidlerde gördüğü şu şu vasıflardaki oyuğun nuru gibidir.” Ya da (.......) kelimesine taallûk etmektedir. Yani, evlerde yakılır, demektir. Yada kelimesine taallûk etmektedir. Yani, evlerdeki adamlar, onu teşbih ederler, demektir. Burada tekrar ve tekid vardır. ( Yani fiilin sonradan gelmesi tekrarı ve tekidi gerektirmiştir) “Zeyd evde oturmaktadır” sözünde olduğu gibi. Ya da mahzûf bir fiile taallûk etmektedir. Yani, evlerde teşbih edin, demektir. “Yücelmesine” lâfzı, bina edilmesine “İzin vermiştir” lâfzı da, emretmiştir, demektir. “Onu (göğü Allah) yaptı. Tava nını yükseltti. Onu düzenledi.” “Hani İbrâhîm temelleri yükseltiyordu” ayetlerinde olduğu gibi. Ya da “yücelmesine” lâfzı (.......) mastanndandır. Yüceltilmesine manasına gelmektedir. Hasen'dan rivâyet edildiğine göre: “Allah, binaların yükseltilme sini değil, yüceltilmesini emretmiştir” demiştir. Onlarda isminin zikredilmesine, yani, o evlerde kitabının okunmasına izin vermiştir. Ya da zikir kelimesi genel manadadır. Bütün zikir çeşitlerini kapsamaktadır. Orada sabah akşam onü teşbih ederler. Yani, orada onun için sabahları sabah namazını kılarlar, gün ortasından sonra öğle namazım, ikindiyi, akşamı ve yatsıyı kılarlar. (.......) (sabah) lafzını tekil getirdi. Çünkü onun namazı tektir. (.......) ise (.......) kelimesinin, oda (.......) kelimesinin çoğuludur. (.......) ikindi ile yatsı arasındaki zaman dilimidir. 37Kandillerini ne ticaretin, ne de alışverişin Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoymadığı erkekler, (onlar), kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar. (.......) , (.......) nun failidir. (.......) Şami ve Ebubekir'e göre şeklindedir. Üç zarftan birine, yani (.......) , (.......) ve (.......) ye isnad olunur. (.......) , (.......) nun delaletiyle merfûdur. Yani onu teşbih ederler, demektir. Onları, sefer ve ikamet hâlindeki ticaretleri, kalp ve dille Allah'ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymaz. Denildiki: “Ticaret kelimesi alım satım için kullanılan cins ismidir. Ya da genel olduktan sonra sadece satışa mahsus kıbnmıştır. Çünkü o, alım manasından hızla uzaklaşmaktadır. Çünkü satışta kâr kesindir. Alımda ise şüphelidir. (.......) lâfzı aslında (.......) şeklindedir. (.......) deki (.......) iğlalden dolayı düşen aynel fiilin yerine gelmiştir. Aslı (.......) idi. Vav, elife dönüştürülünce iki elif yanyana geldi. Hazfedilenin yerine (.......) ge tirildi. Muzaf kılındığında ise izafet hâli (.......) yerine geçti ve (.......) düşürül dü. Mana şudur: onların kendilerini meşgul edecek ticaretleri yoktur. Uzlet velilerinde olduğu gibi yada onlar, bir yandan alım satım işini yaparlar, bir yandan da Allah'ı zikrederler. Namaz vakti geldiğinde de tembellik göstermezler, namaza kalkarlar. Muaşeret velilerinde olduğu gibi, kıyamet gününden korkarlar. (.......) deki zamîrden hâldir. Yada (.......) kelimesi, için başka bir sıfattır. O günde yürekler ağıza gelir. Gözler donuklaşır ve karam. Ya da kalpler, inkârdan sonra îmana gelir. Güzlerde gerçekleri bizzat müşahade eder. “Senden örtünü kaldırdık. Allah bugün gözün keskindir” âyetinde olduğu gibi. 38Çünkü Allah, kendilerini, yaptıklarının en güzeli ile mükafatlarıdıracak ve lütfûndan onlara fazlasıyla verecektir. Allah dilediğini hesapsız rızıklarıdırır. Allah, onları amellerinin karşılığı olarak en güzel mükafatla mükafatlarıdırsın diye Allahı teşbih ederler ve ondan korkarlar. Yani kat kat sevap versin diye. Nitekim Allah, amellere karşı vadettici sevabı kat kat artınr. Allah dilediğini hesapsızca rızıklarıdmr. Yani dilediğine, mahlûkatın hesabına girmeyen sevapları verir. Bu, Allah'ın nuruyla hidâyet bulunanların sıfatıdır, bundan uzaklaşanlar ise şu âyette zikredilmişlerdir. 39İnkâr edenlere gelince, onların amelleri, ıssız çöllerdeki serap gibidir ki susayan onu su zanneder. Nihayet ona yardımda orada herhangi bir şey bulamamış, üstelik yanıbaşmda da (inanmadığı) Allah'ı bulmuştur. Allah ise onun hesabını tastamam görmüştür. Allah hesabı çok çabuk görür. Serap: Çöllerde, öğle vakti, güneş ışığından dolayı toprağın üzerinde su akıyormuş gibi görülmesidir. (.......) yer parçası demektir. Yada (.......) kelimesinin çoğuludur ki “yaygın düz arazi, manasına gelmektedir, (.......) ve (.......) da olduğu gibi. Susuz olan, onu su zanneder. Şu zannettiği şeye geldiğine de hiç bir şey bulamaz. Sadece Allah'ın cezâsını bulur. “Allah'ı bağışlayıcı ye merhamet edici olarak bulur” âyetinde olduğu gibi. Yani onun bağışlanmasını ve merhametini bulur demektir. Allah ona amelinin cezâsını tastamam verir. Çoğuldan sonra tekil olarak zikretti. Çünkü her bir kâfire cezâları ayrı ayrı verilir. Allah, hesabı tez görendir. Çünkü onun saymaya ve işlemde bulunmaa ihtiyacı yoktur. Birini hesaba çekmesi, diğerini de hesaba çekmesine mani olmaz. Ya da Allah hesabı yakın olandır, demektir. Çünkü her gelen yakındır, îman etmeyen ve hakka tabi olmayan kişilerin işledikleri ve Allah katında kendilerine faydalı olacağını ve kendilerini onun