LOKMAN SÛRESİ

Bu sûre Mekke'de nâzil olmustur; 34 âyettir.

1

Elif. Lâm. Mîm.

2

İşte bu âyetler, hikmet dolu kitabın ayetleridir.

Yani, hikmetli kitabın ayetleridir, demektir, ya da, isnadı mecâzî olarak Allah'u Teala'nm sıfatıyla sıfatlanmıştır.

3-4

Güzel davrananlar için bir hidâyet rehberi ve rahmet olmak üzere (indirilmiştir) (Onlar) namazı kılarlar, zekâtı verirler ve âhirete de kesin olarak inanırlar.

(.......) ve (.......) kelimeleri (.......) kelimesinden hâldirler. Amil ise,(.......) deki işaretin manasıdır. Hamza'ya göre (.......) merfûdur, şöyle ki: (.......) mübtedâ (.......) onun haberidir. (.......) haberden sonra haberdir. Ya da hazfedilmiş bir mübtedanın haberidir.

Yani “o, hidâyet rehberi ve rahmettir” demektir.

“Güzel davrananlar için... “yani “namazı kılarlar, zekâtı verirler ve âhirete de kesin olarak inanırlar.” âyetinde zikredilen güzel işleri işleyenler için, demektir, bunun bir benzeri Evsin sözüdür.

Elmaî, görünüş ve işitmesi gibi

Seni töhmet altında bırakandır.

Ya da “bütün güzel işleri işleyenler için demektir. Sonra faziletlerinden dolayı onlardan bu üçüncü (namazı, zekâtı ve âhirete îmanı) tahsis etti.

5

İşte onlar, Rableri tarafından gösterilmiş doğru yol üzeredirler ve onlar kurtuluşa erenlerdir.

(.......) Mübteda ve haberdir. (.......) kavli ise (.......) in sıfatıdır. (.......) birinci (.......) üzerine atfedilmiştir.

6

İnsanlardan öyleleri var kî, herhangi bir ilmi delile dayanmadan Allah yolundan saptırmak ve sonra da onunla alay etmek için boş lafı satın alırlar. İşte onlara rüsvay edici bir azap vardır.

Bu âyet, Nadr b. Hars hakkında nâzil oldu. O, İran Kisralarının hikâyelerini içeren kitapları satın alır ve:

- Muhammed, ad ve Semûd kıssalarından parçalar anlatıyor, ben de size Kisraların hikâyelerini anlatacağım, derdi.

İnsanlar onun sözüne meylederler, Kur'ân dinlemeyi terkederlerdi.

(.......) hayır ve faydadan uzak her bir bâtıl şeydir. (.......) ise, aslı astan olmayan efsanelerin anlatıldığı sohbetler ve müziktir. İbni Mesud (radıyallahü anh) ve İbni Abbâs (radıyallahü anh) onun, müzik olduğuna dair yemin ediyorlardı.

Denildi ki:

“Müzik kalbi bozar, malı yok eder ve Rabbi kızdırır.” Rivâyete göre Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Musiki ile sesini yükselten hiçbir kimse yoktur ki, Allah, ona iki Şeytan göndermesin. Biri bir omuzuna, diğeri de diğer omuzuna çıkar. O kişi susuncaya kadar ayaklarıyla vurmaya (tepinmeye) devam ederler.” Mecmeu'z-Zevâid, 7/119

(.......) kelimesi, “Satın almak” sözünden türemiştir. Nadr'la ilgili rivâyette olduğu gibi. Ya da “küfrü, îmana karşı satın aldılar” Al-i İmran, 177 âyetinde olduğu gibi.

Yani, “Onu, ona değiştirdiler, onu, ona tercih ettiler.” demektir. Onlar, boş sözü hak söze tercih ediyorlardı.

(.......) kelimesinin (.......) kelimesine izafeti, açıklama içindir. Açıklama (.......) in manasını da içermektedir. Çünkü “lehv” , sözde de olur, başka şeyde de olur. Dolayısıyla onu “söz” kelimesiyle açıkladı.

“Söz” den maksat, hadiste geçtiği üzere “kötü sözdür.” Aynı Peygamberimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadis-i şerifinde geldiği üzere:

“Mescidde konuşmak, iyilikleri, hayvanın otu yediği gibi yer (bitirir).”

Yada “lehvin” , “söze” izafeti, teb'îz içindir. Sanki şöyle denilmiştir:

“İnsanlardan öyleleri var ki, bazı boş sözleri satın alırlar.”

Allah yolundan saptırmak için... “yani insanları, İslam'a girmekten ve Kur'ân dinlemekten saptırmak için demektir.

Mekke ekolü ve Ebû Amr'a göre (.......) kelimesi (.......) şeklindedir.

Yani, üzerinde bulunduğu sapıklıkta kalmak ve onu artırmak için, demektir.

“Herhangi bir ilmi delile dayanmadan... “yani, o vesileyle kendisine yüklenen günahı bilmeksizin, demektir. (.......) Ebû Bekir dışındaki Kufeîilere göre (.......) ye atfen mensûbtur. Merfû' kılanlar ise onu (.......) ye atfetmişlerdir.

(.......) Hamza'ya göre, (.......) nin ve (.......) (elif)’in sukûnuyladır. 4 Hafs'a göre (.......) nin ötresiyledir, (.......) sizdir. Diğerlerine göre ise (.......) ve (.......) in ötresiyledir.

