FURKÂN SÛRESİBu sûre Mekke'de nâzil olmuştur 77 âyettir. 1Âlemlere uyarıcı olsun diye kuluna Furkân'ı indiren (Allah) pek kutludur. (.......) kelimesinin (.......) babındandır. Haynn çokluğu ve artışı demektir. Mana; “Allah kutlu oldu, hayrı arttı, çoğaldı.” Yada “sıfatlarında ve fiillerinde herşeyden çok ve herşeyden yüce oldu,” demektir. (.......) tazim kelimesidir. Sadece Allah için kullanılır. Ve sadece mazisi kullanılır. (.......) denir. Kur'ân bununla isimlendirilmiştir. Hak ile batıhn, helâl ile haramın arasını ayırdığı için, yada bir defa da toptan indirilmeyip parça parça ara ara indirilmesinden dolayı bu şekilde isimlendirilmiştir. “İnsanlara dura dura okuman için parçalara ayırdığımız ve parça parça indirdiğimiz Kur'ân” âyetini görmüyor musun? Kuldan maksat Muhammed (aleyhisselâm) dır. “Âlemler için uyarıcı olsun diye” deki “uyarıcı” kul ya da Furkân'dır. Âlemlerden kasıt, cinler ve insanlardır. Peygamberliğin umumi olması Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in özelliklerindendir. (.......) uyarıcı, yani korkutucu manasına yada inkâr manasında ki (.......) gibi uyarıcı manasınadır. “Benim azâbım ve korkutmam nasılmış” âyeti de bundandır. 2Göklerin ve yerin mülkü onundur. O, çocuk edinmemiştir. Mül künde ortağı yoktur. Herşeyi yaratmış, ona ölçü, biçim ve düzen vermiştir. (.......) Hazfedilmiş mübtedanın haberi olarak merfûdur. Ya da (.......) den bedel olarak merfûdur. Bedelle, bedel olunan arasında fasılanın olması câiz görülmüştür. (.......) de böyledir. Sılası (.......) onun kendisinden bedel kıldığı fiildir. (.......) Onun illetidir. Sanki kendisinden bedel kılman ancak onunla tamamlanmıştır. Yada (.......) medih olarak mensuptur. Göklerin ve yerin mülkü sadece ona âittir. Yahûdî ve Hıristiyanların Üzeyr ve Mesih (aleyhisselâm) hakkında zannettikleri gibi o, çocuk edinmemiştir. Putperestlerin zannettikleri gibi mülkünde ortağı yoktur. Herşeyi tek başına yarattı. Mecusilerin ve putperestlerin dedikleri gibi ışık, karanlık, yezdan ve ehrimen tarafından değil. “Şüphesiz ki Allah şeydir” “Kur'ân mahlûktur” diyenlerin bu hususta bir şüpheleri yoktur. Çünkü fâil, bütün sıfatlarıyla mefûl olamaz. Şey lâfzı, “Ve yarattı” karinesiyle yaratılması câiz olan lara mahsus kılınmıştır. Bu, kulların fiillerinin yaratılması câiz olanlara mahsus kılınmıştır. Bu, kulların fiillerinin yaratılması hususunda bizim için Mu'tezileye karşı bir delildir. Onu, elverişli olduğu şey için pürüzsüz olarak hazırladı. İnsanı gördüğün suret ve şekilde yarattığı gibi. Onu, din ve dünya ile ilgili hususlarda kendisiyle ilgili tekliflere ve maslahatlara uygun olarak düzenledi. Ya da onun, malum bir süreye kadar kalmasını takdir etti, demektir. 3Ondan ayrı olarak hiçbir şey yaratmayan, kendileri yaratı ları ve kendilerine bile ne zarar ne de fayda veremeyen, öldüremeyen, yaşatamayan, (ölüleri, diriltip) kaldıramayan bir takım tanrılar edindiler. (.......) deki zamîr, âlemler kavraminin içerisinde olduklarından ya da (.......) (uyarıcı) kelimesinin delaletinden dolayı kâfirlere âittir. Çünkü onlar uyarılanlardır.. “Bir takım tanrılar” dan maksat, putlardır. O kâfirler, hiçbir şeyi yaratmaya güç getiremeyen, kendileri yaratıları acizlere ibâdeti, ilâhlıkta, hükümranlıkta, yaratıcılıkta ve takdirde tek olanın ibâdetine tercih etmişlerdir. O putlar, herhangi bir zararı kendilerinden defedemezler, herhangi bir menfaati de kendilerine kazandıramazlar. Öldürmeye, diriltmeye ve ölümden sonra ki diriltmeye güçleri yetmez. Onlara ibâdet edenlerin inancından dolayı Allah, onları akıllılara benzetti. 4İnkâr edenler: Bu (Kur'ân) olsa olsa onun (Muhammed'in) bir uydurduğu bir yalandır. Başka bir zümre de bu hususta kendisine yardım etmiştir” dediler. Kesin bir haksızlığa ve iftiraya baş vurdular. İnkâr edenler: “Bu Kur'ân, Muhammed'in, kendinden uydurduğu yalandan başka bir şey değildir. Bu hususta ona Yahûdîler, Addas, Yesar ve Ebû Fakihe er Rumi yardım etti” dediler. Bu sözü, Nadr b. Haris söyledi. Kesin bir haksızlığa ve zulme başvurdular. Bu, Allah'u Teâlâ'nın kâfirlere cevap mahiyetindeki bir ihbarıdır. (.......) daki zamîr kafirlere döner (.......) fiili “Yaptı” manasında da kullanılmaktadır. Ve o haliyle geçişli olmaktadır. Ya da (.......) in başındaki (.......) harfi ceri hazfedilmiştir. Mefûl direk fiile bitiştirilmiştir. Onların zulmü, bütün Arap ediplerini fesahatiyle susturan Arapça bir sözü, Arap olan birinin Arap olmayan Rumlardan aldığım söylemeleridir. Yalanları ise, onu kendisiyle hiç alakası olmayan bir şeye nisbet etmeleridir. 5Yine onlar dediler ki: (bu âyetler), eskilerin masallarıdır ki onu bir kâtibe yazdırmıştır. Çünkü o, sabah akşam kendisine okunurda (onu ezberler) Bu, Rüstem ve sair geçmişlerin sözler ve yazdıklarıdır. (.......) , (.......) ve (.......) (efsane, masal) kelimelerin çoğuludur. (.......) da bunun gibidir. Sabah akşam kitabından kendisine yazdmlıyor da , kendisi için yazıyor, kendisine bu yazdmlanları ezberliyor sonra da bize okuyor. 6(Rasûlüm!) deki: “Onu göklerdeki ve yerdeki gizlilikleri bilen Allah indirdi.” Şüphesiz ki o, çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sâhibidir. Ey Resûlüm Muhammed! Deki: “O Kur'ân'ı göklerdeki ve yerdeki bütün gizlilikleri bilen indirdi.” Yani Kur'ân, Muhammed'in, normalde öğrenmek sizin bilmesi mümkün olmayan gizlilikleri içerdiğinden, bu, onun, gizlillikleri bilen Allah katından geldiğine delalet etmektedir. Allah, çok bağışlayıcı ve çok esirgeciyidir. Kibir göstermeleri yüzünden hakettilerse de O, onlara, mühlet verir ve azap hususunda acele etmez. 7Onlar şöyle dediler: “Bu ne biçim peygamber, yemek yiyor, çarşılar da geziyor? Ona, kendisiyle beraber uyarıcı olarak bir melek indirilmeli değil miydi?” (.......) deki (.......) ana mushafta (.......) dan ayrı yazıldığı için sünnete riayet ederek değiştirilmeksizin bu şekilde ayrı yazılmıştır. Onu, peygamber diye adlarıdırmaları alay etmek içindir. Sanki onlar: “Hangi şey, kendini peygamber zanneden bu kişinin lehinedir?” demişlerdir. (.......) hâldir. Bundaki âmil (.......) dir. 8“Yahut kendisine bir hazine verilmesi veya içinden yeyip (meşakkatsizce geçimim sağlayacağı) bir bahçesi olmalı değil miy di?” O zalimler, (mü’minlere): “Siz olsa olsa büyüye tutulmuş bir adama uymaktasınız” dediler. Eğer onun Allah'ın Resûlü olduğu doğru olsaydı bizim yediğimiz gibi yemek yemez, bizim gezdiğimiz gibi çarşılarda gezmezdi. Bununla, onun, yemekten ve geçim derdinden uzak melek olması gerektiğini kastediyorlardı. Sonra bu düşünceden onun yanında kendisine yardım etmesi gereken bir melek olması gerektiği fikrine gerilediler. Sonra geçimi için çalışıp kazanmaya muhtaç bırakmayacak bir hazinenin kendisine gökten indirilmesi fikrine gerilediler. Daha sonra da “Onun ve bizim içinden yiyeceğimiz bir bostanı olmalı değil miydi?” demeye başladılar. Nitekim Ali ve Hamza'ya göre (.......) , (.......) şeklindedir. Hasen (.......) ve (.......) ya aralarına bir muzari yani (.......) girdiği için (.......) üzerine atfedilmiştir. Meşhur okuşuya göre (.......) mensuptur. Çünkü (.......) (değil mi?) manasına olan (.......) nm cevâbıdır. Onun hükmü sorunun hükmüdür. (.......) sözündeki zalimlerle onları kastetmiştir. Şu kadar var ki onların, dediklerinde zâlim olduklarını tescil için gizli yerine açık getirmiştir. Onlar Kureyş kâfirleridir. “Siz ancak sihir yapılmış, cinlenmiş birine yada sihir yapan, cin sâhibi birine tabi oluyorsunuz” dediler. Bununla onun melek olmadığını insan olduğunu kastettiler. 9(Rasûlüm!) Bak senin hakkında ne biçim temsil getirdiler. Böylece onlar sapmışlardır. Ve artık (hidayete) hiçbir yol bulamazlar. Senin hakkında bu sözleri söylediler. Ve senin için “Onu kendi uydurdu” “ona yazdırıldı” ve “cinlendi” gibi sıfatları ve halleri uydurdular da haktan saptılar. Artık bir daha ona yol bulamazlar. 10(Allah'ın şânı) yücedir ki O, dilerse sâna bunlardan daha iyisini, altlarından ırmaklar akan bahçeleri verir. Ve sana saraylar ihsan eder. Onun hayn çoktur. Dilerse sana, onların söylediklerinden daha hayırlısını ihsan eder. O da sana, âhirette vadettiği cennetlerin ve sarâyların bir benzerini vermesidir, (.......) , (.......) den bedeldir. Mekfi skî, Şamî ve Ebubekir'e göre (.......) merfûdur. Çünkü şart, mazi olarak geldiğinde, cevabının cezimli ya da merfû' olması câizdir. 11Onlar, üstelik o saati (kıyameti) de yalan saydılar. Biz ise, o vakti yalan sayanlar için alevli bir ateş hazırladık. Bu cümle hikâye edilenler üzerine atıftır. Bütün bunlardan daha acaibini söylediler. O da, kıyameti yalanlamalarıdır. Ya da bu cümle, kendisinden sonra gelene bitişiktir. Sanki o şöyle demiştir: “Bilâkis onlar kıyameti yalanladılar. Bu cevaba nasıl iltifat etsinler? Onlar âhirete inanmıyorlar ki sana orada vadedilenin bir benzerini verilmesini tasdik etsinler?” 