RÛM SÛRESİBu sûre Mekke'de nâzil olmustur; 60 âyettir. 1Elif-Lâm-Mîm. 2-5Rumlar (Arapların bulunduğu bölgeye) en yakın bir yerde yenilgiye uğradılar. Halbuki onlar, bu yenilgilerinden sonra birkaç (üç ila dokuz) yıl içinde galip geleceklerdir. Eninde sonunda emir Allah'ındır. O gün mü'minlerde Allah'ın yardımıyla sevineceklerdir. Allah dilediğine yardım eder. O mutlak galibtir, çok esirgeyicidir. Farslar, Rumları Araplara en yakın olan yerde yendiler. Çünkü Araplara göre “yer” denildiğinde kendi yerleri kastedilmiş demektir, manası; Rumlar, Arap topraklarına en yakın olan bir yerde -ki Şam topraklarıdır- yenildiler. Ya da (.......) kelimesinin başındaki (.......) muzâfun ileyhin yerine gelmiştir. Dolayısıyla “onların toprakları” manasım kastetmiştir. Yani, düşmanlarına en yakın olan topraklarında, demektir. O Rumlar, Farsların, kendilerini yenmelerinden sonra birkaç yıl içinde, onlara galip geleceklerdir. (.......) kelimesi (.......) ın sükunuyla (.......) şeklinde de okunmuştur. (.......) ve (.......) masdardırlar. Ve masdar, mef'ûle muzaf kılınmıştır. (.......) nin kendisine teallukundan dolayı (.......) den sonra durulmaz (.......) (birkaç yıl) üç ilâ on yıl arasına denir. Denildi ki: “Ezruat ile Basra arasında Farslarla Rumlar harbettiler. Farslar, Rumları yendi. O günlerde Fars hükümdarı, Kisra Perviz idi. Haber, Mekke'ye ulaşırıca Resulullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) ve mü'minlere ağur geldi. Çünkü Farslar, kitapsız mecûsi idiler. Rumlar ise, ehli kitaptı. Müşrikler bu habere sevindiler ve: - Sizler ve Hıristiyanlar, ehli kitapsınız, bizler ve Farslar ise ümmileriz. Bizim kardeşlerimiz, sizin kardeşlerinizi yendi. Biz de sizin üzerinize galip geleceğiz, dediler. Bunun üzerine bu âyetler indi. Ebû Bekir (radıyallahü anh), onlara: - Allah'a yemin olsun ki, birkaç sene sonra Rumlar, Forsalara galip gelecek, dedi. Ubey b. Halef: - Yalan söylüyorsun, dedi. Bunun üzerine Hazret-i Ebû Bekir (radıyallahü anh) onlardan her biriyle on dişi devesine bahse girdi. Zamanı da üç yıl olarak tayin etti Durumu Resulullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) haber verince, Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem): - “Ödülü artır, zamanı uzat” dedi. Bunun üzerine dişi deveyi yüz'e, zamanı da dokuz yıla çıkardılar. Ubey, Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yaralanasından dolayı öldü. Rumlar, Hûdeybiye ya da Bedir günü Forsları yendiler. Ebû Bekir (radıyallahü anh) de ödülünü, Ubey'in mirasçılarından aldı. Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem): - “Onu tasadduk et” Tirmizî,3194. dedi. Bu, O'nun (sallallahü aleyhi ve sellem) peygamberliğinin doğruluğuna ve Rufan'ın, Allah katından geldiğine dair en açık ayettir. Çünkü o, gaybtan haber vermektedir. Bu olay, kumarın yasaklanmasından önceydi.” Katâde'den yapılan rivâyete göre -ki Ebû Hanîfe ve Muhammed'in görüşleri de budur- faiz ve benzeri fasit anlaşmalar, darul harpte Müslümanlarla kâfirler arasında câizdir. Bu görüşün doğruluğuna da bu kıssayı delil getirmişlerdir. “Eninde sonunda... “yani, her şeyden önce ve her şeyden sonra, ya da yenildiklerinde de önce -ki o, mağlup oldukları vakittir- ve mağlup olmalarından sonra -ki o, galip oldukları vakittir- yani, onların, önce mağlup, sonra galip olmaları, ancak Allah'ın (celle celâlühü) emri ve kazasıyla olmaktadır. Nitekim âyeti kerimede: “Şu günleri insanlar arasında çeviririz” Âl-i İmrân, 140. buyurulmuştur. Rumların, Farsları, yendiği ve Allah'ın (celle celâlühü) onların yeneceğine dair va'dinin gerçekleştiği gün, mü'minler, Allah'ın (celle celâlühü) kitap ehlini, kitapsızlara karşı galip getirmesiyle sevinirler. Şimdi sevinen Mekke'li kâfirler de o zaman kedere boğulurlar. Denildi ki: “Allah'ın yardımı, mü'minlerin, müşriklere, Rumların yeneceğine dair verdikleri haberdeki doğruluklarının ortaya çıkarılmasıdır.” (.......) harfi ceri (.......) ya taallûk etmektedir. (.......) den sonra değil (.......) den sonra durulur. O, düşmanlarına karşı galiptir, dostlarına karşı merhametlidir. 6Bu Allah'ın va'didir. Allah va'dinden caymaz. Fakat insanların çoğu bilmezler. (.......) tekid edici masdardır. Çünkü “onlar, yenildikten sonra galip gelecekler” sözü Allah'tan (celle celâlühü) mü'minlere bir vaaddir. “Bu Allah'ın va'didir” sözü, bu, Allah'ın (celle celâlühü) mü'minlere va'didir, manasınadır. Allah (celle celâlühü), Farslara karşı Rumlara yardım edeceğine dair va'dinden caymaz. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler. 7Onlar, dünya hayatının görünen yüzünü bilirler. Âhiretten ise, onlar tamamen gafildirler. (.......) nin bedeldir. Bunda, ilmin, hiç olmamasıyla, sadece dünya hayatım kazanmaya yönelik ilmin varlığı arasında hiçbir farkın olmadığına dair bir açıklama vardır. “Dünya hayatının görünen yönünü bilirler. “sözü; dünyanın görünen ve görünmeyen yönünün olduğunu ifade ediyor. Görüneni, câhillerin bilip tanıdığı süslü - yaldızlı hayatıdır. Görünmeyeni ise, onun, âhirete götüren bir köprü oluşudur. Buradan oraya götürmek üzere taat ve sâlih amellerle azıklarıılır. Zahir (görünen) kelimesinin nekire (belirsiz) olarak getirilmesi, onların, birçok dış görünüşten de ancak bir tanesini bildiklerini ifade etmektedir. “Âhiretten de onlar tamamen gafildirler.” İkinci (.......) (onlar) mübtedadır. (.......) onun haberidir. Cümle, birinci (.......) ün haberidir. Bunda âhiret ve âhiret yurdu hakkında onların, gaflet âbidesi olduklarına dair açıklama vardır. 