“Onlar için, onları alçaltan bir azap vardır.” (.......) tekil için de çoğul içinde kullanılan kapalı bir kelimedir. Nadr ve benzerlerini içermektedir.

7

Ona âyetlerimiz okunduğu zaman, sanki bunları işitmemiş, sanki kulaklarında ağırlık varmış gibi büyüklük taslayarak yüz çevirir. Sen de ona acıklı bir azâbın müjdesini ver.

Ona âyetlerimiz okunduğunda, onları düşünmeksizin, kibirlenerek ve kendi nefsini Kur'ân dinlemekten üstün görerek yüz çevirdi.

“Sanki bunları işitmemiş... “yani onun, bu husustaki hâli, onu hiç işitmemiş kişinin haline benzemektedir.

(.......) kelimesi (.......) kelimesinden hâldir.

Aslı (.......) dur. zamîr; zamîri şandır. (.......) cümlesi,

(.......) dan hâldir. Nâfi'ye göre (.......) kavli(.......) şeklindedir.

8-9

Şüphesiz îman edip de sâlih amellerde bulunanlar için, içinde devamlı kalacakları ve nimetleri bol cennetler vardır. Bu, Allah'ın verdiği sözdür ve gerçektir. O, mutlak güç ve hikmet sâhibidir.

(.......) kelimesinden sonra durulmaz. Çünkü (.......) cümlesi, (.......) deki zamîrden hâldir.

(.......) ve (.......) kelimeleri, tekid edici iki masdardır. Birincisi kendi kendini tekid etmektedir. İkincisi ise, başkasını tekid etmektedir.

Zira (.......) cümlesi, Allah (celle celâlühü) onlara Naim cennetlerini vadetti” , manasınadır. Dolayısıyla vaad manasım, vaad kelimesiyle tekid etmiştir.

(.......) cümlesi ise, vaadin gerçek olduğuna delalet etmektedir. Dolayısıyla da bununla vaad etmişlerdir.

“O hiçbir şeyin, kendisine galip gelemeyeceği mutlak güçtür. “Dolayısıyla o, düşmanlarını rüsvay edici bir azapla alçaltır. Yine o, yaptığı işlerde hikmet sâhibidir. Bu sebeple de dostlarına, kalıcı olan nimeti verir.

10

O, gökleri görebildiğiniz bir direk olmaksızın yarattı. Sizi sarsmasın diye yere de ulu dağlar koydu. Ve orada her çeşit canlıyı yaydı. Biz gökyüzünden su indirip, orada her hoş nebattan çift çift bitirdik.

(.......) kelimesi (.......)(direk) kelimesinin çoğuludur. (.......) daki zamîr (.......) (gökler)’e gider. Bu, “direksiz olarak” sözüyle, onları, o gökleri, direksiz olarak gördüklerine dair şâhit tutmaktır. Arkadaşına “gördüğün gibi kılıçsız ve mızraksızım” dediğin gibi.

(.......) nin i'rabta mahalli yoktur. Çünkü o, başlarıgıç cümlesidir. Ya da o, mahallen mecrûrdur. (.......) kelimesinin sıfatıdır.

Yani, “görülen direkler olmaksızın” , demektir.

Yani o, onu görülmeyen direklerle dikti, demektir, o da onu kudretiyle tutmasıdır. Yere de sabit dağlar koydu.

“Orada her güzel çiftten bitirdik.”

Yani her sınıftan çifter çifter bitirdik.

11

İşte bunlar Allah'ın yarattıklarıdır. Şimdi sen, “Ondan başkasının ne yarattığını bana göster! (de)” Hayır (gösteremezler)! Zira zalimler açık sapıklık içindedirler.

(.......) mahrukatından zikredilenlere işarettir. Ondan başkasının, yani onların tannlarının ne yarattığını bana göster. Bu azametli şeylerin, Allah'u Teala’nın yarattığı şeylerden olduğunu söylemek suretiyle onları azarladı. “Sizin tanrılarınız ne yarattılar ki sizin katınızda ibâdeti hakettiler. Bana gösterin.”

“Bilâkis zalimler, açık bir sapıklık içindedirler.” Onları azarlamayı bırakıp ötesi olmayan bir sapıklıkta çıkmaza girdiklerini tescile girişti.

12

Andolsun ki biz Lokman'a: “Allah'a şükret” diyerek hikmet verdik. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden de bilsin ki Allah müstağnidir. Her türlü övgüye layıktır.

Lokman; Eyyüb (aleyhisselâm) ın kızkardeşinin oğlu Baura'nm oğludur. Ya da Eyyüb (aleyhisselâm)’in teyzesinin oğludur. Denildi ki:

“O Âzer'in oğullarındandı. Bin sene yaşadı. Dâvud (aleyhisselâm) a yetişti. Ondan ilim aldı. Dâvud (aleyhisselâm)’in gönderilişinden önce fetva veriyordu. Gönderildikten sonra fetva vermeyi bıraktı. Ona sorulduğunda şöyle dedi:

- Yeterli birinin yerime geçmesi hâlinde yetinmeyeyim mi?'

“O terziydi” denildi. “Marangozdu” denildi. “Çobandı” denildi. Hasılı başka şeylerde denildi.

İsrâ'il oğulları arasında kadılık yaptı. İkrime ve Şa'bi, onun peygamber olduğunu söylediler. Cumhûr'un görüşü ise, onun, hikmet ehli biri olduğu, peygamber olmadığı yönündedir. Denildi ki:

“O, peygamberlikle hikmet arasında muhayyer bırakıldıda o, hikmeti seçti.”

