SECDE SÛRESİBu sûre Mekke'de nâzil olmuştur, 30 âyettir. 1Elif. Lâm. Mîm. 2Kitabın, âlemlerin Rabbi tarafından indirilmesinde asla şüphe yoktur. (.......) suresinin ismi olmak üzere mübtedadır. Haberi ise “kitabın indirilmesi” dir. Eğer onu (.......) dikkat çekmek için söylenmiş bir söz kılarsan, o zaman (.......) kelimesi, hazfedilmiş bir mübtedanın haberi olmak üzere merfû' olur. Ya da o (.......) mübtedadır. Haberi ise “onda hiçbir şüphe yoktur” cümlesidir. Ya da mübteda olarak mermdur, haberi de “Alemlerin rabbi tarafındandır” cümlesidir. O zaman (.......) cümlesi, cümle-i mu'tarıza olur ki onun da irapda mahalli yoktur. (.......) deki zamîr, cümlenin manasına gider. Sanki şöyle denilmiştir: “Bunda, yani onun alemlerin Rabbi tarafından indirilmiş olmasında hiçbir şüphe yoktur. Çünkü o insanığı âciz bırakmıştır. Ve onun misli şüpheden en uzak şeydir.” Daha sonra bunu bıraktı ve şu söze döndü. 3“Onu uydurdu” mu diyorlar? Bilâkis o senden önce kendilerine hiçbir uyarıcı gelmemiş bir kavmi uyarman için Rabbinden gönderilen hak (kitaptır). Umulur ki doğru yolu bulurlar. “Yoksa onu uydurdu mu diyorlar? “ Yani “Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) onu uydurdu mu diyorlar” , demektir. Çünkü (.......) ve (.......), “Bilâkis ““mı, mi” manasına olan ve bir önceki sözü kesen bir kelimedir. Mana şudur: Onların sözünü inkâr için ve onların ediplerinin, onun üç âyetinin bir benzerini bile ortaya koymaktan âciz kaldığı durum ortaya çıktığından, onların, bu durumlarına şaşkınlık ifadesi obun diye “onu uydurdu mu diyorlar?” Daha sonra “Bilâkis o, Rabbinden gönderilen hak (kitap)tır” sözüyle, onun hak olduğunu ve onların inatla ve cehaletle dedikleri gibi, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’in, onu uydurmadığım beyan ederek inkârdan ispata yöneldi. “Senden önce kendilerine hiçbir uyarıcının gelmediği kavim...” Araplardır. (.......) deki (.......) olumsuzluk içindir. Cümle (.......) kelimesinin sıfatıdır. “Umulur ki doğru yolu bulurlar.” sözündeki ümid, Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) tarafındandır. (.......) — “Umulur ki o öğüt alır.” Taha, 44 ümidinin Mûsa ve Harun (aleyhisselâm) tarafından olduğu gibi. 4Gökleri, yeri ve bunların arasındakiler! altı günde (devirde) yaratan, sonra arşa istiva eden Allah'tır. Ondan başka ne bir dost ne de bir şefâatçiniz vardır. Artık düşünüp öğüt almaz mısınız? “Arşa istiva eden... -yani onu yaratmasıyla hükmü altına alan. Rızasına ters düştüğünüzde kendiniz için - Ondan başka ne bir dost ne de bir şefâatçiniz vardır. -Allah'tan (celle celâlühü) başka hiçbir dost yani size yardım edecek hiçbir yardımcı ve size şefâat edecek hiçbir şefâatçi bulamazsın.- Artık düşünüp, -Allah'ın öğütleriyle- öğüt almaz mısınız? “ 5(Allah) gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir. Sonra (bütün bu işler) sizin saydığınız hesap ile bin yıl tutan bir günde O'nun nezdine çıkar. Dünya işini, kıyamet kopuncaya kadar gökten yere kadar düzenler, sonra bütün bu işler, onlarda hükmetmesi için O'na döner. “Binyıl tutan gün...” kıyamet günüdür. “Sizin saydığınız” dm maksat, dünya günleridir. “O'nun nezdine “sözüyle, yön ispatı hususunda müşebbihe'ye kâtilma. Çünkü bunun manası; râzı olduğu ya da emrettiği yere demektir. Nitekim şu âyetlerde de cihet (yön) tesbit etme. “Şüphesiz ki benRabbimegidiciyim” Saffât, 99., “Şüphesiz ki ben Rabbime hicret ediyorum” Ankebut, 26. ve “Kim evinden Allah'a hicret ederek çıkarsa...” Nisa, 100. 