12Cehennem ateşi uzak bir mesafeden kendilerine görününce, onun müthiş kaynamasını ve uğultusunu işitirler. Cehennem onları uzak bir yerden görünce, onlarla karşılaşırıca, yani cehennem uzaktan bakanların görüş alanına girince, onun kaynamasını işitirler, demektir. Bu sesi, öfkeli birinin sesine benzetti. Ya da cehennem zebanileri onları gördüğünde gazapla o kâfirlere karşı öfkelenirler ve homurdanırlar. 13Elleri boyunlarına bağlı olarak onun dar bir yerine atıldıkları zaman oracıkta yok olmayı isterler. Mekkî'ye göre , (.......) şeklindedir. Sevinç, genişlikle beraber olduğu gibi, üzüntü de darlıkla berabedir. Bu sebepten cennet, eni, gökler ve yer kadar olan, şeklinde vasıflarıdırılmıştır. İbni Abbâs'tan rivâyet edildiğine göre o: “Mızraktaki dip demiri sıktığı gibi o da onları sıkar” demiştir. Onlar, bu darlık hâlinde iken zincirlerle bağlanmışlardır. Elleri kelepçelerle boyunlarına bağlanmıştır. Yada her kâfirle şeytan aynı zincirle bağlanmıştır. Ayaklarında da kelepçeler vardır. İşte o zaman orada yok olmayı isterler. Yani “Ey ölümüm! Gel, yetiş” derler. O zaman onlara şöyle denir: 14Bugün bir defa yok olmayı istemeyin. Aksine bir çok defalar yok olmayı isteyin. Siz ölümünüzün tek bir defa olmayacağı bir yere düştünüz. Hakikaten o, birçok ölümdür. 15Deki: “Bu mu daha iyi yoksa takva sahiplerine vadedilen ebedilik cenneti mi?” Çünkü orası, onlar için bir mükafattır ve bir varış yeridir. Cehennemin zikredilen bu özellikleri mi daha hayırlı yoksa Allah'ın muttakilere vadettiği ebedilik cenneti mi? İsmi mevsûle dönen zamîr hazfedilmiştir. Kâfirleri azarlamak için, cehennemde hayır olmadığı hâlde “Bu mu hayırlı?” diye sormuştur. (.......) şeklin de mazi kullanıldı. Çünkü Allah'ın vadettiği şey sanki gerçekleşmiş, olmuş bitmiştir. Ya da bu, Allah, onları yaratmadan önce Levh-i Mahfûz'da yazılmıştır. 16Onlar için orada ebedî kalıcılar olarak diledikleri herşey mevcuttur. Çünkü bu, Rabbinden yerine getirilmesi istenen bir vaaddir. (.......) , (.......) deki zamîrden hâldir. (.......) deki zamîr (.......) içindir. Bu, Rabbinin vadedilmiş istenen bir vadidir. Yâ da istenmeye layık bir va'didir. Ya da mü’minlerin ve meleklerin dualarında istedikleri va'didir. “Rabbimiz! Peygamberlerin vasıtasıyla bize vâ'dettiklerini ver.” “Rabbimiz! Bize, dünyada iyilik, âhirette de iyilik ver” “Rabbimiz! Onları va'd ettiğin Adn cennetlerine girdir.” 17O gün Rabbin onları ve Allah'tan başka taptıkları şeyleri toplar da der ki: “Şu kullarınıı siz mi saptırdınız? Yoksa kendileri mi yoldan çıktılar?” Mekkî, Yezid, Ya'kûb ve Hafs'a göredir. Cumhûr’a göre ise (.......) şeklindedir. Allah'tan başka tapılanlardan maksat; Melekler, Mesih Îsa ve Üzeyr (aleyhisselâm) dır. Kelbî'den yapılan bir rivâyete göre: “Putlardır. Allah onları konuşturur.” Denildiki: “Bu umûmidir. Akılhları -ve diğerlerini kapsar. Çünkü onunla, vasıf kastedildi. Sanki “Onların ibâdet ettikleri” denilmiştir. (.......) Şamî'ye göre (.......) şeklindedir. (.......) şeklindedir. Ancak onlar, harf-i ceri, (.......) ya da (.......) şeklindedir. (.......) , (.......) nun mutavaatıdır. Mana şudur: “Onları siz mi bir takım şüpheler sokmak suretiyle doğru yoldan uzaklaştırıp sapıklığa düşürdünüz? Yoksa onlar, kendileri mi saptılar?” “Bu kullarınıı saptırdınız mı, yoksa saptılar mı?” şeklinde demedi, “siz” ve “onlar” kelimeleri ziyade kılındı. Çünkü soru fiille ve onun varlığıyla ilgili değil. Zaten onun varlığı olmasaydı bu azar olmayacaktı. O soru onu yapan hakkındadır. Bu sebepten onun zikri ve onun sorulduğunun bilinmesi için de soru zamîrinden sonra gelmesi gerekmektedir. Sorduğunu bilmesine rağmen Allah'u Teâlâ'nm onlara sormasının faydası, ibâdet edenleri, ibâdet edilenlerin yalanlamalarıyla azarlamak ve bu sayede onların pişmanlıklarını arttırmaktır. 18Onlar “Seni tenzih ederiz. Seni bırakıp da başka dostlar edinmek bize yaraşmaz. Fakat sen onlara ve atalarına o kadar bol nimet verdin ki, sonunda (seni) anmayı unuttular ve helâki hak eden bir kavim oldular” derler. (.......) sözü, onlara söylenene karşı, onların şaşkınlığının ifadesidir. Bununla, onu, ortaklardan tenzih etmeyi ve hiçbir peygamberin, meleğin ya da başka bir şeyin onun eşi benzeri olamayacağını kastetmişlerdir. Sonra şöyle dediler: “Senden başka birini dost edinmek bizim için ne mümkün ne de doğrudur. Bizden başkalannın seni bırakıp da bizi dost edinmelerini kabullenmek ise nasıl mümkün olur?” (.......) Yezid'e göre şeklindedir. (.......) fiili, bazan tek, bazan iki mefûl olur. “Dost edindi” ve “Filarıı dost edindi” gibi. Allah'u Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Yeryüzünde ilâhlar mı edindiler?” “Allah, İbrâhîm'i dost edindi.” Birinci okuyuş tek mefûl almıştır. O da (.......) dir. Bunun aslı (.......) şeklindedir. Olumsuzluk manasını pekiştirmek için (.......) ilâve edilmiştir. İkinci okuyuş ise, iki mefûl almıştır. Birinci mefûl, fiilin kendisi için bina edildiği şeydir. İki mefûl almıştir. Birinci mefûl, fiilin kendisi için bina edildiği şeydir. İkincisi ise (.......) tebğiz içindir. Yani, bir takım dost lar edinmeyiz, demektir. Çünkü ikinci mef'ûlde ziyade kılınmaz, birinci de kılınır. Sen (.......) demezsin. Fakat sen, onları ve babalarını, mallarla, çocuklarla, uzun ömürle ve azaptan salim kalmakla nimetlendirdin de onlar Allah'ın zikrim, ona îmanı, Kur'anı ve şerî'atları unuttular ve Allah katında helâki hak eden bir kavim oldular. (.......) , (.......) ve (.......) da olduğu gibi. Bundan sonra, gaipten muhatap sığasına geCinlerek kâfirlere şöyle denir; 19İşte (taptıklarınız!) Söyledikleriniz de sizi yalancr çıkardılar. Artık ne (azâbınızı) geri çevirebilir, ne de bir yardım temin edebilirsiniz. İçinizden kim zulmederse, ona, büyük bir azap tattıracağız. Bu şekilde bir hızlı delillendirme ve köşeye sıkıştırma güzel bir üslûptur. Özellikle muhatap sıgasıyla ve sözün hazfiyle olursa. Bunun bir benzeri, “Ey kitap ehli, belli bir aradan sonra size açıklayan elçimiz geldi” “Size müjdeleyici ve uyarıcı geldi” şâirin sözü de bunun bir benzeridir. Dediler ki: Horasan sefer yapmamız istenen en uzak yerdir. Şüphesiz geldik Horasanımıza. Onlar hakkında “Onlar ilâhlar” dır, şeklindeki sözlerinizi yalanladılar. Burada ki (.......) , “Hakkı yalanladılar” âyetindeki gibidir. Cer ve mecrûr, zamîrden bedeldir. Sanki “dediklerinizi yalanladılar” denilmiştir. (.......) İbni Kesir'e göre (.......) şeklindedir. Manası; onlar “Seni tenzih ederiz. Seni bırakıp da başka dostlar edinmek bize yaraşmaz” sözleriyle sizi yalanladılar. Öyle olunca (.......) , “kalemle yazdım” sözündeki gibidir, (.......) yani, sizin ilâhlarınız, ne sizden azâbı giderebilir, ne de size yardım edebilir. Hafs'a göre (.......) şeklindedir. Yani; Ey kâfirler, sizler ne azâbı kendinizden giderebilir, ne de kendinize yardım edebilirsiniz. Daha sonra, bütün mükelleflere genel olarak şu sözüyle hitap etti. İçinizden kim, zulmedip şirk koşarsa ona büyük bir azap tattıracağız. Zulüm, bir şeyi yerinin dışına koymaktır. Kim de, yaratılarıı yaratanının ortağı kılarsa şüphesiz zulmetmiştir. Bunu şu âyet-i kerime teyid etmektedir. “Şüphesiz ki şirk, büyük bir zulümdür.” “Büyük azap” cehennemde sonsuz kalmakla tefsîr edilmiştir. O da fâsıklara değil de müşriklere layıktır. Mu'tezile ve Hâricîler aksi görüştedir. 20Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de yemek yerler, çarşılarda dolaşırlardı, sizin bir kısmınızı, diğer kısmınıza imtihan (vesilesi) kıldık. (Bakalım) sabredecek misiniz? Rabbin herşeyi hakkıyla görmektedir. (.......) daki (.......) haberine (.......) dahil olduğu için (.......) şeklindedir. (.......) dan sonraki cümle hazfedilmiş mevsûfun sıfatıdır. Mana; senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki onlar yemesinler ve çarşılarda dolaşmasınlar. Cer mecrûrla yani (.......) lafzıyla yerinilerek (.......) lâfzı hazfedilmiştir. “Bizden yoktur ki, onun bilinen bir makamı olmasın” sözü bunun gibidir. Yani, “Bizden hiç kimse yoktur ki, onun bilinen bir makamı olmasın” demektir. Denildiki: “Bu peygambere ne oluyor ki yemek yiyor, çarşılarda geziyor” sözünü söyleyene karşı bir delildir. Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) içinde tesellidir, “sizi birbirinize imtihan vesilesi kıldık.” Bu ifade Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e, fakirlikle ve çarşılarda gezmekle ayıplamalarına karşı sabrı telkin etmektedir. Yani o, zenginleri fakirler için fitne kıldı. Bu sebepten o, dilediğini zenginleştirir, dilediğini fakirleştirir. Bakalım bu fitneye sabredip ecire hak kazanacak mısınız? Yoksa sabretmeyip da tasanızı artıracak mısınız? Anlatıldığına göre sâlihlerden biri geçim sıkıntısından usanmış. Sıkılarak dışarı çıkmış. Bu arada insanlar arasında hasiy olan (erkeklik yumurtaları çıkarılmış) birini görmüş ve kalbine bazı düşünceler arız olmuş. Bu esnada biri bu âyeti okumuş. Bunu duyunca “Elbette sabr edeceğiz ey Rabbimiz” demiş. Ya da mana; seni, onlar için fitne kıldım, demektir. Çünkü sen hazineler sâhibi zengin biri olsaydın, onların sana itaati dünya için olacaktı. Ya da dünya ile karışık olacaktı. Ama biz, seni, sadece bizim için itâat edilesin diye fakir olarak gönderdik. Rabbin herşeyi görendir. İmtihan ettiği husustaki doğruyu bilendir. Ya da o, kimin sabredeceğini, kimin de mızmızlarıacağını bilendir, demektir. 