Hikmet: Sözde ve işte isabettir.

“O, bin peygambere öğrencilik yaptı, bin peygamber de ona öğrenci oldu.” denildi.

(.......) deki (.......) açıklayıcı (.......) dir. Mana;

Yani Allah'a (celle celâlühü) şükret.” şeklindedir. Çünkü hikmetin verilmesi, sözün manası içindedir. Allah'u Teala, hikmetin verilmesini, şükre teşvikle tefsîr etmek suretiyle, asıl hikmetin ve gerçek ilmin, o ikisiyle amel etmek, Allah'a (celle celâlühü) ibâdet etmek ve ona şükretmek olduğuna dikkat çekmiştir. Denildi ki:

“Kişi, sözünde, işinde, karşılıklı ilişkisinde ve sohbetinde hikmet ehli olmadıkça, hikmet ehli olamaz.” Sırrı Sakatı5 şöyle demiştir:

“Şükür, Allah'a, nimetiyle isyan etmemektir.”

Cüneyd şöyle demiştir:

“Şükür, nimetinde ona şirk koşmamandır.”

“O, şükürden acizliği ikrardır” denildi. Hasılı, kalbin şükrü ma'rifettir. Dilin şükrü hamdetmektedir. Azaların şükrü ibâdet etmektir. Hepsindeki acizliği görmek hepsinin kabulünün delilidir.

“Şükreden ancak kendisi için şürketmiş olur.” Çünkü onun menfaati kendisine döner. Netice de o daha fazlasını değildir. Nimeti inkâr eden de bilsin ki, Allah (celle celâlühü), şükredilmeye muhtaç değildir. Hiç kimse tarafından övülmediği takdir de bile, o, övülmeye layıktır.

13

Lokman, oğluna öğüt vererek: “Yavrucuğum! Allah'a ortak koşma! Şüphesiz şirk, büyük bir zulümdür” , demişti.

Hatırla, hani Lokman (aleyhisselâm) oğlu En'am'a ya da Eşkem'e öğüt vererek: “Oğulcuğum! Allah'a ortak koşma. Şüphesiz şirk büyük bir zulümdür. “demişti. Çünkü o, nimetin ancak kendisinden geldiği kişiyle, asla hiçbir nimete sahip olmayan kişiyi bir tutmaktır.

(.......) kelimesi, Mekke kırâat imâmlarına göre (.......) şeklinde (.......) nın sükunuyladır. Hafsa göre ise Kur'ân'ın her yerinde (.......) kelimesi,(.......) nmüstünüyledir.

14

Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye ettik. Çünkü anası, onu, nice sıkıntılarla taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için) önce bana, sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunduk. Dönüş ancak banadır.

Anası, onu, zorluk üzerine zorluk çekerek taşımıştır.

Yani, zayıflık üzerine zayıflık çekerek, demektir. Zayıfliği artarak ve katlarıarak, demektir. Sütten kesilmesi de iki yılın tamamındadır.

“Önce bana, sonra da ana-babasına şükretmesini tavsiye ettik.” demektir.

“Anası, onu, nice sıkıntılarla taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur.” sözü, açıklarıan ve açıklayan cümleler arasına girmiş mutarıza cümlesidir. Çünkü ana-babaya iyi davranılmasını tavsiye ettiğinde tek başına ananın büyük hakkını zikretmek için, onun çektiklerini, hamileliği esnasında karşılaştığı sıkıntıları ve uzun müddetten sonra çocuğun sütten kesilmesini zikretti. Rivâyete göre, İbni Uyeyne şöyle demiştir:

“Kim beş vakit namazı kılarsa Allah'a şükretmiş olur. Kim de beş vakit namazın sonunda ana-babasına dua ederse onlara şükretmiş olur.”

“Dönüş banadır. “

Yani, dönüşün banadır. Hesabında benim üzerimedir, demektir.

15

Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körünce) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itâat etme. Onlarla dünyadap iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonunda dönüşünüz ancak banadır. O zaman size, yapmış olduklarınızı haber veririm.

Onun bilinmesinin olumsuzlanmasıyla onun olumsuzluğunu kastetmiştir.

Yani, putları kasdederek, hiçbirşey olmayan şeyleri bana ortak koşma demektir. Şirk hususunda onlara itâat etme.

(.......) hilim, sabır, ihsan ve sıla-i rahîm ile güzel bir arkadaşlık yap, demektir.

“Bana yönelenlerin yoluna uy.”

Yani, dinindeki inanaların yoluna uy. Dünyada iken o ikisiyle güzel geçinme ile emredildiysen de, o hususta o ikisine uyma, demektir.

İbni Ata şöyle demiştir:

“Bunun manası: Bana hizmetin nurlarını üzerinde gördüğün kişiyle dost ol, şeklindedir.”

“Sonunda dönüşünüz ancak banadır.” Senin ve o ikisinin dönüşü ancak banadır, demektir. İşte o zaman size yaptıklarınızı haber veririm ve seni imanına göre mükafatlarıdırırım. Onları da inkarlarına göre cezâlarıdırırım. Bu, Lokman’ın (aleyhisselâm) vasiyyetindeki “şirkten nehyi” te'kid etmiştir.

Yani, andolsun ki biz, ona ana-babasım tavsiye ettik. Ona, son derece zorlasalar dahi çirkinliğinden dolayı şirk hsusunda o ikisine tabi olmamasını emrettik, demektir.