8Kendi kendilerine, Allah'ın gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları ancak hak olarak ve muayyen bir süre için yarattığını hiç düşünmediler mi? İnsanların bir çoğu Rablerine kavuşmayı gerçekten inkâr etmektedirler. “kendi kendilerine” ifadesinin zarf olması muhtemeldir. Sanki; “Nefislerinden yani, düşünceden boş olan kalplerinde düşünceyi yerleştirmediler mi? “denilmiştir. Nitekim düşünce ancak kalpte olur. Fakat bu ifade, düşünenlerin hâli ile ilgili tasviri genişletmiştir. “Ona kalbinde (kalbinle) inan” sözünde olduğu gibi. “Düşünce” için sıla cümlesi olması da muhtemeldir. “İş hakkında düşündü ve düşüncesini onda derinleştirdi.” sözünde olduğu gibi. Buna göre mana: “Diğer mahlûkata göre kendilerine daha yakın olan ve hâlini, diğerlerinin hâlinden daha iyi bildikleri kendi nefisleri hakkında düşünmediler mi, ki Allah'ın, yarattığı, düzensizliği değil, düzeni gösteren, nice görünen ve görünmeyen şaşırtıcı hikmetleri görsünler. Yine, iyiliğe karşı iyilikle, kötülüğe karşı da misliyle mukabele olunacağı bir sonun olması gerektiğini düşünmediler mi ki, o zaman diğer mahlûkatın işlerinin de bir nizam - intizam içerisinde hikmetle yürüdüğünü bilsinler. Yine böyle bir vakte doğru gidişin olması gerektiğini düşünmediler mi?” “Allah gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları ancak hak olarak ve muayyen bir süre için yarattı.” cümlesi, hazfedilmiş bir (.......) e söze tealluk etmektedir. “Onun da manası, düşünmediler mi ki bu sözü söyleyemediler? “demektir. Denildi ki: “Onun manası'bilsinler ki'dir. Çünkü kelam buna delildir. Onları hikmetsiz ve ebedî olarak boş yere yaratmadı. Onları, muayyen bir süre için hak olarak hikmetle yarattı. O kaçınılmaz son, kıyametin kopmasıdır. Hesap, sevap ve cezâ zamanıdır.” Nitekim “Sizi boş yere yarattığımızı ve bize dönmeyeceğinizi mi sandınız? “âyet-i kerimesi nasıl da “abes “diye isimlendirdi, görülmüyor mu? İnsanların çoğu, dirilmeyi ve mükâfat ve cezâya uğratılmayı inkâr etmektedirler. Zeccâc: “ Yani, onlar Rablerine kavuşmayı inkâr etmektedirler.” demiştir. 9Onlar yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nice olduğuna bakmadılar mı ki. Onlar kendilerinden daha güçlü idiler. Yeryüzünü kazıp altüst etmişler, onu bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi. Peygamberleri, onlara da nice açık deliller getirmişlerdi. Zaten Allah, onlara zulmedecek değildi. Fakat onlar, kendi kendilerine zulmetmekteydiler. “Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nice olduğuna bakmadılar mı?” âyeti, onların beldelerdeki gezilerini ve helâk edilmiş Âd, Semûd ve diğer azgın milletlerin eserlerine baktıklarını ifade etmektedir. Yeryüzünü kazıp ekmişlerdi. Ve o helâk edilenler, onu Mekke halkının imarından daha çok imar etmişlerdi. (.......) hazfedilmiş bir masdarm sıfatıdır. (.......) daki (.......) masdariyyedir. “Peygamberleri, onlara nice açık deliller getirmişti. “Burada mahzûf bir cümle vardır. Hazfın gerçekleşmesi için (.......) de durursun. Bu cümlenin takdiri şöyle olur: “Ama onlar, îman etmediler, sonunda da helâk edildiler.” Onlar helâk edilmelerini gerektiren şeyi yaptıklarından dolayı kendi nefislerine zulmettiler. 10Sonunda Allah'ın âyetlerini yalan sayarak ve onları alaya alarak kötülük yapanların akıbetleri pek fena oldu. (.......) kelimesi Şamî ve Kufî'ye göre mensûbtur. (.......) nin müennesidir. Manası ise “En çirkin” demektir. (.......) nın (.......) nun müennesİ olduğu gibi. (.......) yi haber yaparak naspedenlere göre, (.......) nin ismi olmak üzere mahallen merfiıdur. Onu merfiı kılanlara göre ise (.......) mensûbtur. Mana: “Onlar dünyada helâk edilmek suretiyle cezâlarıdırıldılar. Daha sonra da akıbetleri pek fena oldu.” “kötülük yapanlar” sözü, zamîr yerine gelmiştir. Yani, âhiretteki cezâların en kötüsü demektir ki, o da kâfirler için hazırlanmış ateştir, (.......) yalan saymalarından dolayı ya da yalan saymalarıyla, demektir. Bu, “kötülük yapanlar” ın manasının, “İnkar edenler” şeklinde olduğuna dair delildir. Sonra Allah'ın (celle celâlühü) âyetlerini yalanlamalarından ve onları alaya almalarından dolayı kafirlerin akibeti ateş oldu. 11Allah, ilkin mahlûkatını yaratır. (Ölümden sonra bunu yani yaratmayı) tekrarlar. Sonunda hep O'na döndürüleceksiniz. Allah, mahlûkatı yoktan var eder, sonra da onları, ölümden sonra diriltir. (.......) Ebû Amr ve SehPe göre (.......) ile (.......) şeklinde okunur. 12Kıyametin kopacağı gün, günahkârlar (ümitsizlik içinde) susacaklardır. (.......) kelimesi “ümidi keser, şaşar kalır” , demektir. Tartışıları kişilerden birisi susup kaldığında ve delil getirmekten âciz kaldığında, “onunla tartıştım, şaştı kaldı” denir. Günahkarlardan maksat müşriklerdir. 13(Allah'a koştukları) ortaklardan kendilerine hiçbir şefâatçi çıkmayacaktır. Zaten onlar, ortaklarını da inkâr edeceklerdir. Allah'tan (celle celâlühü) başka kendilerine ibâdet ettikleri ortaklardan, onlara, hiçbir şefâatçi çıkmayacaktır. (.......) mushafta (.......) ten önce (.......) la yazılmıştır. (.......) de yazıldığı gibi. Aynı şekilde hemzenin, harekesinin, kendisinden olduğu harfin suretinde göstermek için(.......) da da (.......) den önce (.......) le yazılmıştır. Onlar, ilâhlarını inkâr edeceklerdir, ya da onlar, dünyada iken onlar sebebiyle inkârcı olmuşlardır, demektir. 14Kıyametin kopacağı gün, işte o gün (mü'minlerle inkârcılar) birbirlerinden ayrılacaklardır. (.......) deki zamîr, kendisinden sonra ki ona delâletinden dolayı, Müslümanlara ve kâfirlere âittir. 15Îman edip sâlih ameller işleyenlere gelince, onlar, cennette nimetlere mazhar olacaklardır. (.......) kelimesi bostan, yani cennet demektir. Bunun nekire (belirsiz) olarak gelmesi, onun kapalılığı ve övülmesi dolayısıyladır. (.......) sevinirler, demektir. Bir kişi mutlu olduğunda, yüzü gülüp üzerinde sevinç alâmeti belirdiğinde (.......) denir. Daha sonra sevinç sebepleri farklı olduğu için onda ihtilaf olundu. Bu kelime için “İkram olunurlar” denildi “takılarla bezenirler” denildi. “O cennetteki bir işitmedir.” denildi. 16İnkâr edenlere, âyetlerimizi ve âhiret buluşmasını yalan sayanlara gelince, işte onlar azapla yüz yüze bırakılacaklardır. “Âhiret buluşmasını...” yani, “dirilişi” demektir. İşte onlar, azap içerisinde katacaklardır. O azâbtan uzaklaştırılmayacaklar ve o azap onlardan hafıfletilrneyecektir. Nitekim âyet-i kerime de: “Onlar oradan çıkıcı değillerdir.” Mâide, 37. buyurulmaktadır. Vaad ve tehdidi zikrettikten sonra vaade ulaştıran ve tehditten kurtaran şeyi zikretti, şöyle buyurdu: 17-18Haydi siz, akşama ulaştığında, sabaha kavuştuğunuzda, gündüzün sonunda ve öğle vaktine eriştiğinizde Allah'ı -ki göklerde ve yerde hamd O'na mahsustur- teşbih edin (namazı kılın). Tesbihden maksat, tesbih etmek, demektir ki o da Allah'ın, apaçık nimetleri bu vakitlerde yenilendiği için, bu vakitlerde, O'na yakışmayan şeylerden tenzih etmek ve hayırla övmektir. Ya da teşbihten maksat, namazdır. İbni Abbâs'a (radıyallahü anh): - Kur'ân'da beş vakit namazı görüyor musun? diye soruldu da, O: - “Evet” dedi ve bu âyeti okudu. (.......) kelimesi masdar olmak üzere mensûbtur. Mana; “O'nu, O'na layık olmayan şeylerden tenzih edin” , ya da “Allah (celle celâlühü) için namaz kılın” , demektir. Siz akşama ulaştığınızda “Akşam ve Yatsı namazı” , sabaha kavuştuğunuzda “Sabah namazım kılın. “ “Göklerde ve yerde hamd O'na mahsustur.” cümlesi, mu'tarıza cümlesidir. Manası; gök ve yer halkından olup iyiyi kötüden ayırabilen herkesin O'nu hamdetmeleri gereklidir, demektir. “Göklerde” sözü, “hamd” kelimesinden hâldir. “Gündüzün sonunda... “ikindi namazım kılm. Bu, “akşama ulaştığınızda” sözü üzerine atfedilmiştir. Ve ona bitişiktir. “Öğle vaktine eriştiğinizde...” de öğle namazım kılın. Yani, “Öğle vaktine girdiğinizde” , demektir. Çoğunluğa göre, beş vakit namaz, Mekke'de farz kılınmıştır. 19Ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkarıyor. Yeryüzünü ölümünün ardından O canlarıdırıyor. İşte siz de (kabirlerinizden) böyle çıkarılacaksınız. “Diriyi ölüden çıkarıyor.” yani, kuşu yumurtadan, insanı nutfeden ya da mü'mini kafirden çıkarıyor, demektir. “Ölüyü de diriden çıkarıyor. “ Yani, yumurtayı kuştan, nutfeyi insandan ya da kafiri mü'minden çıkarıyor, demektir. Mekke ve Şam kırâat ekolü ile Ebû Amr, Ebû Bekir ve Hammad'a göre (.......) kelimesi, her iki yerde de (.......) şeklindedir, şeddesizdir. Diğerlerine göre ise, şeddelidir. Yeri kuruduktan sonra yeşillikle O diriltir. (.......) Hamza, Ali ve Halefe göre bu kelime (.......) şeklinde okunur. Yani bu çıkarılış biçiminde kabirlerinizden çıkarılırsınız, demektir. (.......) deki (.......) fiili ile mahallen mensûbtur. Manası ise: İbda (ilk kez yaratma ile) iade (yeniden diriltme) kudret (güç) bakımından müsavidirler. Aralarında fark yoktur. Zira bunları yapacak olan, diriden ölüyü çıkaran, ölüden de diriyi çıkaran (Yüce Allah) dır. İbni Abbâs'tan (radıyallahü anh) rivâyet edildiğine göre Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kim her namazdan sonra (.......) üç ayete kadar ve Saffât Suresinin sonuncu âyetini okursa, onun için gökte ki yıldızlar sayısınca, yağmur damlaları sayısınca, ağaç yaprakları sayısınca ve yeryüzünün (kumu) toprağı sayısınca sevap yazılır. Öldüğünde de kabrinde onun için her harfe mukabil on sevap yazılır.” “Yine Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kim, sabahladığında (.......) âyetini (.......) ye kadar okursa, o günde kaybettiği şeyi bulur. Kim de bunu akşamladığında okursa o gece kaybettiği şeyi bulur. 20Sizi topraktan yaratması, O'nun (varlığının) delillerindendir. Sonra siz, (her tarafa) yayıları birer insan oluverdiniz. “Sizi” yani babanızı topraktan yaratması, O'nun Rabliğinin kudretinin alâmetlerindendir. Sonra “Sizi” yani, Âdem'i (aleyhisselâm) ve zürriyeti yaratması O'nun kudretinin delülerindendir. Ve siz geçiminizin olduğu yerde dolaşırsınız. Buradaki (.......) mufacaa içindir. Takdiri, “Yeryüzüne yayılmış bir insanlık haline geldiğiniz vakte gelip çattınız” şeklindedir. 21Kaynaşmanız için size kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp da aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de O'nun varlığının delülerindendir. Şüphesiz bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır. Yani Havva'yı yarattı. O Âdem (aleyhisselâm)’in kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Ondan sonraki kâdirılarda erkeklerin sulbünden yaratılmışlardır. Ya da sizin için, başka bir cinsten değil, sizin şeklinizden ve sizin cinsinizden eşler yaratmıştır: Çünkü aynı cinsteki ikililer arasında ülfet ve huzur vardır. Farklı cinsler arasında ise karşılıklı nefret ve anlaşmazlıklar vardır. Biri diğerine meylettiğinde, “onu benimsedi” denir. “Aranızda sevgi ve merhamet peyda etti” demek, aranızda evlilik sebebiyle karşılıklı sevgiyi ve merhameti yarattı, demektir. Hasen'dan rivâyet edildiğine göre: “Sevgi, cinsi münasebete kinayedir. Merhamet ise çocuğa kinayedir.” Denildi ki: “Sevgi, gençler için, merhamet ise yaşlılar içindir.” Yine denildi ki: “Sevgi ve merhamet, Allah'tandır. Buğz ise, şeytandandır.” Yani kadının kocasına ve kocanın karısına karşı olan buğzu şeytandandır, demektir. Şüphesiz bunda iyi düşünen ve nesil vermek suretiyle, Dünya'nın ayakta durduğunu idrak eden bir kavim için ibretler vardır. 22O'nun delillerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için (alınacak) dersler vardır. “Lisanlarınızın değişik olması...” demek dillerin, ya da konuşma türü ve şekillerinin değişik olması, demektir. “Renklerinizin” de siyah, beyaz ve bu ikisinden başka renklerde olması O'nun delillerindendir. Bunların farklı olması sayesinde tanıma meydana gelmektedir. Değilse, eğer birbirine benzeselerdi, tanıyamama ve birbirine karıştırma meydana gelecek, menfaatler suya düşecekti. Bunda apaçık bir ders vardır ki o da; tek bir babadan, sayısını ancak Allah'ın (celle celâlühü) bildiği farklı farklı kişilerin dünyaya gelmesidir. (.......) kelimesi (.......) kelimesinin çoğuludur. Bu kelime Hafs'a göre (.......) ın esresiyle (.......) şeklinde okunur. Bunu da Allah'u Teala'nın: “Onu ancak âlimler anlar” Ankebut, 43. âyeti tasdik etmektedir. 23Geceleyin uyumanız, gündüzün Allah'ın lutfundan (nasibinizi) aramanız da O'nun (varlığının) delillerindendir. Gerçekten bunda, işiten bir kavim için dersler vardır. Bu, bir araya toplama babındandır. Yani iki atıfla iki zamanı ve iki fiili bir araya getirmiştir. Buna göre mana, “Gece ve gündüzde uyumanız ve Allah'ın (celle celâlühü) lutfundan (nasibinizi) aramanız, O'nun ayetlerindendir” , şeklindedir. Ancak o, önceki alâmetle sonraki alâmetin arası ayrılmıştır. Ya da (bu âyette) kastolunan, sizin her iki zamanda da uyumanız ve her ikisinde de (nasibinizi) aramanızdır. Ancak cumhur'un görüşü, Kur'ân'-daki tekrarından ve manaların, Kur'ân’ın delalet ettiği şeyi açıklamasından dolayı birinci mana üzerindedir. “Bunda ibret alıcı kulaklarla düşünerek dinleyen bir kavim için gerçekten ibretler vardır.” 