21Bize kavuşmayı ummayanlar, “Bize melekler indirilmeliy di, yahut Rahbimizi görmeliydik, değil mi?” dediler. Andolsun ki onlar, kendileri hakkında kibire kapılmışlar ve azgınlıkta pek ileri gitmişlerdir. Onlar, hayırla karşılaşacaklarını ummazlar. Çünkü onlar inkârcılardır. Öldükten sonraya dirilmeye inanmazlar. Yada onlar, azâbımızdan korkmazlar. Bu, ya umanın umduğu şey hususunda, korkan bir kişi gibi üzüntü içinde olmasından, ya da Tihame kabilesinin lûgatmda da olduğu üzere korku içerisinde olmasındandır. Bize peygamber olarak insanlar değil melekler gönderilmeli değil miydi? Ya da onun peygamberliğine ve peygamberlik davasına şâhit olmak üzere melekler gönderilmeli değil miydi? Ya da biz, Rabbimizi, açıkça görüp, o bize onun peygamberliğini ve ona tabi olmayı haber vermeli değil miydi? Hakikaten onlar içlerinde Hakka karşı kibir beslediler. O kibir, onların kalplerindeki küfür ve inattır. Zulümde haddi aştılar. Haddi aşmayı “büyük” lafzıyla sıfatlarıdırdı. Böylece ifratta mübalağa yapmış oldu. Yani onlar, bu büyük sözü söylemeye, kibirin son haddine ve haddi'aşmanın son noktasına vardıkları için cesaret edebilmişlerdir. (.......) deki (.......) hazfedilmiş bir yeminin cevâbıdır. 22Melekleri gördükleri gün, işte o gün günahkârlara hiçbir sevinç haberi yoktur. Ve “(size sevinmek) yasaktır, yasak” derler. Melekleri, ölüm günü ya da diriliş günü görürler, (.......) , (.......) nun delaletiyle mensûbtur. Yani, melekleri gördükleri gün, müjdeden menedilirler. (.......) (işte o gün) (.......)yi pekiştirmek için gelmiştir. Ya da (.......) (zikret) lafzıyla mensûbtur. Yani, melekleri görecekleri günü zikret. Sonra haber verdi ve şöyle dedi: “O gün, cennette müjde yoktur” (.......) , (.......) ile mensûb değildir. Çünkü muzâfun ileyh, muzafta amel etmez. (.......) ile de mensûb değildir. Çünkü o, mastardır. Mastar, kendisinden öncesinde amel etmez. (.......) ile olumsuz olan da, (.......) nın öncesinde amel etmez. “Günahkârlara” sözünü, zamîr yerine açık açık zikretti. Ya da bu sözle bütün günahkârlar kastedilmiştir. Bundan da maksat, kâfirlerdir. Çünkü mutlak olarak kullanılan isimler, isimlendinlenlerin en üst noktasındakileri ifade ederler. Melekler onlara: “Size müjde yasak kılınmıştır, yasak” derler. Yani Allah, bunu, onlara haram kılmıştır. Müjde ise mü’minler içindir. (.......) ise, in manasım pekiştirmek için gelmiştir. “Ölüm öldürücüdür” sözünde olduğu gibi. 23Onların yaptıkları herbir (iyi) işi dikkate alırız. Fakat onu saçılmış zerreler haline getiririz. (.......) sıfattır. (.......) sözünde mana itibanyla “öne geçiş” yok tur. Ancak onların halleri ve küfür hâlindeyken yaptıkları sıla-i rahîm, muhtaçlara yardım ve misafir ağırlamak gibi amelleri temsil getirilmiştir. Bu, sultana muhalefen eden, karşı gelen, eşyasına ve elinin altındakilere kasteden, onları parça parça edip mahveden ve onlardan hiçbir iz bırakmayan kişinin halidir. Mensur ise; parçalanmış demektir. Bu, onun, biraraya gelemeyecek ve kendisinden istifade edilemeyecek bir şekle getirilmesinden istiâredir. Bundan sonra, cennetliklerin cehennemlikler üzerine olan üstünlüğünü açıkladı, şöyle dedi; 24O gün cennetliklerin kalacakları yer çok iyi dinlenecekleri yer çok güzeldir. (.......) temyizdir. Müstekar: zamanlarının çoğunda, içinde bufi lundukları, oturdukları ve konuştukları yerdir. (.......) eşleriyle bir ara ya gelmek için sığındıkları yerdir. Cennette uyku yoktur. Ancak hurilerle biraraya gelme yeri benzetme yoluyla “Mekîl” olarak adlarıdırılmıştır. Rivâyet edildiğine göre, kişi bu günün yansında hesaptan kurtulur. Cennetlikler cennete, cehennemlikler de cehenneme giderler. (.......) lafzında onları yüceltmek vardır. 25Göp, bulutların parçaladığı, meleklerin bölük bölük indirdildiği gün. Göğün, bulutlarla parçalandığı günü zikret, (.......) nun aslı, (.......) dur. Kûfî ve Ebû Amr'a göre (.......) hazfedilmiştir. Diğerleri ise onu (.......) a idğam etmişlerdir. Göğün yanlması, bulutun doğması sebebiyle olduğundan, bulutu, göğü, bizzat parçalayan gibi kılmıştır. “Hörgücü bıçakla parçaladım, onunla parçalandı” sözünde olduğu gibi. (.......) Mekkî'ye göre (.......) şeklindedir. (.......) fiilinin lâfzından ayrı bir mastardır. Mana; gök, kendisinden çıkan beyaz bir bulutla açılır. Bulutun içinde inen melekler vardır. Ellerinde de kulların amellerini içeren sahifeler vardır. 26İşte o gün, gerçek hükümranlık, çok merhametli olan Allah'ındır. Kâfirler için ise, o pek çetin bir gündür. (.......) mübtedadır. (.......) onun zarfıdır. (.......) onun sıfatıdır. Sabit manasına gelmektedir. Çünkü o gün bütün hükümranlıklar yok olur. Sadece onun hükümranlığı kalır. (.......) , (.......) nun haberidir. O gün kâfirler için pek şiddetli bir gündür. “Ona sıkıntılı geldi” denir. O da ve (sıkıntı) dır. Bundan, o günün mü’minler için rahat geçeceği anlaşılmaktadır. Nitekim hadis-i şerifte: “Kıyamet günü mü’minlere kolay gelir. Hatta onlara dünyada kıldıkları farz bir namazdan daha hafif olur.” 27O gün zâlim ellerini ısırıp “Ne olaydı, keşke ben elçiyle beraber bir yol edineyim” der. Elleri ısırmak; öfkeden ve pişmanlıktan kinayedir. Çünkü o, onlardan sonra yapılan şeylerdendir. Sonradan gelenin zikredilmesi, ondan öncekine delalet etmektedir. Ve onunla sözün edebi kalitesi yükselir. Onu işiten kişi, onu işittiğinde nefsinde duyduğu hazzı, kendisinden kinaye olunan lafzın zikredilmesinde duymaz. (.......) daki, (.......) ahdi zihni içindir. Bununla Ukbe b. Ebi Muayt kastedilmiştir. Hakikat kendisine ayan olunca bunu yapmıştır. Ya da (.......) cins içindir. Ukbe ve diğer kâfirleri içermektedir. “Ne olaydı, keşke bende dünyada Muhammed (aleyhisselâm) la beraber kurtuluşa ve cennete giden yola girseydim “der. O yol imandır. 28Ne yazık bana! Keşke falarıcayı dost edinmeseydim. (.......) , (.......) şeklinde de okunmuştur. Asıl olan budur. Çünkü kişi kendi helâkini çağırır. Ona “gel, bu senin gelmen gereken anlardır” der. (.......) ve da olduğu gibi elife dönüştürülmüştür. (.......) kelimesi, kavmin ulularından kinayedir. Şayet zâlim kelimesiyle Ukbe kastedilmişse, mana, “Keşke ben Ubey b. Halefi dost edinmeseydim” olur. Ve onun isminden kinaye yapılmış olur. Rivâyete göre; Ukbe bir ziyafet verdi. Ziyafete, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’i de davet etti. O, onun yemeğinden kelime-i şehadet getirinceye kadar yemedi. O da getirdi. Dostu Ubey b. Halef ona: “Bu dinden dönmediğin müddetçe yüzüm yüzüne haramdır, (seninle konuşmam)” dedi. O da döndü. Eğer zâlim kelimesiyle cins kastedilmişse, o zaman o zalimler, her saptırıcıyı dost edinenlerdir. Onun dostunun muayyen bir ismi vardır. Ama (.......) kelimesini ondan kinaye kıldı. Denildiki: O, şeytandan kinayedir. 29O beni, bana gelen zikirden (Kur'ân'dan) saptırdı. Zaten şeytan, insanı yapayalnız ve yardımcısı bırakır. O beni, bana Allah'tan gelen zikirden saptırdı. Zikirden maksat; Allah'ın zikri, yada Kur'ân, ya da imandır. Zaten şeytan, kendisine tabi olanı insanı yapayalnız, hor ve hakir bir şekilde bırakır, şeytandan maksat; dostudur. Onu şeytan olarak adlarıdırdı. Çünkü o, onu şeytanın saptırdığı gibi saptırdı. Ya da şeytandan maksat iblistir. Çünkü onu, saptıranla dost olmaya ve peygambere muhalif olmaya sevkeden odur. (.......) kelimesi, “Birine yardım etmeyip, onu, hor ve hakir bir şekilde terketmek” dan mübalağadır. Bu, ya Allah'ın sözünün yada zalimin sözünün hikâyesidir. 30Peygamber dedi ki: “Ya Rab! Kavmim bu Kur'anı terk edilmiş bıraktılar.” Kavim, Kureyş kavmidir. Yani, onu terkettiler ve ona inanmadılar. (.......) , (.......) (kesmek, terketmek) den gelir. Bu, nin ikinci mefulüdür. Bunda, şikayet için tazim, kavmi içinde korkutma vardır. Çünkü peygamberler, kavimlerini, Allah'a şikayet ettiklerinde onların üzerine azap iner. Ve onlara mühlet tanınmaz. Bundan sonra ona teselli ederek yöneldi ve ona, karşı zaferi vadetti. Şöyle dedi: 31(Rasûlüm!) İşte biz, böylece her peygamber için günahkârlardan düşmanlar peyda ederiz. hidâyet verici ve yardımcı olarak Rabbin yeter. İşte bu şekilde senden önceki bütün peygamberler, kavimlerinin düşmanliğina maruz kalmışlardır. Onları mahvetme ve onlara karşı zafer kazanma yoluna seni hidâyet edici ve sana yardım edici olarak ben yeterim. Düşmanın bir kişi ya da birden çok olması mümkündür. (.......) deki (.......) zaittir. Yani, hidâyet edici olarak Rabbin yeter, demektir. (.......) temyizdir. 