azâbından kurtaracağını zannettikleri sâlih amelleri, Allah, seraba benzetmiştir. Çünkü onlar, sonuçta umutlarının boşa çıktığını ve tam tersi bir durumla karşılaştıklarını görürler. Kâfir, kıyamet gününün susuzluğundan dolayı onu su zanneder. Yanma gelir de umduğunu bulamaz. Yanında Allah'ın zebanilerini bulur. Onlar da onu alırlar ve cehenneme atarlar. Ona kaynar su ve kötü kokulu içecekler içirirler. Onlar, Allah'ın kendilerini hakkında “çalışırlar, yorulurlar” “Onlar, kendilerinin iyi bir iş yaptıklarını zannederler” buyurduğu kimselerdir. Denildiki: “Bu âyet, Utbe b. Rebia b. Urneyye hakkında inmiştir. O, câhiliyye döneminde dine yönelmiş uzlet hayatı yaşıyordu. Ama İslam gelince inkâr etti.” 40Yahut (onların işleri) engin bir denizdeki yoğun karanlıklar gibidir. (Öyle bir deniz) ki, onu dalga üstüne dalga kaplıyor, üstünde de bulut, birbiri üstüne karanlıklar, insan elini çıkarıp uzatsa, nerdeyse onu dahi göremez. Bir kimseye Allah, nuru vermemişse, artık o kimsenin ışık ve aydınlıktan nasibi yoktur. Burada ki (.......) , (.......) deki (.......) gibidir. (.......) derin, suyu çok olan ve denizdeki büyük şu kütlelerine âit, manalarına gelmektedir. Denizi ya da denizde olanı dalga kaplar. O dalganın üzerinde başka bir dalga, onun üzerinde de bulut vardır. Birbiri üstüne karanlıklar. Bu karanlıklar; bulutun karanlığı, dalganın karanlığı ve denizin karanlığıdır. Dalganın karanlığı, denizin karanlığı üstünde, dalganın karanlığı dalganın üstünde ve bulutun karanlığı dalganın üstündedir. Suyun içindeki kişi, elini çıkarsa neredeyse onu dahi göremez. “Onu dahi göremez” sözünde mübalağa vardır. Yani, onu görmek bir yana, onu görmeye yanaşamaz bile, demektir. Önce onların amellerini, faydalarının kaybolması ve zarannm meydana gelmesi yönüyle seraba benzetti. Çünkü o serap onu uzaktan aldattı. Yanma geldiğinde bir şey bulamadı. Ve o serap, onun ümitsizliğini ve üzüntüsünü gidemedi. Başka bir şey bulamadığı gibi serapta kayb oldu. Onun yerinde sadece tuttuğunu cehenneme atan zebanileri buldu. İkinci olarak, onların amellerini, bâtıl olmalarından dolayı karanlıkları itibariyle ve hakkın nurundan soyutlanmış olmaları itibariyle üstüs te karanlıklara, yani derinliğe, dalgalara ve buluta benzetmişti. Allah kime hidâyet vermediyse o yolunu bulamaz. Hadisi şerifte: “Allah, mahlûkatı karanlık içinde yarattı. Sonra onların üzerine nurundan serpti. O nurdan kimse isabet ettiyse o, ki hidâyet buldu. Kime de isabet etmediyse o, sapıttı” buyurulmuştur. 41Göklerde ve yerde bulunanlara dizi dizi kanat çırpıp uçan kuşların Allah tesbih ettiklerini görmez misin? Herbiri kendi teşbihini ve duasını bilmiştir. Allah onların yapmakta olduklarını hakkıyla bilir. Ey Resûlüm Muhammed! Sen gözle görmüş gibi kesin ilimle göklerde ve yerde bulunanlara, havada kanatlarını açarak uçan kuşların Allah'ı tesbih ettiklerini bilmiyor musun? (.......) , (.......) üzerine atıftır. (.......) ise (.......) kelimesinden hâldir. Herbiri kendi duasını ve teşbihini bilmiştir. (.......) deki zamîr (.......) lafzına ya da (.......) lafzına gider. (.......) ve (.......) dua demektir. Allahım, kuşlara, akıllıların bile bilemeyecekleri incelikteki diğer ilimleri ilham ettiği gibi, kendisine duasını ve teşbihini de ilham etmesi mümkün olmayan bir şey değildir. Allah yapmakta olduklarını bilir. Onun ilminden hiçbirşey kaçmaz. 42Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Dönüş de ancak O'nadır. Çünkü o ikisini o yarattı. Kim bir şeye sahipse, onun mülkiyeti, ancak ona âittir. Herşeyin dönüşü Allah'adır. 43Görmez inisin ki Allah bulutları sürüklüyor, sonra onları biraraya getirip üstüste yığıyor. Arasından yağmur çıktığını görürsün. O, gökten, oradaki dağlar (büyüklüğünde bulutlar) dan daha dolu indirir. Artık onu dilediğine isabet ettirir. Dilediğinden de onu uzak tutar. Şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri alır. Allah'ın, bulutları dilediği yere sürüklediğini görmedin mi? sonra onları birbirine geçirir, sonra onları üstüste yığar. Sonunda da aralarından yağmurun çıktığını görürsün. O gökteki dağlar gibi büyük bulut parçalarından bir dolu indirdir de o doluyla dilediği insanı ve ekini vurur. Dilediğine de onu isabet ettirmez. Yada o, dilediğine onunla azap eder, dilediğine de isabet ettirmeyerek azap etmez. (.......) , (.......) (bulut) kelimesinin çoğuludur, zamîr ve fiillerin müzekker olarak kullanılması (.......) lafzının müzekker olmasındandır. (.......) , (.......) (iki şey arasındaki aralık) kelimesinin çoğuludur. (.......) ve (.......) de olduğu gibi. (.......) Mekki, Medeni ve Basri'ye göre (.......) şeklindedir. (.......) deki (.......) gayenin başlarıgıcı içindir. Çünkü yağ dumanın başlarıgıç yeri göktür. (.......) deki tebğiz içindir. Çünkü Allah'ın indirdikleri bu dağ kadar olan bulutların sadece bir kısmıdır. (.......) deki (.......) beyan içindir. Ya da (.......) ve (.......) deki (.......) 