24Yine O'nun delillerindendir ki size korku ve ümit vermek üzere şimşeği gösteriyor. Gökten su indirip ölümünün ardından arzı, onunla diriltiyor. Şüphesiz bunda, aklını kullarıan bir kavim için dersler vardır. (.......) de iki durum vardır. Biri, İbni Mesud (radıyallahü anh)’in lehçesinde olduğu gibi. (.......) in gizlenmesi, diğeri de fiilin, masdar makamına getirilmesidir. “Muaydîyi işitmen onu görmenden hayırlıdır” El-Meydanî, 1 /129. darbı meseli, bu ikisiyle açıklanmıştır. (Burada (.......) kelimesi (.......) anlamındadır. Başında bir (.......) gizlidir.) “Korku... “yıldırımlardan ya da vaadini yerine getirememektendir. “Ümit... “ise, yağmur beklentisi sebebiyledir. Ya da korku yolcu içindir, ümit ise mukim içindir. (.......) (korku ve ümit) kelimeleri, muzâfun hazfı ve muzâfun ileyhin onun yerine geçmesi takdiri üzere mef'ûlun leh olarak mensûbtur. Yani “korku vermek ve ümit vermek için “, demektir. Ya da her iki kelime de hâldirler. Yani korkar ve ümid eder olduğunuz hâlde, demektir. (.......) Mekke ve Basra kırâat imâmlarına göre (.......) şeklinde şeddesizdir. “Su” kelimesinden maksat yağmurdur. “Bunda, aklını kullarıan, yani akıllarıyla düşünen bir kavim için dersler vardır. “ 25Göğün ve yerin O'nun buyruğu ile durması da O'nun (varlığının) delillerindendir. Sonra sizi bir çağırdı mı hemen topraktan (kabirlerinizden) çıkıverirsiniz. Göğün direksiz olarak, ayakta durması, O'nun varlığının delillerindendir. Ya da mana “O'nun tedbiri ve hikmetiyledir.” yönetmesi ve hikmetiyle ayakta durması O'nun delillerindendir. Sonra sizi diriliş için çağırdı mı derhal topraktan yani kabirlerinizden çıkıverirsiniz. Bu, cümleyi, mana yönünden tekil yerine getirmede (.......) ifadesinde olduğu gibidir. Sanki şöyle demiştir: “Göklerin ve yerin ayakta durması, göklerin direksiz olarak ayakta tutulması, sonra da ölülerin bir tek davetle'Ey kabir ehli! Çıkınız'davetiyle kabirlerinden çıkışı O'nun delillerindendir.” Burada kastolunan, bunun, beklemeksizin meydana geliş hızıdır. Bu (.......) (sonra) ile göklerin ve yerin ayakta durmasına atfedilmiştir. Bunu, bu meyadana gelen işin büyüklüğünü açıklamak ve “Ey kabir halkı! Kalkın!” demek suretiyle bunun bir benzerini yapabileceğini açıklamak için yapmıştır. “Ne öncekilerden, ne de sonrakilerden hiç kimse geri kalmaz, kalkar bakarlar.” Zümer, 68. âyetinde olduğu gibi. Birinci (.......) şart için, ikincisi ise mufacee içindir. Bu ikinci (.......) şartın cevabmdaki (.......) yerine gelmiştir. (.......) (topraktan) fiile taallûk etmektedir, masdara değil. “Onu faları yerden çağırdım.” sözündeki gibi “faları yerden “dediğinde, o yerin senin yerin olması da arkadaşırıın yeri olması da mümkündür. 26Göklerde ve yerde olanlar hep O'nundur. Hepsi O'na boyun eğmiştir. O'nun, kendilerinde var ettiği fiillerine boyun eğerler. Bundan imtina edemezler, demektir. Ya da, onlar kullukta karar kılmışlardır, demektir. 27İlkin mahlûkunu yaratıp (ölümden) sonra bunu (yaratmayı) tekrarlayan O'dur ki, bu O'nun için pek kolaydır. Göklerde ve yerde bulunan en yüce sıfatlar O'nundur. O, mutlak güç ve hikmet sâhibidir. Onları yoktan var eder, sonra da diriliş için bunu tekrarlar. Size göre bu diriltme daha kolaydır. Daha önce sizi bir örneği olmadan yaratmasına kıyasla -size göre- yeniden size iade etmesi, diriltmesi daha kolaydır. Öyleyse tekrar yaratılışı niçin inkâr ediyorsunuz! “Bu onun için kolaydır. “sözünde sıla cümlesi, sonra getirilmiştir. “Bu benim için kolaydır.” Meryem, 9. âyetinde ise, bunun sadece O'na mahsus olduğunu kastetmek için öne alınmıştır. Bu âyette ise, sadece O'na âit olma manası yoktur. Ebû Ubeyde, Zeccâc ve diğerleri şöyle demişlerdir: (.......) kelimesi, “kolay” manasına “Allah en büyüktür.” dedikleri gibi, “Bu, Allah'a kolaydır. “manasınadır. Tekrar yaratma haddi zatında büyük bir şeydir. “Ama o, en baştan emsalsiz yaratmaya kıyasla daha kolaydır. “Ya da o, mahlûkata, baştan yaratmaya göre daha kolaydır, demektir. Çünkü onların, tekbir sayha ile dirilişi, önce sperm sonra embriyo, sonra biçimlenen ve biçimlenmeyen bir çiğnem et parçası haline gelmelerine ve yaratılışlarının tamamlanmasına kadar olan diğer bütün merhalelerden geçmelerine göre daha kolaydır. En yüce vasıflar, O'ndan başkasına değil, O'na (yüce Allah'a) âittir. O, bununla bilindi. Göklerdeki ve yerdeki mahlûkların, delillerin diliyle O, bununla vasıflandı. O, emsalsiz yaratmaktan, tekrar yaratmaktan ve takdir edilen diğer yaratış biçimlerinden âciz olmayan kâdir-i mutlak'tır. “O, mutlak güç sâhibidir. “sözü de buna delâlet etmektedir. Yani, her takdir edilene gücü yeter, demektir. O, her fiilini, hikmeti ve ilminin gerektirdiği şekilde yapar. “En yüksek sıfatları” , İbni Abbâs (radıyallahü anh): “O'nun benzeri yoktur. O işiten ve bilendir.” Şura, 11. ayetiyle tefsîr etmiştir. Mücahid ise: “En yüksek sıfattan maksat “Allah'tan başka ilâh yoktur.” demiştir. O taktirde mana şöyle olur; “En yüksek sıfat O'na âittir ki, O da; O'nun, vahdaniyet sıfatıyla sıfatlanmasıdır,” Bunu, “Allah size kendinizden bir temsil getirmektedir.” sözü teyid etmektedir. 28Allah size kendisinizden bir temsil getirmektedir. Mülkiyetiniz altında bulunan köleler içinde, size verdiğimiz rızıklarda birbirinizden çekindiğiniz gibi kendilerinden çekineceğiniz derecede sizinle eşit (haklara sahip) ortaklarınız var mı? işte biz, âyetlerimizi, aklını kullarıacak bir kavim için böylece açıklıyoruz. Bu, Allah'u Teala'nın, mahtûkatından, kendisine ortak koşanlar için verdiği bir misaldir. (.......) başlarıgıç içindir. Ve sanki “Bir misal aldı, ve onu size, yani sizin nefsinize en yakın olan şeyden ayırarak aldı.” demiştir. Ey hürler, topluluğu! Mülkiyetiniz altında bulunan köleleriniz içinde sizinle eşit haklara sahip olanlar var mı? (.......) deki (.......) teb'îz içindir ve “bir kısmı” , demektir . (.......) deki (.......) olumsuzluk manası içeren soruyu tekid için gelmiş zait bir kelimedir. Manası; insanlık ve kulluk yönünden benzerleriniz olan kölelerinizden bazılarının, sizinle ortak olmasını istermisiniz, şeklindedir. “Size verdiğimiz rızıkîarda...” yani, mal ve diğerlerinde demektir. Siz ey hürler ve köleleri Bu rızık hususunda eşit misiniz? Köleleriniz, sizin mallarınızda, hür ve köle arasında herhangi bir ayrım olmaksızın sizin gibi hükmedebiliyorlar mı? (.......) kavli (.......) deki faili zamîrinden hâldir. Yani, “mal hususunda bazınızın bazınıza eşit seviyede ortak olmasından korktuğunuz hâlde” , demektir. Mana; “O hususta efendilerin kölelerinize karışmasından korkarsanız da, bu hususta onlardan gelebilecek bir azardan korkarak onların izni olmaksızın herhangi bir hükme varamazsınız.” Birbirinizden çekindiğiniz gibi, yani, aralarındaki müşterek hususlarda bazı hürlerin bazı hürlerden çekindiği gibi, demektir. Kendi aranızda buna râzı olmuyorsunuz da terbiye edicilerin terbiye edicisi ve bütün hürlerin ve kölelerin sâhibine, O'nun kullarından bazılarını nasıl ortaklar koşuyorsunuz? Darbı meseller hususunda düşünen bir kavim için, âyetleri böyle açıklıyoruz. Çünkü temsil, manaları açan ve açıklayan şeylerdendir. Bunu da “aklını kullarıan (düşünen) bir kavim için “ifadesiyle açıklıyor. Yani bu misallerden ibret alanlar için açıklıyoruz demektir. 