32İnkâr edenler: “Kur'ân ona topluca indirilmeli dep miydi?” dediler. Biz onu senin kalbime iyice yerleştirmek için böyle (indirdik) ve onu tane tane okuduk. İnkâr edenler Kureyş'liler ya da Yahûdîlerdir. (.......) , (.......) dan hâldir. Yani, Kur'ân, ona diğer üç kitabın indirildiği gibi bir defada indirilmesi değilmiydi? Ona ne oluyor ki parça parça indiriliyor. Bu fuzuli bir söz ve faydası bir çıkıştır. Çünkü âciz bırakma ve onunla delil getirme işi, bir defada ya da parça parça olarak inmesiyle farklılık arz etmez. Buradaki (.......) (bir kerede indirildi) manasınadır. Değilse, parça parça indirildi manasına olacağından bu itiraz boş bir itiraz olurdu, “bir kerede indirildi” manasına geldiğine “bir defa da” cümlesinin kullanılması delalet etmektedir. Onlar, en küçük sûrelerden birine nazire yazmak istediler de acizlikleri yüzüstüne çıktı, sonunda savaşa sığındılar. Canlarını, ve sevdikleri şeyleri sonuna kadar bu uğurda harcadılar. İşte bu şekilde yirmi sene ya da yirmi üç sene zarfında parça parça indirildi. (.......) deki “Kur'ân, ona bir defada indirilmeli değil miydi?” sözünün delalet ettiği şeye işarettir. Çünkü manası; Kur'ân'ı, senin üzerine parça parça indirmemiz, senin kalbine iyice yerleştirmemiz içindir. Taki onu koruyasm ve ezberleyesin. Çünkü telkin olunaıun kalbi, bilgiyi, ancak mesele mesele parça parça ezberleyebilir. Eğer ona bir defada indirilseydi, onu ezberlemekten âciz kalırdı. Ya da kalbini sıkıntıya karşı sağlamlaştırmak için böyle indirdik. Yani inişi ardarda yaptık ve Resul de onu takip etti. Ayrıca seven sevdiğinin kitaplarınm ulaşmasıyla tatmin olur. (.......) nin taallûk ettiği fiil üzerine atıftır. Sanki şöyle demiştir: Bu şekilde onu parçalara ayırdık ve tane tane okuduk. Yani onu âyet âyet şeklinde takdir ettik. Ya da onu, tane tane okumamızı bize emretti. Nitekim âyet-i kerime de: “Kur'anı tane tane oku” buyurulmaktadır. Yani onu, tane tane, dura dura oku, demektir. Ya da onu, bir güzel açıkladık, demektir. Tertîl; tane tane ve dura dura okumada aşikâr olmaktır. 33Onların sana karşı getirdikleri hiçbir temsil yoktur ki, tonun karşılığında) sana doğrusunu ve daha açığını getirmeyelim. Getirilen temsiller, onların bâtıl sorularıdır. Sanki onlar, bâtıl olma hususunda darb-ı mesel haline gelmişlerdir. Onların sordukları hiçbir bâtıl soru yoktur ki, sana, onun, kaçışı olmayan doğru cevabını ve mana olarak da en güzel açıklamasını vermeyelim. (.......) den sonra (.......) (onların temsillerinden, yani, sorularından) sözü hazfedilmiştir. Çünkü cümlede buna delil vardır. Senin, “Zeyd ve Amr'ı gördüm. Amr'ın yüzü daha güzeldi” sözünde, “Zeyd den” daha güzel olduğunu kastetmiş olduğundan, onun manasının yerine konulmuştur. “Bu sözün açıklaması şöyle şöyledir. Ya da manası şu şu şekildedir.” Denir. Ya da onlar, sana, “Kur'ân, sana bir defada indirilmeli değil miydi?” diyerek acaip bir hâl ve sıfatla gelmezler ki, biz, sana, hikmetimiz gereği, sana verilmesi layık olan hâli ve getirdiğin hususu en güzel şekilde açıklayacak ve onun parça parça indirilişinin doğruluğuna ve bu parçalardan birinin bile bir benzerinin getirilemeyeceği hususunda onlara karşı meydan okumaya delalet edecek en güzel şeyi vermeyelim. Hepsinin toptan indirilişi bir tarafa, ona âit herşey, inişinde, icazı (muhatapları âciz bırakma) gerçekleştirmektedir. 34Yüzü koyun cehenneme (sürülüp) toplarıacak olanlar var ya, işte onlar, yerleri en kötü, yolları en sapık olanlardır. (.......) mübtedadır. (.......) ikinci mübtedadır. , (.......) nin haberidir, (.......) , (.......) nin haberidir. Ya da takdir, (.......) (onlar o kimselerdir ki) yada (.......) (o kimseleri kasdediyorum ki) şeklindedir. (.......) başlarıgıç içindir. “Yerleri “sözünden maksat; makam ve derecesi ya da mesken ve evidir. Yolun sapıklıkla nitelenmesi, mecâzî isnaddandır. Mana, “sizi, bu soruları sormaya sevkedenlerin yollarını sapık görüyorsunuz, mekân ve makamlarını küçümsüyorsunuz.'Eğer insaflı bir gözle baksaydınız -ki yüzü koyun cehenneme sürükleneceklerden olduğunuz hâlde- kendi mekânlarınızın, onları mekânından daha kötü, N kendi yolunuzun onların yolundan daha sapık olduğunu bilirdiniz.” Nitekim âyet-i kerime de: “De ki: “size, Allah katında sevapça bundan daha kötüsünü haber vereyim mi? Allah'ın lânet ve gazap ettiği kişidir.” Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) den de şöyle rivâyet olunmuştur: “Kıyamet gününde insanlar üç sınıf hâlinde haşrolunurlar. Bir sınıf hayvanlar üzerinde, bir sınıf da yüzleri üzerinde.” Denildi ki: “Ya Resûlüllah, onlar yüzleri üzerinde nasıl yürürler?” şöyle buyurdu: “sizi ayaklarınız üzerinde yürüten, onları da yüzleri üzerinde yürütür.” 35Andolsun ki Mûsa'ya Kitab'ı verdik. Kardeşi Harun'u da ona yardımcı yaptık. Sana, Kur'ân'ı verdiğimiz gibi, Mûsa'ya da. Tevrât'ı verdik. (.......) , bedel ya da atıf beyandır. (.......) lügatte, sığınılacak yer, demektir. “bir şeyi yüklenmek, vezir olmak” kelimesinden gelmek tedir. Yardımcı olmak, peygamberliği ortadan kaldırmaz. Aynı anda birçok peygamber gönderiliyor ve onlar, birbirlerine yardımcı olmakla emrolunuyorlardı. 36“Âyetlerimizi yalan sayan kavme gidin” dedik. Sonunda (yola gelmedikleri için) onları yerle bir ediverdik. Fir'avun ve kavmine gidin. Takdiri şöyledir: İkisi onlara gittiler. Onları uyardılar. Fakat onlar o ikisini yalanladılar. İşte bu sebepten onları, acaip bir şekilde yerle bir ediverdik. Kıssayı kısaltmayı diledi. Bu sebepten başırıı ve sonunu zikretti. Çünkü kıssada anlatılmak istenen yerler buralardır. Yani, peygamberlerin gönderilmesiyle delilin getirilmiş olması ve onların yalanlamaları sebebiyle de yok edilmeyi hak etmiş olmaları kastedilmiştir. 37Nûh kavmine gelince, peygamberleri yalanladıkları vakit, onları da boğduk ve onları insanlara bir ibret yaptık. Zalimlere acı bir azap hazırladık. Nûh kavmini de, Nûh'u, İdrîs'i ve Şit'i yalanladıklarında helâk etti. Ya da onların onlardan birini yalanlaması hepsini yalanlamaları manasına geldiğinden bu şekilde ifade edilmiştir. Onları tufanla boğduk. Onların boğulmasını ya da hikâyesini, ders alsınlar diye insanlara ibret kıldık. Buradaki zalimlerden maksat, Nûh kavmidir. Bunun aslı, onlar için azap hazırladık, şeklindedir. Ancak Allah, onlara zalimliği nispet etmeyi diledi ve bunu açıkça ifade etti. Ya da bu ifade şirk koşma zulmünü işleyen herkese şamildir. Genel manada olması sebebiyle de hepsini kapsar. Acı azap, ateştir. 38Âdı, Semûdu, Ress halkını ve bunlar arasında daha birçok nesilleri de (helâk ettik.) (.......) Hamza ve Hafs'a göre kabile manasındadır. (.......) şeklindedir. Diğerlerine göre ise, mahal manasına olduğu ya da büyük babalarınm ismi olduğu için (.......) şeklindedir. Ashâb-ı Ress; Şuayb’ın kavmidir. Putlara tapıyorlardı. Şuayb'ı yalanladılar. Onlar, örülmemiş bir kuyunun etrafında iken, kuyu onlarla birlikte çöktü. Onlar da yurtları da çöktü. Denildi ki: Ress; peygamberlerini öldüren ve bu sebepten helâk edilen bir köydür. Ya da onlar, Ashâb-ı Uhduddur. Uhdud; hendek, çukur, demektir. Bu zikredilenler arasında Allah'tan başka kimsenin bilmediği nice ümmetleri helâk ettik. Onlara peygamberler gönderildi de onları yalanladılar. Bu sebepten de helâk edildiler. 39Onların herbirine misaller getirdik, (ama öğüt almadıkları için) hepsini kırdık geçirdik. Öncekilerin hikâyelerinden şaşkınlık veren nicelerini onlara açıkladık. Birinci (.......) , (.......) sözünün delaletiyle mensuptur. Onlara misaller getirdik yani, onları uyardık ya da sakındırdık, demektir. İkinci (.......) ise (.......) ile mensuptur. Çünkü o, ona müsaittir. 40(Şu Mekkeli müşrikler) belâ yağmuruna tutulmuş olan o beldeye uğramışlardır. Onun durumunu görmüyorlar mıydı (ki ibret alsınlar) hayır. Onlar tekrar dirilip kalkmayı ummamaktadırlar. Belde Sedomdur. Lût kavminin en büyük şehirlerindendir. Beşte dördünü Allah, ahalisiyle birlikte helâk etti. Allah, onlara taş yağdırdı. Yani, Kureyş ticaret için Şam'a giderken gökten taş yağmuruna tutularak helâk edilen bu beldeye birçok defa uğramıştır, demektir. (.......) ikinci mefuldur. Aslı, beldeye yağmur yağdırıldı, şeklindedir. Yada zâid harfleri hazfedilmiş mastardır. Yani “Belânın yağması” şeklindedir. Şam'a giderken gözleriyle bunu görmediler mi ki, düşünsünler de îman etsinler. Bilâkis onlar, dirilişi inkâr eden bir kavmidir. Dirilişten korkmuyorlar. Dolayısıyla da îman etmiyorlar. Ya da onlar, dirilişi, mü’minlerin, amellerinin sevabına ulaşma arzularından dolayı umduğu gibi ummuyorlar. 