1er başlarıgıç için (.......) deki (.......) tebğiz içindir. Manası o, doluyu, gökteki dağ bulutundan indirir. Birinciye göre (.......)nun mefulü (.......) dir. Yani, oradaki buz dolu dağlarını indirir, demektir. Dolu dağlarından maksat şudur: Allah, yeryüzünde taştan dağlar yarattığı gibi, gökte, de doludan dağlar yaratır, demektir. Ya da dağların zikriyle çokluğu kastediyor. “Falanın dağlar kadar altını var” denildiği gibi. Yezid'e göre (.......) ile birlikte (.......) şeklindedir. 44Allah gece ile gündüzü evirip çeviriyor. Şüphesiz gözleri olanlar için bunda bir ibret vardır. Allah gece ile gündüzü uzatıp kısaltarak ve peşpeşe getirerek çevirir. Bulutların yüzdürülmesinde, yağmurun ve dolunun yağdırılmasında ve gece ile gündüzün evrilip çevrilmesinde akıl sahipleri için ibretler vardır. Bütün bunların zikredilmesi, onun rabliğinm delillerini sâyılmasındandır. Şöyle ki, göklerde ve yerde olanların ve o ikisi arasında uçanların teşbihi ve duası bulutların ve diğer zikredilenlerin şevki, bakan ve düşünenler için onun varlığım gösteren ve onun sıfatlarını açıklayan delillerdir. Daha sonra bir başka delil açıkladı, şöyle buyurdu. 45Allah her canlıyı sudan yarattı. Onlardan kimi karnı üzerinde (sürünerek) yürür. Kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi de dört ayağı üstünde yürür, Allah dilediğini yapar. Çünkü Allah her şeye kâdirdir. (.......) lâfzı, Hamza ve Ali'ye göre (.......) şeklindedir. Dabbe; yeryüzünde hareket eden canlılara denir. Allah, her canlıyı o canlıya âit bir çeşit sudan yarattı. Ya da, ona mahsus bir sudan, yani nutfeden (spermden) yarattı. Daha sonra mahlûkatın nutfelerini (spermlerini) yarattı. Daha sonra mahlûkatın nutfelerini (spermlerini) farklı farklı yarattı. Haşereler, insanlar ve hayvanlar onlardandır. Bu “tek bir su içirilirler” bazısını bazısının üzerine yeme hususunda üstün kılarız” sözü gibidir. Bu, onların bir yaratıcısı ve bir sevk-i idare edicisi olduğuna delildir. Değilse aslın bir olmasından dolayı farklı farklı olmazlardı. “Her canlıyı sudan yarattık” sözünde kastolunan; hayvanların cinsleri, suyun cinsinden yaratılmıştır. O ikisi arasına vasıtalar girse de asıl odur. Dediler ki: Allah’ın ilk yarattığı şey sudur. Ondan ateşi, rüzgarı ve çamuru yarattı. Ateşten, cinleri, rüzgârdan, melekleri ve çamurdan, Âdem'i ve hayvanları yarattı. “Dabbe kelimesi, akıllı olan ve olmayanı kapsayınca, akıllı olanlar üstün gelir ve onların hükmü diğerlerine de verilir. Sanki bütün hayvanlar akıllı olurlar, işte bu sebepten orada (.......) denildi. Yıları ve balık gibileri karnı üzerinde sürünerek yürür. Karnı üzerinde sürünmek, istiâre olarak yürümek şeklinde adlarıdmlmıştır. Devamlı olan bir iş için de, “Bu iş yürüyor” denir. Ya da sürünenleri yürüyenlerle beraber zikretmek için uygunlaştırma yolu seçilmiştir. İnsan ve kuş gibileri iki ayağı üstünde yürür. Dört ayaklı hayvanlar da dört ayağı üstünde yürüyendir. Sonra iki ayağı üstünde yürüyeni, sonra da dört ayağı üzerinde yürüyeni zikretti. Allah dilediğini dilediği şekilde yaratır. Çünkü Allah, herşeye kâdirdir. Ona hiçbir şey zor gelmez. 46Andolsun ki biz (gerçekleri) açıklayan âyetler indirdik. Allah, dilediğini doğru yola iletir. Allah, dilediğini, lütfü ve dilemesiyle, cennetine ulaştıran İslâm dinine hidâyet eder. Âyetler delili ortaya koymak içindir. Ayetlerin indirilmesini zikrettikten sonra, insanların, üç gruba aynldığmı söyledi. Birincisi zahiren tasdik etmiş, kalben yalanlamıştır. Bunlar münâfıklardır. İkincisi, zahiren ve kalben tasdik etmiştir. Bunlar ihlas sahipleridir. Üçüncüsü ise, zahiren ve kalben yalanlamış olanlardır. Bunlar kâfirlerdir. Bu tertip üzere münâfıklarla başladı, şöyle dedi: 47“Allah'a ve Peygamber'e inandık ve itâat ettik” diyorlar. Ondan sonra da içlerinden bir gurup yüz çeviriyor. Bunlar inanmış değillerdir. Dilleriyle “Allah'a ve Peygamber'e inandık ve itâat ettik” diyorlar. Allaha ve Resûlüne inandık ve itâat ettik sözünden sonra içlerin--'den bir gurup Allah'ın ve Resûlü'nün hükmüne tabi olmaktan yüz çeviriyor. Onlar, ihlas sâhibi mü’minler değildirler. Bu “îman ettik ve itâat ettik” diyenlere işarettir. Sadece yüz çevirenlere değil. Burada, o küçük grubun inandıklarına inanmalarından dolayı onların tamamın dan imanın kaldmldığı bildirilmektedir. Yüz çevirme, bir kısmı tarafından gerçekleştirilen bir şey olsa da yüz çevirmeye nza gösterilmesi hepsi tarafından meydana gelmiştir. 48Onlar, aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve peygam bere çağırıldıklarında, bakarsın ki içlerinden bir kısmı yüz çevirip dönerler. Allah'a ve Resûlüne sözü, Allah'a ve Allah'ın Resûlüne, demektir. Senin, Zeyd'in cömertliğii kastederek, “Zeydve cömertliği hoşuma gitti” sözünde olduğu gibi. Aralarında peygamber hüküm versin diye yüz çeviriyor. Bu âyet, münâfıklardan Bişr ve onun Yahûdî hasmı hakkında, inmiştir. Bir yer hususunda ihtilafa düşmüşlerdi. Yahûdî, onu Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e çekiyor, münâfık da, onu Ka'b b. Eşrefe çekiyor ve “Muhammed bize zulmediyor” diyordu. 