16

“Yavrucuğum! Yaptığın iş bir hardal tanesi ağırliğinca olsa bile ve bu, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yer(in derinliklerin) de bulunsa, yine de Allah onu (senin karşına) getirir. Şüphesiz Allah, çok lutûfkardır, herşeyden haberdardır.

(.......) Medine kırâat imâmlarına göre merfûdur. (.......) daki zamîr, kıssaya âittir. (.......) kelimesini (.......) kelimesine izafetinden dolayı müennes kılmıştır. “kan damarlarının başı tıkandığı gibi... “sözünde olduğu gibi.

(.......) tam fiildir, bu sebeple habere ihtiyacı yoktur. Diğerlerine göre ise (.......) kelimesi mensûbtur. (.......) deki zamîr kötülük ve iyiliğin en küçüğü içindir.

Yani, küçüklükte hardal tanesi gibi olsa bile, demektir. Ve bu, bu küçüklüğü ile birlikte bir kayanın içi gibi en gizli ve en korumalı bir yerde olsa, ya da yukarı alemlerde ya da onu aşağı alemlerde olsa Allah (celle celâlühü), kıyamet gününde onu getirir. Ve onunla onu işleyeni hesaba çeker. Çoğunluk, onun, yeryüzünün üzerinde olduğu şey kanaatindedir. O da, kafirlerin amellerinin, içine yazıldığı siccîndir. O siccın, yeryüzüne âit değildir. Şüphesiz Allah (celle celâlühü), her gizli şeye, ilminin, ulaşmasıyla latiftir. Her gizli şeyin künhünü bilir. Ya da mana:

“O (celle celâlühü), onları, açığa çıkarmak suretiyle lutûfkardır, bulundukları yeri bilir.” , şeklindedir.

17

Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Şüphesiz bunlar, azmedilmeye değer işlerdir.

İyilikle emrettiğin ve kötülükten menettiğin vakit Allah'u Teala’nın zâtı uğrunda başına gelenlere sabret. Ya da başına gelen zorluklara sabret, çünkü onlar mükafatlara sebep olurlar, demektir. Şüphesiz bu sana tavsiye ettiğim, Allah'ın (celle celâlühü) emrettiği işlerdendir.

Yani, bunu, kesin bir emirle emretmiş, demektir. Bu, mef'ûlun, masdar şeklinde isimlendirilmesindendir. Aslı (.......) şeklindedir.

Yani “kesinleştirdiği ve emrettiği işlerdendir” demektir. Bu, bu taatların, diğer ümmetlerde de emredilmiş olduğuna dair delildir.

18

Küçümseyerek insanlardan yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenmiş övünen kimseleri sevmez.

Onlardan, büyüklenerek yüz çevirme. Ebû Amr, Nafı ve Ebû Ali'ye göre (.......) kelimesi (.......) şeklindedir. Bu da (.......) manasındadır.

(.......) deveye isabet eden bir hastalıktır ki, deve de bu sebeple boynunu eğik tutar. Mana şudur: “İnsanlara tevazu ile, yüzünle yönet Onlara, kibir sahiplerinin yaptığı gibi yüzünün yanım dönme.”

“Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. “

Yani, kibirli bir şekilde yürüme, demektir. Ya da masdarı hâl makamında getirmiştir. O zaman mana, kibirli olarak yürüme, şeklinde olur. Ya da mana, kibir ve taşkınlık için yürüme, şeklindedir.

Allah, kendini beğenmiş övünen kimseleri sevmez.” yani kibirlenen ve uzun uzun hayat hikâyeleri anlatanları sevmez, demektir.

19

Yürüyüşünde tabii ol. Sesini alçalt. Unutma ki seslerin en çirkini (avaz avaz bağıran) merkeplerin sesidir.

(.......) uzatma ve kısaltma arası orta yoldur.

Yani, yürüyüşünde mutedil ol. Ta ki yürüsün, iki yürüyüşün ortası olsun. Ne ölü adımlarla yürü, ne de ahlâksızların zıplayışı gibi zıplayarak yürü. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Hızlı yürüyüş, mü'minin vakarım götürür.” 6 buyurmuştur. Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) hakkında da Hazret-i Âişe (radıyallahü anh) şöyle buyurmuştur:

“Yürüdüğünde süratli yürürdü.” Bununla, ölü yürüyüşünden fazla olan sürati kastetmiştir.

İbni Mesud (radıyallahü anh) dan şöyle rivâyet edilmiştir:

“Onlar, Yahûdîlerin çabukluğundan ve Hıristiyanların yavaşliğindan menediliyorlar. Ve sadece bu ikisi arası bir yürüyüşle emr olunuyorlardı.”

Denildi ki:

“Bunun manası, mütevazi bir şekilde ayak uçlarına bas, demektir.”

“Sesini azalt. “

Yani sesini kıs. Zira seslerin en çirkini, yani en kabası eşeklerin sesidir. Çünkü cehennem halkının sesi gibi, onun, Öncesi inilti, sonu da solumadır. Süfyan-ı Sevri'den şöyle rivâyet edilmiştir:

“Eşek hariç herşeyin bağırması teşbihtir. Çünkü o, şeytanı gördüğü için bağırır.”

İşte bu sebepten Allah (celle celâlühü), onu, çirkin olarak adlarıdırmıştır.