29Bilâkis haksızlık edenler, bilgisiz olarak kötü arzularına uydular. Allah'ın saptırdığını kim hidâyete erdirir? Onlar için herhangi bir yardımcı yoktur. Allah'u Teala'nın, “Şüphesiz ki şirk büyük bir zulümdür. “Buyurduğu gibi, şirk koşmak suretiyle nefislerine zulmedenler, bilgisizce heva ve heveslerine tabi oldular. Yani, câhilce nevalarına uydular, demektir: “Allah'ın saptırdığına kim hidâyet edebilir?” Yani, onu, Allah'u Teala saptırmıştır. Onlar için azâba karşı bir yardımcı da yoktur. 30(Resûlüm!) Sen yüzünü “hanif olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise, o fıtrata çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler. Yüzünü sağa ya da yola döndürmeksizin O'na çevir. Bu, kişinin dine yönelmesi, istikametini ona göre ayarlaması ve O'nun sebeplerine yapışması için getirilmiş bir temsildir. Çünkü kim bir şeye önem verirse, yüzünü ona döner ve bakışım ona diker. (.......) kelimesi emredilen şeyden yada (.......) kelimesinden hâldir. “Allah'ın yaratışına... “yani, Allah'ın (celle celâlühü) yaratışına sarılın, demektir. Fıtrat, yaratma demektir. Allah'u Teala'nın “Allah'ınyaratışında hiçbir değişme yoktur.” sözünü görmüyor musun? O hâlde mana; “O, onları, tevhidi ve İslamı kabule müsait olarak yarattı. O'ndan yüz çevirmeye ve O'nu inkâr etmeye müsait olarak değil. Çünkü O akla ve doğru düşünceye hitap eder. Öyle ki onlar, kendi başlarına bırakıldıklarında, O'na karşı başka bir dini seçmezler. Onlardan yoldan çıkanlar ise, cin ve insan şeytanlarının yoldan çıkarmasıyla çıkmışlardır.” Nitekim şu Hadis-i Kudsi de bunu ifade etmektedir. “Bütün kullarınıı hanif olarak yarattım. Ama şeytanlar, onları, dinlerinden saptırdılar. Ve onlara başkalannı, bana ortak koşmalarını emrettiler.” Müslim, 2865. Yine başka bir Hadisi Şerifte: “Her doğan İslam fıtratı üzere doğar. Ama onun ana-babası, onu Yahûdîleştirir veya Hıristiyanlaştırır.” Buhârî, 1359; Müslim, 2658, Müsned, 2/393, buyurulmuştur. Zeccâc şöyle demiştir: “Bunun manası, “Şüphesiz ki Allah (celle celâlühü) onları, Âdem'in sulbünden zerre gibi çıkardı ve onları, O'nun, kendilerinin yaratıcısı olduğuna şâhit tuttu.” hadisinde de geçtiği üzere Allah'u Teala, mahlûkatı, kendisine îman üzere yaratmıştır.” Yine, “Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden zütriyetlerini aldı ve onları kendilerine şâhit tuttu. Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/272. Ve dedi ki: Ben sissin Rabbiniz değilmiyim? (Onlar da) Evet (Rabbimiz olduğuna) şâhit olduk'dediler.” El-A'raf, 172. âyeti de bunu ifade etmektedir. Her doğan, Allah'u Teala’nın, kendisinin yaratıcısı olduğuna şehadet eden bu zürriyettendir. “Allah’ın fıtratı” Allah'ın dini, manasınadır. “Allah Un yaratışında değişme yoktur.” Yani, bu yaratışın ne tamamen ne de kısmen değişmesi gerekmez. Zeccâc şöyle demiştir: “Bunun manası şudur: Allah'ın dininde değişme yoktur. Bu, bundan sonrasına delâlet etmektedir ki, o da (.......) sözüdür. Fakat insanların çoğu bunun hakikatini bilmezler'.” 31Hepiniz O'na yönelerek O'na karşı gelmekten sakının. Namazı kıH. No. Müşriklerden olmayın. (.......) O'na dönerek, demektir. (.......) ve (.......) sözleri, bu zamîre atfedilmişlerdir. Ya da (.......) den hâldir. Çünkü Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) için olan emir, ümmet için de emirdir. Sanki, “yüzlerinizi O'na dönerek namaz kılın.” demiştir. Veya “olmayın “sözünün delaletiyle “ona yönelenler olun “şeklinde takdir olunur. Namazları, vaktinde eda edin. Ve ibâdet hususunda başkasını O'na ortak koşanlardan olmayın. 32Ki onlardan dinlerini parçalayanlar ve kendileri de bölük bölük olanlar vardır. (Bunlardan) her fırka, kendi yanındakiyle böbürienmektedir. (.......) harfi çerin tekranyla (.......) den bedel kılınmıştır. “Dinlerini parçaladılar. “yani, onu heva ve heveslerine göre farklı dinler haline getirdiler, demektir. (.......) Hamza ve Ali'ye göre (.......) şeklinde kırâat edilir. Ali (radıyallahü anh)’in okuyuş şekli de budur. O taktirde de “İslam dinini terkettiler” manasına gelmektedir. Gurup gurup oldular. Her biri, kendilerini saptıran önderlerine tabi olurlar, onun gittiği yoldan gitmekle büyük bir sevinç duyarlar ve onun bâtıl yolunu hak yol zannederler. 33İnsanlar bir darlığa uğrayınca Rablerine yönelerek O'na yalvarırlar. Sonra Allah, kendi katından onlara bir rahmet (nimet ve bolluk) tattırınca, bakarsınız ki onlardan bir gurup Rablerine ortak koşup durmaktadırlar. Zayıflık, hastalık, kuraklık ya da daha başka bir musibet insanlara dokununca, Rablerine yönelerek O'na yalvarırlar. Onları, bu sıkıntıdan kurtardıktan sonra, bakarsın ki, onlardan bir gurup, ibâdette Rablerine ortak koşmaktadırlar. 34Kendilerine verdiklerimize nankörlük etsinler bakalım! Haydi safa sürün, ama yakında bileceksiniz! (.......) daki (.......) için manasına gelen (.......) dır. Tehdit için olan emir lamıdır da denilmiştir. Kendilerine verdiğimiz nimetlere nankörlük etsinler bakalım. “İnkârınızla az bir müddet safa sürün.” Bu, tehdidi bir emirdir. Nasıl olsa safamzm vebalini yakında bileceksiniz. 35Yoksa onlara bir delil indirdik de, o delil, müşrik olmalarını mı söylüyor? Delilin söylenmesi “onun kitabı böyle söylüyor. “Ve “Bu Kur’ân'ın söylediği şeylerdendir.” sözlerindeki gibi mecazdır. Şehadet etmek manasınadır. Sanki “O onların şirk koşmasına ve onun sağlamliğina şehadet ediyor” demiştir. (.......) daki (.......), mâ-i masdariyedir. Yani, onların, Allah'a şirk koşmalarını mı söylüyor, demektir. Ya da (.......) ismi mevsüldür. zamîr de ona dönmektedir. Yani, o kendisi sebebiyle şirk koştukları bir işi mi söylüyor, demektir. Ya da âyetin manası şöyledir: “Yoksa onlara bir delil sâhibi mi, yani yanında delil olan bir melek mi gönderdik de o melek, kendisi sebebiyle ortak koştukları o delili söylüyor.” 36İnsanlara bir rahmet tattırdığımız da ona sevinirler. Şayet yaptıklarından ötürü başlarına bir fenalık gelse, hemen ümitsizliğe düşüverirler. İnsanlara, yağmur, genişlik ya da sıhhat gibi nimetleri tattırdığımızda bunlarla sevinir ve bunlar sebebiyle şımanrlar. Günahlarının uğursuzluğu sebebiyle kendilerine kıtlık, darlık ya da hastalık gibi belâlar isabet edince de derhal rahmetten ümidi keserler. (.......) Şartın cevâbıdır. İkisi “peşpeşe “anlamına geldiğinden (.......) yerine gelmiştir. 