6İşte, görülmeyeni de görüleni de bilen, mutlak galip ve merhamet sâhibi O'dur. Yani O, önceden de geçtiği üzere mahlûkatın gördüğü ve göremediği şeyleri bilir. O işinde galiptir, son derece lutufkardır ve son derece kolaylaştırıcıdır. Denildi ki: “Burada durulmaz çünkü (.......) O'nun sıfatıdır.” 7O (Allah) ki, yarattığı herşeyi güzel yapmış ve ilk başta insanı çamurdan yaratmıştır. Onu güzel yapmıştır. Çünkü herşey hikmetin gerektiği şekilde tertip olunmuştur. (.......) Kufi, Nafî ve Sehl'in görüşüdür. Yani yarattığı herşeyi güzel yaratmıştır. Diğerlerine göre ise (.......) şeklindedir. Yani, herşeyin yaratılışını güzel yapmıştır, demektir. İnsandan maksat, Âdem (aleyhisselâm) dır. 8Sonra onun zürriyetini nutfeden, hakîr bir sudan yapmıştır. “Su” dan maksat, menidir. “su” kelimesi “nutfe” kelimesinden bedeldir. (.......) kelimesi “âdi, önemsiz, zayıf” , demektir. 9Sonra onu şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üflemiştir. Ve sizin için kulak(lar), gözler, kalpler yaratmıştır. Ne kadar az şükrediyorsunuz. Sonra onu düzgün bir şekilde düzenledi. “İnsanı en güzel şekilde yaratttk” Tîn, 4. âyetinde olduğu gibi. “Üfledi” girdirdi demektir. “Ruhundan” sözündeki izafet ihtisas içindir. Sanki şöyle demiştir: “Kendine ve kendi ilmine mahsus kıldığı şeyden ona üfürdü.” İşitmeniz, görmeniz ve düşünmeniz için sizde- “kulak(lar), gözler ve kalpler yaratmıştır.” 10“Toprağın içinde kaybolduğumuz zaman, gerçekten (o vakit) biz mi yeniden yaratılacağız?” derler. Şüphesiz onlar, Rablerine kavuşmayı inkâr etmektedirler. Bunu diyen Ubey b. Haleftir. Onun sözüne rıza gösterdikleri için hepsine isnad edilmiştir. Toprak olduğumuzda ve yeryüzünün toprağına karışıp gittiğimizde mi? Suyun, sütün içinde kaybolduğu gibi ondan ayrılmadığımız da mı? Ya da defnedebilmek suretiyle yeryüzünde kaybolup gittiğimizde mi? demektir. (.......) yı Ali (.......) ın esresiyle (.......) şeklinde okumuştur. (.......) ve (.......) denir. Her iki şekilde de gelmektedir. (.......) daki zarf, (.......) cümlesi, içerdiği fiile (.......) ye mensuptur. “Yeniden yaratılış “bizim tekrardan diriltilişimizdir. Onların, yeniden dirilişi inkâr ettiklerini zikrettikten sonra bundan daha açık olana yöneldi. O da, onların sadece dirilişi değil, Ölümden sonraki bütün şeyleri inkâr ettikleridir. 11De ki: “Size vekil kılınan ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.” Ruhlarınızı almakla görevlendinlen ölüm meleği sizin canınızı alacak. Sonra da hesap ve cezâ için diriltileceksiniz. İşte Allah (celle celâlühü) ile karşılaşmanın manası budur. (.......): nefsi yani ruhu kabzetmektir. Yani o, hepinizin ruhlarını kabzeder. Bu, noksansız bir şekilde tam olarak aldığında söylediğin “Hakkımı falarıdan aldım. “sözündeki gibidir. Mücahid şöyle demiştir: “Yeryüzü ölüm meleği için durulmuştur. Onun için tabak gibi kılınmıştır. Oradan dilediği gibi alır.” Denildi ki: “Ölüm meleği ruhları çağırır. Onlar da ona icabet ederler, sonra o yardımcılarına onları kabzetmelerini emreder.” Aslında bütün bunları emreden Allah'u Teala'dır. Mahrukatın fiillerini yaratan O'dur. Bu sebeple bu âyet, “Elçilerimiz onun canını alırlar.” En'am,61. âyeti ve “Allah, ölümü esnasında canları alır.” Zümer, 42. âyeti çoğula nisbet edilmiştir. 