Seslerim yükseltenlerin, eşeklere ve onların seslerinin de eşek sesine benzetilmesinde, seslerin yükseltilmesinin son derece çirkin bir iş olduğuna dair tenbih vardır. Bunu, “Nebi (aleyhisselâm) kişinin alçak sesli olmasından hoşlanır, yüksek sesli olmasını da çirkin görürdü.'“şeklindeki rivâyet te'kid etmektedir.

Eşeklerin sesini tekil getirdi. Çoğul getirmedi. Çünkü bu cinsin herbir ferdinin'sesini zikretmek istemedi ki, bu kelime çoğul kılmsın. Bilâkis burada kastedilen; her cins hayvanın bir sesi vardır ve bu seslerin en çirkini de bu cinsin (eşeğin) sesidir. Dolayısıyla onun (ses kelimesinin) tekil getirilmesi gerekti.

20

Allah'ın, göklerde ve yerdeki (nice varlık ve imkanları) sizin emrinize verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmediniz mi? Yine de insanlar içinde ne bilgisi, ne rehberi ve ne de aydınlatıcı bir kitabı yokken Allah hakkında tartışan kimseler vardır.

Allah'ın (celle celâlühü) göklerdeki şeyleri, yani güneşi, ayı, yıldızları, bulutları vesair şeyleri ve yerdeki şeyleri, yani, denizleri, nehirleri, madenleri, hayvanları ve sair şeyleri sizin emrinize verdiğini ve size, nimetlerini açık ve gizli olarak tamamladığını görmediğiniz mi?

Medine kırâat imâmları, Ebû Amr, Sehl ve Hafs'a göre (.......) şeklindedir, diğerlerine göre ise (.......) şeklindedir.

Nimet; kendisiyle ihsan kastedilen her faydalı şeydir. Zahir, gözle görünendir. Batın ise; ancak delille bilinebilen şeydir. Şöyle de denildi:

“Zahir, göz, kulak, dil ve diğer görünen organlardır. Baün ise, kalp, akil, anlayış ve benzerleridir.”

Mûsa (aleyhisselâm)’in duasında şöyle dediği rivâyet edildi:

'ilahi, bana, kullarına olan en gizli nimetini göster.” Bu dua üzerine Allah (celle celâlühü), O'na (aleyhisselâm):

“Onlara olan en gizli nimetim, nefestir.” buyurdu.

Denildi ki:

“Bu, şerî'atlerin hafifletilmesi, sebeplerin artırılması, güzel ahlâk, ihsanlara nail olma, belâların defi, mahlûkatın kabulü ve Rabbin rızasıdır.”

İbni Abbâs şöyle demiştir:

“Zahire; Allah'ın senin yaratılışında düzenlediği (organlar)dır. Batine ise; ayıplarından gizledikleridir.”

“İnsanlar içinde, ne bilgisi, ne rehberi ve ne de aydınlatıcı bir kitabı yokken Allah hakkında tartışan kimseler vardır.” âyeti, Hac Sûresi'nde geçtiği üzere Nadir b. Haris hakkında nâzil olmuştur.

21

Onlara: “Allah'ın indirdiğine uyun” dendiğinde, “Hayır, biz, babalarınıızı, üzerinde bulduğumuz yola uyarız” derler. Ya şeytan, onları, alevli ateşin azâbına çağırıyor idiyse?

Manası; onları azâba şeytan çağırsa da mı ona tabi olacaklar.

Yani, şeytanın, onları, azâba çağırması hâlinde de mi onlara tabi olacaklar, demektir.

22

O'nu görüyormuşçasına ve iyi davranışlar içinde kendini Allah'a veren kimse, gerçekten en sağlam kulpa yapışmıştır. Sonunda bütün işler Allah'ın huzuruna varıp dönecektir.

(.......) kelimesi burada (.......) harfi cer ile (.......) âyetinde ise (.......) ile müteaddi kılındı. (.......) ile olduğunda manası, “yüzünü yani zâtını ve nefsini Allah'a döndüren, yani sadece O'na yönelen “demektir. (.......) ile olduğunda ise, “birine malın teslim anında ki ilişkisi gibi, nefsin, O'na, teslim edilişi” , demektir. Kastedilen O'na tevekkül ve O'na havaledir. Kim işlediği hususlarda iyi biri olduğu hâlde kendini Allah'a (celle celâlühü) verirse gerçekten en sağlam kulpa yapışmış asılmıştır.

Urve (kulp): Herhangi bir şeyin kendisiyle asıldığı şeydir. (.......) kelimesinin müennesidir. Tevekkül edenin hâlini, yardan sarkmak ve kopmayacağından emin olunan sağlam bir ip gibi en sağlam bir kulpa tutunmak suretiyle, nefsini korumak isteyenin haline benzetti. Bütün işlerin sonu Allah'adır (celle celâlühü).

Yani onlar, O'na dönecektir. O (celle celâlühü) da, onlara göre karşılık verecektir, demektir.

23

(Rasûlüm!) inkâr edenin inkârı seni üzmesin. Onların dönüşü ancak bizedir. İşte o zaman, yaptıklarını kendilerine haber veririz. Allah kalplerde olanı şüphesiz çok iyi bilir.

İnkâr eden ve nefsini Allah'a (celle celâlühü) döndürmeyen kişinin küfrü, seni üzmesin..

(.......) dendir. Nafı'ye göre (.......) şeklindedir. (.......) dendir.