49Ama, eğer hüküm kendi lehlerine olursa, itâat ederek gelirler. Hak, kendi lehlerine, diğerlerinin aleyhine olduğunda itâat ederek peygambere gelirler. (.......) hâldir. Yani, peygamberlerinin hükmüne râzı oldukları için değil, haklarıni talep için koşarak itâat ederler. Zeccâc: “İz'an: itaatla birlikte olan koşmaktır” demektir. Mana, onlar, acı gerçeğin ve kesin adaletin senin yanında olduğunu bildikleri için, durum aleyhlerine olduğunda, hakkı onlardan alacağından dolayı, sana, muhakeme edilmeye gelmekten kaçınırlar. Eğer hak, onlar lehine ve hasımlarınm aleyhine olursa, hasmın zimmetindeki kendilerine âit şeyi alman için sana koşarlar ve senin hükmünden başkasına râzı olmazlar, demektir. 50Kalplerinde bir hastalık mı var? Yoksa şüphe ve tereddüt içinde midirler? Yoksa Allah ve Resûlünün kendilerine zulüm ve haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır, asıl zalimler kendileridir. Durum aleyhlerine olduğunda, peygamberin hükmetmesinden yüz çevirmeleri işini, Allah, kısımlara ayırdı. Kalplerinin hasta olması yeni münâfık olmaları, onun peygamberliği hususunda şüphe içinde olmaları ve onun, hükmünde zulmetmesinden korkmalar. Hayır, onlar, onu iyi tanıdıklarından dolayı kendilerine zulmedilmesinden korkmuyorlar. Onlar, kendileri zalimler oldukları için, kendileri üzerinde hakkı olanlara zulmetmek istiyorlar. Bu, Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in meclisinde yapamadıkları bir şey olduğundan dolayı da ona muhakeme olmaktan kaçınıyorlar. 51Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Resûlüne davet edildiklerinde, “İşittik ve itâat ettik” demek, sadece mü’minlerin söyleyeceği sözdür. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir. Hasen'dan yapılan rivâyete göre (.......) , (.......) şeklinde merfûdur. Mensup olması daha kuvvetlidir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in, aralarında, Allah'ın indirdikleriyle hükmetmesi için Allah'a ve peygambere davet edildiklerinde inananların sözü ancak “onun sözünü işittik ve îman ettik” demeleridir. 52Her kim Allah'a ve Resûlü'ne itâat eder, Allahtan korkar ve O (nun azâbı )n dan korunursa, işte kurtuluşa erenler onlar dır. Kimler, farz kıldığı hususlarda Allah'a, sünnetlerinde resulüne itâat eder, belalarına karşı Allah'tan korkar ve kalan ömründe de ondan korunursa işte kurtuluşa erenler onlardır. Rivâyete göre; sultanın biri, tek başına yeterli bir âyeti sormuş da ona bu âyeti okumuşlar, bu kurtuluşun bütün sebepleri biraraya getirmiştir. (.......) Ebû Amr'a ve Ebubekir'e göre (.......) vakıf kastıyla sakindir. Hafs'a göre (.......) sakin, (.......) kesrelıdır. Diğerlerine göre (.......) ve (.......) kesrelıdır. 53Sen kendilerine emrettiğin taktirde mutlaka (savaşa) çıka caklarına dair, en ağır yeminleri ile Allah'a yemin ettiler. Dedi ki: “Yemin etmeyin (sizden istenen yalan yere yemin etmek değil) güzel itaattir. Şüphesiz ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır. Münâfıklar, yeminlerinin var gücüyle Allah'a yemin ettiler. Çünkü onlar, tüm gayretlerini yemine harcadılar. Gücünün son haddine ulaştığında, yeminde aşırı gittiğinde ve şiddet ve sağlamliğin son haddine ulaştığında (.......) cümlesi, (.......) dan istiâre olarak kullanılır. İbni Abbâs (radıyallahü anh) dan rivâyet edildiğine göre “Kim billahi derse yeminde mübalağa yapmıştır, “demiştir. (.......) nin aslı yemin etmektir. Burada ise var gücüyle yemin etmiştir. Fiil hazfedilmiş, mastar mef'ûlün önüne geçirilmiş ve ona muzaf olarak fiilin yerine geçirilmiştir. (.......) sözünde olduğu gibi. Bu mensûbun hükmü, halin hükmüdür. Sanki o, şöyle demiştir: “Yeminlerini kuvvetle yapar oldukları hâlde ““Eğer Muhammed, bize savaşmak için gazaya çıkmamızı ya da ülkenizi terketmemizi emretse çıkarız” dediler. Onlara deki: “Yalan yere yemin etmeyin. Çünkü o, günahtır. Ama size, bu yalan yerine layık ve gerekli olan, güzel bir itaattir. (.......) mübtedadır. Haberi hazfedilmiştir. Ya da haberdir. Mubteda hazfedilmiştir. Ya da haberdir. Mubteda hazfedilmiştir. Yani, sizden istenen ihlas sâhibi mü’minlerin itaati gibi şüphenin ve tereddütün olmadığı bilinen güzel bir itaattir. Kalplerinizin hilafına ağızlarınızla yaptığınız yemin değil. Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızı ve kalplerinizdekini bilir. Ona sırlarınızdan hiçbirşey gizli kalmaz. Ve o sizi, kaçışı olmayan bir şekilde rezil eder. Ve sizi, münâfıkliğinızdan ötürü cezâlandım. 