12O günahkarların, Rablerinin huzurunda başları öne eğik hâlde “Rabbimiz! Gördük, duyduk. Şimdi bizi (dünyaya) geri döndür de iyi işler yapalım. Artık kesin olarak inandık.” diyecekleri zamanı bir görsen. Hitap Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’e ya da herkesedir. (.......) imtinaiyyedir. Cevabı hazfedilmiştir. Yani “büyük bir iş görecektin demektir. Günahkarlar, “Biz yeryüzü toprağında kaybolup gittiğimizde mi? “diyenlerdir. (.......) ve (.......) kelimeleri geçmiş zaman içindir. Ancak bu şekli de câizdir. Çünkü Allah'tan (celle celâlühü) olması beklenen iş, olmuş mesabesindedir. Burada “Onun ihtiva ettiği şeyi göreceksin.” cümlesi takdir olunmaz. Sanki “Eğer senin görüşün olsaydı...” denilmiştir. (.......) onun zarfıdır. “Rabbleri huzurunda..., -yani Rablerinin hesaba çekmesi esnasında- başları, -zillet, utanç ve pişmanlıktan dolayı- öne eğik hâldedir.” Hazif hakkı için burada durulur. Çünkü onun takdiri “derler” şeklindedir. “Rabbimizl -Va'dinin ve tehdinin doğruluğunu- gördük. -Peygamberimizin doğruluğunu senden- işittik,...” ya da “Biz körler ve sağırlar idik de şimdi gördük ve işittik.” , demektir. “Bizi -dünyaya- geri döndür de iyi işler yapalım -îman edip taat işleyelim - Artık -bir, dirilişe ve hesaba- kesin olarak inandık.” 13Biz dilesek, elbette herkese hidâyet verirdik. Fakat “cehennemi cinlerden ve insanlardan bir kısmıyla dolduracağım” diye benden kesin söz çıkmıştır. “Biz dilesek elbette herkese -dünyada- hidâyet verirdik “ Yani dikseydik katımızda ki lütuftan -ki bunu isteselerdi- herkese verirdik, onlar da hidâyete ererdi. Lakin, onların, lütfü tercih edip seçeceklerini bildiğimiz için bu lutfo onlara vermedik. Bu, Mu'tezile'ye karşı delildir. Çünkü onlara göre Allah (celle celâlühü) her nefse kendisiyle hidâyet olacakları şeyi vermeyi dilemiş ve vermiştir. Fakat onlar, hidâyete ulaşamamışlardır. Onlar, bu âyeti, zorlamayı dilemekle tevil etmişlerdir. Bu ise, deliller üzerinde gereği gibi düşünüldüğünde bilindiği üzere fasit bir te'vildir. “Fakat -onlardan cehennemi gerektirici şeylerin meydana geleceğini bilmem hasebiyle-'cehennemi cinlerden ve insanlardan bir kısmıyla dolduracağım'diye benden kesin bir söz çıkmıştır.” Bilinen şeyde, onların red ve yalanlamayı seçecekleridir. İnsanların ve cinlerin tahsisinde, onun, meleklerini, cehennemi gerektirici ameli işlemekten koruyacağına işaret vardır. 14(O gün onlara şöyle diyeceğiz:) “Bu güne kavuşmayı unutmanızın cezâsını şimdi tadın bakalım! Şüphesiz biz de sizi unuttuk. Yaptıklarınızdan ötürü ebedî azâbı tadın.” Bu kavuşma gününüzün amelini -ki o, ona imandır- terketmenizin azâbını tadın bakalım. Şüphesiz biz de, sizi, azâbta unutulmuş gibi bıraktık. İşlediğiniz küfür ve günahlardan dolayı daimi kesintisiz azâbı tadın! 15Bizim âyetlerimize ancak o kimseler inanırlar ki, bu ayetlerle kendilerine öğüt verildiğinde, büyüklük taslamadan secdeye kapanırlar ve Rablerini hamd ile teşbih ederler. Dikkat: Bu âyet secde ayetidir. Bu ayetlerle kendilerine öğüt verildiğinde tevazu ve huşu içerisinde İslam'a âit verdiği rızıklara şükrederek Allah'a (celle celâlühü) secde ederler. Îman ve secde hususunda kibirlenmeksizin Allah'ı (celle celâlühü), O'na layık olmayan şeylerden tenzih ederler ve O'nu, O'na hamd ederek överler. 