Yani inkâr edenin inkan seni üzmesin, demektir. Onların dönüşü ancak bizedir. İşte o zaman yaptıklarını kendilerine haber veririz ve onları amellerine göre cezâlandınnz. Şüphesiz ki Allah (celle celâlühü), kullarının kalplerinde olanı bilir ve onlara, ona göre muamele eder.

24

Onlara biraz faydalarıdırırız, sonra kendilerini ağır bir azâba sürükleriz.

Onları dünyalannda az bir zaman faydalandınnz. Sonra da onları, şiddetli bir azâba sokanz; Onlara, azâbın gerekli olması ve onlara, taşıyamayacaktan güçlüklerin yüklenmesi, bir şeye mecbur kalanın durumuna benzetilmiştir.'Galiz'kelimesi, kuvvetli maddelerden kinayedir. Maksat; azap edilen kişi üzerine uygularıan şiddet ve ağırlıktır.

25

Andolsun ki, onlara: “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, mutlaka “Allah” derler. De ki: “Öyleyse övgü de yalnız Allah'a mahsustur.” Ama onların çoğu bilmezler.

“De ki (Öyleyse) övgü de yalnız Allah'a mahsustur. “sözü, onların, “Göklerin ve yerin yaratıcısı tek başına Allah'tır. “ikrarına karşı onları mat etmekte ve hamd ve şükrün ancak O'na mahsus olduğunu ve O'nunla birlikte O'ndan başkasına ibâdet edilmemesini gerekli kılmaktadır. Sonra da, “Ama onların çoğu bilmezler.” demektir.

26

Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi Allah'ındır. Bilinmeli ki Allah, asıl müstağni ve övülmeye layık olandır.

Şüphesiz ki Allah (celle celâlühü), hamdedenlerin hamdine muhtaç değildir. Hamd etmeseler de hamde müstehak O'dur (celle celâlühü). Müşrikler:

“Bu (vahiy) bitecek bir sözdür. “dediler de Allah (celle celâlühü), sözünün bitmez olduğunu şu sözüyle bildirdi.

27

Şayet yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de mürekkep olsa ve hatta buna yedi deniz daha eklense, yine Allah'ın sözleri yazmakla tükenmez. Şüphe yok ki Allah mutlak galip ve hikmet sâhibidir.

Ebû Amr ve Ebû yakub'a göre (.......) kelimesi (.......) nin ismi (.......) üzerine atfen mensûbtur. Merfû' hâlinde ise (.......) ve mamulünün mahalli üzerine atıftır.

Yani, ağaçların kalem olması, denizin de mürekkep olması sabit olsa ve buna yedi deniz de eklense, demektir. Ya da (.......) kelimesi mübteda olarak merfûdur. (.......) hâl içinde. O zamanda mana, denizler mürekkep olduğu hâlde ağaçlar da kalem olsa şeklindedir.

(.......) kavli (.......) şeklinde de okunmuştur. Sözün muktezası, “ağaçlar kalem ve denizler mürekkep olsa...” şeklinde söylenmesiydi. Fakat (.......) sözü “mürekkep” kelimesinin zikredilmesine ihtiyaç bırakmadı. Çünkü o, senin “mürekkebi artırdı ve mürekkep verdi” sözündeki gibidir.

Bu ifade en büyük denizi hokka menzilesine koydu. Yedi denizi de mürekkep dolu kıldı. Öyle ki, o (denizler) orada mürekkebini ebedî olarak kesintisizce döküyor. Mana şudur:

“Yeryüzünün ağaçları kalem olsa, deniz de yedi deniz ilavesiyle mürekkep olsa ve bu kalemlerle ve bu mürekkeple Allah'ın (celle celâlühü) kelimeleri yazılsa, kalemler ve mürekkep biter O'nun kelimeleri bitmez.”

Bu, O'nun (celle celâlühü) şu âyeti gibidir:

“De ki, şayet deniz, Rabbimin kelimeleri için mürekkep olsa, Rabbimin kelimeleri bitmeden deniz biter.” Kehf, 109.

Eğer:

- (.......) sözünün ref hâlinin iki yönünden birinde hâl olduğunu söylüyorsun, halbuki onda hâl sâhibine dönen bir zamîr yok.” dersen; Derim ki:

- “Bu senin (.......) Ordu seçildiği hâlde geldim.'sökünde olduğu gibidir. Hükmü, zarfların hükmü gibi olan buna benzer nice haller vardır.”

“Ağaç” keümesini, tekil olarak zikretti. Çünkü burada “ağaç” cinsinin tafsili ve ağaç cinsinden hiçbirşey kalmamacasına tek tek ele alınması ve herbirinin kalem olarak yontulması murad edilmiştir. Azın çoğulu olduğu hâlde (.......) kelimesi, çoğun çoğulu olan (.......) kelimesi üzerine tercih edilmiştir. Çünkü onun manası, denizlerin yazmasıyla azın çoğulu olan kelimeler bile bitmiyorsa ya çoğun çoğulu olan kelimeler nasıl bitecek? Şüphe yok ki Allah(celle celâlühü), hiçbirşey âciz bırakamaz. O'nun ilminden ve hikmetinden hiçbirşey dışarı çıkamaz. Dolayısıyla da O'nun kelimeleri ve hikmetleri bitip tükenmez.

28

Sizin yaratılmanız ve diriltilmeniz, ancak tek bir kişinin (yaratılması ve diriltilmesi) gibidir. Unutulmasın ki Allah, işiten ve görendir.