54De ki: Allah'a itâat edin, peygambere de itâat edin. Eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, peygamberin sorumluluğu kendisine yüklenen (tebliğdir), sizin sorumluluğunuz da size yüklenen (itâat) tir, eğer ona itâat ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz. Peygambere düşen, sadece açık bir şekilde duyurmaktır. Sözü iltifat yoluyla gaibten muhataba çevirdi. Onların azarlanması hususunda bu, daha edebidir. Eğer yüz çevirirseniz ona zarar vermeksizin, kendinize zarar verirsiniz. Çünkü Resûlün üzerinde Allah'ın ona yüklediği ve mükellef kıldığı davet ve tebliğden başka bir şey yoktur. Bunu da eda ettiğinde de vebalden sıynlmış olur. Size gelince, size düşen mükellef kılındığınız şeyleri süratle kabul etmektir. Bunu yapmayıp yüz çevirirseniz nefsinizi Allah'ın gazâbına ve azâbına arzetmiş olursunuz. Eğer ona, emrettiklerinde ve yasakladıklarında itâat ederseniz, hidâyetten nasibinizi almış olursunuz. Yüz çevirmenizdeki zarar ve fayda size dönecektir. Peygambere düşen, ancak sizin kalplerinize fayda verecek şeyleri tebliğ etmektir. Sizin yüz çevirmenizde ona bir zarar yoktur. (.......) tebliğ manasındadır. Yerine getirmek manasına gelen (.......) gibi. (.......) açık, demektir. Bu, tebliğ, ayetlerle ve mu'cizelerle birlikte yapıldığı için gelmiştir. Bundan sonra ihlas sahiplerini zikretti, şöyle dedi: 55Allah, sizden îman edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi kendilerine de yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve geçirdikleri korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağmı vad etti. Çünkü onlar, bana kulluk ederler. Hiçbir şeyi bana eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkâr ederse işte onlar yoldan çıkanlardır. Hitap, Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem)’e ve onunla birlikte olanlaradır. (.......) beyan içindir. Denildiki “Bundan murat muhacirlerdir. Ve (.......) de tebğiz içindir. Onları, kâfirlerin topraklarına hükümran kılıcak. Medine topraklarına hükümran kılacak da denildi. Ama doğru olan onun umumi olmasıdır. Nitekim Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in hadisinde “Elbette bu din, gecenin girdiği her yere girecektir” buyurulmuştur. (.......) Ebû Bekire göre (.......) şeklindedir. (.......) Mekkî ve Ebubekir'e göre (.......) şeklindedir. Bu âyette, Allah kâfirlere karşı İslam'a yardım edeceğini, zorbaları helâk ettikten sonra İsrâ'il oğullarını Mısır ve Şam'a mirasçı kıldığı gibi müslümanları yeryüzüne varis ve hükümran kılacağını, râzı olduğu dini -ki İslam dinidir- yerleştireceğini, sağlamlaştıracağını ve kuvvetlendireceğini, onların kalplerinin inandmlacağmı ve onlarda bulunan korkunun giderileceğini vadetmiştir. Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashâbı, Mekke'de onüç yıl korkarak yaşadılar. Hicretten sonra ise sabah akşam silâhlarla yatıp silâhlarla kalktılar. Öyle ki adamın biri: “Emin olarak yaşadığımız ve silâhları bıraktığımız bir gün gelecek mi?” dedi. Bu söz üzerine bu âyet indi. Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de şöyle buyurdu: “Çok geçmez bizden bir adam büyük bir topluluk içinde kuşağını kuşanır da yanında demir (den kılıcı) olmaz.” Allah vadini yerine getirdi. Onları Arap yanmadasma hakim kıldı. En uzak doğu ve batı ülkelerini fethettiler. Kayserlerin mülkünü parçaladılar. Hazinelerine sahip oldular. Dünyaya hakim oldular. (.......) ve (.......) olduğu için yemin hazfedilmiştir. Takdiri şöyledir: Allah onlara vadetti. Ve onları hükümran kılaca ğma yemin etti. Ya da Allah'ın vadi, gerçekleşmesi hususunda yemin derecesine çıktı. Ve yeminin karşıladığı şeyi karşıladı. Sanki şöyle denildi: “Allah onları hükümran kılacağına yemin etti.” Çünkü onlar bana kulluk ederler. (.......) yi, başlarıgıç cümlesi yaparsan i'rabta mahalli olmaz. Sanki şöyle denilmiş olur: “Onlara ne oluyor da halef oluyorlar ve îman ediyorlar?” onlara şöyle denir: “Çünkü onlar, bana beni birleyerek kulluk ederler” Birinci hâlden bedel olarak hâl olması mümkündür. Eğer onu, (.......) den hâl kıldı ysan mana şöyle olur: “Allah, bunu onlara ibâdet etmeleri hâlinde vadetti.” Mahallen de mensup olur. (.......) , (.......) nin failinden hâldir, yani bana beni birleyerek kulluk ederler, demektir. Birinci hâlden bedel olarak hâl olması da mümkündür. Artık bu vaadden sonra kim inkâr ederse onlar, bu büyük nimeti inkâr etmek ve küfranı nimette bulunma cesaretini göstermek suretiyle günahkârlıkta kemale ulaşmışlardır. Bu nimeti ilk defa inkâr edenler, Osman (radıyallahü anh)’in kâtilleridir. Kardeş olduktan sonra birbirlerini vurdular. Ve onlardan korku gitti, âyet, Hulefai Raşidin'in (radıyallahü anh) hilafetlerinin sıhhatine en açık delildir. Çünkü îman edip sâlih amel işleyen halîfeler onlardır. 56Namazı kılın, zekâtı verin. Peygambere itâat edin ki merhamete nail olasınız. (.......) ye atfedilmiştir. Araların da uzun bir fasılanın olmasının zararı yoktur. Sizi davet ettiği hususta peygambere itâat edin. Peygambere itaati, vâcib olduğunu tekid için tekrar etti. Merhamete nail olasınız diye. Çünkü bunlar rahmeti çeken şeylerdendir. Bundan sonra kâfirleri zikretti, şöyle dedi: 57İnkâr edenlerin, yeryüzünde (Allah'ı) âciz bırakacaklarını sanmayasın. Onların varacağı yer cehennemdir. Ne kötü varış yeri. Yeryüzünde, Allah'ın, onlara güç getiremeyeceği şeklinde, önüne geçeceklerini sanma. (.......) deki, (.......) Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem)’e hitaptır ve o faildir. Mef'ûller ise (.......) ve (.......) dir. Şamî ve Hamza'ya göre (.......) şeklinde iledir. Fâil zikri geçtiği için Nebi (aleyhisselâm) dır. Mef'ûller de (.......) ve (.......) dir. (.......) , (.......) 