16Onlar, yanları yataklarından kalkarak, korkuyla, umutla Rablerine yalvarırlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar. Yanlar, yataklarını ve uyudukları yerleri terkeder. Sehl şöyle demiştir: “Bir kavme hibe verildi. O da kendilerine, münacaatın nasip edilmesi ve onların onun ehli kılınmazıydı.” Sonra Allah (celle celâlühü), onları methetti ve “yanlarını yataklardan ayırırlar” buyurdu. Onlar Rablerine ibâdet ederek yalvarırlar. (.......) mefulun lehtir. Yani, “O'nun (celle celâlühü) azâbından korktukları ve rahmetini umdukları için “, demektir. Onlar, teheccüde kalkanlardır. Bunun tefsiri hakkında: “Onun, kulun gece namazına kalkışı olduğu” Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/232. Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) den rivâyet edilmiştir. İbni Ata şöyle demiştir: “Onların yanları, gaflet yaygısı üzerinde sükunet bulmaktan kaçınmış ve yakınlık yaygısını yani gece namazını talep etmiştir.” Enes (radıyallahü anh) den şöyle rivâyet edilmiştir: “Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem)’in, ashâbından bir kısmı, akşamdan yatsının son vaktine kadar namaz kılardı. İşte bu âyet onlar hakkında nâzil olmuştur.” İbni Merdviye rivâyet etmiştir. Haşiyetü'l Keşşaf, 3/512 Denildi ki: “Onlar, gecenin ilk üçte birini namaz kılarak geçirenler, uyumayanlardır. “ Kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah'u Teala'nın taatinde harcarlar. 17Yaptıklarına karşılık olarak onlar için nice sevindirici ve göz aydınlatıcı nimetler saklandığım hiç kimse bilemez. Burada geçen (.......) kavii “O şeyi ki” manasınadır. (.......) Hamza ve Ya'kûb'a göre (.......) şeklindedir. “Onlar için ne gibi güzellikler hazırlanmış hiç kimse bilmiyor” , demektir. (.......) mastardır. Yani, karşılıktan kendilerine verilir, demektir. Hasen (radıyallahü anh) dan şöyle rivâyet edilmiştir: “Bir grup, dünyada iken amellerini gizlemiştir. Bu sebeple Allah (celle celâlühü) da, onlar için gözlerin görmediği, kulakların işitmediği şeyleri gizlemiştir.” Bunda, kastedilenin, cezânın uygunluğu için -gece yarısı kılman namaz olduğuna dair delil vardır. Daha sonra Allah (celle celâlühü), taat ve îman nuru içerisinde olanla, inkâr ve isyan karanlığında olanın eşit olmayacağını şu sözüyle beyan etmiştir. 18Öyle ya mü'min olan, yoldan çıkmış kimse gibi midir? Bunlar, elbette eşit olamazlar. “Yoldan çıkmış” (fâsık)tan maksat,kafirdir. “bir olmazlar” sözü bir sonraki âyetin delaletiyle (.......) deki mana üzerine çoğul gelmiştir. 19Îman edip iyi işler yapanlara gelince, onlar için yaptıklarına karşılık olarak varıp kalacakları Me'va cennetleri vardır. “Me'va cennetleri” cennetlerin bir çeşididir ki oraya şehitlerin ruhları sığınır. Denildi ki: “O (me'va cennetleri) arşın sağ tarafındadır.” “Yaptıklarına karşılık...” yani, amellerine karşılık bağış olarak, demektir. Nuzûl; misafir ve ikram edilen şeydir ki bu zamanla umumileşti ve herkese şamil oldu. 20Yoldan çıkanlara gelince, onların varacakları yer ateştir. Oradan çıkmak istedikleri her defasında geri çevrilirler. Ve kendilerine “Yalandır, deyip durduğunuz cehennem azâbını tadın.” denir. Onların sığmakları ve menzilleri ateştir, cehennem bekCinleri onlara “Yalanladığınız cehennem azâbını tadın” der. Bu, yoldan çıkan (fâsık) kelimesiyle kafirin kastedildiğine dair bir delildir. Zira yalanlama îmana mukabildir. 