Sizin yaratılmanız ve diriltilmeniz, ancak tek bir kişiyi yaratmak ve tek bir kişiyi diriltmek gibidir. Tek bir kişiyi diriltmek sözü, tek kişiyi yaratmak sözüyle bilindiği için hazfedilmiştir.

Yani, O'nun (celle celâlühü) kudretinde az ile çok birdir, O'nu hiçbir iş diğer işten alıkoymaz. Şüphesiz ki Allah (celle celâlühü) müşriklerin: “Diriliş yoktur. “şeklindeki sözünü işiten ve yaptıklarını görendir. Dolayısıyla da onları, ona göre cezâlarıdıracaktır.

29

Bilmez misin ki Allah, geceyi gündüze ve gündüzü geceye katınakta, her biri belli bir vadeye doğru akıp giden güneşi ve ayı buyruğu altında tutmaktadır. Ve Allah, yaptıklarınızdan tamamen haberdardır.

Görmez misin ki Allah (celle celâlühü), gece geldiğinde gecenin karanlığım, gündüzün ışığına sokuyor, gündüzü de geceye sokuyor. Güneş ve ayı, kulların menfaatine Mûsahhar kılmıştır. Güneş ve aydan her biri, kıyamet gününe kadar ya da güneş, sene sonuna kadar olan belli vaktine kadar, ya da ay sonuna kadar yörüngesinde yüzer ve onu kateder. Şüphesiz ki Allah (celle celâlühü), yaptıklarınızdan haberdardır.

Ayaş'a göre (.......) kelimesi (.......) ile (.......) şeklindedir.

Aynı şekilde bu, gecenin ve gündüzün birbirini takip ettiğini, her ikisinin uzayıp kısaldığını ve güneş ve ayın belli bir takdir ve hesaba göre yörüngelerinde yürüdüğünü bildiğine ve kudretinin büyüklüğü ve hikmetinin kemâliyle mahlûkatın bütün amellerini ilmiyle ihata ettiğine delâlet etmektedir.

30

Bu böyledir. Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir. Ondan başka taptıkları ise hiç şüphesiz batıldır. Gerçekten Allah, çok yüce, çok uludur.

Ebubekir'in dışındaki Iraklılara göre (.......) fiili (.......) iledir. Allah'ın (celle celâlühü), kendisini vasfettiği bu vasıf, O'nun (celle celâlühü), kudretinin acaibliklerinden ve hikmetinin üstünlüklerindendir. Kudret sâhibi, bilgili diriler bile bundan âciz kalmışken, Allah'tan (celle celâlühü) başka taptıkları cansızlar, nasıl âciz kalmasın? Bu, O'nun (celle celâlühü), ilahliği sabit, Hak olması sebebiyle ve O'ndan başkasının tanrıliğinın da bâtıl olması sebebiyledir. Şüphesiz ki O, şanı yüce ve saltanatı büyük olandır.

31

Gemilerin denizde Allah'ın lütfuyla yüzdüğünü görmedin mi? bu, size varlığının delillerini göstermek içindir. Şüphesiz ki bunda, çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.

(.......) kelimesi (.......) şeklinde de okunmuştur. Her (.......) veznindeki kelimeleri (.......) şeklinde okumak câiz olduğu gibi, her (.......) vezninde de (.......) okumak câizdir.

Allah'ın lütfuyla... “yani, ihsanı ve rahmetiyle, ya da rüzgarla, demektir. Çünkü rüzgar da Allah'ın (celle celâlühü) nimetlerindendir. Bu, ona bindiğinde size denizdeki kudretinin üstünlüklerini göstermek içindir. Şüphesiz ki bunda belâlarına karşı çok sabreden ve nimetleri için çok şükreden herkes için ibretler vardır. Sabır ve şükür, mü'minin iki sıfatıdır. Îman, iki kısımdır. Biri, şükür, diğeri sabırdır. Sanki şöyle demiştir: “Şüphesiz ki bunda her mü'min için ibretler vardır.”

32

Dağlar gibi dalgalar onları kuşattığı zaman, dini, tamamen Allah'a has kılarak (ihlasla) O'na yalvarırlar. Allah onları karaya çıkararak kurtardığı vakit, içlerinden bir kısmı orta yolu tutar. Zaten bizim âyetlerimizi, ancak nankör gaddarlar (bilerek) inkâr eder.

“Onları” yani kâfirleri kuşattığı zaman, demektir. Dalga yükselir ve dağlar misali geri döner. (.......) dağ, bulut ve sair seni gölgelendiren herşeye denir.

“Onlardan bir kısmı orta yolu tutar. “yani, îman ve ihlasları üzere devam ederler. Küfre geri dönmezler, demektir. Ya da denizde, korktukları anda kendilerinde meydana gelen ihlas, hiç kimsede de kalmaz. Orta yolu tutan da çok nadirdir.

Hile ve entrika ile ihanet eden gaddar” demektir.

(.......) İhanetin en çirkinidir. Âyetlerimizin hakikatini ancak Rabbini inkâr eden gaddarlar inkâr eder.

33

Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Ne bababın evladı, ne evladın babası için bir şey ödeyemeyeceği günden çekinin. Bilin ki Allah'ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. Şeytan, Allah'ın affına güvendirerek sizi kandırmasın.

Ne baba ne de evlat diğeri adına hiçbirşey ödeyemez. Mana; “o günde ödeyemez” , şeklindedir ki bu, hazfedilmiştir.