41Seni gördükleri zaman “Bunu Allah'ın peygamber olarak gönderdiği” diye seni alaya alıyorlar. (.......) olumsuz kıları (.......) dir. “onunla alay etti” manasmadır. Aslı, onu alay yeri edindi. Yada onu, alaya alınan biri edindi, şeklindedir, “Bu mu Allah'ın peygamber olarak gönderdiği” sözü, kapalı sözden sonra hikâye olunandır. Bu söz, küçük görme ve alaya almadır. Yani, onlar “Bu mu Allahın peygamber olarak gönderdiği?” diyerek seni alaya alırlar. Hazfedilen (.......) (diyerek) sözü, hâldir. (.......) ye dönen zamîr de hazfedilmiştir. O da şeklinde idi. 42“Şayet tanrılarınııza inanmakta sebat göstermeseydik, neredeyse bizi tanrılarınıızdan saptıracaktı” diyorlar. Azâbı gördükeri zaman, kimin yolunun sapık olduğunu bilecekler. (.......) , (.......) den hafifletilmiştir. (.......) farikâdir. O lam, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in davetindeki gayretinin ve onlara gösterdiği mu'cizelerin çokluğuna delildir. Öyle ki, kendi düşüncelerine göre, aşırı inatları ve tannlarınm ibâdetine sımsık yapışmaları olmasaydı, neredeyse dinlerim terkedip İslam'a gireceklerdi. “Azâbı gördükleri zaman kimin yolunun sapık olduğunu bilecekler” Bu bir tehdittir. Mühlet müddeti uzasa da onların buna maruz kalacaklarına delalet etmektedir. Bu, onların “şayet tanrılarınıızdan saptıracaktı” sözüne cevap gibidir. Çünkü bu söz Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’i sapıklığa nisbet etmektedir. Ancak o, kendisi sapanlar müstesna kimseyi saptırmaz. 43Kötü duygularını kendisine tanrı edinen kimseyi gördün mü? Şimdi ona sen mi vekil olacaksın? Yaptığı ve yapmadığı hususlarda hevasma tabi olanı gördün mü? O, nevasının kuludur. Ve onu tanrı edinmiştir. Allah'u Teâlâ Resûlüne şöyle buyuruyor: “Hevasından başka tanrı tanımayan bu kişiyi hidâyete çağırmaya nasıl güç getireceksin?” Rivâyete göre, câhiliyye halkından biri taşa tapıyordu. Daha güzel bir taş bulursa öncekini terkediyor, ikinciye tapıyordu. Hasen'dan yapılan rivâyete göre bu, hevasma tabi olan herkes hakkındadır. Şimdi “Ona, sen mi, hevasına tabi olmaktan ve heveslerine kul olmaktan onu koruyan muhafız olacaksın? Sen mi, ona vekil olacaksın da onu hevasından uzaklaştırıp hidâyete sevkedeceksin?” burada Allah, Resulullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem), ona sadece tebliğ yapmasını bildirmiştir. 44Yoksa sen onların çoğunun gerçekten söz dinleyeceğini yahut akıllarıacağını mı sanıyorsun? Gerçekte onlar, hayvanlar gibidir. Hatta onlar yolca daha sapıktırlar. (.......) munkatıadır. “Yoksa sanıyor musun?” anlamındadır. Sanki buradaki aşağılama yukandakinden daha şiddetlidir. Öyle ki onu bırakmış buna geçmiş. Bu da onların işitme ve düşünme yetilerinin alınmış olmasıdır. Çünkü onlar, hakka, kulak vermezler, onu düşünmezler. Gaflet ve şaşkınlık hususunda mesel haline gelmiş hayvanlara benzerler. Düşünmeyi terkettikleri için şeytan, onların dizginle rini aşağılayarak ele geçirmiştir. Sonra onlar, o hayvanlardan daha şaşkındırlar. Çünkü onlar, Rablerini teşbih ederler. Ona secde ederler. Onlara yiyecek verene tabi olurlar. Kendilerine iyilik ya da kötülük yapanı tanırlar. Fayda vereni isterler, zarar verenden kaçınırlar. Otlaklara ve su bulunan yerlere giderler. Ama ya diğerleri. Onlar Rablerine boyun eğmezler. Düşmanları şeytanın kötülüklerine karşı onun iyilikle rini tanımazlar. Faydaların en büyüğü olan sevabı istemezler. Zarârların en kötüsü olan azaptan korunmazlar. Hazmı kolay tatlı kaynağa yani hakka gitmezler. Denildi ki: “Melekler, ruh ve akıldan; hayvanlar, nefis ve hevadan ibârettir. İnsanlar ise imtihan sebebiyle bütün bu hasletlerin toplandığı yerdir. Dolayısıyla, insanda, nefis ve heva galip gelirse hayvanlar ondan üstün olur. Ruh ve akıl galip gelirse, o melaike-i kiramdan üstün olur.” Âyette “Onların çoğu” denildi. Çünkü onlar arasında İslam'dan uzaklaştırmayanlar dâ var. Kimi başkanlık sevgisinden -ki o, ona müzmin bir hastalık olarak yeter- dolayı onlar arasındadır. Kimi de îman ettiği hâlde onlarla yaşamaktadır. 45Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmedin mi? Eğer dileseydi onu elbette hareketsiz kılardı. Sonra biz güneşi ona delil kıldık. Rabbinin yaptıklarına ve kudretine bakmadın mı? Gölgeyi nasıl yaydığını ve onun yeri nasıl kapladığını görmedin mi? Cumhûr’a göre bu, fecir vaktinden, güneş doğuşu anma kadar olan zaman dilimidir. Çünkü o, uzatılmış, yayılmış bir gölgedir. Orada ne güneş ne de karanlık vardır. Bu, cennetin gölgesi hakkında “uzatılmış gölge” buyurulduğu gibidir. Zira orada ne güneş, ne de karanlık vardır. Eğer Allah dileseydi onu, her daim hareketsiz bırakırdı. Güneş de onu gideremezdi. Sonra biz güneşi o gölgeye delil kıldık. Çünkü, gölge güneşle bilinir. Güneş olmasaydı, gölge bilinmezdi. Nitekim eşya, zıddıyla bilinir. 46Sonra (güneş yükseldikçe) onu yavaş yavaş çekip aldık. Sonra bu uzatılmış gölgeyi, kolayca dilediğimiz yere çektik. (.......) kelimesi, zor olmayan kolay bir şekilde demektir. Ya da az az, yani, üzerine düşen güneş vasıtasıyla onu, parça parça çektik, demektir. (.......) kelimesini, işlerin kendi aralarındaki üstünlüğünden dolayı getirdi. Sanki ikinci birinciden, üçüncü de ikinciden daha'büyüktür. İkisi arasındaki üstünlük farkını, hadiselerin kendi aralarındaki zaman farkına benzetti. 47Sizin için geceyi örtü, uykuyu istirahat kıları, gündüzü yayılıp çalışma (zamanı) yapan odur. Karanlığı, elbise gibi örtücü kıldı. Uykuyu, bedenleriniz için rahatlık ve işleriniz için paydos kıldı. (.......) kesmek, demektir. Uyuyan ise kesilmiş demektir. Çünkü onun, işlemesi ve hareket etmesi kesilmiştir. Denildi ki: (.......) ölümdür, (.......) ise ölüdür. Çünkü o, hayatı kesilmiş demektir. Bu; Allah'u Teala'nm “O, sizi gecede öldürür” âyetinde olduğu gibidir. Bunu, mukabilinde (.......) kelimesinin zikredilmesi kuvvetlendirmektedir, (.......) mahlûkat, geçimi için uyanır, kalkar. Bu âyet, Allah'u Teâlâ'nm kudretine delalet ettiği gibi, onun mahlûkatına bahşettiği nimetleri de açığa çıkarmaktadır. Çünkü gecenin örtüsüyle örtünme de bir takım dinî ve dünyevî faydalar vardır. Ölüme ve hayata benzeyen uyku ve uyanıklıkta ibret alacaklar için dersler vardır. Lokman, oğluna şöyle dedi: “Uyuduğun gibi uyanırsın” öldüğün gibi dirilirsin sözü de bu şekildedir. 48- 49Rüzgârları rahmetinin önünde müjdeci olarak gönderen odur. Biz, ölü toprağa can vermek, yarattığımız nice hayvanlara ve insanlara su sağlamak için gökten tertemiz su indirdik. Mekkî'ye göre (.......) , (.......) şeklindedir. Bununla kastedilen cinstir. (.......) , (.......) kelimesinin hafifletilmiş şeklidir, “yağmuru müjdeleyen rüzgâr” ın çoğuludur. Rahmetten maksat, yağmurdur. Çünkü rahmet, önce rüzgâr, sonra bulut, sonra da yağmurdur. Bu, güzel bir istiâredir. Gökten son derece temiz yağmuru indirdik. (.......) senin, “temiz su” sözünde olduğu gibi sıfattır. Kendisiyle abdest alındığı için “abdest suyu” kendisiyle ateş yakıldığı için “yakacak” denildiği gibi, kendisiyle temizlenilen şeye de (.......) (temizleyici) denir. Dolayısıyla “Tahûr” isimdir. Aynı zamanda senin, (.......) (Güzel bir şekilde temizlendim) sözünde olduğu gibi “temizlemek-temizlenmek” manasına gelen bir mastardır. Peygamber (s.av.) in şu sözü de ondandır. “Temizlenme olmadan namaz olmaz” yani, namaz ancak temizlenmeyle olur. Saleb'ten şöyle rivâyet olunmuştur: “Zatında temiz olan şey, başkası için temizleyicidir. “Bu, Allah rahmet eylesin Şafiî'nin mezhebidir. Eğer bu, temizliğin artışının beyanı ise güzeldir. Ve bunu Allah'u Teâlâ'nın “Üzerinize, gökten, sizi kendisiyle temizlemek için su indirir” âyeti desteklemektedir. Değilse, (.......) vezni müteaddi değildir. Bunun (.......) (çok çok kesen) ve (.......) nun binası mübalağa içindir. (.......) fiil, müteaddi olursa müteaddi, lazım olursa lazım olur. (.......) kelimesini (.......) (şehir) ya da (.......) (yer) manasına aldığından (.......) kelimesini müzekker olarak zikretmiştir. (.......) den hâldir. Yani yarattıklarınıızdan oldukları hâlde hayvanlara ve insanlara su sağlamak için, demektir. (.......) ve (.......) iki ayrı lügattir. Mufaddal ve el-Bercemî (.......) şeklinde okumuşlardır. (.......) kıyasa göre, (.......) un çoğuludur, (.......) ve (.......) de olduğu gibi. Ya da (.......) un çoğuludur. Aslı (.......) dur. (.......) ve (.......) da olduğu gibi. (.......) , (.......) ye dönüştürüldü, sonra da önceki harfe idğam edildi. Yeryüzünün diriltilmesi, hayvanların ve insanların suvanlmasından önce zikredildi. Çünkü yeryüzünün canlıliği, onların yaşama sebebidir. Su içen hayvanlardan davar cinsinin özellikle zikredilmesi, insanların istifadesine olan şeylerin genelinin onlarla ilişkisinin olmasındandır. Sanki hayvanların suvanlması, onların suvanlması gibidir. (.......) ve (.......) kelimelerinin nekra kılınması ve insanların çoklukla nitelendirilmesi, insanların birçoğunun vadi ve nehirlere yakın yerlere yerleşmelerindendir. Oralarda yaşayanlar, yağmur suyuna ve onun birikintilerine muhtaç değildirler. Çünkü onlar çokturlar ve Allah'ın, rahmetinden indirdikleriyle yaşarlar. (.......) kelimesinin nekra kılınması, bu beldelerin su kaynakların dan uzak bölgelerde olduğunu ifade içindir. İnsanlar için suyun indirilmesi ve onun temiz ve temizleyici olarak vasfedilmesi, onlara ikramdır ve onların zahiren ve batınen temizlenmeleri gerektiğine dair beyandır. Çünkü temizlik, diriltmenin şartıdır. 