21En büyük azâbtan önce, onlara mutlaka en yakın azâbtan tattıracağız. Olur ki (îmana) dönerler. “En yakın azap... “esaret ve yedi yıl süren kuraklık gibi çektikleri dünya azâbıdır. “En büyük azap “ise, âhiret azâbıdır. Yani, onlara, âhirete gitmeden önce dünya azâbını tattıracağız, demektir. Dârûnî'den yapılan rivâyete göre şöyle demiştir: “En yakın azap, hor ve zelil bir şekilde terkedilmek, en büyük azap ise, ateşlerde ebedî kalmaktır.” “En yakın azap, kabir azâbıdır.” da denildi. “Umulur ki o en yakın azapla azaplarıanlar, küfürden tevbe ederek, dönerler.” 22Kendisine Rab binin âyetleri hatırlatıldıktan sonra, onlardan yüz çevirenden daha zâlim kim olabilir? Muhakkak ki biz, günahkarlara, ettiklerinin karşılığı olan cezâyı vereceğiz. “Kendisine Rabbinin âyetleri ile -yani Kur'ân'la- nasihat edildikten sonra onlardan yüz çevirip, -onlar hakkında düşünmeyen kimseden- daha zâlim kim olabilir? “ Yani, bu gibi, doğru yola ve başarıya en büyük saadetle yol gösteren, açık ve aydınlatıcı âyetler kendilerine hatırlatıldıktan sonra, onlardan yüz çevirmek akılsızlıktır, demektir. Arkadaşına fırsatı terketmesini akılsızlık olarak görerek “Böyle bir fırsatı buldun, sonra da onu terkediyorsun? “dediğin gibi. “Günahkarlara... “dedi, “ona” demedi. Çünkü onu bütün zalimlerin zâlimi kıldıktan sonra, günahkârları, topundan intikam almakla tehdit etmesi, intikamın çoğunun, en zalimleri üzerine isabet edeceğine delâlet etmektedir. “Ona “şeklinde zamîrle söyleseydi bu mana anlaşılmayacaktı. 23Andolsun biz Mûsa'ya kitap verdik. “(Resûlüm) sen ona kavuşacağından şüphe etme” dedik. Ve onu İsrâ'il oğullarına hidâyet rehberi kıldık. “Kitap” tan maksat Tevrât'tır. “Ona kavuşacağından...” yani Mûsa'nın (aleyhisselâm) kitaba kavuşacağından, ya da Mi'râc Gecesi ya da kıyamet günü Mûsa'ya (aleyhisselâm) kavuşacağından, ya da Nebi (sallallahü aleyhi ve sellem) den de rivâyet edildiği gibi, Mûsa'nın (aleyhisselâm), âhirette Rabbi ile kavuşacağından, demektir. Mûsa'ya (aleyhisselâm) indirilen bu kitabı, kavmi- İsrâ'il oğulları –için- hidâyet rehberi kıldık. “ 24Sabrettikleri ve âyetlerimize kesinlikle inandıkları zaman, onların içinden, buyruğumuzla doğru yola ileten rehberler tayin etmiştik. (.......) Kûfe ve Şam kırâatına göre iki (.......) dir. Onlardan, bununla, insanları “doğru yola ileten -ve onları, Allah'ın (celle celâlühü) Tevrât'taki dinine ve şerî'atına çağıran- rehberler tayin etmiştik.” “Buyruğumuzla...” Yani bunu onlara emrimizle, demektir. “Sabrettikleri zaman...” yani, Allah'a (celle celâlühü) taat ya da günahlardan kaçmak suretiyle, hak üzere sabrettiklerinde, demektir. (.......) Hamza ve Ali'ye göre (.......) şeklindedir. Yani, dünyadan kaçmak suretiyle. Burada sabnn meyvesi,'insanlara imâm olmak'diye delil vardır. 25Muhakkak ki Rabbin, ihtilaf etmekte oldukları şeyler hakkında, kıyamet günü onların aralarında hükmedecektir. Peygamberlerle ümmetleri arasında, ya da mü'minlerle müşrikler arasında hükmedecektir de hak sâhibini inkârcıya galip getirecekler. 