“Ne de evladın babası için bir şey ödeyemeyeceği...” sözü te'kit yoluyla gelmiştir. Üzerine atfedildiği cümle gibi gelmemiştir. Çünkü isim cümlesi fiil cümlesinden daha çok te'kid edicidir. Ayrıca buna “o” ve “evlat” kelimeleri de eklenmiştir. Bundaki sebep ise, hitabın mü'minlere yönelik olması ve onların babalarının küfür üzere ölmüş olmasıdır. Bu sebeple, bununla, onların babalarına, âhirette şefâat etmek suretiyle fayda verme arzuları kesilmek istenmiştir. Te'kidin manası; “evlat” sözüdür. Eğer onlardan biri, kendisinden peydahlandığı ilk babasına bile şefâat etse, onun şefâati kabul edilmeyecektir. Nerde kaldı dedeleri?

“Veled” sözü, çocuk ve torun için kullanılır, ama “mevlud” kelimesi böyle değildir. O, senden doğan için kullanılır. Keşşafta da böyledir. Şüphesiz ki Allah'ın (celle celâlühü), diriliş, hesap ve cezâ ile ilgili vadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi zinetiyle aldatmasın. Çünkü onun nimeti düşük, lezzeti de geçicidir. Şeytan ya da dünya ya da emel, sizi, Allah'ın (celle celâlühü) affına güvendirerek kandırmasın.

34

Kıyamet vakti hakkında bilgi, ancak Allah'ın karındadır. Yağmuru O yağdırır. Rahîmlerde olanı da bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Yine hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Şüphesiz ki Allah, her şeyi bilendir, herşeyden haberdardır.

Kıyametin kopuş vakti ile ilgili bilgi ancak Allah (celle celâlühü) katındadır.

(.......) Şam ve Medine kırâat imâmları ile Âsım'a göre şeddelidir ve fiil olan zarfın gerektirdiği şey üzerine atıftır. Takdiri şöyledir:

“Kıyamet hakkında ki bilgi Allah (celle celâlühü) katında sabittir ve yağmuru zamanında, önce ve sonraya almaksızın o yağdırır. Rahîmlerde olanın erkek mi dişi mi, kusursuz mu, tam mı ya da sakat mı olduğunu O bilir. İyi ya da kötü hiç kimse, yarın, hayır ya da şer yönünden ne kazanacağını bilmez. Niceleri hayır işlemeye azmederler de şer işlerler. Şer işlemeye azmederler de hayır işlerler. Yine hiç kimse nerede öleceğini bilmez. Niceleri var ki, bir yere yerleşmiş, herşeyini oraya bağlamış, sonra da buradan ayrılmam demiştir. Ancak kaderin cilvesi, onu aklına bile gelmeyen bir yere atar da orada ölür.”

Rivâyet edildiğine göre, Azrail (aleyhisselâm), Süleyman (aleyhisselâm)’in yanına geldi, onun yanında oturanlardan birine bakmaya başladı. Adam:

- Bu kimdir? dedi. Süleyman (aleyhisselâm) ona:

- “Ölüm meleği” diye cevap verdi. Adam:

- Sanki o, beni istiyor, dedi ve Süleyman (aleyhisselâm) dan kendisini rüzgar vasıtasıyla Hindistan'a göndermesini istedi. Süleyman (aleyhisselâm) da bunu yaptı. Bundan sonra ölüm meleği, Süleyman (aleyhisselâm) a:

- “Ona devamlı bakmamın sebebi şaşkınliğimdandı. Çünkü ben onun ruhunu Hindistan'da almakla emrolunmuştum. Halbuki o senin yanındaydı.” dedi.

İlmi, Allah'a (celle celâlühü), dirayeti de kullara âit kıldı. Çünkü dirayette aldatma ve hile manası vardır. Mana şudur:

“Bunlar, onlara mahsus hileler işletüse bile bilinemez. İnsan için çalışmasından ve akıbetinden özel hiçbir şey olamaz. Onları bilebilmeye herhangi bir yol bulamıyorsa, onlardan başkasına yol bulması daha da uzak olacaktır.

Yağmur vaktim ve ölümü haber veren müneccime gelince, o, tecrübe ve mütalaa ile inceleme neticesinde bunu söylüyor delil ile bilinen şeyler gayb olmazlar. Ancak zan şeklindedirler. Ve zan da ilmin dışındadır.”

Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) den rivâyet edildiğine göre o (sallallahü aleyhi ve sellem):

“Gaybın anahtarları beştir.” Buhârî, 4697; Ahmed b. Hanbel, 2/24. demiş ve sonra da bu âyeti okumuştur.

Rivâyet edildiğine göre İbni Abbâs (radıyallahü anh) şöyle demiştir:

“Kim bu beş şeyi bildiğim iddia ederse yalan söylemiştir.”

Halîfe Mansûr, rüyasında ölüm meleğini gördü ve ona ne kadar yaşayacağını sordu. O da ona beş parmağıyla işaret etti. Tabirciler bunu beş sene beş ay ve beş gün olarak tabir ettiler. Ebû Hanîfe ise:

- “O, bu ayete işarettir.” dedi. Çünkü bu beş ilmi Allah'tan (celle celâlühü) başka kimse bilmez.

Zühri (rahmetüllahi aleyh) den şöyle rivâyet edilmiştir:

“Lokman sûresini çok çok okuyun. Çünkü onda hayrette bırakan şeyler vardır.”

Allah (celle celâlühü), en iyi bilendir.

0 ﴿