37Görmediler mi ki Allah, rızkı dilediğine geniş geniş vermekte, dilediğinin rızkım da daraltmaktadır. Şüphesiz, imanlı bir kavim için bunda, ibretler vardır. Onların, rızkı kısanın ve verenin Allah olduğunu bildiklerini ifade etmek suretiyle onları azarlamıştır. Onların, O'nun rahmetinden ümidi kesmemeleri gerektiğini ve rahmetini kendilerine tekrar vermesi için, kendileri sebebiyle musibetlere maruz kaldıkları günahlardan tevbe edip dönmelerini bildirmiştir. Kötülüklerin, kendi yaptıkları şeyler sebebiyle başlarına geldiğini zikrettikten sonra, yapmaları ve terketmeleri gereken şeyleri zikretmiş ve şöyle buyurmuştur; 38O hâlde sen, akrabaya, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver. Allah'ın rızasını isteyenler için bu, en iyisidir. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir. İyilik etmek ve sılaı rahîm yapmak suretiyle akrabaya hakkım ver. Yoksul ve yolda kalmışa da, onlar için tayin edilmiş sadakayı ver. Bunda, yakın akrabaya nafaka verilmesinin vacip olduğuna dair delil vardır. Mezhebimizin görüşü de budur. Onların haklarının verilmesi, Allah'ın (celle celâlühü) zâtını isteyenler, yani, iyilikleriyle sadece O'nu kastedenler için en hayırlı sı dır. 39İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz (herhangi) bir faiz, Allah katında artmaz. Allah'ın rızasını isteyerek verdiğiniz zekâta gelince, işte (zekâtı veren) o kimseler, evet onlar, (sevaplarını ve mallarını) kat kat artıranlardır. Onların mallarında artış olsun diye bir parça faiz verseniz, bu, Allah katında temiz olmaz, bereketli de olmaz. Denildiki: “Bu helâl olan fazlalıktır. Yani daha çoğunu almak için verdiğimiz hediyedir. İşte bu, Allah (celle celâlühü) katında artmaz. Çünkü siz, bununla Allah'ın (celle celâlühü) rızasını kastetmediniz.” Karşılık beklemeksizin, gösteriş yapmaksızın ve desinlere kaçmaksızın sadece ve sadece Allah'ın rızasını umarak verdiğiniz sadakaya gelince, işte O'nu verenler, iyilikleri kat kat artıranlardır. Kuvvet sâhibi için (.......) ve imkan sâhibi için de (.......) kelimelerinin kullanılışı (.......) un bir benzeridir. Mekke kırâat imâmlarına göre (.......) medsiz olarak (.......) şeklinde kırâat edilir. Yani faiz verme hususunda geldiğiniz nokta, demektir. Medine kırâat imâmlarına göre (.......) şeklinde okunur. Yani, “Mallarınızı artırmanız için” , demektir. İşte onlar, “evet onlar, kat kat artıranlardır” sözü, güzel bir yöneliştir. Çünkü o, geneli ifade etmektedir. Sanki o şöyle demiştir: “Bunu kim yaparsa, onun yolu, bu muhatapların yoludur. Mana, onlar, onu kat kat artıranlardır” , şeklindedir. Çünkü ismi mevsul olan (.......) ya dönen bir zamîr gerekmektedir. (.......) sözü hakkında Zeccâc şöyle demiştir: “ Yani, onun ehli, kat kat artıranlardır. Yani, onlar için sevap kat kat verilir. Kendilerine, bir iyiliğe karşı on misli verilir, demektir.” Daha sonra onların taunlarının acizliğine işaret etti ve şöyle buyurdu. 40Allah (O yüce varlıktır) ki sizi yaratmış, sonra rızıklarıdırmıştır. Sonra O, hayatınızı sona erdirecek, daha sonra da sizi (tekrar) diriltecektir. Peki, sizin (Allah'a eş tuttuğunuz) ortaklarınız içinde bunlardan birini yapabilecek olan var mı? Allah onların ortak koştuklarından münezzehtir, yücedir. (.......) cümlesi mübteda ve haberdir. Yaratma, rızık verme, öldürme ve diriltme sadece O'na mahsustur. Sizin, Allah'ın ortakları olduğunu zannettiğiniz putlarınız içinde, bu işlerden birini, yani yaratma, rızık verme, öldürme ve diriltme işlerinden birini yapabilecek var mı? Bu soruya acizliklerinden cevap veremezler. Bunun üzerine Allah (celle celâlühü), bunun mümkün olmadığını ifade için “Allah, onların ortak koştuklarından münezzehtir, yücedir.” buyuruyor. Birinci, ikinci ve üçüncü (.......) in herbiri, onların ortak koştuklarının acizliğini ve onlara ibâdet edenlerin cehaletini tekid için müstakil olarak gelmiştir. 41İnsanların elleriyle işledikleri (günahlar yüzünden) karada ve denizde fesat belirdi. (Allah) belki dönerler diye onlara yaptıklarının bir kısmını tattırıyor. Kuraklık, yağmurun azliği, zirai mahsuslerdeki verim düşüklüğü, ticaretteki kârın azalışı, insanlar ve hayvanlarda taun hastaliğinın meydana gelişi, yangın ve boğulmaların çoğalışı, herşeyden bereketin kalkışı, onların günah işlemeleri ve ortak koşmaları sebebiyledir. Nitekim şöyle buyurulmuştur: “Başırııza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizin yaptığı (işler) yüzündendir” Şura, 30. Allah, onları, âhirette bütün amellerine karşılık cezâlarıdırmadan önce, dünyada da onlara, bazı amellerinin cezâsını tattırır. Umulur ki üzerinde oldukları günahlardan dönerler. Sonra bu günahların, Allah'ın gazâbına ve azâbına sebebiyet vereceğini tekidle şöyle buyurdu: 42(Rasûlüm) deki: “Yeryüzünde gezip dolaşımla daha öncekilerin akıbetleri nice oldu, görün. Çünkü onların çoğu müşrik idi. Onlara, gezip dolaşmalarını ve neticede Allah'ın, (azgın) milletleri nasıl helâk ettiğini ve onlara, günahlarına karşılık kötü azâbı nasıl tattırdığını görmelerini emretti. 43Allah katından, geri dönüşü olmayan bir gün (kıyamet günü) gelmeden önce yönünü dosdoğru dine çevir. O gün (insanlar) bölük bölük ayrılacaklardır. Yönünü, kendisine hiçbir eğriliğin ulaşamadığı dosdoğru dine çevir. (.......) kelimesi masdardır. Reddetmek, demektir. (.......) kavli(.......) fiiline taallûk etmektedir. Mana, Allah'tan, hiçkimsenin reddedemeyeceği birgün gelmeden önce, demektir. Bu aynı: “Onu reddetmeye güçleri yetmez.” Enbiyâ', 40. âyetinde olduğu gibidir. Ya da o, onu getirdikten sonra geri çevirmez ve onun, O'nun tarafından geri dönüşü yoktur, manasına (.......) kelimesine taallûk etmektedir. Sonra onlardan müstağni olduğuna işaret etti ve şöyle buyurdu. 44Kim inkâr ederse, inkârı kendi aleyhine olur. İyi işler yapanlara gelince, onlar da (cennetteki) yerlerini sırf kendileri için hazırlarlar. Kim inkâr ederse, inkarının vebali onun üzerinedir. “Kendileri için hazırlarlar.” demek kendileri için düzeltirler, demektir. Çünkü kişi, kendisi için yatağını düzeltir, yani, yattığı yerde onu rahatsız edecek tümsek ya da daha başka bozuklukların bulunmaması için onu düzeltir, demektir. Mana şudur: “Amelleri sebebiyle onlara cennet hazırlanır.” Dolayısıyla cennetin bu hazırlarıışı onlara izafe edilmiştir. Her iki yerde de zarfm öne alınması, küfrün zararının ancak kafire, îman ve sâlih amelin de faydasının haddi aşana değil, ancak mü'mine döneceğine delâlet etmesi içindir. 