58Ey îman edenler! ellerinizin altında bulunan (köle ve cariyelerini) ve içinizden henüz ergenlik çağına girmemiş olanlar, sabah namazından önce öğleyin soyunduğunuz vakit ve yatsı namazından sonra (yanınıza gireceklerinde) sizden üç vakitte izin istesinler. Bunlar, mahrem hâlde bulunabileceğiniz üç vakittir. Bu vakitlerin dışında ne sizin için, ne de onlar için bir mahzur yoktur. Birbirinizin yanma girip çıkabilirsiniz. İşte Allah, âyetleri size böyle açıklar. Allah, herşeyi bilendir, hüküm ve hikmet sâhibidir. Allah, köle ve cariyelerin izin istemelerini emretti. Ergenlik çağma girmemiş olanlar, ergenlik çağına girmemiş hür çocuklardır. (.......) kelimesi hafifletilerek şeklinde okunmuştur. Gece ve gündüz müddetince üç vakitte izin istediler. Sabah namazından önce. Çünkü o, yataktan kalkma ve gecelikleri çıkarıp günlük elbiseleri giyme vaktidir. Öğle vakti. Bu, yazm sıcak günlerindeki gün ortasıdır ve kaylûle uykusu için elbiseler bu vakitte çıkarılır. Yatsı namazından sonra. Bu, günlük elbiselerin çıkarıldığı ve geceliklerin giyildiği vakittir. Bunlar üç mahrem vakittir. (.......) da mübteda ve muzaf hazfedildi. Hafs’ın dışındaki Kûfeli'lere göre (.......) , (.......) dan bedel olarak mensûbtur. Uç mahrem vakit. Bu hallerden herbiri mahrem olarak adlarıdırılmıştır. Çünkü insan onda örtünmeye ihtiyaç duyar. Avret, aralık, gedik, demektir. (.......) (gözü sakat) da bundandır. Ensardan Müdlic b. Amr adın da ki bir çocuk öğle vakti Ömer (radıyallahü anh)’in yanma girmiştir. O uyuyordu ve elbisesi açılmıştı. Ömer (radıyallahü anh) “Allah'ın, bu saatlerde izinsiz girmeyi yasaklamasını arzuladım” dedi ve Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yanma gitti. O'na (sallallahü aleyhi ve sellem) bu âyet inmişti. Daha sonra şu sözüyle, onların bu üç vaktin dışında izin almayı terketmelerini mazur saydı. Bunların dışında izinsiz girme hususunda ne size ne de diğer zikredilenlere bir günah yoktur. Daha sonra bu vakitlerde izin alınmasının terkedilmesinin sebebini şu sözüyle beyan etti: “Yanınızda dolaşırlar” Yani onlar, ev işlerinden dolayı etrafınızda dolaşır, demektir. (.......) mübtedadır, haberi (.......) dir. Onun takdiri; bazınız, ba zınızm etrafında dolaşırsınız, şeklindedir. Yukarıdaki “dolaşanlar, dolaşırlar” lafzının delaletinden dolayı buradaki “dolaşan” lâfzı hazfedildi. Bu cümlenin kendinden önceki cümleden bedel olması ve açıklayıcı ve tekid edici olması mümkündür. Yani sizin ve onların, bir araya gelmeye ve girip çıkmaya ihtiyacınız var. Onlar, hizmet için sizin etrafınızda dolanırlar. Siz de hizmet istemek için onların etrafında dolanırsınız. Eğer her vakitte izin istemek emredilseydi, zorluk meydana gelirdi. Bu ise naslâ defedilmiştir. İşte Allah, âyetleri, size böyle açıklar. Yani, size, izin istemenin hükmünü açıkladığı gibi, açıklanmasına ihtiyaç duyduğunuz diğer âyetleri de açıklar. Allah, kulların ihtiyaçlarını bilendir. Muradını açıklama hususunda da hikmet sâhibidir. 59Çocuklarınız ergenlik çağma girdiklerinde, kendilerinden öncekiler izin istedikleri gibi onlar da izin istesinler. İşte Allah, âyetlerini böyle açıklar. Allah, alimdir, hakimdir. Hür olan çocuklar, ergenlik çağma girdikleri vakit, sizin yanınıza girmek istediklerinde kendilerinden öncekilerin istedikleri gibi bütün vakitlerde izin istesinler. Yani, onlardan önce bulûğa ermiş kişilerin yani adamların istedikleri gibi istesinler. Ya da “Ey îman edenler! izin almadıkça ve halkına selâm vermedikçe evinizin dışındaki evlere girmeyin” âyetinde zikredilenlerin istedikleri gibi isteyin, demektir. Mana; çocuklara üç mahrem vaktin dışında girmeye izin yardır. Çocuklar bunu adet edinir sonra da bulûğa ererler ya da yaşla reşid olurlarsa, bu adeti terketmeleri ve izinsiz girmeyen büyük adamlar gibi bütün vakitlerde izin isteme teşebbüsünde bulunmaları vâcib olur. Maalesef insanlar bundan gafildir. Rivâyete göre İbni Abbâs (radıyallahü anh) şöyle demiştir: “Üç âyet var ki, insanlar onlara karşı ilgisiz davrandılar. Bütün izinler, “Allah katın da en üstününüz en muttaki olanınızdır” âyeti ve “Taksimata hazır olduğunda...” âyeti.” Rivâyete göre Said b. Cübeyr şöyle demiştir: “Onlar, neshedilmiştir diyorlar. Vallahi hayır, onlar neshedilmemiştir.” Allah, insanların ihtiyaçlarını bilendir. Açıkladığı hükümlerde hikmet sâhibidir. 