50Andolsun bunu, insanların öğüt almaları için, aralarında çeşit çeşit şekillerde anlattık, ama insanların çoğu nankörlükte direnmektedir. (.......) Hamza ve Ali'ye göre (.......) şeklindedir. Bu sözü, insanlar arasına çevirip çevirip anlattık. Kur'ân'da ve peygamberlere indirilen diğer kitaplarda bunu, çeşitli şekillerde anlattık. Bu söz, düşünsünler, ibret alsınlar ve nimetin hakkını tanısınlar da şükretsinler diye. Bulutların yaratılması ve yağmur damlalarının indirilmesinin zikridir. Onların çoğu ancak nankörlükte direnirler, nimeti inkâr ederler ve nimete aldırış etmezler. Ya da yağmuru, çeşitli beldelere, farklı vakitlerde, sağanak, çisinti ve çiğ gibi farklı şekillerde indiririz. Onlar ancak nankörlük ettiler. Ve “Biz faları yıldızın sayesinde yağmura kavuştuk” derler. Allah'ın yarattığını ve onun rahmetini zikretmezler. İbni Abbâs (radıyallahü anh) dan rivâyet edildiğine göre, o “Hiçbir yılın yağmuru diğer yıllardan az değildir. Ancak Allah, onu, dilediği yere yağdırır” dedi ve bu âyeti okudu. Rivâyet olduğunduğuna göre melekler, her yıl inen yağmur damlalarının sayısını ve miktarını bilirler. Çünkü o, değişir. Yağdığı beldeler de değişir. Burada (.......) , ve (.......) kelimelerinin nekra olması hususunda bir cevap çıkmaktadır. Yağmurların, yıldızlara nisbet edilmesi ve yağmurların ve yıldızların Allah'u Teâlâ'nin mahlûkatından olduklarını inkâr küfürdür. Eğer Allah'u Teâlâ'nm onları yaratttığım ve yıldızları onlara delalet eden işaretler kıldığını kabul ederse küfre girmez. 51Şayet dikseydik elbette her kasabaya bir uyarıcı gönderirdik. Şayet dileseydik, bütün beldelerin uyancıliği yükünü senden kaldmrdık. Ve her beldeye, kendilerini uyaran bir peygamber gönderirdik. Lakin biz, seni, bütün âlemlere elçi olarak göndermekle, sende, bütün peygamberlerin üstünlüklerini toplamayı diledik. Bu sebepten işi sana hasrettik. Tek başına, onların hepsi gibi olman için seni, onunla yücelttik. Bu sebepten, çoğul sığayla “Ey peygamberler” şeklinde muhatap alındı. O da bunu teşekkür, sabır ve sebatla mukabele etti. 52O hâlde kâfirlere boyun eğme. Ve bununla (Kur'ân'la) onlara karşı olanca gücünle cihad et. Seni, uyuşmalarından ve ikiyüzlülüklerinden dolayı kendisine davet ettikleri hususlarda kâfirlere uyma. Seni büyün peygamberlere tercih ettiğim gibi, sen de, benim nzamı bütün heveslere tercih et. Bununla, onu ve mü’minleri heveslendirmeyi ve harekete geçirmeyi murad ediyorum. Onlara karşı Allah ile, yani Allah'ın yardımı ve tevfiki ile cihad et. Ya da Kur'ân ile cihad et. Yani, onunla onlara karşı cihad et. Ve onlara âciz bırakarak durdur. Cihad esnasında bir takım zorluklar çekildiğinden, Allah katında mevkii yüksek manasına (.......) denmiştir. (.......) deki zamîrin, bütün beldelerin uyancısı olmasından dolayı, “şayet dileseydik elbette her beldeye bir uyarıcı gönderirdik” âyetinin delalet ettiği şeye gitmesi câizdir. Çünkü her beldeye bir uyarıcı gönderilseydi, her uyancıya beldesiyle mücadele vacip olacaktı. İşte Allah'ın Resûlünde bu mücadeler birleşmiş oldu ve onun cihadı bu sebepten büyüdü, yüceldi. İşte bu sebepten ona: “Onlarla bütün beldelerin uyarıcısı olman sebebiyle, bütün mücadeleleri ihtiva eden büyük bir cihad yap “demiştir. 53Birinin suyu tatlı ve susuzluğu giderici, diğerinin ki tuzlu ve acı iki denizi salıveren ve aralarına bir engel, aşılmaz bir perde koyan odur. O, yanyana bitişik olan iki denizi birbirine salmıştır. Otlaması için hayvanı saldığında (.......) dersin. Çok ve geniş olan iki su, iki deniz olarak adlarıdırılmıştır, (.......) , (.......) un sıfatıdır. Yani, neredeyse helva gibi, çok tatlı, demektir. , (.......) un sıfatıdır. Çok tuzlu, demektir. İkisinin arasına, ikisinin arasını ayıran ve karışmayı önleyen bir perde koymuştur. Görünüşte ikisi karışmıştır. Hakikatte ise ayrıdırlar, “gizli örtü” sözünde olduğu gibi (.......) da, gözlerin göremediği bir perdedir. 54O (hakir) sudan bir insan yaratıp onu hesap ve sihriyet akrabalıklarına dönüştüren O'dur. Rabbinin herşeye gücü yeter. İnsanı iki kısma ayırdı. Nesep sâhibi, yani çocukların “faları oğlu faları veya faları kızı faları” şeklinde kendisine nispet edileceği erkek, ile sıhriyet sâhibi, yani kendisiyle hısımlık kuruları kadındır. Nitekim Âyet-i Kerîme'de “Ondan erkek ve kadın olarak iki eş kıldı” buyurulmuştur. Rabbinin herşeye gücü yeter. Tek bir nutfeden (spremden) erkek ve kadın şeklinde iki çeşit insan yaratır. Denildiki: “Nesep, akrabalık” demektir. Çünkü, birleşme neseple ve sıhriyetle meydana geliyor. Nesil vermek de o ikisiyle oluyor. 55Allah'ı bırakıp kendilerine ne fayda ne de zarar veremeyen şeylere kulluk ediyorlar. İnkarcı olan kimse Rabbine karşı uğraşıp durmaktadır. Allah'tan başka, kendilerine ibâdet ettiklerinde, yarar etmediklerinde de zarar vermeyecek şeylere tapıyorlar. Kâfir, Rabbine karşı isyana yardımcıdır. (.......) manasına olan (.......) veznindendir. (.......) ve (.......) ve (.......) gibidir. Muzaharet, karşılıklı yardımlaşmadır. Mana; kâfir, putlara ibâdet etmekle şeytana tabi oluyor ve Rahmâna karşı isyan hususunda ona yardım ediyor, demektir. 56Biz seni ancak müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Biz, seni mü’minler için müjdeci, kâfirler için de uyancı olarak gönderdik. 57De ki: “Buna karşı sizden, Rabbine doğru bir yol tutmayı dileyen kimseler (olmanız) dışında herhangi bir ücret istemiyorum.” Bu tebliğ için sizden bir ücret istemiyorum. Ancak Rabbine doğru bir yol tutmayı dileyen kimsenin işini işlemenizi istiyorum. Onun (.......) kelimesinden istisnası, mal tahsilinde senin için çalışmış şefkat sâhibinin, “senden, çalıştığıma karşılık, bu malı koruman ve onu kayb etmemenden başka hiçbir ücret istemiyorum” sözü gibidir. Malı, kendin için muhafaza etmen, ücretin cinsinden değildir. Fakat onu ücret şeklinde tasvir etti. Sanki o, “eğer malını korursan, senin bu koruman, sevaba girenin rızası gibi, benim ücretim ve rızam olmuş olur.” Allaha yemin olsun ki Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem)’in, ümmetine karşı durumu bu şekildedir. Allaha yol tutmanın manası; ona, îman ve taatla, ya da sadaka ve nafakayla yaklaşmaktır. Denildiki: “Lakin, infakla Rabbinin rızasına yol bulmak isteyenler bunu yapsın,” demektir. Yine takdirinin şöyle olduğu söylendi: “Sizden, sizi davet ettiğim şey için, davet olunanın, Rabbine taatiyle yol bulması dışında, bir ücret istemiyorum. Benim ücretim budur. Çünkü Allah, beni buna göre mükafatlarıdıracak. “ 58Sen ölümsüz ve daima diri olan Allah'a güvenip dayan. Onu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarından haberdar olarak O yeter. Ölmeyen zâtı vekil edin ki, seni, zelil olarak ölen birinin insafına terketmesin. Yani kötülerin kötülüklerini defetmede ona güven, işini ona dayandır. Ölümlü dinlere güvenme. Sâlihlerden biri bu âyeti okudu da şöyle dedi: “Bu ayetten sonra, akıl sâhibi hiç kimsenin mahlûkata güvenmesi doğru olmaz. “ Tevekkül; her işte ona itimad etmektir. Kendisine tevekül edeni, başkasının insafına terketmeyen zâtı, hamdi gerektiren tevfiki sebebiyle tesbih et. Ya da “Allah'ı hamdiyle noksan sıfatlardan tenzih ederim” de. Ya da onu övürerek bütün kusurlardan tenzih eyle, demektir. Kullarının günahlarını onun bilmesi yeter, yani O, onların hallerini bilir. Amellerini cezâlarıdırmada onlara yeter, demektir. 59Gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yaratan sonra arşa yerleşen (ona hükmeden) Rahmândır. Bunu bir bilene sor. Altı gün ile, bu zaman dilimi kadar bir müddet kastedilmiştir. Çünkü o vakit gece ve gündüz yoktu. Mücahid'den rivâyet edildiğine göre, “O günlerin ilki Pazar, sonuncusu da Cuma günüdür.” Onları, mahlûkatına merhameti ve sabn öğretmek için bir anda yaratmaya kâdir olduğu hâlde altı günde yarattı. O Rahmândır, Rahmân hazfedilmişbir mübtedanın haberidir. Ya da (.......) fiilindeki zamîrden bedeldir. Ya da (.......) mubteda (.......) onun haberidir, (.......) Mekkî ve Ali'ye göre (.......) şeklindedir. (.......) , “Vaki olacak azâbı sorucu sor du” âyetinde (.......) ile, (.......) âyetinde de (.......) ile (.......) olduğu gibi. (.......) in sılasıdır. “Onu sordu” sözü, ona önem verdi, onunla meşgul oldu, sözleri gibidir ise, onu aradı, onu araştırdı, sözleri gibidir. Ya da (.......) ; (.......) in sılası, (.......) de in mef'ûludur. Yani, onu, bilen birine sor ki, sana onun rahmetini haber versin. Ya da onu ve rahmetim bilen adama sor. Ya da Rahmân, Allah'u Teâlâ'nm isimlerinden biridir. Önceki kitaplarda zikredilmiştir. O bilmeyenlere, inkâr edenler onu tanısın diye “Bu ismi, sana ehl-i kitaptan bildirecek olanlara sor” denildi. Nitekim onlar “Biz Rahmânı tanımıyoruz. Sadece Yemâme'de, kendisine Rahmânu'l-Yemâme denilen kişiyi tanıyoruz” diyorlardı. O kişiyle Müseyleme'yi kastediyorlardı. 