45Zira Allah, îman edip iyi işler yapanlara kendi lütfundan karşılık verecektir. Şüphesiz O, kâfirleri sevmez. (.......) kavli (.......) ye taallûk etmektedir. Onun sebebidir. (.......) cümlesinin tekrar edilmesi ve zamîrin terkedilip açık ifadeye başvurulması, O'nun katında ancak mü'minin kurtulacağını ifade etmek içindir. “O, kâfirleri sevmez. “sözü, onların terkedileceklerine ve mü'minlerin aksine muamele göreceklerine dair ifadeden sonraki ifadedir. 46Size rahmetinden tattırsın, emriyle gemiler yüzsün, fazlından (nasibinizi) arayasınız ve şükredeseniz diye, (hayat ve bereket) müjdecileri olarak rüzgarları göndermesi de Allah'ın (varlık ve kudretinin) delillerindendir. “Onun delillerinden... “ yani O'nun kudretinin delillerindendir. (.......) ile kastedilen güney, kuzey ve saba rüzgârlarıdır. Onlar, rahmet rüzgârlarıdır. (.......) ise, azap rüzgârıdır. Nitekim Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem)’in sözü de bunu ifade etmektedir. “Allah'ım! Onu, rüzgârlar (.......) eyle. Rüzgâr (.......) eyleme.” Ebû Ya'la, 2456; Taberanî, Mecmeu'z-Zevaid, 10 / 135-136. Onların gönderilmesindeki faydaları saymış, şöyle buyurmuştur: “Müjdeleyici olarak,” yani, onları, yağmurun müjdecisi olarak gönder. Rahmet: Yağmurun yağması, ondan sonra bolluk ve bereketin meydana gelmesi, rüzgarların esmesiyle, yerin temizlenmesiyle ve diğer sebeplerin meydana gelmesiyle gelen refahtır. Manaya göre (.......) kavli (.......) üzerine atfedilmiştir. Sanki “sizi müjdelemek ve size tattırmak için” denilmiştir. “Emriyle gemiler yüzsün... “yani, “O'nun plarılaması ve yaratmasıyla estiğinde denizdeki gemiler yüzsün” demektir. Nitekim: “O'nun işi, bir şey yaratmak, istediğinde sadece'ol'demektir.” Yasin, 82. âyeti de bunun gibidir. “Fazlından (nasibinizi) arayasınız diye... “Bu sözle deniz ticaretini kastetmektedir. “Olur ki şükredersiniz diye... “ Yani, Allah'ın (celle celâlühü) bu husustaki nimetine şükredersiniz diye, demektir. 47Andolsun ki biz, senden önce kendi kavimlerine nice peygamberler gönderdik de, onlara açık deliller getirdiler. (Onları dinlemeyip) günaha dolanların ise cezâlarını hakkıyla verdik. Mü'minlere yardım etmek de bize hak olmuştur. Bir grup onlara îman etti. Bir grup da onları inkâr etti. Buna “günaha dalanlardan intikam aldık” sözü delalet etmektedir. Yani o inkâr edenleri, daha dünyada iken helâk etmek suretiyle cezâlarıdırdık, demektir. Peygamberleriyle birlikte kurtarılmaları suretiyle Müslümanlara yardım etmek, bize hak olmuştur. (.......) kelimesinde durulmaktadır. O zaman mana; onlardan intikam almak haktır, şeklinde olur. Sonra da “Mü'minlereyardım etmek bizim üzerimizedir...” şeklinde başlar. Ama birincisi en doğrusudur. 48Allah O'dur ki, rüzgarları gönderir, bunlar da bulutu kaldırır derken Allah, onu gökte dilediği gibi yayar ve parça parça eder. Nihayet arasından yağmurun çıktığını görürsün. Allah dilediği kullarına yağmuru nasip edince, sevinirler. (.......) kelimesi, Mekke kırâat imâmlarına göre (.......) şeklinde kırâat edilmiştir. Derken Allah (celle celâlühü), onu, kuzey, güney, Debûr ya da Saba rüzgarlarıyla, dilediği gibi göğün boşluğunda yayar. Bu: “Allah, güzel bir sözü, kökü sabit, dalları gökte olan bir ağaca (benzetti).” İbrâhîm, 24. âyetinde olduğu gibidir. (.......) kelimesi (.......) kelimesinin çoğuludur. Yani onu, bazen gökyüzünü tutacak şekilde yaygın hale getirir. Yezid ve İbni Zekvan'a göre (.......) şeklindedir. Nihayet her iki hâlde de yağmurun onun ortasından çıktığını görürsün. O yağmuru, dilediği kullarının beldesine ve arazisine yağdırınca, onlar sevinirler. 49Halbuki onlar daha önce, üzerlerine (yağmur) yağdırılmasından iyice ümitlerini kesmişlerdir. (.......) kelimesini tekit için tekrar etti. “Nihayet ikisinin sonu içinde ebedî kalacakları ateş olacaktır.” Haşr, 17. âyetinde olduğu gibi. Buradaki tekidin manası, yağmurun yağma süresinin uzunluğuna ve korkularının artışına delâlettir. Sevinçleri, bundaki üzüntü ve kederleri miktarmcadır. 50Allah'ın rahmetinin eserlerine bir bak. Arzı ölümünün ardından nasıl diriltiyor? Şüphesiz O, ölüleri de mutlaka diriltecekler. O, herşeye kâdirdir. Allah'ın rahmeti, yağmurdur. Ölümünün ardından arzı, otlarla ve diğer ürünlerle nasıl diriltiyor, bir bak. İşte Allah, ölüleri mutlaka diriltecektir. Yani, ölümünden sonra arzı diriltmeye kâdir olan, Ölümlerinden sonra insanları diriltecektir. Bu, ölü arazinin diriltilmesinden, ölülerinde diriltileceğine dair delil çıkarmadır. O, her güç getirilebilen şeye kâdirdir. Bu da, emsalsiz yaratma deliliyle, güç getirilebilenler cümlesindendir. Şam, Ebû Bekir'in dışında Kûfeliler (.......) şeklinde okumuşlardır. Bunların dışındakiler ise (.......) şeklinde okumuşlardır. 51Andolsun bir rüzgar göndersek onu (ekini) sararmış görseler, ardından muhakkak nankörlüğe başlarlar. Rüzgardan maksat, “Debûr” dur. “onu görseler” yani, Allah'ın (celle celâlühü) rahmetinin eserini görseler, demektir, çünkü Allah'ın (celle celâlühü) rahmeti, yağmur ve onun da eseri yeşilliktir. “Rüzgar” kelimesini çoğul okuyan, zamîri, manasına döndürmüştür. Çünkü rahmetinin eserinin manası, yeşilliktir. Yeşillik ismi, aza da çoğa da şamildir. Çünkü o, yerden biten şeylerin kendisiyle isimlendirildiği masdardır. “Sararmış” yani, yeşil oluşundan sonra sararmış olarak görseler, demektir. “Sararmış “dedi. Çünkü o, meydana gelmiş bir şeyin sanliğidır. Denildiki: “Onlar, bulutu sararmış görseler...'“demektir. Çünkü sarı bulut yağmur yağdırmaz.” (.......) deki (.......) yemin yerindedir. Şart ifade eden harfin başına gelmiştir. Yeminin ve şartın iki cevabının yerine (.......) gelmiştir. Manası, “muhakkak başlarlar” , demektir. “Ardından nankörlük ederler. “yani, onun sararmasından sonra, ya da sevinçten sonra, demektir. Allah'u Teala, onları, onlardan yağmuru kestiğinde onun rahmetinden ümidi kesmeleri ve çenelerini ümitsizce göğüsleri üzerine koymaları sebebiyle yermiştir. Onlara rahmetini gönderip yağmurla rızıklarıdmnca da sevinirler. Debûr rüzgarını gönderip ekinlerini sarartınca feryadı basarlar. Ve Allah'ın (celle celâlühü) nimetini inkâr ederler. Onlar, bu durumların hepsinde de yerilmiş sıfatlar üzeredirler. Onlara düşen Allah'a (celle celâlühü) ve O'nun lütfuna tevekkül etmekti. Fakat onlar, ümitsizliğe düştüler. Onlara düşen O'nun nimetine şükretmek ve o nimet için O'na hamd etmekti. Fakat onlar, sunardılar. Yine onlara düşen O'nun belâlarına karşı sabretmekti. Fakat onlar, inkâr ettiler. 