26Kendilerinden önce yaşamış, halen yurtlarında gezip dolaştıkları, nice nesilleri helâk edişimiz onları doğru yola sevketmedi mi? Bunlarda elbette ibretler vardır. Hâlâ kulak vermezler mi? (.......) deki (.......) atfedilenin cinsinden olması niyet edilen bir ma'tûfun aleyhin üzerine atıftır. Yani “çağırmadı mı?” demektir. Zeyd'in Ya'kûb'tan rivâyetle “sevketmedik mi” şeklinde okuyuşu deliliyle “sevketmedi mi “nin, yani “açıklamadı mı “ma faili, Allah'tır (celle celâlühü). “Onları” yani Mekke halkını demektir. (.......) in, (.......) nin faili olması câiz değildir. Çünkü (.......) istifham içindir. Dolayısıyla onda, kendinden önceki amel etmez. “onlardan önce nice nesilleri helâk ettik” sözüyle mahallen mensûbtur. Onlardan önce Âd, Semûd, ve Lût kavmi gibi nice nesilleri helâk ettik. “Yurtlarındagezip dolaştıkları... “ Yani, Mekke halkı ticaretlerinde onların evlerine ve yurtlarına uğramaktadırlar, demektir. Bunlarda elbette ibretler vardır. Hâlâ bu öğütlere kulak vermezler mi ki öğüt alsınlar. 27Kupkuru yerlere suyu ulaştırdığımızı, onunla gerek hayvanlarının gerekse kendilerinin yiye geldikleri ekini çıkarmakta olduğumuzu da görmediler mi? Hâlâ da göremeyecekler mi? “Suyu sevkettiğimizi...” Yani, yağmuru ve nehirleri akıttığımızı demektir. “Kuru yer” , bitkisi olmayan yani kesilmiş olan yer, demektir. Bu ya suyun olmamasından, ya da otlanmasından dolayıdır. “Onunla” yani o suyla “ekini çıkarırız” sözünün delaletiyle çorak gibi ot bitmeyen yerlere (.......) denmez. “Hayvanlarınız” , o ekinin yapraklarından, samanından “siz de tanesinden yersiniz.” “Hâlâ gözleriyle görmeyecekler mi?” ki bununla O'nun ölüleri diriltmeye kâdir olduğuna yol bulsunlar. 28Eğer doğru söylüyorsanız, bu fetih (ve hüküm) günü hani ne zaman? derler. Fetih: Zafer ya da “Rabbimiz aramızda hükmet” A'raf, 89. sözünde olduğu gibi, hüketmek demektir. Müslümanlar: - “Şüphesiz ki Allah, bizim lehimize, müşriklerin aleyhine hükmedecek,” ya da “bizimle onlar arasında hükmedecek” diyorlardı da, müşrikler bunu duyunca: - “Onun olacağı hususunda doğru söylüyorsanız hüküm ne zaman?” , yani “Bu ne zaman olacak? “dediler. 29De ki: “Fetih ve hüküm gününde inkârcılara îmanları fayda vermeyecek ve kendilerine mühlet de tanınmayacaktır.” “Fetih günü” , yani âhiret günü, mü'minlerle düşmanları arasındaki hüküm günüdür. Ya da onların onlara karşı zafer günüdür. Ya da Bedir günüdür. Ya da Mekke'nin fethi günüdür. “İnkârcılara îmanları fayda vermeyecek ve kendilerim mühlet de tanınmayacaktır.” sözü, zahiren bakıldığında onların sorularına uygun bir cevap değildir. Ancak onların, fethin vakti ile ilgili sorularındaki maksatları, alelecele yalanlama ve dalga geçme olduğundan, onlara sorularındaki bilinen maksatlarına göre cevap verildi. Onlara şöyle denildi: “Acele etmeyin ve dalga geçmeyin. Muhakkak ki o güne ulaşacaksınız ve îman edeceksiniz. Ama îman size fayda vermeyecek.” Ya da “Azâba ulaşma hususunda mühlet istediniz ama size mühlet verilmeyecek.” Onu, fetih günü ya da Bedir günü şeklinde tefsîr edenler: “Bununla, onlardan öldürülenleri kastediyor ki boğulması esnasında Fir'avun'a îmanı fayda vermediği gibi bunlara da öldürülüşleri esnasındaki îmanları fayda vermez.” demişlerdir. 30Artık sen onları bırak ve bekle. Zaten onlar da beklemektedirler. Zaferi ve onların helâkini- “Bekle. Onlar da -size galip gelmeyi ve sizin helâkinizi- beklemektedir.” Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem), Secde Sûresi'ni ve Mülk Sûresi'ni okumadan uyumazdı. Şöyle buyurmuştur: “Kim (.......) Secde Sûresini evinde okursa, üç gün boyunca oraya şeytan giremez.” Hafız aslını bulamadım demiştir. Haşiyetül-Keşşaf, 3/517 İbni Mesud (radıyallahü anh) den yapılan rivâyete göre şöyle demiştir: “Secde Sûresi koruyucudur. Kabir azâbından korur.” Allah en iyisini bilir. |
﴾ 0 ﴿