60Evlenme arzusu kalmamış, (ihtiyar) kadınların, zinetleri-'ni göstermeksizin dış elbiselerini çıkarmalarına kendileri için bir günah yoktur. Ama sakınmaları kendileri için daha hayırlıdır. Allah işitendir, bilendir. (.......) , (.......) un çoğuludur. Bu, (.......) (boşanmış kadın) ve (adetli kadın) kelimelerinde olduğu gibi kâdirılara mahsus sıfatlardandır. Yani yaşlılık sebebiyle hayızdan ve çocuk yapmaktan kesilmiş demektir. Mübtedanın sıfatıdır. O da (.......) dur. Haber ise (.......) dur. Elif lam sebebiyle, mubteda da, şart manası bulunduğundan habere (.......) dahil olmuştur. Dış elbiseleri, baş örtüsü üzerine giyilen ehram ve çarşaf gibi örtülerdir. (.......) hâldir. “Zinetlerini göstermeksizin” sözüyle, saç, boyun, baldır ve sair gizli zinet yerlerinin gösterilmemesi kastediliyor. Yani onlar, dış elbiselerini çıkarmakla zinet yerlerini göstermeyi kastetmesinler demektir. Fakat bu kolaylık ve zinetlerin açığa çıkarılmasının hâli kati, gizlenmesi vâcib olan şeylerin açığa çıkarılmasını gerektiriyor. Elbisesi çıkarmamayı talep etmeleri kendileri için daha iyidir. (.......) mübtedadır. Haberi (.......) dir. Allah o kâdirıların açıkladıklarını işitir ve ne kastettiklerini bilir. 61Â'mâya güçlük yoktur. Topala güçlük yoktur. Hastaya da güçlük yoktur. Size de kendi evlerinizden, yahut babalarınızın evlerinden, yahut annelerinizin evlerinden, yahut kardeşlerinizin evlerinden yahut kız kardeşlerinizin evlerinden, yahut amcalarını zın evlerinden, yahut halalarınızın evlerinden, yahut dayılarınızın evlerinden, yahut teyzelerinizin evlerinden, yahut anahtarları ellerinizde bulunan evlerden, yahut arkadaşlarınızın evlerinden yeme nizde bir güçlük yoktur. Toplu olarak yahut ayrı ayrı yemenizde de üzerinize bir günah yoktur. Evlere girdiğiniz zaman, Allah tara fmdan mübarek ve pek güzel bir yaşama dileği olarak birbirinize selâm verin. İşte Allah, düşünüp anlayasınız diye size âyetlerini böyle açıklar. Said b. Museyyeb şöyle demiştir: “Müslümanlar, Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte gazaya çıkarken evlerinin anahtarlarını, âmâya, hastaya, topala ve akrabalarına bırakıyorlardı. Onlara, evlerinden yemelerine izin veriyorlardı. Ama onlar, bundan çekiniyorlar ve “Biz, onların bu izni gönül rahatliğiyla vermemiş olmalarından korkuyoruz” diyorlardı. Bu sebepten onlara ruhsat olarak bu âyet indi. “Kendi evinizden yemenizde bir güçlük yoktur” yani, çocuklarınızın evlerinden yemenizde bir güçlük yoktur, demektir. Çünkü kişinin çocuğu, onun bir parçasıdır. Onun hükmü, kendi hükmü gibidir. Bu sebepten âyette çocukları zikretmedi. Nitekim, Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Sen ve malın babana aitsiniz.” Ya da bu eşlerinizin evlerinden, demektir. Çünkü eşler tek bir can gibi olmuşlardır. Kadının evi de kocanın evi gibi olmuştur. Çocukların, babaların, annelerin, kardeşlerin, kızkardeşlerin, amcaların, halaların, dayıların ve teyzelerin evleriyle ilgili izi delaleten sabittir. (.......) , (.......) (anahtar) kelimesinin çoğuludur. İbni Abbâs (radıyallahü anh) şöyle demiştir: “O, malı ve hayvanları hususunda kişinin vekili ve naibidir. Malının gelirinden yiyebilir, hayvanlarının sütünden içebilir.” “Anahtarlara sahip olmak” sözüyle onların, onun elinde ve muhafazasında bulunduğu kastedilmiştir. Denildi ki: “Bununla kölesinin evi kastedilmiştir. Çünkü köle ve elindekiler efendisine âittir.” “Arkadaşınız” sözünden maksat, arkadaşlarınızdır. (.......) kelimesi tekil için de çoğul için de olur. Arkadaş; onunla ilgili sevginde sana inanan ve seninle ilgili sevgisinde kendisine inandığı kişidir. Seleften biri arkadaşı yokken evine gitmiş, cariyesinden cüzdanını istemiş ve cüzdandan dilediği kadar almıştı. Efendisi gelince cariye ona bunu bildirdiğinde o, sevinçten cariyeyi azad etmişti. Ama şimdi, cimrilik, insanlara galip geldiğinden izinsiz yenmiyor. (.......) , (.......) (ayrı ayrı) kelimesinin çoğuludur. Bu âyet Leys b. Amr oğulları hakkında indi. Onlar, tek başına yemekten çekmiyorlardı. Hatta bazen biri sofraya oturuyor akşama kadar gün boyunca bekliyordu. Kendisiyle birlikte yiyecek birini bulamayınca da zarureten yiyordu. Ya da âyet, Ensardan bir gurup hakkında indi. Onlar; kendilerine bir misafir geldiğinde onsuz yemezlerdi. Ya da insanların yemek hususundaki çeşitliliğinden ve bazılarının başkalann dan daha çok yemelerinden dolayı, yemekte biraraya gelmekten çekindikleri için inmiştir. Bu evlerden birine yemek için girdiğinizde dini yönden ve akrabalık yönünden sizden olan ev halkına selâm verin. Ya da boş eve veya mescide girdiğinizde “Selâm, bize ve Allah'ın sâlih kulları üzerine olsun” deyiniz. (.......) , (.......) lafzıyla mensûbtur. Çünkü o, selâm vermek manasınadır. Ve (.......) şeklindedir. “Allah tarafından” yani onun emriyle sabit olmuş ve onun tarafından meşru kılınmış, demektir. Ya da selâm, kendisine selâm verilen kişi için Allah'tan selâmet ve esenliğin istenmesidir. Selâmı bereket ve güzellikle vasıflarıdırdı. Çünkü o, mü’minin mü’mine duası dır. Bununla, Allah'ın hayrı ve güzel rızkı artırması umulur. 62Mü’minler o kimselerdir ki Allah'a ve Resûlüne (gönülden) inanmışlardır. Peygamberle birlikte toplumsal bir işle meşgul iken ondan izin istemedikçe bırakıp gitmezler. (Resul'um!) Şu senden izin isteyenler, hakikaten Allah'a ve Resûlüne îman etmiş kim selerdir. Öyleyse bazı işleri için senden izin istediklerinde, sen de onlardan dilediğine izin ver. Onlar için Allah'tan mağfiret dile. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir. Toplumsal işten maksat; insanların kendisi için biraraya geldiği cihad ve harplerle ilgili alınan tedbir faaliyetleridir. Cuma ve bayran namazları da dahil olmak üzere Allah için bir araya gelinen her faaliyet buna dahildir, onlar izin istemedikçe ve onlara izin verilmedikçe gitmezler. Allah, onlara, peygamberle birlikte toplumsal bir faaliyet yaparken onun meclisinden izinsiz olarak ayrılmadaki cinâyetin büyük lüğünü göstermek isteyince, onların izinsiz gitmeyi terketmelerini, Allah'a ve Resûlüne îmandan sonra üçüncü olarak zikretmiş ve o iki imâm ona övgü gibi kılmış ve onu zikretmek için mukaddime olarak kullanmıştır. Bu cümle, (.......) ile başlamış, (.......) mübteda kılınmış ve mübtedadan haber veren ismi mevsulun sılası iki îmanı ihata etmiştir. Bundan sonra onun tekid ve şiddetini artıracak şeyi getirmiştir. Onu başka bir üslupla tekrarlamıştır. Şöyle demiştir. “Senden izin isteyenler, hakikaten Allah'a ve Resûlüne îman etmiş kimselerdir.” Bunun içerdiği mana başka bir şeydir. O da bu izin istemeyi, iki imanın sıhhati için ölçü kılmasıdır. Daha sonra münâfıkların hâlini arzetti ve onların gizlice sıvışıp gittiklerini bildirdi. “Senden gidiş için izin istediklerinde, onlardan dilediğine izin ver. “Burada, Resulullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) konumunu yükseltmiştir. İzin isteyenler için mağfiret talep edilmesinin zikredilmesi, efdal olanın izin istememek olduğuna delildir. Dediler ki: “İnsanların, idarecilerine ve dini ve ilmî önderlerine karşı bu şekilde olmaları gerekir. Onlara yardımcı olmaları ve izinsiz olarak onlardan ayrılmamaları gerekir.” Denildiki: “Bu âyet, hendek harbinde inmiştir. Münâfıklar, izinsiz olarak evlerine gidiyorlardı.” 63(Ey mü'minler!) Peygamberin çağırmasını, birinizin diğerini çağırmasıyla bir tutmaym. İçinizden, birini siper ederek sıvışıp gidenleri Allah bilmektedir. Bu sebeple, onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azâb isabet etmesinden sakınsınlar. Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem), bir iş için sizin toplanmanıza muhtaç olurda sizi çağırırsa, onun yanından izinsiz ayrılmayın. Onun sizi çağırmasını birbirinizi çağırmanıza ve çağırandan izinsiz meclisten aynlmamza kıyas etmeyin. Ya da onu, birbirinizi isimlendirdiğiniz ve ana babasının verdiği isimle çağırdığınız gibi çağırmayın. “Ya Muhammed!” demeyin. Saygı ve tazim göstererek alçak sesle “Ya Nebiyyallah, ya Resulallah” deyin. Şüphesiz ki Allah, sizden, birbirinin arkasına gizlenerek parça parça çıkıp gidenleri bilir. (.......) hâldir. Yani, saklarıarak, demektir. (.......) ve (.......) birşeyin, diğerinin arkasına saklanmasıdır. Yani, cemaattan, saklarıarak ve birbirini hedef yaparak gizlice ay nlıyörlar, demektir. Onun emrinden yüz çevirenler, dünyada, başlarına bir bela gelmesinden, âhirette de, kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar. Bunlar münâfıklardır. Mü’minle değil, yasak ettiği bir işi yapmak için gittiğinde (.......) denir. “Size yasak ettiğim şeylerde aykırı hareket etmek istemem” âyeti'de bundandır. Menettiği bir şeyden yüz çevirdiğinde de (.......) denir. (.......) deki zamîr, Allah'a ya da Resule gider. Mana, ona itâat etmekten ve onun dininden yüz çevirenler, demektir. (.......) fiilinin mefulu (.......) dur. Onlara dünyada zorluk ya da katledilme ya da zelzeleler ve korkular ya da zâlim sultanın musallat kılınması ya da Allah'u Teala'yı bilmeye karşı kalp katıliği ya da istidrac olarak bol nimet verilmesi belası isabet eder. Âyet, bu emrin vacip olduğuna delalet etmektedir. 64Bilmiş olun ki, göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. O, sizin ne yolda, ne durumda olduğunuzu iyi bilir. Huzuruna döndürüleceğiniz günde ise, yapmış olduklarınızı hemen size bildirir. Allah, herşeyi hakkıyla bilendir. (.......) Göklerde ve yerde bulunan şeylerin kendisine âit olduğu zatın emrine muhalefet edilmemesine dair uyandır. Allah, onların dine muhalif durumlarıyla ilgili bilgisini tekid için fiilin başına (.......) lafzım getirdi. İlmin tekidi, tehditin tekidine götürmektedir. Mana, göklerde ve yerde ne varsa hepsi, yaratılış, mülkiyet ve ilim itibanyle ona âittir. Böyle olunca, münâfıkların durundan, gizlemeye çalışsalarda ona nasıl gizli kalır. Ya'kûb'a göre (.......) , (.......) şeklindedir. Yani o, cezâlarıdmlması için döndürüldükleri günü -ki kıyamet günüdür- bilir. “O, sizin ne durumda olduğunuzu bilir.” Ve “huzuruna döndürülecekleri günde” cümlelerindeki muhatap ve gaip sigalarınm, iltifat yoluyla toptan münâfıklar için olması mümkündür. “O, sizin ne durumda olduğunuzu bilir.” Sözünün umum için olması, “huzuruna döndürülecekleri günde” sözünün münâfıklar için olması mümkündür. Kıyamet gününde, gizledikleri çirkin amellerini, onlara haber verir. Ve onlara hak ettikleri cezâyı verir. Allah herşeyi hakkıyla bilendir. Ona hiçbir şey gizli kalmaz. Rivâyet edildiğine göre İbni Abbâs (radıyallahü anh) Nûr Sûresini, mimber üzerinden büyük bir kalabalığa okudu ve tefsîr etti, eğer Rumlar bunu işitseydi müslüman olurlardı. Allah daha iyisini bilir. |
﴾ 0 ﴿