52(Resûlüm!) Elbette sen ölülere duyuramazsın. Arkalannı dönüp giden sağırlara o daveti işittiremezsin. Yani, Ölü kalplere işittiremezsin demektir. Yada onlar, ölüler hükmündedir. Dolayısıyla seni kabullenmelerini arzulama, demektir. (.......) Mekke kırâat imâmlarına göre “Sağır işitmez.” şeklindedir. - “Sağır önünü de dönse, arkasını da dönse işitmez.” Öyleyse “arkasını dönüp giden “şeklinde bir tahsisin yapılmasındaki (özellikle bu ifadenin seçilmesindeki) fayda nedir?” dersen. Derim ki: — “O, önü dönük olduğunda manayı işaretlerden anlar. Arkasını döndüğünde ise ne işitir ne de işaretleri anlar. “ 53Körleri de sapıklıklarından (vazgeçirip) doğru yola iletemezsin. Ancak (camı gönülden) teslimiyet gösteren ve âyetlerimize îman edenlere duyurabilirsin. Yani, kalpleri kör olanları hidâyet edemezsin, demektir. Hamza'ya göre âyet (.......) şeklindedir. Yani körü, kaybettiği yola bir işaretle yola getiremezsin, demektir. Ancak sen Allah'u Teala'nın emirlerine boyun eğenlere duyurabilirsin. 54Sizi güçsüzlükten yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından kuvvet veren, sonra kuvvetin ardından güçsüzlük ve ihtiyarlık veren, Allah'tır. Çünkü O, dilediğini yaratır. Hakkıyla bilen ve üstün kudret sâhibi olan ancak O'dur. “Güçsüzlükten..” yani, spermlerden, demektir. “Biz sizi hakir bîr sudan yaratmadık mı?” Murselat, 20. âyetinde olduğu gibi. “Güçsüzlüğün ardından kuvvet veren..” yani, gençlik hâlini ve kemâl çağını veren, demektir. “Güçsüzlük ve ihtiyarlık veren..” yani, ihtiyarlık hâlini ve düşkünlüğü veren, demektir. O, zayıflık - kuvvet, gençlik - ihtiyarlık yönünden dilediğini yaratır. Onların hallerini bilen ve onları değiştirmekte olan O'dur. Haller arasındaki bu gidiş geliş, bilen ve kudret sâhibi muktedir olan yaratıcıya gösteren en açık delildir. Kırâat imâmlarından Âsım ve Hamza, (.......)harfini hepsinde fetha okumuştur. Diğerleri ise ötre okumuşlardır. Hafs’ın görüşü de budur. Mu'cemü'l-Kırâati'l-Kur'aniyye, 5/77.O ikisi iki ayrı lügattir. Harekenin ötre olması, kırâatte daha güçlüdür. Çünkü İbni Ömer'den (radıyallahü anh) yapılan rivâyete göre o, şöyle demiştir: “Onu, Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e (.......) şeklinde okudum. Ancak o, onu, bana, (.......) şeklinde okuttu.” 55Kıyamet koptuğu gün, günahkarlar, (dünyada) ancak pek kısa bir sûre kaldıklarına yemin ederler. İşte onlar, (dünyada haktan) böyle döndürülüyorlardı. Burada Kıyamet “Saat” kelimesiyle isimlendirilmiştir. Çünkü o, dünyanın en son saatinde kopar. Ya da ansızın meydana geldiği için bu şekilde isimlendirilmiştir. Nitekim sen acele ettiğin birine “Bir saat, yani bir saniye” dersin. Ayrıca artık o, ona alem olmuştur. Yıldız kelimesinin Süreyya'ya alem olduğu gibi. “Günahkârlar yemin ederler... “yani kâfirler yemin ederler. (.......) de durulmaz. Çünkü (.......) cümlesi yeminin cevâbıdır. Kabirlerinde ya da dünyada ancak pek kısa bir süre kaldıklarına yemin ederler. Kabirdeki ya da dünyadaki kalış sürelerini, kıyametin dehşetinden ve sıkıntılı yerlerinde uzun uzadıya kalışlarından dolayı az görürler. Ya da unuturlar ya da yalan söylerler. İşte onlar, dünya da iken doğruluktan yalana bu şekilde çevriliyorlar. “Onlar: Bizim için sadece dünya hayatı var ve biz tekrar gönderilmeyeceğiz.'diyorlardı. “ 56Kendilerine ilim ve îman verilenler şöyle derler: “Andolsun ki siz, Allah'ın yazısında (kine uygun olarak) yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bugün yeniden dinime günüdür. Fakat siz onu tanımıyordunuz.” “Kendilerine ilim ve îman verilenler” , peygamberler, melekler ve mü'minlerdir. “Allah'ın yazısındakine uygun olarak...” yani, Allah'ın (celle celâlühü) hükmüne ve kazasına uygun olarak demektir. Onlar, onların dediklerini reddettiler, ona yemin ettiler ve onlara gerçeği gösterdiler. Bundan sonra, “İşte bu gün yeniden dirilme günüdür. Fakat siz, dünyada hakkı arama ve ona tabi olma hususundaki gevşekliğinizden dolayı onun hak olduğunu bilmiyordunuz.” sözleriyle, yeniden dirilişi inkâr edişlerini, onların başına kaktılar. (.......) kelamın delâlet ettiği şartın cevabı içindir. Takdiri şöyledir: “Eğer yeniden dirilişi inkâr ediyor idiyseniz, işte bu gün inkâr ettiğiniz diriliş günüdür.” 57Artık o gün, zulmedenlerin (beyan edecekleri) mazeretleri fayda vermeyeceği gibi, onlardan Allah'ı hoşnut etmeye çalışmaları da istenmez. Kûfelilere göre (.......) şeklinde (.......) iledir. “Zulmedenler” den maksat, kafirlerdir. Onlara, tevbe etmek suretiyle Rabbinizi râzı kılın denmez. Bu tıpkı şu sözde ifade edildiği gibidir. (.......) Yani “Faları, benden, kendisini râzı kılmamı istedi, ben de onu râzı kıldım.” 58Andolsun ki biz, bu Kur'ân'da insanlar için herçeşit misale yer vermişizdir. Şayet onlara bir mu'cize getirsen inkârcılar kesinlikle şöyle diyeceklerdir: “Siz ancak batı! şeyler ortaya atmaktasınız.” Yani, onlara, garipliklerinde darbı mesel haline gelmiş bütün sıfatları vasfettik. Onlara, kıyamet gününde tekrar diriltilenlerin sıfatı, hikâyeleri, dedikleri, onlara denilenler, özürlerinin fayda vermemesi ve kendilerinden özür beklenmemesi gibi şaşkınlık veren kıssaları hikâye ettik. Fakat sen, onlara, Kur'ân ayetlerinden birini getirdiğinde, kalplerinin katıliğindan dolayı “Bize yalan ve boş şeyler getirdin.” derler. 59İşte bilmeyenlerin (hakkı tanımayanların) kalplerini Allah böylece mühürler. Yani Allah (celle celâlühü), bunun gibi bir mührü, yoldan çıkışı seçeceğini bildiği câhillerin kalpleri üzerine vurur. Sonunda onlar, “azâba hak kazananlar” ve “Hak davayı boşa çıkaranlar” olarak isimlendirilirler. Onlar, bu sıfatlarda Allah'u Teala’nın mahrukatının en köklüleridir. 60(Rasûlüm!) Şimdi sabret. Bil ki Allah'ın va'di gerçektir. (Buna) iyice inanmamış olanlar, sakın seni (üzüntü ve) gevşekliğe sevketmesin.” Şu, âhirete inananlar, seni, onlar aleyhine azapla dua hususunda aceleye getirmesinler. Ya da seni, dedikleriyle ve yaptıklarıyla ümitsizliğe, aceleye ve üzüntüye sevketmesinler, demektir. Çünkü onlar, yoldan çıkmış şakilerdir. Bu tip şeyler onlarda garip karşılanmaz. Ya'kûb'a göre (.......) kavli (.......) şeklinde (.......) un sukünüyladır. Doğruya muvaffak kıları Allah'tır (celle celâlühü). |
﴾ 0 ﴿