60Onlara “Rahmâna secde edin” dendiği zaman “Rahmân da neymiş?” senin bize emrettiğine secde edermiyiz hiç” derler ve bu emir onların nefretini artırır. Muhammed (aleyhisselâm) müşriklere “Rahmâna secde edin” yani, “Allah için namaz kılın, ona boyun eğin” dediğinde “Rahmân da neymiş? Onu tanımıyoruz ki secde edelim” derler. Bu, onunla (Rahmânla) isim lendinlen hakkında soruları bir sorudur. Çünkü onlar, onu, bu isimle tanımıyorlardı. Çünkü onlar, Rahîm, Rahîm ve Râhûm kelimelerini kullanıyorlar, ama Rahmân kelimesini kullarınııyorlardı. “Senin, bize, kendisine secde etmekle emrettiğin kişiye secde mi edeceğiz?” Ya da “Ey Resûlüm Muhammed! Tanımadığımız birine secde ile emrettiğin için mi secde edeceğiz?” (.......) Ali ve Hamza'ya göre (.......) şeklindedir. Sanki onların bir kısmı diğerlerine, “Muhammedin, bize emrettiği kişiye mi secde edeceğiz?” Ya da bize daha ne olduğunu bilmediğimiz ve Rahmân diye adlarıdırıları birine emrediyor, demektir. Hakikaten inad ettiler. Çünkü onun, lügat uzmanları katındaki manası, “Rahmet hususunda son noktaya varmış rahmet sâhibi” demektir. Çünkü (.......) vezni, mübalağa sığalarındandır. Biri son derece susadığında (.......) (son derece susamış adam) dersin. Onun, onlara “Rahmâna secde edin” demesi, onların nefretini ve îmandan uzaklaşmasını artınr. 61Gökte burçları var eden, onların içinde bir çerağ (güneş) ve nurlu bir ay barındıran Allah, yüceler yücesidir. Burûc, gezegenlerin yörüngeleridir. Her gezegen için durumunu içlerinde düzelttiği iki burcu vardır. Güneş ve ay için ise birer burç vardır. Koç ve Akrep, Merinin iki burcudur. Boğa ve Terazi, Zührenin iki burcudur. İkizler ve Başak, Utaritin iki burcudur. Yengeç, ayın burcu, Asları da, Güneşin burcudur. Yay ve Balık, Müşteri'nin iki burcudur. Oğlak ve Kova, Zühal'in iki burcudur. Bu burçlar, dört unsura bölünmüşlerdir. Ve herbiri üç burca isabet eder. Koş, Asları ve Yay burçları ateşe âit üçlüdür. Boğa, Başak ve Oğlak burçları toprağa âit üçlüdür. İkizler, Terazi ve Kova burçları havaya âit üçlüdür. Yengeç, Akrep ve Balık burçları suya âit üçlüdür. Menziller, burçlar şeklinde adlarıdmlmıştır ki onlar yüksek saraylardır. Çünkü onlar, bu gezegenler için oturanların evleri gibidir. (.......) kelimesinin (.......) (görünme) ten türetilmesi, ortaya çık tığı ve göründüğü içindir. Hasen, Katâde ve Mücahid: “Burçlar, görünen büyük yıldızlardır” dediler. O, gökte, parlaması için güneşi ve geceyi aydınlatan ayı var etti. Hamza ve Ali'ye göre (.......) , (.......) şeklindedir, “yıldızlar” manasına gelmektedir. 62İbret almak ve şükretmek isteyen kimseler için gece ile gündüzü ardarda getiren de odur. (.......) , (.......) fiilindendir (.......) veznindendir. (.......) den gelen (.......) da bunun gibidir. Bu, gece ve gündüzden herbirini, birbiri ardınca getirdiği bir durumdur. Mana, o ikisini, birbirini izleyen ve biri gittiğinde diğerini, onun yerini alan kıldı. Yada virdden kaçırdığını kaza hususunda ona bir diğerini verir. O ikisinin boyun eğdirilmesi ve peşpeşe gelmeleri hususunda düşünüpde onları idare edeni tanımayı isteyen kimseler için, yine o ikisi hususunda kendisine bahşedilen Rabbisinin nimetlerine şükretmek isteyen kimseler için gece ile gündüzü ardarda getirdi. Hamza ve Halefe göre (.......) , (.......) şeklindedir. Yani, Allahı zikretmeyi, yada unutularıı hatırlayıp da kaza etmeyi dileyen kimseler için, demektir. 63Rahmânın kulları, öyle kimselerdir ki, yerüyüznde mütevazi olarak yürürler. Câhiller kendilerine lâf attığında “selâm” derler. (.......) Mübtedadır, haberi (.......) dir. Ya da (.......) haber, (.......) ve ondan sonrası da sıfattır. Kulların, Rahmâna izafe edilmesi, tahsis ve üstün kılma içindir. Düşmanlarını tavsiften sonra dostlarını tavsif etti. (.......) hâldir. Ya da (.......) nin sıfatıdır. Yani, mütevazi oldukları hâlde ya da mütevazi bir yürüyüşle, demektir. (.......) merhamet ve yumuşaklık demektir. Yani, havalı, gururlu ve kibirli bir şekilde değil vakar, teenni ve tevazu ile yürürler. Ayaklarını yere vurmazlar. Gururlu ve kibirli bir şekilde ayakkabılarıyla “ses çıkarmazlar. Bundan ve “çarşılarda yürürler” âyetinden dolayı alimlerin bir kısmı çarşılarda hayvana binmeyi mekruh görmüşlerdir. Aşağılık kimseler, onlara, çirkin gördükleri sözlerle hitap ederlerse, onlar, sözü kesmek için “selâm” derler. Ve o hususta ezadan ve iftiradan kurtulurlar. Ya da sizden aldığımız bu sözünüzden dolayı sizi terkediyoruz ve size karşı bir câhillikte bulunmuyoruz, demektir, “selâm” kelimesi, selâm alma yerine kullanılmıştır. Denildiki “Bunu, sevap âyeti neshetmiştir” Halbuki buna ihtiyaç yoktur. Aşağılık kimseleri görmezlikten gelmek şer'an ve insanlık açısından iyi görülmüştür. Bu, onların gündüz vakti ile ilgili vasfıdır. Daha sonra şu sözüyle onların gecelerini vasfetti. 64Onlar ki, gecelerini Rablerine secde ederek ve kıyam durarak geçirirler. (.......) , “secde eden” in çoğuludur, (.......) , “kıyama duran “ın çoğuludur. (.......) rahatliğin zıddıdır. O, gecenin, sana, uyurken yada uyanık olduğun hâlde ulaşmasıdır. Denildiki: “Kim, namazda, az da olsa Kur'ân'dan bir şey okursa, o Allah'a secde eden ve kıyam duran olarak gecelemiştir.” Yine denildiki: “O ikisi, akşam ve yatsıdan sonra kılınan iki rek'at namazdır.” Âyetin zahirine göre onlar, gecenin tamamını ya da çoğunu ihya etmekle nitelendirilmiştir. 65Onlar ki şöyle derler: “Rabbimiz, cehennem azâbını üzerimizden sav. Şüphesiz onun azâbı, gelip geçici bir şey değildir.” (.......) gerekli helâk demektir. “alacaklı” da bundandır. Borçlunun ensesine bindiğinden dolayı kullanılmıştır. Onları, geceyi, secde ve kıyam ederek ihya etmekle nitelendirdi. Sonra da onların duasını zikrederek, onların, bu kadar gayrete rağmen, korktuklarını ve azâbın kendilerinden uzaklaştmlması için Allah'a yanayakıla yalvardıklarını haber vermiştir. 66Orası ne kötü bir karargâh ve ne kötü bir makamdır. (.......) hükmündedir. Onda (.......) kelimesinin açıkla dığı gizli bir zamîr vardır. Mahsus (.......) (kötülenen) hazf edilmiştir. Manası, “O ne kötü bir karargah ve ne kötü bir makamdır” şeklindedir. Bu zamîr, cümleyi (.......) nin ismine bağlamış ve onu, ona haber kılmıştır. Ya da (.......) mahzun kıldı, manasınadır. Bunda (.......) nin ismine âit zamîr vardır. Hâl ya da temyizdir. Her iki ta'lilin içice ve eş manada olması mümkündür. Ayrıca Allah'u Teâlâ'nm, onların sözlerini hikâye eden sözleri olmaları da mümkündür. 67Ve onlar ki, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler. İkisi arasında orta yol tutarlar. Nafaka hususunda haddi aşmazlar. Yada zevk-u sefa için yemezler, büyüklenmek için giyinmezler. İbni Abbâs (radıyallahü anh) dan yapılan rivâyete göre; o, “Günaha harcamazlar” demiştir. İsrâ'f; ihtiyaç miktarını aşmak, demektir. Adamın biri, birinin “İsrâ'fta hayır yoktur” sözünü işitmiş de “Hayır da israf olmaz” demiştir. Nitekim Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de: “Kim ihtiyaç miktarını menederse nafakayı kısmıştır. Kim de ihtiyaç olmayan yerde harcarsa israf etmiş demektir. (.......) Kufi'ye göredir. Medenî ve Şamî'ye göre (.......) şeklinde, Mekkî ve Basri'ye göre (.......) şeklindedir, (.......) , (.......) ve (.......) israfın zıddı olan kısma manasına gelmektedir. Onların harcaması, israf ile kısma arasında orta yolludur, (.......) iki şey arasında orta yoldur, (.......) ve (.......) iki ayrı haberdir. Allah'u Teâlâ, onları, israf ve cimrilik arasında adaletle nitelendirmiş ve Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) de bunun bir benzeriyle emretmiştir. Âyet-i Kerîme'de de “Elini boynuna bağlı kılma (cimrilikyapma)” buyurmuştur. Abdülmelik b. Mervan; kızını vereceği zaman Ömer b. Abdül Azîz'e harcamasını sordu. O “İki kötü arasındaki güzel şekil” deyince Abdülmelik, onun bu âyette zikredileni kastettiğini anladı. Denildiki: Onlar, Muhammed (aleyhisselâm) ın ashâbıdır. Lezzet almak için zevk-u sefa için yemek yemezler. Güzellik ve süs için elbise giymezler. Onlar ancak açliği gidermek için yerler, avret yerlerini örtmek, sıcak ve soğuktan korunmak için giyerler. Ömer (radıyallahü anh): “Kişinin, iştahı çektiği bir şeyi yemesi israf olarak yeter” demiştir. 68Ve onlar, Allah ile beraber başka bir ilaha yalvarmazlar. Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa cezâsını bulur. Onlar, Allah'a şirk koşmazlar. Kısas, recm, dinden dönme, Allah'a şirk koşma ve yeryüzünü fesâda vermeye çalışma gibi sebepler müstesna Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı cana kıymazlar. “öldürmek” kelimesine yada (.......) ye taallûk etmektedir. Bu büyük günahların, sâlih kullarda olmadığının ifadesi, onların düşmanı Kureyş ve diğerlerinin durumlarından kinayedir. Sanki şöyle denilmiştir: “Onlar o kimselerdir ki Allah, onları, sizin üzerinde bulunduğunuz hâlden korumuştur, temizlemiştir.” Kim bu zikredilenleri yaparsa günahının cezâsını bulur. 69Kıyamet günü azâbı kat kat olur. Ve orada alçaltılmış olarak temelli kalır. (.......) , (.......) den bedeldir. Çünkü ikisi de aynı manadadır. Zira azâbın kat kât olması, günahlarla karşılaşmak demektir. Şu sözde olduğu gibi Ne zaman bize getir; ziyaret edersen vatanımızda Odun, kütük ve dahi yanan ateş bulursun. (.......) lafzını sakin kıldı. Çünkü o, manasındadır. Zira “gelmek” (.......) demektir. Mekkî, Yezid ve Ya'kûb'a göre (.......) şeklindedir. “Kıyamet günü azâbı kat kat olur” sözünden maksat, âhirette, her geçen gün azap üzerine azapla eziyet edilmeleridir. Denildiki: “Şirk koşan biri, günah işlediğinde, şirk için ayrı, günah için ayrı olarak azap görür. Bu sebepten cezâ, günahların çokluğu sebebiyle kat kat artar.” (.......) kelimesini cezmeden (.......) kelimesini de cezmetmiştir. Onu merfû' okuyan diğerini de merfû' okumuştur. Çünkü o, ona atfedilmiştir. O, azap içerisinde zelil olarak temelli kalır. Mekkî ve Hafs'a göre (.......) , (.......) şeklinde işba'la okunur. Hafs, işba'ı tehditte mübalağa olsun diye bu kelimeye tahsis etmiştir. Araplar, kinaye (.......) sında asıl, işba'olduğu hâlde mübalağa için uzatmışlardır. (.......) hâldir. Zelil olarak demektir. 70Ancak tevbe ve îman edip iyi davranışta bulunanlar başka. Allah, onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır. Engin merhamet sâhibidir. Ancak şirkten tevbe edip Muhammed (aleyhisselâm) a inananlar ve tevbesinden sonra sâlih ameller işleyenler müstesna. (.......) , (.......) şeklindedir. Allah, günahları örterek bağışlayan ve onları iyiliğe çevirmek suretiyle merhamet edendir. 71Kim tevbe edip sâlih amel işlerse, şüphesiz ki o, tevbesi kabul edilmiş olarak Allah'a döner. Kim tevbe eder ve tevbesini ameli sâlih yapmak suretiyle sağlam laştınrsa şüphesiz ki o, Allah'a, tevbesi kabul edilmiş, günahları örtülmüş, sevapları kazanmış ve Allah katında nza makamına çıkmış biri olarak döner. 72Onlar ki yalan yere şâhitlik etmezler. Boş bir şeye rastladıklarında vakar ile (oradan) geçip giderler. (.......) yalan, demektir. Yani, yalancıların ve sahtekârların meclislerinden kaçarlar. Kötülüğe bulaşmamak için onlara ve onların meclislerine yaklaşmazlar. Çünkü batılla tanık olmak ona ortak olmak demektir. Aynı şekilde şerî'atın cevaz vermediği şeylere de bakanlar, o günahlara ortak olmuşlardır. Çünkü onların orada hazır olmaları, ve ona bakmaları, ona râzı olduklarına dair bir delildir ve onun artmasına da bir sebebtir. Îsa (aleyhisselâm) ın öğütlerinde “Sahtekârlarla oturmaktan kaçının?” buyurulmaktadır. Ya da muzâfun hazfına göre (.......) şeklindedir. Yani, yalan yere şehadet etmezler, demektir. Katâde'den yapılan rivâyete göre: Murat; “boş meclislerdir.” İbni Hanefîyye'den yapılan rivâyete göre: “Eğlence ve müziğe şâhit olmazlar” demektir, (.......) fuhuş ve terkedilmesi, atılması gereken herşeydir. Mana; bu tür boş işlerle uğraşanlarla karşılaştıklarında nefislerini pisliğe bulaşmaktan alıkoyarak geçip giderler, demektir. Bu “boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler” âyetindeki gibidir. Bekir (radıyallahü anh) rivâyet edildiğine göre “Avret yerlerini zikrettiklerinde, onlardan kinaye yapmışlardır” demiştir. 73Kendilerine Rablerinin âyetleri hatırlatıldığında ise, onlara karşı sağır ve kör olarak secdeye kapanmazlar, (sağır ve kör davranmazlar.) Onlara Kur'ân okunduğunda yada onlara Kur'anla vaaz edildiğinde, onlara karşı sağır ve kör davranmazlar. Bu, secde etmediklerini ifade etmiyor. Bilâkis secde ettiklerini ispat ediyor.'Sağırliği ve körlüğü olumsuzluyor. “Zeyd beni selâmla karşılamadı” sözünde olduğu gibi. Bu, selâmın olmadığım ifade ediyor, karşılaşmanın değil. Yani onlara, o âyetler zikredildiği vakit, emredildiklerinde de menedildiklerinde de ağlayarak, dikkatli kulaklarla dinleyerek ve dikkatli gözlerle bakarak secdeye kapanırlar. Münâfıklar ve benzerleri gibi yapmazlar. Bunun delili de: “İşte bunlar, Allah'ın nimet verdiği peygamberlerden, Âdem neslinden, Nûh ile beraber gemide taşıdıklarınıızın neslinden, İbrâhîm ve İsmâîl (Ya'kûb) neslinden, yol gösterdiğimiz kimselerdendir. Onlara rahmânın âyetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı” ayetidir. 74Ve onlar ki: “Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takva sahiplerine önder kıl” derler. (.......) beyan içindir. (.......) sözüyle sanki, “bize göz aydınliği ver” denilmiştir. Bundan sonra “göz aydınliği” kelimesi beyan edilmiş ve “eşlerimizden” sözüyle tefsîr edilmiştir. Manası, Allah'ın, onları, onlar için göz aydınliği kılması, demektir. Bu (.......) sözüyle aynı kategoridedir. Yani “sen aslarısın” demektir. Ya da ibtida içindir. O zaman da mana; bize, onlar vasıtasıyla taat ve dürüstlük yönüyle gözümüzü aydınlatacakları ver. Hafs dışındaki Kûfe-U'lere ve Ebû Amr'a göre (.......) , cins kastedildiği için (.......) şeklindedir. (.......) , (.......) nekra olduğu için nekra kılınmıştır. Çünkü muzaf, ancak muzâfun ileyh'in nekra oluşuyla nekra kılınmıştır. Burada sanki, “bize onlardan sevinç ve ferahlık ver” demiştir. (.......) azlık kipinde gelmiştir, (.......) şeklinde gelmemiştir. Çünkü maksat, muttakilerin gökleridir. Onlar da diğerlerinin gözlerine nazaran azdır. Nitekim âyet-i Kerîmede, “Kullarınıdan şükreden azdır” buyurulmuştur. (.......) kelimesinin nekra kılınması hususunda “Onlar seçkinlerin, yani muttakilerin gözleridir” denilmesi mümkündür. Mana; Onlar, Rablerinden, kendilerini, Allah için amel eden, eşlerle ve nesillerle rızıklarıdırmasmı istemişlerdir. Durumlarıyla sevin dikleri ve gözaydmliği hissettikleri eşler ve nesillerdir. Denildiki: “mü’min için hiçbir şey, eşini ve çocuklarını Allah'a itâat eder hâlde görmek kadar gözaydmliği olamaz.” İbni Abbâs'tan (radıyallahü anh) rivâyete göre, o “O fıkhı yazarken gördüğü çocuğudur” demiştir. Onları, din hususunda bize tabi olan imâmlar kıl. Ya da, her birimizi imâm kıl, demektir. (.......) lafzını, cinse delalet ettiği ve kapalı durumu da olmadığı için tekil olarak zikretti. Denildiki: “Âyet-i Kerîmede, din hususunda başkanliğin istenmesinin ve buna gayret gösterilmesinin vâcib olduğuna dair delil vardır. “ 75İşte onlar, sabretmelerine karşılık cennetin en yüksek makam larıyla mükafatlarıdırılacaklar, orada hürmet ve selâmla karşılarıacaklardır. (.......) ,(.......) yani cennetteki yüksek odalar, demektir. Cinse delalet eden tekille yetinerek tekil kılmıştır. Bunun delili: “Onlar yüksek odalarda güven içindedirler” âyeti kerimesidir. İbadet etmeye, şehvetten kaçmaya, kâfirlerin ezalarına karşı dayanmaya, onlara karşı mücadele etmeye, fakirliğe ve sair hususlara karşı sabretmelerinden dolayı cennetin en yüksek odalarıyla mükafatlarıdırılacaklardır. (.......) Hafs’ın dışındaki Kûfe'lilere göre (.......) şeklindedir. Tahiyye, uzun ömürle yapılan duadır. Selâm ise, esenlikle yapılan duadır. Yani, melekler, onları tahiyye ve selâm ile selâmlarlar. Ya da onlar, birbirlerini tahiyye ve selâmla selâmlarlar, demektir. 76Onda ebedî kalacaklardır. Orası ne güzel konak ve ne güzel bir makamdır. (.......) hâldir. (.......) karar kılman yer ve ikamet yeri manasına gelmektedir. (.......) , “Orası ne kötü bir konak ve ne kötü bir makamadır” cümlesinin karşılığıdır. 77Deki: “Yalvarmanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin?” (size bildirdiklerimi) yalanladınız. Bu yüzden cezâlarıdırıl manız gerekecektir. (.......) Soru manasını içermektedir. Mahallen mensuptur. Manası; “Onun, sizi İslam'a çağırması olmasa Rabbim sizi ne yapsın? Ya da kendisine ibâdetiniz olmasa sizi ne yapsın?” demektir. Yani, O, sizi, kendisine ibâdet etmeniz için yarattı. Nitekim âyet-i “kerime'de: “İnsanları ve cinleri ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım “Buyurulmuştur. Yani, Rabbinizin katında itibara alman, sizin ibâdetinizdir. Ya da, onunla birlikte ilâhlara ibâdet etmezseniz Rabbiniz size niye azap etsin demektir. Bu Allah'u Teâlâ'nm şu âyeti kerimesinde olduğu gibidir: “Eğer şükrederseniz, Allah size azap etmeyip ne yapacak? Ey Mek ke halkı, siz, benim peygamberimi yalanladınz. Onun için azap yakanızı bırakmayacaktır.” (.......) kendisinden aynlmayan bir şeye sahip olan, ya da aynlmayan şey, demektir. (.......) fiilinin maştan, fâil yerine konulmuştur. Dehhâk şöyle demiştir: “Kendisiyle birklikte başka bir ilâh'a ibâdetiniz olmasa, O, sizi kolayca bağışlar.” |
﴾ 0 ﴿